Yeni Üyelik
12.
Bölüm

12. Bölüm

@__kao__

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın.

İyi okumalar...

*

"N'aber?" dedim 40 yıldır arkadaşmışız gibi bir yakınlıkla yanlarına otururken.

İkisinin de bakışları bana döndü ve aynı anda gülümsediler. Sanırım ikiz olduklarını hissettiğim ilk andı.

Annem, dayım ve teyzem üçüzdü ve bazen onlar da aynı anda aynı şeyi yapabiliyorlardı.

Hele annem ve teyzem tek yumurta ikizleriydi.

"Hoş geldin..." dedi Egemen düzgün dişlerini göstere göstere gülümseyerek.

"Hoş geldin tabii de doğrusu cevap yazmayınca gelmeyeceğini düşünmüştük." dedi Engin de.

Aslında cevap yazmış ama göndermeyi unutmuştum. Bunu fark ettiğimde de zaten yola çıkmıştım ve artık iş işten geçti diyerek atma gereği görmemiştim.

Tabii bunu böyle söyleyemezdim.

"Öyle spontane oldu biraz. Kesin değildi." dedim gülümseyerek ve şöyle bir meydana baktım.

Şu anda da kalabalıktı ama yaklaşık bir yarım saat sonra iş çıkışıydı ve daha da kalabalıklaşırdı.

"Siz sistemi kurmuşsunuz. Ne söylüyoruz?" dedim ayarladıkları mikrofon ve gitara bakarak.

"Önce bir payını mı konuşsak?" dedi Egemen gülerek.

Ben de güldüm ve omuzlarımı indirip kaldırdım.

"Pay olarak bol bol eğlenme ve iki yeni arkadaş istiyorum."

Gülümseyerek aynı anda birbirlerine döndüler.

"Şartlar olmaz gibi değil ha?" dedi Engin.

"Bence biz bir de tatlı ekleyelim." dedi Egemen de.

Ama ben diyete girecektim.

Neyse canım yarın hallederdim.

"Çalışan memnuniyetini önemsemeniz mutlu etti beni. Ee... Ne söylüyoruz? Söylemediniz hâlâ."

"Beyaz ve Sen..."dedi Engin ve sıkıntılı bir nefes koy verdi.

Bu haline şaşırırken Egemen kulağıma eğildi.

"Sevdiceği bir başkasıyla nişanlandı da..."

"Ov..!" dedim Engin'e biraz üzülerek.

Kardelen'le Engin'i de bir araya getirmesem iyi olacaktı. Benimki çocuğa, çocuk da denize düşmüştü.

Engin, Kardelen'i yılan olarak görebilirdi.

"Sonra da bir Nikah Masası patlatırız." dediğimde Engin göz devirdi ve ayaklandı.

"Geçin dalganızı geçin. İnşallah karması sizi bulmaz."

"Beni buldu bile..!" dedim gülerek.

Aldatılmıştım. Üstelik taptaze bir aldatılmaydı ama olanlar yüzünden bunun için depresyona bile girememiştim hâlâ.

Ağlayarak bağıra çağıra Aldatıldık söylemek istiyordum.

"Aldatıldık mı söylüyoruz sonra da?" dediğinde Engin aklımdan geçen tamda bu olduğu için ağzım açık bir şekilde ona döndüm.

"Biz ikizlerin psişik güçleri var bebeğim. Aklından geçenlere dikkat et!" dedi Egemen bana göz kırparak.

Bu beni ciddi ciddi güldürmüştü ama hâlâ merak içindeydim.

"Ciddiyim! Nasıl tahmin ettin?"

"Sevdiğin başkasıyla nişanlansa ilk tepkin o olmazdı. Geriye de aldatılmak kalıyor..." dedi Engin tekrar dertli bir iç çekerek.

Gerçi daha aldatıldım mı, benimle mi birini aldattı bilmiyordum.

"Hadi bakalım psişikler liste uzadığına göre azaltmaya başlayalım."

Egemen ayağa kalkarak önüme geçti ve kalkmam için bana elini uzattı.

İtiraz etmeden gülümsedim ve elini tutarak ayağa kalktım.

Egemen'le yan yana mikrofonun başına geçtiğimizde Engin de gitarın başına geçmişti.

"Bu bir yasak aşk öyküsü, çok da acıklı
Birazdan evleniyor yârim, ondan bu acı"

*

"Gerçekten buna gerek yoktu." dedim. Mahallenin girişine kadar bana eşlik etmişlerdi.

"Gerek vardı." dedi ikisi de aynı anda.

"Pekâlâ..." dedim uzata uzata.

"Bana eşlik ettiğiniz için teşekkür ederim."

Egemen gülümsedi.

"Birilerinin birilerine teşekkür etmesi gerekiyorsa bu biziz..."

İçten bir şekilde gülümsedim.

"Benim için gerçekten büyük bir zevkti. Liseden beri topluluk önünde şarkı söylemiyordum. İyi geliyor..."

"O zaman çağırsak yine gelirsin?" dedi Egemen hafifçe başını da eğmiş ve doğrudan emin olmak istercesine bakıyordu.

Onu başımla onayladım.

"Koşa koşa hem de..."

Ardından gözüm tam tepedeki aya kaydı.

"Ama artık gitmeliyim. Sonra görüşürüz..."

"Evine kadar eşlik etmemizi istemediğine emin misin?" dedi Engin, kararsız bir şekilde mahalleye bakarak.

Saat geç olduğu için endişeleniyor olmalıydı.

Onu bir kez daha başımla onayladım.

"Adım başı polis var zaten bu mahallede..." dedim gülerek.

Kaldı ki herkes bu mahallede birbirini tanıyordu. Ben hariç.

"Ev de yakın, merak etmeyin..."

"Görüşürüz o zaman..." dedi Egemen.

Birkaç adım geri geri ilerleyerek onlara el salladım.

"Görüşürüz, psişikler..!"

İkisi de bana el sallarken ardımı döndüm ve normal bir şekilde yürümeye başladım.

Uzun zamandır bu kadar bir şeyden zevk aldığımı hatırlamıyordum.

İkizleri sevmiştim... Umarım arkadaşlığımız hep böyle devam ederdi.

Evin olduğu sokağa girdiğimde Ali ve Miraç, Ali'lerin evinin önünde dikiliyorlardı.

Görmezden gelip geçip gitmeyi düşünüyordum ancak tabii ki Ali laf atmadan duramamıştı.

"Evin yolunu bulabilmişsiniz hanımefendi."

"Sana da merhaba ve görüşmemek üzere..." dedim.

Ona el salladım ve yanından geçip babamın evine geldim.

Babam beni şaşırtmayarak bahçedeki oturaklarda bekliyordu. Elindeki sigaraya kaydı gözlerim.

En son annem öldüğünde içerken görmüştüm.

"Hoş geldin..." dedi sigarayı küllüğe bastırırken

Ardından ayaklandı ve bana eliyle kapıyı işaret etti.

İtiraz etmeden önden ilerledim.

"Bugün beraber uyuyalım mı?"

Çok isterdim.

"Hayır!" dedim kısaca sesimin titrememesi için.

"Sen yokken koltuk takımı ve salıncak geldi. Kurdular balkona." dedi babam cevabımın üzerinde durmadan.

Herhangi bir tepki vermedim ancak gidip salıncağı görmek için sabırsızlanıyordum.

Babam kapıyı açtığında içeri girdim.

Ayakkabılarımı çıkartırken de "İyi geceler..!" dedim yarım ağız.

Babam da "İyi geceler..." derken çoktan yukarı çıkmaya başlamıştım bile.

İlk işim odama rastgele çantamı fırlatmak ve doğrudan balkona çıkmak oldu.

Koltuk takımı ve salıncak babamın dediği gibi balkona kurulmuştu. Babam yalnızca salıncakla kalmamış sehpa da koymuştu ve şu anki hali çok güzeldi, sevmiştim.

İçeri girip önce üzerimdeki elbiseyi rahat pijamalarla değiştirdim. Ardından üzerime ince bir örtü alarak tekrar balkona çıktım.

Salıncağa kuruldum ve üzerime battaniyeyi aldım. Gece gece insanları rahatsız etmemek için kulaklıklarımı taktım ve bir şarkı açtım.

Dün de uyumadığım için çok geçmeden gözlerim kapanmıştı zaten.

*
"Günaydın!" diye şakıdım adeta masaya otururken.

Tüm gözler bana şaşkınlıkla dönerken umursamadım.

Bugün kendimi çok iyi hissediyordum.

"Günaydın..!" dedi Hilal de beni cevapsız bırakmayarak ve gülümsedi.

Diğerleri şaşkınlıktan cevap vermemişti.

"Hayırdır? Pek bir mutlusun?" dedi Ali.

Mutluluğum batmıştı sanırım.

Omuzlarımı indirip kaldırdım.

"Sana ne?" dedim ona şirince bakıp gülümserken. Sanki terslenmemişte dünyanın en yumuşak cevabını vermişim gibi bir tonlama kullanmıştım.

"Manyak ya!" dedi Ali çayından bir yudum almadan evvel ve sabır çekercesine bir tavırla.

Ben de çayımdan bir yudum aldım.

"Mahalleye mi gideceksin sen?" dedi babam bir süre sonra Ali'ye hitaben.

Ali, babamı başıyla onayladı.

"Bir gidip bakacağız Miraç'la. Sen direkt karakola, değil mi?"

Babam da Ali'yi başıyla onayladı.

Bu sırada bahçeden içeri Kardelen girdi.

"Günaydın!" dedi o da şakıyarak.

"Ve afiyet olsun..!"

"Günaydın..." dedi babam Kardelen yanı başımda dikildiğinde.

"Gel beraber olsun."

"Yok Mustafa amca. Ben yaptım. Şunu alıp gideceğim." dedi benden önemsiz bir şeymişim gibi bahsedercesine.

Ona göz devirdim.

"Siz daha dün beraber değil miydiniz?" dedi Can.

Ali'den her şeye maydanoz olma görevini devralmıştı sanırım.

"Yani?" dedik Kardelen'le aynı anda ki dün Kardelen'le de değildim ama kime neydi yani?

Tabağımı ve çatalımı elime alarak ayaklandım. Bu sırada Kardelen benim çayımdan bir yudum almış ve bardağımı da tabağımın üstüne bırakmıştı.

"Bekle çantamı alıp geliyorum." dedim ve hızla içeri girerek önce bulaşıklarımı makineye yerleştirdim.

Ardından da çantamı aldım.

"Siz nereye gideceksiniz?" diyordu babam ben tekrar bahçeye çıkarken.

"Her zamanki aylaklıklar işte Mustafa amca. Takılacağız öyle."

"Emin misin?"

Kardelen babama teessüfle baktı.

"İstersen kızına sor." dedi ardından da ben bilmem dercesine dudaklarını büzerek.

"Bana güveni göz yaşartıcı babamın, değil mi aşk?" dedim ve Kardelen'in elinden tutarak kaldırdım.

"Görüşürüz!" dedim ardından da ve Kardelen'le birlikte evden çıktık.

Burcu'ya geçmiş olsuna gidecektik. Ben biraz gecikmiştim gerçi ama olsundu.

"Dün nasıldı?" dedi Kardelen ilgiyle biz banliyöya doğru ilerlerken.

"Güzeldi..." dedim tekrar o geniş gülümseme yüzümde yer edinirken.

"İkisi de çok tatlı. Sanırım iki yeni arkadaşım oldu."

Bana alttan kaçamak bir bakış attığında güldüm.

"Ama tabii ki sadece bir tane kardeşim var." dedim koluna girerek de.

Kardelen de gülerken yanağından da öptüm.

*
Apartmandan içeri girdiğimizde sanki tüm enerjim çekilmişti. Sabahki mutluluğumdan eser kalmamıştı.

İçime de bir huzursuzluk çökmüştü.

"Böyle çat kapı geldik. Sonra mı gelsek?" dedim asansörü beklerken sabırsızlıkla.

"Ay, saçmalama!" dedi Kardelen.

"Geldik o kadar. Hem öğrenci evi yani. Ne kadar müsait olmayabilir ki?"

Bu sırada da asansör geldiğinde söyleyeceğim her şey boğazımda kalmıştı.

Mecburen asansöre bindim ben de Kardelen'le.

Kardelen 5'e basarken içimdeki huzursuzluk iyice artmıştı.

Asansör katta durduğunda bağırtılar geliyordu.

"Dedim sana..!" diye fısıldadım Kardelen'e sitemle.

"Burcu'dan değil komuşlardan geliyordur." dedi Kardelen beni umursamadan ve asansörden indi. Ancak tahmininin aksine sesler tam da Burcu'dan geliyordu.

"Sana dedim!" Burcu'nun cırtlak sesi kapının kapalı olmasına rağmen kulaklarımı tırmalamıştı.

"Hadi gidelim!" dedim Kardelen'in kolundan çekiştirerek ancak tam asansöre binecekken duyduğum bir başka ses donup kalmama neden olmuştu.

"NE DEDİN BURCU?"

Ses biraz kısıldı ama hâlâ net bir şekilde duyabiliyorduk.

"Hamile olduğunu söyledin mi, düşük yaptığını söyledin mi? Ben daha bugün sağdan soldan duydum bunu! Bebeğin babası benim ama ben hariç herkes biliyor!"

"SÖYLESEM NE DEĞİŞECEKTİ?" diye bağırdı bu sefer de Burcu.

"Yeter be! Kabak tadı verdi artık! Isıtıp ısıtıp önüme koyuyorsun!"

Tam asansöre binip gitmeye niyetlenmiştim ki kapı açıldı ve dışarı ağzı yüzü dağılmış bir Serkan çıktı.

Bebeğin en az bir aylık olduğunu varsayarsak. Düşük yaptığının duyulması o bu derken en az 1,5 aylık bir ilişki söz konusuydu ve biz ayrılalı 2 hafta bile olmamıştı.

Önce Burcu'yla olsa duyardım. En azından 2. kadın ben değildim. Ancak kalbim deli gibi atıyordu ve gözlerim ağlamamak için büyük bir mücadele veriyordu.

Öylece Serkan'a bakakalırken ayakta durabilmemin tek sebebi Kardelen'in kolunu tutuyor olmamdı.

"Gidelim..." dedim fısıltıdan farksız bir sesle.

Çok merak ettiğim bebeğin babasını öğrenmiştim.

Kardelen, Serkan'a ters ters bakmayı bırakıp benimle asansöre bindi.

Ve zemin kat tuşuna bastı. Kapıların kitlenmesiyle gözlerimin mücadelesi son bulmuş ve gözümden bir damla süzülmüştü.

Tamam Burcu'yla aman aman bir yakınlığımız yoktu ancak yine de arkadaşımdı.

Yalnızca aldatmamış, gözümün önünde arkadaşımla aldatmıştı.

"Şşşt!" dedi Kardelen.

"Burada değil aşkım, bize gidelim... Orada istediğin kadar ağlarsın."

Gözümdeki yaşları hızla sildim ve başımı iki yana salladım.

"Ağlamıyorum, ağlamayacağım da."

Asansör zemin katta durduğunda ve kapının kilidi açıldığında bizden önce açılmıştı kapı.

Karşımda Miraç'ı görmeyi beklemiyordum ama oydu.

Ali, Miraç'la gideceğini söylemişti. Ali de buralarda olmalıydı ve onu şu an çekemezdim.

Hızla gözlerimi gözlerinden çektim.

Yanından sıyrılıp geçecekken kolumdan yakaladı.

"Senin ağlamadığın bir gün var mı?"

"Ağlamadım!" dedim kolumu elinden kurtararak ve başka bir şey demesine izin vermeden Kardelen'le yanından geçip gittik.

"Kimdi o?" dedi Kardelen dışarı çıktığımızda.

"Yan komşu!" dedim yalnızca ve Ali'yle de karşılaşmamayı umarak metroya doğru ilerlemeye başladım.

Neyse ki Ali'yle karşılaşmadan metroya ulaşabilmiştik.

Oturacak yer olmadığı için yere oturdum ve başımı arkaya yasladım.

Kardelen de hemen yanıma oturdu ve elini elimin üzerinde hissettim.

"Bize gidelim..." dediğinde gözlerimi açmadan başımı iki yana salladım.

"Biraz yalnız kalmalıyım."

"Bala... Sürekli içine atıyorsun. Yapma bunu kendine!"

Tekrar başımı iki yana salladım.

"İçime atmıyorum."

Buradan gidecektim. Okullar açılana kadar bir haftalığına olsa da buradan gidecektim.

Dayım görevde değilse dayımın yanına, görevdeyse teyzemin yanına gidecektim.

Metrodan iner inmez dayımı aramalıydım.

"Bala!" dedi Kardelen sitemle.

"Bana ne düşündüğünü söyle."

"Gitmeyi..." dedim ona itiraf ederek.

"Dayımın ya da teyzemin yanına... Okul açılana kadar."

Kardelen tereddütle bana baktı.

"Mustafa amca sorun çıkarmayacak mı? Daha iki adım ötedeki bizde kalmana izin vermedi."

Omuzlarımı indirip kaldırdım.

"İstiyorsa dayımın yanından da gelip alabilir."

Zaten araları bozuktu. Dönüşüm bana pahalıya patlardı ama bir hafta da olsa kafa dinleyebilirdim. Değerdi...

Evin olduğu durağa geldiğimde ayaklandım. Kardelen'in daha 2 durağı vardı.

"Görüşürüz..." dediğimde o da ayaklandı ve hızlıca sarıldı bana.

"Dikkat et!"

Başımla onayladım onu ve kapılar açıldığında hızlıca indim.

Yeryüzüne çıktığımda da hızlıca dayımı aradım.

Çok geçmeden açtığında rahat bir nefes verdim.

"Laden?" dedi dayım sorgulayarak. Onu pek aramadığım doğruydu ama bu onu sevdiğim gerçeğini değiştirmiyordu.

Üstelik Laden ismini bana dayım vermişti ki bu ismin hikayesi her ne kadar acıklı olsa da çok hoşuma gidiyordu.

İsmin gerçek sahibi gibi olmayı tüm kalbimle dilerdim.

"Dayıcım?" dedim hızla.

"Nasılsın?"

"İyiyim. Bir şey olmadı değil mi?"

O kadar mı hayırsız bir yeğendim?

"Hayır, hayır... Okul açılana kadar 1 hafta yanına gelmek istiyorum görevde değilsen. Gelebilir miyim?"

"Gel tabii!" dedi dayım rahat bir nefes vererek.

"Çok özledim seni..." En son annemin cenazesinde görüşebilmiştik.

"Ben de seni. Hemen bu akşama bilet alıyorum. En geç sabah orada olurum."

"Tamam, iniş saatini yaz bana. Gelip alırım seni."

"Tamam, görüşürüz."

"Dikkatli ol!" dedi bir asker ciddiliğinde ve telefonu kapattı.

Ben de derin bir nefes verdim. Yürüyüş yolunda ilerlerken telefonuma birkaç şarkı indirdim.

İnternetten bilet alırsam babam kredi kartı harcamalarından görebilirdi ve gitme planım suya düşerdi.

O yüzden direkt hava alanından almalıydım.

Eve ulaştığımda hızla kapıyı açtım. Kapıyı Selma açtığına göre evde başka kimse yoktu.

Bu iyiydi.

Onu umursamadan içeri girdim ve doğrudan odaya çıktım.

Dikkat çekmeyecek bir sırt çantasına bir kaç parça kıyafet ve ihtiyacım olabilecek üç beş bir şey daha koydum.

Uçakta rahat etmek adına tayt ve babamdan çaldığım bir tişörtü giyindim.

Hızlıca odada şöyle bir göz gezdirdim. İhtiyacım olabilecek başka bir şey yoktu.

Odadan çıkacakken duraksadım ve yanıma iki tane okuma kitabı aldım.

Her şey tamam olduğunda aynı hızla evden çıktım ve taksi durağına kadar yürüdüm. Taksiyle hava alanına gittim ve hızlıca işlemlerden geçtim.

Ne zamanki koltuğuma yerleştim o zaman telefonumu elime aldım tekrar.

Önce dayıma iniş saatini yazdım. Ardından Hilal'in ismini buldum.

Çarşamba günü çiçeklerimi sulayıp sulayamayacağını sorduğum mesajın ardından en nihayetinde babamın sayfasına girdim.

Ona da kısaca bir haftalığına dayımın yanına gittiğimi bildiren bir mesaj attım.

Ardından doğrudan telefonumu uçak moduna aldım.

Anonslar verilip hostes arada gezmeye başladığında da kemerimi bağladım ve kulağıma kulaklıklarımı geçirerek önceden indirdiğim şarkılardan birini açtım.

Çantamdan da kitabımı çıkardım.

Uçak havalanırken derin de bir nefes vermiştim.

Hiçbir engelle karşılaşmamıştım. Umarım bu bir hafta bana iyi gelirdi...

Kitaba dikkatimi tam anlamıyla veremediğimi fark ettiğimde okumayı bıraktım ve biraz da olsa uyuyabilmek adına başımı arkaya yasladım.

Gözlerimi tekrar açtığımda hostes tekrar kemerlerimizi bağlamamızı söylüyordu.

Uçak iniş yaptığında tereddütle kemerimi çözdüm ve ayaklandım.

Valizim olmadığı için çantam yanımdaydı zaten.

Çantamı alırken ellerimin titrediğini fark ettim ve bu ister istemez kaşlarımı çatmama neden oldu.

Bir şey yoktu... Bu bir hafta bana iyi gelecekti... Her şey düzelecek... İyi olacağım...

Kendime telkin vere vere hava alanından çıktığımda dayımın iri cüssesi doğrudan gözüme çarpmıştı.

Dayım zaten kalıplı, uzun bir adamdı. Bir de mesleğinden dolayı yaptığı kaslar ve o kendinden emin duruşuyla kesinlikle hayatımda gördüğüm en büyük adamdı.

Dayımı gördüğümde sanki tüm tereddütüm silinmişti. Hızlı adımlarla dayıma ulaştım ve boy farkımızın el verdiğince boynuna sarıldım.

"Laden..." dedi sesindeki özlemle.

İsmim dışında herhangi bir şekilde bana hitap ettiğini duyamamıştım dayımın. Bu ismi söylemeyi seviyordu.

Ayrıldığımızda bana gülümsedi ve sırtımdan çantamı aldı.

Ardından da kolunu omzuma atarak beni kendine çekti ve başımın üzerine bir öpücük kondurdu.

"Nasılsın?"

"İyiyim..." dedim ve kollarımı beline doladım. Dayımı bu kadar özlediğimi fark etmemiştim.

"Vaktin var değil mi? Hemen gitmeyeceksin?" dedim korkuyla.

"Var, yarın öğlene kadar bol bol vaktimiz var... Şimdi gider güzelce uyuruz, sabah erkenden kalkıp kahvaltımızı yaparız ve ben sana Bingöl'ü gezdiririm biraz. Sonra biraz tek kalman gerekecek ama gelebileceğim kadar erken gelirim."

Başımı iki yana salladım.

"Tek kalmam sorun değil..."

Tek kalmaya ihtiyacım vardı ve sanırım biraz da bu yüzden ilk tercihim dayım olmuştu.

"İyi, babandan habersiz buraya gelmeni sabah konuşuruz..." dediğinde yüzümdeki gülümseme silindi.

Dayım ve babamın arası bozuktu ama babam tabii ki de dayıma söylemiş ve dayım da tabii ki de bunu hoş karşılamamıştı.

"Konuşmasak?" dediğimde biraz eğilerek gözlerime baktı.

Ne gördü bilmiyordum ama beni şaşırtarak başıyla onayladı.

"Konuşmayalım..."

Bu bir haftanın bana iyi geleceğine olan inancım arttı.

*

"Bu kız benim sonum olacak!" dedi Mustafa amir, Ali'nin odasına adeta dalarak. Sinirliydi.

Ali bendeki bakışlarını babasına çevirdi ve bu esnada yanağındaki çizik gözüme daha çok battı. Ne olduğunu hâlâ söylememişti ama bir tahminim vardı.

"Ne oldu? Ne yaptı yine?"

Amirim hemen karşımdaki sandalyeye otururken başını iki yana salladı.

"Bingöl'e gitmiş!" dedi sitemle. Bundan büyük bir rahatsızlık duyduğu belliydi.

Bingöl'de ne yapacaktı? Bingöl'de ne vardı?

Beni neden ilgilendiriyorsa?

"Bingöl'de ne yapacak bu?" dedi Ali de çatık kaşlarıyla.

Mustafa amire dikkat kesildim.

"Dayısı var..." dedi ve sıkıntılı bir nefes verdi.

"Biliyor, bilerek yapıyor..."

Dayısının Bingöl'de ne işi vardı acaba? Geri dönecek miydi? Bugün ki hali geldi gözümün önüne.

Yine ağlamıştı, bir şey olmuştu ve muhtemelen yine o Serkan denen çocuk yüzündendi.

Burcu'nun ifadesi için gitmiştim o binaya ve hiç bir yerde bulamadığımız Serkan'ı da bulmuştum.

Şu an nezaretteydi. Ali'nin onu dövdüğünü biliyordum ancak nedeninin Bala olduğunu tahmin etsem de ayrıntılı olarak bilmiyordum.

Bala'yı mekan kontrolüne giderken ara sokaklardan birinde görmüş ve her ne kadar kendim inip ne olduğunu sormak istesem de Ali yanımda olduğu için ona söylemek zorunda kalmıştım.

Zaten o günden sonra Ali'nin Serkan'a daha ayrı bir kini vardı.

Bala'yı her gördüğümde ağlıyordu. Sebebinin bu odada olduğunu bilmek kalkıp gitme isteği uyandırdı bir an.

"Zaten en fazla bir haftası var baba. 1 hafta sonra okulu açılmıyor mu? Kasma, gitsin dinlesin biraz kafasını. Uzaklaşsın."

Ali'nin bu ılımlı tavrını garipsedim bir an. O gün neden ağladığını daha çok merak etmeme neden oldu?

Ayrıca en geç 1 hafta içinde döneceği bilgisi içimde ılık bir şeylerin akmasına neden olmuştu.

"Amirim..." dedim sinirle dizini sallayan Mustafa amiri baştan aşağı süzerek.

"Haddim değil ama gördüğüm kadarıyla terse gitmeye çok meyilli. Biraz rahat bırakmanızda fayda var."

Evet, inatçılığı vardı bir de... İlk gördüğümde o depoda diklenişi, onun için bir tehdit olmadığımı öğrendiğindeki o çöküşü...

Kendimi çok garip hissettirmişti. Biri bana güvenmiş ve tüm duvarlarını indirmişti.

O güveni hep korumak istiyordu bir tarafım.

Sanırım küçük olduğu içindi. Onu korumak istememin, bana güvenmesini istemememin tek nedeni küçük olmasıydı.

Aramızda 9 yaş vardı en nihayetinde. Yaş farkından ziyade, yaşımın getirdiği olgunluk bir yana ben ergenliğimin en kötü zamanlarında bile olgun, ağır başlı olarak anılan biriydim.

O ise daha hayatın dalgasındaydı... Şımarıktı... Kaldı ki şımarıklığa tahammülüm de yoktu.

Aklıma gelen şeyle kaşlarım çatıldı.

Balkonda çiçekleriyle konuşurken tüm çıplaklığıyla görmüştüm sanki onu ancak beni fark ettiğinde bu sefer bana karşı siper almıştı.

Bana karşı siper almamalıydı. Çiçekleriyle konuştuğu gibi benimle de konuşabilmeliydi.

Tabii açmazsam 1 hafta içinde söküp atacağına dair tehdit savurmazsa memnun olurdum.

İster istemez dudağımın sol kısmı milimetrik olarak kıvrıldı.

Deliydi, şımarıktı, dengesizdi ama tarif edemediğim bir şeyler daha vardı onda beni kendine çeken.

"Sana diyorum oğlum hadi!"

Ali'nin omzuma vurmasıyla yavaşça ona döndüm.

Göz ucuyla etrafa baktığımda amirimin çoktan gitmiş olduğunu fark ettim.

Ayıp olmuştu. Kaldı ki algılarım her daim açık olurdu.

Bunu fark edememiş olmak tuhaf hissettirdi.

Ayaklandım. İfade alacaktık.

1 hafta görmeyecektim... Dün balkonda uyumuştu.

Umarım orada da balkonda uyumazdı.

Oradayken balkondan balkona atlayıp üzerindeki örtüyü düzeltemezdim en nihayetinde.

Keşke onu aramak için bir bahanem olsaydı. En azından sesini duyardım.

Sesi çok güzeldi ve çok güzel şarkı söylüyordu.

Loading...
0%