Yeni Üyelik
13.
Bölüm

13. Bölüm

@__kao__

Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayın.

İyi okumalar...

*

İlk gün sabah dayım erkenden kalkmış ve güzel bir kahvaltı hazırlamıştı.

Beraber uzun uzun konuşarak kahvaltı yapmıştık.

Dayım beni Kral Kızı Kalesine götürmüştü ve bir kafede tatlı yemiştik.

Ardından kendisi evde pek durmadığı için alışverişe gitmiş ve bir haftalık erzak almıştık.

Dayım bana kendisine ulaşamam durumunda arayabilmem için birkaç numara vermiş ve kendisi işe gitmişti.

Günümün geri kalanında evde son ses müzik açmıştım ve çeşit çeşit kurabiyeler, poğaçalar yapmıştım.

Bir kısmını dayımın daha sonra da yiyebilmesi için buzluğa kaldırmıştım.

Duş aldıktan sonra da uyumuştum.

İkinci gün öğlene kadar evde tektim ve kitap okuyarak geçirmiştim.

Dayım geldiğinde o dinlenirken ses yapmamaya özen göstererek bizim için yemek hazırlamıştım. Dayım uyandıktan ve yemeğimizi yedikten sonra da beraber film izlemiş, film bittikten sonra da yürüyüş yaparak dondurma almaya gitmiştik.

Üçüncü gün sabah erkenden dayım gitmiş ve ben de ağlamamak için dip köşe temizliğe girişmiştim. İşim bitip duş aldığımda zaten yorgunluktan anında uyuya kalmıştım.

Dördüncü gün dayımla çarşıya çıkmıştık. Hatta dayımın komutanıyla ve bölüğündeki birkaç askeriyle de tanışmıştım ve bu oldukça garipti.

Beşinci gün dayım yoktu ve tüm günüm evde kitap okumak, dizi izlemek ve bağıra çağıra şarkı söyleyip dans etmekle geçmişti.

Altıncı gün de evde tektim. Dayım için biraz endişelenmiş ve verdiği numaralardan birini arayarak sormuştum. Hâlâ görevde olduğu ve yakın zamanda döneceğini öğrenmiş, gitmeden son bir kez görmeyi dilemiştim.

Neyse ki dayım gece yarısı gelmişti ve beraber uyumuştuk.

Sabah da yine beraber güzel bir kahvaltı yapmış, biraz dolaşmıştık.

Uçak saati geldiğinde de mecburen hava alanına doğru yola koyulmuştuk.

Uçak indiğinde ve tekrar korkunç hayatıma döndüğümde dayımın yanına giderken ki halimden nispeten daha iyi hissediyordum.

Bir hafta bana iyi gelmişti ama umarım bu bir haftayı babam burnumdan getirmezdi.

Hava alanından çıktığımda beni arabasına yaslanmış bekleyen babam karşıladı.

Beni baştan aşağı süzerken görmezden gelmeyi seçmiş ve genişçe gülümsemiştim.

Dayımın kendisinden iyi geldiğini bilmeliydi.

Babama doğru ilerlerken neşeli tavrımı bozmadım.

"Çok güzel bir haftaydı!" dedim aynı neşeyle babamın yanına ulaştığımda.

"Kesinlikle daha önce yapmalıymışım, ilk fırsatta tekrarlayacağım..."

Şu an bu yaptığım tamamen kaşınmaktı.

"Kredi kartını ver!" dedi avcunu açarak ve kaşlarını çatarak. Ses tonu da oldukça otoriterdi.

Tabii ki bunu yapacaktı.

Uzatmadım, tepki vermedim ve yalnızca çantamdan kredi kartını çıkartarak babama verdim.

"Bundan sonra günlük olarak harçlık alacaksın."

Bu onu görmeden evden çıkmamı engellemek içindi. Ne kadar güzeldi!

"Bin arabaya!" dedi ardından kartını cüzdana geri koyup arabaya binerken.

İtiraz etmeden arabaya bindim. Artık gülümsemiyordum ama herhangi bir tepki de vermiyordum.

Ancak bunu yapmaktansa beş parasız gezmeyi tercih ederdim. Beni kontrol altında tutamazdı.

Egemen'le konuşup bana da part time bir iş bulmasını rica edebilirdim. Tabii ki buna da el atardı ama en azından boyun eğmediğimi görürdü. Ona o kadar da muhtaç olmadığımı...

İş bulana kadar üzerimdeki nakitle pekâlâ geçinebilirdim. Zaten günümün çoğu okulda geçecekti ve okuldayken kahve dışında pek bir şey almıyordum.

Çok zorda kalırsam teyzemden ya da dayımdan da isteyebilirdim.

Eve geldiğimizde kemerimi çözerek babamdan önce indim arabadan.

Yol yorgunuydum ve yarın okul vardı.

Planım erkenden yatıp uyumaktı. Öyle de yaptım.

*
"Ee..." dedim ikisinde de göz gezdirerek.

"İş bulabilir misiniz? Bakıcılık olur, garsonluk olur, bunlar gibi şeyler olur... Part time olsun yeter."

Zaten çok uzun süre çalışamayacağımın farkındaydım. Babam buna izin vermez ve beni kovdurttururdu. Emniyet amiri olarak bunu yapması da hiç zor olmazdı.

Benim göstermek istediğim şey çok farklıydı. Evet, Ankara'da sözü geçiyordu ama başka şehirlerde o kadar da geçmiyordu.

Bingöl'e gidebildiğim gibi İstanbul'a da gidebileceğimi göstermek istiyordum.

Kafam atarsa giderdim de ama son bir senem kalmışken okulumu dondurmak da istemiyordum.

Aile yanında üniversite okumak kesinlikle pişmanlıktı.

"Bizim çalıştığımız kafe..." dedi Engin, Egemen'i dürterek.

"Ayşe abla yeni bir garson almayı planlamıyor muydu? Okulların açılmasıyla hem yalnızca yazın çalışan birkaç kişi işten çıktı, hem de yanda hemen okul olduğu için artık eskisinden daha çok müşteri var."

Egemen ve Engin'le çalışmak güzel olurdu.

Durumlarının olmadığını açık açık konuşmasak da biliyordum. İkisi de yazın tam zamanlı, kışın part time çalışıyor ve buldukları diğer zamanlarda da kalabalık yerlerde şarkı söylüyorlardı.

"Yalnız dediğim gibi çok uzun süre çalışabileceğimi sanmıyorum. Sizin önermenizle gireceğim. Zor durumda kalmanızı istemem."

Egemen gülümseyerek başını iki yana salladı.

"Ayşe abla için yeni birilerini bulana kadar zaman kazandırsan yeter. Söyleriz ona da."

Ardından Engin saatine baktı ve eliyle garsona hesabı getirmesini işaret etti.

"Ve işe geç kalıyoruz. Hadi sen de gel! Ayşe ablayla bir tanış, konuşalım."

Başımla onları onaylarken çantamdan para çıkarttım.

"Saçmalama!" dedi Engin ve Egemen aynı anda.

"Aa!" dedim onları kınarcasına.

"Ne demişler kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez. Siz bana iş ayarlayacaksınız!"

Onlar zaten kendileri zar zor geçinirken ben de yük olamazdım babama ders vereceğim diye.

Tabii gururlarını da kırmak istemezdim.

"O yüzden bana iş ayarlamanız şerefiyle hesaplar benden!" dedim genişçe gülümseyerek ve gelen hesap defterine itiraz etmelerine izin vermeden ben koydum parayı.

Ardından da ellerimi birbirine çarparak ayaklandım.

"Hadi, gidelim!"

Neşeme ikisi de onaylamayarak baktı ama gülerek başlarını iki yana sallamışlardı.

İkisinin de aynı anda koluna girdim ve öyle ilerlemeye başladık.

Kafeye geldiğimizde içerisi tıklım tıklımdı. Ali yaşlarında bir kadın bizi daha doğrusu Engin ve Egemen'i gördüğünde hızla yanımıza geldi ve ellerine önlük tutuşturdu.

"Çok yoğun çocuklar. Önlüklerinizi giyin de yardım edin."

Kadın gidecekken Egemen durdurdu onu.

"Ayşe abla..! Sana yeni bir garson adayı getirmiştik..."

Kadının bakışları Egemen'deydi. Egemen'in başını sağa eğerek beni işaret etmesiyle bakışları bana kaydı ve baştan aşağı süzdü.

Ardından benim de elime bir önlük tutuşturdu.

"Hadi sen de başla. Akşam konuşuruz şartları..."

Ardından da Engin ve Egemen'e döndü.

"Arkadaşınızdan siz sorumlusunuz. Gösterirsiniz ne yapması gerektiğini!"

Ardından hızla yanımızdan uzaklaşmıştı.

Bizim dışımızda 6 kişi daha vardı. Ayşe ablayla birlikte 3'ü mutfakla ilgilenirken 1'i kasada duruyor. Diğer ikisi ise garsonluk yapıyordu.

Bizim gelmemizle kasada duran mutfağa yardıma gitmiş ve sarışın kız kasaya geçmişti.

Önlüklerimizi giydikten ve ben saçlarımı topladıktan sonra biz de kumral kıvırcık çocukla birlikte siparişleri dağıtmaya geçmiştik.

Yalnızca içecek istediklerinde içecekleri de biz dolduruyorduk.

Gün sonunda artık insanlar yavaş yavaş azalmaya başladığında ancak oturabilmiştik ve deyim yerindeyse pestilim çıkmıştı.

İki yemek taşımak ne kadar zor olabilir diyordum ancak yorucuydu.

Ayşe ablayla konuşup durumu anlatmıştık ve Ayşe abla işe girmemi kabul etmişti.

Diğerleriyle de tanıştıktan ve kafeyi temizledikten sonra Engin ve Egemen'le birlikte çıkmıştık.

Benimle birlikte yürürlerken gözlerimi kısarak onlara baktım.

"Her gün beni eve bırakmayacaksınız herhalde?"

İkisi aynı anda omuzlarını indirip kaldırdı.

"Abonmanımız var..." dedi Engin.

"Vaktimiz var..." dedi Egemen.

"Ve biz centilmen erkekleriz..." dediler aynı anda.

Bu beni ister istemez güldürürken başımı onaylamazcasına iki yana sallamaktan da geri kalmadım.

"Peki centilmen psişikler, bırakın bakalım..."

"Bu ceza neden peki?" dedi Engin yürümeye devam ederken.

Ona döndüğümde hızla "Yani yanlış anlama merak sadece, söylemek istemezsen anlarım." diye devam ettirdi.

Gülümserken başımı iki yana salladım.

"Aslında biraz birikmişlik var, kademe kademe sıkı yönetime geçiyordu. En son da babamdan habersizce Bingöl'e dayımın yanına gittim. 1 haftadır oradaydım. Dün döndüm daha."

Egemen bana garip bir yüz ifadesiyle baktı.

"Yani haber vermeden şehir dışına çıkman hoş olmamış tabii."

"Aslında haber verdim. Mesaj attım..." dediğimde kısa bir an birbirlerine bakıp gülmeye başladılar.

"Bir kağıda 'Ben gidiyorum...' yazman yetermiş, zahmet etmişsin." dedi Engin alayla gülerek.

Ona tersçe baktım.

"Aman!" dedim hoşnutsuzlukla.

"Tek çocuk musun?" dedi bu sırada Egemen de gülerek.

Bir an alışkanlıkla evet diyecek oldum. Ali ve Can yalnızca babamın oğullarıydılar.

Amirin Kızı olmaktansa, Metresin Kızı olmayı yeğlerdim.

"Tek... Siz, sadece ikiniz mi varsınız?"

İkisinin de yüzünde eş zamanlı bir gülümseme oluştu.

"Bir de prensesimiz var..." dedi Egemen.

"Ecrin..." dedi Engin de.

Gülümsedim. Kardeşlerini sevdikleri belliydi.

"Kaç yaşında?"

"Beş, bir gün tanıştırırız seni de."

Başımla onayladım. Tabii ki tanışmak isterdim.

Tam banliyönün oraya gelmiştik ki saatin geç olmasından ötürü boş olan sokakta duyduğumuz seslerle hepimizin bakışları üst geçidin altına kaydı.

Dört, beş kişi bir çocuğu kıstırmıştı.

Egemen çantasını elime tutuşturdu.

"Yaklaşma çok!" diye beni uyarmayı da ihmal etmeden çocuklara doğru koşmaya başladığında Engin de çantasını ayaklarımın dibine fırlatmış ve Egemen'in peşinden koşmuştu.

Öylece arkalarında kalakalırken saçma bir panik yapmıştım.

Ne yapacağımı bilemeyerek çantama uzandım telefonumu almak için ama eş zamanlı olarak Engin çocuklardan birinden sert bir kafa yediğinde hepten paniklemiştim ve hatta ağzımdan bir çığlık kaçmıştı.

İster istemez biraz onlara yaklaştım.

Niye kavgaya gitmişlerdi ki? Polisi arasaydık ya.

Polis!

Tam tekrar telefonuma hareketlenmiştim ki duyduğum siren sesiyle duraksadım. Birileri çoktan polisi aramıştı anlaşılan.

Rahatlayarak derin bir nefes verdim ancak diğerleriyle birlikte nezarete atılmam bana da büyük bir sürpriz olmuştu.

Ben yalnızca orada dikiliyordum ve ikizler sadece kavgayı ayırmak istemişlerdi ama bunu polislere anlatamamıştık ve diğer altısıyla birlikte biz de karakolluk olmuştuk.

Babamın ne diyeceğini hayal ediyordum.

Aferin, kızım! Daha Ankara'ya döneli 24 saat olmadı!

Eğer iyi günündeyse çıkartırdı, kötü günündeyse 1 gece nezarette bırakırdı.

Ben yorgundum ama. Eve gidip uyumak istiyordum.

Başımı ellerimin arasına almış bir şekilde diğerlerinden ayrı tek başıma koydukları hücrede oturuyordum.

"Teşekkür ederim..." dedi çocuk. Uzun sessizliği bölerek.

Ağzı yüzü sağlam dağılmıştı ama bebek surat olduğu anlaşılıyordu.

"Ne demek... 5'e tek olmaz. Haksızlık bir kere." dedi Egemen gülümseyerek.

Gülümseyerek!

Ona inanamayarak baktım. Ciddi olamazdı. Şu halde gülüyor olamazdı.

"Egemen ben bu arada." diye elini de çocuğa uzattığında sinir bozukluğuyla önüme döndüm.

"Engin ben de."

"Hakan..." dedi çocuk da.

"Pışt!" dedi Engin parmaklıkların arasından elini benim tarafıma sokup omzumu dürterek.

"Bir suçumuz yok çıkarız. Bu kadar kasma."

Sesi burnuna tıkılan pamuk nedeniyle boğuktu.

Ve ayrıca onu ben de biliyordum.

"Babam emniyet amiri!" dedim ona sinirli bir gülümseme sunarak.

"Daha iyi değil mi?" dedi Hakan.

"Tabii(!)" dedim alayla.

"Ağzıma sıçacak. Ankara'ya ayak basalı daha 24 saat olmadı."

"Ov..!" dedi Engin ve Egemen aynı anda.

"Doğru, kusura bakma. Biraz da bizim yüzümüzden. "

Başımı iki yana salladım.

"Bir suç yok ortada. Doğru olanı yaptınız. Polis gelene kadar..." dedim elimi de daha neler neler dercesine sallayarak.

Bu sırada içeri giren babamı gördüğümde gerildim.

"Sohbetiniz bol olsun gençler!"

Ben bu adamdan sadece bir gün fırça yemesem olmuyor muydu?

"Valla bu sefer bir suçum yok!" dedim hızla.

Babam tabii dercesine başını salladı.

"Daha Ankara'ya geleli 24 saat olmadı Bala! Nerede bela var göbeğindesin! Nerede sorun oradasın! Ben seni daha kaç kez bu nezaretten çıkaracağım?"

"Öncesi de mi var?" dedi Engin bana doğru fısıldayarak.

"Bir suçu yok." dedi Egemen bu sırada oturduğu yerden kalkarak.

"5 kişi," dedi ve karşı hücreyi işaret etti.

"Bir kişiyi kıstırmıştı," dedi ve bu sefer de Hakan'ı işaret etti.

"Biz de ikizimle ayırmak istedik. Bala da yanımızdaydı. Polisler dinlemeden hepimizi topladı. Hepsi bu!"

Babam Engin ve Egemen'i baştan aşağı süzdü ve ardından bana döndü sorgulayarak.

"Yorgunum, yarın okul var, çıksak mı artık?" dedim parmaklıklara yaklaşarak ve de şirince gülümseyerek.

Babam yüzüme dik dik baktı ancak yanındaki memura kapıyı açmasını işaret etti.

"Üçünüz ifade verdikten sonra çıkabilirsiniz..."

Ardından Hakan'a döndü.

"Sizinle de arkadaşlar ilgilenecek."

Rahat bir nefes vererek açılan kapıdan çıktım. Nezarette bırakmadığı için mutluydum şu an.

Bir memur hızlıca ifadelerimizi almış ve imza attıktan sonra işimiz bitmişti.

Saat de epey geç olmuştu ve ben ciddi anlamda yorgunluktan ölüyordum.

İfade verdiğimiz odadan çıktık. Babam neredeydi acaba?

En iyisi babamı arabanın yanında beklemekti.

Beraber çıkışa doğru ilerlemeye başladık.

"Bugün seni bırakamayacağız sanırım." dedi Egemen.

Gülerek başımla onayladım.

"Bugün de ben centilmenlik yapayım. Saat geç oldu. Biz bırakırız."

"Cık!" dedi Egemen.

"Biz gideriz."

"Bu saatte otobüs kalmamıştır. Bırakalım işte." dediğimde, Engin de beni başıyla onayladı.

"Gidelim işte oğlum, ölüyorum zaten yorgunluktan."

Bu sırada danışma gibi bir yerde bir kaç dosya imzalayan Ali'yi gördüm.

Mecburen babamın nerede olduğunu öğrenmek için yanına doğru ilerledim.

"Babam nerede?"

Ali dosyadan başını kaldırırken bana şöyle bir baktı.

"Babam nerede bilmem de senin ikametini buraya aldıralım, bir oda yaparız sana. Git, gel yorulmazsın."

Engin ve Egemen olduğu için "Ne kadar komiksin sen öyle..." demek ve samimiyetsizce gülümsemekle yetindim.

Bu sırada Ali arkamı işaret etti.

"Geliyorlar..." Arkamı döndüğümde babamla birlikte bu tarafa gelen Miraç'ı gördüm.

Nihayet şu karakoldan çıkabilecektik. Aydınlatması çok kötüydü ve iç karartıcıydı. Babamın bu kadar agresif olmasına şaşmamalıydı.

"Hadi!" dedi babam bana başıyla kapıyı işaret ederek ve ikizlere döndü.

"Sizi de bırakalım. Otobüs bulamazsınız bu saatte."

"Ben ikna ettim bile..." dedim gereksiz bir neşeyle. Birden nedendir bilinmez bir enerji gelmişti. Yorgunluk kafa yapıyordu sanırım.

Babamın arabasına doğru ilerleyecekken Ali omuzlarımdan tutarak başka tarafa çevirdi.

"Ne yapıyorsun?" dedim elleri arasından kurtulup ona dönerek.

"Biz Miraç'la gidiyoruz, babam bırakır gençleri."

Ona ciddi olup olmadığını sorgularcasına baktım.

Benim arkadaşlarım neden tek başlarına babamla gitsinlerdi ki? Ayrıca ben neden Ali'yle dönüyordum?

"Ne münasebetle?" dedim ve babama doğru ilerleyecekken babam başıyla ileriyi işaret etti.

"Abinlerle dön, Bala!" Sert sesiyle kaşlarım çatıldı.

İtiraz edecekken bakışıyla susmak zorunda kalmıştım.

"Yoruldun zaten bugün..." dedi Egemen iç ısıtan bir gülümsemeyle.

"İyi geceler..."

İster istemez benzer bir gülümseme bende de oluştu.

"İyi geceler..."

Onlar babamın arabasına binerken mecburen Ali ve Miraç'ın peşinden ilerledim.

"Her boka karışmaya bayılıyorsun, değil mi?" dedim arabaya bindikten sonra Ali'ye hitaben.

"Kelimelerine dikkat et!" dedi Ali aynadan bana tersçe bakarak.

"Peki, Ali'cim... Her besinlerin oksitlenmiş kalıntısına karışmaya bayılıyorsun, değil mi?"

Full zahmetti. Söylerken yorulmuştum.

"Çoğk!" dedi Ali yarı yüksek tonda kemerini bağlarken.

Sinirle arkama yaslandım. Bu sırada da Miraç'la aynadan göz göze gelmiştik.

O an aklıma babamların abinlerle git dediği ve benim tek çocuk olduğumu söylediğim geldi. Umarım hakkımda saçma sapan şeyler düşünmezlerdi.

Ali her anlamda aşırı gereksiz bir insandı.

Ve ayrıca babamın oradaki abinlerden kastı umarım ki Ali'lerdir. Ne münasebetle Miraç abim olacaktı ki en nihayetinde?

Derin bir nefes aldım.

Canım sıkılmıştı, karakol ve ev arası bu kadar uzun muydu?

"Sen hiç konuşmaz mısın?" dedim öne çıkıp Miraç'a hitaben.

"İnsanlara sarma, Bala!" diye Ali beni uyardı ancak nedensizce Miraç'ın ona saracak olmamdan mutlu olduğu hissiyatına kapıldım.

"Hayır..." dedi Miraç, Ali'nin aksine yumuşak bir tonla. Ben de bunun üzerine Ali'yi yok sayma kararı aldım.

"Üzerime mi alınmalıyım?" dedim gülerek.

Miraç'ın da saliselik olarak dudağının kenarının kıvrıldığını gördüm.

"Hayır..." dedi bir kez daha.

Tek kelimelik cevabı göz devirme isteği uyandırdı ama yapmadım.

"Peki..." dedim uzata uzata ve arkama yaslandım.

"Sohbetinize de doyum olmuyor(!)"

"Sen yorgunum demiyor muydun?" dedi bunun üzerine Ali.

"Sus da uyu!"

Ali'ye gönül rahatlığıyla göz devirdim.

"Uykumun bölünmesini sevmiyorum..."

Bu bilgiyle istediklerini yapabilirlerdi. Uyuyup uyandığım zaman, tekrar uyuyamıyordum.

"Sus yeter ki de ben çıkartırım seni." dedi Ali bıkkın bir nefes vererek.

Omuzlarımı indirip kaldırdım.

"Kendin kaşındın, ne güzel babamlarla gidecektim."

"Tabii... Zaten hâlâ o lavukların kim olduğunu söylemedin?"

Ağzım şaşkınlıkla açıldı.

"Düzgün konuş diyene bak! Lavuk ne hem? Tanıyor musun acaba?"

Ali başını iki yana salladı.

"Normal şartlarda benim değil senin tanıman önemli de, sen de belli ki tanıyamıyorsun!"

Yaptığı iğneleme kaşlarımı çatmama neden oldu.

"Sadece arkadaşız..." dedim gereksiz bir açıklama ihtiyacına kapılarak.

Bu konu hâlâ beni geriyordu ve Ali'ye karşı saçma bir mahcubiyet duyuyordum.

"Tamam..." dedi Ali bunun üzerine biraz öncenin aksine gayet yumuşak bir sesle.

Yine de tüm saçma enerjimin içine etmiş ve ister istemez kabuğuma çekilmeme neden olmuştu.

Başımı cama yasladım ve yolun geri kalanı son derece sessiz bir şekilde geçti.

Hatta neredeyse uyuyacaktım ama neyse ki uyumadan gelmiştik.

Arabadan indiğimde Ali bana evin anahtarını uzattı.

"Vestiyere bırak, alırım sonra..." dediğinde başımla onayladım onu.

Ardından ikisine de şöyle bir bakıp "İyi geceler..." dedim ve bahçeden içeri girdim. Miraç soldaki, Ali sağdaki eve doğru ilerledi.

İkisi de aynı anda durmuş ve gayet açık bir şekilde benim eve girmemi beklemeye başlamışlardı.

Sanki buradan koşa koşa kaçacaktım.

Herhangi bir şey demeden kapıyı açtım ve içeri girdim.

Üzerimi bile değiştirmeden, makyajımı bile çıkarmadan kendimi doğrudan yatağa bıraktım.

Loading...
0%