Yeni Üyelik
15.
Bölüm

15. Bölüm

@__kao__

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın.

İyi okumalar...

*

"Bugün ben bulaşıkları halletsem olur mu?" dedim Engin'e dönerek.

Bulaşıklar sırayla yıkanıyordu ve bugün Engin'in günüydü.

Engin şaşkınlıkla bana baktı.

"Genellikle tam tersi benim yerime bulaşıkları yıkar mısın denir." dedi gülerek.

Ben de gülmek için kendimi zorladım.

"İnsanlarla hiç muhatap olasım yok..." dediğimde Egemen'in elini omzumda hissettim.

"İyi misin?"

Başımla onayladım Egemen'i ve tekrar Engin'e döndüm.

"Olur mu?"

"Bu kadar istiyorsan, tamam. Canıma minnet." dedi Engin ellerini ben bilmem dercesine de kaldırarak.

"Teşekkür ederim..." dedim samimi bir şekilde gülümseyerek.

Bu sırada da kafeye gelmiştik.

Ben doğrudan saçlarımı toplamış, bir önlük giymiş ve eldivenleri de takarak arkada birikmiş bulaşıkları yıkamaya girişmiştim.

Ben yıkıyordum ve yerine sürekli yenileri geliyordu. Hâlâ ağrım da vardı.

Tam bitirdim derken Gökçe bir dolu bulaşık daha getirmişti.

Bulaşıklara bakarken ağrıya daha fazla katlanamamış ve gözümden bir damla yaş düşmüştü.

Yere çökerken sırtımı duvara verdim ve bacaklarımı kendime çektim.

Eldivenleri çıkarttım ve bir elim ağrının geçmesi için karnımı bulurken, diğer elim cebimden telefonumu çıkardı.

Buğulu gözlerimle zar zor teyzemin numarasını bulurken üzerine bastım.

Beni çok bekletmeden telefon açıldı.

"Bebeğim, n'aber?"

Teyzemin, annemin aynısı olan her zamanki enerjik sesini duyduğumda buğulanan gözlerimden bir damla düştü.

Sesleri aynıydı ama annemin sesinin yumuşaklığı teyzemde yoktu.

Ağzımdan kaçan hıçkırığa engel olamadım.

Zar zor "Teyze..." demeyi başardığımda teyzemin endişeli sesi doldu kulaklarıma.

"Laden! İyi misin bir tanem?"

İç çekişlerim arasında "Sana ihtiyacım var..." demeyi ancak becerebildim.

"Lütfen buraya gel!"

Başka bir şey demeden telefonu da kapattım ve tekrar cebime koydum.

Bir süre daha öylece ağrının geçmesini dileyerek oturdum.

Ağrı biraz dinmişti ki duyduğum ayak sesleriyle ayaklandım ve gözümdeki yaşları sildim hızla.

Eldivenleri elime geçirir geçirmez Gökçe bir dolu bulaşık daha getirdi.

Bir süre Gökçe'nin arkasından baktıktan sonra derin bir nefes aldım ve tekrar bulaşıklara giriştim.

Kapatana kadar da bulaşıklarla uğraşmıştım.

Egemen ve Engin'le kafeden çıkıp eve doğru yürürken ağrım hatırı sayılır bir şekilde azalmıştı ama hâlâ sızlıyordu.

Egemen ve Engin yine bana mahallenin girişine kadar eşlik etmiş ve gitmişlerdi.

Kalan yolu tek başıma müzik dinleyerek geçirmiştim.

Eve girdiğimde bahçeden sesler geliyordu.

Cem Karaca'nın bir şarkısı çalıyordu ancak şarkının adını hatırlamıyordum.

Hiç insan yüzü görmek istemesem de evde kimsenin olmadığını düşünerek bahçeye ilerledim.

Babam, Miraç ve Ali kurdukları rakı masasında oturuyorlardı ve şu an tam ihtiyacım olan şey olabilirdi böyle bir rakı masası.

Miraç güldü bu sırada. Miraç'in ilk kez güldüğünü görüyordum. Düzgün sıralı dişleri vardı ve güldüğünde dudağının kenarında minik bir çukur oluşuyordu.

Bir adım daha attığımda üçünün de bakışları beni buldu.

Duraksamadan ilerledim ve Ali'nin yanını es geçerek Miraç'ın yanına oturdum.

"Sekiz diye konuştuğumuzu hatırlıyorum." dedi babam bileğindeki saate bakarak.

Onu geçtiğini biliyordum.

Rakı istiyordum. Babam bir bardağa önce rakı, ardından da su doldurduğunda ve bunu bana uzattığında şaşırmıştım ama itiraz etmeden almış ve bir yudum içmiştim bile.

Arkada hâlâ Cem Karaca'nın aynı şarkısı çalıyordu.

Ben geldim diye miydi yoksa zaten konuşacakları bir şey yok ya da kalmadı diye miydi bilmiyordum ama kimse konuşmuyordu.

Bu sessizlik beni gerdiğinde bardağımı da alarak ayaklandım.

"Sohbetinize doyum olmuyor... Gideyim de rahat rahat konuşun."

İşin kırıcı kısmı kimse aksini söylemedi. Tamamen ben geldim diye susmuşlardı. Mükemmel.

Başımı iki yana sallayarak açık mutfak kapısından eve girdim ve doğruca odama balkona ilerledim. Babamlar evin diğer tarafında kalıyorlardı.

Rakı bardağını balkondaki sehpanın üzerine bırakırken geri odama girdim ve üzerime rahat bir şeyler geçirdim.

Tekrar balkona çıktığımda gözüme çiçeklerim takıldı, hiç ilgilenememiştim döndüğümden beri.

İlk işim topraklarını kontrol etmek oldu. Biraz kuruydu toprakları ama belli ki Hilal mesajda söylediğim gibi çarşamba günü sulamıştı.

Tekrar içeri girdim ve bir sürahi suyla geri döndüm.

Tek tek hepsiyle ilgilenmeye ve sulamaya başladım.

Onların birbirleri varsa benim de konuşabileceğim çiçeklerim vardı.

1 hafta süre verdiğim çiçeğim açmıştı. Bu yüzümde bir gülümsemeye sebep olurken yaprağını öptüm.

"Tehdit işe yaramış sanırım, ne güzel açmışsın sen..."

Ardından derin bir nefes aldım. Şimdi bu güzelliğe bir isim bulmalıydım.

"Bir ismi hak ettin galiba..."

Bebek düşerek bir ismi hak etmemişti.

"Senin ismin Halı olsun mu?" dedim genişçe açmış yaprağını okşayarak.

"Böyle halı gibi geniş geniş açmış yaprakların..."

Derin bir iç daha çektim ve sırtımı balkon duvarına vererek sehpanın üzerindeki rakımdan bir yudum daha aldım. Başımı geriye doğru attım ardından da.

Keşke annem olsaydı. O beni anlardı.

"Annemi çok özledim..."

Annem begonya gibi kokardı ama ben neden bu begonyalardan annemin kokusunu alamıyordum?

"Ne işe yarıyorsunuz ki?" dedim başımı atabildiğim kadar geriye atıp begonyalarıma bakarak.

Bardağı fondipleyerek öylece bıraktım ve yerden kalkıp salıncağa ilerledim.

Salıncağa kıvrılıp üzerime ince pikeyi çektim ve mırıldanmaya başladım.

"Bir kızıl goncaya benzer dudağın
Açılan tek gülüsün sen bu bağın"

*
"İşin trajikomik kısmı ne biliyor musun? Biz Begüm'le annenin doğum gününde tanıştık..."

Ali'ye hitaben kurduğu cümle Ali'de beklediğim etkiyi yaratmamıştı. Ali artık bu duruma alışmıştı sanırım.

"Sen istemiştin... 'Üzerine iyi ki doğdun anne' yazdır demiştin. Gastronomi okuyordu o zaman Begüm. Yazdı. Yazı bir pastanede çalışarak geçiriyordu. İlk o pastayı almak için girdiğimde tanıştık."

Annesi pastacıydı yani. Aklıma o gün pastanın tadına baktıktan sonra yemediği geldi.

"Pişman mısın?" dedi Ali bakışlarını bardaktan ayırmadan.

Mustafa amire dikkatle baktım.

Başını ağır ağır salladı.

"Aşık olduğum için değil. Çok güzel bir duygu. Yaşıyorsun zaten." dedi Ali'ye dönerek.

Ali ve Hilal'in aşkları zamanında bayağı olay olmuştu ama şimdi mutlulardı.

"Sen de umarım tadarsın..." dedi ardından bana dönerek.

"Ama ben yanlışı aşık olarak yapmadım. Aşık olduktan sonra ya aşkımı kalbime gömüp hayatıma devam etmeliydim ya da Selma'ya karşı dürüst olup boşanmak istemeliydim."

"Şimdi?" dedim haddim olmasa da kendime engel olamayarak.

"Şimdi olsa hangisini yapardınız?"

Mustafa amir anlamlı bir gülümseme sundu.

"Bilmiyorum. Şimdi her şey için o kadar geç kaldım ki..."

Saatini işaret etti.

"Bak, saat kaç oldu? Kızım söylediği saatte evde değil ama yalnızca burada oturmuş onu bekliyorum. Kızım, kanım, canım lakin yeri geldiğinde kızarım ama Begüm'den bana kalan son şeye kızamıyorum... Kızmaya yüzüm yok orası da ayrı konu ama sinirlenip bazı şeyleri yüzüme vuracak diye de ödüm kopuyor..."

Rakıdan bir yudum aldı. Ben de kendi rakımdan bir yudum aldım.

Mustafa amirin, Begüm Hanım için olan şu hüznünü gördüğümde daha önce aşık olmadığımı bir kez daha anladım.

Bir evlilik yapmıştım görücü usulü. İtiraf etmek gerekirse gayet iyi bir evliliğimiz de vardı. Sevgi olmasa da, aşk olmasa da saygı vardı, birbirimizin sınırlarını ihlal etmiyorduk. Öldüğünde üzülmüştüm, yani öyle düşünüyordum ama Mustafa amiri görünce üzülmemişim diyorum.

Her zaman gördüğümüz o otoriter, dimdik duran adam gitmiş yerine omuzları düşmüş, keskin bakışlarının yerini üzgün bakışları almış adam gelmişti.

"Sonra bu evlilik omuzlarımda bir yük ama Selma boşanmak istemeden boşanmak istemeye de yüzüm yok..."

"Annem hiç bir zaman boşanmak istemeyecek..!" dedi Ali alayla gülerek ve rakısından bir yudum aldı.

"Biliyorum..." dedi Mustafa amir de ve bir yudum daha aldı.

Ardından odağını tamamen bana çevirdi.

"Bir sorunun mu var?"

Bu beni şaşırtmıştı.

"Hayır, amirim. Nereden çıktı?"

"Bırak şimdi amirimi!" dedi yarı sert bir tonla.

"Son günlerde fazla düşüncelisin..."

Kızın aklımı bulandırıyor, Mustafa amca.

"Arda son günlerde biraz huysuz..." dedim asıl sorunum bu olmasa da ki yalan da değildi.

Derdini anlıyordum ama elimden bir şey gelmiyordu.

"Annesiz büyümek kolay değil..."

Annesiz çocuk büyütmek de hiç kolay değildi.

Annem vardı, aklı beş karış havada olsa da Feride vardı, babam vardı ama hiçbirimiz annesinin yerini tutmuyorduk, tutamazdık da.

"Neymiş derdi paşamızın?" dedi Ali de.

"Kermes var ya..." dedim belli belirsiz gülerek. Ne kadar basit bir dert gibi geliyordu oysaki.

"Annem iyice yaşlandı. Yemeği zar zor yapıyor, Feride yapmasa daha iyi, ben beceremem ama Arda bu sefer de içecek götürmek istemiyormuş."

"En büyük derdi bu olsun. Sen de niye söylemiyorsun? Hilal'le yaparlar."

Ali'ye gülümsedim.

"Zaten tüm gün çalışıyor, nöbetti falan... Bir de biz yormayalım."

"Saçmalama, oğlum!" dedi Ali omzuma vurarak.

"Hilal bu dediğini duysa kızar sana. Elif olsa 'Annem ağzına acı biber sürer' derdi."

Bu beni gerçekten güldürmüştü.

Duyduğum adım sesiyle bakışlarım sesin sahibini buldu.

Yorgun görünüyordu. Yüzünde her zamankinden fazla makyaj vardı ve göz altlarının hafif şiş olduğunu görebiliyordum.

Ağlamıştı ve ağladığını saklamak için bu kadar makyaj yapmıştı.

Herhangi bir şey demeden geldi ve yanımdaki sandalyeyi çekip oturdu.

Kokusu doldu burnuma. Bu koku tanıdıktı ama ne olduğunu çıkaramadım.

"Sekiz diye konuştuğumuzu hatırlıyorum." dedi Mustafa amca.

Bala sanki kendisine denmemiş gibi bir umarsızlıkla herhangi bir şey demeden masada göz gezdirdi.

Bu sırada içimdeki saate bakma dürtüsüne yenilmiş ve Mustafa amcanın bileğindeki saate bakmıştım.

Onu on geçiyordu. Nereden geliyordu acaba bu saatte? Dün yoktu, ondan önceki gün zaten karakoldaydık. Ondan önceki 1 hafta boyunca da yoktu.

Onsuz geçirdiğim zaman, onunla geçirdiğim zamandan kat ve kat fazlayken aklımda nasıl bu kadar yer kaplayabilirdi?

Bu ne kadar mantıklı, ne kadar adaletliydi?

Daldığım yerden çıkmamı Mustafa amcanın Bala'ya doğru uzattığı bardak sağlamıştı.

Alır almaz hevesle bir yudum aldı rakıdan. Sanırım Mustafa amcanın ona da vermesine şaşırmıştı ama istiyordu da.

Doğrusu vermesine ben de şaşırmıştım.

Arkada çalan müzik hariç ses çıkmıyordu masada.

Bir şeyler söyleyip onunla konuşmak istiyordum.

Bir şey söylemezsem belki sessizlikten sıkılıp yine bana sarardı arabadaki gibi.

Beni şaşırtarak sandalyesini geri itekledi ve ayaklandı.

"Sohbetinize doyum olmuyor... Gideyim de rahat rahat konuşun."

Bunu yapmasını beklemediğim için şaşkınlıktan bir şey diyemezken Ali ve Mustafa amca da herhangi bir şey dememiş ve Bala mutfak kapısından içeri girmişti.

Anı anını tutmuyordu. Çok değil daha iki gün önce böyle sessiz bir ortamda insanlara sararken şimdi yalnızca çekip gitmişti.

Acaba o zaman gideceği bir yer olmadığı için miydi?

Hayır, o zaman en başından sarmayıp yalnızca sessizce durabilirdi.

"Niye çatıldı kaşların?"

Ali'nin bana söylediğini anlayana kadar kaşlarımı çattığımın farkında bile değildim.

Bir şey yok dercesine başımı iki yana salladım.

Bu sırada Mustafa amca dizlerine vurarak ayağa kalktı.

"Hadi Allah rahatlık versin, benim mesaim an itibariyle bitti. İyi geceler size."

"İyi geceler..." dedik Ali'yle eş zamanlı bir şekilde.

Ali'yle baş başa kaldığımızda bakışlarım yukarı kaydı alışkanlıkla. Ancak balkon evin diğer tarafında kalıyordu. Şu an balkonda olduğuna yemin edebilirdim.

Hatta belki de yine o gün ki gibi çiçekleriyle konuşuyordur.

Eve gitmek istiyordum şu an.

"Bu arada..." dedi Ali bardağını kafaya dikmeden hemen önce.

"Oğluna söyle kızıma hediye almasın bir daha!"

Ciddiyetiyle kendime engel olamayarak güldüm.

"Fena mı? Dünür oluruz." dediğimde Ali'nin kaşları hepten çatılmıştı.

"O oğlun az daha büyüsün, yapacağımı biliyorum ben!"

Daha çok gülerken başımı da iki yana salladım.

O toka için caddedeki tüm takıcıları dolaşmıştık Arda'yla.

Kırmızı olmalıymış ama öyle kırmızı değilmiş. Kıpkırmızı olacakmış.

Aklıma o gün geldiğinde yavaşça başımı iki yana salladım.

"Kızın oğlumu üzmesin de..." dedim iç çekerek. Arda zaten kırılgan bir çocuktu. Elif de fazla cadıydı. Arda'yı sevdiğinden şüphem yoktu ama üzmesi de fazlaca mümkündü.

Bacak kadar boyuna bakmadan bana bile yürüyordu cadı.

"Hadi bana da müsaade..." dedim ayağa kalkarak.

"Otursaydın biraz daha?"

"Daha sonra..." dedim ve bahçeden çıkarak yandaki eve doğru ilerledim. Eve girmeden başımı kaldırıp balkona da bakmıştım ama buradan balkondaysa da göremiyordum.

Kapıyı sessizce açarak içeri girdim.

Salondaki cılız ışığı takip ederek girdiğimde Feride'yi televizyon karşısında buldum.

"Abi?" dedi beni fark ettiğinde ancak yattığı yerden kalkma zahmetini göstermedi.

"Uyumadın mı sen?" dedim izlediği şeye kısa bir bakış atarak.

"Tavuk muyum ben? Saat daha 10.30!" dediğinde bıkkın bir nefes aldım.

"Sabah altıda ayakta olma, bak ne oluyor?" dedim ve ona ters bir bakış atarak salondan çıktım.

Gece uyutamıyor, sabah kaldıramıyorduk hanımefendiyi.

Yukarı çıktığımda ilk işim Arda'nın odasına girmek oldu.

Arda'nın dağınık yatmasından mütevellit yere düşmüş olan pikesini aldım ve hafifçe sallayarak geri üzerine örttüm. Alnından da öptükten sonra sessizce odadan çıktım ve kendi odama girdim.

Duraksamadan da balkona ilerlediğimde tahmin ettiğim gibi Bala'yı balkonda salıncağında bulmuştum.

Uyuyor muydu o? Gerek odasının yanan ışığından, gerek balkonda olmasından onun da normalde bu saatlerde uyumadığını biliyordum.

Ya okulu başladığı içindi ya da çok yorgundu. İçimdeki ses çok yorgun olduğunu söylüyordu.

Üzeri yine açılmıştı ve hava biraz esiyordu.

Balkondan aşağıdaki ağaca indim ve ağaçtan da diğer ağaca geçerek Bala'nın balkonuna tırmandım.

Biri beni böyle görse nasıl açıklardım hiç bilmiyordum ama böyle uyumasına da izin veremezdim.

Balkona ayak basar basmaz kokusu daha da yoğunlaşmıştı. Olabildiğince sessiz adımlarla yanına ilerledim ve güzelce üzerini örttüm.

Bir süre onu izlemek istesem de bu çok sapkınca geliyordu. Bu yüzden bakışlarımı zorla üzerinden ayırdım ve geldiğim gibi kendi balkonuma döndüm.

Onun balkonunun aksine bu balkonda sadece tek bir sandalye vardı.

Bu sandalye buraya geleli de çok olmamıştı zaten.

İç çekerek son bir bakış attım ve içeri girdim.

*
22 Yıl Önce

Genç kadın açık kumral saçlarını sıkıca toplamış yaptığı kekleri standa diziyordu.

Hava sıcaktı ve biraz önce mutfakta olmasından dolayı acayip sıcaklamıştı.

Kekleri dizdikten sonra kendisi için bir bardak soğuk su doldurmuştu ancak bir yudum bile alamadan kapı açılmış ve müşteri gelmişti.

Suyunu içi ciddi anlamda yanarak bırakmış ve gülümseyerek ayağa kalkmıştı.

"Buyurun, hoş geldiniz..!"

En büyük hayali okulunu bitirip bir gün onunda böyle pastane kafe tarzı bir yerinin olmasıydı.

Adam kadının gülen yüzünü gördüğünde duraksadı.

İçi bir garip olmuştu ancak buna herhangi bir anlam veremedi.

Yine de kadının gülen yüzü onda da geniş bir gülümsemeye neden olmuştu.

"Merhaba!" dedi adam da normalde olsa kullanmayacağı sevecen bir tonlamayla. Kadın adamı süzerken belindeki silahı gördüğünde biraz da korkuyla adama bakmıştı.

Adam kadının bakışlarını takip ettiğinde silahına baktığını gördü.

"Polisim..." diye açıklama ihtiyacı hissettiğinde kadın derin bir nefes vermişti.

Çok değil birkaç ay önce mahalledeki kuyumcuyu silahla soymak istemişlerdi ve bu onda korku yaratmıştı.

Gerçi soyacak olsalar ilk tercihleri bir pastane olmazdı sanırım.

"Ne alırdınız?" dedi kadın bu sefer de eski güler yüzlülüğü ve ilgisiyle.

Adam bir süre soruyu algılayamadı. Ne mi alacaktı?

Sonra aklına karısının doğum günü olduğu ve oğlunun annesi için pasta istediği geldi.

"Pasta..." dedi huzursuz hissederek.

Kadın bir kaç adım sağa giderek pastaların olduğu tarafa geçti.

"Hangisinden istersiniz?"

Gayriihtiyari pastalarda göz gezdirdi ve gözüne çarpan meyveli bir pastayı işaret etti.

"Bu olsun, lütfen..."

Kadın pastayı paketlerken pastanede göz gezdiriyordu adam.

Buraya daha önce de defalarca gelmişti ama hiç bu kadını görmemişti.

"Yeni mi çalışmaya başladınız?" diye sordu dayanamayarak. Oysaki içinden defalarca kez onu ilgilendirmediğini söylemişti.

Kadın gülümseyerek adama döndü ve başıyla onayladı.

"2 hafta oldu. Yaz boyunca buradayım..."

Neden yaz boyunca burada olduğunu söyleme gereği duyduğunu kendisi de bilmiyordu ancak bunu sorgulamadı o an.

"Okuyor musunuz?" diye sordu bu sefer de adam. Yaz boyu burada olduğuna göre okuyor olmalıydı.

"Evet, okuyorum. Gastronomi..."

Zaten 2 yıllık bir bölümdü ve bir yılı geride kalmıştı bile. Yazı da boş geçirmek istememiş hem biraz para biriktirmek hem de biraz daha deneyim kazanmak istemişti.

"Bir şey yazmamı ister misiniz?" diye sordu kutuyu son anda kapatacakken aklına gelmişti.

Adam kısa bir an daha duraksadı ancak ardından oğlunun isteği geldi aklına.

" 'İyi ki doğdun anne...' yazın lütfen..."

Adam henüz gençti. Parmağında yüzük de yoktu. Kendi annesi için aldığını düşünmüş ve bu çok hoşuna gitmişti kadının.

Kadın minik beyaz karta söylenileni yazarken adam onu pür dikkat izliyordu.

Yazısı çok güzeldi. Mumları ve kartı da poşetin içine bıraktıktan sonra poşeti adama uzattı.

"Başka bir şey ister misiniz?"

Adam başını iki yana sallarken cebinden cüzdanını çıkartmıştı bile.

Parayı öderken "Mustafa ben bu arada..." deme ihtiyacı hissetti ve dedi de.

Kadın kısa bir an ona şaşkınlıkla baksa da para üstünü verdi ve gülümsedi.

"Begüm ben de..."

Loading...
0%