Yeni Üyelik
17.
Bölüm

17. Bölüm

@__kao__

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın.

İyi okumalar...

*

"Merhaba!" dedim Ecrin'in önünde eğilerek.

Ecrin down sendromluydu ve bu söylemedikleri için hiç mi hiç beklediğim bir şey değildi. Ancak o kadar tatlı ve güzel bir kız çocuğuydu ki...

Ecrin utanarak yanağını omzuna yasladı ve arkasındaki abilerine bir bakış attı.

Abilerinden gereken onayı almış olacak ki bana dönüp gülümsedi ve "Merhaba!" dedi o da.

"Bala ben..." dedim tanışmak için de elimi uzatarak.

İsmini söylemediğinde ben devam ettim.

"Ecrin'sin sen de değil mi? Abilerin bahsetmişti senden bana."

Aynı şekilde omzundan geriye abilerine bakıp gülümsemiş ve ardından bana dönüp başıyla onaylamıştı.

Ben de ikizlere döndüm ve Ecrin'in neden burada olduğunu sorgularcasına baktım. Arkadaki soyunma odasındaydık.

"Hale ablamız biraz hasta da o iyileşene kadar Ecrin de bizimle birlikte çalışacak." dedi Engin gülümseyerek.

Ancak biz geç bir saatte çıkıyorduk. Benim bile eve gitmem 10'u buluyorsa beni bırakıp geçeceklerini düşünürsek en erken on buçukta evde olacaklardı.

"Saat çok geç olmayacak mı Ecrin için?" dedim şaşkınlıkla.

"Sadece birkaç gün..." dedi Egemen de zaruri bir gülümsemeyle.

Anneannem bakabilirdi aslında ama anneannemler evlerine çok uzak kalıyordu. Sıkıntı yaratırdı.

Hilal zaten kendisi çalışıyordu ve Selma'ya da rica edecek değildim.

Sanırım Ecrin için şu an elimden bir şey gelmezdi.

"Gençler hadi!" dedi bu sırada Ayşe abla içeri dalarak.

Bu hepimizin hızlıca önlüklerini giyip içeri geçmesine neden olmuştu.

Boşalan masalardaki boşları toplamaya giriştim hızlıca. Normal şartlarda bugün bulaşıklar bendeydi ancak Engin'in yerine geçenkinde ben geçtiğim için bugün Engin yıkıyordu.

Hem Ecrin'le daha rahat ilgilenebileceği için mutlu da olmuştu.

Bulaşıkları mutfağa bıraktıktan sonra yeni gelen müşterilerin siparişini almak üzere not defterini aldım.

"Karar verdiniz mi?" dedim tüm sevecenliğimle ve ancak başımı kaldırdığımda gördüğüm kahve gözler duraksamama neden oldu.

Bakışlarım yanındaki kadına kaydı. Çakma sarışın kızın burnu abartılı bir estetikle kaf dağındaydı.

Estetiğe karşı değildim, hatta bir ara ben de burnumu yaptırmak istemiş ama korkmuştum ancak bu kadar abartılı estetik hoş değildi.

"Babanın haberi var mı?" dedi Miraç beni baştan aşağı süzerek. Boğazımı hafifçe temizlerken tekrar bakışlarım Miraç'ı buldu.

"Sana ne?" dedim gülümsememi olağanca sabit tutarak. Babam öğrenmişti zaten.

Gözleri kısıldı.

"Müşterilere karşı böyleysen kovulman uzun sürmez zaten." dedi ardından da.

Şirince gülümsedim.

"Hiç bir müşterinin bana böyle bir soru sormadığına eminim."

Miraç bana tersçe baktı.

"Babanın haberi var mı çalıştığından?" dedi tekrar.

Kız elini uzatıp Miraç'ın elini tuttu ve bu süre zarfında gözlerimle elini takip etmiştim.

"Kim ki aşkım? Sen neden bu kadar ilgilendin?"

Aşkım? Sevgilisi miydi? Kızın üzerindeki şımarıklığı ben bile hissetmiş ve biraz şımarık biri olarak bile bu şımarıklık bana fazla gelmişti.

Yüzümü buruşturmamak için zor durdum.

Feride şımarıklık sevmediğini söylemişti.

Gerçekten bu kızla mı sevgiliydi?

"Aile dostumuzun kızı." dediğinde Miraç, aklıma babasına amirimin kızı dediği geldi beni tanıtırken.

Duruşundaki soğukluğa baktım. Normalde de çok sıcak bir insan olduğu söylenemezdi ama sevgilisi için fazla soğuk değil miydi?

Sanırım görevdeydi.

Göz göze geldiğimizde attığı uyarıcı bakıştan da polis olduğunu belli edecek bir şey söylememem gerektiğini anlamıştım.

"Soruma cevap ver Bala!" demekten de geri kalmadı yine de.

"Haberi var!" dedim terslenerek. Niye bu kadar takmıştı ki buna? Ona neydi en nihayetinde?

"Emin misin?" dediğinde göz devirdim.

"Git söyle inanmıyorsan!" diye çıkıştığımda omzumda bir el hissettim ve ardımı döndüm.

Egemen'di.

"Bir sorun mu var?"

"Yok, hayır..." dedim gülümseyerek.

"Sipariş alıyordum?" dedim tekrar Miraç'a da dönerek.

"Bir latte, bir sade Türk kahvesi alalım." dediğinde başımı 'Hay hay!' dercesine eğdim ve nedendir bilinmez "Hemen geliyor abi." diye de ekledim.

Belki görevde kendi adını kullanmıyordur ama neden abi dediğimi ben de bilmiyordum.

Miraç'ın dudakları şaşkınlıkla hafifçe aralandığında gülümsememi genişlettim ve ardımı döndüm.

Egemen'i de peşim sıra kahve makinelerinin olduğu yere sürükledim.

"Karakoldaki değil mi o?" dedi yeterince uzaklaştığımızda.

Başımla onayladım ve omzumun gerisinden kısa bir bakış attım o tarafa.

"Sanırım görevde..." dediğimde o da Miraç ve kadına dönüp kısa bir bakış atmıştı. Bu sırada ben bir kahve fincanı, bir de latte bardağı çıkartmıştım.

"Sana ne dedi?" dediğinde omuzlarımı indirip kaldırdım.

"Babamın çalıştığımdan haberi varmıymış..." dedim bir yandan da elimi havada sallayarak.

Kahvenin hazır olduğuna dair ses geldiğinde hafifçe Egemen'i ittirdim.

"Hadi git çalış, Ayşe abla kaytardığını görmesin..."

Egemen bana ters bir bakış attı ancak boşları toplamak üzere yanımdan ayrıldı.

Ben de kahveleri tepsiye koyarak masaya ilerledim.

Kahveleri önlerine bıraktıktan sonra kadının üzerine nedensizce kahve dökme isteğimi bastırarak Miraç'a döndüm.

"Başka bir şey ister misiniz abi?"

Miraç bana zaruri bir gülümseme sunarken 'Öyle mi?' dercesine de başını aşağı yukarı salladı.

"Yok!" dedi tok ve net bir sesle de.

"Ayrıca babanla da konuşacağım..." dedi bana güvenmediğini alenen belirterek. Ya da babamın beni çalıştıracağına inanmıyordu ki haklıydı da. Bugün yarın kovulurdum.

"Ah, öyle mi?" dedim abartılı bir tavırla.

"O zaman beni muhatap etmeden bugün eve gelmeyeceğimi de ilet lütfen." dedim ve kadına da mecburi bir gülümseme sundum.

Teyzem yarın sabah dönecekti ve bugün de onunla biraz daha zaman geçirmek istiyordum ama babamla muhatap olasım hiç yoktu.

Bir müşterinin siparişini götürürken Miraç ve kadının çıktığını görmüştüm.

*

"Ankara." dediğimde Engin "Ankara'nın Bağları" demiş ve göz devirmeme neden olmuştu.

Ankara'nın Bağları hiç aklıma gelmemişti.

Bir kelime söylüyor ve o kelimeyle ilgili birer şarkı söylüyorduk.

Ama kelimeyi söyleyen kişinin aklında o kelimenin geçtiği bir şarkı olmak zorundaydı.

Egemen gülerken başını da yavaşça iki yana salladı. Eş zamanlı olarak eğilmiş ve yürümekten yorulmuş olan Ecrin'i kucağına almıştı.

"Sen söyle?" dedim Egemen'e dönerek.

"İpucu?" dedi gözlerini biraz kısarak.

"Ankara'nın bağları dışında Ankara geçen bir şarkı bilmiyorum sanırım."

"Perdenin Ardındakiler?" dedim sorarcasına. Egemen biraz düşündükten sonra başını yavaşça iki yana salladı.

"Bilmiyorum."

"Ankara'yla Bozuşuruz!" dedim nasıl bilmediğine kızarcasına.

"Hiç dinlemedim sanırım." dedi Egemen başını iki yana sallayarak.

"Sonunda!" dedi Engin ise sitemle.

"Sizin de bilmediğiniz şarkıların olduğunu görmek güzel."

Sabahtan beri biz her kelimeyle rahat rahat şarkı söylerken Engin daha çok melodileriyle ilgilendiğinden olsa gerek bulamıyordu ve sitemliydi.

"Sarı!" dedi Egemen, Ecrin'in sarı, civcivli çantasına bakarak.

"Sarı mı?"

"Sarıyla şarkı mı olur?" dedi Engin sitemle ve farklı tonlamalarla sarı kelimesini söylemeye başladı.

"Sarı, saarı, saaarıı..."

Egemen'e dönerek gülümsedim.

"Uykulu gözlerle döndüm rüyamdan
Sana sarı laleler aldım çiçek pazarından"

Ritmiyle söylediğim şarkı sözleriyle Egemen daha çok gülümsedi.

"Doğru, hiç aklıma gelmemişti bu."

"Senin aklındaki neydi?" dedim şaşkınlıkla. Onun aklındakinin de bu olduğuna emindim oysaki.

"Sarı gelin..." dedi ciddiyetle ve kucağından kayan Ecrin'i düzeltti.

"Pardon!"

Kolumdan tutulmamla şaşkınlıkla kadına döndüm.

Kucağındaki çocuğu kucağıma bıraktığında ve çantayı da elime tutuşturduğunda şaşkınlığım iyice büyümüştü.

"Acil tuvalete gitmem gerekiyor, biraz tutabilir misiniz?"

Benim cevap vermemi beklemeden az ilerdeki camiye doğru ilerlemeye başladığında şaşkınlıkla ikizlere döndüm.

"Bu neydi şimdi?" dedi Engin de şaşkınlıkla.

Bakışlarım kucağımdaki bebeğe kaydı. Kadın sinirlerimi bozmuştu. Belki benim de acelem vardı. Olmasa bile belki ben sapıktım, belki organ mafyasıydım. Nasıl bir rahatlıkla çocuğunu bırakıp gidebiliyordu?

"Gidelim hadi..!" dedim başımla ileriyi işaret ederek ve yürümeye başladım.

Egemen kucağındaki Ecrin'i düzeltti.

"Çocukla mı?" dedi şaşkınlıkla.

"Yo..." dedim uzata uzata.

"Götürüp emniyet güçlerine teslim edeceğim..."

Hem belki bulamayınca kadına bir ders olurdu.

Arkamdan gelirlerken Engin sağ tarafı işaret etti.

"En yakın karakol o tarafta..."

Polisle uğraşamazdım. Evde iki polis, yan evde de bir polis vardı işte. Hangisini bulursam verirdim.

"Bizim evde metrekareye karakoldan daha fazla polis düşüyor..." dedim ona omzumun gerisinden bakarak.

"Hem çok yoruldum. Gidelim bir an önce."

"Sorun olmasın?" dedi Egemen tereddütle.

Kucağımda uyuyan bebeğe baktım ve omuzlarımı indirip kaldırdım.

"Çocuk kaçırmıyorum ya? Kadın kendi verip gitti."

"Delisin!" dedi Egemen onaylamayarak.

Trenin önüne geldiğimizde duraksadım ve Egemen'in son dediğini görmezden geldim.

"Ecrin de yoruldu. Bugün bırakmayın beni. " dedim Egemen'in omzunda mayışmış olan Ecrin'e bakarak.

Egemen, Ecrin'i Engin'e verdi.

"Doğru, sen geç eve uyut Ecrin'i. Ben de Bala'yı bırakıp geleyim. "

Egemen'e ciddi olup olmadığını sorgulayarak baktım.

"Sen de yoruldun, git işte. Bir gün tek başıma dönsem bir şey olmaz."

"Bunu konuşmayacağımız konusunda anlaşmıştık sanki?" dedi Egemen ve Engin'e başıyla gitmesini işaret etti.

Engin ve Ecrin bize el sallayarak yanımızdan uzaklaştıklarında biz de trene bindik.

"Baban muhtemelen kızacak biliyorsun değil mi?" dedi Egemen kucağımda huysuzlanmaya başlayan bebeği alarak.

Hafif hafif pışpışlamaya başladığında bebek sakinlemişti. Kız mı, erkek mi onu bile anlamamıştım ama Egemen'in hakimiyeti beni hem şaşırtmış hem de şaşırtmamıştı.

Söylemese de anne ve babalarının yanlarında olmadıklarını anlamıştım. Belki ölmüşlerdi, belki başka bir şey vardı ama Ecrin'i ikisinin büyüttüğüne şimdi daha da emin olmuştum.

Sormak istiyordum ama bir yarasını deşmekten de çekiniyordum.

Başımı koltuğa yaslarken Egemen'in bebekle ilgilenişini izledim durağa gelene kadar.

Durağa geldiğimizde beraber indik.

"Seninle eve kadar gelmemi ister misin?" dedi Egemen mahalleye yaklaşırken.

Başımı iki yana salladım.

"Gerek yok, hallederim ben, zaten buradan anneannemlere geçerim." dedim.

Eve sadece şarj aletimi almak için gelmiştim. Teyzem Iphone kullanıyordu, anneannem ve dedem ise tuşlu ve ben şarj aletimi evde unutmuştum. Üstelik anneannemler öyle bir yerde oturuyordu ki her yere tersti. Kendimi babama bıraktırtmayı planlıyordum.

Egemen'le vedalaştım ve çocuğu da alarak eve doğru ilerlemeye başladım.

Bahçeye girdiğimde gelen seslerden misafir olduğunu anlayabiliyordum.

Misafir de gelecek zamanı bulmuştu.

Bahçede ilerlerken adımlarım da küçülmüştü.

Babam kızmazdı belki?

Hayır, kesinlikle kızacaktı.

Çocuk da Egemen'den ayrıldığımızdan beri tekrar huysuzlanmaya başlamıştı.

Bahçeye girdiğimde daha önce hiç görmediğim yaşlı bir kadın vardı yalnızca. Gerisi ev halkıydı.

Babamın beni gördüğünde kaşları çatıldı ve bu sırada bana kastı olan bebek ağlamaya başladı.

Bu herkesin dikkatinin bu tarafa çevrilmesine neden oldu.

"Aa, bebek!" dedi Elif hayatında hiç bebek görmemiş gibi.

Mecburen biraz daha ilerlerken ellerini kollarını çırpmaya başlayan bebeği düşürmemek için bebeği fırlatırcasına babamın kucağına bıraktım.

"Bu ne?" dedi babam sanırım refleksle çocuğu pışpışlamaya başlayarak.

"Bebek..." dedim salağa yatıp omzumu indirip kaldırırken.

Babam bana ters bir bakış attı.

"Laden Bala! Nereden çıktı bu bebek?"

Sanırım gerçekten kızmıştı.

"Bir kadın geldi. Çocuğu birden verdi kucağıma, iki dakika tut geliyorum dedi ve gitti başka bir şey demeden." dedim yorulduğum için Can'ın yanındaki boş sandalyeyi çekip otururken.

"Gelmedi mi kadın?" dedi Ali merakla.

Şimdi dürüst mü olmam gerekiyordu?

"Beklemedim ki..." dedim ağzımın içinde. Ancak diğer yanımdaki babam çok net bir şekilde duymuştu.

"Anlamadım? Çocuğu alıp doğrudan buraya mı geldin?"

"Evet!" dedim çıkışırcasına.

"Hırlı mıyım hırsız mıyım, sapık mıyım, organ mafyası mıyım bilip bilmeden verdi el kadar bebeği gitti. Bana değil bir başkasına da verebilirdi. Ders olur kadına. Bir daha bırakmaz tanımadığı insanlara." dedim haklı olduğumdan emin bir şekilde.

"Çocuk kaçırmak bu biliyorsun değil mi?" dedi Ali dehşetle.

"Aa," dedim üstüme iyilik sağlık dercesine.

"Kadın kendi hür iradesiyle bıraktı gitti. Kaçırmadım."

"Kızım bu bir bebek, herhangi bir eşya, mal değil!" dedi babam da sesini yükseltecekken bebeğe bakıp ardından da sabır çekercesine yukarı bakmıştı.

Kaşlarımı çattım.

"Ben de onu diyorum ya!" dedim sitemle.

"İnsan canını, çocuğunu nasıl tanımadığı birine bırakıp gider? Hem aldım da ne yaptım? Getirdim emniyet güçlerine teslim ettim." dedim kucağını işaret ederek.

"Ya sabır!" dedi babam dişlerinin arasından ve gökyüzüne bakarak birkaç kez daha sabır çekti.

"Sonum olacaksın!" dediğinde duymazdan geldim. Ancak yükselen seslerden olsa gerek bebek hepten ağlamaya başlamıştı.

Hilal daha fazla dayanamamış olacak ki ayaklandı ve babamın kucağından çocuğu aldı. Bebeğin başı omzuna gelecek şekilde yasladı bedenine ve hafif hafif poposuna vurmaya başladı.

Bebek susmayınca bana döndü.

"Ne zamandır seninle?"

"Bir saatten fazla oldu." dediğimde Ali'ye döndü.

"Eczaneden mama alıp gelsene. Acıkmıştır."

"Çantası burada!" dedim omzumdan kadının elime tutuşturduğu bebek çantasını çıkartıp masaya bırakarak.

Ali çantayı açmış ve önce mamayı bularak Can'a uzatmıştı.

"Arkasında yazıyor nasıl yapılacağı, yapıp gel." dedi.

Can bir şey demeden mamayı ve biberonu aldı ve içeri ilerledi.

Ancak Ali çantayı karıştırmaya devam etti. Bulduğu cüzdanı çıkartmış ve hatta içini açmıştı.

Hilal hâlâ bebeği pışpışlamakla meşguldü. Ali bulduğu kimliği babama uzatırken ben babamdan beni bırakmasını istemek için an kolluyordum.

Babam kimliğe kısa bir bakış attıktan sonra telefonunu çıkartmış ve zannımca karakoldan birilerini aramıştı.

Bana ters bir bakış attı. Kulağına telefonu dayayarak masadan kalktı ve uzaklaştı biraz masadan.

"Bebek artık bizim mi?" dedi Elif heyecanla babasına bakarak.

"Hayır, kızım." dedi Ali ve Elif'i kucağına aldı.

"Annesi var bu bebeğin!" dedi bana imayla bakarak. "Annesine dönecek..." dedi.

Elif kaşlarını çattı.

"Ya ama ben bebek istiyorum! Bizim de bebeğimiz olsun baba."

"Bebek öyle isteyebileceğin bir şey değil Elif!" dedi Ali.

Bu sırada üzerimde hissettiğim yabancı gözlerle yaşlı kadına döndüm.

Kim olduğunu sorgularcasına baktığımda hafifçe gülümsedi.

"Hatun ben. Selma'nın annesiyim." dedi yanındaki Selma'yı işaret ederek.

Selma bu tanışmadan memnun değil gibiydi.

"Bala..." dedim ve kadına yalnızca başımla selam vermekle yetindim.

Ön yargılı yaklaşmak istemezdim ama kadının beni iten bir havası vardı.

Bu sırada babam telefonu kapatarak geri dönmüştü masaya.

"Kadın çocuğunun kaçırıldığına dair ihbarda bulunmuş bile!" dedi bana tersçe bakarak.

"En azından o kadar da sorumsuz bir anne değilmiş." dedim hiç üstüme alınmayarak. Hâlâ haklı olduğumu düşünüyordum.

"Karnını doyurduktan sonra karakola götüreceğim." dedi hâlâ Hilal'in ayakta dolaşarak pışpışlamakta olduğu çocuğa bakarak.

"Dua et de şikayetçi olmasın!" dedi ardından da.

Omuzlarımı indirip kaldırdım.

"O dua etsin ki ben sosyal hizmetlere şikayet etmiyorum."

Babam sesli bir nefes verirken Can geldi ve biberonu Hilal'e uzattı.

"Al, yenge!" Hilal biberonu alarak sandalyesine tekrar oturdu ve biberondaki mamayı çocuğa içirmeye başladı.

Sanırım gerçekten acıkmış olmalı ki hem susmuş hem de sakinleyerek kana kana içmeye başlamıştı.

"Karakola giderken beni de anneannemlere bırakırsın, değil mi?" dediğimde babam bana ateş saçan gözlerle baktı.

"Gitmiyorsun hiçbir yere!" Tam teyzemi bir daha ne zaman göreceğimi söyleyerek itiraz edecekken babam ağzımı açmama izin vermeden devam etti.

"Hiç teyzeni falan da katma, uyumuşlardır zaten. Sabah erkenden gidersin, çok istiyorsan!"

Tekrar itiraz edecekken babam eliyle yukarıyı işaret etti.

"Çık odana!"

Sinirli bir nefes vererek masadan kalktım ve içeri ilerledim.

Babamdan nefret ediyordum.

Annem olsa bunların hiç biri olmazdı.

Odaya girer girmez ışıkları bile açmadan kapıyı kilitledim ve üzerimi bile değiştirmeden yatağa yattım.

Yorganı da tepeme kadar çektiğinde elime telefonu aldım ve galeriye girdim.

Annemle çekindiğimiz en son fotoğrafı gördüğümde istemsizce gözümden bir damla aktı.

Regldim ve canım tatlı istediği için annem gece gece kalkmış ve bana pasta yapıyordu.

Pastanın üzerine çilekleri dizerken annemin haberi olmadan selfi çekmiştim.

Annemin orta uzunluktaki kumral saçları dağınık bir şekilde topuz yapılmıştı ve güzel yüzü ortaya çıkmıştı. Gamzeleriyle gülümseyerek bana bir şeyler anlatıyordu bu sırada.

Bir başka fotoğrafa geçtim. Bu fotoğrafta babam da vardı. Yine babamın bizde kaldığı bir günün sabahıydı.

Kahvaltıdan sonra beni içeri kahve yapmam için yollamışlardı. Annem çiçekleriyle ilgilenirken babam onu izliyordu ve bu görüntü çok hoşuma gittiği için onları çekmiştim.

Babamın evli olduğunu, annemi düşürdüğü konumu henüz bilmiyordum ve belki de annem ve babamın tekrar birlikte olmasını babamdan daha çok istiyordum.

Tekrar kaydırdığımda bu sefer bir video çıktı karşıma.

Açtım videoyu.

Pastaneye giriyordum ve doğrudan annem çıkıyordu karşıma.

O gün aklıma dolduğunda buruk bir şekilde gülümsedim.

"Evet, bu videoyu can güvenliğim olmadığı için çekiyorum..." diyorum. Annem dizmekte olduğu poğaçaları bir kenara bırakıyor ve çatık kaşlarıyla bana dönüyor.

O gece anneme haber vermeyi unutarak Kardelen'lerde kalmıştım ve annem de haklı olarak çok kızgındı.

"Eğer bana bir şey olursa bu kadın sorumlu." diyerek kadraja giren elimle annemi işaret ediyorum.

Annem elime vuruyor. Çok acımasa da acımış gibi abartılı bir tavırla bağırmıştım o gün.

"Beni delirtme Laden Bala! Şuna bak ya! Hem haber vermiyor, hem can güvenliği yokmuş hanımefendinin..!"

"Acıdı..." diyorum ağlamaklı sesimle ve annemin yumuşaması gözle görülür bir hale geliyor. Derin bir nefes alıyor.

"Çabuk!" diyor yine de otoritesini korumaya çalışarak.

"Giy önlüğü, topla saçlarını, bugün bana yardım ediyorsun. Arife bugün, tatlı almaya gelen çok olur."

"Emredin yeter, Begüm sultan..." diyorum kamerayı çevirerek kendimi de kadraja alıyorum ve anneme sırnaşarak yanağından öpüyorum.

Annem hafifçe beni ittiriyor. Her ne kadar alttan gülse de "Sırnaşma!" demekten de geri kalmıyor.

"Bu arada..." diyorum annemin yanağını zorla bir kez daha öptükten sonra.

"Zeliş sarma yolladı senin pişirmeye zamanın olmaz bugün diye, eve bıraktım gelmeden." derken içeri doğru ilerliyorum ve annem bir şeyler derken videoyu kapatıyorum.

Eğer şimdi ki aklım olsa sesini biraz daha dinleyebilmek için o videoyu hiç kapatmazdım. Annemin sesini ne kadar özlediğimi fark ederken bir başka fotoğrafa geçmeye cesaret edememiş ve telefonun ekranını kapatmıştım.

Loading...
0%