Yeni Üyelik
18.
Bölüm

18. Bölüm

@__kao__

Dün bölümü yayınladım diye kazara taslakta bırakmışım. Biraz önce falan fark ettim. Kusura bakmayın lütfen.

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın.

İyi okumalar...

*
Sabah teyzemi yolcu ettikten sonra koştur koştur okula gelmiş ve şimdi de kızlarla dedikoduya daldığım için koştur koştur işe gidiyordum.

Ama dedikodu efsaneydi ve Kardelen'e hemen anlatmalıydım.

Bir yandan yürümeye devam ederken telefonumu çıkartıp Kardelen'e "Sana efsane dedikodum var!" yazdım ve Kardelen'i sessize aldım.

İntikam soğuk yenen bir yemekti. Beni az uz süründürmemişti böyle.

Küçük bir çarpma tehlikesiyle karşılaştığımda telefonumu cebime atmış ve adımlarımı hızlandırmıştım.

Kafeye geldiğimde kasadaki Sanem'e gülümsemiş ve doğrudan arkaya geçmiştim.

Engin ve Egemen çoktan gelmişti. Hatta yine Ecrin'i de getirmişlerdi.

"Selam!" diye şakıdım. Bugün nedensizce iyi hissediyordum.

İkisi de aynı anda gülümsedi ve Egemen "Selam!" diyerek sözlü de karşılık verdi.

Ben tam önlüğe uzanmıştım ki Ayşe abla girdi içeri.

Yüzündeki mahçup ifadeden kovulduğumu anlamıştım.

"Bala'cım..." dedi nasıl söylemesi gerektiğini bilemeyerek. Oysaki en başından konuşmuştuk zaten.

Gülümsedim.

"Anladım, Ayşe abla. Babam ziyaret etmiş sanırım?" dedim sorgulayarak da. Beni başıyla onayladı ve elinde tuttuğunu fark etmediğim zarfı uzattı.

"Bu bugüne kadar çalıştığın günlerin parası."

Parayı aldım ve henüz çıkartamadığım çantama attım.

"Teşekkür ederim, umarım sizi zor durumda bırakmamışımdır."

Ayşe abla gülümseyerek başını iki yana salladı.

"Aksine faydan dokundu, sana daha fazla yardımcı olmak isterdim."

Sorun olmadığını belirtmek istercesine başımı iki yana salladım ve ikizlere döndüm, ardından da gözüm Ecrin'e kaydı.

"E, Ecrin de benimle gelsin. Zaten alışmıştınız eve kadar gelmeye. Ayağınızı birden kesmeyelim." dediğimde Egemen güldü.

"Gerek yok, zahmet vermeyelim."

"Saçmalama!" dedim azarlarcasına.

"Hem Elif'le de oynarlar. Burada sıkılıyor ve yoruluyor." dedim kapüşonlu tişörtünün ipiyle oynayan Ecrin'i işaret ederek.

İkisi tereddütle birbirlerine baktı.

"Yani ailene sormadan..." demişti ki Engin sıkıntılı bir nefes aldım.

"Bunu mu tartışacağız şimdi? Bana güvenmiyorsanız ayrı ama yazık burada. Doğru düzgün ne oyun oynayabiliyor ne oturabiliyor..." dedim, Ecrin'e bakarak.

"İyi götür..." dediğinde Egemen gülümsedim.

"Bilmem gereken bir hastalığı, alerjisi yok değil mi?" dedim annemden geçmiş pimpirikli halimle. Annemin en çok korktuğu şey emanet çocuk bakmaktı.

Başlarını iki yana salladılar.

"Zaten uslu bir çocuk, ne dersen yapar. Sadece sarı bir meyve var ya, c vitaminli, ona tiki var. Görmezse, adını anmazsanız sorun yok."

Demek prensesin limona tiki vardı.

"Tamamdır..." dedim ve hızlıca diğerleriyle vedalaştıktan sonra Ecrin'le birlikte çıktık kafeden.

Yolda kazandığım parayla ikimize dondurma almıştım ve ilk defa dondurma alırken içim acımıştı. Kazandığın parayı harcamak kesinlikle çok daha zordu.

Çok geçmeden de mahalleye geldik.

Bakkalın önünden geçerken Hilal'le karşılaştık. Üzerindeki kıyafetlere bakılırsa işe gidiyordu.

Beni gördüğünde duraksadı ve yüzündeki tereddüdü gördüm.

Bakışları yanımdaki Ecrin'e kaydığında Ecrin'e gülümsedi ve sorgulayan bakışları beni buldu.

"Arkadaşlarımın kardeşi..." diye kısaca açıklama yaptığımda Ecrin'in at kuyruğu yapılmış saçlarını düzeltti ve tekrar tereddütlü haliyle bana döndü.

"Trafik kazası olmuş, bayağı bir yaralı varmış ve hastaneden çağırdılar."

Bana neden bu açıklamayı yaptığına anlam veremezken o devam etti.

"Yarın çocukların kermesi var ve onlara bir şeyler hazırlamam gerekiyordu. Babam..."

Babamdan kastı sanırım benim babamdı.

" Senin yapabileceğini söyledi. Rica etsem yapabilir misin?"

Çiçeklerimi sulamıştı. Ve ayrıca tabii ki babam boş vaktim olduğunu biliyordu çünkü beni kovdurtmuştu.

Başımla onayladım onu.

"Hallederim."

Hilal elimi kavradı ve minnetle sıkarken eş zamanlı gülümsedi de.

"Teşekkür ederim, gitmem gerekiyor şimdi. Akşam görüşürüz."

"Görüşürüz..." demem ve Hilal'in koşar adım yanımdan ayrılması bir oldu.

Ecrin'e dönüp gülümsedim ancak onun umurunda değildim.

Ecrin'le yürümeye devam ettik ve çok geçmeden de eve ulaştık.

Kapıyı çaldığımda önce hızlı adım sesleri gelmiş ardından da Elif tarafından kapı açılmıştı.

"Bala!" dedi sevinçle.

"Bize yardım edeceksin değil mi?" dediğinde arkasındaki Arda'yı da görmüştüm.

"Evet..." derken eğilmiş ve önce Ecrin'in ayakkabılarını çıkartmasına yardım etmiştim.

"Ama önce Ecrin'le tanışın." dedim. Ve ayakkabılarını çıkardığımız Ecrin'i koltuk altlarından tutarak eşikten içeri soktum. Ardından da hızla kendi ayakkabılarımı çıkardım.

Çocuklar tanışırken çantamı vestiyere astım ve sonra içeri şöyle bir göz attım. Selma ve annesi Hatun vardı salonda.

"Şimdi ne yapıyoruz kermes için?" dedim çocuklara dönerek. Bir yandan da Ecrin'in üzerindeki ince hırkayı çıkartıyordum.

"Ben kek yapacağım ama neli olacağına karar veremedim." dedi Elif.

"Çilekli olsun mu?" dediğimde Elif'in kaşları şaşkınlıkla havalandı.

"Çilekli kek olmaz ki, portakallı, limonlu..." demesiyle Ecrin yüzünü buruşturmuş ve küçük de bir çığlık atmıştı.

"Şşşt!" dedim hızla Elif'e.

"O kelimeyi kullanmıyoruz, rahatsız ediyormuş bu kelime Ecrin'i."

"Limon mu?" dediğinde Elif saf saf, Ecrin bir çığlık daha atmıştı.

"Pardon!" dedikten hemen sonra elleriyle sıkıca ağzını kapattı Elif ve ben Ecrin'e döndüm.

"Bizimle tatlı yapmak ister misin?" derken ki amacım yalnızca aklını limondan uzaklaştırmaktı.

Beni başıyla onayladı Ecrin.

"Hem fazla fazla yapıp biz de yeriz." dediğimde Elif ve Arda sevinçle birbirlerine çak yapmışlardı.

Ben de tekrar Elif'e döndüm.

"Çilekli kek olur. Hem de çok güzel olur."

En azından annem çok güzel yapıyordu.

"İyi o zaman çilekli yapalım." dedi Elif omuzlarını indirip kaldırarak. Ben de Arda'ya döndüm.

"Sana ne yapıyoruz beyefendi?"

"Benim de tatlı bir şeyler yapmam gerekiyor, pasta tarzı."

"Aklında bir şey yok mu?" dediğimde bilmem dercesine dudaklarını büzdü.

"Bisküvili pasta?" dediğinde sorarcasına gülümsedim. Babaannesi yaşlı bir kadındı, Feride de sanırım pek bu tarz şeyler yapmıyordu, annesine ne olmuştu bilmiyordum ve evin erkeklerinden de hayır yoktu anlaşılan.

"Bana güveniyor musun?" dediğimde başıyla onayladı beni.

"O zaman senin için de tartolet yapıyoruz." dediğimde neyi kast ettiğimi anlamadığına emindim.

"Ellerinizi yıkayıp gelin, Ecrin'in de yıkamasına yardım edin." diyerek mutfağa girdim.

Dolaptaki malzemelere baktım hızla.

Süt yetmezdi. Çilek de azdı ve kivi yoktu.

Çocuklar döndüğünde doğrudan Elif'e döndüm.

"Babanı ara ve çilek, kivi, süt almasını söyle. Hemen getirsin." dediğimde Elif beni başıyla onaylamış ve koşturarak içeri gitmişti.

Ecrin ve Arda'ya döndüm.

"Ellerimi yıkayıp geliyorum, önce çilekli keklerimizi yaparız, malzemeler geldikten sonra da tartolete başlarız olur mu?" dediğimde Arda hızla başıyla onayladı. Ben de Ecrin'in boyuna eğildim.

"Sen ne istersin? Senin için ne yapalım?"

Ecrin utanarak başını omzuna yasladı. Arda ve Elif'e sormuşken Ecrin'in eksik kalmasını istemezdim. Tamam onların kermesi vardı ama yarım hissetmesindi işte.

"Söyle hadi!" dedim gülümseyerek.

"Poğaça!" dediğinde duraksadım.

"Pizza poğaça yapalım mı?" dediğimde beni başıyla onayladı.

Bu sırada Elif de gelmişti.

"Babam geliyormuş..." dediğinde başımla onayladım Elif'i.

"O zaman önce poğaçamızın hamurunu yoğurup mayalanması için kenara alıyoruz. Sonra kekimizi yapıp, malzemeler geldikten sonra da tartoletlerimizi yapıyoruz ama önce ben ellerimi yıkayıp geliyorum ve siz de kendinize birer tabure buluyorsunuz." dedim, beni başlarıyla onayladıktan sonra banyoya gidip önce saçlarımı toplamış ve ellerimi yıkayıp yanlarına dönmüştüm.

İşe koyulmadan önce telefonumdan son ses bir şarkı açmıştım.

Hızlıca poğaça hamurunu hazırlayıp kenara aldık. Her birine küçük küçük görevler veriyordum dahil olmaları için.

"Bak "Aşk" diyorum, "Yanaş" diyorum
Kime diyorum?
Bak "Aşk" diyorum, "Yanaş" diyorum
Kime diyorum?"

Hep beraber şarkı sözlerine eşlik ederken kek hamurunu minik renk renk olan kalıplara bölüyorduk.

"Niyetim yoktu
Sana bakmaya
Mecalim yoktu
Âşık olmaya" derken Arda; Elif ve Ecrin'i aynı anda etraflarında döndürmüştü.

Bu görüntüye gülerken Ali ve Can ellerindeki poşetlerle içeri girmişlerdi.

Ali çatık kaşlarıyla mutfağı şöyle bir süzdü.

"Yine çocuk kaçırmadın inşallah?" diyen Ali'ye göz devirdim.

"Ne kadar komiksin öyle..." derken, önceden ısınması için çalıştırdığım fırına kekleri atmıştım bile.

Poşetlere baktım. Yalnızca benim istediklerim değil fazlası da vardı.

Ali, Ecrin'e gülümsedikten sonra tekrar bana döndü.

"Ciddiyim Bala! Misafirimiz kim?"

"İkizlerin kardeşi. Akşama kadar benimle." dediğimde kaşları sorgularcasına havalanmıştı ancak ben tekrar çocuklara döndüm.

"Şimdi sıra da tartolet hamurumuzu hazırlamak var..."

Mutfaktan çıkacak olan Ali'yi fark ettiğimde telaşla konuşmaya başladım.

"Dur ve bize yardım et!" dediğimde Ali, kapıda bekleyen Can'ı hafifçe bu tarafa itekledi.

"Hilal'i almaya gideceğim. Eti de kemiği de senin."

"Abi!" dedi Can bana kaçamak bir bakış atıp tersçe Ali'ye dönerek.

Umurumda mıydı? Tabii ki hayır.

Can'a döndüm.

"Ellerini yıkayıp gel çabuk!"

Ali, Can'a ben bilmem dercesine ellerini kaldırıp evden çıkarken Can da mecburen içeri ilerlemişti.

Biz tartolet hamurlarını hazırlayana kadar da üzerini değişmiş ve ellerini yıkamış bir şekilde geri döndü.

"Kaşar rendeleyebilir misin?" dedim, Can'a ve Elif'e döndüm.

Çok keskin olmayan bir meyve bıçağını eline verdikten sonra hızlıca çeri dometeslerini yıkamış ve önüne bırakmıştım.

"Parmaklarına dikkat ederek ikiye böl olur mu?" dediğimde beni hızla onayladı.

Ben de Ecrin ve Arda'ya döndüm. Onlara tartolet hamuruna kalıp yardımıyla nasıl şekil vereceklerini gösterdikten sonra çok da büyük olmayan mutfakta elimizin açılması için işimize yaramayacak olan malzemeleri oldukça rastgele bir şekilde yerleştirdim.

Can'ın rendeleme işini bitirdiğini gördüğümde "Biber ve sucuk da doğrar mısın?" dedim ve şarkıya eşlik etmeye devam ederek kekleri fırından çıkardım. Ardından da çocukların hallettiği tartolet hamurunu fırına attım.

Bu sırada kremasını hazırlamaya girişmiştik.

Birlikte yer yer dans ederek, yer yer şarkı söyleyerek tüm her şeyi hazırlamıştık ve işin garibi Can başta oldukça çekingen olsa da sonradan açılmış ve o da eşlik etmeye başlamıştı.

İşimiz bittiğinde hızlıca zaten yapım aşamasında da zaman zaman topladığım mutfağı, Can'la birlikte kolayca toplamıştık.

En son olarak tartoletlerin kremasını sıkıp meyvelerle süslediğimizde ve poğaçaları da fırından çıkarıp üzerini temiz bir bezle örttüğümüzde her şey hazırdı.

Yorulmaya alıştığım için artık o kadar da koymazken çocukların temizlenmesine de yardım etmiş ve acıktıklarını söyledikleri için Can'ın onlara Hilal'in sabahtan yaptığı çorbayı içirmesini fırsat bilerek yukarı çıkmış ve kısa bir duş almıştım.

Üzerime bir şort ve oversize bir tişört geçirerek aşağı indiğimde çocuklar çorbalarını içmiş ve yaptığımız şeylerden birer tane tabaklarına alıp yemeye başlamışlardı.

Yaptıklarımızı es geçerek ben de kendime Can'ın ısıtmış olduğu çorbadan aldım.

"Ellerinize sağlık..." dedi Can, o da yaptıklarımızdan yiyordu.

"Senin de eline sağlık." dedim gülümseyerek ve yoğurt çorbasından hızla bir kaşık daha aldım.

Hilal nasıl yapmıştı bilmiyordum ama çorba çok güzeldi.

"Televizyondan çizgi film izleyerek yiyebilir miyiz?" dedi Elif, Can'a dönerek.

"Masada yiyip, izleyecekseniz olur." dedi Can.

Elif hızla başıyla onayladığında Arda'yla birlikte kendi tabaklarını aldıkları yetmezmiş gibi Ecrin'in tabağını taşımasına da yardım ederek içeri gitmişlerdi.

Can'la yalnız kaldığımızda onu baştan aşağı süzdüm.

"Sayısal mı, eşit ağırlık mı?" dediğimde bana bir süre anlam veremeyerek bakmış ardından da "Ha!" gibi anladığını belirten bir ses çıkarmıştı ağzından.

"Sayısal."

"Ne olmak istiyorsun?"

"İnşaat mühendisi..."

Onu başımla onaylarken biten çorba kasemi almış ve kısaca sudan geçirdikten sonra makineye yerleştirmiştim.

Tam gidecekken konuşmasıyla duraksadım.

"Neden böylesin?"

"Nasılım?" dedim şaşkınlıkla.

"Çok... Tutarsız?" dedi sorarcasına.

"İyiyken bir anda tersleyebiliyorsun ya da kötüyken iyi davranabiliyorsun. Hareketlerine anlam veremiyorum."

Ne yapmamı bekliyordu?

"Verme o zaman?" dedim sorarcasına. Bozulduğunu gördüğümde gülümsedim ve birkaç adımla ona yaklaştım ve elimi omzuna koydum.

"Hiçbir zaman ablan olmayacağım ama yeri geldiğinde arkadaşın olabilirim. Senden nefret etmiyorum."

Tüm içtenliğimle söylediğim şeylerin onun kafasını karıştırdığını görebiliyordum.

"Ama annemden ediyorsun?" dediğinde kaşlarım sorgularcasına havalandı.

"Annenle göbek bağlarınız hâlâ bir de ben mi bilmiyorum? Annen ayrı bir birey, sen ayrı bir bireysin. Annene olan kızgınlığımı, nefretimi sana taşıyacak değilim."

Onun da kaşları havalandı ama ne anlama geldiğini anlayamamıştım.

"Sana karşı annemi savunurum?" dediğinde sorarcasına küçük bir kahkaha attım.

"Cevabını alıp annenin eteğinin dibine oturursun o zaman. Ne yaparsan yap, o konuya girme!" dedim yalnızca sözlerimle değil tüm benliğimle uyarırcasına.

"Emin ol zararlı çıkarsın Can!"

Can bana yalnızca bakmakla yetinirken arkamı döndüm ve mutfaktan çıktım.

Önce salona gidip çocukları kontrol ettim.

Yaptıklarımızı yerken uslu uslu çizgi filmlerini izliyorlardı.

"Bir şey olursa yukardayım, seslenirsiniz!" dedim ve Elif bana dönüp beni başıyla onayladığında da yukarı çıktım.

Odama girdim ve çocuklar seslenirse duyabilmek adına kapıyı açık bıraktım.

Hava alma ihtiyacıyla balkona çıktığımda o kadın ve annesinin aşağıda konuştuklarını gördüm.

Yere bir örtü sermiş ve onun üzerinde oturuyorlardı. Şu an koltuk takımının olduğu kısmın güneşli olduğunu tahmin edebiliyordum.

"Anne!" demişti ki Selma, kadın sertçe sözünü kesti.

"Ne anne? Kocanı elinde tutamaman ayrı, kadınlık görevini yapamaman ayrı, bunca yıl bunun farkında bile değildin. Hiç mi aklın yok kızım senin? Hiç mi anlamadın? Boyu kadar kızı olduktan sonra hesap sormanın ne anlamı kaldı?"

Duyduklarımın yalnızca bir hayal olmasını istiyordum.

Selma yavaşça başını iki yana salladı.

"Bir de kadının sebebi olmuşsun, adamın seni boşamaması mucize. Kızın zıttına gitme bari. İyi geçin. Belli, Mustafa seviyor kızı."

Ağzım şaşkınlıkla açılırken düşünmeme zaman tanımadan aşağı ilerledim. Düşünsem belki yapmazdım ama düşünmüyordum şu an.

Aynı hızla mutfak kapısından çıkıp bahçeye inmiş ve Selma'yla annesinin olduğu tarafa ilerlemiştim.

"Kapat artık bu konuyu, zaten kadın da ölüp gitti. Kızla da iyi geçin, yuvanı da boş yere yıkma!"

Sinirlerim mümkünmüş gibi daha da tepeme çıktı.

"Ağzınızdan çıkanı kulağınız duyuyor mu?" dedim sertçe.

İkisinin de şaşkın bakışları beni bulurken benim tek muhatabım Hatun denen kadındı.

"Ne demek kocana sahip çıkamadın? Hayvan mı bu sahip çıksın? Aklı, iradesi olan, doğruyu yanlışı bilen, ayırt edebilen bir insan. Damadınıza kızıp, kızınızın arkasında olacağınıza şu yaptığınıza bakın?"

Sinirimi alamamıştım. Bu yüzden ağzını açmak üzere olan kadına izin vermeden ben devam ettim.

"Memnun değilse evliliğinden dürüstçe boşanıp öyle yoluna devam edebilirdi. Babamın arkadan iş çevirmesi, kızınızın suçu değil. Bunu böyle empoze edip mutsuz olduğu bir evliliğe zorlamak sizin suçunuz ama." dediğimde Hatun alayla güldü.

"Daha çok körpesin. Ayrıca bahsettiğin kişi baban biliyorsun değil mi?"

Ben de aynı alayla güldüm.

"Yani? Babam olunca yaptığı yanlışa alkış mı tutmam gerekiyor? Yaptığı yanlışa, doğru mu demem gerekiyor? Kızınızı kadınlık yapamamakla suçluyorsunuz ama asıl siz annelik yapamıyorsunuz."

Hatun'un kaşları çatıldı.

"Yaşına veriyorum bu densizliğini!" dediğinde sertçe, gülümsedim.

"Hiçbir şeyime vermeyin bu söylediklerimi. Sonuna kadar arkasındayım. Bundan 10 yıl sonra da, 20 yıl sonra da, ölmeden önce de arkasında olacağım."

Hatun sinirli bir gülümseme sunduğunda Selma telaşla araya girdi.

"Tamam, anne. Namaz vaktini kaçıracaksın."

Hatun bana ters ters bakarak ayaklanırken aynı terslikle ve meydan okumayla ona bakıyordum.

Her şeyden önce bir kadın, bir anne nasıl böyle şeyler söyleyebilirdi?

Hatun içeri girene kadar gözümü üzerinden bir saniye ayırmadım.

"Neden bunu yaptın?" dediğinde Selma, bakışlarımdaki nefrette bir gram eksilme olmadan ona döndüm.

"Ben senin aksine hangi konuda kim haklı kim haksız ayırt edebiliyorum!"

Selma yüzüme öylece baktı bir süre.

"Annen evli bir adamla yattı!" dedi tiksinircesine.

Alayla güldüm.

"Evli olduğunu bilmediği bir adamla!" Vurguma şaşırmaması bunu zaten bildiğini bana kanıtlamıştı.

"Bilse bile hayatında daha önce hiç görmediğin, tanımadığın, bir çift laf bile etmediğin bir kadın değil, babam senin muhatabındı. Anneme söylediklerinin ne kadarını babama söyledin?" dediğimde çenesini sıkarken benden bakışlarını kaçırdı.

Yerde oturduğu için ona epey üstten bakıyordum.

Dolan gözlerini gördüm ama durmadım.

"Üstelik hiç bir şeyden haberi olmayan kızının yanında, kalp hastası bir kadına ağza alınmayacak şeyler söyledin ve sonra düşüp kaldığında yardım etmeden, arkana bakmadan kaçıp gittin!"

Hırsla sarf ettiğim sözlerimin ardından gözünden bir damla akmıştı.

Yine de durmadım. İsterse şuracıkta üzüntüsünden ölebilirdi. Arkama dönüp bakarsam şerefsizdim.

"Seni savundum diye sana kızgın değilim sanma. Senden hâlâ ölesiye nefret ediyorum ve umarım annem gibi acı çekerek ölürsün, çocuklarının önünde!" dediğimde derince yutkundu.

Annemin kasılan kalbini tutması ve gözlerinden geçen o acı hâlâ dün gibi aklımdaydı. O halde bile bana bir şeyler açıklamaya çalışması ise işin cabasıydı.

Gözlerimin dolduğunu fark ettiğimde hızla arkamı döndüm ve tekrar yukarı ilerledim.

*

Manikür ve pedikürümü yapmış, cilt bakımıma geçmişken çocuklar sıkıldıklarını dile getirerek bana dadanmışlardı.

Ecrin tamamen benim sorumluluğumda olduğu için kovamamış ve oyalanmaları için birer maske de onlara vermiştim.

Arda, babasından geçen ağır abiliğine zeval geleceğini düşünerek maske yapmayı reddetmişti ancak Elif'in isteği üzerine şu an ona oje sürüyordu.

Bu anı çocuklara çaktırmadan fotoğraflamıştım.

Açık kapıdan Hilal göründüğünde cildime yedirdiğim serumun kapağını kapatıyordum.

"Arda'cım..." dedi Hilal şöyle bir bizi süzdükten sonra.

"Baban geldi."

Arda'nın anında yüzü düşmüştü.

"Eve mi gidiyoruz?" Ev dediği yerde hemen yan taraftı.

"Yok hayır, şimdi çay içiyorlar. Belki siz de bize katılmak istersiniz demiştim."

"Tatlı var mı?" diye atıldı Elif hemen.

Hilal kızına ters bir bakış attı.

"Duyduğuma göre bugün yeterince tatlı yemişsiniz."

Elif de kaşlarını çattı.

"O zaman niye çağırıyorsun anne?" diye de terslendiğinde Hilal, Elif'e uyarırcasına baktı.

"Bir şeyler içmek istersiniz belki demiştim."

Ben ayaklandım. Ziyan olmaması için yaptıklarımızın tadına bakamamıştım ama şimdi babamınkilerden alıp tadına bakabilirdim.

"Gel, bakalım..." dedim yumuşakça ve Ecrin'in elinden makyaj fırçalarımı alarak elini kavradım.

Üst kattaydık ve bu odada bir balkon vardı ve Ecrin bana emanetti.

Bizim Hilal'in peşinden ilerlememizle Arda ve Elif de gelmeye karar vermiş olmalıydılar ki peşimizden adım sesleri geliyordu.

Bahçeye çıktığımızda Elif bizi sollayarak Miraç'a doğru koşmuştu.

"Hoş geldin hayatım..." dedi ve şirince gülümsedi.

Bu sırada yanına ilerlediğim babamın kaşları çatılmıştı.

Ecrin'e baktı ve bana sorgularcasına baktı.

"Sen beni kovdurtunca iş verenin çocuğunu kaçırdım." dedim bıkkın bir nefes vererek.

Benim tamamen alayla söylediğim şeyin babam tarafından ciddiye alınmış olması çok korkunçtu.

Bana öyle bir dönmüştü ki bir an ben bile yaptığımı düşünmüştüm.

"Yok artık baba ya! Şaka yapıyorum!" diye çıkıştım yanına oturup Ecrin'i de yanıma oturtturarak.

"Hani senin şu Ankara'dan gidersem benimle birlikte kovdurtmakla tehdit ettiğin ikizlerin kardeşi..!" diyerek iğneli bir açıklama da yapmıştım.

Babam bunun üzerine bana yalnızca uyarıcı bir bakış atmakla yetinmiş ve çayına uzanıp almıştı sehpadan.

İnsanlar tarafından duyulmasından rahatsızsa yapmayacaktı.

Ecrin beni dürttüğünde ona döndüm.

Eliyle ortada duran meyveleri işaret ettiğinde uzanıp meyve kasesini aldım.

"Hangisini istiyorsun?" diye sorduğumda bana bir şey demeden en üstteki muzu almıştı. Doğru düzgün konuştuğuna da iki gündür şahit olmamıştım zaten.

Meyve dolu kaseyi geri ortaya bıraktım.

Muzu açıp açamayacağı konusunda tereddüde düşsem de neyse ki bana kalmadan kendisi açmıştı.

"Adı ne prensesin?" dedi Hilal de Ecrin'in başını okşadıktan sonra diğer yanına oturarak.

Ecrin'in kendisinin cevap vermeye niyeti olmadığını anladığımda ben cevapladım.

"Ecrin..."

Bu sırada babamın tabağından uzanarak çilekli kekten bir parça koparmış ve ağzıma atmıştım.

"Hepsini birlikte yaptık..." diye Miraç'a bugün yaptıklarımızı anlatıyordu bu sırada Elif.

Çilekli kek ise asla anneminki gibi değildi.

Bu diğerlerinin tadına bakma isteğimi de yok etmişti.

"Bu gece bizimle mi kalacak?" dedi babam kulağıma eğilerek.

Başımı iki yana salladım ve babamın bileğini tutarak saatine baktım.

Saat 9 olmuştu bile.

"Bir saate gelirler..."

Babam da saatine bir bakış attı.

"Bulamazlar burayı, ara istersen ben bırakayım eve geçtiklerinde."

Babam bazen Dünya'nın en iyi bazen de en kötü insanı olabiliyordu gözümde.

"Biliyorlar ya, her gün beni bıraka bıraka öğrendiler..." dediğimde babamın kaşları şaşkınlıkla havalandı.

"Her gün seni bırakıyorlar mıydı?"

Başımla onayladım babamı.

"Centilmenlermiş..." dediğimde onaylamazcasına da başımı iki yana sallıyordum.

Babam bir şey demeden önüne dönerken Hilal'in Ecrin'in arkasından omzuma dokunmasıyla ona döndüm.

"Bugün çocuklarla ilgilendiğin için teşekkür ederim..."

Gülümserken başımı sorun yok dercesine iki yana salladım.

"Bir şeyler pişirmeyi seviyorum zaten, bahane oldu bana. Teşekkür etmene gerek yok."

Hilal'in gözleri kısıldı.

Bu sırada Ecrin'in uykusu gelmiş olacak ki başını göğsüme yasladı.

Annemin göğsüne yaslanmayı ve saçımı okşamasını çok özlemiştim...

"Sen neden yemiyorsun peki? Önceki yaptığın pastadan da yememişsin. Şimdikileri de yemedin."

Bu nasıl Hilal'in kulağına gitmişti acaba?

"Zehir koyuyorum..." dedim kendimi gülmeye zorlayıp alaya alarak.

"Yavaş yavaş öldüreceğim hepinizi."

Hilal gülerken onaylamazcasına başını da iki yana salladı.

"Her şeyi dalgaya alma Bala. Bir sorunun olursa bana anlatabilirsin, tavsiye veririm, yanında olurum..."

Alaylı bir gülüş daha bıraktım.

"Ali'yle evlenen birinden tavsiye almasam daha iyi."

Hilal gözlerini bana dikip bir süre dik dik baktı.

Kıkırdadım.

"Çok ciddiyim!" dediğimde Hilal bana son bir ters bakış atmış ve önüne dönmüştü.

Bakışlarım Ecrin'i bulduğunda uyuduğunu gördüm.

Birazdan ikizler gelirdi. İçeri götürsem dertti, götürmesem dertti.

Bana doğru bir ceketin uzanmasıyla şaşkınlıkla sağıma döndüm.

Miraç'ın uzattığı ceketle bakışırken bugün her zamankinden farklı olarak çok daha resmi giyindiğini de fark etmiştim ve itiraf etmeliydim ki baştan aşağı siyah olan takımı çok yakışmıştı.

Sorgularcasına ona baktığımda çenesiyle Ecrin'i işaret etti.

"Uyumuş çocuk..."

Gülümsedim ve ceketi alarak Ecrin'in üzerine örttüm.

"İçeri yatırayım mı?" dedi Ali ayaklanmaya hazır bir şekilde ellerini koltuk kenarlarına bastırarak.

Başımı iki yana salladım.

"Gelirl-"

Sözümü tamamlayamadan bu tarafa gelen ikizleri görmüştüm.

"Geldiler!" dedim ancak Ecrin'in başı göğsüme yaslı olduğu için kalkamamıştım.

"İyi akşamlar..." dedi Egemen. Biraz mahcup duruyordu.

"İyi akşamlar çocuklar!" dedi babam ve eliyle Ali'nin yanındaki geniş boşluğu işaret etti.

"Geçin oturun."

"Yok, teşekkür ederiz." dedi Engin.

"Ecrin uyumuş, saatte geç oldu. Biz Ecrin'i alıp gidelim." dedi Egemen de.

Birbirlerini tamamlamalarına bayılıyor ve özeniyordum da.

Eş zamanlı olarak Egemen buraya doğru hareketlenmiş ve Ecrin'i kucağına almak için doğrultmuştu.

Ecrin irkildiğinde "Şşşt!" dedi.

"Benim abicim."

Dayım ve annemleri gördükçe bir kardeşim olmasını isterdim. Belki bir abi, belki bir abla, belki küçük bir kardeş, belki bir ikiz...

Şu an iyi ki de yok diyordum.

Yarım kardeş bile böyleyse tamını düşünemiyordum.

Ecrin'in başı Egemen'in omzuna geldiğinde Ecrin'in üzerindeki ceket kayarak dizlerimin üzerine düşmüştü.

Alıp Miraç'a geri verebilir ya da öylece koltuğa bırakabilirdim ama ben elime almış ve ayağa kalkmıştım.

"Geçireyim..." dediğimde Engin elindeki kendi hırkasını Ecrin'in sırtına örtmüştü.

"Tekrar iyi akşamlar..." dedi Egemen ve diğerlerinin iyi akşamlar dileğiyle birlikte kapıya ilerledik ikizlerle.

"Ecrin'le ilgilendiğin için teşekkür ederiz." dedi Egemen.

"Yarın da sizinle gelmesi gerekirse boşum. Yine benimle kalabilir."

"Yarın için izin aldım ben." dedi Engin.

"Ama teşekkür ederiz..." diyerek Egemen onu tamamladı.

Tam başka zaman da bırakabileceklerini söyleyecekken Elif ve Arda el ele koşa koşa bu tarafa geldi.

"Merhaba!" dedi Elif şirince sırıtarak.

"Her zaman gelebilirsiniz..." de dediğinde Arda'nın kaşları çatıldı.

"Yani her zaman Ecrin'i getirebilirsiniz." diyerek Elif'i düzelttiğinde Elif göz devirdi.

"Of, Arda!"

Arda'ya sitem ettikten sonra ikizlere döndü.

"Evet, biz Ecrin'i çok sevdik. Ben anne oldum, Arda baba, Ecrin de çocuk. Gelin yani getirin olur mu?"

Engin güldü ve Elif'in saçlarını karıştırdı.

"Arada neden olmasın?"

Ardından Engin bana döndü.

"Yeğenin bu değil mi?"

Ona ters bir bakış attığımda gülmüşlerdi.

"Paralarım sizi!" dedim tersçe.

Bu sırada duyduğum ayak sesleriyle omzumdan geriye baktım.

Babam geliyordu.

"Hadi, ben bırakayım sizi evinize."

İkizler aynı anda itiraz etmeye girişecekken babam "Bu bir soru değildi!" diyerek sözlerini kesmiş ve önden ilerleyerek arabanın kilidini açmıştı.

"Buradan dönüş yok, geçmiş olsun. Mustafa Ahber'le dakikalar olduğundan çok daha yavaş geçiyor."

İkizlere el sallayarak geri arka bahçeye doğru ilerlemeye başladım.

Bu sırada hâlâ elimde olan ceketi bırakma gibi bir niyetim yoktu sanırım.

"Sevgilin mi o?" diye Elif yanımda bittiğinde eş zamanlı olarak diğer yanımda da Arda belirdi.

"Arkadaşım..." dediğimde Elif derin bir nefes aldı.

"Bunu babama da söyle lütfen, bizi zorla kaldırıp peşinden yolladı. Gerçi söyleme ya da vazgeçtim. Sevgilileri yok değil mi?"

Ali cidden dayaklıktı.

Arda "Elif!" diye kızarcasına konuştuğunda Elif hızla ağzına fermuar çeker gibi yaptı.

"Pardon!"

"Konuşmayacağım artık seninle!" dedi Arda ve adımlarını hızlandırarak önümüze geçti.

Arda biraz önde olmak üzere hep beraber arka bahçeye döndüğümüzde doğrudan gidip Miraç'ın kucağına oturmuştu.

"Hadi, eve gidelim baba!"

"Ya Arda!" dedi Elif sitemle.

"Tamam, özür dilerim. Hem ben en çok seni seviyorum."

Arda'nın kaşları daha da çatıldı.

"En çok değil, sadece beni sevmelisin! Özrün kabahatinden büyük!"

Elif, Arda'ya kedi bakışları atmaya başlarken gülerek başımı iki yana salladım.

Arda'nın Elif'ten çok çekeceği vardı.

"Ali abinle birlikte Bala ablana bir şeyler soracağız. Sonra gideceğiz eve." dedi Miraç bütün nemrutluğuyla ve kaşlarımın çatılmasına sebep oldu.

Nasıl bir insan çocuğuna karşı bile belli bir mesafede olurdu ki?

Ve sanırım asıl düşünmem gereken şey bu değildi.

Bana ne soracaklardı ki?

Loading...
0%