@__kao__
|
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. İyi okumalar... * Sorgularcasına bakmaya başladığımda Ali başıyla içeriyi işaret etti. "İçeriye geçelim." Kediyi merak öldürürmüş. Muhtemelen hoşuma gitmeyecek bir şeydi ama meraklı bir insandım ne yazık ki. O yüzden itiraz etmeden peşlerine takıldım. Salona geçtiğimizde kendimi çok tuhaf hissetmiştim. Hâlâ elimde tuttuğum ceket de cabasıydı. "Gürkay Topal'ı tanıyor musun?" dediğinde Ali bunun bir nevi sorgu olduğunu anlamıştım. "Neden soruyorsun?" Tanıyordum. "Lazım ki soruyorum." dedi Ali tersçe ve aynı terslikle devam etti. "Emin ol gerekmese kız kardeşime iti kopuğu sormazdım." Ne zamandan beri kız kardeşiydim? Bunu sorgularcasına gözlerimi diktim ona. "Cevap ver, Bala..." diyen Miraç'la bakışlarım Ali'den kopmuş ve onu bulmuştu. "Ne yapacaksınız onunla?" dediğimde Ali'nin sinirli soluğunu işitmiştim. "Tanıyorsun yani. Senin öyle biriyle ne işin var?" dediğinde göz devirdim. "Bana sorduğuna göre ne işim olduğunu biliyorsun, Ali." Kendisi Serkan'ın hap tedarikçisiydi ve benim için almaya gittiğimizde yalnızca bir kez görmüştüm ancak Serkan ara ara bahsediyordu. "Kes!" dedi Ali sinirle. "Nerede buluruz biz bunu?" "Soruma cevap almadan cevap vermeyeceğim!" dedim diklenerek. "Karakola mı gidelim istiyorsun, resmileşsin mi istiyorsun? Uzatmadan söyle konu burada kapansın." dediğinde Miraç neden bilmiyordum ama içimde bir yerlerin kırıldığını hissettim. Sanki ondan böyle bir şey beklemiyordum. "Sen bunu söylememek için neden direniyorsun?" dedi Ali de. Direnmiyordum. Yalnızca ne yapacaklarını merak etmiştim. Neden aradıklarını. Tamam, narkotikte çalışıyorlardı ama bildiğim kadarıyla adam satıcı bile değildi. Kullanıcıydı. Sadece bazı yakın çevresine tedarik ediyordu kendiyle beraber. "Pursaklar'da bir pansiyonda çalışıyor. Pansiyonun adını hatırlamıyorum ama orada çok pansiyon yoktur zaten." dediğimde Ali başıyla onayladı. "Sigortasız?" dediğinde başımla onayladım. "Kim bir uyuşturucu bağımlısını, resmi olarak işe alır ki?" "Kimse geçmişinde bu tarz şeyler olan birini de işe almaz. Kimlerle takıldığına dikkat et." dedi Ali tersçe ve salondan çıktı. Haftalardır hiçbiriyle görüşmemiştim ama yapmasam bile hâlâ suçlanıyordum bir şekilde. Yapsam en azından yaptım, hak ettim derdim. Miraç'a bakmak istemedim. Kalkıp yukarı çıkacakken Miraç kolumdan yakaladı. "Vermeyecek misin?" O an hâlâ elimde olan ceketin varlığını bir kez daha hissettim. Başımı iki yana salladım. "Ceketi sevdim, yarın giymeyi planlıyorum." Miraç'ın kaşları havalandı. "Sana birkaç beden büyük gelir o, küçük..." dediğinde gülümsedim. Ama bu mutluluk gülümsemesi değildi. Buruk bir gülümseme de değildi. Bana her şey biraz fazla, biraz büyük geliyordu. Varsın bir ceket de büyük gelsindi. Delirmek üzereydim. Git gide kafayı daha çok yiyordum ve bu delilik gülümsemesiydi. Sadece psikolojik olarak değil, fiziksel olarak da giderek boka sarıyordum. Her gün ya çıkıp koşu yapan ya da yoga yapan kız gitmiş, sağlıklı beslenen kız gitmiş, sporu bırak doğru düzgün hareket etmeyen, yemek yemek yerine habire abur cubur yiyen kız gelmişti. Annemin arkamı topladığını biliyordum ama beni topladığını hiç fark etmemiştim. Annem gitmiş ve ben dağılmıştım. Toplanamıyordum... Gülümsememi genişlettim. "Küçük gelmesinden iyidir..." dediğimde Miraç "Öyle mi?" dercesine baktı. Oysa artık bazı şeylerin durulmasını, azalmasını istiyordum. Bazı şeylerin küçük olmasını istiyordum. "Taşıyamazsın..." dediğinde alaylı bir kahkaha bıraktım. "Çuval giysem yakışır, taşıyamayacağım tek bir kıyafet yok." diyerek salağa yattım. "Ayrıca big boy kriterlerime uymuyorsun..." dedim kapıya doğru ilerlerken. Dayımın yanında herkes biraz little boy'du benim için. Evet, Miraç da uzun ve kalıplıydı ama elbette dayım kadar değildi. * Şarkı söyleyerek hazırlanırken bir yandan da yerimde duramayarak saçma saçma oturduğum yerde sallanıyordum. Fırçanın ucuna üfleyerek allığı fırça yardımıyla sürmeye başladım. Bugün hayatımı artık biraz biraz düzene sokma kararı almıştım. Sabah çıkıp biraz tempolu bir şekilde koşmuş, duşumu almış ve günlük bakımımı yapmıştım. Bugün cumartesiydi ancak tiyatro seçmelerimiz vardı. Genelde koşudansa yogayı tercih edecek olsam da vücudum bayağı bir esnekliğini kaybetmişti ve bunu ilk günden görüp moralimi bozmak istememiştim. Son olarak doğal bir tona sahip pembe rujumu da sürdüğümde hazırdım. Üzerimde siyah bol paça bir kot pantolon üzerimde de siyah, V yaka, ince askılı bir tişört vardı. Onun üzerine de bu sıcakta sırf yalancı çıkmamak için Miraç'ın ceketini giydim. Muhtemelen sıcağa dayanamayıp bir yerden sonra çıkaracaktım. Fazlaca uzun olan kollarını yukarı katlayarak daha spor bir görünüm elde ettim. Ceketten çok hoş bir koku geliyordu. Bu kokuyu bozmamak için parfümü es geçerek yalnızca biraz deodorant kullandım. "Hadi versinler hadi cezamı razıyım Açık saçlarımı da elimle son kez hacimlendirdikten sonra yine siyah olan minik çantamı almış ve aşağı ilerlemiştim. Bahçeden gelen sesler herkesin çoktan kalktığını söylüyordu. Bahçeye çıktığımda tam da tahmin ettiğim gibi herkes masadaydı. "Ben de seni çağıracaktım, günaydın..." dedi Hilal gülümseyerek ve elindeki çay bardaklarıyla dolu olan tepsiyi Ali'ye verdi. Ali bardaklara çay doldurmaya başlarken "Günaydın..." dedim neşeyle. "Cumartesi bugün?" dedi Ali demini doldurmayı bitirmiş ve altındaki sıcak suyu doldurmaya başlamıştı. "Bak şu Allah'ın işine..." dedim alayla. Ve bol yağlı patates kızartmasını içim acıya acıya geçerek çok sevmesem de biraz haşlanmış yumurta aldım tabağıma. Biraz domates salatalık da eklerken babam bana döndü. "Kulüp toplantısı mı?" Gibi gibi dercesine başımı salladım iki yana. "Seçme var bugün." "Ne seçmesi?" dedi Hilal ilgiyle. "Tiyatro..." "Seçileceğine hiç şüphem yok(!)" dedi Ali bayağı dalgaya alarak. "Seçilmek için değil, seçmek için gidiyorum..." dedim ona dik dik bakarak. Gözünde nasıl bir yerdeydim acaba? "Ben de 9. sınıfta seçmelere gitmiştim ama almadılar..." dedi Can da garip bir heyecanla. Ancak ardından da yüzünü buruşturdu. "Çok burnu havada oluyorlar." Can'a göz devirdim. "Emek veriyoruz, tabii ki her isteyeni seçmeyeceğiz!" "Yani sen de seçmezdin beni?" dedi sorgularcasına. Çayımdan bir yudum aldım. "Görmem lazım..." dedim bilmem dercesine de dudaklarımı büzerek. "Ama sanmıyorum, 9'da gitmiş ve bir daha gitmemişsin. Gerçekten istesen en azından bir kez daha denerdin. İlk seçmede heyecan yapıp seçilmemiştim ama ikincisinde alındım misal." dediğimde Can'ın gözleri şaşkınlıkla açılmıştı. "Senden seçmezseniz seçmeyin diyip kendi kulübünü kurmanı beklerdim..." dediğinde küçük bir kahkaha attım ve masada tek gülen ben değildim. "Beni seçmeyen jurilerin hepsini delirtip kaçırdım zaten..." Ve bu bir gerçekti. Bir şekilde hocanın ağzından girip burnundan çıkarak hikayeyi tiyatrolaştırma işini ben almıştım ve haliyle sahnelerin nasıl olacağını, dekorun nasıl olacağını falan da ben söylüyordum. Böyle böyle jurileri kaçırtmıştım. "Şimdi sen sahneye çıkıp rol mü yapacaksın? Biz annemle bir kez tiyatroya gitmiştik. Oradakiler gibi mi olacak?" dedi Elif merakla. "Yok ben rol yapmayı planlamıyorum..." Geçen sene tiyatronun da bizim tarafımızdan yazılmasına karar vermiştik. İsteyen herkes bir tiyatro metni yazmış ve isimsiz bir şekilde okulun sitesine yükleyerek oylama başlatmıştık. Ve benim ki seçilmişti. O yüzden bu sene benim tiyatro metnimi oynayacaktık. Ancak sahneleri tek tek kontrol etmek zorundaydım ve bunu yaparken dışardan bakmam gerekiyordu. Belki çok istersem küçük, minik bir rol oynar ve hemen geri inerdim. "Ne o?" dedi Ali. "Şımarık kızı mı oynayacaksın?" Göz devirdim. "Cık, senden rol çalıp oto boka karışacağım..." Ali bana tersçe bakarken Selma, Hilal'e hitaben söze girdi. "Bugün güne gelirsin değil mi?" "Bugün gelmesem anne?" dedi Hilal bir yandan da Elif'in yumurtasını bölüyordu. "Aa, olur mu canım?" dedi Hatun Hanım. Bu kadına hepten uyuz oluyordum. Selma söze girecek gibi oldu ancak "Anneanne, anne!" dedi Ali, Hilal'e kısa bir süre baktıktan sonra. "Israr etmeyin, kızın zaten 40 yılda bir izni var. Nasıl geçirmek istiyorsa öyle geçirsin." En azından karısını ezdirmiyordu. "Sorun değil..." diye Hilal söze girecekken Ali, Hilal'in de sözünü kesti. "Sorun, istemiyorsan istemiyorum de Hilal. İstemediğin bir şey yapmak zorunda değilsin." Hilal'in gerçekten istemediği 40 metre öteden belliydi. "İyi canım!" dedi Hatun biraz da triple. "Taş taşımaya gel demedik ya, güne gel dedik..." "Anne, tamam! İkimiz gideriz." dedi Selma, Ali'ye fırsat vermeden. Bunun üzerine konuşma son bulmuştu. Ağzıma son bir salatalık atarak ayaklandım. "Geç kalıyorum!" Hızlıca tabağımı ve bardağımı aldım. İçeri girecekken Elif sandalyesinden atladı. "Bala!" dedi ve şirince gülümsedi. Kasıtlı bir şirince gülümsemeydi. "Ben de seninle gelebilir miyim?" Elif'e çok değişik bir şeymiş gibi, hayatımda ilk defa görüyormuşum gibi bir ifadeyle baktım. "Hayır?" dedim ardından da sorarcasına ve başka bir şey demesine izin vermeden önce mutfağa gitmiş ve makineye bulaşıklarımı yerleştirmiştim. Ardından da koşar adımlarla dışarı çıkmış ve bir yandan kulaklıklarımı çözmeye çalışırken metroya yürümüştüm. * "Şu sağdaki, pembe tişörtlü..." dedim yalnızca iki yanımdaki Rüzgar ve Rana'nın duyabileceği bir şekilde. "2.tura kalsın bence..." Seçmelerimiz 2 turdan oluşuyordu. İlk turda ister grup olarak, ister tek başlarına kendi seçtikleri ve hatta belki de kendi yazdıkları bir oyunu oynamalarına izin veriyorduk. 2.turda rolleri biz belirliyorduk ve onda da beğenirsek o zaman alıyorduk. "Beyazlı da..." dedi Rana ve çocuğa baktım. Fena değildi aslında ama zaten yeterince erkek oyuncu beğenmiştik. Yine de 2.turda da eleyebilirdik. "Tamam..." diyerek onu başımla onayladım. Bu sırada oyunları biten 5'li öne çıktı. "İsimlerinizi alabilir miyiz?" dedim gülümseyerek. İsimlerini tek tek söylediklerinde beyaz tişörtlü çocuğun ve pembe tişörtlü kızın isimlerinin yanına birer işaret bırakmıştım. "Teşekkür ederiz..." dedim ve ayağa kalktım. Tamı tamına 2 saat 40 dakikadır burada oturup insanların gösterilerini izliyorduk. Her tarafım uyuşmuştu ve neyse ki bu sonuncuydu. "Soğuk bir şeyler içer miyiz?" dedim Rana ve Rüzgar'a dönerek. "Lütfen!" dedi Rana da gerinerek ayağa kalkarken. "Ama önce bir tuvalete uğrayalım..." Rana'yı başımla onayladığımda Rüzgar da ayaklandı. "O zaman ben sizi kapıda bekliyorum..." Listeyi çantama atmış ve çantamı da Rüzgar'a vermiştim. Rana da çantasını Rüzgar'a verdi. "Hemen geliyoruz!" dediğinde Rana, birlikte tuvalete ilerledik. Tuvaletten çıktığımda Burcu tuvaletten içeri girmişti. Cumartesi cumartesi burada ne işi vardı bilmiyordum ama onu görmezden gelmeyi seçerek ellerimi yıkamaya giriştim. Ancak onun beni görmezden gelme gibi bir niyeti yoktu sanırım. "Aa!" dedi şaşırmış bir şekilde. "N'aber?" dedi yüzsüzce de. Derin bir nefes aldım. "İyi, canım!" dedim ona dönüp gülümseyerek. Madem o benden çekinmesi gerekirken çekinmiyordu benim de ona onun gibi cevap vermemde herhangi bir sakınca yoktu. Bu sırada tuvaletten Rana da çıkmıştı ancak ikimiz de onu görmezden gelmeyi seçtik. "Ben de iyiyim, e tabii biraz da heyecanlı..." dedi sormamış olmama rağmen. "Malum Serkan'la evleniyoruz... Düğün telaşı..." Bu yüzsüzlük de fazlaydı artık. Tam ağzının payını verecekken bana fırsat vermeden devam etti. "Aa! Az kalsın unutuyordum..." dedi ve çantasının tek omzunu çıkartarak önüne gelmesine sebep oldu. İçini açarak bir davetiye çıkardı ve bana uzattı. "Herkese verdim bir sana veremedim. Yarın düğünümüz var." Düğün arifesinde buradaki işini de anlamıştım artık. Sırf buraya bu davetiyeyi bana vermek için gelmediyse hiç ir şey bilmiyordum. Tiyatro kulübünün başında olduğumu biliyordu, seçmelerin afişleri okulun her yerindeydi ve bugün burada olacağımı biliyordu. Sustum. Ben değil eylemlerim konuşacaktı. Madem beni davet etmişti, o düğüne gidecek ve ona zehir edecektim. "Neyse ben artık gitmeliyim. Daha gelinliğimi alacağım..." Başka bir şey söylemeden hızla kaçarcasına çıktı tuvaletten. Davetiyeyi sinirle elimde buruştururken Rana'nın "Yüzsüz!" dediğini duydum iğrenircesine. Ardından da elini omzumda hissettim. "Takma, sakın! Kendi rezillikleri..." Onlar daha rezillik ne görmemişti. "Bugünlük bensiz devam edin olur mu?" dedim Rana'ya ve hızlıca önce tuvaletten ardından da okuldan çıktım. Tabii kapının önünde gördüğüm Rüzgar'a da kısa bir açıklama yapmış ve çantamı ondan alarak okuldan uzaklaşmıştım. * Okuldan sonra doğrudan Kardelen'lere geçmiştim. Hem oradan almam gereken bir şey vardı hem de bayağıdır uğramıyordum. Kardelen'le birlikte atıştırmalık bir şeyler hazırlamış ve birlikte balkona çıkmıştık. Balkon küçüktü ve yalnızca minik bir masa ve de iki sandalye sığabiliyordu. Ancak bize yetiyordu. Kardelen'in gözümün içine baka baka çitlediği çekirdekleri es geçerek üzüm attım bir tane ağzıma. Çitlediği kabuğu bana attığında kabuk saçıma takılmıştı. Elimle kabuğu alırken ona ters ters bakmayı da ihmal etmedim. "Hadi, anlat! Çatlattın zaten!" dedi kızgın olması gereken oymuş gibi. Göz devirdim. "Hani bizim şu Limon var ya..." dediğimde başını salladı hızlı hızlı. Bugün Burcu'nun yaptıklarını anlatmayacaktım. Daha çok üzüleceğimi söyleyerek beni vazgeçirmeye çalışacağını biliyordum çünkü. Ancak benim hissettiğim tek şey öfkeydi. Benimle arkadaşmış gibi takılmış ve sevgilimle yatmıştı. Bugün ise kendi topuğuna sıkarak bana nispet yapmayı seçmişti Yarın iş işten geçtikten sonra söylerdim Kardelen'e de... "Ne olmuş?" dedi merakla. * Ne yazık ki gözüme üzgünce kaldırım kenarında oturan Arda çarpmıştı. Bana ne deyip geçmek istesem de vicdanım izin vermemiş ve kulaklıklarımı çıkartırken yanına ilerlerken bulmuştum kendimi. Yanına oturduğumda şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırarak bana baktı. "N'aber?" dediğimde omuzlarını indirip kaldırdı. "Kermes iyi geçmedi mi?" diye sordum bu sefer de aklıma hazırladığımız şeyler geldiğinde. Arda sıkıntılı bir nefes verse de yine cevapsız bıraktı beni. "Elif cadısı mı bir şey yaptı?" diye sordum bu sefer. Arda bir kez daha omuzlarını indirip kaldırdı ancak bu sefer beni cevapsız bırakmamıştı neyse ki. "O hep bir şeyler yapıyor zaten, Elif'in kalbimi kırmasına alıştım..." Gülmek ve ağlamak arası bir ses çıktı boğazımdan. "Alışma!" dedim direktif verircesine. "Seven sevdiğini kırmaz..." Arda öne doğru katlandı ve çenesini dizime yaslayarak bana alttan bakmaya başladı. "Ama Elif beni koruyor da. Tamam kırıyor da ama koruyor da... Bugün mesela... Seninle yaptıklarımızı bizim yaptığımıza inanmadılar. Hazır almışsınızdır dediler. Annem olmadığı için yapamayacağımızı söylediler." Çocuklar bazen çok kırıcı, çok gaddar olabiliyordu. Ki hazır sanmaları da normaldi aslında çünkü en nihayetinde annemin tarifiyle yapmıştım onları. Sonra Arda belli belirsiz gülümsedi. "Ben susup üzülünce Elif savundu beni..." "Şimdi niye ayrısınız?" dedim merakla ve ben de boştaki dizime dirseğimi yaslayarak çenemi de elime yasladım. "Kavga ettik! Mızıkçılık yaptı ama Bala abla! Hile yaptı! Sayılmaz deyince de gitti." Sitemine güldüm. "Elif işte..." dedim boş ver dercesine de elimi sallayarak. O cadıda fazlasını yapacak potansiyel de vardı ayrıca. Bunu bilmemin kendi yaptıklarımla da bir alakası yoktu asla. "Ayrıca kimsenin seni ezmesine de izin verme. Herkesin bir eksikliği, bir yarımı vardır... Gerektiğinde kalp kırmaktan da çekinme. Senin ki kırılana kadar onların kalbi kırılsın." Arda sarhoş gibi gülümsedi. "Ama Elif'in eksikliği, yarımı yok ki!" dediğinde gülerek, göz devirdim. Aptal bir aşıktı ve bu yumuşak kalbiyle en sevmemesi gereken kişiyi seviyordu belki de. "Cadı o, cadı!" dedim ve Arda'nın çenesinin hâlâ dizimde yaslı olmasını umursamadan ayaklanarak arkamı silkeledim. "Ama çok benziyorsunuz, sen de mi cadısın?" dediğinde kaşlarımı çatarak ona döndüm ve tersçe baktım. "Benzemiyoruz bir kere!" dediğimde Arda çocuklara özgü bir şekilde kıkırdadı. "Ama Elif de senin gibi kızınca böyle kaşlarını çatıp..." dedi ve yüz kaslarıyla beceremeyince ellerini işin içine sokarak kaşlarını çattı. "Böyle ters ters bakıyor." dedi ters ters bakmaya çalışarak ama çok dayanamayıp gülmeye başladı. Arda'ya ters bir bakış daha attım. "Aman! Gidiyorum ben!" dedim ve arkamı döndüm "İşine gelmeyince de aynı böyle gidiyor!" dediğinde gülerek, hızla ona dönmüş parmağımı doğrultmuştum ki yüzündeki hafif gülümsemeyle biraz ilerde yandaki duvara yaslanmış, kollarını birbirine dolamış bir şekilde bizi izleyen Miraç'ı fark ettim. Parmağım benden izinsizce inerken kısa bir an yutkunamadım da. Neden bilmiyordum ama gözlerimi de gözlerinden çekemiyordum. Koyu gözlerinde kendi yansımamı görebiliyordum. "Aa, baba!" diyen Arda'yla dikkatim dağılmış ve tamamen refleksle ona dönmüştüm. Babasına ilerledi ve bu sırada Miraç da yere çökerek kollarını oğlu için araladı. "Oğlum..." dedi yanağına da bir öpücük bırakarak. "Nasıl geçti kermes?" Arda'nın yüzü tekrar düşer gibi oldu ama babasına belli etmemeye çalışarak gülümsemesini sabit tuttu. "Güzeldi. Yaptığımız her şey satıldı." Miraç'ın gülümsemesi genişledi. "Bala ablana teşekkür ettin mi?" "Aa, doğru!" dedi Arda ve babasının kolları arasından çıkarak bana doğru ilerledi. "Teşekkür ederim, Bala abla." Biraz önce Arda beni sinirlendirmişti ama neye sinirlendiğimi hatırlamıyordum. Gülümsedim. "Rica ederim..." Yükselen ezan sesiyle kendime geldim adeta. "Gitmeliyim... İyi akşamlar..." dedim ve cevap vermelerini beklemeden eve doğru ilerlemeye başladım. Neden sersemlediğimi asla anlamamıştım. * Sabah erkenden kalkmış ve bugün düğüne tüm özgüvenimle gitmem gerektiği için bugünlük de yogayı es geçerek koşuya çıkmıştım. Ben eve döndüğümde ev halkı yavaş yavaş ayaklanıyordu. Babam uzun zaman sonra koşudan döndüğümü görünce şaşırmıştı ama mutlu olduğunu da gözlerinden görmüştüm. Hızlıca bir duş almış ve üzerime bir tayt ile babamın düz beyaz tişörtlerinden birini geçirmiştim. Saçlarımı da toplamış ve güneş kremimi sürerek öyle inmiştim aşağı. Kahvaltı için bahçeye çıkmadan evvel önce bir su içmek istemiştim ancak karşılaştığım manzarayla yüzümü buruşturdum. "İğvv!" diye hiç öpüşmemişçesine iğrendiğimi belirten bir ses çıkartırken arkamı dönme ya da gözlerimi kapatma gibi bir zahmete girmedim. Hilal dudaklarını panikle Ali'den ayırırken Ali'nin daha çok sabır ister gibi bir hali vardı. "Eviniz yok mu sizin ya? Gidin ne yapıyorsanız evinizde yapın?" diye de çıkıştım sertçe. Hilal kızarıp bozarırken Ali bana tersçe baktı. "Uzatma da geç kahvaltıya!" dedi başıyla bahçe kapısını işaret ederek. Göz devirdim ve ilerleyerek Ali'yi biraz kenara itekledim ve arkasındaki sürahiden kendim için bir bardak su doldurdum. Bu sırada Hilal de eli ayağına dolaşmış bir şekilde ekmek sepetini aldığı gibi bahçeye kaçmıştı. Suyumdan bir yudum aldıktan sonra Ali'ye döndüm. Ancak ağzımı açmama müsaade etmeden o girdi söze. "Bu konuyu bahçede ya da başka bir zaman açıp Hilal'i utandırma, bozuşuruz." Onunla bozuşup bozuşmamak çok umurumdaydı ya... Ali de bahçeye çıktığında suyumu bitirerek ben de bahçeye çıkmış ve depdengeli bir kahvaltının ardından odama çıkmıştım. Oyalana oyalana hazırlanmaya başladım. Önce şarkı söyleye dinleye güzel bir cilt bakımı yapmıştım. Ardından da tırnaklarıma borda ojeler sürmüştüm. Kurumasını beklerken de bir yandan şarkıya eşlik etmiş bir yandan da dans etmiştim. "İzmir'in kızları bir elinde de cımbızları Ardından halihazırda hafif dalgalı olan saçlarıma maşayla daha belirgin dalgalar yapmaya başlamıştım. Saçlarımla işim bittiğinde o kadar acele etmemiş o kadar ağırdan almıştım ki saat beşe geliyordu. Göz makyajım da çok hafif değildi ama asıl bordo ruj süreceğim dudaklarımın patlaması için o kadar da abartıya kaçmamıştım. Aynı şarkı arkada çalmaya devam ederken son olarak bordo rujumu sürmüştüm. Makyajıma ve saçıma dikkat ederek üzerimdeki tişörtü çıkarttım ve Ali'ye inat olsun diye gerek olmamasına rağmen aşık olarak aldığım elbiseyi üzerime geçirdim. İnce askılı bordo elbisenin derin bir yırtmacı vardı. Ayrıca beli kendinden korseliydi. Elbise üzerime dikilmiş gibi tam olmuştu. Bir an biraz klişe olarak beyaz giymeyi düşünmüştüm ama iyi ki tercihimi bu elbiseden yana kullanmıştım. Son olarak şeffaf bantlı ayakkabılarımı da ayağıma geçirirken arkada "Hiçbir topuk tıkırtısı bu kadar davetkar çalamaz Gülümsedim ve ayağa kalktım. Babamlar gelmeden evden çıkmam gerekiyordu yoksa soruların ardı arkası kesilmezdi. Minik, siyah el çantama yalnızca cüzdanımı, davetiyeyi, düğün hediyemi ve telefonumu koydum. Kendime de son kez şöyle bir baktım. Gayet iyi görünüyordum. Yansımama gülümsedim. Dün gelip bana davetiye vermeyecekti. Bana nispet yaparcasına konuşmayacaktı. Ben Serkan'dan zaten hayatında başka bir kadın olduğunu öğrendiğim gün geçmiştim. Derdim Serkan'la olmaları değildi. Tencere kapak misali zaten birbirlerini çok da güzel bulmuşlardı. Derdim dün yaptığı hadsizlikti. Utanıp benden köşe bucak kaçacağı yerde, yanıma gelip beni düğüne davet etme haddini kendinde bulabildiyse o haddi ona bildirirdim de en güzel günü olması gereken günü mahvederdim de. Alın terimle kazandığım parayı taksiye vermeye kıyamayarak metroya binmek zorunda kalmıştım bu kılıkla. Bir tık rezillikti sanırım ama umurumda da değildi açıkçası. Aslında o kadar da uzak değildi ama zaten yeterince oyalanmıştım. Dönüşte yürüyebilirdim. Tuhaf bakışları görmezden gelmeyi ineceğim durağa kadar başarmıştım. Düğün için bir otelin bahçesi ayarlanmıştı. Yolda yürürken hissettiğim tedirginlik otele gelmemle gitmiş ve sanki duygularım alınmıştı. İçeri ilerlerken birkaç göz, özellikle ortak arkadaşlarımız ve durumu bilen diğer yakın çevremizin bakışları bendeydi. Herkes bana bakıyor, yanlarından geçip gittikten sonra aralarında fısıldaşmaya başlıyorlardı. Düğün çoktan başlamıştı ve hatta sanırım nikah da kıyılmıştı. Arkada hareketli bir şarkı çalarken insanlar dans ediyordu. En sonunda Serkan ve Burcu'yu bir masada yan yana dikilirken görmüştüm. İkisi de anlaşmış gibi aynı anda bana döndüklerinde onlara gülümsedim ve duraksamadan yanlarına ilerlemeye devam ettim. "Kusura bakmayın..." dedim dünkü Burcu'nun tavrı gözümün önüne gelirken. "Geç kaldım sanırım!" Onlar şaşkınlıktan herhangi bir cevap veremezken uzanıp önce Burcu'nun ardından Serkan'ın yanaklarından öptüm. "Tebrik ederim, umarım hiç ayrılmazsınız..." Ancak kesinlikle bu hayırlı bir dua değildi. Serkan'ın kaşları çatıldı ve kısa bir an Burcu'ya baktıktan sonra beni birkaç adım kadar kenara çekti. Üzerinde siyah klasik bir damatlık vardı. "Ne işin var senin burada?" Dünyanın en normal konuşmasıymış gibi yanımıza gelen Burcu'yu işaret ettim. "Burcu davet etti beni, aşkım..." Ağzımdan kaçmış gibi hızla ağzıma vurdum ve mahcup bir şekilde Burcu'ya döndüm. "Ay, kusura bakma lütfen. Ağız alışkanlığı. Sen nasıl hiç benim yanımda ağzından kaçırmadın? Helal olsun vallaha!" Burcu sinirden kızarıp bozarırken masum masum Serkan'a döndüm ve elinden tutarak piste doğru çekiştirdim. "Hadi son kez dans edelim..." Burcu sinirle ellerimizi ayırdı. "Defol buradan!" dedi ve gayriihtiyari etrafta göz gezdirdi. Aşağı yukarı tüm gözler üstümüzdeydi. "Aa! Az kalsın unutuyordum..." dedim aynı onun dün bana davetiyeyi verirken yaptığı gibi ve hızla çantamı açarak içinden siyah kutuyu çıkardım. "Düğün hediyem..." diyerek ona kutuyu uzattığımda duraksadı. İkimiz de içinde ne olduğunu pekâlâ biliyorduk.
"Aa, ne kadar güzelmiş kolyen!" Boynumda ne olduğunu bilmiyormuş gibi kolyeme kısa bir bakış attıktan sonra Burcu'ya gülümseyerek döndüm. "Teşekkür ederim, Serkan'ın doğum günü hediyesi..." "Çok yakışıyorsunuz, umarım hiç ayrılmazsınız..."
Israrla almayınca kutuyu Serkan'ın eline tutuşturdum. "Çok beğenmiştin..."dedim ve elimle bizimkilerin olduğu masayı işaret ettim. "Sorun olmazsa bizimkilere de selam verip öyle gideceğim!" Ancak ikisinin de cevap vermesini beklemeden masaya ilerledim ve gayet normal bir şekilde masada ki boşluğa yerleştim. "N'aber?" Hepsi bana tip tip bakarken ben gayet normal bir şekilde hararetli hararetli konuşuyordum. "Çok yakışmamışlar mı? Tam tencere kapak... Darısı başınıza!" dedim ve gülümseyerek Deniz'e göz kırptım. Gülce'yi seviyordu kendisi. Şampanyadan ,kimin olduğunu bilmiyordum ama sanırsam Levent'indi, birkaç yudum aldım. "Ay, kimse de konuşmuyor. Ne oldu, ben geldim diye mi?" dedim açık açık ve sonra küçük bir kahkaha attım. "Susun susun, zaten en başından bilip susanlar da vardır eminim ki!" Deniz "Bala huzursuzluk çıkarma, lütfen!" dediğinde gülümseyerek ona döndüm. "Sağdıç sen olursun sanıyordum. Neyse ben çıkaracağım HUZURSUZLUĞU çıkardığıma göre gidebilirim. Hepinize iyi eğlenceler..." diyerek masaya bıraktığım çantamı aldım ve yapmacık bir şekilde gülümsedim. Ardından da başka bir şey demeden önce masadan, ardından da otelden uzaklaştım. Bazı şeyleri yüzlerine vurmak iyi gelmişti ve nispeten kendimi iyi hissediyordum. Aheste aheste sokakta ilerlerken şarkıyı mırıldanmaya da devam ediyordum. "İzmir'in kızları, korku yok kitabında Böyle böyle eve ilerlerken gerçekten hafiflemiştim sanki. Yavaş yavaş hayatımı düzene sokuyordum. Yavaş yavaş kendime geliyordum. Yüzümdeki minik gülümsemeyle mahalleye girdiğimde üzerimdeki dedikodu malzemesi çıkarmaya hevesli bakışları görmezden gele gele ilerledim. İstedikleri kadar arkamdan konuşabilirlerdi. Zaten şu saatten sonra kimsenin yüzüme bir şey söyleyecek haddi de yüzü de olamazdı. Ben Begüm Özer'in kızıydım en nihayetinde. Ev görüş açıma girdiğinde gördüğüm hareketlilik kaşlarımın çatılmasına neden oldu. Adımlarım benden bağımsız bir şekilde hızlanırken içimde babama bir şey olmuş olabileceğinin korkusu yeşermişti. Ne kadar nefret edersem edeyim, ne kadar kızarsam kızayım babamdı ve onu ne yazık ki seviyordum. "Hadi sen bize geç. Feride ablan ve Arda evde." "Bir şey mi oldu hayatım?" diye sordu Elif şaşkınlıkla. Elif'in hemen arkasından korkuyla bekleyen iki kadın ve bir de Can vardı. "Geldiğimde konuşuruz ama benim şimdi büyüklerle konuşmam gerek." dediğinde Elif suratını asmış ama Miraç'ı ikiletmeden eve doğru ilerlemişti. Bu sırada ben de tamamen yanlarına varabilmiştim. Elif'in yeterince uzaklaştığına kanaat getirdiğimde korkuyla Miraç'ın koluna dokundum ve beni fark etmesini sağladım. "Babama bir şey mi oldu?" Miraç başını iki yana salladı. "Amirim iyi." dediğinde rahat bir nefes almam gerekiyordu ama hâlâ alamamıştım. "Ali?" dedi Hilal korkuyla. "O da iyi değil mi?" Miraç düşecek gibi olan Selma'nın kolunu tuttu. "Ali hastanede..." dediğinde Selma öyle bir tökezlemişti ki az kalsın ben bile kolunu tutacaktım. Ali'den bana neydi bilmiyordum ama gözlerimin dolduğunu hissettim. "Oğluma götür beni..." dediğinde, Miraç, Selma için hemen yanımızdaki arabanın kapısını açmış ve bindirmişti. Hilal ve Can da hızla yanına binerken ben de öne bindim eve çıkıp keyfime bakmak yerine. Neden ona bir şey olacak olması beni korkutuyordu ki? |
0% |