Yeni Üyelik
20.
Bölüm

20. Bölüm

@__kao__

 

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın.

 

İyi okumalar...

*

 

Hastaneye ulaştığımızda babam ve birkaç polis ameliyathanenin önünde bekliyordu.

 

Neden bilmiyordum ama gözlerim de dolmuştu. Gözümü kırpsam gözümden yaş düşeceğine emindim.

 

Sanırım hâlâ aptal bebeğin bozduğu hormonlarımla uğraşıyordum.

 

"İyi mi oğlum?" dedi Selma korkuyla babamın kolunu tutarken.

 

"Ameliyatı bitti ama doktor çıkmadı daha..." dedi babam kızarmış gözleriyle ve Selma'nın arkasındaki Miraç'ın omzuna vurdu hafifçe.

 

Hilal bir ameliyat kapısına bir babama baktı ve ardından hızla kapıya ilerledi ancak çok ilerleyemeden babam yakaladı.

 

"Dur kızım, doktorlar ilgileniyor işte..."

 

"Baba, bırak gireyim!" dedi Hilal sitemle. Arabaya bindiğimizden beri ağlıyordu zaten.

 

"Almazlar..." dedi babam yumuşak sesiyle.

 

Hilal itiraz edercesine başını iki yana salladı.

 

"Alırlar, alırlar..! Hemşireyim ben, alırlar baba!"

 

Hilal bir kez daha gitmek istediğinde babam bu sefer onu çekip sarılmıştı.

 

Ben de babama sarılmak istiyordum ama bunun yerine geçip en uçtaki, en uzaktaki bekleme koltuklarına oturdum ve kimse görmeden gözümden akan bir damla yaşı sildim.

 

Üzerimde de elbise kalmıştı ve acayip rahatsız hissediyordum kendimi.

 

Ağlamam için hiçbir sebep yok, ağlamam için hiçbir sebep yok...

 

Ali beni ilgilendirmiyor, hepsi aptal bebeğin suçu, hormonlarımı bozmuş ve öyle gitmişti.

 

Annem dayıma bir şey olsa ağlardı ama onlar kardeşti. Biz değildik. Arkadaşım bile değildi. Niye ağlayasım vardı ki?

 

Ayağımdaki topukluları ayaklarımı birbirine sürterek çıkarttım ve elbisenin yırtmacına dikkat ederek bacaklarımı altıma aldım.

 

Ameliyathanenin kapısı açıldığında herkes bulundukları yerlerden ayrılmış ve doktorun başına üşüşmüştü. Ben hariç...

 

Doktor tıbbi bir sürü şey söylerken Hilal dışında anlayan kimsenin olduğunu düşünmüyordum ancak anladığım kadarıyla uyanmadan durumu hakkında kesin bir şey söyleyemiyorlardı.

 

Doktor uzaklaşıp herkes tekrar köşelerine çekilirken de orada öylece yalnızca oturdum. Ali sedyeyle dışarı çıkarıldığında da oturmaya devam ettim.

 

Kim olarak diğerleri gibi sedyenin etrafına doluşacaktım ki?

 

Ruhsuz duruyordu, canı çekilmiş gibi, ölü gibi...

 

Ne zamanki uzaklaştılar ancak o zaman ayaklarımı koltuktan sarkıttım ve bütün yavaşlığımla ayakkabılarımı giymek için eğildim.

 

Ayakkabımı giyerken tırnağımın kırılmasıyla ise bunu bekliyormuşçasına gözümden yaşlar akmaya başlamıştı.

 

Ağlaya ağlaya ayakkabılarımı giymiş ve ağlaya ağlaya tuvalete gitmiştim.

 

Tuvalette biraz sakinleştikten ve akan makyajımı düzelttikten sonra Ali'nin hangi odada olduğunu bulmak yerine bahçeye ilerledim.

 

Biraz hava almaya ihtiyacım vardı.

 

Hemen kapının önündeki banka oturdum.

 

Umarım ki iyi olurdu, bir şey olmazdı Ali'ye. En nihayetinde görev başındayken olmuştu. Onun yerinde hangi polis, hangi asker olursa olsun ona bir şey olmasını istemezdim.

 

Hem bir polis çocuğu, hem de bir asker yeğeni olarak şehit haberlerini gördükçe hem şehit olan dayım, halam ya da babam olmadığı için seviniyor hem de şehit verdiğimiz için üzülüyordum.

 

Kaldı ki ben de MSÜ'nün sınavına girmiş iyi bir puanda almış ancak sağlık muayenesi sırasında elenmiştim.

 

Ardından da ikinci en çok istediğim şey olan editörlük için Türk Dili ve Edebiyatı yazmıştım.

 

Allah'ım lütfen Ali iyi olsun...

 

"Bala?"

 

Şaşkın sesle başımı kaldırdığımda Civan abiyle göz göze geldim.

 

O an başımı çevirerek hastane tabelasına baktım. Civan abinin çalıştığı hastanedeydik.

 

"Birine bir şey mi oldu, iyi misin?" dedi Civan abi bir yandan da bana yaklaşmaya devam ederken.

 

"Ben iyiyim, Ali vurulmuş..." dediğimde Civan abi duraksadı.

 

"Vurulan komiserden mi bahsediyorsun?" dediğinde başımla onayladım onu.

 

Benimle ne alakası olduğunu sorgulamaya devam ederek bakarken omuzlarımı indirip kaldırdım.

 

"Babamın oğlu..." dediğimde küçük bir aydınlanma yaşamıştı.

 

"İyi mi şimdi?" dedi Civan abi yanıma otururken.

 

Bilmem dercesine dudaklarımı büzdüm.

 

"Senin için öğrenmemi ister misin?" dedi Civan abi bu sefer de, bakışlarında değişik bir ifade de vardı.

 

Başımı iki yana salladım. Tek yapmam gereken gidip diğerlerini bulmaktı. Bunun için bir başkasına ihtiyacım yoktu ve ölmüş olsa duyardım sanırım.

 

Hâlâ nefes alıyordu.

 

"Onun için endişelenmen normal..." dediğinde kaşlarım çatıldı.

 

Onun için falan endişelenmiyordum ben.

 

"Görüşürüz!" dedim tersçe ve ayaklandım.

 

Ayaklanmamla kapıdan dışarı çıkan Miraç'la karşılaşmam bir oldu.

 

Kısa bir süre arkamdaki Civan abiye baktıktan sonra en nihayetinde beni buldu koyu gözleri.

 

O kadar koyuydu ki kendi yansımamı çok rahat seçebiliyordum.

 

"Amirim, seni bulmamı istedi!" dedi tüm mesafesiyle ve başıyla içeriyi işaret etti.

 

"Seni bekliyor..."

 

Bir şey demeden Miraç'ın peşinden ilerleyecekken Doktor Civan'ım omzuma dokundu ve durdurdu.

 

"Başhekime götürmem gereken birkaç sonuç var, sonra uğrarım yanınıza."

 

Civan abiye gülümsedim ve başımla onayladım onu.

 

Tekrar Miraç'a döndüğümde hızlı hızlı ilerlediğini gördüm.

 

Mecburen adımlarımı sıklaştırırken kaşlarım da çatılmıştı.

 

Tabakhaneye bok mu yetiştiriyordu? Neydi bu acele?

 

Merdivenleri elbise ve topukluların izin verdiği ölçüde hızlı hızlı çıkarken Miraç'ı bu kalabalıkta gözden kaybetmemek için de ayrı bir çaba gösteriyordum.

 

En sonunda bizimkileri gördüğümde derin bir nefes vermiş ve adımlarımı küçültebilmiştim.

 

Hilal hariç herkes buradaydı. O da muhtemelen Ali'nin yanındaydı.

 

Can'ın başı babamın omzundaydı ve belli ki o da ağlamıştı abisi için.

 

Babam beni gördüğünde diğer yanındaki boşluğa oturmam için iki defa vurdu.

 

Elbisenin derin yırtmacının açılmamasına dikkat ederek babamın yanına oturduğumda başımın üzerine bir öpücük kondurdu.

 

"Hilal var abinin yanında..."

 

Omuzlarımı indirip kaldırdım. Tahmin etmiştim zaten ve beni ilgilendirmiyordu.

 

Boş koltuk vardı ve öyle gelmiştim işte. Evde tek kalmamak için. Ki anahtarım da yoktu. Babamdan bir ara anahtar da istemeliydim.

 

"Onun umurunda mı ki?" dedi Can sertçe ve babamın omzundan kalktı.

 

Babam Can'a kızacakken araya girdim.

 

"Değil!" dedim ve de doğrudan.

 

"Umurunda olan bir şey var mı ki?" dedi Can bu sefer de alayla gülerek. Korkusunu gerginliğini benden çıkarmak istiyordu sanırım.

 

"Yok, kalpsizim ben. Önümde düşse ölse üzerinden geçer gider keyfime bakarım." dedim alayla ancak Can bunu oldukça ciddiye almıştı.

 

Can ağzını açacakken babam girdi araya.

 

"Kes sesini Can! Senin olduğu kadar ablanın da abisi. Sinirini çıkaracağın kişi ablan değil!"

 

Ben onun ablası falan değildim. Ali de benin abim falan değildi.

 

Can sinirle babamın yanından kalkıp biraz uzaklaşırken çok taktığım söylenemezdi. Tek istediğim eve gitmekti ve sanırım bunun için önce uyanması gerekiyordu.

 

Başımı geriye atarak duvara yasladım, gözlerim yanıyordu.

 

Ne kadar süre öyle kaldım bilmiyordum ancak çok rahat saatler geçtiğini söyleyebilirdim.

 

Hepsi odaya girip çıkmıştı ben hariç. Köşemde yalnızca oturup insanları izlemiştim. Bir ara dediği gibi Civan abi gelip gitmişti ama onu bile takmamıştım.

 

Şu an tekrar Hilal içerdeydi.

 

Yırtmaç olmasa bacaklarımı kendime çekip uyuyabilirdim ancak yırtmaç vardı. Vurulacak başka günü mü bulamamıştı Ali?

 

Hilal yüzündeki gülümsemeyle dışarı çıktığında bakışlarım onu uzun uzun süzdü.

 

Ağlamaktan gözleri, şişmiş ve kızarmıştı ancak şimdi sevinç parıltıları hakimdi.

 

"Uyandı!"

 

Tekrar çıktığı hızla içeri dönerken babam Can'a döndü.

 

"Doktora haber ver."

 

Ardından da Hilal'in peşinden Selma'yla birlikte içeri girdiler.

 

Miraç'la göz göze geldiğimizde aklımda kalkıp içeri girme gibi bir düşünce yoktu ancak başıyla bana içeriyi işaret ettiğinde bunu bekliyormuşçasına kalktım ve içeri ilerledim.

 

Miraç benim geçmemi bekledikten hemen sonra içeri girdi. Çok yakınımdaydı ve varlığını tüm hücrelerimle hissedebiliyordum.

 

"Anne dur!" dedi Ali sitemle ve de yüzünü buruşturdu.

 

Selma hızla geri çekilirken yüzünde endişe de vardı.

 

O an göz göze geldiğimizde Ali'yle şaşkınlıkla kaşları havalandı.

 

"Ağladın mı sen?"

 

Şaşkın sesine ben de şaşırmıştım. Hayır, ağlamamıştım.

 

Yine de "Hı, hı!" dedim.

 

"Ağladım, senden yine kurtulamadım ya... Ona ağladım. Madem ölmeyeceksin niye vurulup insanı heyecanlandırıyorsun?"

 

Ali dayanamayıp gülerken babam bana tersçe bakmıştı.

 

"Güldürme be! Acıyor!"

 

Hiç ciddiye almış gibi değildi beni. Oysaki ciddiye almasını isterdim.

 

"Beter ol!" dedim ancak ardından içimden hızla "Tövbe, tövbe, tövbe..." diye devam ederken geçip köşedeki sandalyeye oturdum.

 

Ali yattığı yerden dikleşmeye çalıştığında babam ve Hilal hızla ona engel oldu.

 

"Yat, kalkma! Doktor gelir şimdi." dedi Hilal.

 

Ali zaten zorlanmış olacak ki ikiletmedi.

 

"Can nerede, Elif nerede?" dedi odada göz gezdirerek.

 

"Elif bizde." dedi Miraç hafifçe tebessüm ederek.

 

"Can da doktor çağırmaya gitti." dedi babam da.

 

Selma hâlâ ısrarla Ali'nin koluna dokunuyor ve okşuyordu. Oldukça endişelenmiş olmalıydı oğlu için.

 

Hilal de sessizce yanına çökmüş ve sıkı sıkıya diğer elini kavramıştı.

 

"Elif'in haberi yok değil mi?" dedi Ali karısına dönerek.

 

Hilal yavaşça başını iki yana salladı.

 

Ali derin bir nefes alarak tekrar önüne dönmüşken gözleri bir kez daha beni buldu ve bu sefer baştan aşağı süzdü.

 

"Sen nereden böyle?"

 

Göz devirdim ve babama döndüm.

 

"Maydanoz olmaya başladığına göre gayet iyi. Gidip yemek yiyebilir miyiz? Açım ben!"

 

Babam başıyla onaylarken doktor ve Can da içeri girmişti.

 

"Abi!" dedi sevinçle ve önce gidip Ali'ye sarıldı.

 

"Koçum!" dedi Ali de Can'ın ensesini kısa bir süreliğine tutup bırakarak.

 

"Odayı boşaltabilir miyiz?" dedi doktor kalabalığa ,bize, bakarak.

 

Ben dünden razı olduğum için hemen dışarı çıkarken yaklaşık bir 5 dakika sonra diğerleri de çıkabilmişti.

 

"Amirim, siz geçin ben kalırım burada."

 

Babam, Miraç'ı başını geriye atarak reddetti.

 

"Sen al, çocukları, Hilal'i, Selma'yı eve götür. Ben kalırım yanında."

 

Buradaki çocukların içinde umarım ki ben yokumdur. Can tek başına birçok çocuğa bedeldir.

 

"Baba, ben gitmem." dedi Hilal direkt.

 

Bugün Hilal'in babama çok fazla baba dediğini duymuş ve sarıldıklarını görmüştüm. Adım adım kara listeme giriyordu.

 

"Elif de anlamıştır bir şey olduğunu, en azından sen yanında ol."

 

Hilal bir kez daha başını iki yana salladı.

 

"Arda'yla oynarken dünyayı unutuyor o, gitmem bir yere. Israr etme lütfen."

 

"Açım ben!" dedim huysuzca. Yemek yemek istiyordum. Şu an sağlıklı yaşam falan da umurumda değildi. Önüme ne konsa yerdim ve kimin kalacağının da hiçbir önemi yoktu.

 

Karnımı doyururlarsa ben de kalabilirdim.

 

"Dur kızım," dedi babam ve tekrar Hilal'e döndü.

 

Bıkkın bir nefes vererek birkaç adım gerideki bekleme koltuğuna oturdum.

 

Açtım ben! Hem de çok açtım!

 

Babam ne Selma'yı ne Hilal'i eve gitmeye ikna edememişti.

 

Bunun üzerine Miraç, ben, babam ve Can bir pideciye gelmiştik. Ben doğrudan karışık bir pide istemiştim.

 

Büyük bir açlıkla pidemi mideye indirirken dünya yansa beni bu masanın başından kaldıramazdı.

 

Ne zaman ki pidem bitti o zaman derin bir nefes vererek arkama yaslandım ve Miraç'la göz göze gelmem bir oldu.

 

Beni mi izliyordu? Kıtlıktan çıkmış gibi pide yerken?

 

Mükemmel!

 

Bugün de Allah'a şükür rezil olmuştum.

 

Utanarak peçeteye uzandım ve biraz önce ki kıtlıktan çıkmış halimin aksine gayet kibarca ağzımı sildim.

 

"Bizde kalırlar değil mi amirim?" diyerek belli belirsiz bir gülümsemeyle babama döndü Miraç.

 

Ancak ben sorunun mantığını anlamamıştım. 21 yaşındaydım. Can da 18 yaşındaydı. Ne diye başkasının evinde kalıyorduk?

 

"Aynen..." dediğinde babam şaşkınlıkla ona döndüm.

 

"Ne sebeple?" dedim doğrudan da.

 

"Elif orada zaten. Tedirgin olmasın. Korkmuştur o da. "

 

Benlik bir şey yokmuş.

 

"İyi o zaman ben de senle hastaneye geleyim de Doktor Civanıml- yani Civan abiyle, onlara geçerim. Nöbeti vardı."

 

"Anlamadın sanırım kızım!" dedi babam da tersçe bana dönerek.

 

"Elif tedirgin olmasın, ne kadar aşina yüz o kadar iyi." dediğinde şaşkınlıkla kendimi gösterdim.

 

"Ben mi aşina yüzüm? Kızın varlığından 7-8 ay öncesine kadar haberdar bile değildim. 2 ay önce falan da tanıştık." dediğimde babam ağzını açmıştı ki dudaklarını ıslatarak geri kapattı.

 

"Olsun..." dedi ardından da söyleyecek başka bir şey bulamamış olacak ki.

 

Zaten ne söyleyebilirdi ki?

 

"Ayrıca evde tek kaldığında ne olduğunu hatırlatmama gerek yok sanırım." diye de sürdürdü.

 

Alt tarafı az daha evle birlikte kendimi yakıyordum.

 

"Hemen yan evden bahsediyoruz, hem 15 yaşındaydım..." dediğimde babam gözlerini kısarak bana baktı.

 

"Tamam, 16..." dedim gözlerimi kaçırarak ancak babam bana aynı şekilde bakmaya devam ediyordu.

 

"17..." dedim sıkıntılı bir nefes vererek. Ancak babam hâlâ ikna olmuş gibi değildi.

 

"İyi be, 19!" dedim pes ederek.

 

"Senden bahsetmiyorum bile..." dedi ardından babam Can'a dönerek. O ne yapmıştı acaba?

 

"Sizi kendinize emanet edemezken bir de çocuk hiç emanet edilmez."

 

Babam Selma ve Hilal için hastanede koku olmamasını da düşünerek kaşarlı pide yaptırtmıştı ve biz Miraç'ın arabasına binerken babam da kendi arabasına binmiş ve uzaklaşmıştı.

 

Hâlâ gereği olmadığını düşünüyordum. Yan evdi! Yan!

 

"Anahtarın var değil mi?" dedim arkamı dönüp Can'a bakarak. Tabii ki önde oturuyordum.

 

"Yok..." dediğinde Can ona tip tip bakmak zorunda kalmıştım.

 

"Nasıl anahtarın olmaz?" diye söylendim ister istemez.

 

"Ne bileyim, hep evde birileri oluyordu!" dedi Can da.

 

Sıkıntılı bir nefes verirken Miraç bana yan bir bakış attı.

 

"Anahtar olsa da bir şey değişmez. Amirim sizi bana emanet etmişken kalamazsın orada."

 

Oldukça net ve robot gibi söylemişti. Duygudan kesinlikle yoksun bir insandı.

 

Miraç'a ters bir bakış attım.

 

"Kıyafet alacaktım!"

 

Hayır, kıyafet alma bahanesiyle odaya çıkıp kendimi odaya kilitleyecektim. Gelsin de çıkarsındı.

 

"Feride'den giyinirsin bir şeyler..." dedi Miraç bana inanmadığını alenen belli eden bir bakış atmayı da ihmal etmeden.

 

Ardından da beni şöyle baştan aşağı bir süzmüş ve derin bir nefes alarak önüne dönmüştü.

 

Ben de sıkıntılı bir nefes vererek başımı arkaya attım.

 

Uyumamak için arada kendimi cimciklerken neyse ki çok geçmeden gelebilmiştik.

 

Saat gece yarısı olmalıydı. Ve hatta geçmiş de olabilirdi. Uzun süredir telefonuma bakmamıştım.

 

Arabadan indiğimizde mecburen Miraç'ın peşinden ilerledim.

 

Şu an tek istediğim biraz uykuydu.

 

Miraç anahtarıyla kapıyı açtığında minik hızlı adımlar duymuştuk.

 

Bizi Elif karşılarken hemen ardında da Feride vardı.

 

"Annemler nerede?" dedi Elif hızla.

 

"Biraz baş başa kalacaklarmış..." dedi Miraç, Elif'in boyuna eğilip gülümseyerek.

 

"Ben dedemlerle mi kalacağım?" dedi sanki normalde de kalmıyormuş gibi.

 

"Topluca evden aforoz edildik..." dedim eğilip ayakkabılarımı çıkarırken.

 

Miraç omzunun gerisinden bana ters bir bakış attıktan sonra tekrar Elif'e döndü.

 

"Onların da minik bir işi varmış, geç gelecekler. Ben de dedim ki burada kalın. Hem Arda'yla oynar, sıkılmazsın..."

 

Elif kıkırdadı.

 

"Arda uyudu bile hayatım..."

 

Miraç, bir şey demeden ayakkabılarını çıkarttı ve doğruldu.

 

"Sen niye uyumadın?" diye sorduğunda Elif yalnızca omuzlarını indirip kaldırmakla yetindi ve bana döndü.

 

"Aforoz ne?" dediğinde ister istemez güldüm.

 

"Atılmak..." dediğimde kaşları çatıldı.

 

"Dedem de babam da beni evden atmaz!" dediğinde başımı gülerek iki yana salladım.

 

"Ama evet, seni ve amcamı atmış olabilirler!"

 

"Allah Allah!" dedik Can'la aynı anda ve bu oldukça rahatsız ediciydi.

 

Miraç, Feride'ye döndü.

 

"Arda salonda mı?" dediğinde Feride başıyla onayladı.

 

"Kızlar senin odanda kalsın, sen Arda'nın odasına geç, Arda yanımda uyur, Can'a da salonda yer ayarlayalım."

 

Elif, Can'a bir şeyler anlatarak salona girdiğinde Feride daha da yaklaştı.

 

"Ali abi iyi mi?"

 

Miraç kardeşini başıyla onaylarken bir kez daha bana döndü ve beni şöyle bir süzdü.

 

"Bala'ya da senden bir şeyler ayarla..." dediğinde Feride de bana dönmüş ve şöyle bir süzmüştü.

 

"Oha! Elbisen çok güzel! Ve sende de çok güzel durmuş!"

 

Kıkırdadım.

 

"Sen bir de ilk halini görseydin, Ali vurulacak günü buldu..!" dediğimde Miraç ben ve kardeşine ilk defa gördüğü bir canlı türü gibi bakıyordu.

 

"Hadi, Feride! Elif'in uyku saati çoktan geçmiş. Herkes de yorgun. Ben Arda'yı yatırıp geliyorum."

 

Feride bunun üzerine önce bana giyecek rahat bir şeyler vermiş ve Can için salonu hazırlamak üzere yanımızdan ayrılmıştı.

 

Verdiği gri eşofman ve beyaz tişörtü hızlıca giyindikten sonra elbisemi de özenle kenara koymuştum.

 

Makyajımı bulduğum bir ıslak mendille elimden geldiğince çıkartırken Elif gelmişti.

 

Doğrudan kendini yatağa bırakmadan evvel bir kaç sefer yatakta zıplamıştı.

 

"Seninle ilk kez birlikte uyuyacağız!" dedi ve bunun için heyecanlandığını anlayabiliyordum.

 

"Emin ol, bir daha benimle uyumak istemeyeceksin!" dedim kendimi yanına atarak.

 

Aslında dağınık yatan bir insan değildim ama biri bana temas edince ona tekme atıyormuşum. Asla hatırlamıyordum ama birlikte uyuduğum herkes aynı şeyden bahsediyordu.

 

Bence ağız birliği yaparak iftira atıyorlardı.

 

"Işığı ben kapatmayacağım!" dedi Elif örtünün altına girip bana poposunu dönerek.

 

Sinirli bir nefes koy verdim.

 

"Haspam!" diye söylenirken yataktan yattığım gibi kalkmış ve ışığı kapatmıştım mecburen.

 

Geri Elif'in yanına döndüğümde bir an örtünün içine girecek oldum ama sonra vazgeçerek üstüne yattım.

 

Eğer bana iftira atmıyorlarsa örtü tekmenin şiddetini azaltırdı.

 

Zaten yeterince yorgun olduğum için çok geçmeden gözlerim kendiliğinden kapanmıştı.

 

Hayal meyal üzerime bir şeyin örtüldüğünü ve tepemde dikilen silueti anımsıyordum.

 

Ve de burnuma dolan değişik ama güzel bir koku vardı, tanıdık bir koku...

 

*
Yorgun olmama rağmen gecenin dördünde uyanmıştım ve imkanı yok şimdi geri uyuyamazdım.

 

Yatakta doğrulurken göğsümden kayıp bacaklarıma düşen ince pikeyle duraksadım.

 

Yatağın içine girmediğimi çok net bir şekilde hatırlıyordum.

 

Hızla yatağı kontrol ettim. İçinde değildim. Sanırım Feride örtmüştü.

 

Örtüyü üzerimden tamamen atarak bacaklarımı yataktan sarkıttım.

 

Omzumun gerisinden Elif'e baktığımda yüz üstü bir şekilde yüzünü bana doğru dönmüş uyuduğunu gördüm.

 

O da yorulmuştu ve içten içe Miraç'ın yalanına inanmadığının farkındaydım.

 

Yataktan kalktım ve çıplak ayaklarımla cama ilerledim. Önce perdeyi ardından da pencereyi açtım ve derin bir nefes aldım.

 

"Uyuyamadın mı?"

 

Duyduğum sesle irkilerek soluma döndüm. Solumda, çıkıntıdan dolayı benden bir adım geride kalıyordu ve balkondaydı.

 

Balkonda dikiliyor ve karşı balkona, balkonuma, bakıyordu.

 

Aniden bana döndüğünde gözlerimiz kesişti.

 

Gözlerimi kaçırarak ben de balkonuma baktım. Çiçeklerimi biraz ihmal etmiştim.

 

"Yerimi yadırgadım sanırım..." dedim ancak öyle yer yadırgayan biri değildim. Dümdüz beton zeminde bile uyuyabilirdim. Neden uyandığımı ise bilmiyordum ama maalesef ki tekrar uyuyamayacağımın farkındaydım.

 

"Ne çiçekleri onlar?" dedi o da bakışlarını çiçeklerimin üzerinde gezdirerek.

 

Yüzümde belli belirsiz bir gülümseme oluştu.

 

"Begonya... Annem begonya gibi kokardı. Begonyaların kokusunu seviyorum."

 

Bunları neden ona söylediğimi bilmiyordum. Yalnızca söylüyordum.

 

"Annenin kokusunu çalmışsın desene..." dediğinde şaşkınlıkla ona döndüm ancak o bana bakmıyordu.

 

Annem gibi koktuğumu daha önce babamdan da duymuştum ancak bu bilimsel olarak mümkün değildi.

 

İnsan kendi kokusunu alamazdı ve annemle aynı kokuyorsak nasıl annemin kokusunu alabilirdim ki?

 

Hem kokumu ne ara almıştı da, ne ara balkonumdaki çiçeklerle bağdaştırmıştı.

 

"Eğer yan yana olsaydık can sıkıntısından sana yürürdüm..." dedim kıkırdayarak.

 

Şu an gözümde son derece yakışıklıydı ve bilmiyordum... Sanırım iflah olmazdım ve nerede öküzü, nerede duygusuzu, nerede şerefsizi varsa onu bulurdum.

 

Gerçi Miraç'a şerefsiz diyebileceğim bir davranışını henüz görmemiştim.

 

Hafifçe öksürdüğünde minik bir kahkaha attım.

 

"Daha geçen gün abi diyordun?" dedi sorarcasına, kaşları da çatılmıştı.

 

"Keşke demeseymişim..." dedim iç çekerek.

 

"Lazım oldu..." diye de devam ettiğimde bana ters bir bakış attı ve başını onaylamazcasına iki yana salladı.

 

"İçeri gir ve uyu Bala!"

 

Başımı geri atarak "Cık!" dedim.

 

"Uyuyamam, hem misafire emir verilmez!" dedim azarlarcasına.

 

Ardından ellerimi pencere pervazlarına yaslayarak başımı olabildiğince yukarı kaldırdım.

 

"Begonyalar hayalperestliği simgeler biliyor musun?" dedim duruşumu bozmadan.

 

"Aman aman hayalperest olduğum söylenemez ama bence bir çiçeğe verilebilecek en güzel anlamlardan biri. Biz ne anlamda olmasını istersek ne anlama gelmesini hayal edersek o anlama gelir bence."

 

"Sen ne anlama gelmesini isterdin?" dedi biraz önce içeri gir diyen o değilmiş gibi.

 

Dudaklarımı bilmem dercesine büzdüm.

 

"Birçok şey... Bazen yalnızlık olmalarını istiyorum, yalnızlığımı paylaşsınlar diye, bazen arkadaşlık, dostluk olmalarını istiyorum beni dinlesinler diye, bazen hiçbir anlam taşımamalarını istiyorum, o an hangi ruh halinde olursam kısaca..."

 

Ona döndüğümde begonyalara bakarak gülümsediğini gördüm.

 

"Gülebildiğini görmek güzel, keşke daha sık gülsen. Çok güzel gülüyorsun..." dediğimde kaşlarını çatarak bana döndü.

 

"Bana yürüme, Bala!"

 

Onu asla takmadan şirince gülümsedim.

 

"Yanına gelebilir miyim? Pencere kesmiyor beni..." dedim durduğu balkonu işaret ederek.

 

"Hayır!" dedi bir saniye bile düşünmeden.

 

Gülümsemem silinirken göz devirerek önüme döndüm.

 

Hayvan herif! İnsan en azından yumuşatarak söyler! Ne bileyim? Uyuyacağım falan der!

 

"Yani..." dedi ve yutkunduğunu duydum. Bunun üzerine tekrar bakışlarım onu buldu.

 

"Bana emanet olmadığın bir gün olabilir. Tabii senin balkonun kadar güzel değil ama..." dediğinde asıl derdini anlamıştım.

 

Gerçekten ağır abiydi.

 

Bir dakika! Açık açık yeşil ışık mı yakmıştı o?

 

"Babama rağmen?" dedim dehşetle. Bir polisle ya da bir askerle flörtleştiğimde babamın ya da dayımın adını duyunca topukluyorlardı ve Miraç'tan da böyle bir şey beklemiyordum sanırım.

 

Benim ona yürümemi Elif'in ona yürümesi gibi düşüneceğini düşünerek bunca zaman yürümemiştim. Denemeye tenezzül bile etmemiştim.

 

"Babanın amirim olması umurumda değil... Sadece şu an bana emanetsin ve seninle bu şekilde konuşuyor olmak bile beni rahatsız ediyor..!" dedi çatık kaşlarıyla homurdanırcasına.

 

Küçük bir kahkaha attım.

 

"Peki, ağır abi! Kendin kaşındın. Sana emanet olmadığım bir zamanda başına fena saracağım..."

 

Bana dönmeden güldü hafifçe. Hatta bir an hayal gördüğümü düşündüm ancak sesli gülmüştü.

 

"Sabırsızlıkla bekliyor olacağım..."

 

Ben de ister istemez gülerken buldum kendimi.

 

"Biliyor musun?" dedim. Sanırım bu gece çok konuşasım vardı.

 

"Hayatımda aldığım en iyi iltifat oğlundandı. Umarım oğlun sana çekmiştir."

 

"Arda sana iltifat mı etti?" dedi şaşkınlıkla.

 

Kıkırdadım.

 

"Elif gibi babasına ayrı oğluna ayrı yürümüyorum, rahat ol!" dediğimde içimi kıpır kıpır eden bir kahkaha bırakmıştı geceye.

 

"Arda utangaç bir çocuk, o yüzden demiştim..." dediğinde suratımda hâlâ bir gülümseme vardı.

 

"Tam iltifat amacı taşıyarak söylemedi sanırım ama eğer saçlarım uzun olsaymış, Elif'in büyüyünce bana benzemesini istermiş. Sevdiği kızın bana benzemesini istedi! Daha iyisini duyacağımı hiç sanmıyorum..."

 

Boğazını hafifçe temizledi.

 

"Arda'nınkini geçer mi bilmiyorum ama gözlerin çok güzel. Ne düşünüyorsan, ne hissediyorsan gözlerinden okuyabiliyorum..."

 

Gülümsemem büyüdü ancak aşırı pislik yapasım vardı.

 

"Cık!" diyerek başımı geriye attım.

 

"Geçemedi! Oğlundan öğrenmen gereken çok şey var."

 

Miraç bir kez daha gülümsedi ve belki de onu ilk defa bu kadar çok gülerken, bu kadar çok duygulu bir şekilde görüyordum.

 

Yavaş yavaş yükselen güneşi gördüğümde Miraç'a döndüm.

 

"Sanırım uyumayı deneyeceğim, yoksa yarın zombi gibi gezeceğim etrafta..."

 

"İyi geceler, üzerini örtmeyi unutma..." dediğinde içeri girecekken duraksadım.

 

Üzerimi o mu örtmüştü?

 

"İyi geceler..." dedim üzerinde durmayarak ve camı kapatarak kendimi yatağa bıraktım.

 

Elif hâlâ uyuyordu, oda çok sessizdi ve ben kalp atışlarımı duyabiliyordum.

 

Ondan ne zamandan beri bu kadar etkileniyordum?

 

Derin bir nefes alırken üzerimi örterken buldum kendimi.

 

Çok garip hissediyordum... Tarif edemeyeceğim bir gariplik... Kelime dağarcığımın yetmeyeceği bir gariplik...

*

 

Ne kadar uyumayı denersem deneyeyim uyuyamamıştım ve ben de bunun üzerine dizi izlemiştim makul bir saat olana kadar.

 

Eğer misafirlikte olmasak çıkıp koşu yapar ya da yogamı yapardım.

 

Aslında yoga yapabilirdim ama terlerdim ve duşa giremezdim burada.

 

Ayrıca evin anahtarı yoktu ve benim dün üzerimden çıkarttığım elbise dışında kıyafetim yoktu.

 

Sanırım bugün bir miktar Feride'den geçinecektim.

 

Artık makul bir saat olduğuna karar verdiğimde ve de aşağıdan tıkırtılar duymaya başladığımda yataktan kalkarak banyoya girmiş ve elimi yüzümü güzelce yıkamıştım.

 

Aşağı indiğimde tıkırtıların geldiği mutfağa ilerledim.

 

Bahçeden konuşma sesleri duyduğumda mutfak kapısından geçip çıkacaktım ancak konuşulan konunun ben olduğumu anladığımda duraksadım.

 

"Annesi gibi... Yollu bu da!"

 

Sinirle gülümserken yabancı bir ses de işittim.

 

"Ay, gördüm dün. Giyinmiş, süslenmiş, orasını burasını açmış bir yere gidiyordu. Bir de kırmızı kırmızı..!" dedi ve ayıplarcasına sesler çıkardı.

 

"Metresin kızı işte..." diyen Miraç'ın annesiyle sabrımın sonuna gelmiş bulunuyordum an itibariyle.

 

"Bir de gece burada kaldılar, Allah var Elif'i, Can'ı kendi evlatlarımdan ayırmam ama evlerden ırak..." dedi ve sanırım elini tahta bir şeye vurdu.

 

Derin bir nefes alarak gülümsedim ve kapıdan bahçeye yanlarına geçtim.

 

Beni önce fark eden yabancı kadın konuşmak için ağzını açmışken öylece kalakaldı.

 

"Merhaba!" dedim sahte bir sevecenlikle.

 

Ve kadına elimi uzattım.

 

"Ben metresin kızı..!" dediğimde ikisi de birbirine kaçamak birer bakış atmışlardı.

 

Kadın ne yapacağını bilemezcesine Derya'dan , Miraç'ın annesinden, yardım istercesine bakıyordu.

 

"A, tabii!" dedim elimi indirerek.

 

"Siz zaten beni tanıyorsunuz. Hatta o kadar iyi tanıyorsunuz ki arkamdan diğer insanlara da tanıtıyorsunuz!"

 

"Tatlım..." demişti ki Derya yüzümü buruşturdum ve başımı iki yana salladım.

 

"O metres dediğiniz kadın metres falan değil. Ayrıca sizden bin kat daha onurlu, gururlu ve saygılı... Üstelik sizin gibi insanların arkasından konuşup yüzlerine gülerek iki yüzlülük de yapmıyordu!"

 

Gözlerimin dolduğunu hissettiğimde ayağımdaki ev terliklerini ve üzerimdeki bana ait olmayan kıyafetleri umursamadan o evden çıktım.

 

Buradan uzaklara gitmek istiyordum ancak ne üzerim müsaitti ne de telefonumu bile almamıştım.

 

O yüzden mecburen yan evin bahçesine girdim ve anahtarım olmadığı için arkayı dolanarak bahçe koltuk takımının iki kişilik büyük koltuğuna bıraktım kendimi.

 

Bu hiçbir zaman bitmeyecekti değil mi? Her zaman metresin kızı olarak kalacaktım?

 

Keşke annem gerçekten babamın evli olduğunu bilerek onunla olsaymış. O zaman en azından bütün bu söylenen çirkin şeyleri hak ederdi ve ben de bunları boşu boşuna duymuyor olurdum.

 

Burada tek başıma oturmuş ve boşu boşuna ağlamıyor olurdum.

Loading...
0%