@__kao__
|
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. İyi okumalar... * Rahatlamış bir nefes duyduğumda burnumu çekerek gelene baktım. Miraç gelmişti ve şu an o da dahil kimseyi görmek istemiyordum. Yine de üzerindeki lacivert tişört ona yakışmıştı. "Ne yapıyorsun burada Bala? Gittin sandım. Üstelik telefonunu bile almamışsın!" Azarlarcasına konuşmasıyla yattığım yerden kalkma zahmeti göstermediğim gibi bir de ona arkamı döndüm ve gözlerimi kapattım. Ardından bana yaklaşan adım seslerini duydum. "Annem ne dedi sana? Ne dedi de ağladın sen?" Şu an ağlamıyordum ve ağlamayı bırakalı yaklaşık yarım saat falan olmuştu. Nasıl anladığı hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. Hemen yanımda diz çöktüğünü, ardından da elini omzumda hissettim. "Söyle bana!" "Sadece yalnız kalmak istiyorum!" diye çıkıştım. "Defol!" diye de devam ettim. Ayıp oluyorsa da olsundu. Annesinin bana yaptığına sayabilirdi. Sıkıntılı bir nefes verdiğini işittim. "Burada böyle kalamazsın, yalnız hiç kalamazsın..." dediğinde herhangi bir tepki vermedim. Bal gibi de kalırdım. "Bak..." dedi bir çocuğu ikna etmek ister gibi bir yumuşaklıkla. "Ali vurulunca adamı elimizden kaçırdık, şu an saatli bomba gibi etrafta dolanıyor. Köşeye sıkıştı ve kendiyle birlikte götürebildiği kadar çok şey götürmek istiyor. Yalnız kalamazsın!" dedi bir kez daha dikte edercesine ve bununla birlikte hem neden Miraç'larda kaldığımızı anlamış hem de eş zamanlı olarak tırnağım ve omzum sızlamıştı. Pes ederek yattığım yerden doğruldum ve çirkin yansımamı görebildiğim gözlerine baktım. "O eve dönmem!" dedim sertçe de. Onunla birlikte karakola gidip bir köşede oturabilirdim de ama asla o eve dönemezdim. 'Peki!' dercesine başını küçük bir açıyla eğdi ve bana işaret parmağını kaldırarak bir dakika işareti yaptı. "Geliyorum hemen..." dedikten sonra bahçe kapısına doğru ilerlemişti. Umursamadan tekrar koltuğa uzandım ve hemen tepemdeki ağacın yapraklarını saymaya başladım. 307'ye gelmiştim ki Miraç elinde telefonum ve minik çantamla geldi. Bari elbisemi de getirseydi. O elbiseyi çok severek almıştım. "Elbisem?" dedim sorarcasına. Elime telefonumu ve çantamı verirken başını iki yana salladı. "Ceketime say!" Kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken başıyla sağ tarafını yani soldaki evi işaret etti. "Hadi!" dedi ardından da. "Buranın anahtarı yok ama Ali'lerde kalabilirsin. Çocuklar daha uyanmadı ama uyanınca Feride ve çocuklar da yanına gelir." Benim takıldığım yer ise çok başkaydı. Mecburen peşinden ilerlerken "Ben ceketini giydim ama! Eğer o elbiseyi giymek gibi bir planın yoksa onu da gidip getir lütfen!" dediğimde benden bir kaç adım öndeyken durmuş ve omzunun gerisinden ters bir bakış atmıştı. Elbiseyle birlikte anılmak ağır abiliğine zeval getirmişti sanırım. "Peki sende kalabilir..." diye mırıldanmak zorunda kaldım bunun üzerine ve tekrar yürümeye başladık. Evin önüne geldiğimizde bir an tereddüde düştüm. "Haberleri yok! Dışarda olmayı seviyorum zaten..." demiştim ki Miraç çoktan kapıyı açarak geçmem için bir adım geri çekilmişti. Ben tereddütlü bir adım attığımda içeri doğru "Yabancının değil, abinin evi! Rahat ol!" dedi dikte edercesine. Ben ise içeri girsem de başımı iki yana salladım. "Ali hiçbir şeyim değil!" dedim ona kızarcasına. Miraç derin bir nefes alsa da bu konu özelinden başka bir şey söylemedi. "Ali için rahat birkaç bir şey getirmemi istedi Hilal. Ben odalarına girmeyeyim. Sen küçük bir çanta hazırlayabilir misin? Hilal'e de kıyafet koy, o da biraz daha kalacak gibi." Sorudan emire geçmişti. Miraç'ın kibar kalabilme süresi gerçekten göz yaşartıcıydı. Ona yalnızca biraz dik dik bakmış ve bir şey demeden odalarının yukarda olduğunu var sayarak üst kata ilerlemiştim. İlk denediğim oda Elif'in odasıydı ve beni şaşırtarak tamamen yeşille bezeliydi. Oda bir ormana benzetilmeye çalışılmıştı ve itiraf etmeliydim ki güzeldi. Neyse ki ikincide odalarını bulabilmiştim. İlk işim Ali'ye çanta hazırlamak yerine üzerimdeki pijamalardan kurtularak Hilal'in kot pantolonlarından birini ve kırmızı bir tişörtünü geçirmek olmuştu üzerime. Umarım ki bunu sorun etmezdi. Bulduğum minik bir sırt çantasına önce hazır Hilal'in tarafını bulmuşken bir eşofman altı, bir kot pantolon ve iki de tişört atmıştım. Pantolonu hastanede eşofman giyip giymeyeceğine emin olamadığım için koymuştum. İç çamaşırı da koymalı mıydım? Rastgele bir çekmeceyi açtığımda karşıma çıkan gecelikleri asla Hilal'den beklemezdim. Öpüşürken yakaladığım için kızarıp bozaran kız bunları mı giyiyordu? Pekâlâ... Elimde kalan kırmızı, oldukça açık ve dantelli olan geceliği tekrar yerine tıkıştırarak çekmeceyi kapattım. Sonra da çantaya ihtiyaçları olabileceğini düşündüğüm ve bulabildiğim her şeyi atmaya başlamıştım. Hilal orada bu süslü tokayı ne yapacaktı bilmiyordum ama belki kullanırdı. Çünkü çok hoşuma gitmişti. Kelebekli, üzerinde minik taşları olan, büyük bir tokaydı. Ve umarım can sıkıntısından, içine attığım makyaj malzemelerini de kullanırdı çünkü makyajlı halini aşırı merak ediyordum. Odayı da bir miktar dağıtmıştım ama burada onlar için uğraşıyordum en nihayetinde. Umarım ki bunu da sorun etmezlerdi... Ayrıca çanta nedensizce çok ağır olmuştu. Bu kadar ağır olacağı bir şey de koymamıştım oysaki. Zar zor kaldırıp aşağı ilerlerken koltukta oturmuş beni bekleyen Miraç bir bacağını hızlı hızlı sallıyordu. Beni gördüğünde hızla ayaklandı. "Nihayet..." diye de homurdandı. Çantayı elimden aldığında kaşları çatıldı. "Ne koydun bunun içine?" dedi dehşetle de. O kadar da ağır değildi. Tamam ağırdı ama şu an kaslarından utanması gerekiyordu. En nihayetinde ben kaldırabilmiştim. "Sadece ihtiyacı olabilecek şeyleri..." dedim omzumu silkerek ve genişçe gülümsedim. Miraç sorgulamak istememiş belki de sorgulamaya korkmuş olacak ki başını yavaşça iki yana salladı. "Kapıda iki ayrı ekip aracı var. Biri buranın önünde, diğeri bizim evin. Eğer bir şeye ihtiyacınız olursa dışarı çıkmayın asla. Kapıdaki polislerden isteyin. Onlar sizi tanıyor. Evden çıkar çıkmaz yanınıza gelirler zaten. Ayrıca dediğim gibi Feride, çocuklar uyanınca onlarla birlikte buraya gelecek. Yalnız kalmak yok!" Mecburen onu başımla onayladım ve şirince gülümsedim. "Hâlâ sana emanet miyim?" diye sorduğumda kaşları anlık olarak çatıldı ama hemen ardından ifadesi yumuşadı. Yine de öyle olmalıydım ki bana cevap verme zahmetine girmeden arkasını döndü ve çıktı evden. Ben de koskoca evde yalnız kaldım. O an fark ettiğim şeyle hemen yanımdaki duvarı elledim. Gerçekti. Gerçekten Ali'lerin bir evi varmış! Vay be! Yine de emin olamayarak tek tek tüm odaları gezdim. Etrafta onlara ait fotoğraflar olmasa bu evin onların olduğuna inanmazdım. Üstelik şaşırtıcı bir şekilde evde yemek yemeseler de dolap boş değildi. Kendime iki yumurta kırmıştım, yemiştim ve bulaşıkları makineye atmıştım ki zil çaldı. Delikten baktığımda Feride ve çocukları gördüm. Kapıyı açtığımda Elif ve Arda bir ucundan birinin diğer ucundan diğerinin tuttuğu çilek dolu poşeti bana doğru kaldırdılar ve gülümsediler aynı anda. "Çilekli kek yapabilir miyiz? O gün yaptığımız çok güzeldi." dedi Elif. "Evet, ben daha önce isteyecektim ama babam ayıp olacağını söyledi." dedi Arda da. Omzumu indirip kaldırdım ve onlara herhangi bir cevap verme zahmetine girmeden arkamı döndüm. "Hey!" dedi Elif ve ona dönmeme neden oldu. Ardından da küskünce kollarını birleştirdi. "Annem ve babam yok! Benden şu an sen sorumlusun! Oturur ağlarım, susturamazsın beni!" diye de tehdit ettiğinde kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. "Git amcan baksın! Ayrıca istediğin kadar ağlayabilirsin!" dedim sertçe. Elif ağladı ağlayacak bir şekilde gerçekten dudaklarını büzdü. "Amcam dershaneye gitti. Ve bana yalan söylüyorsunuz! Bir çilekli kek istiyorum, onu da çok görüyorsun!" diyerek gerçekten oturup ağlamaya başladığında şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. Arda bana ters bir bakış attı ve Elif'in yanına çöküp ona sıkıca sarıldı. Feride'yle göz göze geldiğimde eldeki bu dercesine çocukları göstermiş ve dudaklarını büzmüştü. "İyi Kardelen'i çağırayım o zaman!" dedim Elif'in Kardelen'i sevmediğini bilerek. Elif birden ağlamayı kesti ve bana baktı ıslak gözlerini kırpıştırarak. "Niye ki? Gelmesin o. Ne güzel beraber takılacağız! O olunca onunla konuşuyorsun hep!" dedi kaşlarını da çatarak. "Ağlamasan seninle takılabilirdik..." dedim maalesef dercesine ellerimi açarak ve arka cebimden telefona uzandım ki Elif, Arda'nın kolları arasından sıyrılarak elimi yakaladı ve hızla göz yaşlarını sildi. "Tamam, ağlamıyorum! Ama gelmesin o!" Zaferle gülümsedim ve telefonu tekrar arka cebime koydum. "Ama çilekli kek yapalım lütfen..." dedi masum masum başını eğerek. "Evet, Bala abla lütfen!" dedi Arda da. Sanırım onlar da kazanmıştı. "Ellerinizi yıkayıp gelin!" dedim tersçe de. Bunun üzerine çilekli kek yapmaya girişmiştik ve Elif'e ihanet ederek Kardelen'i minik bir mesajla buraya çağırmıştım. Feride de iyi kızdı ama bize ortak konu bulabilecek biri gerekiyordu ve bu kişi tam olarak Kardelen'di. Ayrıca Elif kendine önce bir baksındı. Arda olunca o da dünyayı unutuyor, algıları yalnızca yakışıklı erkek görünce açılıyordu. İkizleri buraya çağırsam hayır demezdi asla. İkizlerle takılmayı da özlemiştim. Kekleri fırına yeni vermiştik ki kapı çaldı. "Kim geldi ki?" dedi Elif şaşkınlıkla ve üzerine çıktığı sandalyeden atladı. "Sen dur!" dedim Elif'e ve masada oturup bizi izleyen Feride'ye kısa bir bakış attıktan sonra kapıya ilerledim. Delikten baktığımda Kardelen'i görmemle gülümseyerek kapıyı açtım. Bir polis de az ilerde durmuş ve buraya bakıyordu, eli belindeki silahta bir şekilde. Sorun olmadığını belirtircesine gülümsemiş ve hızla Kardelen'i içeri çekmiştim. Birbirimize sıkıca sarıldıktan sonra doğrudan ayrılmış ve 40 yıldır geliyormuş gibi bir rahatlıkla çantasını vestiyere fırlatmış, ayakkabılarını da gelişi güzel çıkarmıştı. Ardından birden kolumu cimciklediğinde ufak bir çığlık attım. "Ne yapıyorsun be?" dedim çemkirerek de. "Grup senin Serkan ve Burcu'nun düğününe gitmenle çalkalanıyor! Mesajlarıma da dönmedin dünden beri!" En son Kardelen'i ona dedikodu var dedikten sonra sessize almıştım ve öyle de kalmıştı. Sabah yüz küsür mesajı görünce de okumaya üşenmiş ve doğrudan buraya çağırmıştım. Elif mutfaktan çıkıp Kardelen'i gördüğünde onu aldatmışım gibi bana hayal kırıklığıyla baktı. Dudaklarını ağladı ağlayacak büzdü ve tekrar mutfağa döndü yüzünü. "Arda! Hadi biz benim odamda oynayalım!" Sonra bana döndü ve yüzünü buruşturdu. "Haspamın zıttı!" dediğinde gülmemek için büyük bir mücadele vermek zorunda kalmıştım. Bu kıza hâlâ mı doğrusunu öğreten olmamıştı? Arda yanına ulaştığında Elif beklemeden yukarı ilerlemeye başlamıştı. Çocuklar yukarı çıktığında biz de Feride'yi de alarak salona geçmiştik. "Ya ben bunu diğerleri gibi elalemin dedikodularından mı öğrenecektim?" dedi Kardelen bana onu aldatmışım gibi davranarak. "Vazgeçirecektin!" dedim omuzlarımı indirip kaldırarak. "Olay ne tam olarak?" Kardelen bana attığı kısa bakışla benden izin aldıktan sonra Feride'ye döndü. "Bu mal! Onu aldatan eski sevgilisinin düğününe gitti! Pardon! Gitmiş!" Ona göz devirdiğimde Feride şaşkın gözlerle bana döndü. "Dün oradan mı geliyordun?" diye sorduğunda başımla onayladım onu. "Ayrıca beni aldatan eski sevgilimin değil, beni aldattığı yüzsüz arkadaşımın düğününe gittim..." diyerek Kardelen'i düzelttim ve seçmelerin olduğu gün gelip dediklerini yaptıklarını anlattım. "Ay, vallahi hak etmiş!" dedi Feride ayaklarını rahatça sehpaya uzatarak. "Beraber gidebilirdik!" dedi Kardelen hâlâ ona söylememiş olmama takılarak. "O Burcu'nun yüzünü görmeyi herkesten çok ben hak ediyordum. Tabii senden sonra..." "Bu arada sana davetiye geldi mi?" dedim aklıma takılanla. En nihayetinde Kardelen de onların arkadaşıydı. Kardelen benden gözlerini kaçırdığında geldiğini anlamıştım. "Cidden bana söylemedin mi?" "Üzülmeni istemedim zaten yeni dü-" Devamını getirmeden Feride'ye kısa bir bakış atmış ve lafı hızla çevirmişti. "Düşmüştün depresyon bataklığına. Daha fazla üzülmeni istemedim." "Söyleseydin, Burcu geldiğinde o kadar hazırlıksız yakalanmazdım!" dedim yarı sitemle. "Özür dilerim..!" diyerek öne eğilmiş ve çenesini dizime yaslayarak alttan alttan bana bakmaya başlamıştı. Bu beni güldürürken uzanıp yanağını öptüm. "Ben de özür dilerim, söylemeliydim ama Ali'nin vurulmasıydı falan derken..." Kardelen hızla doğruldu. "Ali mi vuruldu?" Başımla onayladım onu. "Keyfimden burada oturmuş çocuk bakıcılığı yapmıyorum!" dediğimde Kardelen başını onaylamazcasına iki yana salladı. "Bu şimdi mi söylenir geri zekalı?" dedi ve Feride'yi daha aklı başında bulmuş olacak ki ona döndü. "İyi mi bari?" "İyiymiş..." dedi Feride ve dayanamamış olacak ki güldü. Aklıma gelen keklerle hızla koltuktan fırladım. Neyse ki yanmadan yetişebilmiştim. İlk sıcağının çıkması için fırından çıkardım ve geri kızların yanına döndüm. Benim kısa yokluğumda ikisi de Hacettepe'de okuduklarını öğrenmiş olacaklar ki devasa bir Hacettepe dedikodusu dönmeye başladı. Neyse ki Kardelen sayesinde isimlere ve instagram sayesinde yüzlere aşinaydım da Fransız kalmıyordum. * "Ay, haspam!" dedim Elif'e yüzümü buruşturarak. Kardelen'i çağırdığım için bana hâlâ trip atıyordu. Önünden boş pizza kutusunu sertçe çekerek poşete koydum. Elif bana dil çıkarttığında onu görmezden gelmeyi seçerek etrafta son bir tur attı gözlerim. Başka çöp kalmamıştı. Poşeti doğrudan koltukta oturan Can'ın eline tutuşturdum. "Git at da gel!" dediğimde elindeki telefonu şaşkınlıkla yanına bıraktı. "Yorgunum!" diye sızlandığında sitemle, çemkirmeye hazır bir şekilde kaşlarım havalandı, elim belimi buldu ve ağzım hafifçe aralandı. Can hızla ayağa kalktı. "Tamam, atarım!" dedi ardından da ve dış kapıya ilerledi. Bunun üzerine zaferle gülümseyerek Can'ın kalktığı yere ben oturdum. Evi bir miktar dağıtmıştık ve babam arayıp eve geleceklerini söylediğinde mecburen biraz toparlamıştık evi. "Ellerine sağlık, Bala abla..." dedi Arda yanıma gelerek ellerini dizime koymuştu. Elif ne kadar cadıysa, Arda da bir o kadar tatlıydı. Yanaklarını işaret ve başparmağım arasında kıstırarak sertçe yanağını öptüm. "Afiyet olsun..." Arda utanarak hızla tekrar Elif'in yanına kaçmış ve keklerini yiyerek televizyon izlemeye geri dönmüştü. Elif bana ters bir bakış atmış, dil çıkarmış ve tekrar önüne dönerek hiç istifini bozmadan izlemeye devam etmişti. Elimde kalacaktı bu kız! Kardelen görmüş olacak ki kıkırdadı. "Niye bozuk bu sana?" dedi bir yandan da başını dizime koymuştu. "Seni çağırdığım için..." dedim dürüstçe. Feride de elindeki çaylarımızın olduğu tepsiyle geldiğinde ben yarı uzanır durduğum yerden hafifçe doğrulmuştum, mecburen Kardelen de dizimden kalkmıştı. Çayımdan bir yudum alırken Feride de kendi çayını alarak karşıdaki koltuğa oturmuştu. "Çok yoruldum..." diye sızlandı oda. Evi gereğinden fazla fazla dağıtmış olabilirdik. Neyse ki toplamıştık da. Kapı çaldığında Kardelen'e döndüm. "Sıra sende!" "Sıra mı vardı?" dedi Kardelen ayağa kalkarken. "Artık var..." dedim omuzlarımı indirip kaldırarak. Bana onaylamaz bir bakış atarak kapıya ilerledi. Çok geçmeden Can yerine Hilal'le döndüğünde biraz şaşırmıştım. Tek mi gelmişti? "Annecim..." dedi bizi doğrudan es geçip Elif'e ilerleyerek. Elif annesini gördüğünde hızla oturduğu yerden kalkmış ve sıkıca annesine sarılmıştı. "Babam nerede?" dedi Elif hızla. "Dedenlerde, hadi siz de geçin..." dedi Elif ve Arda'ya bakarak. Arda herhangi bir yorumda dahi bulunmadan ayaklanmış ve Elif'in sevincine ortak olarak onunla birlikte koşarak kapıya ilerlemişti. Çocuklar çıktıktan sonra Hilal şöyle bir salonunu inceledi. "O çantadan sonra doğrusu daha ağır hasar bekliyordum..!" dediğinde gözlerimi şaşkınlıkla kırpıştırdım. Kesinlikle benim Ali'ye katlanmak zorunda kalacağı için ona acıyarak ve onu düşünerek hazırladığım çantadan bahsediyor olamazdı. Çünkü bu büyük bir nankörlük olurdu. "Umarım kocanı orada bırakmayı düşünmüyorsundur..." dedim bunu da umarak. Ali zaten çekilmiyordu, hasta Ali hiç çekilmezdi. Hazır yerinden kalkamazken onsuz birkaç gün geçirmek oldukça güzel olurdu. "Annem bırakmadı vallahi, yemeği orada yiyormuşuz, oğlu sürekli gidip gelsin miymiş, ben orada bakamazmışım falan... Sanki yemek taşımak çok zormuş gibi..." dedi ve Hilal'i ilk defa bıkkın bir nefes verirken gördüm. "Allah herkesi kaynana gazabından korusun, şu kadını bile bıktırdıysa bize neler yapar?" dedi Feride ve ellerini yüzüne sürdü amin dercesine. Kardelen de ellerini yüzüne sürerken "Amin!" dedi. "Harbi ya! Tanıdığım hiçbir kaynana iyi değil! Buna kendi anneannem de dahil!" dedim ve Hilal'e bir kez de bunun için üzüldüm. "Kadın ölüp gitmiş hâlâ anneme adımı Laden koyduğu için kızıyor!" dedim gülerek ancak ondan sonra farkına vararak "Kızıyordu." diyerek kendimi düzelttim. "Laden kim?" dedi Hilal ilgiyle, yüzündeki buruk gülümsemeden aklımı annemden uzaklaştırmak istediğini anlamıştım. "Dayımın ilk ve tek aşkı... Kadın ta ben doğmadan önce ölmüş ama anneannem hâlâ ilk gün ki kadar nefret ediyor. Biraz hafif meşrep dedikleri tarzdanmış ama annem, teyzem ve tabii ki dayım kendisini çok seviyorlarmış." Kardelen kıkırdadı. "Desene: gerçekten de kimin ismini alırsan ona çekiyormuşsun..." Göz devirdim ama gülüyordum da. "Teşekkürler, aşk!" dedim ve ayaklandım. Eve gidip duş alıp, üzerimi değiştirmek istiyordum. "Evin anahtarı olmadığı için senin kıyafetlerinden giyinmek zorunda kaldım bu arada..." dedim Hilal'e dönerek ve üzerimdekileri işaret ettim. Ardından da Feride'ye döndüm. "Senin pijamaların da yukarda kaldı..." Ayaklandığımda Kardelen de benimle ayaklandı. "Ben de seninle geleyim, geçmiş olsun deyip giderim artık." Onu başımla onayladığımda Feride de ayaklanmıştı. Hepimiz topluca Hilal'e döndüğümüzde gülümsedi. "Siz geçin, ben hem bir duş alıp üzerimi değiştireceğim hem de Ali'ye de kıyafet alayım." Hilal'i evde bırakarak yan eve geçtik üçümüz de. Kardelen dediği gibi Ali'ye geçmiş olsun demiş, babamın onu bırakma teklifini ısrarla reddetmiş ve evden ayrılmıştı. Elif babasının dizinde yan bir şekilde oturuyordu. Ona tam olarak ne söylemişlerdi bilmiyordum ama pek de ikna olmuş gibi durmuyordu. "Biz de gidelim artık, bir şey olursa yan evdeyiz zaten..." dedi Miraç kucağındaki oğluyla birlikte hiç zorlanmadan kalkarak. Bunun üzerine yanımda oturan Feride de ayaklanmıştı. "Tekrar geçmiş olsun Ali abi..." dedi ve tüm sevecenliğiyle Ali'nin yanına giderek yanaklarından öptü ve Elif'in izin verdiği ölçüde kısaca sarıldı. "Sağ ol fıstık..." dedi Ali de gülümseyerek. Miraç'la da asla anlamlandıramadığım kısa bir bakışma yaşamışlardı ve bu oldukça garipti. "Geçmiş olsun, Ali abi." dedi Arda da babasının kucağından inme zahmetine girmeden el sallamıştı. "Sağ ol, koçum..." dedi Ali de gülümseyerek. Babam onları geçirmek için ayaklanırken Arda "İyi geceler, Elif..." diyerek ona aptal aptal gülümsemekle meşguldü. Ve ikisinin de babalarının kucağında olmaları çok komikti. "İyi geceler!" diye şakıdı Elif de, Arda'ya hitaben. Miraç'la kısa bir an göz göze geldiğimizde ben ona gülümsesem de o yalnızca hayal olduğunu düşündüğüm kadar hızlı bir şekilde bana göz kırpmış ve önüne dönmüştü. Onlar babamla birlikte kapıya giderken ben de ayaklandım. En acilinden bir duş ve iyi bir uykuya ihtiyacım vardı. Gece uyuyamamıştım asla. "Bana su getirsene..." diyen Ali'yle kaşlarımı havalandırarak ona döndüm. "Bana mı dedin?" dedim şaşkınlığımı fazla fazla belli ederek. Beni başıyla onaylarken Elif oldukça memnun bir şekilde başını koltuğun sırt koyma yerine atmış ve kıkırdıyordu. "Kalk kendin al!" dedim sertçe ve arkamı döndüm. Ancak " Vu- Hastayım ben vicdansız!" demesiyle durmuş ve derin nefes almıştım. Sanırım Elif'e hasta olduğunu söylemişlerdi. Ne yazık ki ne babam, ne Selma, ne Can ortalarda görünmüyordu. Kaderine terk etmişlerdi. "Bu sana elektrik, yol, su olarak dönecek..." dedim mutfağın yolunu tutarken. Hazır mutfağa gelmişken ben de bir bardak su içmiş ve ardından da Ali için bir bardak su alarak salona dönmüştüm. Suyu uzattığımda "Sağ ol..." dedi ve oldukça kasıtlı bir şekilde milim milim içmeye başladı. Sabırsızca ayağımı sallarken bardağı alıp kafasında kırma gibi hayaller kuruyordum. "Suyu alıp kafandan aşağı boşaltmamı istemiyorsan, hadi!" dedim tersçe daha bardağın yarısına bile gelmeyen Ali'ye. Bunun üzerine kalanını tek dikişte bitirmişti gıcık. "Çok susamışım, bir bardak daha getirsene." dediğinde kelimenin tam anlamıyla avaz avaz bağırabilirdim. Bu sırada neyse ki kapı çalmış ve bardağı kafasında kırmama gerek kalmamıştı. "Hah!" dedim elimle kapıyı işaret ederek. "Kim geldiyse ondan istersin yoksa adamların yarım bıraktığı işi ben tamamlayacağım..!" dedim dişlerimi sıkarak ancak gülümseyerek. Gidip kapıyı açtığımda karşımda babamı gördüm. Neden dışarı çıkmıştı onu da anlamamıştım ancak bardağı eline tutuşturdum. "Oğlun su istiyor!" dedikten hemen sonra da adımlarımı yukarı çevirmiş ve kendimi doğrudan banyoya atmıştım. * Sanki şimdi duş alacak, hazırlanacak ve ardından da bahçede annemin hazırladığı kahvaltıyı yiyecektim. Duştan çıkmış saçlarımı tararken telefonumun titrediğini hissettim ve tarağı bir kenara bırakarak telefonumu çıkardım cebimden. Anneannem arıyordu. "Efendim?" diyerek açtım telefonu. "Günaydın yavrumun yavrusu..." dedi anneannem tüm sevecenliğiyle ancak birazdan bir sebep bulup beni azarlayacağına emindim. "Günaydın, sultanım. Nasılsınız, neler yapıyorsunuz?" İçli bir nefes aldığında kendimi gelecek bombardımana hazırlamak için telefonu hoparlöre aldım ve makyaj masama bırakarak bir yandan da makyaj yapmaya başladım. Belli ki anneannem bayağı konuşacaktı. "Ne yapayım? Ne hayırlı bir çocuğum, ne hayırlı bir torunum var... Büyükbabanla bana kahvaltı hazırlayacaktım." Derin bir nefes aldım. Teyzemi de dayımı da yanlarına geldiği gibi kaçırtıyordu anneannem. Hatta annem bile bir yerden sonra anneannemin ha bire laf çarpmasına katlanamayarak pastaneyi bahane etmiş ve birkaç mahalle öteye taşınmıştık. Normalde hemen yanlarındaki evde oturuyorduk. "İnsanlar lafa toksa demek ki..." dedim ve der demez de pişman oldum. "Bana bak cadı! Ne biçim konuşuyorsun sen benimle! Zaten doğru düzgün geldiğin yok, ettiğin yok!" Daha iki gün önce anneannemlere uğramıştım, Burcu'nun hediyesini almak için ancak tabii ki gitmişken birkaç saat kalıp anneannemin gönlünü de görmüştüm. En azından ben öyle sanıyordum. "Hafta sonu gelirim anneanne..." dedim bıkkın bir nefes de koy vererek. Zaten dün de ders kaçırmıştım. Bugün de ekemezdim hiç. "İyi..!" dedi anneannem tripli tripli. "O hayırsız dayınla konuşursan söyle de arasın beni. Açmadı telefonlarımı." Rimel sürmeyi bırakırken gözlerim iri iri açıldı. "Yine bir kızsa beni hiç karıştırma anneanne!" dedim sitemle de. Adam 41 yaşına gelmişti hâlâ bıkmadan birilerini ayarlamaya çalışıyordu dayıma. Adam da haklı olarak bıkmıştı ve her bahsi açıldığında bir süre anneannemin aramalarına kayıtsız kalmakta bulmuştu çareyi. "Kız!" dedi sitemle anneannem. "Ya ben hiçbir çocuğumun mürüvvetini göremeyecek miyim?" diye de sitemle devam etti. Oysa annem Hakan abiyle çıkmaya başladığında tabiri caizse ağzına sıçmıştı annemin. Tabii o zaman ben de istemediğim için oldukça mutluydum ancak şimdi şimdi anneme yaptığım kötülüğün farkına varıyordum. "Başka bir şey demiyorsan kapatıyorum, okula gideceğim!" "Dur!" dedi birden. "Hani Neriman var ya..." dediğinde derin bir nefes aldım. "Evet, anneanne!" dedim bıkkın bir nefes vermemek için de zor dururken. "Onun bir oğlu var..." dediğinde bir an doğru duyup duymadığımı sorguladım. Dayım bitmiş bana mı sarmaya başlamıştı? "Kapatıyorum anneanne!" dedim sitemle. "Kapa, kapa..!" dedi aynı triple. Umursamadım ve harbi harbi kapadım telefonu. Ardından da diğer gözüme rimel sürmeye başladım ve yarım kalan makyajımı kısa sürede tamamladım. Bir görücü eksikti zaten! |
0% |