@__kao__
|
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. İyi okumalar... * Sabah evden kendimi zar zor atmıştım. Gerçekten Ali normalde de çekilmiyordu ancak yaralıyken hiç çekilmiyordu. Bugün programım bayağı bir doluydu. En nihayetinde derslerim bittiğinde kampüsün çimenlerinde oturarak soğuk kahvemi yudumlamış, Kardelen'le telefonla konuşmuştum bir yandan da. Eve gidemiyordum çünkü şimdi de tiyatro seçmelerinin ikinci kısmı vardı. Bu sabah Rana okulun sitesinde 2. seçmelere kalanların ismini paylaşmıştı ve bilerek son dakika atıyorduk. Yalnızca gerçekten isteyenler, önceliği tiyatro olanlar gelebilsin diye. Çok acayip bir mazeretleri yoksa sağlık gibi, anormal bir ailevi durum gibi kimsenin üçüncü bir şansı olmuyordu. "Ay!" dedi birden Rana gelip yanıma oturarak. "Ne oldu?" dedim. "Rüzgar yok bugün!" Ağzım ve gözlerim dehşetle aralandı. "Ne demek yok? Geç kalanları bile seçmeye almazken bizim jurimiz mi eksik!?" diye de devam ettim aynı dehşetle. Rana bana alttan ağlamaklı bir bakış attığında delirmek üzereydim. "Nerede o?" dedim sertçe. Elime geçerse Rüzgar'ı parçalayacaktım. "Annesi ameliyata alınmış, apandisi mi ne patlamış..." Tüm sinirim sönerken başımla onayladım. "Öyle desene be!" diye de çıkıştım Rana'ya. "Ne yapalım artık, erteleyelim. Haftaya bir gün kararlaştırıp yaparız." dediğimde Rana da beni başıyla onayladı ve bileğindeki saate baktı. "Herkes gelmiştir. Biz de gidelim de söyleyelim bari." Rana'dan önce ayaklandım ve kalkması için ona da elimi uzattım. Elimi tutarak kalktığında beraber hem konferans salonu hem de tiyatro salonu olarak kullanılan yere geldik. Bizim as kadro da bugün buradaydı ancak ilk seçmede olmadıkları için doğru bir değerlendirme olmazdı, yalnızca tek bir performansla değerlendiremezdik. Bu yüzden her türlü Rüzgar'ı bekleyecektik. As kadroya seçmeyi niye ertelediğimizi Rana açıklarken ben de diğer yeni adaylarımız için geçtiğimiz yıllarda sıkça aşındırdığım merdivenleri çıkarak sahnenin ortasına geçtim. Ortam mikrofonu çoktan kurulmuştu ve çok da bağırmama gerek yoktu neyse ki. "Seçmeleri jurilerimizden birinin bugün aramızda olamaması sebebiyle ertelemek durumundayız, yeni tarihi ve saati de okulun sitesinden duyururuz. Anlayışınız için teşekkür ederiz." Ortamı derin bir uğultu sarmış ve ardından da yavaş yavaş insanlar yerlerinden kalkarak çıkışa ilerlemişlerdi. Ben de sahneden inecekken hemen önümde bir çocuk belirdi. Yüzü tanıdıktı. Bir önceki seçmeden aşina olmalıydım. "Ben sırf bu seçme için hiç dersim olmamasına rağmen buradayım! Birileri geç bile kalsa almazken, duyuruları son dakikalarda yaparken bu yaptığınız saygısızlık!" Dikkatle çocuğu süzdüğümde bunun Rüzgar'ın son anda eklettirdiği beyaz tişörtlü çocuk olduğunu fark ettim. Şu an ise üzerinde lacivert polo yaka bir tişört vardı. "Şu an burada olmanın tek sebebi burada olmayan o juri!" dedim kollarımı birleştirirken. "O istedi diye 2. tura kaldın. Kendine güveniyorsan buyur!" dedim ve elimle sahneyi işaret ettim. "Senin seçmeni hemen şimdi yapalım ancak seçilemezsen bir daha izleyici olarak bile bu salona giremezsin!" dedim sertçe. Sanki benim suçummuş gibi çıkışması sinirlerimi bozmuştu. Çocuk alayla güldü ve arkasını dönerek kapıya doğru yürüdü. "Ne oldu, ne dedi?" dedi bu sırada yanıma gelen Rana. "Yaptığımız saygısızlıkmış!" dedim alayla. "Direkt çiz üzerini!" dedim ardından da. Ne olup bittiğini bile bilmeden sırf rahatını bozup buraya geldi diye kendini haklı görecekse burada yeri yoktu. Sebebini sorsa düzgünce, düzgünce bir açıklama istese bu hanesine bir artı olarak bile yazılırdı diğerleri gibi ne denirse doğrudan yapmadığı için. Ancak bu tavırla kendi kaybetmişti. "Ben Rüzgar'ın yanına gideceğim şimdi..." dedi Rana bir şey demeden. "Sen de gelecek misin?" Rana ve Rüzgar sevgiliydi. "Sen git, ben sabah dersten önce uğrarım yanına. Yine de geçmiş olsun dediğimi ilet lütfen..." Rana hızlıca beni öperken başıyla da onayladı. "Söylerim, görüşürüz..." Rana hızla çantasını kaptığı gibi çıkarken arkasından el salladım ve ben de çantamı bıraktığım as ekibin yanına ilerledim. Bir kaçı gitmiş olsa da çoğu buradaydı. Biraz onlarla takıldıktan sonra artık evin yolunu tutmuştum. Eve ulaştığımda kapıyı babam açtı ancak içerden duyduğum seslerle kendime lanet ettim. Tabii ki bugün insanlar geçmiş olsuna gelecekti. Bunu akıl edip Kardelen'de falan kalmalıydım. Tam arkamı dönüp gitmeyi planlıyordum ki babam aklımdan geçenleri anlamış gibi başıyla içeriyi işaret etti. Sıkıntılı bir nefes bırakırken spor ayakkabılarımı rastgele çıkardım ve çantamı da vestiyere fırlattım. Babamın peşinden salona geçtiğimde ben birkaç polis falan beklesem de bayağı bir aile gelmişti. Karşımda sabah seçmelerdeki densizi görmeyi ise asla ama asla beklemiyordum. Bana bu kadar misafir yetmişti. Arkamı döneyim derken Hilal elindeki çay dolu tepsiyle geldi. "Aa, hoş geldin... Annemlerle tanış." "Merhaba..!" diyerek onlara döndüm bunun üzerine. Hilal'in peşinden koşup gelen Elif de sabahki densizin kucağına çıkmıştı doğrudan. "Bak Bala! Dayım!" derken genişçe de gülümsüyordu. Aramızda böyle bir konuşma geçtiğini hatırladığımda gülümsedim istemsizce. Kesinlikle dayım bunu döverdi. "Canan..." dedi yaşlı olsa da bakımlı olan kadın ve gülümseyerek elimi sıktı. Ben de mecburen gülümserken hemen ardından da adamın elini sıktım. "Adnan..." dedi adam da babacan bir tavırla iki defa elimin üstüne vururken Varlıklı oldukları 100 metre öteden belli oluyordu. "Bala..." diyerek onlara da kendimi taktim ettiğimde sıra maalesef ki hatırladığım kadarıyla adı Barış olan çocuğa gelmişti. Ona elimi uzattığımda hiç istifini bozmadan oturmaya devam etti. Gülmeme engel olamazken dudaklarımı ıslattım kısaca ve elimi indirdim. "Ne o? Seçilmemenin yarası mı?" dedim geçip babamın yanındaki boşluğa otururken de. "Ortada bir seçme olsa, seçilmemiş olabilirdim!" diyerek bana laf çarptığında göz devirdim. Benim sorumlusu olmadığım bir şeyi tabii ki hiç de üzerime alınmayacaktım. "Tanışıyor musunuz?" dedi Hilal aramızdaki gerginliği fark etmiş ve bunu gidermek istercesine genişçe gülümsemişti. "Maalesef bugün o şerefe nail oldum..!" dedim abartılı kibar bir tavırla. "Bilmukabele..." dedi tavrımı taklit ederek. "Sevmedin mi dayımı?" dedi Elif bu en olmaması gereken şeymişçesine ve Barış'ın kucağından kalkarak yanıma geldi ve ellerini çıplak dizlerime yasladı. Yalnızca Elif'e gülümsemekle yetindiğimde burnunu kırıştırdı ve dayısına döndü. "Ne yaptın ki sen?" diye sorduğunda belki de ilk defa Elif'i gerçekten benimsediğimi hissettim. "Ben mi?" dedi Barış şaşkınlıkla. "Ben bir şey yapmadım, aksine o yaptı!" dedi sitemle ve yeğeninin kendisine cephe almaya hazır olması onu bozguna uğratmış gibiydi. "Bir şey yapmışsın ki seni sevmemiş!" dedi Elif kızarcasına. "Pışt!" dedi Ali ve kolunu kızına uzattı. Elif ona yaklaştığında da kendisine çekti ve başının üstüne minik bir öpücük koydu. İkili koltukta yarı oturur vaziyette uzanıyordu hâlâ. "Dayın ve halan anlaşamamış olabilir ama bu seni bağlamamalı. Biri halan biri dayın. Eğer ki dayın yapmışsa bir hata, öder bunun bedelini..." derken Barış'a yandan tehdit dolu bir bakış da yollamıştı. "Şu an mağdur olan benim!" diye sitemle çıkıştığında babam girdi bu kez araya. "Ne oldu? Neden anlaşamadınız çocuklar?" "Yok bir şey!" dedi Barış hoşnutsuzlukla. "Yokmuş bir şey!" dedim ben de Barış'a alayla gülümseyerek ve babama döndüm. "Eminim ki aralarındaki anlaşmazlık her neyse çözerler..." dedi Canan Hanım bana gülümseyerek. İlk bakışta bir miktar burnu havada gibi gelse de şu anki tavrı oldukça içten ve sıcakkanlıydı. Ayrıca nedendir bilinmez broşları yaşlı işi olarak düşünsem de kadını yaşlı göstermemiş ve hatta hoş bir hava katmıştı. Krem elbisesinin yakasında gümüş, üzerinde taşlar olan minimal bir broş vardı. Abartı değildi ancak hoş bir hava da kattığı bir gerçekti. Ayrıca annesi bu denli bakımlı bir kadınken Hilal'in bu kadar özensiz olması da garibime gitmişti. Tabii ki gündelik hayatında kendi tercihiydi ancak bir yere giderken bir rimel ve abartısız bir ruj dışında makyaj yaptığını da görmemiştim. Kesinlikle bir ara Hilal'i esir alıp makyaj yapacaktım. Hilal'in ailesi biraz daha oturduktan sonra son kez geçmiş olsun dileklerini ileterek, gitmişlerdi. Mutfağa su içmek için girdiğimde ise mutfakta gördüğüm yığın yığın meyveler çok korkunçtu. Herkes mi meyve getirmişti ve daha da önemlisi Ali'nin bu kadar seveni var mıydı? Odama çıkacakken kapının çalmasıyla ayağımı sertçe yere vurdum ve mecburen kapıya ilerledim. Babam en son yukarı çıkmıştı, Selma ve Hilal de salonu toparlıyordu. "Ben baktım!" diye seslendim. Hilal'i oldukça yorgun görmüştüm ve de bugün o kadar misafir olmuşsa göründüğünden yorgun olması da muhtemeldi. Siyah yırtmaçlı eteğime yapışan ipi yere atarken kapıya da ulaşmış ve de açmıştım. Karşımda gördüğüm bir dolu insanda ihtiyatla gezindi gözlerim. Kesinlikle bugün eve gelmemeliydim. Neyse ki bunların arasında yakışıklıları da vardı da o kadar da sıkıcı olmayacaktı. "Mustafa amirin evi değil mi?" dedi en öndeki sarışın ve diğerlerine nispeten genç duran. "Evet, buyurun!" derken hızlıca özensizce topuz yaptığım saçımdan kurtulan bir tutamı kulağımın arkasına kıstırmış ve de salonu işaret etmiştim. "Siz kim oluyordunuz?" dedi arkadaki kumral olan, ortalama bir boya ve bebek gibi bir yüze sahipti. "Amirimin kızı!" diyen sert sesle çocuğun çapkın gülümsemesi anbean silinmiş ve sertçe yutkunmuştu. Ben ise gördüğüm yüzle biraz önce çocuğun yüzündekine benzer çapkın bir gülümseme takındım. Hızla başıyla diğerlerinin arasından sıyrılan Miraç'a selam verdi. "Komiserim..." Ardından bana döndü ve aynı mesafeli baş selamını verdi. Ben ise artık alışık olduğum durumdan mütevellit bu durumdan daha çok keyif almış ve keyfiyle daha çok gülümsemiştim. "Tanıştığıma memnun oldum, bacım. Emre ben de..." dedi ve hızla daha önce gösterdiğim salona geçti. Arkadaşları arkasından bana çaktırmamaya çalışarak güldüğünde Miraç başıyla diğerlerine de içeri geçmesini işaret etti. Hepsi hızla içeri geçtiğinde Miraç'la baş başa kalmıştık. Beni baştan aşağı süzerken ben de kendimi şöyle bir süzme gereği duymuştum. Siyah çok da derin olmayan yırtmaçlı bir etek, üzerine de koyu gri, baskılı, crop bir tişört giymiştim. "Hoş geldin..." dedim genişçe gülümseyerek. "Hoş buldum..." dedi yumuşak ama aynı zamanda da ağır bir tonlamayla. "Bu hep oluyor mu?" dediğinde neyi kast ettiğini anlamamıştım. Ardından "Ne oluyor mu?" diyerek sorusuna soruyla karşılık verdim. "Böyle kendini bilmezler," dedi kaşlarını çatarak ve başıyla salonu işaret etti. "Çok oluyor mu?" İster istemez güldüm ve elimi 'Daha neler neler...' dercesine salladım. "Bu iyi olanıydı. Yolda yürürken korna çalan mı dersin, laf atan mı dersin, hatta level atlayıp üzerine araba mı süren dersin, bir yerde sülük gibi yapışıp hayırdan anlamayan mı dersin..." Ve maalesef ki bunları tek yaşayan ben değildim. Miraç'ın kaşları mümkünmüş gibi daha da çatılırken ister istemez gözüm Arda'yı aramıştı. Arda, Elif'le olma fırsatını mı tepmişti? "Arda yok mu?" diye sordum istemsizce de. "Anneannesinde..." dedi ve benim açık bıraktığım kapıyı o kapattı. Şaşırmıştım ancak neye şaşırdığımı bilmiyordum. Yani çocuk yumurtadan çıkmadığına göre bir annesi ve anne tarafından akrabaları da olacaktı. Acaba boşanmışlar mıydı, yoksa kadın ölmüş müydü? "Ben odamda olacağım, belki balkona daha yakından bakmak istersin..." dedim anlık olarak silinen gülümsememi tekrar yüzüme yerleştirirken. "Sence odana çıkar mıyım?" dedi tek kaşını kaldırarak. Tek kaşlarını kaldırabilen insanlar gerçekten var mıydı? Ve tabii ki babamlar evdeyken yukarda benimle olmak ağır abiliğine tersti ancak işin garibi ev boş olsa da bu sefer de boş diye gelmezdi muhtemelen. "Yarın..." dedi birden. "Dersin kaçta başlıyor?" Neden sorduğuna bir anlam veremezken "Öğleden sonra..." diyerek cevap verdim. Normalde sabah başlayacak olsa da Milli Mücadele Edebiyatı dersine giren hoca yurt dışına gittiği için ders yoktu. "Sabah 8'de hazır ol." dedi ve başka bir şey demeden salona girdi. "Peki..." diye mırıldandım her ne kadar duymasa da. Daha önce hiç böyle bir çıkma teklifi almamıştım ve normalde olsa böyle bir teklif üzerine ki bu bir teklif bile değildi, imkanı yok gitmezdim ancak ben iflah olmaz ve tutarsız bir insandım ve adama bu kadar yürüdükten sonra tabii ki biraz rötarlı bir şekilde gidecektim. Ve hemen Kardelen'i arayıp anlatmam gerekiyordu. Merdivenleri koşar adım çıkarak odama attım kendimi. * Sabah yoga yapmış, duşa girmiş ve üzerimdeki bornozla ne giyeceğime karar vermeye çalışıyordum. "Kot tişört gitmeyeceğim herhalde!" dedim Kardelen'in elindeki pantolona bakarak. Dün onu arayıp söylediğimde koşa koşa buraya gelmiş ve gece de burada benimle kalmıştı. "Hayır tabii ki ama daha ilk buluşmadan da fazla da abartmasak mı?" dedi o da benim baktığım elbiseyi elimden alıp gelişi güzel yatağa fırlatarak. "Ya ama ben her zaman etek, elbise giyiyorum. Şimdi pantolon mu giyeyim? Hem de bu sıcakta?" Pantolon yakıyordu ancak kalın bacaklarım sebebiyle şortu çok sevmediğim için yazları genellikle etek, elbiseyle geçiriyordum. "Şort giy bebeğim..." dedi ve kıyıda köşede kalmış şortlarıma el attı. "Hoşlanmadığımı biliyorsun!" diye çıkıştım. "Kalın bacakta daha güzel duruyor, sen kendin gözünde büyütüyorsun." "Büyütüyorsam da büyütüyorum!" dedim ve elinden aldığım krem şortu gelişi güzel fırlattım. "İlk buluşmada özgüvensiz olmamı mı istiyorsun?" dedim ağladı ağlayacak dudaklarımı da büzerek. Kardelen göz devirdi ve mecburen benimle birlikte etek ve elbiselerime bakmaya başladı. Alt alta tutup bana gösterdiği beyaz etek ve beyaz sıfır kol cropla yüzümü buruşturdum. "Kahvaltıdan sonra da nikah dairesine gidelim istersen?" Kardelen kıyafetleri yüzüme sinirle fırlattığında umursamadım ve ben de yatağıma fırlattım. En son renk renk çiçekli ve yırtmaçlı uzun eteğimde ve de üzerine askılı beyaz cropta karar kılmıştık. Kardelen geceden dalgalanması için ördüğümüz saçlarımı özenle açmış ve maşa yardımıyla perçemlerime de şekil vermişti. Ben de hızlıca hafif bir makyaj yapmıştım. Son olarak altın tonlarındaki çoklu kolyem ve halka küpelerimle de hazırdım. Bileğimin de çok boş kalmaması için beyaz kordonlu saatimi taktım. "Oldu mu?" dedim en son Kardelen'e dönerek. "Altına da kahverengi sandaletlerini giyer ve..." dedi ve dolabımdan aldığı bez çantayı bana uzattı. "Bununla da tamam." dedi ve genişçe gülümsedi. Ben de gülümserken dün kullandığım siyah çantamın içindekileri bez çantama aktardım hızlıca. Saate baktığımda sekiz buçuğu geçtiğini gördüm. Düşündüğümden bir miktar fazla bekletmiştim sanırım ama bana neydi? Öküz gibi "Saat 8'de hazır ol!" demeden önce düşünseydi. Kardelen'in dediği gibi kahverengi sandaletlerimi de elime aldım. "Sen şimdi mi çıkarsın, sonra mı?" dedim Kardelen'e dönerek. "Sizin gittiğinizi göreyim, ardınızdan çıkarım ben de..." dedi ve son kez saçlarımı düzeltti. "Gece bizdesin, ifadeni alacağım!" dedi peşin peşin ve gülmeme neden oldu. "Zaten sizdeyim. Dün görmedin mi? Misafirin biri gitti biri geldi. Hiç misafir falan kaldıramam." Ardından hızla Kardelen'in yanağına bir öpücük bıraktım. "Görüşürüz, aşk!" da dedikten sonra ona el sallayarak aşağı indim. "Kızım?" dedi babam, kapının önünde sandaletlerimi giyerken yanıma gelerek. Sorarcasına ona döndüğümde "Kahvaltı etmeyecek misin?" diye sordu. "Rüzgar'ın annesinin apandisi patlamış. Geçmiş olsuna yanına uğrayacağım, sonra da dersim var zaten. Kahvaltı edersem geç kalırım." dedim diğer teke geçerken. Ve evet yalan söylerken tereddüt etmeyenlerdendim. En nihayetinde herkes yalan söylerdi, ben herkesten biraz fazla söylüyordum yalnızca. Babam cüzdanını çıkardığında ve de kartını bana uzattığında durdum ve şaşkınlıkla ona döndüm. "Bu ne şimdi?" dedim ardından da. "Bu kadarının sana yettiğini düşünüyorum." dediğinde sıkıntılı bir nefes verdim ve ayağa kalktım. "Her canını sıktığımda tekrar alacaksan hiç verme baba!" dedim tersçe de ancak umarım ki verirdi çünkü alacağım şeyler birikmişti ve kazandığım parayı harcamaya kıyamıyordum. Hatta öyle ki normalde ortalama 3 günde harcayacağım parayı bir haftadır bitirememiştim. "Al..!" dedi babam yalnızca bir kez daha ve kartı bez çantanın içine attı doğrudan. "Benden habersizce il dışına çıkmadığın sürece buna gerek duymam bir kez daha!" dedi uyarırcasına da ancak umursamadan kapıya yöneldim ve "Geç kalıyorum!" dedim. Ardımdan kapıyı da çektim çünkü babamın beni izleyip Miraç'la görmesini istemezdim. Gerçi eğer aramızdaki bazı şeyler kesinleşirse Miraç'ın uzun süre bunu saklayacağını pek sanmıyordum ama ortada fol yokken yumurta yokken böyle bir şeye de gerek yoktu. Kapıda arabasına yaslanmış bir şekilde alenen bu evden birini bekleyen Miraç'ın tahmin ettiğim gibi herhangi birinden bir çekincesi yoktu ve hatta utanmasa gelip içerde bekleyebilecek rahatlığa sahipti kendileri. "Günaydın!" diye şakıdım neşeyle de gülerek. Beni ağır ağır süzdü ona yaklaşırken. "Günaydın..." dedi süzmesi bittiğinde başıyla da bana minik bir selam verdi ve şoför koltuğuna yöneldi. Ben de diğer tarafa yöneldim. "Saat 8 demiştik?" dedi sorarcasına kemerini bağlarken ve gözleriyle adeta benim de kemerimi takmamı emretti. "Sen demiştin ve bir şey dememe izin vermeden arkanı dönüp gitmiştin hatırladığım kadarıyla?" dedim ben de sorarcasına ve kemerimi bağladım. "Eyvallah!" dercesine başını eğmiş ve arabayı çalıştırmıştı. Ona attığım kaçamak bakışlar ve arkada onun niyeti olmadığını anladığımda açtığım radyo eşliğinde göl kenarı bir mekana gelmiştik. "Ben kahvaltı yaparız diye düşünmüştüm ama umarım kahvaltı yapmayı seviyorsundur..." dedi yeni aklına gelmiş gibi bir mekana bir de bana bakarak. Gülerken göz de devirdim. "Bunları tam olarak dün sorman gerekiyordu ama merak etme severim..." derken kemerimi çözüyordum. Bunun üzerine Miraç da herhangi bir şey demeden arabadan inmiş ve geçmem için bu sefer önceliği bana vermişti. Hemen çok yakınımda duruyor ancak bana asla temas etmiyordu ve bu ona daha çok yaklaşma hissiyatı yaratıyordu bende. Gölün güzelliğini görebileceğimiz cam kenarı bir masaya yönlendirdi bizi. Solumda kalan sandalyeye çantamı bırakırken sağdakine ,cam kenarındakine, de kendim oturdum ve Miraç da tam karşıma geçip oturdu. "Serpme kahvaltı uygun mu senin için?" diye sordu yanımıza garson gelirken. "Olur..." diye mırıldandım. Göldeki kuğular ilgimi çekmişti şu an tamamen. O kadar doğa gibi doğaydı ki burada hiç sıkılmadan günlerce kalabilirdim sanırım. "Menemen?" dedi bu sefer ve mecburen ona döndüm. "O da olur..." dedim ve genişçe gülümsedim. "Başka bir şey ister misiniz?" Garsonun sorusuyla Miraç bana dönmüş ve benim başımı iki yana sallamamla da "Yok koçum..!" diyerek garsonu yanımızdan yollamıştı ve en nihayetinde baş başa kalabilmiştik. "Ne zamandır?" diye sordum bunu fırsat bilerek. Bana anlamaz gözlerle baktığında ben söze devam ettim. "Yani ben sana bir gece camdan yürüdüm diye burada olmadığımızı düşünüyorum..." dedim açık açık. Miraç gibi birinin amirinin kızıyla sırf meraktan ya da sırf denemek için böyle bir buluşmaya gelmesini beklemiyordum. Aklıma arada sırada üzerimde yakaladığım bakışları geldi. Kesinlikle öncesi vardı. Beni dikkatle incelerken pek konuşmaya niyeti yok gibiydi. "İnan bana sabahtan akşama hiç susmadan anlatacak şeyler bulurum, konuşurum da ama en azından bir süre karşılıklı konuşmalıyız..." dedim derin bir nefes alarak. Mesela hemen şimdi TDK'nin yine canının sıkıldığından ve yaptığı değişikliklerden yakınabilirdim. Miraç gülerken başını iki yana salladı., "Söylediğimde vereceğin tepkiyi tahmin edemiyorum..." dedi bundan çekinircesine bir hali vardı ve bu çok tatlıydı. "Tahmin etmek yerine görmeye ne dersin?" dedim hızlıca. Gerçekten merak ediyordum. "İlk andan beri..." dedi ve donup kalmama neden oldu. "Duruşun, diğerlerine karşı ördüğün duvarlar, o duvarların indiği anlar... Dışarı karşı gösterdiğin şımarık kızdan fazlası var." Şaşkınlığımdan sıyrılmak için başımı iki yana salladım ve tekrar genişçe gülümsedim. "Ama o şımarık kız da benim ve Feride şımarıklıktan nefret ettiğini söylemişti?" dedim sorgulayarak. Daha yeni uzun sayılabilecek bir ilişkiden çıkmışken hiç toksik bir ilişki kaldıramazdım. Olmadığım biri gibi davranamazdım ve eğer beni değiştirmeye çalışacaksa hiç başlamasındı. "Gülü seven dikenine katlanırmış ki bence abarttıkları kadar şımarık da değilsin..." Tam olarak kim abartıyordu? Bu sırada garson kahvaltılıkları getirmiş ve bir şey söylememi engellemişti. Son olarak çaylarımızı da bıraktığında "Afiyet olsun..." diyerek yanımızdan ayrıldı. "Son senen, değil mi?" diye sordu ben tabağıma kahvaltılık bir şeyler alırken. "Evet..!" dedim bıkkınlığımı belli ederek bir iki tane domates eklerken. Ankara'da kalmamın tek sebebi okuldu zaten. Biter bitmez kesinlikle İstanbul'a gidecektim ki istemesem de gidecektim çünkü yayın evlerinin çoğu İstanbul'daydı ve ben editörlük istiyordum. "Sevmiyor musun bölümünü?" dedi bu kez de ilgiyle. "Yoğ seviyorum, Ankara basıyor bana. Bozkırın ortasına şehir kurmuşlar... Bir de doğrusu ilk tercihim değildi." "İlk tercihini sormaya korkuyorum!" dedi bunu doğrular bir ifadeyle de. "Tahmin et..!" dedim bundan büyük bir zevk alarak. Öne eğildi ve kollarını birbirine dolayarak masaya yasladı. Ardından da koyu kahve gözlerini kısarak dikkatle yüzümü inceledi. "Pilotaj!" dediğinde şaşkınlıkla geriye yaslandım. "Çok yakın, hatta doğru yani ama senin düşündüğün şekilde değil. MSÜ sınavına girdim. Kazandım da ama sağlık kontrolünde gözümü çizdirdiğim için elediler. Hava Harp Okulu ilk hedefimdi." dedim doğru bilmesinin de heyecanıyla hızlı hızlı konuşarak ve uzun zamandır bu hararetle kimseye bir şey anlatmadığımı fark ettim. Şaşkınlıkla arkasına yaslandı. "Dayın da askerdi değil mi?" Ağzıma zeytin atarken onu hızla başımla onayladım. "Ama sadece dayım değil. Anne tarafım yedi göbek asker. Hatta soy adımız bile yani annemlerin soy adı Öz-er. Kuşaklar boyu ailede asker olamamış tek erkek büyükbabam o da zaten giriyor ama eğitim sırasında geçirdiği kazadan sonra atılıyor." "Hava Harp sayısal, Türk Edebiyatı en iyi ihtimalle eşit ağırlık. Zor olmadı mı hazırlanırken?" Kesinlikle çok zordu. "Ders, hayati ihtiyaçlar ve spor... Bir senem böyle geçti. Başka hiç bir şey yapmadım. Çok hayatsızdım." Zaten gözüm çizik olacaktı ve de fiziksel yeterliliğim de olmazsa hiç almazlar diyerek bir yandan da spor yapmıştım ve de zaten düzenli spor yapma alışkanlığımı o ara kazanmıştım. Miraç bir kez daha öne eğilirken konunun çok üzerimde durduğunu fark ederek ona yönelttim. "Senin ilk tercihin polislik miydi?" Gülümserken başıyla onayladı beni. "Mustafa amcaya özenirdim küçükken. O üniforma, o polis arabası falan... Sonra Ali'yle aramızda bir çeşit iddiaya dönüştü bu. Sonuç olarak ikimiz de polisiz şu an." Babama özenmesi ne kadar hoştu öyle... "O kadar yakın mıydınız hep?" dedim ve babamın ikili hayatı bir kez daha gözüme battı. Kendi oğlu gibi gördüğü, sevdiği birinden haberim dahi yoktu ki kendi öz oğullarından da haberim yoktu. "Kendimi bildim bileli yan yana yaşıyoruz... Ali'yle de arkadaş olunca..." dedi doğal bir şeyden bahsedercesine. Eğer bir şekilde ben de onlarla büyümüş olsam nasıl olacağını düşündüm kısa bir an ancak hemen sonra başımı iki yana sallayarak bu düşünceyi kovaladım. Şu yaşadığım bir kaç ay ve okulum bitene kadar yaşayacağım aylar bana yeter de artardı. "Kahvaltıdan sonra biraz göl kenarında yürüyebilir miyiz?" diye sordum odağımı tekrar camdan dışarı çevirirken. "Tabii..." dedi yumuşak bir sesle ve gülümsedi. İstemsizce ben de gülümsedim. Gerçekten daha sık gülümsemesi gerekiyordu. * Kahvaltımızı yaptıktan sonra dediğim gibi göl kenarında yürümek için dışarı çıkmıştık. Sabah serinliği ve doğayla iç içe olmak biraz öncesinin sinirini unutturmuştu bana. Hesabı ödetmemişti, üstelik ben onu ayrımcılıkla suçlarken de lafı ağzıma tıkarak "Kadın-erkek değil, öğrenci- meslek sahibi ayrımı yapıyorum!" demişti ve ona kızabileceğim diğer tüm yolları da tıkamıştı. İçimde kalmıştı ve sakin kalmak için babam varken hesap ödeyemediği o pideciyi düşünerek keyiflenmeye çalışmıştım. Bu erkeklerin hesabı ben ödeyeceğim kaprisini asla anlamıyordum ve de anlamayacaktım. Köprüden geçerken kuğulara bakmak için duraksadım ve mecburen Miraç da durdu. "Küçükken kuğuyu eve götürmek için ağlamıştım." dedim gülerek. Baya diğer çocukların eve kedi, köpek almak için ağladığı gibi ben de kuğu almak için ağlamıştım. "Neden aklımda kendini yerden yere atan bir çocuk canlandı?" dedi o da gülerek. Yüzümü buruşturdum. Tam olarak öyle ağlamıştım. Annem kuğunun evde yaşayamayacağını bana anlatmaya çalışırken, babam yavru kuğu diye beni civcivle kandırmaya çalışmıştı. "Çok sinir bozucusun!" dedim. Beni nasıl bu kadar iyi tanıyabilmişti ki? Gülerek bana döndüğünde yüz yüzeydik. Gözlerinde kendimi görebilmek garip hissettirirken parmak uçlarımda yükselirken buldum kendimi ancak dudaklarım dudaklarına değemeden bir adım uzaklaştı benden. Gayet iyi gittiğimizi düşünürken bu hareketi utanmama ve gerilmeme neden olurken dudaklarımı ıslattım ve hızla kuğulara döndüm. "Pardon..." dedim ardından da. "Bu ikinci bir buluşma olmayacak demek mi?" diye sormaktan da geri kalamadım. Miraç'ın kaşları anlam veremez bir havayla çatıldı ve biraz önce benden uzaklaşmak için attığı adımı bu sefer yaklaşmak için attı. "İkincisi neden olmasın?" dedi o da şaşkınlıkla ancak ben artık benimle dalga geçmeye falan başladığını düşünmüştüm. Öpecekken izin vermeyen kendisiydi. Kafamdan falan mı kuruyordum şu an? "Evlilik dışı yakınlaşmaları doğru bulmuyorum..." dediğinde ise sudan çıkmış balık şaşkınlığıyla ona baktım. Bizi Kardelen'le uzun bir gece bekliyordu kesinlikle. Bunun kritiği bayağı uzun sürerdi. "Anladım..." diye mırıldanırken evlilik dışı ilişkiye girmiş biri olarak hâlâ şaka falan deyip öpmesini bekliyordum. Ki bu onun için bir sorunsa benim önceki ilişkilerimin sorun olması da muhtemeldi. Aklımı okumuş gibi "Öncen beni ilgilendirmiyor..." dedi ve de devam etti. "Ancak bana bir kez evet dersen evvelin de ahirin de ben olurum. Hiç bir şekilde 3. bir kişiye izin vermem..." Bugüne kadar ilişkilerime asla 3. bir kişi sokmamıştım, sokmazdım da bu bir sorun değildi ancak ilk kez buna önem veren bir erkekle karşılaşmıştım ve de şaşkındım. |
0% |