@__kao__
|
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. İyi okumalar... * "İyi tarafından bakalım..." dedi Kardelen ve yüz üstü uzanan bedenini sırt üstü çevirdi. "Bir ilişkisi yokken evlilik dışı yakınlaşmayan adam aldatmaz!" Ağlamaklı bir ses çıkardım. "Evet ve doğrusu bu aslında, güzel de bir şey. Saygı da duyuyorum, hatta özel bile hissettiriyor, kalbi, hayatı, bedeni yol geçen hanı değil demek ki... Ama seksi geçtim adam öpmedi!" dedim sitemle. "Öpmedi, öpmedi!" diye de devam ettim sitemle ve uzandığım yerden doğruldum. "Seks şart değil bak ama ne bileyim birkaç özel dokunuş, öpüşmek falan da ister insan ve bunları yapabilmek için önce evlenmek..." dedim ve sıkıntılı bir nefes koy verdim. "Olması gereken bu aslında ama bir yerde de gerekiyor be! Ten uyuşmazlığı falan..." dedi Kardelen de ve düşünceli bir hale büründü. Ardından da birden kahkaha patlattı. "Ne gülüyorsunn be!" diye çıkışırken elime geçen yastığı ona fırlatmıştım. "Tam tersi değil mi?" dedi ve bir kahkaha daha patlattı. "Genelde kızlar evlenmeden olmaz deyip, erkekler kızı yatağa atma peşine düşer!" ve bir kahkaha daha... Kardelen'e bir kez daha yastıkla var gücümle vurdum. "Derdim adamı yatağa atmak falan değil!" diye de çıkıştım ancak pek sevgili arkadaşım beni takmadan insanlıktan çıkmışçasına gülmeye devam etmişti. Şafak operasyonu gibi ansızın kapı açıldığında karşımızda üzerine sabahlığını geçirmiş ve eli belinde Zeliş çıktı. Olduğumuz yerde sıçrarken eş zamanlı baş parmaklarımızı üst dişlerimize getirerek damaklarımızı da kaldırmıştık. "Anne ödümüzü kopardın!" diye söylenen Kardelen'le, Zeliş bize yaklaşmış ve ikimize de bizi biraz bağırttıracak birer cimcik bahşetmişti. Çıplak bacağımı ovuştururken Zeliş tekrar elleri belinde, çatık kaşlı duruşuna geçmişti. "Saat kaç oldu? Ev sizin sesinizle inliyor! Yatın uyuyun artık! Sabah işli işine, okullu okuluna!" Sadece kısa bir an deyimin doğrusunu hatırlayamadım. "Of, anne ya!" dedi Kardelen de abartılı bir şekilde bacağını ovuşturarak. "Acıttın Zeliş Sultan!" dedim dudaklarımı duygu sömürüsü için ağladı ağlayacak da büzerek. Bunun üzerine ifadesi yumuşadı ve ortamıza oturdu. Bir kolu beni, diğer kolu Kardelen'i sarmıştı ve önce benim, ardından da Kardelen'in başının üzerine bir öpücük bıraktı. "Hadi uyuyun artık, kuzularım... Sonra sabah kalkamazsınız, süt ısıtayım mı size? Uyumanıza da yardım eder." Kardelen'le birbirimize bakıp gülümsedik. "Yok, zahmet etme Zeliş. Uyuruz zaten şimdi." dediğimde Kardelen de beni başıyla onayladı. "Ama sabah bir pişini yeriz." dediğinde Zeliş hafifçe Kardelen'in saçına asıldı. "Bok yaparım, siz uyutmayın uyutmayın... Bir de sabah pişi bekleyin! Oldu!" dedi ve ayaklandı. "Yatın zıbarın, çıt çıkmayacak!" diyerek bize işaret parmağını da sallamış ve odadan çıkmıştı. Çıkar çıkmaz bizi bir kahkaha sarmış ve ses çıkarmamak için garip gurup sesler çıkarmaya başlamıştık ve bu daha da gülmemize neden oluyordu. * Sabah Egemen'den aldığım mesajla Rüzgar'a geçmiş olsuna uğramış ve ardından da Egemen'le Kızılay'da buluşmuştum. Şimdi de Egemen'le onlara gidiyorduk. "Kafeye ne oldu?" diye sormama engel olamadım metroda koltuklara oturduğumuzda. Saat itibariyle orada olmaları gerekiyordu. "Mustafa amca söylemedi mi sana?" dedi Egemen şaşkınlıkla. Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. Babam ve ikizler asla kafamda eşleşmiyor, uyuşmuyordu. "Babam mı?" dediğimde gülümsedi. "Mustafa amca hem staj yapabileceğimiz hem de ek işte çalışmamıza gerek olmayan yerlerde iş ayarladı bize. Artık sadece hafta içi derslerimize göre yarım gün ve hafta sonları çalışıyoruz. Hem eve daha erken gidip Ecrin'e daha çok zaman ayırabiliyoruz hem de derslerimize..." dediğinde gülümsememe engel olamadım. Babam iyi bir eş, iyi bir baba olmayabilirdi ama iyi bir insandı. "Bilmiyordum..." diye mırıldandım dürüstçe. "Ama sevindim, iyi olmuş..." Egemen de gülümsedi. "E artık seninle de daha sık takılırız!" dediğinde daha da geniş gülümsedim. "Olur tabii... Bu arada Engin'in neyi var?" diye sordum. Göz devirdi. "Rahat battı beyefendiye. Artık boş vakitlerini aşk acısı çekerek geçiriyor. Bu akşam sevdiği kızın nikahı var da..!" Ağzım şaşkınlıkla açıldı. "Bir nikah da onun için basalım be!" dedim birden gaza gelerek. "Bir nikah da derken?" dedi şaşkınlıkla. "Ayrıca seni beraber oyalayalım, düğüne gitmek gibi bir aptallık yapmasın diye çağırdım. Gaz verme sakın!" dedi ve yüzündeki ciddi korkuyu gördüm ve sıkıntılı bir nefes koy verdim. "Ay iyi! Vermem gaz maz!" derken Egemen'in ayaklanmasıyla ben de ayaklandım. Gelmiş olmalıydık. Birlikte metrodan indiğimizde önce aktarma yaparak otobüse binmiş ardından da ağırlıklı olarak gecekonduların olduğu bir mahalleye gelmiştik. "Sen Mustafa amcaya niye kızgınsın?" diye sordu ve hemen ardından da telaşla devam etti. Zaten sabahtan beri sormamak için kıvrandığını görebiliyordum. "Yani yanlış anlama... İstemiyorsan anlatma." Başımı iki yana salladım. "Evli..." dediğimde bana anlam veremeyerek baktı. "Annemle birlikteyken de evliydi..." dediğimde gülümseyerek, aydınlanmıştı. "Annem evli olduğunu bilmiyormuş, öğrendiğinde de ayrılmış ama bana hamileymiş..." dedim alayla minik bir kahkaha da bıraktım. "Ben bunca zaman boşandıklarını sanıyordum ama evlenmemişler bile..!" Egemen derin bir nefes aldı. "Yani halk arası tabirle gayrimeşruyum." dedim genişçe de gülümseyerek. "Seni seviyor..." dediğinde gülümsedim ve başımı iki yana salladım. "Sevse en başından dürüst olup onu sevmeme izin vermezdi. Zaten annem gitti, babamdan da nefret ediyorum ama bir o kadar da ona ihtiyacım var..." dedim ve gözümden firar eden bir damlayı Egemen görmeden hızla sildim. Egemen başını iki yana salladı. "Emin ol sevmeyen baba nasıl olur biliyorum ve Mustafa amca seni seviyor..." dedi o da buruk bir gülümsemeyle. "Sevmeyen baba nasıl oluyor?" diye sormama engel olamadım. Yumuşak yüz hatlarındaki buruk gülümseme içimdeki bir yerlere dokunmuştu. "Öğrenmek istemezsin..." diye mırıldanırken o da gülümsedi ve eliyle sağımda kalan evi işaret etti. "Biz de burada kalıyoruz..." Zorlukları elbette ki olmalıydı ancak oldukça sevimli duruyordu gecekondu. Girer girmez sofa gibi bir şeyin üzerinde oturan ve rakı içer gibi dertli dertli su içen ve hemen yanında da minik bir arabayı masada ileri geri hareket ettiren Ecrin karşıladı bizi. "Aşkım..!" dedim Ecrin'e genişçe gülümseyerek ve hemen yanına oturduğumda da sertçe yanağına bir öpücük bıraktım. Ancak bana attığı ters bakış ve alenen tişörtünün koluyla sildiği yanağı kendimi tabiri caizse bok gibi hissettirmişti. "Peki... Seni öptüğüm için özür dilerim!" dedim teslim olurcasına da ellerimi kaldırırken. Zaten iki gündür kimse onu öpmemi istemiyordu. Ecrin beni umursamadan arabasını sürmeye döndüğünde Egemen gülmemek için dudağını ısırmıştı. "Gülme!" diye çıkıştım ona ve Engin'e döndüm. "Bu kadar efkarlı olduğunu bilsem gelirken içecek bir şeyler getirirdim!" dedim şakayla karışık. Engin başını iki yana salladı. "İstediğini getir, dindirmez hiçbiri kalp ağrımı..." dedi ve içli bir nefes aldı. "Çok güzel olmuş lan!" diye çıkıştı birden sarhoş gibi. "Beyaz çok yakışmış..." dedi ve hızla gözünden akan bir damlayı sildi. Egemen kardeşine bıkkın bir ifadeyle baktı. "Ne ara gördün oğlum sen kızı?" dedi Egemen. "Gelin almaya geldiklerinde... Gözümün içine baka baka bindi arabaya, vicdansız!" dedi sitemle. Egemen bana döndü. "Çay içer misin?" Başımla onayladım onu. "Olur içerim..." Bunun üzerine kardeşlerine de kısa birer bakış atarak içeri girmişti. Engin de şarkı mırıldanmaya başladı. "Benden kalan bir anıydı, Evleniyormuşsun bugün, * Gece beni Egemen eve bıraktığında artık misafirler gitmiştir diyordum ancak bu saatte oturduklarına göre yatılı misafir vardı. Yorgundum ve şu saatte artık ne anneannemlere ne de Kardelen'lere gidemezdim. Mecburen kapıyı çaldığımda kapıyı oldukça yorgun bir Hilal açtı. Yine de "Hoş geldin..." derken bana yumuşak gülümsemesini sunmaktan geri kalmadı. "Hoş buldum..." derken sandaletlerimi çıkardım hızla. "Evde kim var?" diye de sordum fısıldayarak. "Halamlar..." dediğinde ona anlam veremeyerek baktım. "Yani senin halanlar!" diye kendini hızla düzelttiğinde bir an Leyla halamın geldiğini düşündüm ancak durumun saçmalığı çok geçmeden babamın kız kardeşi olan halamın geldiğini anlamama neden oldu. Leyla halam normalde annemin halasıydı ancak annemlerden küçüktü ve ona hala diyen tek insan bendim. Buna hiç de hazır olmadığımı hissettiğimde gitmek istedim ama bir kız mutfaktan elinde çay dolu tepsiyle çıktığında yapamadım. "Merhaba!" dedi garip bir nameyle. Almanya'dan geldiğini bilmeyen de bilirdi. "Merhaba!" dedim ben de dişlerimin arasından sahte bir gülümsemeyle. Sırası mıydı şimdi? Mecburen yalnızca birkaç sefer fotoğraflarını gördüğüm Eylül'ün peşinden Hilal'le birlikte salona girdik. "Ay, sen Bala olmalısın!" diyen kadın kırk yıldır tanışıyormuşuz gibi bir samimiyetle bana sarıldığında şaşkınlıkla yalnızca sarılmasının bitmesini beklemiştim. Babamla hemen hemen yaşıt belki bir iki yaş daha genç olan kadın benden ayrıldığında şöyle bir baştan aşağı süzdü beni. "Nereden bu saatte yavrum?" dedi ardından da. Önce bir tanışsa mıydık? Ya da hiç gerek yoktu. "Cehennemin dibinden..." diye mırıldandım ağzımın içinden. Kadının tavrı hiç hoşuma gitmemişti. "Nereden dedin?" diye ikinciye sorduğunda babam patlayacak olduğumu anlamış olacak ki araya girdi. "Meryem!" diyerek uyardı kardeşini. "Senin iki ismin vardı değil mi?" dedi bunun üzerine kadın sevecen bir tavır takınarak. "Laden Bala..." dedim yarım ağız. "Laden ne garip isim kız?" dedi ve sanki ismimi ben koymuşum gibi beni azarlarcasına bir tavır takınmıştı. "Bala çok mu normal anne?" dedi Eylül dehşetle. "Ay, ne bileyim?" dedi kadın. "Abim hep bir kızı olursa adını Bala koymak istediği için çok normal geliyor." "Ne tesadüf?" dedim abartılı bir tavırla ve kendimi Can'ın yanındaki boşluğa bıraktım. "Ben de kendimi bildim bileli bu isimleri taşıdığım için bana normal geliyor..." Ki isimlerimi seviyordum. "Ben yatakları yapayım..." diyerek Selma ayaklandı. "Kalk kızım yengene yardım et." dedi Meryem ve bunun üzerine Eylül kalkarak Selma'nın peşinden gitti. "Ben de bir bakayım..." diyerek peşinden kendi de kalktığında az sonra, sanki dedikodu yapmak için yer aradığını anlamamıştık. Kadın uzaklaşır uzaklaşmaz kalanlara döndüm. "İnsanların baba tarafını abarttıklarını sanıyordum ama çok haklılarmış!" dedim arkalarından dehşetle bakarak. "La sen 5 dakika dayanamadın! Sabahtan beri geçmiş olsun ayağına gelmişler, bir de buraya çakılı kaldım, kıpırdayamadım! Az kaldı kendimi keseceğim!" dedi Ali de sitemle. "Ki sen daha Samet abiyle tanışmadın..." dedi Can da. "Genel olarak herkesin baba tarafı böyle mi gerçekten? Bunlara özgü mü?" dedim hâlâ şok içindeydim. "Ben baba tarafımı seviyorum..." dedi Elif uyku mahmuru bir şekilde başını babasının omzundan kaldırarak. "Ayıp olmuyor mu sizce de biraz?" dedi babam çatık kaşlarıyla araya girerek. "Sadece baba tarafı değil, bizde anne tarafı da bozuk!" dedi Can babamı duymazdan gelerek. "Harbi, senin en azından anne tarafın iyi, kardeş sevgileri var. Bağlılar birbirlerine, anlaşabiliyorlar..." dedi Ali de kardeşini tasdikleyerek. Bana mı diyorlardı? Şaşkınlıkla kendimi gösterdim. "Benim anne tarafım mı anlaşabiliyor?" dedim dehşetle. Dayım ve teyzem gram anlaşamazdı ki anneannem ve büyükbabam üç çocuğunu da hayatlarının belli bir dönemlerinde evlatlıktan reddetmişti başka başka sebeplerden. "Teyzemin dayıma kızıp dayımın evini yakmışlığı var!" Gözleri iri iri açıldı. "Bildiğimiz yakmak, kundaklamak?" dedi Hilal büyük bir şaşkınlıkla. Başımla onayladım onu hızlı hızlı. "Sonra ne oldu?" dedi Can merakla. Omzumu indirip kaldırdım. "Dayım gidip teyzemden özür diledi..." dedim ve kıkırdadım. "Teyzen dayının evini yaktı ama dayın mı özür diledi?" dedi Ali de şaşkınlıkla. Başımla onayladım onu. "Kardeş kavgası deyince Özer'ler bir numara. Annem teyzemin kolunu kırmış, sonra teyzem dayıma her sinirlendiğinde numarasını saçma sapan yerlere veriyor. Adam numara değiştirmekten bir hâl oldu. Dayım; annem ve teyzeme göre daha masum ama o da az değil asla... Tabii günün sonunda birlikte aynı masaya oturuyorlar mı oturuyorlar..." dedim. Hepsi tip tip yüzüme baktı. Bir babam alışık olduğu için tepki vermemişti. "Bizimkilerden biri, diğerine su atsa kırk yıl konuşmazlar ama kırk yıl da dedikodusu döner..." dedi Ali. "A, yok... Bizde kol kırılır yel içinde kalır hesabı... Aile içinde ne yaşanırsa yaşansın, dışarı taşmaz." "Ayrıca beni abin olarak görmemene hiç bu kadar memnun olacağımı düşünmezdim." diye de devam ettiğinde küçük bir kahkaha attım. Ancak tekrar salona inmeleriyle gülümsemem yüzümde asılı kalmıştı. "Herkese iyi geceler..." diye hızla mırıldandım ve koşar adımlarla odama çıktım ve gelme ihtimallerine karşın kapımı kilitledim. Odamda göz gezdirdiğimde dünden kalan dağınıklığın toplanmış olduğunu fark ettim ve bu kısa bir an duraksamama neden oldu. Selma'nın yapmadığını düşünerek derin bir nefes verdim. Bu ilk toplanışı da değildi ama o zamanki dağınıklıklar küçük dağınıklıklardı ve çok üzerinde durmamıştım. Hilal'le konuşsam iyi olacaktı bu konuyu. Çiçeklerimle biraz ilgilenmek için balkona çıktığımda karşı balkonda oturmuş Miraç ilk gözüme çarpan şey olmuştu. Gülümsediğimde gecenin karanlığında gülümsese de görememiştim. Pek üzerinde durmadan, akşam üzeri Engin'in dilime doladığı şarkıyı söyleyerek çiçeklerimle ilgilendim uzun uzun. Arada kaçamak bakışlarım karşı balkondaki Miraç'ı da buluyordu tabii. "Özlemiyormuşsun beni, "Benden kalan bir anıydı, İşim tamamen bitmişti ancak nedensizce içeri giresim yoktu. Tam Miraç'ın balkonunu gören salıncağıma oturdum ve üzerindeki örtüyü gelişi güzel dizlerime örttüm. Alenen karşı balkona bakarken bir yerden sonra gözlerim uykusuzluğa direnememiş ve kapanmışlardı. * Bugün sabahtan tek bir dersim vardı. Dersim bittikten sonra Gratis'e giderek uzun zamandır beklettiğim güneş kremi, dudak kalemi, sünger ve pudradan oluşan listemi tamamlamış ve hatta ihtiyacım olmamasına rağmen hoşuma giden birkaç renk ruj ve oje de almıştım. Hatta sahafa da gitmiş ve birkaç kitap da almıştım. Uzun zamandır kitap okumuyordum ve bu akşam ile tüm hafta sonumu kitap okuyarak geçirmeyi planlıyordum. Ancak o kadar da birkaç kitap almamış olacağım ki çok ağırdı ve bunlarla eve falan gidemezdim. Zaten mesai bitimi de yakındı. Karakola gidip babamın ya da Ali'nin odasına çökebilirdim. Ali zaten yoktu. Öyle de yaptım, karakola elimdeki poşetlerle girmem biraz garip olmuştu ancak görevli polis önceki zorunlu ziyaretlerimden beni tanıyor olacak ki, çok zorlamadan geçmeme izin vermişti. Karakolda da tanınıyor olmak ne güzeldi öyle... Ben babamın odasına ilerlerken poşetlerin elimden çekilmesiyle şaşkınlıkla sol arka tarafıma döndüm. Karşımda Miraç'ı görmemle genişçe gülümsedim. "Merhaba!" dediğimde tüm sevecenliğimle belli belirsiz gülümsedi. "Ne yapıyorsun burada?" Daha önce hep nerede öküzü varsa onu bulduğumu söylemiş miydim? "Mesai bitimine kadar babamın odasına çökmeyi planlıyordum..." "Bu kadar şey alıp taşıyamayınca tabii... " dediğinde göz devirdim ancak o babamın odasının aksi yönüne ilerlemeye başladığında elinde kalan kitaplarımdan sebep peşine takıldım. "Nereye?" de dedim hızla. "Amirim müsait değil şu an, benim odamda bekle..." dediğinde arkasının dönük olmasından da sebep genişçe gülümsedim herhangi bir çekince görmeden. "Sen de benimle bekleyecek misin?" derken birkaç adımla kolu koluma temas edecek kadar yakınından yürümeye başlamıştım. Bana onaylamaz bir bakış atması hiç mi hiç umurumda olmamıştı ancak durduğumuz odanın kenarında Komiser Ali AHBER, Komiser Miraç KESKİN yazılarını alt alta görmemle şaşırdım. "Sana içimden nemrut dediğim her an için özür dilerim, ben de bütün gün Ali'yle tek bir odayı paylaşsam ben de böyle olurum!" Miraç'ın kaşları ona nemrut dememden kaynaklı bir şekilde çatılmışken tek çatılan kaş ona ait değildi. "İşte de mi rahat yok?" diyen Ali'yi görmeyi asla ama asla beklemiyordum. "Senin evde olman gerekmiyor muydu?" dedim Miraç'ın bana attığı dik bakışları görmezden gelerek ve biraz da Miraç'la baş başa kalma hayalimin suya düşmesinin siniriyle. "Halamlar evdeyken yiyorsa sen evde kal!" dedi Ali koltukta arkasına yaslanmışken. Ayrıca Ali'ye hiç hak vereceğimi düşünmezdim. "Onlar hâlâ gitmedi mi?" dedim dehşetle. Sırf onları görmemek için kahvaltı yapmadan çıkmıştım evden. "Pazar gideceklermiş..." dedi başını hayır dercesine de geriye atarak. Bugün daha cumaydı. İki gün daha mı varlardı? Çantamı aldım yalnızca. "Ben buraya gelmedim, görmediniz..." dedim ikisinde de göz gezdirerek. Babam görürse hayatta bırakmazdı. "İyi git ama Eylül'ün balkonuna göz koyduğunu bil, babam bugün senin hoşlanmayacağını söyleyerek engelledi ama diğer iki gün kesin dadanır." Mecburen durdum. O Eylül'de begonyalarımı koparıp saçına takarak fotoğraf çekinecek tip vardı tam. Begonyalarımın başında odamdan çıkmadan iki gün nöbet tutabilirdim. Miraç'ın oturduğu masanın karşısındaki boş koltuklara oturdum mecburen. "Sen niye buradasın?" dedi Ali canı yanmış olacak ki elini gayriihtiyari karnına götürerek. "Babama geldim, sana değil!" dedim tersçe. "Benim odamdasın ama!" dedi o da aynı terslikle. "Odanın sana ait kısmında değilim." dedim Miraç'ın masasına oturduğum için memnun olarak. "Kovar mısın şunu?" dedi Ali, Miraç'a dönerek. "Bak odanın dışında bekleme koltukları var. Git orada falan bekle!" "Gel sen böyle!" dedi Miraç koltuğundan kalkarak ve bana işaret etti. "Benim zaten işlerim var, bak keyfine..." Hiç itiraz etmeden Miraç'ın makamına kurulurken yüzümde de geniş bir gülümseme vardı. "Ama bir daha nemrut dersen kovmayı düşünebilirim..." dedi oldukça kısık bir sesle telsizini alma bahanesiyle bir miktar bana yaklaşarak. "Ama sen de biraz gül..." dedim ve ben onun yerine de genişçe gülümsedim. "Çok yakışıyor..." dediğimde de gözleri kısa bir an şaşkınlıkla açılmış ardından da Ali'ye gayriihtiyari bir bakış atmıştı. Ali'nin yanında böyle bir şey dememi beklemiyor olmalıydı. Miraç derin bir nefes aldı ve mecburen kapıya ilerledi. "Seninle sonra konuşacağız!" dedi Ali, Miraç kapıdan çıkarken. Miraç ona dönüp bakma zahmetine dahi girmezken ben tekerlekli sandalye sayesinde masadan tutunarak kendimi daha da ileri çektim. Ali'nin tüm "Karıştırma adamın masasını!" söylemlerine karşın çekmeceleri rastgele açıp kapamış, birkaç ofis malzemesi ve bir paket şu sütlü ve bitter çikolatanın karışık olduğu kutu çikolatalar dışında hiçbir şey bulamamıştım. Ali artık yorulup beni salma kararı aldığında bitter çikolatalardan bir parça alarak ağzıma atmış ve bu sefer de masanın üstündeki dosyaları kurcalamaya girişmiştim. Adamların ifadesini okumak tuhaf bir şekilde bana zevk verirken yanlışlıkla gördüğüm aşırı dozdan gitmiş, ağzından beyaz köpükler çıkan çocuk sayılabilecek kızla bugünlük bu kadarının yeteceğini düşünerek her şeyi eski haline getirmiştim. Ardından sanki alırken orada testerlarını kullanmamışım gibi makyaj ürünlerini tek tek denemiştim. Yalnızca ojeyi eğer ki odasını oje kokutursam Miraç'ın beni gerçekten kovabileceğini düşünerek deneyememiştim. Rujumun üzerinden bir tur daha geçerken kapı bir kez tıklatıldı ve ardından da açıldı. Genç bir adam polis üniformasıyla içeri girmişti. "Komi-" beni gördüğünde şaşkınlıkla duraksarken ben onu takmadan rujumu sürmeye devam ettim. Ruj kırmızının tam istediğim tonuydu. Ne çok koyu ne çok cırtlak... "Söyle koçum!" dedi Ali yarasının izin verdiğince doğrulurken. Bu sayede adamın bakışları üzerimden çekilmiş ve Ali'yi bulmuştu. "Geçmiş olsun komiserim, burada olduğunuzu bilmiyordum..." Ali bir baş hareketiyle çocuğun iyi dileklerini kabul ettiğini belirtirken gözleriyle de adamın elindeki dosyaları işaret etti. "Onlar ne?" Bu sırada ben de rujumu sürmeyi bitirmiş ve dudaklarımı birbirine sürterek yaymıştım. Yeni aldığım dudak kalemiyle mükemmel duruyordu. "Miraç komiserime getirmiştim, imzalaması gerekiyordu." "Şöyle bırak!" dedi Ali benden kaçırdığını alenen belli eden bir bakışla adama kendi masasını işaret ederek. Ali'yi ikiletmeden masasının kenarına bıraktı. "Ben söylerim Miraç'a... Sen işine bak hadi!" Çocuk Ali'yi onaylayarak kapıya ilerlerken bana yan yana bakıyordu. Burada olmamı hâlâ garipsiyor olmalıydı. Çocuk çıkacakken Ali durdurdu. "Bana bir çay getirebilir misin, Sefa?" "Tabii komiserim..." diyen çocukla aynadan rujuma bakmayı bırakarak ona döndüm. "Bana da getirebilir misin?" Ali bana ters bir bakış atsa da bir yabancının yanında bir şey demek istememiş olacak ki yalnızca ters ters baktı. "Tabii..." dedi çocuk. Hâlâ buradaki yerimi sorgular bir hali vardı. Çayım gelene kadar makyaj malzemelerini kaldırmış ve bu kez de ilk kez görüyormuşçasına kitaplarımı incelemeye girişmiştim. Arada bir yerlerde Sefa çaylarımızı getirmiş ve çıkmıştı. Çayımı bitirmiş, kitaplarımı incelemeyi de bitirmiştim. Mesai bitimine az kala da biraz telefonumla ilgilenmem gerekmişti. Ancak en nihayetinde babam ve Miraç gelebilmişti. Miraç ona söylememiş olacak ki babam beni gördüğünde şaşırmıştı. "Bebeğim?" dedi yanıma gelerek sorgularcasına. "Biraz fazla bir şey almışım sanırım, burası daha kolayıma geldi..." dedim. Babam gayriihtiyari poşetlerde göz gezdirdikten sonra Miraç ve Ali'ye döndü. Ali'nin Miraç'ın yardımıyla yürüyebildiğini gördüğünde poşetlerimi de babam almış ve bana da kapıyı açmak düşmüştü. Otoparka inene kadar bin kişi daha Ali'ye geçmiş olsun demişti. Babamın arabasını gördüğümde Ali'den sebep yavaş yürüyen Miraç'la eşitlenmek için yavaşladım. "Başka bir yere uğramayacaksan seninle gelebilir miyim? Hiç yol boyu Ali'yi çekesim yok, bugün yeterince maruz kaldım kendisine." Miraç belli belirsiz gülerken Ali sıkıntılı bir nefes almış, babam omzunun gerisinden dönerek ters bir bakış atmıştı. "Ne?" dedim, Babam ve Ali'ye hitaben. "Gelebilirsin..." dedi Miraç gülümseyerek. Zaten gelemezsin dese ben bile bir oturup düşünürdüm bu kadar öküzlük de olmaz diye. "İyi Miraç abinle gel, hiç atışmanızı çekecek halim yok." Babam arabasının kilidini açarken kurduğu cümleyle Miraç'la göz göze gelmiştik. Abi nereden çıkmıştı ki şimdi? Miraç'ın bunu bir kompleks haline getirmemesini umuyordum. Bu sırada Ali'nin ikimizde de göz gezdirdiğini fark etmiştim. Neyse ki babam poşetleri bagaja bıraktıktan sonra Ali'ye destek olarak arabaya binmesine yardımcı olmuştu. "Arabam bu tarafta..." dedi Miraç eliyle sol tarafı işaret ederek. Peşine takılırken babamlardan yeterince uzaklaştığımıza kanaat getirdiğimde ona döndüm. "Babam benden 1 yaş büyük bile olsa herkese abin, ablan diyor..." dedim biraz sıkarak. "Mustafa amcayla kendi babamdan daha fazla vakit geçirmişimdir, Bala..." dedi gülümseyerek ve cebinden çıkardığı anahtarın tuşuna basarken. Biraz önümüzdeki beyaz bir arabanın ışıkları yanıp sönerken yalanımın bu kadar çabuk fark edilmesi sinirlerimi bozmuştu. "Babamın etik duygusu olsa ben olmazdım, yaş farkı da sorun değil bence. Ne düşündüğüyle de ilgilenmiyorum..." dedim savunmanın ikinci hattına geçerek. "Bunu sorun edecek olsam amirim dediğinde değil, sen dediğinde sorun ederdim Bala." Miraç arabasının kapısını açmadan önce duraksadı ve daha yumuşak bir tonlamayla devam etti. "Emin ol, tek sorunumuz yaş farkı değil ama sen bu kadar güzel bakarken aşamayacağım bir sorun yokmuş gibi hissediyorum..." Genişçe gülümsememe engel olamazken ikimiz de arabaya bindik. "Aşalım..." derken de genişçe gülümsemeye devam ediyordum. İç güdüsel olarak ona eğilirken buldum kendimi ve hatta Miraç da bana yaklaştı. Dudaklarımdan öpmesini beklesem de alnımdan öpmesi de içimden sıcak bir şeylerin akmasına neden olmuştu. Ayrıca ben aramızda sorun teşkil edebilecek bir şey görmüyordum. Bence en büyük ve tek sorunumuz onu öpemememdi. Bu gerçekten özel hissettiriyordu ama sanki bir sorumluluğun da altına girmiştim. İlk ilişkim değildi ama daha ciddiydi... Fazla ciddiydi... Miraç arabayı çalıştırırken ben ona şu Hilal'in salak kardeşiyle olanları anlatmaya girişmiştim. Bitirdiğimde ise Miraç'ın "Barış normalde efendi çocuktur..." demesiyle ona dik dik bakarken buldum kendimi. "Ciddi misin?!" dedim ona da sitemle. "Bana hiç de efendi gibi gelmedi!" "Biraz abartıyor olabilir misin?" dedi Miraç güldüğünü saklamak için dirseğini cama yaslamış ve tek eliyle arabayı kullanırken tek eliyle de ağzını kapamıştı. Tamam bir miktar abartarak anlatmış olabilirdim ama sadece çok azıcık. Önüme dönüp ona bir daha hiçbir şey anlatmama kararı almıştım ancak aklıma gelenle hevesle ona dönmüştüm ama ardından da kendi içimde dahi olsa tükürdüğümü yalamamak için önüme döndüm tekrar. "Söyle hadi, söyle..." dedi Miraç bıyık altından gülümseyerek. Normalde olsa söylemezdim ama o elbiseye aşıktım ve yeni aldığım rujumla da mükemmel olurdu. "Elbiseyi vermemekte kararlı mısın?" dediğimde minicik bir kahkaha atmış ama o saniyelik sürede yüzümde geniş bir gülümsemeye neden olmuştu. "Kararlıyım..." diye de beni başıyla da onayladığında sıkıntılı bir nefes koy verdim. O elbisenin üzerine bir bardak soğuk su içsem iyi olacaktı eve gidince. Ancak bu artık bir savaştı ve neyini bulursam çalacaktım kesinlikle. Ardından aklıma gelen görüntüyle kıkırdadım istemsizce. "Ne oldu?" dedi Miraç da aynadan bana bakarak. "Annenin o elbiseyi senin odanda bulduğunu düşünsene, kadın delirir!" dedim ve istemsizce kıkırdadım bir kez daha. "Hele yollu dediği kızı oğlunun sevdiğini öğrense kesinlikle kalpten gider..." diye de devam ettiğimde gülerek, Miraç'ın kaşları çatıldı. "O gün yollu mu dedi annem sana?" Ağzımdan kaçırdığımı fark ettiğimde gülümsemem yüzümde dona kaldı. Ne olursa olsun biriyle aramdaki sorunu kendim halledebilirdim ve bu şekilde oğluna şikayet etmiş gibi olmayı hiç istemezdim, benim yüzümden annesiyle arasının bozulmasını da istemezdim. "Sorun değil!" dedim hızla. Bu sırada mahalleye de giriş yapmıştık. "Sorun değil mi?" dedi Miraç beni azarlarcasına. "O gün sorun olmadığı için mi ağlıyordun Bala?" Sustuğumda o da derin sıkıntılı bir nefes vermişti, ardından da daha yumuşak bir tonlamayla bana döndü. "Senden tek ricam bir daha böyle bir şey olursa, bundan sonra olamaz ama diyelim ki oldu, direkt gelip bana söylemen... Oradan uzaklaşman ve gelip bana söylemen..." "Şikayet mi edeceğim çocuk gibi?" dedim içten içe ağzımdan kaçırdığım için kendime kızarak. Şu kısa süreli araba yolculuğumuzun da içine etmiştim. Eve git gide daha da yaklaşırken sıkıntılı bir nefes verdi. "Edeceksin..!" dedi dikte edercesine. "Sadece annem özelinden değil, kim olursa olsun edeceksin Bala!" "Söz ver!" dedi sessiz kaldığımda. "Söz..." diye mırıldandım ev görüş açımıza girdiği için mecburen ancak pek de sözüne sadık bir insan sayılmazdım. |
0% |