@__kao__
|
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. İyi okumalar... * "Odamı sen mi topladın?" diye sordum. Su içmek için indiğimde Hilal'i yalnız yakalamıştım mutfakta. Şaşkınlıkla bana döndü ve başıyla onayladı. "Evet, bir şey mi oldu?" "Toplama bir daha lütfen..." dedim doldurduğum sudan bir yudum içtikten sonra. "Rahatsız mı oldun? Öyle toplarken odanı da toplayıvermiştim." Gülümsedim ve bardağımı kenara bıraktım. "Hayır, rahatsız olmadım ama..." derken ellerimi ona doğru uzatıp salladım. "Gördüğün üzere iş görüyorlar ve kendim kendi dağınıklığımı toplayabilirim. Böyle bir şeye gerek yok." Hilal de gülümserken başını iki yana salladı. "Elif de giriyor arada, o da dağıtıyor-" diyerek açıklamaya girişmişken sözünü kestim. "O kızın olacak cadı dağıtırsa zaten babasına ya da sana toplatırım merak etme." dediğimde oldukça içten bir şekilde, Hilal bana onaylamaz bir bakış attı. Ben ise güldüm. "Yine de şu ana kadar topladıkların için teşekkür ederim." dedim ve kalan suyu tek dikişte bitirdim. Ardından da bardağı makineye yerleştirdim. Hilal de gülümsedi. "Rica ederim..." dedi ve ardından kararsız bir ifade takındı. Bir şey söylemek istediğini ama söyleyemediğini fark ettiğimde duraksadım. "Söyle hadi..." dedim ardından da. "Salı günü hastanenin 24. yılı ve minik bir organizasyon olacak..." Utanarak söylediği şey ben de geniş bir sırıtmaya neden olmuştu. En sonunda Hilal'in özenli halini, giyinip, kuşanıp, süslenmiş halini görecektim. Ayrıca tabii ki onu ben hazırlayacaktım. "Tabii ki seni hazırlarım!" dedim heyecanla ve Hilal heyecanıma şok olmuş bir ifadeyle baktı. "Aslında ben kartı versem bana bir elbise alabilir misin diyecektim. Alışverişe çıkmaya vaktim yok..." derken hızla peşimden yukarı sürüklemeye başladım Hilal'i şaşkınlığına aldırmadan. Tam Hilal'lik bir elbise vardı elimde. Üstelik daha hiç giymemiştim. Dolabımdan doğrudan yeşil elbiseyi çıkarıp Hilal'in üzerine tuttum. Çok da yakışırdı. "Kızıl ve yeşil uyumuna bayılıyorum. Kesinlikle bunu giymelisin!" dedim kızıl saçları ve elbise arasında göz gezdirerek. Üstelik kısalığını saymazsak aman aman bir açıklığı yoktu elbisenin. Hilal'in mütevazi tarzının aksine ben kendimi bir miktar teşhir etmeyi de seviyordum ve dolabımda bundan daha çok Hilal'e hitap edecek bir elbise de yoktu. "Hiç giymedim daha, etiketi bile duruyor!" dedim etiketini göstererek. Hilal gülümsedi. "Çok güzel ama biraz fazla olmaz mı? Daha sade bir şeyler..." dediğinde yüzüne bön bön baktım. "Benden elbise almamı istiyorsun ve sade bir şey alacağıma mı inanıyorsun gerçekten?" dediğimde Hilal de bir durmuş ve düşünmüştü. Ardından bana hak vererek başını salladı aşağı yukarı. "Pahalı bir şey gibi ama..." diye bu sefer de bunu bahane ederek itiraza giriştiğinde göz devirdim. "Kocanın parasıyla aldım canım. Rahat rahat giyebilirsin yani." dedim öyle olmasa da aksini söylersem hayatta kabul etmeyeceğini anlayarak. İçten bir şekilde gülümsedi. "Teşekkür ederim. Beni büyük bir dertten kurtardın!" Ben de gülümsedim. "Tek bir şartla veririm bu elbiseyi sana!" dediğimde gözleri şaşkınlıkla açıldı ve ben devam ettim. "Salı günü ben hazırlayacağım seni!" dediğimde tekrar içten bir şekilde gülümsemişti. "Peki, kabul!" dediğinde pes ederek sevinçle ellerimi birbirine çarptım. "E, o zaman seni burada hazırlarım. Elbise de burada kalsın. Malum o evde iki tane elbise düşmanı var!" dedim aklıma annemin elbisesi gelirken cinlenmiştim de yine. "Kızımı suçlama!" dedi beni azarlarcasına. "Hep o Ali'nin suçu!" diye de devam etti. Onun da aklına gelmiş olacak ki kaşları da çatılmıştı. "Aman neyse!" dedim ve Hilal'e kapıyı işaret ettim. "Ben biraz kitap okuyacağım, ayrıca senin kocan nasıl bir insan ki kitaplığı yok!" dedim yüzümü de buruşturarak. Ali o kadar kitap düşmanı olmalıydı ki bir kitaplığı bile yoktu ve yeni aldığım kitaplarımı öylece masanın üstünde bırakmak durumunda kalmıştım. "İlk tanıştığımız günden itibaren utanmadan 3 ay boyunca aynı kitapla gezdi!" dedi ve aklına gelmiş olacak ki kıkırdadı. "Bari kitabın kalın olduğunu söyle!" dedim Ali yerine utanarak. Hilal gülerek başını iki yana salladı. "Beyaz Gemi okuyordu." dedi ve ardından da kendini düzeltti. "Yani okuyormuş gibi yapıyordu..." "Rezil..!" dedim oldukça eğlenerek. "3 ayın sonunda ben eziyetine son vermesem bir 3 ay daha gezdirirdi elinde." derken o da eğleniyordu. "Ve sanırım biraz önce kibarca kovulmuştum..." diyerek eliyle kapıyı işaret etti ve gülümsedi. "İyi okumalar, Bala." "Teşekkür ederim." dedim ben de gülümseyerek ve Hilal'in çıkmasıyla yeni aldığım Kitap Hırsızı'nı da alarak balkonuma çıktım. Miraç henüz görünürde yoktu ama geleceğini biliyordum. Sanki bunun için sessiz bir anlaşma yapmıştık. Ancak havalar da yavaş yavaş soğumaya başlarken daha ne kadar buna devam edebilirdik bilmiyordum. Yine de hoşuma gidiyordu. Ben çiçeklerimin ölü yapraklarını temizlemekle meşgulken Miraç çıkmıştı balkonuna ve genişçe gülümsedim ona. O karanlıkta kaldığı için silueti dışında pek bir şey seçemiyordum ama önemli değildi. Onun orada olması bana tuhaf bir güven veriyordu. Çiçeklerim ölü yapraklarından tamamen kurtulduktan sonra tam Miraç'ın karşısında kalan salıncağıma oturdum, dizlerime ince pikeyi örttüm ve kitabımı elime alarak okumaya başladım Miraç'ın gözleri üzerimdeyken. Yaklaşık yüz sayfa okuduktan sonra gözlerim ağırlaşmaya başlamıştı. Ben de kendimi daha fazla zorlamayarak kitabı sehpanın üzerine bırakmış ve salıncağıma kıvrılmıştım Miraç'ın bakışları eşliğinde. Neden bugün diğer günlerden geç çıkmıştı bilmiyordum ancak umuyordum ki annesiyle çok büyük bir kavga etmemişti. * Sabah uyandığımda havanın serinliği beni gülümsetmişti. Hava o kadar güzeldi ki... Ne sıcak, ne soğuk... Bugün bahçede yoga yapmaya karar vererek bir tayt, sporcu sütyeni ve çapraz askılı bir tişört geçirmiştim üzerime. Matımı da alarak arka bahçeye geçmiş ve bu güzel havada kendi kendime büyük bir zevkle yogamı yaparken Eylül gelmiş ve tüm anımın içine etmişti. Ben ona ısrarla cevap vermezken o yüzsüz yüzsüz konuşmaya devam ediyordu. Savaşçıdan aşağı bakan köpeğe geçerken o da benimle beraber geçmeye çalışmıştı. "Ay, göründüğünden zormuş!" dediğinde sakinleşmem gereken yogada sinirlenmeye başladığımı fark ettim. "Eylül!" dedim sinirle. "Yoga sakinlik, dinginlik için de yapılır bir yerde. Sessizlik içinde!" diye de vurguladığımda neyse ki artık susmuştu. Ben 2. savaşçı pozisyonuna geçerken o da elinden geldiğince yanımda durarak yapmaya çalışmıştı. Onu görmezden gelerek yoga yapmaya devam etmiş ve en son savasanayla bitirmiştim. "Ay, yoga bu kadar yorucu muydu? Ben sadece esneme falan diye düşünüyordum..." derken yere öylece oturmuştu. Ben de yere bağdaş kurarken şişedeki tüm suyumu bitirmiştim. Ardından da yerden kalkarak matımı topladım. "Uzaktan her şey kolay!" dedim ve o ne kadar terlediğine dair bir şeyler söylerken kaçarcasına içeri girdim. İyi ki bir dışarda yoga yapayım demiştim. En azından onlar gidene kadar odamda ve ya balkonumda yapsam iyi olacaktı. Matı odama rastgele fırlattıktan sonra bornozumu da alarak doğrudan duşa girmiştim. Duştan çıkar çıkmaz da kendime yulaf yapmış, üzerini meyve ve granolayla süslemiştim. Bir kaşık ve bir sürahi dolusu su da alarak odama girdim ve kapıyı da kilitledim. Daha önce planladığım gibi kitap okumaya devam etmiş ara verdiğimde de dizi izlemiştim. Ta ki dayım beni arayana kadar. Dayım çok sık aramadığı için şaşırırken hızla telefonumu da açmıştım. "Efendim, dayıcım?" dedim merakla da. "Müsait misin Laden?" dediğinde doğrudan hepten şaşırmıştım. "Evet, ne oldu?" dedim biraz da korkarak. "Şimdi sana atacağım adrese gidip oradan Ahmet abinin ailesini alıp anneannenlere götürmeni istiyorum. Hatırlıyorsun değil mi, Ahmet abini? Buraya son geldiğinde tanıştırmıştım." Hatırlıyordum ancak neden böyle bir şey yapmam gerektiğini asla anlamamıştım. "Hatırlıyorum dayı da neden?" dediğimde dayım sabırsızca ve hızla konuştu. "Sorgulama, Laden. Anneannenin haberi var. Sadece dediğimi yap ve kadına da soru sorma. Sinan abin ve Ahmet abinle geleceğiz zaten." Sinan abi dayımın en yakın arkadaşıydı. "Ankara'ya mı geliyorsun?" dedim heyecanla ve hızla yerimden kalktım. "Evet..." derken heyecanımı anlamış ve o da gülümsemişti. Gülümseyişi ses tonuna yansıyordu. "Sabaha kadar gelmiş oluruz." "Hadi, dediğimi yap. Yarın görüşürüz..." "Görüşürüz." dedim ve hızla telefonu kapatarak hazırlanmaya başladım. Üzerime tek ve ince askılı, siyah bir tişört ve yırtık bir kot pantolon giyinmiştim. Hafif bir makyajın ardından da dayımın attığı adrese giderek orada Ahmet abinin ailesi olan Sevilay abla ve üç çocuğuyla tanışmıştım. Yanlarındaki büyük valizlerle de anormal bir durum olduğunu sezmiş ama dayım sorgulama dediği için sorgulayamamıştım. Çocuklarının en büyüğü olan Betül henüz daha 14 yaşındayken en küçüğü 1 yaşında bile değildi. Sevilay ablanın elindeki valizi ben almıştım hem henüz bir bebek olan Fatih'le hem de daha 4-5 yaşlarında olan Baran'la daha rahat ilgilenebilmesi için. Küçük olan valizi de Betül taşıyordu ve onlara anneannemlere kadar eşlik etmiştim. Anneannem dayımdan aldığı direktifle onları sıkıştıramadığı için beni sıkıştırdığında üstüne görücü mevzusunu açtığında her ne kadar bu gece burada kalmayı planlasam da bunu yapamayacağımı fark ederek yemekten sonra eve dönmüştüm mecburen. Hiçbir çocuğunu evlendiremeyince kadın beni evlendirme konusunda oldukça kararlı duruyordu. Akşam balkondaki yerimi aldığımda Miraç çoktan çıkmıştı ve bu beni gülümsetmişti. Bakışları eşliğinde çoktan yarısına geldiğim Kitap Hırsızı'na devam ederken bu sefer arkada Fatma Turgut'un sesi de eşlik ediyordu. Kitap Hırsızı'nı bitirene kadar da orada öylece oturmuş ve kitabımı okumuştum. Ayrıca kesinlikle okuduğum en iyi kitaplardan biriydi. "İyi geceler..." dedim kitabı gerinerek sehpanın üzerine bırakırken karşıdaki Miraç'a hitaben. Zar zor gülümsediğini seçebilirken salıncağıma kıvrılmıştım. "İyi geceler..." diye mırıldandığını hayal meyal hatırlıyordum. Geç uyuduğum için geç de uyanmıştım. Yine de yogamı yapmış ve duşumu almıştım. Duştan çıktığımda dayımdan cevapsız arama olduğunu görmüş ve hemen geri aramıştım. Çok geçmeden de açılmıştı zaten. "Geldiniz mi?" dedim hemen. Bir yandan da saçlarımdaki fazla suyu havlu yardımıyla alıyordum. "Sana da günaydın, Laden... Ben burada olursun demiştim ama şaşırttın beni?" Sesindeki soru işareti beni hızlı bir yalan bulmaya itmişti. "Hiç bebek ağlaması çekesim gelmedi vallahi... Ayrıca günaydın!" diye şakıdım. Şimdi anneannemin bana sardığını söylesem dayım kesinlikle anneannemle kavga ederdi ve buna gerek yoktu. Adam zaten kelle koltukta yaşıyor ve kırk yılın bir başı geliyordu. Onda da annesiyle benim için kavga etmesindi. "İyi hazırlan, gelip alayım seni." "Hazırlanıyorum!" dedim ve kısaca vedalaştıktan sonra da telefonu kapadım. Kırmızı üzerinde beyaz noktalar olan yırtmaçlı eteğimi ve beyaz kare yaka olan crop tişörtümü giymiştim. Saçlarımı dağınık bir şekilde topuz yapmış ve de perçemlerimi özenle düzeltmiştim. Yeni aldığım kırmızı rujumu içeren makyajımı da yaptığımda hazırdım. Beyaz çantamı ve beyaz spor ayakkabılarımı elime alarak hızlı hızlı aşağı indim. Dayım gelirdi ve muhtemelen beni mahallenin girişinde falan beklerdi babamla karşılaşmamak için. Hiç anlaşamazlardı. Önceden dayımın babama karşı olan tavrını abartı bulurdum ancak şu an anlayabiliyordum. Aşağı iner inmez karşılaştığım uzun ancak bildiğin çöp adam olan çocukla şaşkınlıkla duraksadım. Bu evde niye hep birileri oluyordu? Bu saçma bakışma ve karşılaşmayı yok sayıp yalnızca evden çıkmaya karar verdiğim saniyelerde babam gözükmüştü. "Anneannenlere mi?" dedi babam beni hazır bir şekilde bulduğunda. Onu başımla onayladığımda babam cebinden bir anahtar çıkardı ve bana uzattı. "Mehmet istedi, verirsin..." Dayım, babamdan bir şey istemişti? "Neyin anahtarı bu?" dedim bir yandan da anahtarı alıp çantama atarken. "Annenin apartman dairesinin." dedi hızlıca çok üzerinde durmadan. Oranın anahtarının babamda ne işi olduğunu ise asla anlamamıştım ama sorgulamak da istemiyordum. "Pekâlâ..." derken hızlıca neden hâlâ orada öylece dikilip bize baktığına anlam veremediğim çocuğa bir bakış attım. Ardından da girişteki tabureye oturup hızlıca beyaz sporlarımı giyindim. "Akşam gelmem muhtemelen..." dedim ve babamın bir şey demesine fırsat vermeden çıktım evden. Telefonumu kontrol ettiğimde de tam tahmin ettiğim gibi dayımın mahallenin girişinde beni beklediğine dair bir mesaj almıştım. Dayımı arabasına yaslanmış ve de kollarını birbirine dolamış bir şekilde beni beklerken gördüğümde adımlarımı hızlandırarak çok geçmeden yanına ulaşmış ve parmak uçlarımda yükselerek sıkıca boynuna sarılmıştım. Tabii her ne kadar ben yükselsem de dayım da bir miktar eğilmişti. "Daha sık gel lütfen!" dedim sitemle, ayrılırken. Dayım belli belirsiz gülümserken başıyla arabayı işaret etti. "Geç bakalım Laden Hanım!" Hızla yan koltuğa geçip oturdum ve dayım da oturduğunda yanağından öptüm. "Çok özlemişim, bu arada Ankara'da olduğundan teyzemin haberi var mı?" dedim kemerimi de bağlarken. Dayım bıkkın bir nefes verdi. "Hatırlatma o Büşra'yı bana! Yine vermiş numaramı saçma sapan bir yerlere sabahtan beri bir susmadı!" dedi homurdanarak ve bu sırada telefonu da çalmıştı. Gördüğü isimsiz numarayla daha da sinirlenirken telefonunu almış ve beni de aldığına göre bir işi kalmadığı için kapatmıştı. "Ne yaptın yine?" diye sordum gülmemek için zor durarak. Dayım bana da ters bir bakış attı. "Bir şey yapmadım! Artık canı sıkıldıkça da veriyor. Bir gün bu yüzden fena bozuşacağız onunla!" Göz devirdim. "Ay, yapmışsın ki vermiş numaranı. Niye durduk yere versin, dayı! Bence sen ne yaptığının farkında değilsin!" Uzanarak topuzumdan çıkan tutama asıldı hafifçe. "Senin bu teyze sevgin beni bitiriyor..." Omuzlarımı indirip kaldırdım. Annem büyükbabamın kızıydı, dayım da anneannemin bir tanecik oğluydu ancak teyzemi kayıran kimse yoktu ve bu yüzden bu görevi de bunun farkındalığını yaşadığım andan itibaren ben üstlenmiştim. Ben zaten tek torundum ve herkes her şekilde beni kayırıyordu ve bu mükemmeldi. "Mustafa anahtar verecekti sana..." dedi anneannemlerin mahallesine geldiğimizde. Başımla onayladım dayımı ve çantamdan anahtarı çıkardım. "Annemin dairesini ne yapacaksınız ki?" diye sordum anahtarı bardaklığa bırakırken. "Seninle onu da konuşacaktım aslında. Ahmet abinlerin ev sahibi evden çıkın demiş ancak kiralık ev bulmak pek kolay değil şu zamanda. Bulamayıp çıkamayınca da evden atmış. Ben de sana sormadan söylemiş bulundum." Niye bana soracaktı ki? "Annem evin birini sana birini teyzeme bıraktı dayı!" "Sadece ona bir şey olursa alıp başını gitmediğinden emin olmak istedi, Laden! O evler hâlâ senin, kağıt üstünde benim ya da teyzenin adının yazması hiçbir anlam ifade etmiyor ki zaten bizim her şeyimiz de senin." "Boş ev!" diye çıkıştım konu hoşuma gitmediği için. Büyükbabam bir bina yaptırmıştı zamanında ve her çocuğuna da birer daire vermişti. Ben doğunca doğum hediyesi olarak anneme bir tane daha vermişti. Diğer iki dairenin de biri anneannemin biri büyükbabamın üstüneydi. Ancak anneminkiler hariç hepsinde kiracı vardı. Annem öldükten sonra kimse o evlerle ilgilenmemişti. "Boş durana kadar otursunlar ne fark eder bana!" diye de devam ettim. Dayım derin bir nefes aldı, bir şeyler daha demek istediğine emindim ancak gelmiştik. Dayımı beklemeden durur durmaz arabadan indim ve önden bahçeye girdim. Sinan abi, daha önce yalnızca bir kez gördüğüm Ahmet abi ve büyükbabam çardakta oturuyorlardı. Genişçe gülümserken arkası bana dönük olan Sinan abinin omzuna dokundum. "Yaş aldıkça daha da yakışıklı olmuşsunuz beyefendi! Bizdeki de kalp yalnız..." Sinan abi beni gördüğünde gülümsemiş ve ayaklanmıştı. Hızlıca onunla da sarıldık ve ayrılırken de "Serseri!" dedi bana. Bana dedi. "Aşk olsun Sinan abi... Bahar abla yok mu?" İlk aşkımı benden çalan o cani ama bir o kadar da afet olan kadındı kendileri ve itiraf etmeliydim ki Bahar ablayı da seviyordum. Ancak tabii ki Sinan abinin yeri bir başkaydı. Adam askerdi bir kere. Üstelik yakışıklı, uzun, güçlü ve karizmatik bir askerdi... Hızla Ahmet abiyle de selamlaşmış ve büyükbabamın yanağından da öperek onun yanına oturmuştum. "Yok, 'Ben o cadıyla hiç uğraşamam, sen git...' dedi!" dedi muzip bir tavırla. Ben göz devirirken dayım da gelmiş ve Sinan abinin yanındaki boşluğa oturmuştu. Bu sırada büyükbabam beni kolunun altına çekti. "Sen niye bizi ihmal ediyorsun bakalım?" dediğinde dayıma kısa bir bakış atmış ve Sinan abi ve Ahmet abiyle konuştuğunu görerek omuzlarımı indirip kaldırmıştım. "Karına sor onu büyükbaba!" dedim dayımın duyamayacağı kısık bir sesle de. "Sıra sana mı geldi?" dedi büyükbabam gülerek. Başımla onayladım. "Lütfen beni yanından ayırma. Her an evden çıkıp birilerinin fotoğrafını gösterecekmiş gibi." dedim kapıya da kaçamak bir bakış atarak. Harbi anneannem ve Sevilay ablalar neredeydi? Büyükbabam beni kendine daha da çok çekerken gülüyordu da. Her güldüğünde kırışıklıkları daha da belirginleşiyordu. "Merak etme, parka gitti onlar. Çocuklar evde çok bunalmıştı..." Rahatlayarak arkama yaslandım. "Ev güvenli alansa ben içecek soğuk bir şeyler bulayım..." dedim ve diğerlerine daha çok da dayıma döndüm. "Soğuk bir şeyler ister misiniz?" "Yardım edeyim..." dedi dayım da benimle birlikte ayaklanarak. Ahmet abi "Yardım edelim mi komutanım?" diye ayaklandığında dayım basit bir el hareketiyle onu yerine oturttu. "Misafirsiniz siz oğlum!" Ahmet abinin mahcup olduğunu görebiliyordum. Hiç itiraz etmeden dayımın kolunun altına girdim ve beraber eve ilerledik. "Bence anneannem vişne suyu kaynatmıştır!" dedim bahçedeki vişne ağacına bakarak. "Bence komposto var." dedi dayım da bana ayak uydurarak. "Spesifik bir şey söyle ama!" diye çıkıştım. "Ne kompostosu?" Mutfağa girerken duraksadı ve "Elma, erik karışımı!" dedi ve kolunu omzumdan çekerek dolabı açtı. Dayımın dediği gibi bizi elma, erik karışımı bir komposto karşıladığında yüzümü buruşturdum. "Bence sabah gördün!" dediğimde dayım omzunun gerisinden bana dönerek ters bir bakış atmıştı. "Mızıkçı! Sabah Ahmet ve Sinan'ı bırakır bırakmaz seni almaya geldim. Eve bile girmedim!" Omuzlarımı indirip kaldırırken meşrubat bardaklarını çıkartmış ve tepsiye dizmiştim. Dayım da tanelerini süzdüğü kompostoyu bir sürahiye doldurmuş ve onu da tepsiye koyarak tepsiyi almış ve beraber tekrar bahçeye çıkmıştık. * "Ev zaten kalabalık, burada mı kalayım?" dedim. Burada kalmayı planlasam da Sinan abinin de geleceğinden haberim yoktu ve hepimiz sığmayabilirdik. "Annem yaşlı başlı kadın, Sevilay'ın bir şeye ihtiyacı olur falan söyleyemez şimdi ona. Kal burada sen. Gerekirse Ahmet ve Sinan'la ordu evlerine gideriz." Başımla onayladım dayımı ancak saate baktığımda derin bir nefes aldım. Miraç hemen hemen bu saatlerde balkonda oluyordu. Arka cebimden telefonumu çıkarttım ve dayımdan bir miktar uzaklaşarak ona da hafifçe yan dönmüş ve bacaklarımı altıma toplamıştım. Miraç'ın numarasını bulduğumda yine de dayıma attığım kısa bakışla onun göremeyeceğinden emin olmuştum. Ben bu akşam anneannemlerde kalacağım. Çok geçmeden çevrim içi olmuştu ve bu beklediğim bir şey değildi. Önce yazıyor yazısı belirdi ardından kayboldu ve sonra tekrar belirdi, bir kez daha kaybolduğunda dayanamayarak ikinci mesajı yazdım. Balkonda boşuna beklememen için yazdım. İkinci mesajımdan sonra çok bekletmeden bir şey yazabilmişti neyse ki. Beklemeye alışkınım. Sadece iki kelime ve bir nokta. Pekâlâ.... Çok mu bekledin? Akşamları eve gelmeni bekleyen tek kişi amirim değil. Geç saatlerde eve geldiğimde Miraç'ı gerek balkonunda, gerek babamla, gerek Ali'yle gördüğüm anlar bir bir geldi aklıma. Daha önce nasıl fark edememiştim acaba? Yarın müsait misin? Annesiyle ne olduğunu merak ediyordum ve o araba yolculuğundan beri hiç yüz yüze konuşmamıştık. Ayrıca bunları da yüz yüze konuşmak istiyordum onunla. Kaçta çıkıyorsun dersten? O kadar hızlı yazmıştı ki sanki bunu söylememi bekliyordu. Dörtte bitiyor. Gelip alırım seni. Yazdı ve hemen ardından da çevrimdışı oldu. Yine de "İyi geceler..." yazmaktan geri kalmadım. Başımı telefonumdan kaldırdığımda dayımla göz göze gelmiştim. Ekranı kilitleyerek şirince gülümsedim. "Ordu evine gitmezseniz beraber uyuyalım olur mu?" Dayım telefonuma kısa bir bakış atsa da başıyla onayladı beni. Ben de rahatlayarak derin bir nefes verdim. * "Bence 15 barfiks çekemezsin!" dedim gözüme gözüme soktuğu kaslarından zorla gözümü ayırarak ve gözlerine baktım. Aç olmadığımı söylemem üzerine -ki bu milyonda bir olurdu ancak Rana'nın Rüzgar için getirdiği sarmalara ortak olmuştum ve sanırım şu an kendisi benden nefret ediyordu- gençlik parkına gelmiştik ve dondurma yiyorduk. Kendisi kapta almayı uygun bulurken ben külahta almıştım. Kabı yiyemiyorduk ama külahı yiyebiliyorduk ve kapta alan insanları da asla anlamayacaktım. Hem çevreyi boş yere kirletmekti. Gerek yoktu. "O nerden çıktı?" dedi gözünü hafifçe kısarak bana dönmüştü. Birden esen sert rüzgar yüzünden kısa bir an eteğimi tutmak zorunda kalmıştım. Mavi, askılı ve yırtmaçlı, üzerinde beyaz papatyalar olan bir elbise giymiştim. Ayağımda da beyaz sporlarım vardı. "Nereden mi çıktı?" dedim şaşkınlıkla. "Sabahtan beri kaslarını gözüme sokuyorsun!" Bu sefer bana şaşkınlıkla bakan oydu ancak itiraf etmeliydim ki kasıtlı bir tavrı yoktu. Yalnızca kolunu her hareket ettirişinde giydiği diğerlerine nazaran dar tişört sebebiyle gözüme batıyordu. Yürümeyi keserek bana onaylamaz bir bakış attığında ben de durmak zorunda kalmıştım. "Gerçekten mi?" dedi ardından da inanamazcasına. "Ne? İddiamın arkasındayım. 15 barfiks çekemezsin!" Gülerek başını iki yana salladı ancak bu gülüş daha çok sinir bozukluğu gülüşüydü. "Sana kanıtlamak için barfiks çekecek değilim..." dedi ardından da tekrar yürümeye başlayarak. Birkaç büyük adımla ona yetiştim ve koluna girdim. Bir yandan da erimekte olan dondurmamı yalamıştım. Ayrıca onu barfiks çekerken hayal etmek çok hoştu. "15 barfiks çekersen ne istersen yapacağım!" dedim ve az ilerimizdeki spor aletlerinin olduğu yeri işaret ettim. Oradaki direk barfiks çekmeye gayet uygundu. "Ne istersem?" dedi verdiğim açık çeke şaşırarak. Hoşuma gitmeyen bir şey isterse tabii ki itiraz ederdim ve hayatta yapmazdım ama yine de hızlıca başımla onayladım onu. "Mızıkçılık yapmak yok!" dedi uyarırcasına. Ona teessüfle baktım. "Aşk olsun... Ne zaman mızıkçılık yaptığımı gördün?" "Zorla yaptırırım yalnız!" dedi ve elindeki dondurmayı bana verdi. Dondurmasını alırken umursamadan başımla onayladım onu. Bir yolunu bulurdum kaçmanın. Ayrıca en fazla ne isteyebilirdi ki? "Yalnız çekemezsen de ben ne istersem onu yapacaksın!" dedim o ilk barfiksini çekerken. Gözlerim kasılan kol kaslarında itinayla geziniyordu. Bana cevap verme zahmetine girmeden yalnızca çekmeye devam etmişti ve hava git gide daha da sıcak oluyordu sanki. Yemeyi unuttuğum dondurmamın varlığını ancak elime damladığında hatırlayabilmiştim. Serinliği beni memnun etmişti. "14..." dedi bastıra bastıra. Biraz zorlanmaya başlasa da aman aman zorlandığı söylenemezdi. "15..." dedi son olarak ve direği bıraktı. Dondurmasını ona uzatırken yüzümü buruşturdum. "20 demiştim ben!" dediğimde burnumun ucuna hafifçe vurdu. "Bir de ne mızıkçılığımı gördün diyordun." dediğinde omuzlarımı indirip kaldırdım. "Eeee... Ne istiyorsun?" "Bir zaman belirlemedik, vakti geldiğinde isterim bir şey..." dediğinde duraksadım. Şimdi işler değişirdi. Gidip hemen şimdi ilişkimizi diğerlerine duyurmayı falan da isteme potansiyeli vardı. "Sence ben kaç tane çekerim?" diye sordum tekrar koluna girerek. "Seninle iddialaşmayacağım, ayrıca seni yoga yaparken gördüm. Göründüğünden güçlü bir bedenin var, dengen iyi. Ki kazansan da kaybetsen de ne istersem yapacaksın, küçük hanım! Kaçarın yok!" Ne zaman gördü diyecektim ancak bahçede yapmıştım birkaç sefer. Her ne kadar arka bahçede yapsam da Ali ve Miraç'ların evlerinden gözükebilirdi. Göz devirdim. "Ay, iyi! Yaparım! Ne olacak?" dedim ve artık erimekten bir hâl olmuş dondurmamı yanından geçmekte olduğumuz çöpe attım mecburen. Külah da ıslanmıştı çünkü artık. Miraç da zaten en başından beri pek de hevesli olmadığı dondurmayı çöpe atmıştı. Az ilerde gördüğüm kağıt helva satan abiyle Miraç'ın kolundan çıkarak doğrudan ona ilerledim. "Bir tane, yok iki tane..." dedim ve duraksayarak benim biraz önce koşarcasına buraya gelmemin aksine ağır adımlarla bu tarafa gelen Miraç'a döndüm. "Sen de ister misin?" diye sorduğumda başını yavaşça iki yana sallamıştı. "Evet, iki tane..." diyerek abiye döndüm ve gülümsedim. "Yemeyeceğim dedim." dediğinde ona yan bir bakış attım. "İkisi de bana zaten..." "Aç olmadığına emin misin? Hâlâ yemek yiyebiliriz." dedi Miraç, abi kağıt helvaları poşetlerken. Ne demek istediğini anlamayarak çatık kaşlarla ona döndüm. "Kağıt helva ve ya dondurma yemek için aç olmama gerek yok! Kim aç olduğu için bunları yer ki?" dedim Miraç'a tuhaf olduğunu söylemeden tuhaf olduğunu anlaması için bakarak. "Yani tabii ki karın doyurmak için yenmez de, tokken de bu kadar..." Sonra sustu ve başını iki yana salladı. "Boş ver, afiyet olsun..." Cebinden para çıkartıp abiye uzattığında elini yakaladım ve "Hey!" dedim. "O kadar da değil, sen yemiyorsun bile." "Bunu tartışmayacağız!" dedi ve beni hiç zorlanmadan tek eliyle biraz geriye çekti. Abi cinsiyetçi olmalı ki tüm itirazlarıma rağmen parayı Miraç'tan almıştı. "Seninle bir daha hiçbir yere çıkmayacağım!" dedim çatık kaşlarımla. "Dedi ve yarın yine çıktı." diyen Miraç'ın koluna hafifçe vurdum sinirle. O ise eğlendiğini gizleme gereği bile görmüyordu. "Geleceğim vardıysa da şu cümlenden sonra gelmem..." dedim çocuk gibi de kollarımı birbirine dolayarak. Beni kendine çekip şakağımdan öptüğünde bir miktar yumuşamış olabilirdim. "Bunu daha önce de söylemiştim. Söz veriyorum okulunu bitirip bir işte çalışmaya başladığında izin veririm." "Ah, ne kadar iyisin öyle? Lütfettiniz paşam!" dedim alayla. "Asma suratını! Yakışmıyor hiç!" dediğinde kasıtlı bir şekilde daha da somurtmuştum ve bunun üzerine Miraç eliyle yüzümü kapatmıştı. Gülerek geri kaçarken Miraç'ın da gülümsediğini gördüm. "Bu ilişkide somurtan taraf benim! Rol çalma!" dedi dikte edercesine de. Keyifli bir kahkaha bırakırken "Ben rolümü seninle paylaşmaktan büyük bir mutluluk duyarım ama." dedim ve duyduğum müzik sesiyle etrafımı taradım hızla. Zamanında bizim ikizlerle yaptığımız gibi bir gurup genç gitar çalıp, şarkı söylüyordu ve doğrusu güzel de yapıyorlardı. "Hadi dans edelim! " diyerek bu sefer de Miraç'ı o tarafa çekiştirdim. "Yok artık!" dediğinde onu çekiştirmeyi bırakmadan omzumun gerisinden ona döndüm. "Dans ettin diye ağır abiliğine zeval gelmez merak etme! Hem çok zevkli. Evlenmeden önce dans etmeyi doğru bulmuyorum falan da demeyeceksin inşallah!" Miraç bana ters ters bakarken ben yeterince yakınlarına ulaştığımıza kanaat getirerek durdum ve kollarımı boynuna doladım. Herhangi bir tepkide bulunmayınca "Hadi!" dedim ve kısa bir süreliğine ellerimi boynundan çözerek ellerini belime yerleştirdim ve genişçe gülümsedim. Olduğumuz yerde sallanmaya başlarken ona yakın olmaktan oldukça memnundum ancak o bu şekilde dans etmekten pek memnun gibi durmuyordu. "Gülümse biraz!" derken sağ elimi çözmüş ve dudak kenarlarını elimle kıvırmıştım. Sonunda biraz gülümsediğinde daha da geniş gülümsedim. Arkada çalan İkinci Bahar ve Miraç'la şu an böyle, bu şekilde, bu kadar yakın olmanın tarifsiz keyfini sürdüm dakikalar boyunca. * "YAKLAŞMA BANA!" diye avazı çıktığınca bağırdı genç kadın ve eş zamanlı olarak ondan olabildiğince uzağa gitmek için tezgaha yaslanana kadar geri geri ilerledi. "Begüm bak-" diyerek açıklamak istemişti genç adam ancak kendine atılan bardaktan son anda yan dönerek kurtulması susmak zorunda bırakmıştı onu. Kırılan cam sesi dışında saniyelik bir sürede çıt çıkmamıştı. "BÖYLE BİR ŞEYİ NASIL YAPARSIN?" diye bağırdı bu sefer de Begüm. Bir yandan da gözünden ardı ardına yaşlar akıyordu. "Evliymişsin!" dedi kısılan sesiyle de. Hâlâ bunu idrak edemiyordu. Sadece bir kaç saat önce aşık olduğu adamla sevişmiş, onunla uyumuştu ancak adamın pantolonunu yerden kaldırmak istediğinde yere düşen yüzükle dünyası başına yıkılmıştı adeta. "Begüm, lütfen..." dedi Mustafa. Kadının haklı olarak sinirli olduğunu görüyordu ve bu denli sinirliyken yanlış bir şey yapmasından korkuyor ve gidemiyordu ancak burada kaldıkça da daha da sinirleniyordu kadın. "Biraz sakinleş gideceğim!" dedi kadını ikna etmek istercesine sesi yumuşaktı ancak bu yumuşaklık ters tepmiş ve Begüm'ü daha da delirtmişti. "NEREYE GİDECEKSİN?" Sinirle elini saçlarına geçirdi ve siyah saçlarını sertçe çekiştirdi. "KOYNUMDAN ÇIKIP UTANMADAN KARININ KOYNUNA MI GİRECEKSİN? AŞAĞILIK, PİSLİĞİN TEKİSİN!" Adam ona bir adım daha yaklaştığında o an hiç düşünmeden eline gelen bir diğer şeyi ,bıçağı, almıştı. "Begüm, tamam kardeşlerinden birini ara. Gelsinler gideyim!" dedi. Şu an sadece kadının kalp krizi geçirmesinden deli gibi korkuyordu. Korkusu gözlerinden okunuyordu ve ilk defa suçluluk duygusu bu denli benliğini ele geçirmişti. Kadının elinden bıçağı almak için bir adım daha yaklaştığında Begüm ne yaptığının bilincinde olmadan bıçağı adama saplamıştı. Ancak "SANA YAKLAŞMA DEDİM!" diye bağırdıktan sonra ne yaptığının farkına varabilmişti. Panikle elleri ağzına giderken donup kalmıştı. Mustafa ise en azından kadın kendisine zarar vermediği için memnun olmuştu. Hak ettiğinin farkındaydı ancak bu kasten adam yaralamaydı ve kadının başı onun yüzünden belaya girmemeliydi. "Ambulans!" dedi kadın gömleğe bulaşan kanla ve gözleri etrafta telefon aramaya girişti. "Hayır, hayır!" dedi Mustafa ve yanından geçip gidecek olan kadının bileğinden yakalamıştı. Henüz adrenalinin etkisiyle hiç bir şey hissetmiyordu. Kadının elinin kalbinde olduğunu gördüğünde daha da pişman oldu yaptığı şeye. "Boşluğa geldi, bir şey yok... Ambulansa gerek yok!" dedi kadını ikna etmek için hafifçe de gülümsemişti. "KANIYOR!" diye bağırdı kadın panikle ve de inanmazcasına. "Begüm..." dedi adam kadının çenesinden tutup yüzüne bakmasını sağlarken. Ancak anlık olarak hissetmediği acı yavaş yavaş bedenine yayılırken her saniye ayakta durması daha da zorlaşıyordu. "Bir şey yok..." dedi ancak kadın ikna olmayarak başını iki yana salladı ve adamın elleri arasından kolayca sıyrıldı. "Mehmet!" dedi kadın telaşla. "Mehmet ne yapılacağını bilir!" dedi ve panikle etrafta telefonunu aramaya girişti. Mustafa ise daha fazla ayakta kalamayarak olduğu yere çökmüştü. Eli yarasına giderken başını da mutfak dolabına yasladı. Mehmet'i araması, ambulansı aramasından daha iyiydi en nihayetinde ve bunun rahatlığı gelmişti üzerine. Kadının kardeşine olanları telaşlı bir şekilde yarım yamalak aktarmasını duyabiliyordu. |
0% |