Yeni Üyelik
25.
Bölüm

25. Bölüm

@__kao__

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın.

İyi okumalar...

*

Mehmet, doktor bir arkadaşıyla birlikte gelmiş ve Mustafa'nın yarasına baktırtmıştı. Ona kalırsa bunu hak etmiyordu ancak adama bir şey olması demek kardeşinin başına bela olması demekti.

Begüm göğsünde hâlâ yaşlarını akıtırken hem adamı öldürmemek hem de kardeşine 'Ben demiştim!' dememek için zor duruyordu.

Bıçak Mustafa'nın da dediği gibi neyse ki boşluğuna gelmişti.

"Hadi eve git sen artık..." dedi. Kardeşinin bu adamla aynı oksijeni solumasına bile tahammülü yoktu artık.

"Uyandığını görmeden olmaz!" dedi Begüm başını itiraz ederek iki yana sallarken.

Mustafa'yla ilgilenen arkadaşına kısa bir bakış attıktan sonra kendisiyle birlikte Begüm'ü de kaldırarak içeri sürükledi peşi sıra.

"Begüm!" derken zaten hasta kalbini bugün yeterince yormuş olan kardeşine sesini yükseltmemek için kendini tutmak zorunda kalmıştı.

"O adam senin yüzünü bir daha hiçbir şekilde görmeyecek!" dedi ve bundan oldukça da emindi kardeşinin karnındaki yeğenini bilmeden.

"Uyanmasını falan da beklemeyeceksin! İyi dedi işte Tarık!" dedi azarlarcasına da.

"Büşra annemleri oyalamaktan bir hâl olmuş, beni arayıp duruyor. Ben uyanana kadar buradayım. Sen de Büşra'nın yanına gidiyorsun hemen!"

Begüm ağlamaktan akan burnunu çekti.

"Ama ya bir şey olursa?"

"Gebersin it!" dedi Mehmet anlık bir sinirle ama ardından başını iki yana salladı.

"Ama senin başın yanacak! Adamı niye bıçaklarsın ki?" diye homurdandı ardından. Şimdi tam anlamıyla iyileşmeden adamdan sinirini de çıkaramazdı ve bu daha da sinirlenmesine neden oluyordu.

"Yaklaşma dedim, yaklaştı!" dedi Begüm bir kez daha burnunu çekerek.

"Zaten kendimde değildim!" diyerek kardeşine kendini açıklamak istediğinde Mehmet, kardeşini göğsüne çekmiş ve başının üzerinden öpmüştü.

"Hadi sen git, söz veriyorum ona bir şey olmasına izin vermeyeceğim. Hem Büşra da merak ediyor seni..."

Begüm en nihayetinde kabullenerek başını salladı aşağı yukarı.

"Haber ver bana!"

Mehmet'in hoşuna gitmese de gitmesi için başını salladı aşağı yukarı.

Kardeşine binanın çıkış kapısına kadar eşlik etmiş ve hatta gözden kaybolana kadar da orada dikilip izlemişti Begüm'ü.

*

Gözlerime inanamıyordum. Hilal kesinlikle annemden sonra dünyadaki en güzel kadın falandı.

Tek ve uzun kollu, mini yeşil elbise ona acayip yakışmıştı. Özenle dalgalandırdığım ve saçının bir kısmını arkada birleştirip ördüğüm saçları da mükemmel bir şekilde sırtından aşağı dağılıyordu.

 Özenle dalgalandırdığım ve saçının bir kısmını arkada birleştirip ördüğüm saçları da mükemmel bir şekilde sırtından aşağı dağılıyordu

Hilal'in aurasına uymayacağını düşünerek yaptığım abartısız makyajla da kesinlikle muhteşemdi. Ayağına giydiği siyah topuklular ve eline verdiğim siyah el çantası ve bir kaç takıyla da kombini tamamlamıştık.

"Abartı olmadı değil mi?" dediğinde tereddütle derin bir nefes aldım.

"Şimdi keseceğim bileklerimi!" diye çıkıştım. Sabahtan beri milyonuncu soruşuydu.

"Çok güzelsin, abartı falan da değil!" diye ona çıkıştığımda o da derin bir nefes almış ve tekrar aynaya dönmüştü.

"Alışkın değilim sadece..." diye mırıldandığında göz devirdim.

"Alışmak için önce birkaç kez yapman gerekiyor! Bu kadar rahatsızsan başka elbise bakalım diyeceğim ama..." dediğimde telaşla ellerini iki yana salladı.

"Hayır, hayır bu çok güzel..." İlk abartı mı dediğinde ona diğer seçenekleri göstermiştim. Buna tamah etmesi beni güldürürken kapı tıklatıldı ve ardından da açıldı.

Ali, Hilal'i gördüğünde donup kalırken ben zevkle arkamdaki dolaba yaslandım ve eseriyle gururlu bir sanatçı edasıyla bir kez daha Hilal'i süzdüm. Beni eşcinselliğe teşvik edebilecek bir güzelliği vardı gerçekten.

"Oha!" dedi Ali'nin arkasından içeri giren Elif ve koşarak annesinin elini yakaladı.

"Çok güzel olmuşsun anne!" dedi iri iri açtığı gözleriyle de Hilal'e hayran hayran bakarak.

Hilal kızına iç ısıtan bir gülümseme sunmuş ve eğilip yanağından öpmüştü.

"Hey!" diye kızarak araya girdim Hilal, Elif'in yanağına bulaşan ruju temizlerken.

"Makyajını bozma! Öpüşmek yok, yanaktan öptürmek yok, makyajını bozacak herhangi bir eylem yok!" dediğimde Hilal kızarmıştı öpüşmek kısmından olsa gerek.

"Çok güzel görünüyorsun..." dediğinde Ali hayran hayran ve Hilal'e yaklaşıp belinden kavradığında yüzümü buruşturdum.

Kendisi de şık bir takım elbise giymişti. Hilal yaralı olduğu için gelmesini istememişti ancak sanırım artık kesin gidecekti Hilal'le.

Öpüşeceklerini anladığımda kusar gibi yapmıştım ve benden gören Elif de gecikmeli bir şekilde beni taklit etti.

Hilal bunun üzerine hızla Ali'den uzaklaşırken Ali bıkkın bir ifadeyle kızına ve bana döndü.

"Siz bir çıksanıza şuradan!"

"Oldu! Çıkalım da kızın makyajını boz. Ben o makyaja emek verdim ve bozdurtmam!"

Ali sinir bozukluğuyla gülerken elini karısının beline yerleştirdi.

"Hadi hayatım, çıkalım..."

"Ben gelmiyor muyum?" dedi Elif hızla annesinin çıplak bacağına yapışarak.

"Maalesef bir tanem. Orası sana uygun bir yer değil..." dedi Hilal, Elif'in boyuna eğilip kızının ellerini öperken. Hilal'in makyajını, Hilal'den daha fazla düşünüyor olmak kesinlikle sinir bozucuydu. Kesin bunlar arabada da öpüşürdü.

Masanın üzerinden ruju aldım ve Hilal'e uzattım.

"Anlaşılan bol bol tazelemen gerekecek..."

Hilal bir şey demeden ruju alıp minik çantasına atmış ama bana da minnettar bir gülümseme sunmuştu.

"Ama! Ama! Ben ne yapacağım siz yokken?" dedi Elif aşırı dramatik bir tavırla ve ardından da kedi bakışları beni bulduğunda derin bir nefes aldım.

"Benimle anneannemlere gelmek ister misin? Hem seni dayımla tanıştıracağımı söylemiştim."

Elif sanki bunu dememi beklemiyormuş gibi "Harika bir fikir!" dedi ve izin istercesine anne ve babasına döndü.

"Gidebilirim değil mi?"

Hilal bana sorarcasına döndüğünde onu başımla onayladım. Ardından Ali'ye dönmüş ve ondan da gerekli onayı almış olacak ki Elif'i onayladı.

Elif sevinçle yerinde zıplarken Hilal ve Ali kızlarını son kez öperek odadan çıkmışlardı ve Elif'le baş başa kalmıştık.

"Ama bir sorunumuz var..." dediğinde şimdiden söylediğime söyleyeceğime pişman olmuştum ancak belki anneannem Elif'le ilgilenirken beni salar diye düşünüyordum.

Dayımın yanından ayrıldığım an şunun oğlu diye başlıyordu ve dün tüm gün dayımın peşinde kuyruk gibi gezmek zorunda kalmıştım ve ne şanssızdım ki dayım Ahmet abileri eve yerleştirebilmek için dur durak bilmeden sürekli bir yerlere gidiyordu.

"Söyle!" dedim bıkkınlığımı fazlaca belli ederek.

"Ben Arda'ya film izleyeceğiz diye söz vermiştim..." dediğinde benden ne beklediğini gerçekten anlamamıştım.

"O zaman Arda'yla kal?" dediğimde sorarcasına başını iki yana salladı.

"Arda da bizimle gelse olmaz mı?"

Ne kadar çok çocuk anneannemin ilgisinin o kadar çok onlara kayması demekti.

"Babası izin verirse neden olmasın?" dediğimde otuz iki diş sırıttı.

"Hayatım beni kırmaz ki!" diye neşeyle şakımıştı.

Ardından da bir yandan "Arda!" diye bağırırken koşturarak aşağı ilerlemeye başlamıştı.

İyi mi yapmıştım kötü mü bilmiyordum... Ayrıca umarım ki Elif dayıma da sulanmazdı. Sinan abiye sulanırsa zaten kan çıkardı. Bu konuda Elif'i uyarsam iyi olacaktı.

Üzerimdeki şortu ve beyaz düz tişörtü çıkartmış ve yerine beyaz üzerinde siyah benekler olan yırtmaçlı eteğimle siyah kalın askılı crop tişörtümü giyinmiştim. Saçlarımı da hızlıca gelişi güzel dağınık bir şekilde örmüştüm.

 Saçlarımı da hızlıca gelişi güzel dağınık bir şekilde örmüştüm

Hızlı bir makyajın ardından da hazırdım.

İkişerli ikişerli merdivenleri inmiş ve salonda kimseyi bulamayınca adımlarımı bahçeye çevirmiştim. Can hariç kalan herkes ve Keskin ailesinin iki ferdi buradaydı.

"Hah! Geldi!" dedi Elif beni görünce ve sevinçle yanıma gelip elime asıldı.

"Bala gelebilir dedi hayatım! Ayrıca bana inanmaman beni çok kırdı!" Tripli tripli konuşması beni güldürdü.

Miraç beni baştan aşağı süzerken ona gülümsedim.

"Pek inanılır değil ama doğruyu söylüyor." dediğimde Elif bana alttan ters bir bakış atmış ancak gidiş bileti ben olduğum için bir şey diyememişti.

Ben ise bunun rahatlığıyla ona hafifçe dil çıkardım.

"Dede!" diye beni şikayet eden Elif'e ise göz devirdim ve "Haspam!" dedim.

"İkisiyle birden ilgilenebilecek misin?" dedi Miraç tereddütle izin vermesi için kendisine bakan oğlundan bakışlarını çekerek bana çevirmişti.

"Ben bakmayacağım ki anneannem bakacak..." dediğimde Miraç durmuş ve gözlerini kırpıştırmıştı. Bunun mu daha güvenilir olduğunu yoksa aksinin mi daha güvenilir olduğunu tarttığına emindim.

"Bir de haberleri olmadan..." demişti ki kendimi koltuğa bıraktım ve verdiği es sebebiyle rahatça araya girdim.

"Lütfen gelsin! Anneannem biraz daha beni darlarsa kendimi asacağım! Çocuklarla ilgilenir ve beni unutur belki... İnşallah!"

Şakayla söylediğim şey Miraç'ın kaşlarının çatılmasına sebep olurken babamın da ilgisini çekmişti.

"Niye darlıyor anneannen seni?"

Uzun süredir pek karşılaşmadığımız için beni azarlayamamıştı ve sanırım azarlayacak sebep arıyordu ya da sadece ben kuruyordum.

"Dayımdan sonra sıra bana geldi de..." dediğimde çatık kaşları düzelmişti.

"Yaşlı başlı kadın. Tamam de geç... Zaten istemeyeceğin hiçbir şey olamaz, biliyorsun. İzin vermem."

Alayla gülümserken babamı başımla onayladım.

"Olmayacağını biliyorum da buna senin değil dayımın izin vermeyeceğini bildiğimden. Malum bana kalmış olsan, kendisini istemeyen kadına duyduğu aşka bile sadık bir adamdın!"

İğneli sözlerim kısa bir sessizliğe sebep olurken babamın asılan yüzünü görmezden geldim.

"Baba gideyim işte!" dedi Arda da.

Bunun üzerine Miraç, babama dönmüş ve ondan da gerekli onayı almış olacak ki "Tamam, ben bırakayım o zaman sizi!" diyerek ayaklanmıştı.

Normalde babamın bırakmasını istemeyi planlamıştım ancak şu an babamı hiç görmek istemediğim gibi Miraç'ın bırakması da her türlü daha çok işime gelirdi.

Bunun üzerine ben de ayaklanmıştım ancak Selma da ayaklanmış ve kaçarcasına içeri girmişti. Umurumda mıydı? Tabii ki hayır.

Miraç bir şey demeden bir eliyle Arda'nın diğer eliyle Elif'in elini kavramıştı.

O çocukların kemerlerini bağlamalarına da yardımcı olurken ben biraz önce ikisinin de sorumluluğunu almamış gibi yalnızca ön koltuğa geçip oturmuştum.

Miraç da en nihayetinde koltuğuna yerleşebildiğinde aynadan önce çocukları bir kez daha kontrol etmiş ardından bana dönüp kemerimin takılı olup olmadığına bakmıştı.

Arabayı çalıştırırken de "Dayından sonra neyin sırası sana geldi?" diye sorduğunda söyleyip söylememe konusunda kısa bir tereddüt yaşamıştım.

"Evlendirme..." dedim ve ardından da kıkırdadım.

"Ama merak etme bu konuda çok başarısız. Üç çocuğu da hiç evlenmedi."

Miraç'ı bu pek rahatlatmış gibi durmuyordu.

"Niye evlenmediler ki?" diye Elif lafa atlamış ve onu da Arda tamamlamıştı.

"Evet, bence evlenmek güzel. Biz Elif'le evleneceğiz mesela."

Elif'in de başını hızlı hızlı sallayarak Arda'yı onaylamasıyla ben gülerken Miraç onaylamaz bir tavırla "Evlilik ne biliyor musunuz acaba?" demişti.

"Bence kaç kurtar kendini balım..." dedim Arda'ya ona üzüldüğümü belli eden bir bakış atarak.

"Bu cadı seni çok üzer." Elif bana dil çıkartmış ve kemerin izin verdiğince öne çıkmıştı.

"Hayır, senin evleneceğin biri olmadığı için beni kıskanıyorsun!"

Acaba hayatıyla sevgili olduğumu bilse kalpten gider miydi?

Anında gidip birilerine yetiştirmeyeceğini bilsem söylerdim kesinlikle.

"Üzmez..!" dedi Arda ise araya giren Elif'i yok sayarak kendinden emin bir şekilde.

"İyi öyle olsun..." derken önüme dönmüş ve Miraç'a zaman zaman yolu tarif etmek durumunda kalmıştım.

Çocuklarla radyoda çalan şarkıya eşlik ederken Miraç yalnızca gülümseyerek bizi izlemekle yetinmişti.

En nihayetinde anneannemlerin evinin oraya geldiğimizde çocuklar sanki kendileri tek başlarına girecekmiş gibi hızla arabadan inmiş ve ben de bunu fırsat bilerek Miraç'ın yanağına bir öpücük bırakmıştım.

"Sen de gelip bir çay içmek ister misin?" dediğimde başını iki yana salladı.

"Zaten çocukların da habersiz gelmesi beni yeterince rahatsız ediyor, haberleri olduğu bir zaman belki..." dediğinde belli belirsiz gülümseyerek ona genişçe gülümsedim.

"Öyle olsun..." dedim ve arabadan inecekken duraksadım.

"Arda eve sabah dönse sorun olmaz bence..." dediğimde kaşları çatılmıştı.

Kaşlarını elimle düzeltirken "Şimdi saat zaten dokuza geliyor, onca yol falan, kahvaltıdan sonra geliriz, bugün tekrar babamı göresim yok, dayım da ben olmadan hayatta oraya gelmez zaten, şimdi senin git gel yapmana da değmez." dediğimde kaşlarını tekrar çatmamıştı ama başını iki yana salladı.

"Habersiz gelmek bir yana habersiz bir de yatıya mı kalacaklar?" dedi onaylamadığını her bir hücreme hissettirirken.

"Ama anneannem çocuklarla ilgilenirken beni darlamaz. Hem çocuk yani, ne olacak?"

Sanırım anneannemin beni darlama fikri onu rahatsız etmiş olacak ki sıkıntılı bir nefesin ardından başıyla onaylamıştı.

"Sabah gelip sizi alayım mı?" diye sorduğunda genişçe gülümsedim ve başımı iki yana salladım.

"Dayım bırakır..."

Miraç'ı bir kez daha öpmek için yaklaşmıştım ancak Elif tarafından cama vurulmasıyla bunu yapamadım.

"Bala! Hadi!"

Derin bir nefes alarak kapıyı açtım. Miraç'ın gitmesi için beklemek istemiştim ancak biz içeri girmeden gitmeyeceğini alenen belli etmesi üzerine mecburen çocuklarla birlikte bahçe kapısından içeri girdim.

Çardak tarafından gelen seslerle o tarafa ilerlemeye başladım. Solumda Arda, sağımda Elif'le çardağa vardığımızda yemek yiyorlardı ve doğrusu açtım. Hilal'i hazırlamak için doğru düzgün bir şey yememiştim.

"Afiyet olsun!" diyerek herkesin bana dönmesine neden olmuştum.

Gördüğüm hatmi çiçeği dolmasıyla ise ağzım sulanmıştı.

Darlamasa iyi kadındı anneannem. Çok güzel sarmalar, dolmalar yapan bir kadındı en önemlisi...

"Hoş geldin..." diyen dayım arkamdaki iki bücürü gördüğünde "...iz!" diyerek tamamlamıştı cümlesini.

"Elif ve Arda..." diyerek onları tanıttığım sırada Arda biraz utanarak, Elif ise dayımla tanışmak için gözleri parlayarak iki yandan sarmışlardı beni.

"Merhaba!" dedi Elif şakıyarak ve dayıma minik elini uzattı.

"Elif ben oluyorum."

Dayım şaşkınlıkla gülerken bir bana bir Elif 'e bakmıştı. Ardından da başını iki yana salladı.

"Mehmet ben de..." dedi dayım çocuklara karşı kullandığı yumuşak bir tonla ve Elif'in uzattığı elini parmak uçlarıyla sıktı.

"Ama bence ben aşkım diyebilirim!" diyerek Elif başını omzuna yatırdığında Arda'nın kaşlarını çattığını görmüştüm.

Sinan abi ise gür bir kahkaha atmış ve ona dönmeme neden olmuştu.

"Kız kendini mi klonladın?" dediğinde artık Arda'yla birlikte benim de kaşlarım çatılmıştı.

"Ne alaka şimdi, Sinan abi?" derken anneannem de yerinden kalkmış ve içeri gitmişti.

Sinan abi "Bekle!" demiş ve işaret parmağını bir dakika dercesine havaya kaldırarak cebinden telefonunu çıkartmıştı.

Çok geçmeden telefonunu önüme koyduğunda bir video açıktı.

Küçüklük videom. Sinan abiye yürüdüğüm bir videom.

"Ama Sinan'cım..!" diyordum her neye kızdıysam ve küskün bir tavırla kollarımı birbirine dolamıştım.

"Hey!" dedim ve hızla videoyu durdurdum.

"Ben bunları imha etmiştim!" diye de homurdandığımda Sinan abi gür bir kahkaha bıraktı.

"Bin tane yedeği var bende bunların!" dedi eğlenen bir ifadeyle de.

"İhtiyarladın ama artık Sinan abi! Bahar ablanın kıymetini bil valla, başka kimse bakmaz sana!"

"Hadi oradan serseri!" diye beni azarladığı sırada anneannem elinde tabaklar ve çatallarla gelmiş, masaya bırakır bırakmaz da Arda'yla Elif'i yamacına çekerek onlara büyük bir zevkle yemek yedirmeye başlamıştı.

Ben de dayımın yamacına kurulmuş ve anneannemin yaptığı sarmalar ve dolmalardan yemeye başlamıştım.

"Ahmet abiler yok mu?" dedim tabağımın sonlarına doğru yokluklarını ancak fark ederek.

"Yerleştirdik onları evlerine." dedi dayım kolunu oturduğum tarafın sırt koyma yerine atmış ve arkasına yaslanmıştı.

"Çocuklar kimin?" dedi ardından da.

"Şu cadı babamın torunu oluyor, şu kör kütük aşık olana da komşu çocuğu diyelim..."

Üvey anne olma fikri anneannemin Kanal 7 dizileri yüzünden çok korkunç gelmişti o an.

Anneannemin kapanından kurtulabilen Elif koşarak yanıma gelmiş ve hiçbir çekince belirtisi görmeden kucağıma tırmanmış ardından da dayımın kucağına geçmişti.

"Biraz daha yersem öleceğim..." diye söylendi ve dayıma bol duygu sömürülü bir bakış attı.

"Kurtar beni lütfen aşkım!" dediğinde ise gülmeme engel olamamıştım.

Arda'ya döndüğümde o yemek yemekten oldukça memnun görünüyordu. Yemeği sevmişti sanırım.

Dayım kucağında Elif'le birlikte ayaklandığında geçebilmesi için kalkmak zorunda kalmıştım.

Ardından çardak etrafında dolanarak Arda'nın yanına ulaştı.

"Aslan parçası, doyduysan gel sen de, sizinle meyve toplayalım. Ne kadar toplarsanız hepsi sizin!"

"Hangi meyveler var?" diye soran Elif'in aksine Arda'nın bakışları izin istercesine beni bulmuştu.

"Gidebilir miyim, Bala abla?" dediğinde ise böyle bir şey beklemiyordum.

"Git..." dedim şaşkınlıkla. Arda'dan da sorumlu hissetmiştim o an kendimi.

"Ay, maşallah pek akıllı uslu..." dedi anneannem ve beynim konunun çocuk sevmeye geleceği alarmını vermeye başladığında oturduğum yerden fırladım adeta.

"Ve hatta ben de geleyim!"

Dayım Arda'yı da oturduğu yerden kucağına alarak çıkartmıştı ve ikisini birden taşırken hiç de zorlanıyor gibi durmuyordu.

Peşlerine takıldım ben de.

"Biliyor musun aşkım? Bugün annem ve babam benim de onlarla gidemeyeceğim bir yere gittiler. O yüzden Bala'yla geldim. İyi ki gelmişim değil mi?"

"Elif!" dedi Arda Elif'i uyarırcasına.

"En çok da Arda da iyi ki benimle gelmiş, ben en en en çok Arda'yı seviyorum." diye de hızlı bir dönüş yaptığında küçük bir kahkaha attım.

Dayım da gülmüş ve başını onaylamazcasına iki yana sallamıştı.

Bu sırada ağaçların yanına gelmiştik.

"Erik mi toplamak istersiniz, kiraz mı?" dedi dayım.

"Kiraz..." dediler aynı anda ve bunun üzerine dayım çocukları yere bırakarak bana dönmüştü.

"Poşet, kova gibi bir şey getirir misin Laden?"

Dayımı başımla onayladığımda Elif dayımın tişörtünden çekiştirerek kendisine dönmesine sebep olmuştu.

"Sen de mi Laden diyorsun? Neden Laden diyorsun ki? Herkes Bala diyor."

"Laden ismini ona ben koydum çünkü ayrıca herkes de Bala demiyor..." dedi dayım Elif'e gülümseyerek ve ardından da Arda'ya dönerek koltuk altlarından kavradı.

"Gel bakalım, aslanım. Önce sen çık."

Arda'ya arkasından destek olarak dayım ağaca çıkarırken ben de içeri girmiş ve iki tane poşet almıştım.

Dayım çocukların düşmemesi için peşlerinde dolanırken ben orada öylece dikilmiş ve aşağıdaki dallardan taze taze kiraz yemiştim.

*

"Hangisi annen?" dedi Arda önünde duran fotoğrafa bakarak.

Birkaç adımla yanına ulaştığımda annemin en sevdiği fotoğrafımıza baktığını gördüm.

Büyükbabam ve anneannem yan yana ikili koltukta oturuyordu. Dayım ortalarında olacak şekilde koltuğun arkasında annem ve teyzem de iki yanında dikilmişlerdi ve dayım ikisini de kollarıyla sarmıştı.

Ben de anneannem ve büyükbabamın tam ortasına gelecek şekilde yerde bağdaş kurarak oturmuştum ve büyükbabamın bir eli omzumdaydı. Annem bu fotoğrafın eski fotoğrafları anımsattığını söyler ve o yüzden çok severdi.

Hepimiz kameraya bakarak genişçe gülümsüyorduk.

"Bu..." dedim elimle dayımın sağında kalan annemi işaret ederek.

"Nasıl ayırıyorsun ki? Çok benziyorlar!" dedi aklı karışmış bir şekilde bir teyzeme bir anneme bakarak.

"Çok basit..." dedim o kadar basit olmasa da. İnsanların kendi enerjileri vardı ve annemle teyzeminki kesinlikle çok farklıydı. Aynı pozu verseler bile bir şekilde anlaşılabilecek kadar farklıydı. Onları azıcık tanıyan biri kolay kolay karıştırmazdı.

"Teyzem saçlarını toplamaktan nefret eder!" dediğimde annemin toplu saçlarına bakarak Arda çocuklara özgü bir şekilde kıkırdadı.

Teyzemin nefret etmesi bir yana annemin mesleği gereği saçları genelde toplu olurdu ve alışkanlık olmuş olacak ki normalde de pek sık açmazdı saçlarını.

"Sanırım benim annem de saçlarını toplamaktan nefret ediyor..." dedi ardından düşünceli bir tavırla.

"Gördüğüm tüm fotoğraflarında saçları açıktı."

Etrafımı merak duygusu sararken başımı iki yana salladım. Bir şeyler öğrenmek için bir çocuğa sorular soramazdım. Bunu başka bir zaman Miraç'a ve belki de Feride'ye sorabilirdim.

"Özlüyor musun anneni?" dediğimde üzgün gözleri gözlerimle buluşmuştu.

"Sen özlemiyor musun? Ki ben annemi doğru düzgün hatırlamıyorum bile. Sen hatırlıyorsun, çok şanslısın..."

Ona burukça gülümserken ellerim de hafif dalgalı ve dağınık saçlarına gitmişti ve hafifçe okşamıştım.

Annesiz kalmak için çok küçüktü ve sanırım annesi ölmüştü ya da göremeyeceği kadar uzakta yaşıyordu.

"En azından seni çok seven, çok iyi bir baban var..." dedim fısıltıdan ibaret bir sesle.

"Ne?" dedi Arda da anlayamamış olacak ki.

Gülümserken başımı iki yana salladım.

"Yok bir şey..." de derken dayım ve Sinan abi birer uçlarından tuttukları döşekle ve döşeğin üzerinde keyifle uzanan ve kıkır kıkır gülen Elif'le içeri girdiler.

Döşeği yavaşça yere bıraktıklarında Elif neşeyle yattığı yerden doğruldu.

"Bir daha, bir daha!" diye de sevinçle bağırdığında Sinan abi uzanıp Elif'in saçlarını karıştırdı.

"Saat geç oldu, sabah toplarken taşırız." dediğinde Elif'in yüzü anlık olarak asılmış ama ardından da omuzlarını indirip kaldırmıştı.

"Peki..."

Bu sırada da anneannem elindeki örtülerle birlikte geldi.

"Seninle mi uyuyacağız?" dedi Elif büyük bir hevese kapılırken ve de ellerini dizlerime yaslarken.

Nesine bu kadar heves ettiğini asla anlamayacaktım.

"Yoğ..." dedim uzata uzata.

"Ben dayımla uyuyacağım." ve Elif sormadan ekledim.

"Üçüncü bir kişiye de yer yok."

Elif bana göz devirdi ve ardından da yüzünü buruşturdu. Bu esnada telefon sesi de duyulmuş ve Sinan abi telefonunu açarak odadan çıkmıştı.

"Zaten ben de Arda'yla baş başa kalmak istiyordum!"

Saçlarını da tripli tripli savurduğunda onu takmama kararı alarak anneanneme çarşafı ve yastık yüzlerini geçirmesinde yardım ettim.

"Ha şu karşıdaki oda benim odam, kapıyı açık bırakacağım. Korkarsanız, bir şey isterseniz gelin, çekinmeyin e mi?" dedi anneannem çocukları her zaman yapıyormuşçasına yatağa yerleştirip üzerlerine ince pikeyi örterken.

Bu sırada da büyükbabam anneannemden talimat almış olacak ki elinde iki bardak sütle geldi.

"Bunları da için..."

Bardakları ellerine vermiş ve ikisinin de saçlarını okşamıştı nazikçe. Bedenimi dayıma yasladım. Ben de ballı süt istiyordum.

"Kahvaltıya ne istersiniz? Ne yapayım size?" dedi duraklamak için ara verdiklerinde.

Ben ise göz devirdim. Evde kendi ebeveynlerinden böyle bir ilgi görmediklerine emindim.

Ayrıca anneannemin bu kadar çok çocuk bakma isteğiyle yanıp tutuştuğunu da bilmiyordum.

"Patatesli gözleme!" diye çocuklardan önce ben atıldım. Yemeyeli bayağı oluyordu ve canım çekmişti.

"Uğraştırmayacak bir şey istesen şaşarım! Tamamen zahmetsin!" dediğinde anneannem hoşnutsuzlukla dayıma döndüm.

"Ben de ballı süt istiyorum!"

Dayım minik bir kahkaha atarken başımın üzerine bir öpücük bıraktı.

"Kıskanç!" diye muzip bir tonla söylendikten sonra çocuklara dönüp göz kırptı. Ardından da anneannem ve büyükbabama kısa birer bakış attı.

"E ben de kendi çocuğumla ilgileneyim..." diyerek halihazırda ona yaslı bedenimle birlikte kapıya ilerlediğinde asla itiraz etmedim.

Ayrıca büyükbabam ve anneannemle de konuşmayacaktım. Büyükbabam bana da süt ısıtabilirdi, anneannem de eğer ki ben değil de çocuklardan biri istese eminim ki öyle bir tepki vermez ve seve seve yapardı.

Mutfağa geldiğimizde tezgahın üzerine oturmuştum doğrudan. Dayım da dolaba ilerlemiş ve süt çıkarmıştı.

Isıttığı sütü bir fincana doldurup bana uzattı ve ardından da alnımdan öptü.

"Sen sütünü bitirene kadar Sinan abine bakıp dönmüş olurum, tamam mı?"

Sütümden bir yudum alırken dayımı da başımla onayladım.

Bunun üzerine dayım mutfak kapısından bahçeye Sinan abiye bakmaya çıkmıştı.

*

Dayım arabayı evin önünde durdurduğunda uzanıp yanaklarından öptüm.

Çocuklar ise ellerindeki meyve dolu poşetlerle dayımla hızlıca vedalaşıp inmişlerdi.

Normalde buraya kadar gelmeyecek olsa da poşetleri taşımamamız için buraya kadar gelmişti.

"Akşam dönmek zorunda mısın?" dediğimde üzgünce de dayım gülümsedi.

"Her seferinde bunu konuşacak mıyız Laden?"

"Teyzem seni görmedi bile!" dedim.

"Öğlen Ankara'da olurmuş, görecek yani..." dediğinde itiraz edecek başka bir şeyim kalmamıştı.

"Tamam, bari ders çıkışında al beni." dediğimde başıyla onayladı.

"Alırım, hadi şimdi in."

Mecburen kapıyı açtım ve ben de elimdeki gözleme poşetiyle indim.

Anneannem dün söylenmesine rağmen sabah erkenden kalkıp yapmıştı benim için ve orada bir ton yememe rağmen bir poşete koyup zorla elime de tutuşturmuş ve bunu yaparken de "O baban olacak adam sana bakamıyor mu? Süzülmüşsün..." diye söylenmişti. Oysa ki amacım zayıflamaktı zaten ve zayıfladığım için de mutlu olmuştum.

Tabii bir yandan da bu sabah verdiğim kiloları geri almamış olmayı umuyordum.

Bugün daha yoga da yapmamıştım zaten.

Dayıma son kez el sallayarak bahçeden içeri girdim. Bunları eve bırakacak ve ardından da Kardelen'le buluşacaktım.

Bahçeye ulaştığımda henüz kahvaltı masasında oturuyorlardı ve Elif bir miktar abartarak yaptıklarımızı anlatıyordu.

Arda ise doğrudan kendi evlerine geçmiş olmalıydı ve sanırım kontrol etmeliydim. Elimdeki poşeti masaya bırakırken "Günaydın..." dedim.

"Günaydın..!" dediler onlar da hep bir ağızdan.

"Çocuklarla ilgilendiğin için teşekkürler..." diyen Hilal'e yalnızca gülümsemiş ve elimle yandaki evi işaret etmiştim.

"Arda da eve girmiş mi bir bakayım."

Babamın başıyla onaylamasıyla tekrar evden çıktım ve yan eve doğru ilerledim. O kadınla karşılaşmak istemiyordum ve o an Miraç'a annesiyle ne olduğunu sormayı da unuttuğumu fark ettim.

Ben içeri girip girmeme konusunda tereddüt yaşarken "Pışt!" diye seslenilmesiyle şaşkınlıkla arkama döndüm.

Karşı evden orta yaşlarda bir kadın doğrudan bana bakıyordu ve sanırım biraz önce de bana seslenmişti.

"Bir şey mi dediniz?" dedim bana neden seslendiğine anlam veremeyerek.

"Sana dedim, yaklaşsana az!"

Daha büyük bir şaşkınlıkla birkaç adım o tarafa gittim.

"Geçen gün seni iri yarı bir adamla sarılırken gördüm. Şimdi de arabasından indin, Kim o?"

Sinir bozukluğuyla alaylı bir kahkaha bıraktım.

"Dayım o. Bu kadar dikkat ettiğine göre gözün kalmış sanırım. Bekar kendisi. Çok istiyorsan vereyim numarasını!"

Hayatta vermezdim ancak şu an yüzünün aldığı ifadeyi görmek kesinlikle paha biçilemezdi.

Ayıplarcasına sesler çıkartırken pencereden bir miktar geri çekildi ve "Terbiyesiz!" dedikten sonra da pencereyi kapattı ve ardından da perdeyi çekti hadsiz kadın.

Sabah sabah niye hep böyleleri beni buluyordu?

"Sayıyla veriyorlar bana!" diye söylenirken tekrar arkama dönmüştüm ki Miraç'la göz göze geldik. İçeri girmek zorunda kalmayacağım için de memnun olmuştum.

Ona genişçe gülümsedim ve "Günaydın!" dedim neşeyle de.

"Günaydın..." derken o da hafifçe yaslandığı duvardan bedenini ayırmış ve birkaç adımla yanıma gelmişti.

"Arda evde, değil mi?"

"Evde." dedi gülümserken.

"Mutluydu, sevmiş orayı."

Benimle de öyle ilgilenilse ben de severdim ama ilgilenen olmamıştı.

"İyi bari, ben de evde olup olmadığını kontrol etmek için gelecektim. Dayımla konuşurken indiler arabadan."

Ve ona bir adım kadar daha yaklaştım.

"Bir yere gideceksen seni de bırakayım." dediğinde başımı iki yana salladım.

"Kardelen'le buluşacağım. Trenle bir durak zaten, daha hızlı giderim." dediğimde elini hafifçe belime yerleştirerek tren tarafına doğru ilerletmeye başladı.

"Trene kadar eşlik edeyim o zaman..." dediğinde gülümsedim.

"İşine git lütfen, kendim yürüyebilirim."

"Seninle yürümek istiyorum." dediğinde itiraz etmedim bu kez ve koluna girdim ancak mahallede böyle gezmemizle ilgili ne düşündüğünü anlamak için ardından bakışlarımı yüzüne çıkardım.

Hiç rahatsız olmuş gibi durmuyordu. Bu beni daha da gülümsetti.

"Anneannen sıkıştırdı mı seni?" diye sorduğunda başımı iki yana salladım.

"Çocuklarla ilgilendi tamamen." Ben de bu sırada zaman zaman Sinan abiye yürümüş zaman zaman da dayım ve büyükbabamla konuşmuştum.

Sonra hevesle ona döndüm.

"Akşam dayım dönüyor. Ben de balkonumda olurum ve hatta belki sen de daha yakından eşlik edersin?"

Sorarcasına söylediğim sözlere gülümsedi.

"Ben de belki açık hava sinemasında bana eşlik edersin diyecektim. Bu tarz bir şeyden hoşlanacağını düşünmüştüm."

Heyecanla ona döndüm.

"Deli misin? Bayılırım! Gerçi daha önce hiç gitmedim ama severim bence. Böyle kapalı alanlar bir yerden sonra basıyor bana."

Benim hararetli konuşmama gülümsediği sırada ne yazık ki trene gelmiştik. Keşke teklifini kabul etseymişim.

Durağın önünde durduğumuzda tamamen ona döndüm ve ellerini tuttum.

"Bu akşam, değil mi?" dediğimde beni başıyla onayladı.

Onu öpmek için uzandığımda hafifçe yan dönerek yanağını öpmeme neden olmuştu.

Bu gülümsememi bozamazken "Ne var biliyor musun?" dedim fütursuzca ve birkaç saniye düşünsem asla devam etmezdim.

"Bunun için evlenmemiz gerekiyorsa evlenelim. İki imza en nihayetinde..."

Zaten dudağında emanet gibi duran gülümsemesi sözlerim üzerine silinmiş ve kaşları çatılmıştı.

Ellerimi de bıraktığında ne dediğimi ancak fark edebilmiştim ve benim de gülümsemem solmuştu.

"Yani-" diyerek toparlamaya çalışacaktım ancak sertçe sözlerimi kesmişti.

"Sen önce bir evlilik ne onu öğren gel Laden! Sevişmekten ibaret olmadığını, en nihayetinde iki imza olmadığını öğren!"

Pişmanlık tüm bedenimi sararken cezalandırırcasına alt dudağımı ısırdım.

"Öyle deme-" diye söze girecekken arkasını döndü ve birlikte kol kola geldiğimiz yolu tek başına dönmeye başladı.

"Miraç!" dedim yalvarırcasına ve birkaç büyük adımla yanına ulaştım ancak attığı bakışla beni olduğum yere çivilemişti adeta. Tüm tüylerimi diken diken etmiş içimi buz kestirmişti.

Loading...
0%