@__kao__
|
Düş Kapanı'na geçtiğimiz dünkü bölümde medya aracılığıyla kombin fotoğrafı koyabildim. İlk fırsatımda hem buraya hem Düş Kapanı'na bulabildiğim fotoğrafları ekleyeceğim. Bölümde bahsi geçen elbiseyi de şu anda medyada görebilirsiniz. Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. İyi okumalar... * Bir hafta. Koskoca bir haftadır onu görmüyordum. En son benim fütursuzca söylediğim sözler ardından gitmişti ve akşamına da saat 8'de hazır olmamı isteyen bir mesaj atmıştı. Bu aramızı düzelteceğimizi düşünmeme neden olmuştu ancak işler pek de düşündüğüm gibi gitmemişti. Bu onun bir zorunluluğu, bu onun bir göreviymiş gibi davranmıştı. Daha önce verilen bir sözü yerine getirdiğini, fazlasının olmadığını iliklerime kadar hissettirmişti. Daha önce ona duygusuz dediğim her bir ana tek tek gitmeme ve o anlardan özür dilememe de sebep olmuştu. O kadar katı, sert bakıyordu ve o kadar değersizmişim gibi hissettirmişti ki filmin ortasında daha fazla dayanamayarak kaçarcasına oradan çıkmış ve peşimden gelmesini umursamadan bulduğum ilk taksiye atmıştım kendimi. Peşimden de o beni sinemaya getirdiği ve beni tekrar eve götürmenin görevi olduğunu düşündüğü için gelmişti muhtemelen. Yine de 1 hafta hiç göremeyeceğimi bilsem o koltuktan hiç kalkmazdım sanırım ve onunla o şekilde de olsa biraz daha vakit geçirirdim. Eve erken gelmeyi de geç gelmeyi de iş çıkış saatine getirmeyi de denemiştim ancak hiçbir şekilde ona denk gelememiştim. Aynı şekilde sabah evden çıkmadan önce de onu beklemiştim ancak sanki evde kalmıyordu ama ne zaman Elif'e ya da Arda'ya çaktırmadan sorsam onu gördüklerini söylüyorlardı ve bu iş cidden sinirlerimi bozuyordu. Sadece bir an fütursuzca konuşmamın cezası bu kadar ağır olmamalıydı. Şimdi de akşam olmak üzereydi ve balkonumda oturmuş balkonuna bakıyordum. Bu bir hafta boyunca hiç balkonuna çıkmadığını söylememe gerek yoktu sanırım. "Dinliyor musun sen beni?" Kardelen'in sert sesiyle irkilerek telefona döndüm. "Evet." dediğimde sıkıntılı nefesini işittim. "Hâlâ hiç konuşmadınız mı?" "Görebilsem konuşacağım!" diye çıkışmama engel olamadım. "Neyse sen ne diyordun?" "Boş ver şimdi benim ne dediğimi? Feride'ye sorsana ne yapıyormuş. O da biliyordur herhalde artık." Bunu da düşünmüştüm ancak zaten yeterince batırmışken kız kardeşi dahi olsa araya üçüncü bir kişi sokmak istememiştim. Üstelik nedendir bilinmez kızar gibime geliyordu. "İstemiyor işte..!" dedim zaten yerlerde olan moralim daha da yerlere düşerken. "Tamam hatalısın da yani bu kadarı da fazla değil mi?" dedi o da hoşnutsuzlukla. Balkon kapısı tıklatıldığında bakışlarım kapıya çevrildi. "Gel lütfen." dedim ve hoparlörden çıkarak telefonu doğrudan kulağıma götürdüm. "Sana sonra döneyim aşk olur mu?" "Tamamdır!" dediğinde telefonu kapattım ve gelip oturduğum salıncağın karşısındaki koltuğa oturan Hilal'e döndüm. "İyi misin?" dediğinde ilgiyle, başımla onayladım onu ve zorla biraz gülümsedim. "İyiyim. Bir şey mi oldu?" Hilal yalnızca bir süre beni süzdü ve ardından da başını iki yana salladı. "Yok hayır. Ali'lerin ekibinden birinin düğünü varmış da, babam gelip gelmeyeceğini sormamı istedi." "Yok, ben gelmi-" Yaşadığım farkındalıkla duraksadım. Ali'nin ekibi demek, Miraç'ın ekibi demekti. Herhalde artık ekip arkadaşının düğününe de giderdi. "Ya da geleceğim ya! Bir farklılık olur. Ot gibi yaşıyorum." "Tamam..." dedi Hilal ikinci heceyi uzata uzata. Bakışlarında fikrimi neyin değiştirdiğini sorguladığına emindim. "1 saat içinde çıkarmışız, ben gidip hazırlanayım." dediğinde onu başımla onayladım. Normal şartlarda onu da ben hazırlardım ancak şu an sadece kendimi hazırlamam gerekiyordu. Çok abartı olmamalıydı ama çok basit de olmamalıydı. İddialı bir şeyden ziyade daha doğal bir güzellik istiyordum. Elbiselerimi hızlı hızlı karıştırırken en nihayetinde yeşil bir elbisede karar kılmıştım. Elbise yeşilin değişik tonlarında iri çiçek desenliydi. Göğüs kısmı bağlamalı ve kolları uzundu. Ayrıca bir yırtmacı da vardı. Tam istediğim gibi abartı değildi ama basit de değildi. Altına bej topuklu sandaletlerimi giymeye karar vermiş ve altın kolyelerimle görünümümü tamamlamıştım. Gece ördüğüm için dalgalı olan saçlarımı hiç bozmadan yalnızca üstten bir kısmını toplamış ve geri kalanını açık bırakmıştım. Tokanın etrafına bir tutam saç doladıktan ve topladığım kısımdan kurtulan perçemlerimi de düzelttiğimde geriye yalnızca makyajım kalmıştı. Gözüme sürdüğüm geçişli yeşil far dışında abartısız bir makyaj yapmıştım. Son olarak doğal pembe bir gloss da sürdüm. Elime sandaletlerimi ve yine bej olan minik çantamı da aldığımda hazırdım. Aşağı indiğimde babam koridordaki boy aynasında kravatını takmakla meşguldü. Aynadan gözlerimiz kesiştiğinde kravatını son kez düzelterek bana döndü ve gülümsedi. "Çok güzel olmuşsun bebeğim..." Burnumdan da öptüğünde bir şey demedim ve yalnızca gidip tabureye oturarak sandaletlerimi giyinmeye koyuldum. "İyi misin sen?" dediğinde derin bir nefes çektim içime. Neden herkes bunu soruyordu ki? "Değilim!" dedim çıkışırcasına ve merdivenlerden hazır bir şekilde gelen Selma'yı gördüğümde doğrudan dışarı çıktım. Onun da geleceğini düşünmem gerekiyordu. Eve dönüp evde kalmayı düşündüğüm sırada yan evden Ali, Hilal ve Elif hazır bir şekilde çıktı. Sanırım babam ve Selma'yla gitmektense Ali'lerle gitmeyi tercih ederdim. "Babamlar hazır mı?" diye sordu Ali. "Hazır!" dedim memnuniyetsizliğimi fazlaca belli ederek ve Ali'nin arabasının kapılarını açmasıyla hepsinden önce geçip arka sağ koltuğa oturdum. Elif pembe prenses elbisesiyle yanıma otururken Ali ve Hilal de öne geçmişti ve neyse ki Ali onlarla gidecek olmam hakkında tek kelime etmemişti. Yola çıkarken Ali'nin gözlerini üzerimde hissedebiliyordum. Elif'in bana attığı kaçamak bakışları da görebiliyordum. "Her zaman suratsızdın ama şu son günlerde daha da bir suratsızsın. Zorla götürmüyoruz ya gül biraz." Neydi bu? "İyi misin?" sorusunun bir başka versiyonu mu? Ali'yle uğraşmak istemediğim için çantamdan kulaklıklarımı çıkardım ve yol boyu da öyle gittim. Eğer bunca hazırlığa ve zahmete rağmen Miraç orada değilse çıldırırdım sanırım. Araba durduğunda etrafıma bakındım. Bir düğün salonuna gelmiştik. Kulaklıklarımı çıkardım. "Arda da gelecek değil mi baba?" Elif'in sorusuyla benim de bakışlarım Ali'ye dönmüştü. Kemerini çözerken kızını başıyla onayladı. "Gelecek bebeğim." En azından tüm bunların boşa gitmeyeceğinin rahatlığı üzerime yayılırken Hilal'le eş zamanlı bir şekilde kapıları açmış ve inmiştik. Elif ise babasının onun için kapıyı açmasını beklemiş ve öyle inmişti. Haspam! Kapıya doğru ilerlerken yarı yolda babam ve Selma'yla birleşmiştik. Babam uzanıp elimi tuttuğunda ona döndüm. "Biraz konuşmak ister misin?" Yalnızca elimi elinden kurtardım ve birkaç büyük adımla öne geçmiş Hilal ve Ali'ye yetiştim. Boş bir masaya yerleşir yerleşmez bir kız gelmişti yanımıza geniş gülümsemesiyle. "Komiserim, amirim hoş geldiniz..." "Gelin nerede?" diye sorduğunda Ali ister istemez şaşırmıştım. Toplumun cinsiyetçi algısı yüzünden ekip arkadaşı deyince damadın arkadaşları olmasını beklemiştim ve haliyle gelin deyince de şaşırmıştım. Kız yüzünü buruşturdu. "Görseniz nasıl çıt kırıldım duruyor, aklınız şaşar." dediğinde Ali güldü. "Aslı mı çıt kırıldım?" diye de sorduğunda kız ben bilmem dercesine dudaklarını büzdü ve masada göz gezdirdi. "Miraç komiserim yok mu?" Ona neydi ki Miraç'tan? Hoşnutsuzlukla hızlı hızlı dizimi sallamaya başladım. "Buradayım." Duyduğum sesle arkama döndüm ve anında göz göze geldik. Kucağındaki Arda'yı yere bıraktığında Elif de yerinden kalkmış ve hızlıca birbirlerine sarılmışlardı hiç birlikte değillermiş gibi. Kızın bakışları hiç hoşuma gitmezken bacağımı daha hızlı sallamaya ve o bakışlarını benden çekerken ben ısrarla ona bakmayı sürdürmüştüm. Diğer her şeye algılarımı kapamıştım ve sadece Miraç'ı görüyordum. Sol yanımda art arda iki sandalye boştu ve başka da boş yer yoktu. Miraç aramızda bir sandalye boşluk bırakarak ikincisine oturduğunda göz devirdim. Bu esnada yırtmaçtan açıkta kalan bacağımda soğuk bir el hissetmemle irkilerek Elif'e döndüm. "Biz Arda'yla yan yana oturacağız da, bir yana kayar mısın Laden?" Şu an istediğim fırsatı bana verdiği için Elif'i çok seviyordum. Ayrıca anneannemlerden döndüğümüzden beri de bana Laden diyordu. Hızla bir yana kaydığımda Elif de kayarak yine yanıma oturmuştu ve Arda da onun diğer yanına. Bu sırada büyük bir alkış kopmuş kısık müzik sesi artarak ağır bir şarkı çalmaya başlamıştı. Gelin ve damat pistin ortasına gelene kadar da alkışlar devam etmişti. "Özür dilerim..." dedim yanımdaki Miraç'ın sesimi duyabileceği kadar sesimi yükseltirken ancak o tepkisiz kaldı. Kaşlarım çatıldı. "Bu mu yani? Benimle konuşmayacak mısın? Tamam, suçluyum, kabul ediyorum ama bir haftadır benden kaçıyorsun resmen!" Kaçmayı kendine yakıştıramamış olacak ki kaşları çatıldı ve hafifçe bana döndü. "Senden kaçmıyorum Bala! Görevdeydim. Günlük 1 saat uzaklaşabiliyordum ancak ve onu da okul çıkış saatine getirip Arda'yı görüyordum. Sen o saatlerde evde olmuyorsun!" Tamam mantıklıydı ama mesaj atmaya da mı vakti yoktu? Ya da bunun haberini verecek kadar herhangi bir gün 5 dakikasını bana ayıramamış mıydı? Görev bahanesiyle gayet kasıtlı yapmıştı işte! "Neyse ne!" diye çıkıştım sinirlenerek ve şarkının da değişmesiyle ayağa kalktım ve piste ilerleyerek damat halayına karıştım. Buradaki kimseyi tanımıyordum ama umurumda değildi ve sadece sinirimi atmak istiyordum. Hiç tanımadığım insanlar arasında delice oynamıştım dakikalar ve belki de saatlerce. Ne zamanki tekrar ağır bir şarkı başladı ve insanlar çiftler halinde dans etmeye başladı ancak o zaman biraz da dinlenmek için garsonların olduğu tarafa ilerleyip su içtim. Suyumu bitirdiğim sırada bir çocuk yanıma gelmiş ve bana gülümsemişti. "Dans edelim mi?" diyerek elini uzattığında bardağı kenara bıraktım. Yalnızca durmak istemiyordum. Elini tutacakken elim başka bir el tarafından kavrandı ve kendiyle beraber piste çekti. "Ne yapıyorsun?" dedim kaşlarımı çatarak Miraç'a bakarken. "Amacın dans etmek değil mi? Benimle et!" Başımı iki yana salladım. "Amacım senden, herkesten kaçmak ve uzaklaşmak." Ancak dans pistine ulaşmıştık ve benim ona parkta yaptığım gibi ellerimi boynuna yerleştirtmiş ve kendisi de belimi kavramıştı. "Sinirlisin..." dediğinde alayla güldüm. "Vay, canına!" dediğimde kaşlarını çatarak bana döndü. "Hatalısın!" dediğinde bu kez de göz devirdim. "Ben de bunu inkar etmiyorum zaten, Miraç ama sen benden kaçtığını inkar ediyorsun! Tamam, evet... Fütursuzca konuştum. Pişmanım. Evliliğin iki imzadan da, seksten de ibaret olmadığını biliyorum ama bu geçtiğimiz 1 haftada bana ayıracak bir 5 dakikanın ve hatta mesaj atacak saniyelerinin olmamasını açıklamıyor!" Bir yandan da olduğumuz yerde sallanıyorduk ve ona bu kadar yakın olmak kesinlikle irademi zorluyordu. "Hele ki sinemada kendimi bok gibi hissettirmişken!" dedim hararetim bir miktar daha azalırken. "Öyle falan hissettirmedim..!" dedi kaşları hafifçe çatılırken ancak tereddüdü gözlerine yansımıştı. "Hayır, hissettirdin! Çok değersizmişim gibi hissettirdin, hiç aramızda bir şeyler yaşanmamış gibi hissettirdin, bana karşı hiçbir şey hissetmiyormuşsun gibi hissettirdin..." Kısa bir an duraksadı ve tartarcasına gözlerime baktı uzun uzun. Ardından derin bir nefes aldı ve uzanıp dudaklarını alnıma değdirdi. "Özür dilerim, bunu fark etmemiştim. Suçluyken üstüne bir de öylece hiçbir şey söylemeyip gidince daha da sinirlendim. Görevin ne kadar süreceğini bilmiyordum ve doğru düzgün görüşemeyeceğimizin de farkındaydım. Sinemayı da o yüzden ayarlamıştım zaten ve gecenin sonunda görevde olacağımı söyleyecektim sana. Bana göre çekip giderek o hakkını kaybetmiştin." En uzun konuşması falan olabilirdi şu an. Sözlerinden samimi olduğunu da anlayabiliyordum ayrıca. Yine de yavaşça omuzlarımı indirip kaldırdım. "Değersizmişim gibi hissettiğim bir ortamda kalamıyorum, hissettirmeseydin sen de öyle! Bana ne?" Çıkışmam üzerine derin bir nefes almış ve burnumun ucunu öpmüştü bu kez de. "Aramız iyi mi şu an?" dediğinde bir kez daha omuzlarımı indirip kaldırdım. "Bir daha sinirlendiğinde öyle yapmayacaksan olabilir... Ne bileyim bağır, çağır, kız ama öyle sert sert, duygusuz duygusuz bakma bana!" "Kabul." dediğinde hafifçe gülümseyerek ben de gülümsedim. "Bir de bir daha açık hava sinemasına gidelim. Hayatımda ilk kez gitmiştim ve hiç zevk alamadım." "O da kabul." dediğinde biraz daha gülerek kollarımı bir miktar daha sıklaştırdım "Tamam aramız iyi o zaman." Ve ben de gülümsedim genişçe. Bir süre daha yalnızca öyle dans ettik şarkı bitene kadar ve o ana kadar babamın da burada olduğunu unutmuştum. "Sikeyim!" diye mırıldandım belli belirsiz babamla göz göze geldiğimde. "Ben bunu unutmuştum." dediğimde Miraç herhangi bir çekince göstermeden uzanıp elimi tuttu. "Zaten eninde sonunda söyleyecektik." dedi büyük bir rahatlıkla da ve kendiyle beraber beni de masaya ilerletti. Babamın bakışından kesinlikle kavga edeceğimizi anlayabiliyordum. Ayrıca Miraç'ın rahatlığı da bana batmıştı. Benim için bir sorun değildi ancak Miraç'ın amiriydi en nihayetinde. Aynı yerde çalışıyorlardı falan ki kendisi benim aksime babamın düşüncelerini de önemsiyor gibiydi. Masaya ulaştığımızda babamdan önce Ali kalkmış ve ellerimizi ayırarak beni diğer tarafına çekmişti. Göz devirdim. "Dışarı!" dedi babam müzik sesinden dolayı olsa gerek. Eğer ki Miraç'ın arkadaşları olmasa asla umursamaz ve çıkmazdım ancak rezillik çıkmaması için itiraz etmeden kapıya ilerledim babamın arkasından. Salondan dışarı çıkmamız yetmemiş bir de arka bahçeye doğru ilerlemişti. En nihayetinde yeterince uzaklaşmış olacağız ki durdu. Ön tarafta sigara içen birkaç kişi olsa da burada kimse yoktu. Miraç yanımda durmuştu ki çok geçmeden aramıza Ali girmiş ve hafifçe Miraç'ı iteklemişti. Miraç ona ters ters bakarken ben Ali'ye bir kez daha göz devirdim. Hilal'le aralarına her fırsatta girmezsem ne olayım? Birkaç adım sağa ilerleyerek duvara yaslandım. O kadar çok oynamıştım ki topuklularla ayaklarım zonkluyordu. "Ne zamandır?" dedi babam. Duymamış gibi eğildim ve ayakkabılarımı çıkardım. Çıplak ayaklarım çimenlerle buluştuğunda rahatlayarak derin bir nefes verdim. "Ne zamandır dedim!" dedi babam sertçe bana bakarak. Kaşlarımı çattım. Miraç normalde cevap verirdi ancak babam bana hitaben konuştuğu için cevap verme gereği görmüyordu sanırsam. "Anlamadım. Tam olarak neyin hesabını vermemiz gerekiyor? İki yetişkin, bekar insanız!" "O iş iki yetişkin, bekar insanız demekle bitmiyor!" dedi Ali de sertçe. "Ya sen bir her şeye karışmasana!" dedim Ali'ye de sertçe dönerek. "Sen mi yetişkinsin?" dedi babam araya Ali hiç girmemişçesine ve bu sayede Ali susmak zorunda kalmıştı. "Bak! En çok ben isterim Miraç gibi biriyle olmanı o saçma sapan tiplerle takılmandansa ama ikinizi de tanıyorum. Aranızdaki yaş farkını geçtim. Sen beş yaşında neysen hâlâ osun!" Ardından Miraç'a döndü aksi bakışları. "Sen de elimde büyüdün. Ergenliğinin en ağır zamanlarında bile olgun, aklı başındaydın! Sen kızımı, kızım seni üzer ve ben buna izin vermem!" "İzin istediğimizi hatırlamıyorum!" diyerek araya girdiğimde babamın ateş saçan gözleri beni buldu. "Benim evim, benim kurallarım! İster güzellikle, ister zorla!" "Mustafa amca!" diye Miraç araya girecekken bir adım öne çıktım ve duvarla temasımı kestim. "İşin garibi baba, evinde de tehditle tutmuştun hatırlarsan. Senin evin senin kurallarınsa bana hava hoş. Çıkarım evinden büyük bir zevkle!" Ardından birkaç adımla geriye dönmüş ve yerdeki ayakkabılarımı almıştım. "Nereye gideceksin?" dedi babam kolumdan tutarak. "Bilmem! " dedim dudaklarımı da bunu kanıtlarcasına büzerken. "Senin olmadığın bir yere. Belki anneanneme, belki teyzeme, belki dayıma, hatta belki Kardelen'e. İnanır mısın bilmem ama benim senin aksine beni gerçekten seven bir ailem var!" "Seni seviyorum ve bu yüzden izin vermiyorum!" dedi sertçe. Alayla güldüm ve başımı iki yana salladım. "Kısıtlıyorsun baba! Gerçekten sevsen sadece uyarını yapar ve yanımda olurdun. Eğer yaptığımız dediğin gibi bir hataysa da yaşayıp görürdük ve sen de arkamdaki dağ olurdun ama şu yaptığınla sadece senden daha çok nefret etmeme neden oluyorsun." Buradan uzaklaşacakken duraksadım. "Ayrıca kendinden 7 yaş küçük biriyle evliyken ilişki yaşamışken konuşabilecek, yorum yapabilecek son insansın!" "Asıl bu yüzden söylüyorum. Annenle olmamamızın sebebi evli olmam falan değildi. Karakterlerimizin farklılığıydı. Annenin yerinde başka bir kadın olsa o kadar aşıkken ya evli olmamı umursamaz ya da boşanıp onunla evlenmem için baskı yapardı. Bir diğer ihtimalle de hamile olduğunu öğrendiğinde ya bebeği aldırıp ya aldırmadan uzaklara gider ve habersizce yaşatırdı. Sadece annen o kadar aşıkken, o kadar yakınımdayken duruşunu korurdu. Sadece annen sana babalık yapmama izin verirdi." Alayla güldüm. "Keşke beni de alıp uzaklara gitseymiş, aldırsa da olurmuş ama ne şekilde olursa olsun seni tanımasaydım keşke!" "Beğen beğenme!" dedi sertçe ancak bakışlarındaki kırgınlık oldukça açıktı. Yine de benden daha kırgın olamazdı. Onu hâlâ çok seviyordum ama bir o kadar da ve hatta daha fazla da nefret ediyordum. "Baban benim ve buna izin vermiyorum!" "İzin istediğimde vermezsin ama şu an izin falan istemiyorum baba! Tekrar gitmek için hazırlanmış ama bir kez daha babam kolumdan tutarak durdurmuştu. "Dayının, teyzenin onaylayacağını mı sanıyorsun?" Gülümsedim. "Onaylar onaylamazlar bilmiyorum ama her türlü saygı duyup yanımda olurlar! En nihayetinde sırf babam olduğun için sana bile saygı duyuyorlar!" Kolumu babamın elinden kurtarıp ilerlediğim sırada babamın "Seninle sonra konuşacağız! Yoksa Bala'ya olan sinirimi de senden çıkaracağım!" dediğini duymuştum. Yoldan geçen bir taksiyi durdurmuş ve doğrudan mahalleye ,eve, gitmiştim. Kapıyı açan Can'ı hızlıca geçip adımlarımı yukarı çevirdim. Ders notlarımı tuttuğum defter buradaydı ve almam gereken birkaç eşyam da vardı. Ayrıca babamın düşünüp getirmeme ihtimaline karşın da çiçeklerimle vedalaşmalıydım. Ancak bunu oldukça hızlı bir şekilde yapmalıydım çünkü babamların da eve dönmesi an meselesiydi. Hızlıca çiçeklerimi sulamaya girişmiş bir yandan da onlarla vedalaşıyordum. "Bir süre görüşemeyebiliriz ama umarım ki sizinle ilgilenen birileri çıkar. Babamlar dönmeden çıkmam gerekmese sizi de alırdım ama ne sizi şimdi taşıyabilirim ne de diğer saksılarınıza yerleştirebilecek vaktim var. " Sonuncusunu da suladığımda eğilip derince kokusunu çektim içime. "Çok güzel kokuyorsunuz ve maalesef benim gidip şimdi diğer eşyalarımı toplamam gerekiyor. Görüşürüz." Çiçeklerimi istiyordum. Bir şekilde onları almalıydım. Daha sonra bir yolunu bulurdum. Hızlıca odanın içine girmiş ve almam gereken her şeyi bir sırt çantasına doldurmuştum. Üzerimi değiştirip değiştirmemem gerektiğini düşündüm kısa bir an ancak yeterince oyalanmıştım. O yüzden hızla çıktığım gibi merdivenleri inmiştim. Evden çıkacakken duraksadım ve aynalı konsolun üzerine çantamdan çıkardığım babamın kartını bıraktım. İstediği kadar çalışmama engel olabilirdi ama dayımın ya da teyzemin bana verdiği paraya karışamazdı. Okulum bitene kadar yalnızca birkaç ay daha Ankara'da kalacaktım zaten. * "Ellerine sağlık, Zeliş." dedim tabağımı bitirerek arkama yaslanırken. "Afiyet olsun kuzum!" dedi Zeliş ve eş zamanlı bir şekilde yanaklarımı sıkıştırdı. "Ama babalara küsülmez." dedi Osman amca yersiz bir şekilde konuya girerek. "Söylememe gerek yok zaten, sen de bu evin kızısın ama babana baş kaldırıp kaçarcasına buraya gelmen hiç hoşuma gitmiyor." "Babam da baş kaldırmamı gerektirecek şeyler yapmasaydı!" dedim hoşnutsuzlukla. Ayrıca zaten yalnızca bu gecelik ve belki de yarınlık burada kalacaktım. Anneannemin sorgusunu kaldıracak bir halde değildim ama Osman amca da anneannemi aratmayacaktı sanırım. "Baba darlama kızı, emin ol laf dinlemek için kaçmadı buraya." Civan abinin söyledikleriyle gülümsedim ve ona öpücük attım. "Sağ ol, doktor Civan'ım. Bir sen anlıyorsun zaten beni." Ve bu söylediklerim Kardelen'den gelen sert bir dirseğe neden olmuştu. Dirsek attığı karnımı tutarken yüzümü de buruşturdum. "Bir de bu kız kardeşin olacak şahıs." Kardelen göz devirirken ayaklandı ve bana da kalkmamı işaret etti. Peşinden kalktığımda beraber odasına çıkmıştık ve ona kısaca düğünde olanları anlatmıştım. "Mustafa amca kapıya ekip yollamasa bari..." dediğinde gülümsedim. "Miraç'ı yollayabilir valla." Kardelen koluma vurduğunda yarı yatar pozisyondan dikleştim ve ona ters ters bakarak kolumu ovuşturdum. Kardelen "Geri zekalı!" diye söylenirken omuz silktim. "E sen ne yaptın bugün?" "Ay! Az kalsın unutuyordum!" dedi ve yüzünü buruşturdu. "Bugün senin görümcenle karşılaştım okulda. Arkadaşlarıyla takılacaklarmış, 'Sen de gel.' dedi. O sıralar sana pek ulaşılamadığı ve 1 haftadır ot gibi yaşadığım için çok mümkün geldi. Gittim onlarla. Oturduk kafeye. Bu arada görümcenin taş gibi sevgilisi var!" Görümcem Feride oluyordu sanırım. Kardelen çok lezzetli bir şeyden bahsedermişçesine sağ elinin tüm parmaklarını birleştirmiş ve yukarı aşağı sallamıştı elini. Eş zamanlı bir şekilde dudağının kenarını da ısırması beni güldürmüştü. "Eeee?" dedim devam etmesi için. Bana bir dakika işareti yaptı ve cebinden telefonunu çıkardı. "Bugün fotoğraf çekindik, sana gösterebilmek için Feride'den bana da atmasını istedim." Konuşması bittikten kısa bir süre sonra telefonunu yan çevirmiş ve önüme bırakmıştı. Yabancı yüzlerin ağırlıkta olduğu fotoğrafta Kardelen'i ve Feride'yi hemen seçebilmiştim. Kardelen, Feride'nin yanında oturan çocuğu işaret etti. "Sevgilisi bu." Dediği gibi çocuğun bir maşallahı vardı. Açık kumral saçları ve fotoğraftan bile parlayan masmavi gözleriyle sağlam gideri vardı ancak yüzü fazla masumdu. Ben daha çok sert yüz hatlarına sahip erkeklerden hoşlanıyordum sanırım. Parmağının ucuyla masanın başında oturan sarışın bir kızı işaret etti. Kız masanın başında oturuyordu ve hemen sağında bir çocuk ve çocuğun yanında da Kardelen vardı. "Şu kız ve yanımdaki oğlan da sevgiliymiş. Garson içeceklerimizi getirdi. Herkese verdi bir çocuk kaldı ama masanın diğer ucunda. Garson yorulmasın diye içeceği aldım çocuğa uzattım. Yok böyle bir özgüvensizlik..." dedi ve yüzünü buruşturdu. "Kız orada oturduğumuz 2 saat boyunca dik dik yüzüme baktı. Çocuk da benden kıskandığının farkında, ben de farkındayım, üzerine kız bana ha bire bakınca ben de bakıyorum arada ister istemez. Hiçbir şey yok bak! Sadece çayı aldım çocuğun önüne koydum." Yüzümü buruşturdum ben de ve "Iyyy!" dedim. "Hani çocuk da tip olsa neyse... Hani böyle ultra yakışıklı olur, bütün kızlar peşinde olur bir yere kadar anlarım da bu özgüvensizlik de mide bulandırıcı." Kardelen beni başıyla onayladı. "Muhtemelen bu şerefsiz aldatmıştır kızı, kız da yakalamıştır..." "Ayrılsaymış, bana ne amına koyayım?" dedim hiç umursamadan. "Bak bugüne kadar Miraç'ı dışarda bırakarak söylüyorum. 5 sevgilim oldu 4'ü aldattı. Hiç böyle bir özgüvensizlik sergilemedim." Kardelen bana dik dik baktığında 'Ne?' dercesine başımı salladım. "Seninki de biraz enayilik ama artık. Hele Serkan! Serkan gibi bir tipin seni aldatmayacağını nasıl düşünebildin?" "Ay anma adını! İti an çomağı hazırla demişler. Ayrıca sen kendine bak. 'Ya aşkım, kardeşim gibi!' yalanını yiyecek kadar enayisin." Kardelen göz devirirken ben aklıma gelen görüntülerle gür bir kahkaha atmıştım. "Gülme!" dedi Kardelen de koluma vurarak. Onu umursamadan gülmeye devam ettim. Ne zamanki kapı tıklatıldı o zaman gülmemi durdurabildim. "Gel!" dedi Kardelen de hâlâ bana dik dik bakmayı sürdürerek. Bunun üzerine kapı açılmış ve Civan abi elindeki meyve dolu tepsiyle içeri girmişti. "Annem gönderdi..." derken Civan abinin yüzünde hoşnutsuz bir ifade vardı. "Ne oldu doktor Civan'ım? Karadeniz'de gemilerin mi battı?" demiş ve aramıza bıraktığı tabaktan bir dilim elma alarak ısırmıştım. Civan abi sıkıntılı bir nefes bıraktı. "Siz kaçtınız yukarı annem mutfağı bana kilitledi. Üstüne bir de hanımefendilere tabak taşıyorum!" Kardelen yatakta dizlerinin üzerinde doğruldu ve Civan abinin yanaklarına avuç içlerini bastırarak sağa sola hareketlendirmeye başladı. "Oy, oy, iki tabak yıkadı diye incileri mi dökülmüş paşamızın. Yok sınavdı, yok nöbetti diye diye kaçarken iyiydi tabii!" Ben neşeli bir kahkaha bırakırken Civan abi, Kardelen'in ellerini biraz sertçe iteklemişti. "Gebertirim seni Kardelen!" Kardelen "Baba!" diye bağıracakken Civan abi hızla ağzını kapadı. "Lafın gelişi!" diye de hoşnutsuzlukla söylenirken gülmeme engel olamıyordum. "Teşekkürler Civan abi." dedim Kardelen'i bırakıp kapıya hareketliğinde. Civan abi dönüp gülümsedi. "Afiyet olsun cadı!" demiş ve odadan da çıkmıştı ben de bunun üzerine yarısı ısırılmış elma dilimimi de ağzıma attım. Kardelen tekrar kendini yatağa bırakırken arka cebimdeki telefon titremişti. Uzanıp telefonu aldım. Gelen mesajı okur okumaz oturduğum yerden kalktım ve cama yürüdüm. Tül çekiliydi ancak güneşlik değildi ve bu sayede karşıdaki sokak lambasına yaslı bir şekilde bekleyen Miraç'ı çok rahat bir şekilde görebilmiştim. "Yok artık! Burada mı?" diyen Kardelen'i umursamadan kapıya ilerledim ancak yaşadığım farkındalıkla duraksadım. Buradan öylece kafama göre çıkamazdım. Geri döndüm ve Kardelen'in elinden tutarak onu da kaldırdım ve peşim sıra sürüklemeye başladım. "Bakkala gidiyoruz." "Uff!" dedi Kardelen gece gece bir yere gidecek olmaktan memnun olmayarak. Biz kapıya ilerlerken salondan Osman amcanın seslenmesiyle önünde durmak zorunda kalmıştık. "Nereye kızlar?" derken bir yandan da tespihini sallamaya devam ediyordu. "Bakkala gideceğiz." dedi Kardelen sahte bir gülümsemeyle. "Ne istiyorsanız söyleyin ben alıyım." dedi Civan abi de oradan atılarak. Onun gidip çalışacak sınavı falan yok muydu? Boş gününe mi denk gelmiştik? "Öyle spesifik bir şey yok aklımızda. Anlık canımız ne isterse..." dedim hızla ve Kardelen de başını sallayarak onayladı beni. "Hemen bir alt sokakta zaten. Hızlıca gidip gelelim. Birazdan Halil abi kapatır." Osman amca ve Zeliş'e verdiğim hesabın 10'da birini kendi anne babama vermemişimdir. "İyi gidin bakalım." dediğinde Osman amca gülümsedim. "15 dakikanız var. Dikkatli olun." diyen Zeliş'e 'Yok artık!' dercesine baktım. "Ne yaptın Zeliş ya? Ben kararsız bir insanım. Sadece ne alacağıma karar vermem 15 dakikadan fazla sürer!" "Yarım saati 1 dakika geçmeyecek!" dedi bunun üzerine ve biz de hızla kapıya hareketlendik. Ayakkabılarımızı giyerken "Sen bakkala git, biz de biraz aşağı doğru yürürüz. 25 dakika sonra parkın arkasında buluşalım." demiştim hızla. "Gece gece girdiğimiz şu duruma inanamıyorum..!" diye söylendi. "Söylenme!" diye ona kızdım ve en nihayetinde evden çıkabildik. Ben doğrudan Miraç'a doğru ilerlerken Kardelen de yukarı bakkala doğru ilerlemeye başlamıştı. Ve şu an kulağımın çınlamasının sebebi sanırım bana sövmesiydi. "Hoş geldin!" dedim gülümseyerek ve mecburen dudağını es geçerek yanağını öptüm. "Hoş buldum..." dedi o da kısık ama net bir sesle ve saçlarımı omzumdan geriye attı. "Yürüyelim mi?" dedim yüzümdeki sabit gülümsemeyle. Bir şey demeden bana kolunu uzattığında hiç ikiletmeden girdim ve aşağı doğru yürümeye başladık. "Maalesef sınırlı zamanımız var." dedim derin bir nefes vererek ve de yüzümü buruşturdum. "Neden?" dedi Miraç şaşkınlıkla. "Zeliş yarım saat verdi." dediğimde güldü ve kaşlarımın çatılmasına neden oldu. "Neye gülüyorsun acaba?" dedim aksi bir tavırla da. 'Hiç!' dercesine hızla elini iki yana sallamış ama gülmeye devam etmişti. Tabii bir yandan da saklamaya çalışıyordu. "Hey!" dedim bunun üzerine. "Sadece bugün izin istemiyorum demenin üzerinden çok bir süre geçmedi de." Göz devirdim. "Bu Kardelen için ödediğim küçük bir bedel sadece ve o evden içeri girdiğimde Kardelen'den bir farkım kalmıyor gözlerinde. Hatta annemden yemediğim terliği Zeliş'ten yemişliğim var o derece." Hafifçe gülümsedi. "Onun için de Kardelen'den bir farkın yok mu?" Anlam veremeyerek yüzüne baktım ve "O kim?" diye sordum. Güneşlik çekili değildi ve Doktor Civan'ımın odadan çıktığını görmüş olmalıydı. "Doktor Civan'ımı mı diyorsun?" demiştim ağız alışkanlığıyla ancak gözleri kısıldığında "Yani Civan abiyi?" diye düzeltmiştim. "Onu diyorum!" dedi huysuzca da. "Küçükken ona aşıktım ve ona yürümek bir alışkanlık benim için." diyerek dürüst oldum ancak git gide çatılan kaşları 'Dürüst olmasam mı?' dedirtiyordu. "Ama onun gözünde benim Kardelen'den en ufak bir farkım yok ve kısmetini kapattığım için beni öldürme planları yaptığından şüpheliyim." "Ne kadar küçükken?" dediğinde gülümsedim. "Kıskanmanı gerektirmeyecek kadar küçükken. Zaten yakışıklı bulduğum herkese yürüyormuşum, pek de bir ayrıcalığı yok yani ki bence tanışmalısınız. Onda da hafiften bir ağır abilik hamuru var..." dedim ve güldüm. Derin bir nefes aldığı sırada bizi parkın etrafında dolandıracak şekilde sola yönlendirdim tekrar. "İyi misin?" diye sorduğunda birden anlam verememiştim. "İyiyim..." dedim şaşkınlıkla da ve ekledim. "Neden sordun ki şimdi?" "Gülüyorsun, gördüm seni. Çok da güzel gülüyorsun ama gerçekten mutlu musun? Bugün Mustafa amcayla kavga ettiniz. Evi terk ettin." Duraksadı bir şeyi hatırlamışçasına. "Bu arada, yanlış anlamazsan..." Cebinden cüzdanını ve bir kart çıkarttığında yalnızca izliyor ve nereye bağlayacağını merakla bekliyordum. "Çalışmana izin vermeyeceğini biliyorsun, en azından Ankara içinde kolay kolay çalışamazsın, okulun var ve... Al, işte!" dediğinde nasıl bir tepki vermem gerektiğine dair kısa bir tereddüde düştüm. İlk tepkim başımı iki yana sallayabilmek ve kartı ona doğru ittirebilmek olmuştu. "Çalışmama engel olabilir ama dayım ve teyzem var... Yani buna gerek yok ki bana karşı böyle bir sorumluluğun da yok." "Biliyorum, sadece bir yerde benim yüzümden kavga ettiniz ve zorda kalmanı istemiyorum." derken üstelemek ve yanlış anlamama neden olmak istemediğini görebiliyordum ve bu aslında çok da tatlıydı. Başımı iki yana sallarken "Bugün sanırım orada değildin!" demiştim. "Evet kavga ilişkimiz yüzünden başladı ama birikmişlik vardı. Zaten bir yerde patlayacaktık ve emin ol bu son olmayacak." Genişçe gülümsediğimde başını iki yana salladı. Aile meselelerinin bu denli içinde olması pek tercihim olmazdı ama bir yandan da bunun beni rahatlatan bir yanı vardı. "Ayrıca zorda falan kalmadım. Sadece teyzemin yaptığını yapıp kaçmamak için birazcık direnmem gerekecek." Teyzem anneannemin evde kaldın baskılarına dayanamayarak bir adamla nişanlanmış ve sonra da düğün günü İstanbul'a kaçmış. Bu sebeple teyzem evlatlıktan reddedilmişti ama işe de yaramıştı. Dayımı bile darlayan anneannem teyzeme tek kelime edemiyordu ve kendisi tam olarak idolümdü. "Konunun henüz kapanmadığını da biliyorsun değil mi?" Gülümsemeye devam ederken başımı iki yana salladım. "Umurumda değil, isteyen istediği kadar açabilir. Benim için konu tartışmaya kapalı. Senin için de öyleyse herhangi bir sorun göremiyorum." Başını iki yana salladı. "Kapalı. Ne olursa olsun, kim ne derse desin sen aksini istemediğin sürece senden ayrılmam." Gözlerindeki kararlılık söylediklerini kanıtlar cinstendi. "O zaman bir sorun yok..." dedim önüne geçip ellerimi göğsüne yaslayarak. "Neden evliliği bu kadar önemsiyorsun?" dedim ardından da dudaklarına bakarak ve bence ne istediğimi fazlaca belli ettim. "Gerçekten herhangi birini evlilik dışı öpmedin mi?" "Öptüm." dediğinde bu cevabı beklemiyordum sanırım ve de şaşırmıştım. "Ergendim. İlk defa birine karşı bir şeyler hissetmiştim. Öpüşmek bile değildi, minik bir buse. Bir akrabası görmüş. Akşamına abisi tarafından öldürülmüştü." Gözlerinden geçen pişmanlıkla ellerim göğsünden düştü. Hep bunu dine bağlılık sebepli düşünmüştüm. Böyle bir şey beklemiyordum ve pişmanlık dolu gözlerinde kendi yansımamı görürken tek kelime edememiştim. O kızın tek olmadığını bilmek ise tüylerimi diken diken yapmıştı. "Mustafa amcayı, Ali'yi tanımasam sana bu kadar bile yaklaşmazdım. İlk evliliğimi de bu yüzden görücü usulü yaptım zaten... Toplum normlarına uyarak, namus denen saçma kavramı koruyarak..." Ve gülümsedi ama kesinlikle bir mutluluk gülümsemesi değildi. |
0% |