@__kao__
|
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. İyi okumalar... Masaya doğru ilerlerken fazlaca da şaşkındım. Ali arayıp ısrarla gel dediğinde baş başa oluruz diye düşünmüştüm. Hilal, Can, Barış ve Elif sürprizdi tamamen. "Allah'tan 7 dedim!" dedi. Bana dönük olan Ali beni ilk fark edendi. Kasıtlı bir bekletiş değildi ki insanlar sinirimi bozacak bir şey yapmadığı sürece kimseyi bekletmekten hoşlanmazdım beklemekten de hoşlanmadığım gibi. "Yarım saat geç kaldım alt tarafı abartma!" diye çıkışmaktan da geri kalmadım yine de. "Ayrıca bu bilgi bana geçilmemişti?" dedim sorgularcasına ve parmağımla yaptığım daire içine masadaki diğer insanları aldım. Ali, Hilal ve Elif masanın bir tarafında oturuyordu ve karşılarında da Can ve Barış yan yana oturmuştu. Ali'nin karşısı ve Barış'ın yanı olan boş sandalyeyi çekip otururken Hilal bana o her zamanki yumuşak gülümsemesini sunmuş ve "Nasılsın?" demişti. "Pişman!" dedim çünkü Ali'nin seni alayım mı teklifini reddederek kendim kaşınmıştım ve buraya gelene kadar canım çıkmıştı. "Bir daha sana hayır desem de gel beni al lütfen!" dedim ardından da Ali'ye dönerek. "Ayrıca niye buradayız?" Ali omuzlarını indirip kaldırdı. "Kardeş sevgim kabardı." dediğinde ifadesizce de yüzüne tabiri caizse tip tip baktım. Onca eziyeti hiçbir sebep yokken mi çekmiştim yani? "Hesaplar benden!" dedi hızla, ağzımı çemkirmek için açtığımda konuşmama müsaade etmeden. Bunun üzerine derin bir nefes alarak söyleyeceğim her şeyi yuttum. En azından bedava yemek yiyecektim. "Bir yemeğe tavsan beni de artık sal, her öğlen sana yemek ısmarlamaya razıyım!" dedi Barış da şaşkınlıkla bana dönerek. "Değil her öğlen bana, tüm okula ısmarlasan yine unut onu, çocuk!" dedim dik dik bakarak. İspiyoncu bir veletti. Hazırlık okuduğunu öğrendiğimden beri çocuk diyordum. Asla o kadar küçük olduğunu göstermiyordu şekilli bedeni yüzünden ancak Can'dan yalnızca 1 yaş büyüktü ve benden de 3 yaş küçüktü. Ancak bu neden onu daha önce görmediğimi de açıklıyordu. Okula yeni gelmişti çünkü. Ayrıca hem Ali'ye hem Miraç'a çalışıyordu. Ali'ye beni ispiyonladığı ilk günden itibaren kıl oluyordum kendisine. Tiyatro kulübü sayesinde de kendisiyle hatırı sayılır bir mesai yapmıştık. "Onunla konuşma dayı!" dedi Elif tersçe, Barış ağzını açtığı sırada ancak bana bakmamıştı bile. Hilal bunun üzerine "Elif!" diyerek kızını uyarmıştı ancak pek sirayet etmiş gibi durmuyordu. Bunun üzerine onu baştan aşağı süzdüm göz devirerek. Üzerinde siyah bir kazak ve kot bir pantolon vardı. Bu ister istemez kendime dönmeme neden oldu. Yırtmaçlı kot bir etek, siyah çizmeler ve yalnızca alttan iki düğmesini ilikleyerek eteğimin içine soktuğum siyah gömleğim vardı üzerimde. Belimdeki siyah kemer, siyah çantam ve gümüş takılarla da tamamlanmıştı kombinim. Bir şekilde bu kızla hep pişti oluyorduk. "Haspam!" dedim ona yüzümü buruşturarak. "Haspamın zıttı!" dedi o da bana bakmadan yüzünü buruşturarak. Ve bu sırada Ali'nin el hareketiyle yanımıza çağırdığı garson menüyü getirmiş ve seçmemiz için başımızda beklemeye başlamıştı. Ben ne yiyeceğime bakınırken Ali'nin birden "Sen bak işine! Seçince çağırırım ben!" diye azarlarcasına konuşmasıyla bakışlarım ona dönmüştü. Garsona tersçe bakıyordu ve ne olduğuna asla anlam verememiştim. Garson değişik bir panikle hemen yanımızdan ayrılırken Ali aynı ters ifadesiyle bana dönmüştü. "Üşümüyor musun öyle? Doğru düzgün giysene şu gömleği!" "Sana ne be?" diye çıkıştım ona. "Bir kere..!" dedi işaret parmağını da havaya kaldırarak. "Bir kere eksiksiz giyindiğini görmedim. Yok yırtmaç, yok göbeği açık, yok askılı, yok dekolte, ne anlıyorsunuz amına ko-" Bir şeyi hatırlamışçasına sözünü tamamlamadan kızına döndü ancak geç kalmıştı. "Anne! Babam küfür etti!" Hilal de Ali'ye tersçe bakarken Hilal kızına eğildi. "Acı biber yok burada kızım." Elif babasını o kadar da sevmiyor olacak ki masadaki karabiberliği alarak diğer yanındaki annesine verdi. Can, Barış ve ben gülmemek için zor duruyorduk. Hilal kaşığına karabiber dökerken Ali derin bir nefes aldı ve sertçe kızına baktı. "Evlat değil düşman!" diye söylendiğinde Elif'in kaşları çatıldı. "Benim ne suçum var? Kaç yıl oldu hâlâ küfür etmemen gerektiğini öğrenemedin baba!" diye de isyan ettiğinde artık kendimi tutamayarak kahkaha atmıştım. Benim gülmemle Barış ve Can da birer kahkaha bıraktı. Bu sırada da Hilal yeterince karabiber döktüğüne kanaat getirmiş olacak ki kaşığı Ali'ye uzattı. Biz ise aralıksız bir şekilde gülüyorduk. Ali kaçarı olmadığını anladığında kaşığı karısının elinden alarak kaşıktaki karabiberin hepsini yedi, üzerine de hızla su içti. "Iyy!" dedim Ali yerine benim midem bulanırken. "Ne ıy?" dedi Ali de suyunu içtikten sonra ters ters bana dönerek. "Senin yüzünden hep!" Göz devirdim. "Ben mi dedim medeniyetten habersiz yaşa diye? Taş devrinden kalma gibi davranmasaydın." Ardından da onu umursamadan menüye kaldığım yerden bakınmaya devam ettim. Sanırım beyti yiyecektim. Ali karar vermiş olacak ki eliyle yine garsonu çağırmıştı ancak bu seferki kadın bir garsondu. Can ve Hilal ızgara köfte isterken, Barış iskender, Ali adana kebap istemişti. Benden duyan Elif de beyti istediğinde garson siparişlerimizi not alarak ayrılmıştı. Bu arada Aspava'daydık ama nedense Allah'ın unuttuğu yerdeki Aspava'yı tercih etmişlerdi başka yerde Aspava yokmuş gibi. Ali karısıyla konuşurken, Can ve Barış da kendi aralarında konuşuyordu ve nedensizce Elif'le bakışma yarışına girmiştik. İkimiz de gözümüzü kırpmadan birbirimize bakıyorduk ve benim kaybetmeye niyetim yoktu. Gözlerim acımaya başladığında kasıtlı bir şekilde çatalımı gelen ikramlık tabaklarından birine çarptım ve Elif sesi beklemediği için refleks olarak gözlerini kırpıştırdı. "Hile yaptın!" diye cırladı ne yaptığımı anladığında. "Yooğğ!" dedim uzata uzata. "Mızıkçılık yapma! Kaybettin!" "Baba!" dedi Elif, beni şikayet edercesine de babasına dönmüştü. Ben ise hiç umursamadan ikram olarak gelen patateslerden bir tane alarak ağzıma attım. Tam bu esnada da siparişlerimiz gelmişti ve herkesin önüne konana kadar da Elif bana ters ters bakmayı sürdürmüştü. "Abi sen de geleceksin değil mi?" dedi Can garsonlar yanımızdan ayrıldığında Ali'ye hitaben. "Maça mı?" dedi Ali tabağındaki domatesi kesmeyi beceremeyen Elif için domatesi yiyebileceği boyutlara bölerken. Can hızla başıyla onayladı. "Miraç abinin gelip gelmeyeceği zaten belli değil." Evet, beş gündür yine görevdeydi ve bu artık sinirlerimi bozuyordu. Koskoca narkotikte Miraç dışında başka adam mı yoktu göreve gönderecek? Dayımlarla tanıştığı günün ertesi günü sabah okula gidecekken kapının önündeydi ve bu beklediğim bir şey değildi. Göreve gideceğini söylemiş ve beni okula bırakmıştı. O zamandan beri de hiçbir şekilde telefondan dahi konuşamamıştık. "Miraç da yok ya yoğunum şu sıralar ama ayarlayabilirsem gelirim koçum." dedi Ali ve hatırlamışçasına bana döndü. "Görevde olduğu için hiç bu kadar mutlu olduğumu hatırlamıyorum." deyip gözümün içine baka baka keyifle güldüğünde göz devirdim. Görüşemediğimizi bildiği içindi bu mutluluğu tabii ki. "İzninde telafi ederiz!" dedim samimiyetsizce gülümseyerek ve bir yandan da hızlı hızlı dizimi sallamıştım. Tek iyi yanı görevin süresine göre döndükten sonra izinli oluyordu ve birlikte bir şeyler yapabiliyorduk. Ali bana top yaptığı peçeteyi fırlattı. "Bok edersiniz!" dediğinde Hilal'e döndüm ve çatalımın ucuyla Ali'yi işaret ettim. "Bence bu da küfürden sayılır." Bunun üzerine Hilal'le bakışmışlardı ve hızlı hızlı başını iki yana sallamıştı Ali. "Ağız tadıyla bir yemek yiyeyim, borcum olsun!" dediğinde bu kez Hilal de bizimle birlikte gülmüştü. Ve itiraf etmeliydim ki yemek beklediğimden çok daha iyi geçiyordu. "TDK ve saçmalıkları!" deyip yüzünü buruşturdu Can ancak derin bir nefes almamı gerektirecek bir hata yapmıştı. "Bari TDK(Tedeke) derken k(ke)'yi ka diye okuma!" dedim Can'a dönüp yüzümü buruşturarak. Bugün girdiği deneme sınavında yazım yanlışıyla alakalı saçma bulduğu yeri ve şaşırdığını anlatmıştı. "Ayrıca saçma sapan bir dizi adıyla soru yaparsan tabii yanlış yaparsın!" diye de devam ettim. Şevkat Yerimdar dizisi yüzünden 'şefkat'i yazım yanlışı kabul etmiş. "Ne?" diye bana çıkıştı. "O kadar insan karşısına çıkıyor önce bir kontrol etmişlerdir, doğrudur demiştim." "Bu gözler 'her şey'i birleşik yazan kitapçı gördü!" dedim gözlerimi işaret ederek ve ardından da ekledim. "Ayrıca halkımıza çok güveniyorsun. Bütün kuru yemişçilere bak birleşik yazar tabelada ama doğrusu ayrı yazılmalı." "Oha!" dedi Barış hayretle. "Harbi mi?" Onu başımla onayladım. "Sen böyle bütün yazım kurallarını biliyor musun?" "E, bir zahmet bilsin!" dedi Can benden önce abisine dönerek. "Türk Dili ve Edebiyatı okuyor." Can'ı başımla onayladım. "Gerçi şu zamana kadar Türkçe dışında her dili gördük ama evet, biliyorum..." "Ki..." dedi Hilal de araya girerek. "Her Türk en azından belli bir düzeyde yazım kurallarını bilmeli, yalnız yerine yanlız yazmamak için..!" dedi kocasına imalı bir bakış atarak. "Yanlız daha güzel bir kere!" dedi Ali onu umursamadan. "Ya kapatın konuyu!" dedi Elif kaşlarını çatarak. Yaşı gereği konuya dahil olamadığı için sinirleri bozulmuş olmalıydı. Ardından tırnaklarını daha çok benim gözüme sokarken "Bak dayı!" dedi. "Kendim sürdüm!" Tırnaklarındaki pembe ojenin yarısı taşmıştı ancak yaşı ve ilk denemesi düşünülürse gayet başarılı olduğunu da itiraf etmeliydim. "Yani sana ihtiyacım yok!" dedi bilmiş bilmiş bir tavırla da. "Ay, yeter!" dedim ona. "Gören duyan da üç çocuğunla ortada bıraktım sanacak. Seni değil, evi terk ettim!" Elif beni umursamadan çenesini kaldırdı, kollarını birbirine doladı ve babasına döndü. "Haspam!" diye söylenirken arkama yaslandım. "Haspamın zıttı!" dedi o da bana bakmadan ancak kaşlarını daha da çatarak. * "Arkada, camın önündeki poşet sana." dedi birden Ali gözünü yoldan ayırmadan. Elif uykusunun geldiğini söyleyerek çemkirdiği için önce onları eve bırakmıştı Ali ve şimdi de beni anneannemlere götürüyordu. Barış da zaten annesi ve babası il dışında olduğu için Hilal'lerle kalıyormuş. Şaşkınlığımı atlatabildiğimde ve de bana söylediğine emin olduğumda kemerimi çözdüm ve arkaya uzanarak poşeti aldım camın önünden. Geri yerime oturduğumda hızla poşetin içine baktım. Şaşkınlıkla Ali'ye dönerken o inatla bana bakmıyor ve yalnızca yola bakıyordu. Emin olmak istercesine tekrar poşete baktım ve hızla içinden de çıkardım. Üzerindeki çiçekler olsun, rengi olsun, modeli olsun her şeyiyle aynıydı. Üzerindeki kabartma çiçeklerde parmak uçlarımı gezdirdim. "Nereden buldun?" dediğimde şaşkınlıkla, omzunu indirip kaldırdı. Bir yandan da engel olamadığım bir şekilde gülümsüyordum. "Bulamadım ama babamda bir fotoğrafı vardı ve ben de diktirdim." Gülümsemem istemsizce silindi. Bende bile annemin mezuniyet fotoğrafı yoktu ama tabii ki babamda vardı. Dudaklarımı ıslatırken elbiseyi tekrar karton poşetin içine koydum. "Nasıl bu kadar tepkisizsin?" diye sormama engel olamadım. "Tamam en azından annen hâlâ nefes alıyor ama... Babama karşı nasıl bu kadar tepkisizsin?" Hafifçe gülümserken anlık olarak bana baktı ama hemen ardından tekrar yola döndü. "İlk patladığında yani annen öldüğünde anneme defalarca kez gittim. Bizimle yaşayabileceğini, boşanmasını istedim. Ben ayrı, Can ayrı, Hilal ayrı... Ki babam da boşanmak isterse saygı duyacağını ve ne isterse alabileceğini söylemişti. Düzenini bozmasına bile gerek yoktu. Tek yapacağı şey boşanmaktı ama istemedi. Bu durumda da bize pek söylenebilecek söz bırakmadı." Neden bir insan bunu kendine yapardı ki? Eğer babamdan boşanmış olsa annemin ölmesine yol açmış olsa dahi onu anlayabilirdim ama o korkakça babama söyleyemediği şeyleri gelip anneme söylemiş ve sonra da ölüme terk etmişti. Tekrar içimi nefret kaplarken kendimi gülmeye zorladım ve hafifçe poşeti kaldırdım. "Umarım bunun için sana teşekkür etmemi falan beklemiyorsundur çünkü kendi yaptığın bir şeyi düzelttin diye seni alkışlamayacağım!" Ali dişlerini gösteren bir gülümseme sunarken başını da iki yana salladı. "Merak etme senden öyle bir şey bekleyecek kadar kafayı yemedim." Umursamadan radyoyu açtım ve öndeki aynayı aşağı indirdim ve bir yandan şarkıya eşlik ederken bir yandan da çantamdan çıkardığım ruju dudaklarıma dikkatle sürmeye başladım. "Eve gidiyorsun zaten!" diye söylenen Ali'nin sesini bastırmak için daha yüksek sesle eşlik ettim. "Yine ben aşık oldum, darmadağın yağmur oldum... Kadıköy sahilinde esti ruhum, rüzgar oldum..." Rujumu sürmem şarkıya da eşlik ettiğim için bir miktar normalden uzun sürerken en sonunda kapağını kapattım ve son olarak dudaklarımı da birbirine sürttüm. Aynayı da kapattığımda buranın çok da tanıdık olmadığını fark etmiştim. "Yanlış bir yere mi girdin?" dedim kaşlarım istemsizce çatılırken de ona dönmüştüm ancak o bir aynaya bir önüne bakıyordu. Merakla arkamı döndüğümde arkamızda siyah minibüs tarzı bir araba olduğunu gördüm. Saat geç olduğu için başka da araba yoktu. "Lütfen, o arabanın bizi takip etmediğini söyle!" dedim biraz da panikle ve ister istemez bakışlarım serçe parmağıma döndü. Oynadığım için yamuk çıkmıştı ama çıkmıştı sonuçta ve tekrar kaybetmek falan istemiyordum. "Kemerini bağla!" dedi Ali yalnızca bir önüne, bir aynadan arkadaki arabaya bakarken. Elbiseyi alacağım diye çözdüğüm kemeri hızla geri bağlarken Ali'ye döndüm. Silahı vardı ve de polisti en nihayetinde. "Birini arayacak mısın ya da aramalı mıyım?" dediğimde, sıkıntılı bir nefes vererek anlık olarak bana döndü. "Gerek yok! Sadece sus ve dikkatimi dağıtma!" Araba git gide daha da hızlanırken nereye gittiğimizi de bilmiyordum. Umarım ki en yakındaki karakola falan sürüyordu. Bir silah sesinin ardından Ali'nin arabanın kontrolünü kaybetmesinden tekere ateş ettiklerini anlamıştım ancak yine de ağzımdan çıkan çığlığa engel olamadım. "Eğ başını!" dedi arabanın kontrolünü zar zor sağlarken ancak oldukça yavaşlamıştık. Bir silah sesi ve arka camın patlaması aynı saniyelerde gerçekleşmişti. Ali ilk defa duyduğum yaratıcı bir küfür savururken arabayı yanlayarak zar zor durabilmişti. Sonrası ise oldukça hızlı bir şekilde gerçekleşmişti. Sayıca fazla oldukları gibi korumaları gereken bir sivil de olmadığı için Ali silahını bırakmak zorunda kalmıştı. "Abi burada bir de kadın var!" dedi bana silah doğrultan adam ve eş zamanlı bir şekilde kapımı açmıştı. "İn!" dedi sertçe de. İkiletmedim ve biraz önce "Gerek yok!" derken Ali'nin bir bildiğinin olduğunu umarak arabadan indim. "Hani tekti geri zekalı!" diye çıkıştı diğerlerinden daha heybetli duran yarı kel adam, oldukça genç duran çocuğun yakalarını tutarak. "Abi vallahi arabadan inmişti herkes!" diye can havliyle konuştu genç olan. En azından dertleri sadece Ali'yleydi. "Derdiniz benimle! Bırakın kızı gitsin!" dedi Ali de. Bir gözü bendeydi bir şey yapıp yapmadıklarından emin olmak istercesine. Abi dedikleri yarı kel adam bu tarafa yaklaştı ve tam önümde durdu. Gözleri açık kapıdan içeri kaydığında eğilip çantamı aldı ve içini açtı. "Neyin oluyor?" dedi başıyla beni işaret ederek Ali'ye hitaben. "Sadece kızı bırak gitsin! Gecenin bir yarısı burada bir şey yapamaz zaten. Birine ulaşana kadar uzaklaşmış oluruz biz." Adam gevrek gevrek gülerken çantamdan cüzdanımı çıkarmıştı. Ardından da kimliğimi çıkardı. Evet, artık bırakmayacaktı. "Bala Ahber. Baba adı Mustafa." Ardından daha büyük bir kahkaha attı. "Kız kardeşinden alelade biri gibi bahsetmen çok ayıp komiser!" Ardından da beni şöyle baştan aşağı alıcı bir gözle süzmüştü. "Hem ayağımıza kadar gelen fırsatı tepelim mi? Kızı değerli diye duymuştum amirin. Senin kardeş sevgini de bir test edelim." Tam olarak bu söylentileri kim çıkartıyordu? Bari bir şey diyordu doğrusunu desindi. "Silah sesi duyulmuştur!" dedi ve başıyla arabayı işaret etti adamlarına. Bunun üzerine başıma silah dayayan kolumdan tutarak beni arabaya yönlendirdi. Bir faydası olmayacağını bildiğim için direnme zahmetine girmedim. Ali ise benim aksime direnmiş ve kolunu tutan adamlardan birine kafa atmıştı. Diğerinin de kolunu ters çevirmiş ve kendine doğru yükselen silahlara siper etmişti ancak benim kafama tekrar silah dayandığında mecburen bırakmıştı. Kısaca ben olmasam bir şansı olabilirdi. Ben ise tüm tepkisizliğimle oturmuş ve bekliyordum. Sayıca üstünlerdi, elimden bir şey gelmezdi ve olacak olan her türlü olacaktı. Ali'nin bırakmasıyla biraz önce kafa attığı adam silahın kabzasını Ali'nin yüzüne geçirmişti ve burnundan akan kanlar yüzümü buruşturmama sebep olmuştu. Sanırım bayılmıştı. Ali'yi de getirip yanıma bırakırlarken Ali'yi dinlediğim için pişmandım. Keşke dayımı arasaydım. Hâlâ buradaki işlerini halledemediği için Ankara'daydı. "Konuşamıyor musun güzelim?" dedi arabayı kullanan adam dikiz aynasından bana bakarak. Onu takmadan kollarımı göğsümde birleştirdim ve camdan dışarıyı izlemeye koyuldum. "Gören de her gün kaçırılıyorsun sanacak güzellik. Ne bu dinginlik?" dedi alayla. Bunun üzerine yetkili olan yarı kel adamın da bakışları beni bulmuş ve aynadan uzun uzun incelemişti. "Şu Bala Ahber'i de bir araştıralım bakalım..." diye söylenirken önüne dönmüş ve birine bir şeyler yazmıştı. Yolda bir ara durmuş ve araba değiştirmiştik. Yolları ne olur ne olmaz diyerek dikkatle inceliyordum ancak gözlerimi bağlamadıklarına göre kendilerine çok güveniyor olmalıydılar. En sonunda depo gibi bir yere gelmiştik ve ellerimizi boru gibi bir şeye yukardan iple bağlamışlardı. Parmak uçlarım zar zor yere değiyordu ve doğrusu bu bir miktar kollarımın acımasına neden oluyordu. Hâlâ uyanmamış olan Ali'nin yüzüne bir kova su fırlattılar ve irkilerek uyandı. Saçlarındaki suyun gitmesini istercesine başını iki yana sallarken derin de bir nefes almıştı. Görüşünü netleştirmek istercesine gözlerini kırpıştırırken sadece izliyordum dışardan bir seyirci gibi ancak pek de öyle değildim ne yazık ki. Adam ahşap bir sandalyeyi tam önümüze kadar çekti ve sandalyeyi ters çevirdi. Bacaklarını iki yana açarak oturmuş ve kolunu da sırt koyma yerine yaslayarak öne eğilmişti. "Geldik fasulyenin faydalarına komiser..." Ali biraz olsun kendine gelmiş olacak ki gülümsedi. "Bir polis kaçırmanın zararları da benden o zaman." dediğinde alayla da adam gülerek bakışlarını bana çevirdi. "E anatomiyi de senin üzerinden anlatırız artık güzelim..." Ali'nin çenesi kasılırken ben yalnızca dik dik bakmakla yetinmiştim ona. Bu sırada içeri bir adam girmişti ve biraz da tedirgin duruyordu artık. "Abi..!" dedi telaş bulaşmış sesiyle. "Kız amirin kızı, diğer komiserle de ilişkileri varmış sanırım. Bir de Mehmet komutanın yeğeniymiş. Şu an sadece polisler değil, askerler de ayağa kalkmış." "Şu bizim sınır işini bozan komutan mı?" dedi adam. Genç olan başıyla onayladı onu. Daha büyük sıçamazdım sanırım ancak işin garibi çevremdeki tüm insanlar bir şekilde onların işini bozarken ben bir şey yapmamıştım. Ancak kabak benim başımda patlayacak gibiydi. "Ne yaparsan yap kışkırtma!" dedi Ali bunun üzerine fısıldayarak. "Bana bırak!" Adam daha büyük bir kahkaha bıraktı. Kulaklarım kanayacaktı. Ayrıca sapsarı olan dişleri mide bulandırıcıydı. "Bu kadarını bilsem komiserin boş anını kollamayı boş verip senin peşine düşerdim en baştan güzellik. Bir taşla..." dedi ve beni rahatsız edici bir şekilde baştan aşağı süzdü. Taşı gerçek anlamında kullanmamıştı. "4 iti hizaya getiriyoruz." O dört it dedikleri sanırım babam, dayım, Miraç ve Ali oluyordu. Ardından sandalyesinden kalktı ve Ali'ye yaklaştı. "Şimdi sen dün kaldırdığınız mallarımızın nerede olduğunu söyleyeceksin!" "İnanır mısın?" dedi ve çenesiyle ilerde emre hazır bekleyen adamlardan birini işaret etti. "Adamının eli ağırmış, vurunca aklım bulandı. Hiç hatırlamıyorum!" Adam sarı dişlerini gerek olmamasına rağmen gösteren bir gülüş sundu ve ardından da Ali'nin yüzüne sert bir yumruk geçirdi. "E, bir daha vuralım..." dedi alayla da. "Belki geri düzelir." Ali susmaya devam ettiğinde başını geriye attı ve "Olmadı mı?" diye sordu ve sıradaki yumruğunu karnına indirdi. Ali nasıl mimik oynatmıyordu? Onun yerine benim canım acımıştı burada. Ardı ardına yumruklarını indirmeye devam etti ve en sonunda yorularak geri çekildiğinde ağzından kan gelmesine rağmen "Bu kadar mı?" diye sordu Ali eğlenerek. Ağzından minik bir inilti, yüzünden acıdığını belli edecek herhangi bir mimik bile geçmemişti. Adamın sinirlerinin bozulduğunu görebiliyordum ve bunun üzerine bana yöneldi. "Beklediğimden sağlam çıktın komiser ve umarım ki bu genetiktir..." dedi elinin tersini yüzümden boynuma doğru kaydırırken. Yalnızca kıskacından kurtulmak için başımı sağa sola çevirirken diğer eliyle çenemden tutarak sabit durmamı sağladı. Eli gömlekten açıkta kalan göğsüme doğru ilerlerken birden geriye doğru sendelemişti ve ne olduğunu ancak saniyeler sonra anlayabilmiştim. Ali iplerden tutunarak kendini sallandırmış ve adama tekme atmıştı. "Eğer bir daha ona dokunursan seni ölmekten beter ederim! Ölmek için yalvarırsın!" Bu sırada köşede emre hazır bekleyen adamlar hızla gelmiş ve ellerinin bağlı olmasına rağmen bir de bacaklarından tutmuşlardı. Adam kendini toparlayabildiğinde Ali'ye yaklaşarak karnına sert bir yumruk geçirmişti. Ardından sağımda kalan masaya doğru ilerledi ve bir makas aldı. Hiç duraksamadan makası bacağına sapladığında ağzımdan çıkan çığlığa engel olamamıştım ancak Ali'nin yüzü anlık olarak buruşsa da sesi çıkmamıştı. Çığlığımla birlikte bana döndü ve gülümsedi. Tıpkı biraz önceki gibi çenemi tuttu ve bir yandan da başparmağıyla hafif hafif okşadı. "Korkma, güzellik... Seni öldürmeyeceğim. Amcan ya da dayın her neyse... O komutana mı gitmek istersin, babana mı?" Cevap vermediğimde beni ayıplarcasına cık cıklamaya başladı. "Dilsizliğinin hakkını vermemiz gerekir ama o zaman..." dedi olmazmışçasına ve masanın üzerinden bu kez bir bıçak aldı. Onunla dilimi kesmeyi falan düşünmüyordu umarım ki? Korkudan kanın vücudumdan çekildiğini hissederken "Biliyor musun?" dedi Ali. "Bence şu an kaçıp kendinizi kurtarmanız gerekiyor. Ebeveynler ne kadar evlat ayırmayız deseler de ayırıyorlar. Ben neyse de... O bıçakla Bala'nın saçının bir telini dahi kessen tepene biner babam, dayısının da namını duymuştum. Tek yeğen, daha kıymetlidir bir de..." Adam beni unutarak bıçakla Ali'nin üzerine yürüdü ve bu anlık olarak derin bir nefes almamı sağladı. "Sevgili baban da, komutan da bizi bulabilir mi sanıyorsun?" "Ama beni kırıyorsun!" dedi Ali alınmışçasına. "Dünkü bebe muamelesi yapman gerçekten çok kırıcı Kemal!" Kemal dediği adam makasa baskı uyguladığında ve onun daha da içeri gömüldüğünü gördüğümde ben bakamayarak başımı çevirmiştim ancak Ali'de mimik oynamamıştı. "Kardeş sevgisi testini geçtin!" dedi Kemal neşeli bir tonlamayla ve bunun üzerine tekrar onlara döndüm. Genişçe gülümsüyordu. "Ama ben de dünkü bebe değilim ve ne yapmaya çalıştığını görüyorum." dedi ve tekrar bana hareketlenmişti ki Ali "Emin misin?" dedi. "Peşimizdeki sivil polisleri fark etmeyecek kadar acemi gelmiştiniz oysa ki gözüme?" Bana dönük olan adamın yüzündeki tereddüdü çok net bir şekilde görebilmiştim. "Atıyorsun da tutarlı at bari komiser!" dedi yine de Ali'ye dönerek. "Dünden sonra saldıracağınızı biliyorduk. E siz leş kargaları da genelde işe suçsuz günahsız insanları katmaya bayılıyorsunuz... Tedbir!" dedi Ali ve zevkle gülümsedi. Adamın yüzü anbean değişirken yine de iki yana salladı başını. "Senin şu siviller neden size ateş saçarken yoklardı o zaman?" Yine de bakışlarıyla birine emir vermişti ve o da sanırsam dışarıyı kolaçan etmek için dışarı çıkmıştı. "Matematiğin de mi yok? Gerçi tek bir kişiye sürüyle gelmenizle anlamalıydım ya... Sivilleri riske atacak hamleler yapmayız. Eli kulağındadır, dayanırlar kapıya!" Dayanmazlarsa çok kötü bir duruma düşecektik ve umarım ki doğruyu söylüyordur çünkü ben peşimde kimseyi görmemiştim tüm gün. "Kaç, Kemal!" dedi dişlerinin arasından tıslarcasına. "Seni yakaladığımda o kıza sürdüğün elini alıp müsait bir yerlerine iliştireceğim!" "Dışarı!" dedi diğer adamlarına dönerek biraz da panik ve korkuyla. "Hepiniz dışarı çıkın, deponun etrafını sarın, herhangi birini görürseniz düşünmeden sıkın!" Adamlar emrine itaat ederek dışarı ilerledi. Zaten dışarda da adamları olmalıydı çünkü bizi almaya bile içerdekilerden daha kalabalık gelmişti. "Yatağının altına saklanmak istersen, yadırgamam!" dedi Ali oldukça eğlenerek. Adam eline masanın üstündeki tabancayı aldı ve Ali'nin kafasına doğrulttu sinirle. "Gideceğimi anlarsam, tek başıma gitmem komiser! Önce kızı, sonra seni gebertirim!" |
0% |