Yeni Üyelik
29.
Bölüm

29. Bölüm

@__kao__

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın.

Yarın görüşürüz

İyi okumalar...

*

"Git bak boşaltmışlar mı?" derken volta atmayı kesmiş ve Ali'nin biraz öncesine kadar bacaklarını tutan adama dönmüştü.

Adam hızla dışarı ilerlerken hemen arkamızda bir adam ve önümüzde de volta atan Kemal kalmıştı bizim dışımızda.

"İyi misin?" dedim dudak oynatarak, gözüm ise açık renk pantolonundaki kan izinde dolanıyordu. Bacağının büyük bir kısmı kanla kaplıydı. Yüzünü de sağlam dağıtmışlardı ve eli yüzü de kan içindeydi. Karnına attığı yumruklar da vardı ancak buradan bakınca karnının ne durumda olduğunu göremiyordum.

Şu an gerçekten çok berbat görünüyordu.

"İyiyim." dedi hafifçe gülümseyerek ancak canı acımış olacak ki anında ifadesini düzeltmişti.

"Abini çok mu merak ettin prenses?" dedi Kemal pis dişlerini göstere göstere gülümseyerek ve bana ilerledi.

Kemal'in bize yaklaşmasıyla kalan adam da Ali'nin bacaklarını tutmuştu tekrar.

Eli saçlarıma gittiğinde derin bir nefes aldım.

"Abin bize mallarımızın yerini söylediğinde gidebilir ama seni biraz daha misafir edeceğiz ve bu sırada da iyi bir ev sahibi olarak misafirimin sıkılmadığından emin olmak isterim..."

"Ben senin can sıkıntını çok güzel alacağım!" dedi Ali dişlerinin arasından sertçe.

"Eli kolu bağlı adamdan bile korkup, adamına tutturuyorsun ve sonra erkeğim deyip geziyorsun! Hiçbir ilgisi olmayan bir kızı tutmandan bahsetmiyorum bile!"

"Ama komiser!" dedi yalancı bir sitemle Kemal, Ali'ye dönerek.

"Böyle olmuyor. Kardeşinle konuşuyorum. Bak o ne kadar saygılı. Biz konuşurken hiç araya giriyor mu?"

Buna gülmemem gerekiyordu ama sinirlerim bozulmuştu ve gülmeme engel olamamıştım. Benim ağzımdan çıkan minik kahkahayla üçünün de bakışları bana dönerken gülmemek için çabalıyordum.

Ağzımdan daha büyük bir kahkaha kaçtığında gülmemek için dudağımı ısırmak zorunda kalmıştım.

"Pardon!" dedim en sonunda gülmemi durdurabildiğimde ve bana şaşkınlıkla bakan Ali ve Kemal'e döndüm.

"Devam edin lütfen!"

Ali'nin içinden bana küfür ettiğine yemin edebilirdim ama kanıtlayamazdım.

"Dilsiz de-" Sözünü tamamlayamamasının sebebi biraz önce gönderdiği adamın geri dönmesiydi.

"Yarısını yüklemişler abi!"

"Söyle daha hızlı olsunlar!" dedi tersçe. Demek o mallar için hâlâ buradaydık.

Adamın tekrar kapıya hareketlendiği sırada irkilmeme sebep olacak bir el silah sesi geldi. Ardından silah sesleri birbirini kovalamaya başlamış ve alenen bir çatışma çıkmıştı.

"Çabuk!" dedi Kemal ve iki adamına döndü.

"Arabaları hazırlayın, alabildiğiniz her şeyi yükleyin, gidiyoruz!"

Arkamızdaki adam da arkadaşıyla birlikte çıktığında içerde yalnızca üçümüz ve dışardan gelen silah sesleri kalmıştı.

"Söz!" dedi Ali keyifle gülerek.

"Sana karşı hiç nazik olmayacağım..."

Bu yalnızca Ali'nin karnına sert bir yumruk daha geçirmesine ve hemen ardından da belindeki silahı çekmesine sebep olmuştu.

Bizden bir iki adım kadar uzaklaştı ve silahı bize doğrulttu.

"Söyledim sana komiser! İşimin bittiğini anlarsam sizi de bitiririm!"

Silah sesleri giderek daha çok sinirimi bozarken bize doğrultulmuş olan silah da hiç mi hiç yardımcı olmuyordu.

Gergin bekleyiş dakikalar boyu devam etmişti. Ne zamanki silah sesleri susmuştu daha derin bir nefes alamadan silahın emniyetini açmış ve bana doğru bir adım daha yaklaşmıştı.

"Beni rehine alabilirsin!" dedi Ali biraz da panikle.

"Önünü açacaklardır... Hele bir de yaralıyken!"

Kemal başını iki yana salladı.

"İşin sizden kaçmakla bitmediğini sen de biliyorsun komiser! O kadar malı kaptırmışken yaşatmazlar beni! Her türlü benimle birlikte siz de geliyorsunuz!"

Tam parmağı tetiğe değdiği anda Ali bir kez daha atıldı.

"Tanıklık edersin. Tanık korumaya alırız seni! Ya da beni de alıp sığınabileceğin biri yok mu? Mallar karşılığı verirsin beni. Kim vardı senin şu arkadaşın? Davut muydu adı?"

Kemal duraksadı ve hızla masaya ilerledi ve bıçağı kaptığı gibi iplerimi hızla çözdü. Anlık olarak dengemi sağlayamazken kolumdan yakaladığı gibi beni önüne çekmiş ve kendine siper etmişti. Eş zamanlarda kapı gürültüyle açılırken içeri babamın önderliğinde polisler girmiş ve silahları bize yani adama doğrultulmuştu.

"Onu değil, beni rehine al!" dedi Ali damarına basmak istercesine de güldü.

"Yoksa yaralı bir adamdan mı korkuyorsun?"

"Kes sesini komiser!" dediği saniyelerde silahı anlık olarak Ali'ye çevrilmişti ancak arka kapının da gürültüyle açılması ve bu kez de dayımın önderliğinde askerlerin girmesiyle tekrar bana dönmüştü.

Dayım sağımızda, babam solumuzda kalacak şekilde bizi geri geri yürütürken dayıma babamların olduğu tarafı işaret etti silahıyla.

"Arka çıkışı boşaltın komutan! Tabii yeğeninin ölmesini istemiyorsan."

Dayım hafifçe arkasını dönerken arkasındaki askerlere babamların olduğu tarafı işaret etmişti. Onlar yavaş yavaş sola doğru geçerken Kemal de bizi daire çizer bir şekilde yavaş yavaş sağa, arka çıkışa, yaklaştırıyordu.

"Eğer herhangi biriniz ters bir hareket yaparsa kız ölür!"

"Tanık korumaya alabiliriz seni!" dedi babam temkinli bir şekilde birkaç adım öne çıkıp dayımın yanında dururken.

"Sadece kızımı bırak!"

Ayıplarcasına sesler çıkardı!

"Oğlun senden daha iyi fikir veriyor amir."

"Takip edildiğimi anlarsam kızı öldürürüm!"

Ardından bizi geri geri kapıdan çıkarırken dayım bir adım öne gitmişti ki silahın emniyeti açıldı ve daha sert bir şekilde şakağıma bastırıldı.

"Kılına zarar gelirse ölmek için yalvarırsın!" dedi dayım benim bile tüylerimi diken diken eden bir tonla.

"Dua et ki sadece kılına zarar gelsin komutan!" dedi Kemal gülerek ve beyaz pikaplı bir arabaya yöneltti bizi.

Şoför koltuğunun kapısını açmış ve içeri doğru beni adeta iteklemişti. Yana kaydığımda silah hâlâ başıma dayalıydı. Arabayla buradan uzaklaşmaya başladık.

*

Amir plakayı tüm ekiplere elindeki telsizle geçerken komutan da üstlerini aramış ve bilgi geçmişti.

Bu sırada diğer polisler Ali'yi çözmüş ve yürüyebilmesi için iki yandan destek olmuşlardı.

"Amirim!" dedi Ali, sinirle oradan oraya dolanan ve polislere emir yağdıran babasının dikkatini üzerine çekmek için.

"Davut'a gidiyor." dediğinde amir duraksamıştı. Ali kendisini rehin almayacağının farkındaydı her ne kadar ilk tercihi bu olacak olsa da. Ya öldürülecekti ya rehin alınacaktı ve rehin alınmasını tercih etmişti. Miraç'ın olduğu yerde rehin alınmasını...

"Miraç'ı uyar, Kemal tanıyor onu. Göz önünde olmasın gidene kadar."

Amirin biraz da olsa içine su serpilirken kızının canının telaşından oğluna nasıl olduğunu bile sormadığı aklına geldi.

"İyi misin sen?" dedi oğlunun yanına ilerleyip ensesinden tutarak. Alnını da alnına yaslamıştı.

"Bir şeyim yok, Miraç'a haber ver sen."

Amir bunun üzerine haberleşmek için kullandıkları güvenli telefonunu almak üzere arabasına ilerlemiş ve polisler de Ali'yi ambulansa götürmüşlerdi.

*

Ali'ye neden bu kadar güvendiğimi tam olarak anlayamasam da o yokken yani şimdi daha çok korkuyordum.

Kemal saçımdan tutarak beni arabadan indirdiğinde karşımızda mafyatik tipler vardı. Saç diplerim acısa da belli etmemek için çaba gösteriyordum.

En öndeki genç adam bir adım kadar daha öne çıktı ve kıstığı gözleriyle Kemal'i baştan aşağı süzdü.

"Takip edildin mi?" diye sorduğunda başını hızla iki yana salladı ve ardından kendisine doğrultulan silahlara beni siper etti.

"Bir kız mı koruyacak seni Kemal?" dedi öndeki adam alayla.

Başını iki yana salladığını arkamdaki hareketlilikten anlamıştım.

"Amirin kızı koruyacak..."

Karşımdaki adamın ifadesi anbean değiştiğinde Kemal'in keyifle güldüğünü işittim. Aynı keyifle "Şu Mehmet komutanın da yeğeni. Bence bayağı işine yarar. Arabanın kasasında da mallardan geriye kalanlar var. Beni koru. Hepsi senin!" diyerek de devam etti.

Adam şaşkınlıkla beni baştan aşağı süzdü ve ağır ağır kafasını aşağı yukarı salladı.

"Tamam!" dediğinde ardından da adamlarına işaret vermiş ve silahlarını indirmelerini emretmişti.

Tüm silahlar indiğinde başımdaki silah da inmişti ve adamlarından biri kolumdan tutarak beni Kemal'den uzaklaştırdı. Ben Kemal'den uzaklaşır uzaklaşmaz da öndeki genç adam belindeki silahı çıkarmış ve duraksamadan Kemal'in kafasına sıkmıştı.

Şaşkınlıkla bakakalırken genç adam birkaç adımla önüme geldi ve Kemal çektiği için dağılan saçlarımı düzeltti elleriyle. Yaşadığım şok sebebiyle herhangi bir tepki verememiştim bile.

"Davut ben..."

Bir, daha saniyeler öncesine kadar silah tutan ve şimdi bana uzattığı eline bir de, yerde kafasından sızan kanla yatan Kemal'e baktım.

"Burada adını söylemen gerekiyor!" dedi sertçe çenemden tutarak ona bakmamı sağlarken. başımı iki yana salladığımda daha sert tutmaya başlamıştı çenemi, kıracak kadar sıkı.

"Bala!" dedim tükürürcesine ve sertçe yana dönerek çenemi elinden kurtardım.

"İşte böyle Bala... Misafirlerim beni kızdıracak şeyler yapmadığı sürece oldukça misafirperverimdir. Ve minik bir not: Lafımın ikiletilmesini sevmem!"

Genç ve sempatik bir yüzü vardı. Dışarda görsem, tanışsak arkadaş olabileceğim bir tipti ancak şimdiki bu hali yalnızca beni ürkütüyordu. Akli dengesinin yerinde olmadığını anlamak hiç de zor değildi.

Elini belime yerleştirerek beni içeri yönlendirdi.

"Amirin kızı olduğun doğru mu?"

Lanet olsun ki doğruydu ve o sebeple buradaydım. Cevabım ona göre gecikmiş olacak ki birden yanağıma inen tokatla neye uğradığımı şaşırdım.

"Biraz önce ne dedim ama ben Bala?" dedi bana ayıplarcasına bakarken.

"Salak mısın? Niye adam canını açığa çıkabilecek bir yalanla korumaya çalışsın!" diye çıkışmamla bir tokat daha yemeye kendimi hazırlamıştım ama bunun yerine gür bir kahkaha atmıştı.

Gerçekten akli dengesi yerinde değildi.

"Sevdim seni amirin kızı..."

Ardından kolumdan tuttuğu gibi beni düştüğüm yerden kaldırarak peşi sıra merdivenlerden aşağı sürüklemeye başlamıştı ve ardından da bir kapıyı açarak beni öylece odanın içine fırlattı.

"Bir duş al, temizlen... Sana kıyafet gönderirim. Evimde düzen severim." demiş ve içeri bile girmeden tekrar kapıyı kapatmıştı yüzüme. Çok geçmeden de kilit sesini duymuştum.

Dediği gibi birkaç dakika sonra bir kadın gelip kıyafet bırakıp çıkmıştı ancak ne duşa girmiş ne de o kıyafetleri giymek için herhangi bir hamlede bulunmamıştım. Hava ağarıyordu artık yavaş yavaş ve hiç uyumamıştım.

Parmaklık olan camdan dışarıyı incelerken birden kapı kilidinin açıldığını duydum ve hemen ardından da kapı açıldı. Ben Davut denen adamı beklerken karşımda Miraç'ı görmek küçük çaplı bir şok yaşamama neden olmuştu. Kapıyı hemen arkasından kapattığında şaşkınlığımdan sıyrılmıştım ve birkaç büyük adım ilerleyerek Miraç'ın boynuna kollarımı sardım.

O da kollarını belime dolarken bir minik öpücük de boynuma bırakmıştı. Gerçek miydi yoksa uykusuzluktan hayal mi kurduğuma dair kısa bir an tereddüde düşsem de kokusu hayal olamayacak kadar gerçekti.

"İyi misin?" diye sordu oldukça kısık bir sesle. Kollarımı biraz gevşeterek ondan biraz uzaklaştım ve başımı aşağı yukarı sallayarak da onayladım hızla.

"İyiyim."

Ancak o belimdeki elini çekip nazikçe çenemden tutarken sol yanağımı, birkaç saat önce Davut'un vurduğu yanağımı, kendine çevirmişti.

"Vurdu mu o orospu çocuğu?" dedi sinirli bir soluk verirken boynundaki damarlar da belirginleşmişti.

"İyiyim!" dedim bir kez daha ve eş zamanlı bir şekilde bakışları yatağın üstündeki kıyafetlere kaymıştı ben ise olanları hızlı hızlı anlatmaya girişmiştim ona.

"Sabah okula gitmeden Ali aradı, çağırdı. Sanki başka bir yerde yokmuş gibi bir de Allah'ın unuttuğu yerdeki Aspava'ya... Hilal, Can, Elif ve Barış da vardı. Gerçi onların geleceğini bilmiyordum ama neyse. Yemek yedik falan. Yalnız Elif'teki tripleri görmen lazım. Sanki üç çocuğuyla ortada bıraktım. Sinir etti beni ama yemek genel olarak güzel geçti tuhaf bir şekilde. Sonra Elif uykum geldi diyerek çirkefleştiği için Ali önce onları eve bıraktı."

Duraksadım ve derin bir nefes aldım. Ardından da aynı hızla devam ettim. Gözlerindeki tuhaf ifadeye ise asla anlam veremiyordum. Neden bana öyle bakıyordu ki?

"Biliyor musun? Ali'den böyle bir şey beklemezsin ama elbiseyi diktirtmiş. Ali'nin arabasında kaldı gerçi ama olsun. Sonuç olarak mezuniyet elbisesi gibi bir derdim kalmadı, en önemlisi de elbise tekrar bende."

Çenemi göğsüne yasladım ve ona alttan alttan bakmaya başladım.

"Sonra da işte Ali beni anneannemlere götürürken takip etmişler falan. Tekerleri patlatınca durmak zorunda kaldı. Aldılar bizi. Ali'yi çok temiz benzettiler. Az daha dilimi kesecekti psikopat. Konuşunca tırnağımdan oldum, konuşmayınca da dilimden oluyordum."

Yüzümü buruşturdum ve tekrar biraz geri çekilerek tırnaklarıma baktım. Neyse ki kırılmamışlardı ve hâlâ sürdüğüm mat lacivert ojelerle çok güzel duruyorlardı. Fazla ara verdiğimi fark ederek tekrar bakışlarımı Miraç'a çevirdim.

"Sonra da dayımlar, babamlar geldi. Sıkışınca beni rehin alıp buraya korunmak için geldi ve daha 5 dakika geçmeden öldürüldü gözümün önünde! Sonra da işte buradayız..."

Ellerimi iki yana açmış ve son cümlemle bulunduğumuz odayı işaret etmiştim. Miraç ise derin bir nefes çekmiş içine ve tokat atılan yanağıma uzanıp minik bir öpücük bırakmıştı.

"Kıyafetleri o mu gönderdi?" diye de sorduğunda başımla onayladım onu.

"Giy onları, ne derse ikiletmeden yap. Zaten polisler senin peşindeler ve buraya geldiklerinde ve dikkatleri dağıldığında seni çıkartacağım. Ancak o zamana kadar sana bir şey yapmasını izlemeye dayanamam. İkiletme."

Sıkıntılı bir nefes vererek Miraç'ı başımla onayladım. İtaat etmek zorunda kalmak kadar nefret ettiğim bir şey daha yoktu.

"İkiletmem..."

Onu onaylamamla bana hafif ve şu an içinde olduğum durumdan memnun olmadığını gizleyemeyen bir gülümseme sunmuş ve burnumun ucuna minik bir öpücük kondurmuştu bu kez de. Ben ise yakınlığımızı fırsat bilerek kokusunu derince içime çekmiştim. Kesinlikle beni rahatlatma özelliği vardı.

"Kapıda bekliyorum. Hızlı ol ve giyindiğinde yanıma gel."

Onu bir kez daha başımla onayladım ve Miraç çıktığında gönderdiği elbiseye baktım.

Kare yaka, mini, uzun kollu, kadife ve bordo olan elbiseyle derin bir iç çektim. Kalın bacaklarımdan sebep kısa şeyler giymeyi çok sevmiyordum ama Miraç'ı dinleyerek üzerimdekileri çıkarttım ve ardından da elbiseyi üzerime geçirdim. Neyse ki ayağımda çizmelerim vardı da biraz olsun bacaklarımın çıplaklığını dengeliyordu.

 Neyse ki ayağımda çizmelerim vardı da biraz olsun bacaklarımın çıplaklığını dengeliyordu

Elbisenin eteklerini elimden geldiğince çekiştirdiğimde kapıya ilerledim ve açtım. Kapıda bekleyen Miraç'ın beni süzdükten sonra yüzüne yayılan ifadeden, rahatsız olduğunu anlamıştım.

Yanıma birden gelip acıtmayacak ama sert bir şekilde kolumdan tuttuğunda kapıda bekleyen diğer iki adamı ancak fark edebilmiştim.

Beni peşi sıra sürükleyerek merdivenleri çıkartmaya başladı. Adamların göremeyeceği kadar uzaklaştığımızda yavaşlamıştı.

"Acımadı değil mi?" diye fısıltıyla da konuştuğunda başımı iki yana salladım.

"Acımadı." diyerek de sözlü olarak onayladım. Ben de onun gibi fısıldamıştım.

Beraber çift kapılı bir yerden geçtiğimizde bizi oldukça büyük bir salon ve masanın baş köşesinde oturan Davut karşılamıştı.

"Amirin kızıyla tanışmışsın..." dedi Davut eğlenen bir ifadeyle ve ellerini hızlıca birbirine çarptı.

Benim için çektiği sandalyeye sert sayılabilecek bir şekilde oturmama neden oldu. İsteyerek yapmadığının farkındaydım ama yine de bunu yapanın Miraç olması ağlama hissiyatı getiriyordu.

"Öyle oldu. Ne karşılığı gönderiyoruz kızını?" dedi masa etrafında dolanıp tam karşıma otururken.

"Skalamız geniş..." dedi Davut beni rahatsız edici bir şekilde süzerken ancak Miraç'a hitaben.

"Kırmızının yakışacağını tahmin etmiştim amirin kızı da... Bu kadarını ben de beklememiştim."

"Bordo bu!" dedim ona yüzümü buruşturarak. Daha renkleri bile bilmiyordu.

Kulaklarımın çınlamasına sebep olacak gürlükte bir kahkaha bıraktı.

"Bayıldım bu kıza!" dedi ardından Miraç'a dönerek ve onaylamazcasına başını iki yana salladı. Bir yandan da dilini dışarı çıkarmış ve dudakları üzerinde dolaştırmıştı.

"Keşke diyorum başka şekilde tanışsaymışız..."

Ardından birden bana döndü ve boş tabağımı işaret etti.

"Bir şeyler ye amirin kızı, sonra babacığın sana iyi bakamadığım için bana kızmasın."

Onu umursamadım. Kollarımı birbirine doladım ve ardından da arkama yaslandım. Tabii ki bir şey yemeyecektim ancak Miraç'ın uyarıcı bakışını gördüm tam da bu esnada. Bunun üzerine sıkıntılı bir nefes verdim ve rastgele birkaç şey doldurdum tabağa.

Davut bu halimden memnun olduğunu gizlemeyen bir gülümsemeyle tekrar Miraç'a döndü.

Bunun üzerine Miraç'ın bakışları da ona dönmüştü.

"Ne diyorduk? Hah! Skalamız ge-"

Sözünü tamamlayamamasının sebebi gelen kurşun sesiydi. Davut hızla ayaklanırken Miraç da ayaklandı ve belindeki silaha davrandı.

"Hayır, hayır..." dedi Davut ve silahını indirttirdi.

"Kız bizdeyken bir bok yapamazlar. Alsalar bile bırakmak zorunda kalacaklar. Sen kızı alıp tünelden güvenli bir yere götür. Amirle bizzat oynamak istiyorum."

Miraç başıyla onaylarken bana doğru hareketlendi.

Kolumu tutacakken ondan önce Davut onun kolunu tuttu.

Ben ise hâlâ olduğum yerde oturmuş ve yalnızca onları izliyordum.

"Canımı kurtararak aramıza girdin ama can borcu falan dinlemem en ufak yanlışında ayağını kaydırırım. Kızı kaybedersen beni uğraştırma ve sık kafana."

Miraç onu hafifçe onayladıktan sonra bir hızla gelip kolumu yakaladı ve ardından da yine peşi sıra sürüklemeye başladı.

Gözlerden yeterince uzaklaştığımızda kolumu bırakarak parmaklarını parmaklarıma geçirerek elimi tutmuş ve öyle peşinden gelmeme neden olmuştu. Bizi merdivenlerden aşağı bodruma indirmiş ve uzun dar koridor boyunca da ilerletmişti.

Minik bir kapıdan girdiğimizde bizi kiler gibi bir yer karşılamıştı. Ben nereden çıkacağımıza bakarken Miraç elimi bırakarak bir rafı kenara çekmiş ve ardından da boşta kalan duvarı ittirmişti.

Bir 'tık' sesinin ardından minik bir aralık görüldüğünde Miraç duvarı ittirmiş ve geçmem için başıyla işaret vermişti.

Hızlıca açılan boşluktan birkaç adım kadar ileri gittim ve ardından da Miraç'ın önce rafı geri çekmesini ve ardından üzerimize duvar görünümlü kapıyı kapatmasını izlemiştim.

Kapı kapanır kapanmaz içerisi zifiri karanlık olmuştu ancak çok geçmeden telefon ekranının peşine flash da açılmıştı ve kısaca bana bakmıştı.

Tekrar elimi kavrarken sorun olmadığını belirtircesine minik bir gülümseme de bahşetmişti.

Ardından bu karanlık, uzun ve dar olan tünelde cılız telefon ışığıyla ilerlemeye başladık.

"Diğer günlerde ne yaptın ben yokken?" dedi Miraç karanlıktan ve bu yer yer örümcek ağlarıyla bezeli yerden korktuğumu anlamış olacak ki dikkatimi dağıtmak için.

"Okul, ev, kulüp... Her zamanki şeyler... Pek farklı bir şey yapmadım."

"Farklı bir şey yapmak istesen ne yapardın?" dedi uzaktan bir yerden bir ışık gelmeye de başlamıştı.

Bu soru biraz beni düşündürmüştü ve bu sırada kanalizasyon çıkışı gibi yuvarlak bir boru gibi şeye iyice yaklaşmıştık ve ağaçları görebiliyordum. Turuncu yaprakların pek çoğu yerdeydi ancak hâlâ ağacın dallarında olan yapraklar da vardı.

"Sanırım dönünce tiyatro kulübüyle bir gezi düzenleyeceğim. Otobüste bağıra çağıra şarkı söylemek istiyorum ama kastın seninle bir şey yapmaksa yeterince aksiyona doyduğumuzu düşünüyorum ve sanırım daha sakin bir şey yapmak isterdim. Boş boş otursak da olur ama yeni bir tarif görmüştüm. Hiç görmedim de denemedim de. Onu seninle yapalım mı?"

Ormana adım attığımız esnada bana dönmüş ve hafifçe gülümsemişti.

"Olur, ne istersen yapalım yavrum..."

Hâlâ ilerlemeye devam ediyorduk bir yandan da ve ben her biraz uzun sustuğumda bir şeyler sorarak beni alenen oyalıyordu ama umurumda değildi çünkü çok hoşuma gidiyordu.

"Şu an begonyalar yok ama anlamı cesaret şu an, tamam mı?" dedi birden bana dönerek ve belinden silahını çıkarttı.

Çok uzaktan da olsa silah sesleri hâlâ duyulabiliyorken silah görmek ister istemez irkilmeme neden oldu.

Şarjörü çıkarttı ve mermilere baktı. Ardından geri taktı ve rastgele beline yerleştirip ceketinin iç cebinden bir yüzük çıkartarak elime verdi. Bir tek taş...

"Eğer eminsen... Ben dönene kadar vaktin var. Enine boyuna düşün ve verdim diye de kendini zorunda hissetme. Hazır olmayabilirsin ve hazır olana kadar beklerim."

Ne diyeceğimi bilemezken bir gözlerine bir yüzüğe bakıyordum.

"Silah kullanmayı biliyor musun?" dedi ışık hızıyla da konuyu değiştirerek.

Öyle ki bir an sorusunu algılayamamıştım.

"Yani birkaç kez dayım, birkaç kez de babam göstermişti."

"7 mermi var. 6 mermi hakkın olacak, herkes ön tarafta ama eğer ola ki kullanmak zorunda kalırsan seni takip etmelerini engelleyecek şekilde ayaklarına sık. Her kullandığın kurşunu da saymayı unutma ki hazırlıklı ol. Sana zarar vermeme emri aldılar yani sana doğrultulan silahtan korkmana gerek yok. Yine de tedbirli ol."

Sözleri bittiğinde anlayıp anlamadığımı anlamak istercesine uzun uzun gözlerime bakmıştı.

"Anlaşıldı mı?" dediğinde de başımla onayladım onu.

Silahını tekrar çıkardığında bana vereceğini sanmıştım ama o emniyetini açarak koluna dayamış ve bana algılama fırsatı dahi vermeden tetiğe basmıştı.

Kurşunu yiyen oydu ancak çığlık atan bendim.

"Ne yapıyorsun? Kafayı mı yedin?" diye bağırmama engel olamazken Miraç'ın acıyla yüzü kasılmış ve bastırmak istercesine art arda derin nefesler almıştı. Elini yarasına bastırmadan önce şaşkınlığımdan faydalanarak silahı elime tutuşturmuştu.

"Yanına birilerini yollamaya çalışacağım ama o keşmekeşte birini yollayabilir miyim bilmiyorum. Hiç sapmadan yolu görene kadar dümdüz git ve yoldan aşağı doğru ilerle. Bir köy ve girişine yakın bir jandarma komutanlığı olacak. Orayı bul."

"Kızı kaybedersen öldürürüm dedi!" dedim başımı da itirazla iki yana sallarken. Bir an elini yarasından çekmiş ve yüzüme götürecek gibi olmuştu ama eline bulaşan kanları gördüğünde bundan vazgeçerek bir adım atmış ve dudaklarını alnıma bastırmıştı.

"Bir şey olmayacak bana. Sen dediğimi yap. Yoldan sapma sakın... Silahı da doğrudan babana ver, başka birine değil."

Tereddütle ve biraz da korkuyla ona bakarken onun kara gözleri oldukça kendinden emin ve tereddütsüz görünüyordu. Çenesiyle arkamı işaret etti.

"Söz veriyorum görevim biter bitmez geleceğim ama şimdi gitmelisin."

Loading...
0%