@__kao__
|
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. İyi okumalar... * "Emin misin? İstemiyorsan ablamla dışarda bir yerde de bir yemek ayarlayabilirim." Bıkkın bir nefes verdim. Aynı şeyi bin birinci soruşu falandı. "Hiç mi yüz yüze gelmiycez Miraç? Eminim, ayrıca hatırladığıma göre birinin yüzüne bakamayacak şeyler söyleyen ben değildim." derken elimdeki highlighterla ona dönmüştüm. Bir tık hazırlanmam uzun sürdüğü için makyajımı yetiştirememiştim ve şimdi arabada yapıyordum. Ayrıca annesinin bir şey olmamış gibi davranacağına da emindim yüzsüzce ancak tabii ki bunu söylememiştim. Bu akşamdan tek beklentim babamla falan karşılaşmamaktı. Annesinin tavırlarına ve de ablasının gelebilecek olan tavırlarına pek tabii kendimi hazırlamıştım ancak babamla, Ali'yle ya da ailesinden herhangi biriyle karşılaşmak istemiyordum. Hemen yan evlerine gidiyor olmak ise beni şu an için asıl geren şeydi. "Yavaş sür!" diye söylendim rimelimi sürerken. Miraç derin bir nefes aldı. "Şu ana kadar tonla şey sürdün yüzüne, tek fark göz kapaklarını boyaman." Bunu bir iltifat olarak alıp almamam gerektiğini bir süre elimde rimelle durup ciddi ciddi düşünmüştüm ancak en nihayetinde karşımdaki insan Y kromozomu taşıyordu. Üstelik Miraç'tı yani. Bu sebeple ciddiye almadan rimelimi sürmeye devam ettim. Mahalleye girerken elimi daha da çabuk tutarak hızlıca rujuma geçtim. Pembe doğal bir rujun üzerini şeffaf glossla geçtim. Aynadan son bir kez makyajımı kontrol ettiğim sırada Miraç evin önüne park etmişti bile. Makyaj malzemelerimi dönüş yolunda toplamak üzere arabasının her tarafına saçılmış bir şekilde bırakırken makyaj sabitleyicimi zar zor bulmuş ve bir kaç fıs sıkmıştım. Özenle topladığım saçlarımı da kontrol edip, perçemlerimi düzelttikten sonra beni bekleyen Miraç'a dönüp genişçe gülümsedim. Başını koltuğa yaslamış ve beni izliyordu halihazırda. "Hazırım..." dediğimde hafifçe gülmüş ve bana doğru eğilerek yanağıma minik bir buse bırakmıştı. Ardından da başıyla evi işaret etti. "Hadi yavrum..." İtiraz etmeden arabadan indim ve arka koltuktan özenle saksısını sardığım kalanchoelerimi aldım. Bu daha çok ablasına yönelik bir hediyeydi ama tabii annesine alenen bu size değil diyecek halim de yoktu ve kapıyı o açarsa mecbur ona verecektim. Ablasının çiçekleri sevdiğini söylediği ve ablasının ilgileneceğine güvendiğim için çiçek getirmiştim ve umarım ki bakabilirdi. Bakışlarım ister istemez yan evin balkonuna çıktı. Akşamın karanlığında dahi begonyalarımın turuncu beyaz renklerini seçebiliyordum. Bu kadar zamanda renklerini koruyabildiklerine göre bakılıyorlardı. Bizzat bana getirilmesini ve benim bakmamı isterdim ancak henüz kimse bunu akıl etmemişti. Elini belime koyduğunda Miraç'a döndüm istemsizce. "Mustafa amca ilgileniyor çiçeklerinle." Tabii ki neye baktığımı anlamıştı. "Girelim mi?" dedim ancak o an bir şeyin eksikliğini hissettim. Miraç beni eve yönlendirecekken "Çantamı unuttum." dedim ve tek kolumla arabayı işaret ettim. Beni bırakarak arabaya ilerlemiş ve kapısını açmıştı. İçeri eğilip çantamı aldıktan sonra kapıyı kapatarak tekrar bana döndü ve yeşil çantamı bana uzatırken "Sadece çantanı unuttuğuna emin misin yavrum?" demişti gülerek. Omuzlarımı indirip kaldırırken siyah eteğimin fazlaca bacağımı açıkta bırakan yırtmacını da düzeltmiştim. "Dönüşte toplarım." Üzerimde siyah yırtmaçlı bir etek, yeşil bir kazak ve siyah bir kaban vardı. Saçlarımı da toplamıştım ve sürdüğüm yeşil far dışında bana göre abartısız, Miraç'a göre abartılı bir makyaj yapmıştım. Uzattığı elini tutarken en nihayetinde bahçe kapısından içeri girebilmiştik. Miraç kapıyı çaldığında basmayan telaş şimdi basmıştı. Ablası, ablasının kocası ve yeğeni dışında herkesi tanıyordum zaten ama galiba asıl sorun da buradaydı. Kapı çok geçmeden Feride tarafından güler bir yüzle açılmıştı ve hızla kısaca sarılmıştık. Bu arada çiçeği de ona vermiştim. Feride teşekkür edip çiçeği vestiyerin üzerine bırakırken Miraç çantamı ve kabanımı kendisininkiyle birlikte askılığa asmış ve ardından da belimden tutarak salona yönlendirmişti. Miraç'ın ailemle tanışmasını ki o kimseyi tanımıyordu düşündükçe benim de rahat olmam gerektiğini kendime söylüyordum ancak içimdeki tedirginliği de atamıyordum. Annesini fazlaca uyardığına emindim ama bir şey söylerse birinde tutsam ikincisinde kesin patlardım. Hayatımda tek güzel giden şey Miraç'ken onu kaybedemezdim, hele ki böyle saçma sapan bir şey için. İçeri girmemizle zaten halihazırda ayakta olan insanlarda gülümseyerek göz gezdirdim içimdeki tedirginliği görmezden gelerek. Hemen en baştaki ablasının bir çok şey yapmasına kendimi hazırlamıştım. Annesi gibi laf sokmaya çalışmasına, küçümsemesine, belki Miraç gibi soğuk bir yapısının olmasına, klasik görümcelik yapmasına falan ancak birden sanki Miraç değil de ben kardeşiymişim gibi sarılmasına hazır değildim. "Fotoğrafını görmüştüm ama fotoğraftakinden kesinlikle daha güzelsin!" dedi geniş gülümsemesiye benden ayrılarak ve ardından da bana elini uzattı. "Füsun bu arada ben!" dedi sevecenliğinden bir gram kaybetmeden. Miraç ve ablasının aynı anadan babadan olduğuna emin miydik? Ancak Feride'yi de hesaba katarsak kesinlikle evlatlık olan Miraç'tı. "Teşekkür ederim..." dedim biraz öncesine hitaben ve ardından da uzattığı elini sıktım. "Bala ben de." Ablası da diğer iki kardeşi gibi esmerdi ve de çok güzeldi. Tabii ki Antalya'da yaşamasının getirisi olarak ekstra bir yanıklık vardı ama bu onda çok hoş durmuştu. Yuvarlak yüz hatları ona sevecenlik katarken, çekik gözleriyse farklı bir hava katıyordu. Ardından ablasının yanındaki adama yani eniştesine geçtim ve gülümseyerek uzattığı elini sıktım. Adam şaşılacak derecede beyaz tenli ve sarışındı. Gözleri kahverengiydi ancak parlak ve fazlaca canlı duruyorlardı. Burnu daha önce kırılmış olmalıydı ancak kendine has bir simetrisi vardı. Yüz hatları ise ne çok keskin ne çok yuvarlaktı ancak genel anlamda yakışıklı bir adam olduğunu söyleyebilirdim. "Vedat..!" derken bir yandan da kucağındaki oğlunu tutuyordu. Ben daha büyük bir çocuk bekliyordum ancak bu çocuk taş çatlasın iki yaşındaydı. "Memnun oldum..." derken babasına yaslanmış ve bana meraklı gözlerle bakan çocuğa döndüm. Annesinin genleri ağır basmış olacak ki o da esmerdi ve hatta biraz da bana Miraç'ı anımsatmıştı ve hatta Arda'dan daha çok baba oğulu anımsattıklarını söyleyebilirdim tanımasam. "Merhaba!" dedim ona da oldukça ciddi bir şekilde ancak hiç pas vermedi ve bunun üzerine mecburen Ahmet Bey'e geçmek zorunda kalmıştım. Elini uzatmıştı ancak öyle bir açıyla uzatmıştı ki öpmem için mi yoksa tokalaşmak için mi uzatmıştı anlayamamıştım. O yüzden elini sıkarken ona da hafifçe gülümsemiştim, tamamen mecburiyetten elimi Derya Hanım'a da uzatmıştım ancak o uzattığım elimden tutup çekerek sarılmayı uygun bulmuştu. Tabiri caizse aval aval yüzüne bakmıştım birkaç saniye boyunca. Bu samimiyetsizlik kesinlikle mide bulandırıcıydı. "Hoş geldin, tatlım..." Kendimi gülümsemek için zorlarken bir şey dememek için de hemen yanındaki Arda'nın saçlarını karıştırmıştım hafifçe. Bu sırada da Derya hHnım kıyafetlerimi pek de uygun bulmamış olacak ki yargılayıcı bakışlarını üzerimde hissetmiş ancak bir şey dememek için ilgimi Arda da tutmuştum. "N'aber?" "İyi..." demişti Arda da belli belirsiz ancak bunun sebebini anlayamamıştım. "Yemeğe geçelim, hadi!" dedi Füsun garip bir heyecanla. "Yemekleri ben yaptım." dedi ve ardından da gülerek kulağıma eğildi. "Annemin biraz başı tuttu da." İster istemez gülerken ablasına şimdiden bayılmıştım. Hemen zaten salonda ve kurulu olan sofraya geçerken tabii ki Miraç'la yan yana oturmuştuk. Arda da hemen benim yanımda oturuyordu ve benden çekinir gibi bir hali vardı ve bunun sebebini asla anlayamamıştım. Ona sormak için eğilmiştim ki şu an insanların odağında ben olduğum için bunu yapamamıştım. "Edebiyat okuyordun değil mi?" "Evet, son senem." dedim edebiyat derken İngiliz edebiyatını ya da başka bir ülkenin edebiyatını kast etmediğini düşünerekten. "Ay, fazla sözel..." dedi ve yüzünü buruşturdu ardından da hemen bana döndü ve kendini işaret etti yanlış anlamamamı istercesine. "Ben biraz fazla sayısalcıyım, arada böyle sayısal damarım tutabiliyor." Ablasının yanında oturan Feride başıyla onayladı. "İyi ki bir matematik biliyor! Havasından geçilmiyor. Ki kendisi de sayısalın en sözelinden bir tıpçı. Biyoloji de baştan sona ezber..." "Miden nerede desem gösteremezsin! Gelmiş işimi küçümsüyor!" dedi Füsun kız kardeşine alttan vurarak ve bu gülmeme neden oldu. "Ay sanki mideyle işin var da! Midenin nerede olduğunu biliyorsun da neye yarıyor? Sindirim sistemi ağızda başlayıp ağızda bitiyor senin için. Ayrıca insanlığın yarısı da senden korkuyor!" Sanırsam Füsun dişçiydi. Füsun bunun üzerine doğrudan Miraç'a dönmüş ve yanındaki kardeşini işaret etmişti. "Dili uzamış görmeyeli bunun. Fazla yüz veriyorsun..." Miraç gülerken onaylamazcasına başını iki yana salladı. "Vermesem de bir şey değişmiyor ki abla." dediğinde aklımdaki tek şey benim de ablasına abla diyip dememem gerektiğiydi. "Ay!" dedi Feride hoşnutsuzlukla ve sanırım biraz da abisini ablasından kıskanmıştı. "Buldunuz birbirinizi, birlik olup gelin üzerime!" Sitemli konuşmasının hemen ardından Ahmet Bey araya girdi. "Yeter bu kadar birbirinizi yediğiniz, yemeğinizi yiyin hadi!" Bunu demesi üzerine yalnızca birkaç saniye susmuşlar ve kaldıkları yerden atışmaya devam etmişlerdi. Doğrusu kardeş ilişkileri gözüme çok güzel gelmişti. Füsun genel olarak Feride'ye takılıyor, Miraç kimi zaman kız kardeşini korurken kimi zaman ablasından taraf oluyordu ve bu dengeyi de inanılmaz doğal bir şekilde sağlıyordu ve bu gerçekten gözüme çok hoş gelmişti. Miraç'ın kardeşleriyle ilişkisine bu kadar yakından şahit olabilmek de çok hoşuma gitmişti ayrıca. Kardeşlerini gerçekten oldukça içten bir şekilde seviyordu ve bunu görebiliyordum. Onu gülümsetebilseler de benim gibi güldürememeleri de belki hoşuma gitmemeliydi ama gitmişti işte. Daha özel olduğumu hissettirmişti. "Pışt!" dedim yanımda tabağıyla ilgilenen Arda'yı hafifçe dürterek. Tekrar minik bir atışmaya girmişlerdi ve bu kez Vedat da dahildi. Ahmet Bey genel olarak pek konuşkan değildi ya da bana karşı o ağır aile babası imajını çizmek istiyordu. Derya Hanım ise daha çok insanların tabaklarının boş olup olmamasıyla ilgileniyordu Adının Kaan olduğunu öğrendiğim yeğeni babasının tabağından çatalıyla köfte yemeye çalışıyor ancak pek de başarılı olamıyordu. Bu boşluğu fırsat bilerek Arda'ya eğilmiştim. "Küstük de haberim mi yok?" dediğimde başını iki yana sallamıştı hızlı hızlı. "Hayır, küsmedik..." dedi ve derin bir nefes çekti içine. "Sadece..." dedi ve duraksadı. "Bir daha kimseye bağırma olur mu? Bağırdığımızda insanlar bizi daha iyi anlayacakmış gibi hissederiz ama öyle değil." O an sebebini anlamıştım. O gün Arda da oradaydı ve bu tamamen aklımdan çıkmıştı. Büyümüş de küçülmüş gibi konuşması beni belli belirsiz gülümsetmeyi başarmıştı. "Olur... Ama sen de bazen bağırmanın iyi geldiğini unutma olur mu? Belki karşıdaki anlamayacak ama bağırmak bazen rahatlatır insanı. Mesela bağıra çağıra şarkı söylemeye de bayılırım ben..!" dedim neşeyle de. Arda güldü. "Olur unutmam." da dediğinde içten bir şekilde gülümsemiştim ona. "Börekten de yedin mi?" Sorunun bana sorulduğunu kavradığımda Arda'daki bakışlarım Füsun'a dönmüştü. "Biraz aceleye geldi gerçi ama..." diyordu yüzündeki pek de memnuniyet barındırmayan ifadeyle yaptığı böreğe bakarken. Ben de böreğe baktım, yemiştim, değişik bir börekti ve daha önce hiç yememiştim de ama güzeldi. "Yedim, ellerinize sağlık. Güzeldi." Füsun bir şey diyemeden annesi atlamıştı. "Yemek yapmayı biliyor musun?" "Pek değil..." dedim yine de cevapsız bırakıp saygısızlık yapmamak için. "Nasıl?" dedi yanımdaki Arda inanamazcasına. "Ama çok güzel çilekli kek yapıyorsun?" "Onunla o aynı şey değil, balım." dedim ona gülümserken. Tatlıların içine ne koymam gerektiği gramı gramına yazıyordu ancak yemekte aynı şey geçerli değildi. Tabii ki sıfır da değildim ancak öyle aman aman yemek yapamazdım. Derya Hanım zorla gülümserken başını da aşağı yukarı sallamıştı. Zorlama bir sevecenlikle "Öğretirim ben sana..." dediğinde başımı iki yana salladım. "Sağ olun ama gerek yok." dedim gülümseyerek. "Olur mu öyle?" dedi gülümsemesini sabit tutmakta zorlanarak. "Evlenince ne yapacaksınız?" Derin bir nefes aldım sakinleşmek adına ve ardından da Miraç'a dönüp genişçe gülümsedim. Ardından da tekrar annesine döndüm. "Otuz yılda oğlunuza öğretemediğiniz neyi öğretebilirsiniz ki? Lazım olursa Miraç öğretir bana, değil mi sevgilim?" Miraç elimi tutup üzerini hafifçe okşarken başıyla da onaylamış ve hafifçe de gülümsemişti. Yemek yendikten ve sofra toplandıktan sonra tatlılara geçmiştik ve Vedat'la Miraç da tavla oynamaya başlamıştı. Tatlı tabaklarını Feride'nin getirdiği tepsiden alıp önlerine bıraktıktan sonra kendi tatlı tabağımı da alarak Miraç'ın oturduğu berjerin kol koyma yerine oturmuştum ve şöyle bir duruma göz atmıştım. Bu sırada Miraç da başını kaldırıp bana bakmıştı. "Şans meleğin olmaya geldim, zarı ben atıaım mı?" dedim eş zamanlı bir şekilde sıra ona geçerken. Miraç zarları tahtadan alırken bana tereddütlü de bir bakış atmıştı. "Hoş geldin yavrum ama zar tutmak yok!" dedi zarları da avcuma bırakmak üzere bana doğru kaldırırken. Miraç'a tersçe baktım ve zarı bana uzatan elini tekrar ona doğru ittim. "Aman! Atmıyorum zar falan!" Şans her zaman yaver gitmezdi ve bu durumlarda kendi şansımı kendim yaratıyorsam ne olmuştu yani? Şans meleği dedikten sonra yalancı mı çıksaydım? Miraç hafifçe gülerken onaylamazcasına da başını iki yana sallamış ve zarı kendisi atmıştı. Kafama atsa canım bu kadar yanmazdı. Ne olurdu sanki ben atsam ve beni bozmasa? "Benim için atabilirsin valla?" derken Vedat zarları avcuna almıştı. "Seve seve..." diyerek elinden zarları almak için eğilmiştim ki Miraç kolunu belime sararak engel oldu. "Benim şans meleğim olmaya gelmiştin diye hatırlıyorum. Dokunmadan da yalnızca yanımda olarak yeterince şans getiriyorsun zaten." Ona göz devirsem de hoşuma gitmediğini de söyleyemezdim. Ne yazık ki kalbim çok çabuk kanıyor, çeliniyordu. "E durumlar eşitlensin bari!" dedi Vedat ve başını çevirip salona bakındı. Aradığını bulamamış olacak ki Feride'ye döndü. "Füsun nerede?" "Kaan'ı emzirip uyutacaktı enişte." dedi Feride ve ilgisini çekmiş olacak ki o da gelip abisinin diğer yanına kuruldu. İnsanın görümcesi olmasının neden kötü olduğunu şu an anlayabiliyordum. Başka biri olsa olay çıkartırdım ancak kız kardeşi olduğu için hiçbir şey diyememek kesinlikle can sıkıcıydı. Neyse ki çok geçmeden sıra tekrar Miraç'a gelmişti de zarları fırlatmak için kolunu aşağı yukarı hareket ettirirken kol kaslarının kasılmasını çok net bir şekilde izleyebilmiştim. "Sıkılmıyorsun değil mi?" demişti Vedat'ın hamlesini yaptığı sırada bana doğru dönerek. "Oyun bitsin, bırakırım seni eve." Başımı iki yana sallarken gülümsedim de. "Sıkılmıyorum, oyununla ilgilen sen." Miraç oyununa dönmüştü ancak bir gözü devamlı bendeydi ki hemen tepesinde kız kardeşiyle dedikodu yapıyorduk. "Yuh! Onlar ne ara sevgili oldu? İki gün önce başkası için ağlamıyor muydu kız?" Feride bilmem dercesine dudaklarını büzerken ellerini de kaldırdı. "Bilemiyorum ama bayağı yüzük falan takmışlar. Ne ara o raddeye geldiler gerçi onu da anlamadım. Melike'nin yakın arkadaşlarından biri Yiğit'in eski sevgilisiymiş bir de. Günahlarını almak olmasın ama bence öncesi vardı. Yoksa ne ara evlenecek kadar ilerletsinler? İki hafta ya oldu ya olmadı." Mantıklı ve oldukça olasıydı. "Herkesten çok uzak kaldım." derken dudaklarımı da büzmüştüm. Hiçbir konuda anlaşamayan dayım ve babamın anlaşası tutmuştu ve tek yanlışımda daha tıpış tıpış baba evine dönüyordum. Bu sebeple bir tık daha insanlardan izole etmiştim kendimi ve tüm dedikodu ihtiyacımı Kardelen karşılıyordu. "Yarın bizimkilerle buluşacağız. Gel sen de." diyen Feride'yle başımı iki yana salladım. "Yarın olmaz. Kostümler için Rüzgar'la gidip fiyat almamız ve aradığımız kostümleri bulamazsak bir yerle anlaşıp diktirmemiz ve de bir bütçe çıkarmamız gerekiyor... Puf! Söylerken yoruldum!" "Rüzgar şu PDR okuyan çocuk muydu?" Başımla onayladım ancak gözlerinden geçen ifadeyi gördüğümde "Sevgilisi var!" diyecektim ancak hemen tepesinde durduğumuz ve arkasından konuştuğumuz Miraç sebebiyle daha dolaylı yoldan söylemek durumunda kaldım. "Sevgilisi Rana da bizim tiyatro kulübünde hatta. Normalde o da oluyordu ama biraz hasta olduğundan ikimize kaldı tüm iş." Ağzını açtı ancak abisinden sebep geri kapatarak gözleriyle kendini işaret etti ve ardından değil dercesine gözlerini yukarı kaldırdı. Bu benim için değil, demekti sanırım. Muhtemelen bir arkadaşı için falan sormuştu. Gözümle Feride'nin kendisini işaret ettim ve ardından da elinde tuttuğu telefonu. Toplu fotoğrafta sevgilisini görmüştüm ama yakın çekim de görmeliydim bence. "Şeyi gösterdim mi?" derken telefonunun kilidini açmıştı bile. Ben ise neden hâlâ düzgünce koltuğa geçmek yerine Miraç'ın iki yanında kol koyma yerlerine oturduğumuzu bilmiyordum ancak rahattı da. "Bak Erasmus'la Fransa'ya gitmişler..." Telefonunu da eş zamanlı bir şekilde bana döndürmüştü ancak tabii ki de sevgilisiyle yakın çekim bir fotoğraflarını göstermişti. Çocuğun sarışın olduğu aklımdan çıkmıştı ve sanırım abla kardeş sarışın seviyorlardı ya da kendi baskın genleriyle sarışınların sonunu getirmeye kararlıydılar. "Çok güzel çıkmışlar." dedim yakışıyorsunuz diyemediğimden ancak Feride anladığını belirtircesine gülümsemişti. "Değil mi?" dediği sırada gelen şangırtı sesiyle olduğum yerde sıçramış ve Miraç'lara dönmüştüm. Oyunları bitmiş olacak ki kutuyu kapatmışlardı. "Kim kazandı?" dedim kolumu Miraç'ın omzuna yaslarken. Miraç gülümserken Vedat ona tersçe baktı. "Sevgilinin yanında yenilme diye avans verdim diyelim." "Tabii..." dedi Miraç onaylamazcasına başını iki yana sallarken de ve bana döndü ardından da. "Kalkalım mı?" Onu başımla onayladım. * Miraç beni eve bıraktıktan sonra uzun bir duş almış ve temizlenmiştim. Neyse ki korktuğum gibi ne annesi bir şey demişti ne de babamlarla karşılaşmıştım. Şimdi de kendime güzel bir meyve tabağı hazırlamış ve dizime kaldığım yerden devam etmiştim ancak telefonumun bu saatte çalması ve Miraç'ın arıyor olması pek hayra alamet olmasa gerekti. Biraz da endişeyle telefonu açtım ve kulağıma götürdüm. "Efendim?" de dediğimde tedirginlikle minik bir nefes sesi işittim. "Aşağı inebilir misin yavrum?" Aşağıda mıydı? Daha 2 saat önce beni eve bırakmıştı. "İniyorum." dedim ve telefonu bir cevap beklemeden kapattım. Saat 01.27'di ve bu saatte pek de hayırlı bir şey olmasa gerekti. Göreve gideceğini sanmıyordum. Daha yeni gelmiş sayılırdı ve umarım ki de gitmezdi. Pijamalarımın üstüne montumu geçirmiş ve öylece terliklerle çıkmıştım evden. Keşke yoldayken falan arasaydı. Biraz çeki düzen verirdim kendime. Arabasına yaslanmış bir halde gördüm onu. Verdiği nefesin soğuktan sebep çıkan beyaz izlerini çok net bir şekilde görebilirken yanına adımladım ve biraz da korkuyla "Bir şey mi oldu?" diye sordum. Başını iki yana sallarken başıyla evi işaret etti. "Uyandırmadım, değil mi? Odandan ışık gelince..." Başımı iki yana salladım. "Uyumuyordum ama korkutuyorsun şu an." dedim kaşlarımın çatılmasına da engel olamayarak. Başını iki yana salladı. "Korkulacak bir şey değil. Bu şekilde kabul etmek zorunda da değilsin." dediğinde söylediğinin aksine daha da tedirgin olmuştum. Doğrudan söylese miydi artık? "Evlen benimle." dedi birden. "Kabul ettim ya zaten!" dedim şaşkınlıkla ve ben mi kafamda kurdum diye teyit etmek için parmağımdaki yüzüğe de bir bakış atmıştım. Yerinde duruyordu işte. "Öyle değil..." dedi başını iki yana sallarken de. "Hemen evlen. Yarın gidip ilk işimiz nikah günü almak olsun." Benim işime gelirdi çünkü böyle acele bir şeyin olması demek kimse davetli olmayacak demekti ve babamın gelip gelmemesi ikileminden de kurtulurdum ancak Miraç neden böyle bir şey istiyordu anlamamıştım ve sırf birine inat böyle aceleye gelmesini falan da istemezdim. "Bir şey mi oldu?" diye sordum şaşkınlıkla. "Sadece sıkıldım." dedi doğrudan. "Bir evimiz olsun, biz bize olalım..." Devamı da vardı ve ne geleceğini az çok anlamıştım. Annesi yüzüme gülse de muhtemelen arkamdan bir şeyler söylemişti ve doğrusu bu pek beklenmedik bir şey değildi. "Derya Hanım bir şey mi dedi?" dedim doğrudan. Sıkıntılı bir nefes verirken uzanıp ellerimi avuçları arasına aldı. "Bana yaptığı saygısızlığı bir yana bıraksam, sana yaptığı haksızlığı bırakamam. Annem hayatımda olduğunu, seni sevdiğimi evlenmeden kabul etmeyecek, anlamayacak. Başkası olsa siler atarım ama annem. Benim üzerimdeki hakkını geçtim, şimdi bir de oğluma annelik yapıyor. Senden bunu istemem de yanlış biliyorum ama annemin kalbini geri dönüşü olmaksızın kırmamak için zor duruyorum. Ne istiyorsan yaparız. Düğün, kına, eğlence, belki daha arkadaş çevrenle takılabileceğin bir organizasyon..." Daha da devam edecekken ona doğru bir adım daha atmış ve parmak uçlarımda yükselerek yanağına bir öpücük bırakmıştım. "Ha sonra ha şimdi... Hiçbir farkı yok benim için. Bunun için kendini kötü hissetme. Ayrıca hiçbir şey istemiyorum. Kimseyi çağırmazsak kimse alınamaz ve ben de insanlarla uğraşmaktan sıkıldım. Sadece sen, ben, iki de şahit... Sokaktan rastgele insanları bile çevirebiliriz." Derin bir nefes alırken yüzümü elleri arasına almış ve alnıma uzunca dudaklarını bastırmıştı. "Fikrini son ana kadar değiştirmekte özgürsün. Kendini hazır hissetmezsen nikahı erteleyebiliriz, düğün istersen yaparız ya da başka şekilde bir kutlama... İstemediğin, içine sinmeyen herhangi bir şey olmasın istiyorum." "Bir şey istersem söylerim..." derken kollarımı boynuna dolamıştım. "İstemediğim bir şeyi kimse bana yaptıramaz, isteyeceğim varsa da inadına istemem... Yani bunu da dert edinmene gerek yok." * Üzerimdeki yırtmaçlı beyaz elbisenin göğüs kısmını düzeltirken içimde de garip bir heyecan vardı. Kimse yoktu ama yine de fazlaca heyecanlıydım her nedense. Evleniyorduk. Bir çok kişinin henüz erken diyeceğini, üzerimize geleceğini bile bile evleniyorduk hem de. "Off..." dedi Kardelen ve bir minik de ıslık çaldı. Benim şahidim kendisiydi ancak Miraç şahit olarak kimi getirecekti hiç bilmiyordum. Ne yazık ki en yakın arkadaşı Ali'ydi ve Ali'yi de çağıramayacağına göre... Ve tabii muhtemelen aman aman güvenmiyorsa karakoldan biri de değildi çünkü onların da babama ya da Ali'ye söylemeyeceklerinin bir garantisi olamazdı. Nikah müdürlüğünün odasında hazırlanmıştım ve nikah saatimizde yaklaşıyor olmalıydı. Üzerimde askılı, yırtmaçlı ve de beyaz bir elbise ve de beyaz topuklularım vardı. Biraz da tedirginlikle özenle dalgalandırmış olduğum saçlarımı düzeltirken makyajımı da tekrar ve tekrar kontrol ediyordum. Evet, iki şahit ve nikah memuru dışında kimse katılmayacaktı ama olsundu. "Hadi çıkalım artık..." dedi Kardelen de yakamı düzelttikten sonra. Onu başımla onayladığımda birlikte odadan çıkmıştık ve hemen kapıda takım elbisesiyle Miraç karşılamıştı bizi. Baştan aşağı siyah olan takımının içinde kesinlikle kusursuz duruyordu. Ben hafifçe gülümserken kendisi derin bir iç çekmişti. Birkaç adımla karşısında dururken yanındaki adama takılmıştı ister istemez gözüm. Yüzü tanıdık geliyordu ama bir o kadar da tanımadığıma emindim. Miraç'ın beni süzmek yerine bizi tanıştırmayacağını fark ettiğimde ben doğrudan adama elimi uzattım. "Bala..." dediğimde o da gülümsemiş ve hafifçe başını eğmişti selam verircesine. Ardından da elimi tutup sıkmış ve "Kerem." demişti oldukça net bir sesle. Bu sırada Miraç da kendine gelmiş olacak ki uzanıp elimi kavramıştı. Bizi yürütmeye de başlarken kulağıma eğilmiş ve "Çok güzel olmuşsun..." demişti. Ona dönüp gülümserken omzunda toz varmışçasına hafifçe silkeledim. Tabii bunu yaparken bir yandan da boy farkı nedeniyle alttan ona bakıyordum. "Takım elbisenin yakıştığını daha önce söyleyememiştim..." dediğimde de iç çekerek, ceketini hafifçe çekip bıraktı. "Artık bütün ceketlerimi istediğin zaman alabilirsin..." Minik bir kahkaha bırakırken başımla onayladım onu. "Senden çok kullanacağıma emin olabilirsin..." Bu sırada nikah salonuna girmiştik ve sebepsiz yere heyecanlanmıştım da. Aynı evde yaşayacaktık. İsmimin sonlarına bir yerlere Keskin de eklenecekti. Asla nedenini anlamadığım bir şekilde kimlikte kütüğüm değişecekti ancak diğer her şey pek de farklı olmayacaktı. Yani sanırım... Hemen peşimizden nikah memuru da girdiğinde Miraç'ın elini daha sıkı tutmuştum. Nikah memuruyla tanışıp el sıkışmamızın ardından masaya geçmiştik. Sırayla bize soruları sormuştu ve ikimizden de ve hatta dördümüzden de evet cevabını almıştı. Hemen ardından da imzaları atmıştık ve resmen evlenmiştik. |
0% |