Yeni Üyelik
32.
Bölüm

32. Bölüm

@__kao__

UYARI: Bölümün başında bir miktar +18 vardır. Yaşı 18'den küçük ve rahatsız olacakların 2. yıldızdan sonrasını okumaları gerekmektedir. ( Minik de bir not olarak ilk +18 denemem olduğunu bilerek okumanızı ve hatam varsa mazur görmenizi rica ediyorum.)

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın.

İyi okumalar...

*

"Daha çok senin üzerine gelecekler biliyorsun, değil mi?" derken gözüm evlilik cüzdanımızdaydı.

"Annem öldüğü için babamın gözünde de dayımın gözünde de dokunulmazlığım var ve bana olan sinirlerini de senden çıkaracaklar."

"İnan bana daha çok işime gelir..." derken uzanıp elimi kavramış ve dudaklarına götürmüştü. Teyzeme zaten söylemiştim bu sabah ama dayıma ulaşamamıştım. Görevde falan olmalıydı. Ancak babam öğrendiğinde çok geçmeden dayım da öğrenirdi. O yüzden çok da zorlamamıştım.

Mahalleye doğru ilerlediğimizi fark ettiğimizde Miraç'a döndüm.

"Bugün insanlara açıklamayacağız inşallah. Şahsen bugünü mahvetmek istemiyorum da..."

Hafifçe gülümsemiş ve başını da iki yana sallamıştı.

O an hiç nerede kalacağımızı sormadığımı da fark ettim.

"Umarım annenlerle birlikte kalmayacağız?" dedim bu kez de bir miktar da korkuyla. Dayımın haberi olsa annemin evlerinden biri hâlâ boştu ancak anahtar yoktu. Neyse en kötü çilingir falan çağırırdık ama annesiyle aynı evde tövbe yapamazdım.

Miraç bana ciddi olup olmadığımı sorgularcasına baktı ve cevap verme zahmetine girmeden önüne döndü. Umarım ki bu orada kalmayacağımızı anlatmak isteyen bir bakıştır.

Mahallenin iki, üç sokak yukarısında durduğumuzda Miraç'a dönmüş ve kemerini çözdüğünü görmüştüm. Onu taklit ederek ben de kemerimi çözüp arabadan indiğimde doğrudan bagaja gitmiş ve çok da dikkat çekmemek için hazırladığım minik çantamı almıştı. Yanıma gelip iki elimi de ellerinin arasına alarak beni kendisine çevirmiş ve alnıma minik bir öpücük bırakmıştı.

"Bu eve yerleşmek için Arda'nın biraz daha büyümesini bekliyordum, ben gelene kadar yalnız başına kalabileceği kadar büyümesini... Çok bir eşya yok ama zamanla tamamlarız."

Bir eve bir de tekrar Miraç'a baktım. Tek katlı, beyaz boyalı, müstakil bir evdi. Bize yeter de artardı.

Ben hâlâ eve bakarken tek elimi bırakarak peşi sıra onu takip etmeme neden olmuştu. Cebinden çıkardığı anahtarla kapıyı açarken ben bahçeye bakınıyordum. Bu bahçede çok güzel çiçekler yetişirdi.

Birden havalanmamla boş bulunarak çığlık atarken kollarım da omuzlarına tutunmuştu.

"Bari bir âdet yerini bulsun..." demişti kucağında benimle eşikten içeri geçerken. Bu minik, zevk dolu bir kahkaha bırakmama neden olmuştu.

Kapıyı ayağıyla kapatırken beni de yere indirmişti ancak ondan uzaklaşmadım ve omuzlarımda emanet duran montun düşmesini umursamadan kollarımı boynuna doladım.

"Sanırım artık öpebiliyorum..." derken öpmüyordum ancak konuştukça dudaklarım dudaklarına değiyordu.

Gülerken başını da hafifçe iki yana sallamış ve "Hoş geldin evimize..." demişti. Benim tam genişçe gülümsediğim sırada da kendisi dudaklarıma minik bir öpücük bırakmıştı. Ve hemen ardından bir tane daha... Ve bir tane daha... Ve bir tane daha...

Öpücükleri gittikçe derinleşirken intikam alma fikrimden anında vazgeçmiş ve öpüşlerine karşılık vermeye başlamıştım.

Kollarım sıkılaşırken o da belimden tutup beni kendine çekmişti. Ellerim saçları arasına dalarken bir yandan saçlarını okşarcasına elimi hareket ettiriyor bir yandan da hızına yetişmeye çalışıyordum.

Kendiyle beraber beni de geri geri yürütürken zar zor ayağımdaki beyaz topukluları çıkarabilmiş ve Miraç'ı bana doğru daha da eğilmek zorunda bırakmıştım.

Dilinin ağzımın içine sızdığı saniyelerde bacağımın arkası bir şeye çarpmış ve çok geçmeden de sırtımı yumuşak bir yere yaslı ve de Miraç'ı üzerimde bulmuştum.

Düşmemizle birbirinden ayrılan dudaklarımızı fırsat bilerek biraz doğrulmuş ve önce kabanını, ardından da takım elbisesinin ceketini çıkarmasına yardım etmiştim.

Çıkarır çıkarmaz bu kez dudakları doğrudan boynumu bulmuş ve öperken bir yandan da derin bir nefes çekmişti içine.

"Çok güzel kokuyorsun..." diye mırıldandığını anlayabilmek aklım başımdan gittiği için birkaç saniyemi almıştı.

"Öyle mi?" dediğim sırada boynumun sağ tarafından sol tarafına geçmiş ve giderek aşağı ilerlemeye başlamıştı. Yapabildiğim kadarıyla gömleğinin düğmelerini çözerken dudakları elbisenin açıkta bıraktığı göğüslerimi bulmuş ve titrek bir nefes bırakmama neden olmuştu. İlk defa yapacakmışçasına garip bir heyecan kaplamıştı içimi.

Elbisemin sağ askısını indirdiği sırada gömleğinin düğmelerini çözemeyeceğimi kabullenerek ellerimi tekrar omuzlarına çıkarmıştım. Ellerim omuzlarında, dudakları göğüslerimin arasında gezinirken diğer askıyı da indirerek elbiseyi aşağı çekiştirmişti.

Heyecanla içime çektiğim nefesle birlikte göğsüm şişerken karşısında çıplak göğüslerimle kalmıştım. Öylece durmuş beni süzerken biraz utanmış ve huzursuzca yerimde kıpırdanmıştım ancak bakmayı pek de kesmediğinde doğrularak kucağına çıkmak ve de dudaklarına kapanmak zorunda kalmıştım.

Elleri gayriihtiyari kalçalarıma gitmiş ve orda da kalmıştı. Saçlarım yüzüne dökülüyor ve dudaklarım tek kelime etmesini engellemek istercesine dudaklarını sertçe talan ediyordu. Pozisyonumuzdan faydalanarak pek de zorlanmadan kucağında benimle ayaklanmıştı.

"Odamızda olalım." demek için benden yalnızca birkaç salise kadar ayrılmış ve daha da sert bir şekilde geri kapanmıştı dudaklarıma.

Onu onaylayan mırıltılarım dudaklarımız ve sesli nefeslerimiz arasında kaybolurken tekrar altta olacak şekilde yatağa bırakıldığımda öpüşmekten nefes nefese bir şekilde dirseklerim üzerinde doğruldum.

Çözdüğü kemerini öylece yere bırakırken gömleğini benim dakikalar önceki uzun uğraşlarımın aksine kolayca ve de hızlıca açarak bir çırpıda çıkarmıştı. Üstelik bunu yaparken gözleri daha çok benim üzerimdeydi.

Pantolonunu da çıkardığında sertleşmiş erkekliği aradaki kumaşa rağmen kendini belli ediyordu. Tekrar üzerime çıktığında kollarım bunu bekliyormuşçasına bedenimi bırakmış ve boynuna dolanmıştı. Dudakları boynumdan başlayıp minik minik öpücüklerle göğüslerime inerken zar zor algılayabildiğim şekilde konuşuyordu da.

"Hayal edemeyeceğim kadar güzelsin... Kokun, tenin, tepkilerin..."derken hiç beklemediğim bir anda eli külotumun üzerinden kadınlığıma değmiş ve zaten uyarılmış olan bedenimin daha da uyarılarak yay gibi gerilmesine neden olmuştu.

Külotumun kenarından içeri eli sızarken dudakları da göğüslerimle ilgileniyordu ve bu mükemmel hissettiriyordu.

"Islaklığın..." derken dudaklarını saniyelik olarak sol göğsümden ayırarak sağa geçmişti. Ellerim saçlarının arasında başını göğüslerime daha çok bastırırken bedenim de kendimi daha çok ellerine itmeme neden oluyordu.

Dudakları karnıma doğru hareketlenirken parmaklarını da kanca misali külotumun kenarlarına takmış ve eş zamanlı bir şekilde onu da bedenimden ayırarak karşısında çırıl çıplak kalmamı sağlamıştı.

Bir kaç saniye öylece dizlerinin üzerinde tüm çıplaklığımla beni izlerken utanmıştım. Gözleri gözlerimle kesiştiğinde hafifçe gülümsemiş ve tekrar üzerime eğilerek dudaklarıma minik bir öpücük bırakmıştı. Dudaklarının kıvrımından hâlâ gülümsediğini anlayabiliyordum.

"Benim güzel karım utanabiliyor muymuş?" dediğinde eğlenen bir ifadeyle de kaşlarımı çattım ve çok da sert olmayacak şekilde omzuna vurdum ancak teni çıplak olduğu için gereğinden fazla ses çıkmıştı.

"Cık, cık, cık..." dedi halimden eğlenen bir tavırla ve de beni ayıplarcasına.

"Daha ilk saatlerden şiddet mi uyguluyorsun kocana?" dediğinde göz devirdim ve omzundan itekleyerek yatağa düşmesine neden oldum, hemen üzerindeki yerimi de alırken "Utanmıyorum bir kere!" dedim itiraz dolu bir tonlamayla.

Ancak sadece birkaç saniye üzerinde kalabilmiştim ve benim fazlaca ona güç uygulamak zorunda kalmamın aksine kolayca beni tekrar altına almıştı.

"Başka zaman belki ama bugün, şu an tenine doymak istiyorum..." diye mırıldanırken gözlerimin içine bakıyor ve de hareketlerinden anladığım kadarıyla üzerindeki son parçayı çıkarıyordu.

Ellerimi karın kaslarına sürte sürte aşağı ilerlerken omuzlarımı da umursamazca indirip kaldırmıştı.

"Peki, kocam... Sen nasıl istersen..." demem, dudaklarıma kapanması ve hiç beklemeden içime girmesi eş zamanlardaydı.

İnlememi dudakları arasına hapsederken bir eli kalçamda, bir eli belimde kaçmamı engelliyordu.

"Miraç!"

Ağzımdan çığlık atarcasına çıkan ismi ve sırtına geçirdiğim tırnaklarım hemen hemen aynı zamanlardaydı.

İçimde gidip gelmeye devam ederken belimdeki eli de itiyatla tüm bedenimi turlamıştı ve hatta sanıyordum ki benim bile bilmediğim, keşfetmediğim yerlerimi keşfetmişti.

*

Çarşafa sarınmış halde çıplak bir şekilde göğsünde yatarken bundan fazlaca memnundum. Ellerini başının altında birleştirerek bana göğsünde bolca yer açmıştı ve ben de sokulabildiğim kadar sokulmuştum ona.

Elim ritmik bir şekilde göğsünde dolaşırken gözlerim yorgunluktan kapandı kapanacaktı. Aslında ne kadar olduğunu tam kestiremesem de uyuyup uyanmıştım ama yine de fazlaca yorgun hissediyordum.

Başımı dahi kaldırmadan yalnızca gözlerimle odayı süzüyordum. Üzerinde bulunduğumuz yatak kapıdan girince hafiften sağda ve daha cama yakın kalıyordu. Kapının arkasına doğru oldukça büyük bir dolap vardı. Yatağın iki yanında komodinler, kapının yanında bir banyo kapısı ve banyo kapısının yanında da makyaj masası ve hemen onun yanında da aynalı bir şifonyer vardı.

Mobilyalar ahşap ve lacivert uyumu içerisindeydi. Üstelik halılar, perdeler ve duvarlar sayesinde aman aman ağır bir havası yoktu ve doğrusu odamızı sevmiştim.

Miraç benden taraftaki kolunu başının altından çekip saçlarımı tutam tutam alıp bırakmaya başlamıştı amaçsızca. Tabii hoşuma gitmesi ayrı konuydu. Beynimde onunla bu denli yakın olamayacağımı bir şekilde kodlamıştım ve şu an Miraç'la böyle olmak hem çok tuhaf hem de çok güzel hissettiriyordu. Bu hisse inat ona daha da sokuldum ve teninden derin bir soluk çektim içime. Kendine has bir kokusu vardı.

"Arada burada kaldığım için yatak ve dolap zaten vardı ama çabuk gelmesi için aynı takımın makyaj masasını sipariş etmek zorunda kaldım sadece. Eğer istersen sonra değiştiririz oda takımını."

Odayı incelediğimi tabii ki fark etmişti.

Başımı kaldırarak ona baktım ve hizamda olan çenesine ve tabii daha çok sakallarının arasına minik bir öpücük bıraktım.

"Gayet güzel... Çok sık kalıyor muydun burada?"

Diğer kolunu da etrafıma sararken başını iki yana sallamıştı.

"Sadece bazen kafa dinlemek için ya da izin günlerimde Arda'yla baş başa kalmak için."

Evin annesigile yakın olmasının temel sebebi de sanırım Arda'nın gidip gelmesinin kolay olmasıydı.

Aklıma gelen şeyle hızla doğruldum. Doğrulmamla da kollarını gevşetmek zorunda kalmıştı. Bir ara düzenli bir şekilde doğum kontrol hapı alıyordum ama tabii uzun süredir hayatımda biri olmadığı yani o şekilde olmadığı için kullanmayı bırakmıştım haliyle.

Miraç neden kalktığımı sorarcasına bana bakarken "Korunmadık." dedim, bir yandan da çarşafı bedenimde tutuyordum.

"Gel..." dedi yumuşak bir sesle ve beni bir kez daha göğsüne davet etti. İtiraz etmeden başımı göğsüne yasladım tekrardan ve rahat bir pozisyon alabilmek için kıpırdandım.

"Birazdan çıkıp hem yiyecek bir şeyler alırım, hem de ertesi gün hapı. Olur mu?"

Başımla onaylasam da bir miktar şaşırmadığımı da söyleyemezdim.

İstemsizce gülerken "Böyle evlenip direkt çocuk isteyecekmişsin gibi gelmişti bir an her nedense." dediğimde burnumun ucuna vurdu hafifçe.

"Okulunu bitirmeden değil, okulunu bitir sonra sen de istersen neden olmasın?"

Yüzümü bilmem dercesine buruşturdum.

"Hiç anne olmayı düşünmedim." dedim dürüstçe de.

"Tek çocuk olacağının garantisi olsa belki de, çoklu hamilelik olma ihtimali yüksek."

"Annen ve teyzen ikizdi değil mi?" dedi ancak anne olmaya sıcak bakmamam hakkında ne düşündüğünü anlayamamıştım.

"Üçüzler." diyerek düzelttim onu. Omzumu ağır ağır okşayan eli şaşkınlıktan olsa gerek duraksamıştı.

"Annem, dayım ve teyzem... Bir kuşak atlayıp diğer kuşakta olma efsanesi var bir de. Ve tek başıma koca bir kuşak ediyorum."

"Dayını nedense daha büyük sanmıştım." dediğinde güldüm.

"Herkes öyle sanıyor. Kendisi de zaten daha çok abileri gibi davranıyordu."

Yatakta yüz üstü döndüm ve dirseklerimden destek alarak çenemi ellerime yasladım.

"Ne yiyeceğiz? Acıktım ben."

Sıralı dişlerini bana sunarak gülerken uzanıp dudaklarımdan öpmüş ve ardından da yüz üstü dönmemden kaynaklı önüme düşen saçlarımı omzumdan geriye atmıştı. Duruşumdan sebep çıplak göğüslerimin bir miktar gözüktüğünün farkındaydım ancak bunu sorun etmedim.

"Ne istersin?" dediğinde düşünmem yalnızca birkaç saniyemi almıştı.

"Çiğköfte!" dedim şakırcasına ve genişçe gülümsedim.

"Aç karnına çiğköfte yenmez yavrum..." dediğinde başımı iki yana salladım.

"Öğrenciyim ben! Benim için çiğköfte de bir yemek!"

Gülse de onaylamadığını bakışlarıyla bana hissettiriyordu.

"Tamam çiğköfte de alayım ama karnını doyuracağın doğru düzgün bir şey iste."

"Puff!"

Derin de bir nefes vererek tekrar sırt üstü döndüm. Çiğköfte baskın geldiği için aklıma hiçbir şey gelmiyordu. Pizza ya da hamburger desem Miraç o tarz şeyleri sevmediğini söylemişti ve onunla aynı şeyi yemek istiyordum.

"Sen seç ya, bulamadım!" dedim en son pes edip ona dönerek. "Pekâlâ..." dedi ve yatakta doğruldu. O giyinirken alenen izlemekten hiç de gocunmamıştım.

"Dönerim yarım saat, bir saate..." Yatağın etrafında benden tarafa dolandı ve alnıma dudaklarını bastırdı. Hemen ardından odadan çıkmış ve çok geçmeden de dış kapının sesi gelmişti.

*

"Miraç!" dedim itiraz dolu bir tonlamayla ancak pek etkilenmişe benzemiyordu.

Kendisi hem yarın okula gitmemi bekliyordu, evet kendisi evliliğimin üzerinden 72 saat geçmemişken okula gitmemi bekliyordu, hem de şimdi hazırlanmamı ve insanlara söylemek üzere evden çıkmamızı bekliyordu.

"Ne kadar daha dayına Kardelen'lerde kaldığını söylemeyi planlıyorsun tam olarak?" dedi büzdüğüm dudaklarımı yapmamamı istercesine çekiştirip bırakırken de.

"Bundan kaçarın yok yavrum, okul konusu da tartışmaya açık falan değil. Mezuniyetine bir şey kalmadı zaten. Bitsin sonra baş başa tatile de çıkarız."

Oflarken bağdaş kurduğum bacaklarımı açarak koltuktan aşağı sallanmalarına izin verdim.

"Dayıma söylemekten bahsetmiyorsun ki, babama söylemekten bahsediyorsun. Ayrıca bir hafta derslere girmesem hiçbir şey olmaz."

"Kalkıp hazırlanır mısın?" derken eğilip ellerimi kavramış ve beni de zorla kendiyle beraber ayağa kaldırmıştı.

Oturduğum için yukarı çıkan kazağı da tekrar aşağı inmişti bu sırada. İki gündür en giyinik halim Miraç'ın kazağının üzerimde olduğu zamanlardı.

"Bari yardım et." dedim bu şekilde ikna edemeyeceğimi fark ederek daha farklı bir yol denemeye koyularak.

Kollarımı da boynuna dolamıştım ve parmak uçlarımda yükselerek ona daha da yaklaşmıştım. Ama tabii ki irade diye bir kavram olmamış olsa da iradeli olacak olan Miraç buna izin vermemiş ve dudaklarıma bıraktığı minik öpücüğün ardından kollarımı boynundan çözerek etrafımda yarım tur döndürerek arkamı dönmeme neden olmuştu ve hemen ardından da hafifçe odaya doğru iteklemişti.

Sıkıntılı bir nefes verirken mecburen odaya doğru ilerlemiştim. Babam ağzıma sıçacaktı. Anneannemin ayılıp bayılmalarını ve dayımın tepkisini ise şu an için düşünmek bile istemiyordum.

Küçük çantam sebebiyle zaten çok bir seçeneğim olmadığı için lacivert, saten ve de askılı elbisemi üzerime geçirmiştim hızla. Hemen ardından da mavi, örme hırkayı giyinmiştim.

Çantadan makyaj malzemelerim ve diğer bakım ürünlerimin de olduğu çantayı da çıkararak makyaj masasına yerleştim


Çantadan makyaj malzemelerim ve diğer bakım ürünlerimin de olduğu çantayı da çıkararak makyaj masasına yerleştim.

Saçlarımın yalnızca önlerden birer tutamını örerek gerisini kendi doğal haline bırakmıştım. Ardından da gözlerime mavi bir eyeliner çekmiş ve kalanı oldukça doğal bir makyaj yapmıştım. Makyaj sabitleyici ve birkaç fıs da parfümümün ardından hazırdım.

Bir miktar fazlaca da oyalanmıştım belki düşündükçe vazgeçer diye ancak pek de vazgeçeceğini sanmıyordum.

Salona döndüğümde televizyondan bir spor kanalı izlerken bulmuştum onu. Beni fark ettiğinde vazgeçmediğini fazlaca belli ederek anında televizyonu kapatmış ve ayaklanmıştı.

"Asma suratını." dedi yanımdan geçeceği sırada elini belime yerleştirerek beni de kendiyle beraber kapıya ilerletirken. Askılıkta asılı olan montunu alırken benimkini de bana uzatmıştı.

Hızlıca montu üzerime geçirmiş ve hemen ardından da eğilip beyaz spor ayakkabılarımı da ayağıma geçirmiştim. Hâlâ istemediğimi bilmiyormuşçasına anlaması için daha da kaşlarımı çattığımda umursamadan elimi kavramış ve peşi sıra arabaya ilerletmiş ve de kapımı açarak bizzat kendisi bindirmişti kaçacakmışım gibi.

Kendisi de arabanın etrafında dolanarak şoför koltuğuna kurulduğunda kemerini bağlamadan evvel bana dönmüş ve çenemden tutarak ona dönmeme neden olmuştu.

"Surat asmaz mısın?"

"Tamam, asmıyorum!" dedim sitemle ve çenemi elinden kurtararak başımı camdan yana döndürdüm.

"Kemerini bağla!" dedi bunun üzerine yalnızca ancak gideceğimiz yol 5 dakika bile etmezdi arabayla. Yine de 2. bir polemiğe girmek istemediğim için dediğini yaparak bağladım.

Birbirine doladığım kollarımı zorla çözerek sol elimi kavramıştı. Ama böyle sinirli kalmak fazlaca zordu.

"Mavi yakışmış bu arada..." dedi daha fazla kızgın kalamayacağımın farkındaymışçasına alttan bir gülümsemeyle.

"Umarım sana moru yakıştırmak zorunda kalmam!" dedim yine de samimiyetsiz bir gülümsemeyle. Babam Miraç'ı seviyordu ve vurur muydu emin değildim ama dayımın vuracağına neredeyse emindim.

"Her halinle demenin başka bir yolu mu?" dedi yine de dayak yeme ihtimali olan o değilmiş gibi gülerek ve tamamen gayriihtiyari bir şekilde benim de gülmeme neden oldu.

"İsteyince ağzın iyi laf yapıyor bakıyorum da..!"

"Üzüm üzüme baka baka..." dediği sırada arabayı da durdurmuştu. Eve gelmiştik bile. Arabadan inmeyi hiç istemiyordum ve Miraç arabanın etrafında dolanarak gelip kapımı açana kadar da böyle bir teşebbüste bulunmamıştım.

Sıkıntılı bir nefesin ardından kemerimi çözmüş ve uzattığı elini kavrayarak arabadan inmiştim.

Beraber el ele eve doğru ilerlerken kasıtlı bir şekilde çok etkileyecekmişçesine küçük adımlar atıyordum. Miraç bunun farkında olsa da bir şey demeden adımlarını bana göre ayarlamıştı.

Kapıyı çalmamıza kalmadan Feride tarafından açılmıştı. Herkese ayrı ayrı söylemek yerine topluca söylüyorduk sanırım.

"Abi?" dedi Feride saf bir merakla ve eş zamanlı bir şekilde uzanarak abisiyle de sarılmıştı. Hepi topu iki gündür falan görmüyorlardı birbirlerini.

"Bir şey yok değil mi?" derken anlık olarak Feride'yle de gözlerimiz kesişmişti.

"Yok bir şey güzelim." derken kardeşinin saçlarının arasına da bir öpücük bırakmıştı.

"Çocukları alıp bize geç hadi." dedi ardından da.

"Hilal abla biraz önce Can'la onlara yolladı zaten, bir şey olduğunu anlayıp." derken imayla son sözlerine ekstra vurgu yapmıştı.

"Herkes seni salonda bekliyor." diye de devam etti.

Ardından da bana dönerek gülümsedi.

"Senden haberimiz yoktu da."

"Benim de haberim yoktu." dedim Miraç'a alttan ters bir bakış atarak. Dünden beri söylüyor olabilirdi ancak son saatlere kadar ciddi olduğunu pek düşünmemiştim.

Feride önderliğinde salona girdiğimizde gülümseyerek karısına bir şeyler söyleyen Ali'nin kaşları bizi görmesiyle çatılmış ve anında ayağa fırlayarak yanımıza gelmişti.

Ellerimizi ayırırken beni de diğer tarafına çekerek alenen aramıza girmişti.

"Herifteki rahatlığa bak!" diye de söylenirken Miraç'a çatık kaşlarıyla bakıyordu. Herif dediği de en yakın arkadaşıydı bu arada.

Ardından ayırmak için tuttuğu elimi bırakırken yüzük dikkatini çekmiş olacak ki bana dönerek daha da kaşlarını çattı. Sol elime Miraç'ın verdiği alyansla birlikte tek taşı da geçirmiştim.

Hemen ardından bakışları Miraç'ın da eline kaymış ve onda gördüğü alyansla da görüp görmediğini anlamak için olsa gerek babama bakmıştı ancak babam daha çok yüzüme bakıyordu.

Muhtemelen kendi hür irademle gelmeyeceğim bu eve beni neyin getirdiğini merak ediyordu. Oysaki başını biraz daha sağa çevirse görebilirdi ki kendisi de pek görülmeyecek gibi değildi zaten.

"İnsan karısının elini tutarken rahat olmayacak da ne zaman olacak?" diyerek patadan söylemiştim ve evet söylemek istemeyen taraf bendim.

Ali'ye öleceğini söyleseler sanırım daha az koyardı. Yüzü bembeyaz olurken tam olarak söylediklerimi algılayamamış gibi de bir hali vardı.

Miraç'ın annesine de sanırım kal gelmişti ve her an bayılacak gibi duruyordu.

"Ne dedin sen?" dedi babam çatık kaşlarıyla birkaç adım kadar bize yaklaşırken.

"Lafın gelişi dedin sanırım, değil mi bebeğim?" dediğinde sakin kalmaya çalışarak, biraz önceki umursamaz tavrım anında yok olmuştu.

"Yoksa benim kızım, benim elimde büyüttüğüm oğlum saydığım adamla öyle kimsesiz gibi, herkesi yok sayarak, bir nikah kıymadı!"

Tam olarak öyle yapmıştık sanırım ama bunu dile getirmeye bir taraflarım yememişti. Neyse ki tam da o sırada Derya Hanım bayılmıştı da ilgi ona kaymıştı.

"Anne!" derken Füsun annesini zar zor tutmuş koltuğa düşmesini sağlamıştı. Hilal hızla Derya Hanım'ın yanına giderken Miraç bana eğildi.

"Öyle birden söylenir mi?" dediğinde göz devirdim.

"Alıştıra alıştıra söyleyince bir şey değişecekti sa-"

Sözümü tamamlayamamamın sebebi Ali'nin Miraç'a yumruk atmasıydı.

"Ne yapıyorsun?" diyerek hızla aralarına girmek istemiştim ancak Ali buna müsaade etmeden beni kenara iteklemiş ve ateş saçan gözlerini de bana çevirmişti.

"Sen karışma!" diye çıkıştığı sırada da Miraç patlayan dudağına parmağını bastırmış ve ardından da parmağına bulaşan kana bakmıştı.

Miraç, Ali'ye engel olmak ya da karşılık vermek gibi bir niyetinin olmadığını belli ederek öylece dururken aralarına babam girmiş ve Ali'yi itekleyerek uzaklaştırmıştı neyse ki.

Hemen ardından da Miraç'ı da itekleyerek kapıyı işaret etti.

"Kaybol! Gözüm görmesin seni!"

"Karım-" diye başlamıştı ki babam sertçe sözünü kesti.

"Kızım..!" dedi özellikle bastıra bastıra.

"...Burada kalıyor ve sen gidiyorsun. Nikah iptali için her nereye başvuruyorsan da başvur!"

"Ba-" İkinci heceyi söylememe dahi izin vermeden benim de sözümü kesmişti.

"Sen hiç ağzını açma, çık odana! Seninle sonra konuşacağız!"

"Burada kalmayacağım!" dedim sertçe ve de kaşlarımı çatarak.

"İyi!" dedi Ali ve kolumdan tutarak peşi sıra sürüklemek istedi.

"Bizde kalırsın!"

Kolumu gereğinden fazla sıkarken kurtaramıyordum da ve neyse ki Miraç, Ali'nin elini kolumdan ayırmıştı.

"Canını acıtıyorsun!" diyerek çatık kaşlarıyla Ali'yi de uyarmıştı. Kendisine vurmasına ses etmeyen Miraç benim kolumu biraz sert tutmasına ses ediyordu ve bu ona olan sevgimi mümkünmüş gibi daha da arttırmıştı.

"Başlamayın yine!" dedi babam. Ali bunu tekrar beni sürüklemek için bir izin olarak görmüştü sanırım ancak babam buna da izin vermemiş ve bu kez de Ali'yle benim arama girmişti.

Bu sırada eşinin iyi olduğuna yeterince kanaat getirmiş olacak ki Ahmet Bey de kapı eşiğine ,yanımıza, gelmişti.

Onun da hedefinde Miraç vardı.

"Hadi bu kız körpe!" dedi bana bakmadan yalnızca eliyle işaret ederek.

"Sen de mi yol yordam bilmiyorsun oğlum? Yangından mal mı kaçırıyorsunuz? Ne bu acele?"

"Biraz sakin mi olsanız artık?" dedi Vedat da araya girerek.

"Olan olmuş..."

"Ne zaman ev-"

Evlenmeyi bize yakıştıramamış olacak ki yüzünü buruşturdu Ali.

"Ne zaman imza attınız siz?" dedi kendince daha iyimser bir şekilde söyleyerek.

Ben cevaplamayı planlamıyordum ancak Miraç "İki gün oluyor." demişti ve anlık olarak sakinleşen ortam tekrar alevlenmişti.

Hilal kocasını sakinleştirmeye çalışırken, Derya Hanım bir ayılıp bir bayılıyordu ve Selma'yla Feride kendisiyle ilgileniyordu.

Babam bir yandan ne kadar sorumsuz, düşüncesiz olduğumuzdan, en azından Miraç'ın daha aklı başında olduğunu düşündüğünden ve o yüzden bu ilişkiye bu kadar süredir laf etmediğinden uzun uzun bahseder ve arada durup bizi azarlarken, Ahmet Bey örflerden, adetlerden yaptığımızın yakışıksızlığından uzun uzun bahsediyordu. Füsun ve Vedat ise ortamı genel olarak yatıştırmaya çalışıyordu.

Cevap verdikçe daha da sinirlendiklerini fark ettiğimizden beri susmuş ve öylece bitmesini bekliyorduk. Buraya gelmek kesinlikle hataydı. Evde baş başa vakit geçirebilir ve hatta sevişebilirdik.

En sonunda biraz ortalık yatıştığında koltuklara geçebilmiş ve oturabilmiştik.

"Evlenmişler bir kere..." diyen Ahmet Bey artık daha orta yol bulma taraftarıydı.

"Yahudi evliliği değil ya!" dedi Ali çatık kaşlarıyla ve de hoşnutsuzlukla.

"Boşanırlar!"

Miraç sabır çekerken ben de göz devirdim.

"Bildiğim kadarıyla iki tarafın da..." dedim ve zorla bizi ayırarak karşıma oturttukları Miraç'la kendim arasında işaret parmağımı mekik dokuttum.

"En azından bir tarafın istemesi gerekiyor boşanmak için. Ben ise isteyen herhangi bir taraf göremiyorum."

"Vallahi damarıma damarıma oynuyor!" dedi Ali babama dönüp beni şikayet edercesine.

"Sen gidip pek sevgili annenle ilgilensene!" dedim çattığım kaşlarımla da. Çay demlemek üzere mutfakta olmalıydı kendisi.

Ali "Sabır!" diye söylenirken, Hilal yapmaması için olsa gerek Ali'yi uyarıyordu.

"Boşanacaksınız!" dedi babam oldukça net bir şekilde. Hâlâ fikrinden dönmemişti demek ki.

"Boşanmam." dedi Miraç da oldukça net bir şekilde ve ayaklandı.

"Hadi, Bala. Saat geç oldu."

Benden daha çok kaşınıyordu kendisi ancak tabii ki ayak uydurarak peşi sıra ayaklanacaktım. Şayet babam elini dizime koyarak engel olmasaydı...

"Hiçbir yere gitmiyorsun!" dedi babam da sertçe ve ardından da sinirden parlayan gözleriyle Miraç'a döndü.

"Sen de kaşınma Miraç! Şansını zorlamadan çık git şuradan!"

"Karım olma-"

"Nöbet yazıyorum sana!" diyen babamın sert sesi, "Karım diyor ya!" diyen Derya Hanım'ın sitemli sesine karışmıştı.

"Git devriye gez! Sabrımı da daha fazla zorlama!"

"Ne yapacaksın?" dedim babama şaşkınlıkla.

"Her akşam nöbet mi yazacaksın? Ayrıca Miraç'la gideyim gitmeyeyim burada kalmayacağım baba!" dedim.

"Kalma kızım!" dedi babam da beni başıyla onaylayarak.

"Git anneannende kal, git Kardelen'le kal, istiyorsan İstanbul'a, Bingöl'e bilet alayım teyzenle, dayınla kal ama bu evlilik hele ki bu şekilde olmayacak!"

"Neden bu kadar karşısın Mustafa amca?" dedi Füsun araya girerek.

"Tamam yapmışlar bir hata ama olan olmuş. Sorun öylece kimseye haber vermeden evlenmeleriyse yapalım bir düğün, düğüne kadar herkes kendi evinde kalsın, konu kapansın."

Düğün mü? Düğün falan istemiyordum.

"Ben karımla ayrı falan kalmıyorum." dedi eniştesinin uyarıcı bakışlarını görmezden gelerek.

"Tabii Bala isterse yapalım düğün, orası ayrı konu."

Babam, Miraç'a öyle bir baktı ki bir an Ali'yi kalkıp bizzat kendisi dövmek için durdurduğunu düşünmüştüm.

Ardından babam garip bir sakinlikle bana dönmüştü.

"İster git ister gitme, karışmıyorum artık. Yalnızca umarım ki pişman olmazsın!" Ardından Miraç'a dönmüş ve "-ız!" diyerek tamamlamıştı.

Tam tersi gidemezsin falan dese kalkıp inadına gidebilirdim ancak böyle bana bırakınca bir an ne yapacağımı şaşırmıştım. Tüm gözler de bana dönmüşken iyice şaşırırken hızla ayaklanmış ve kapıya hareketlenmiştim. Ali'nin itirazlarını duyabiliyordum.

Montumu giyerken elinde çay dolu tepsiyle mutfaktan çıkan Selma'yla göz göze gelmiştim.

"Şu an sinirli," dedi benim benimle konuşmasına şaşırmama aldırmadan.

"Ama bir damla göz yaşın için dünyayı yakar. Babanın dediği gibi pişman olursan da kapısını çalmaktan çekinme... Emin ol, her zaman senin için açık olacak."

Tabiri caizse bir süre yüzüne aval aval baktım.

"Babamın kapısını çalıp çalmamayı sana soracak değilim! Haddin olmayan şeylere karışma!" dedim tersçe ve bu kez de ayakkabılarımı giymek için eğildim.

"Ne kadar şanslı olduğunun farkında bile değilsin!" dedi içten içe 'Aptal!' dediğini düşündüren bir tonlamayla.

"Neden gidip seni aldatan kocanla ilgilenmiyor ve beni yalnız bırakmıyorsun?"

Tam bu sırada Miraç da gelmişti ve muhtemelen son dediğimi de duymuştu.

Bir Selma'ya bir Miraç'a baktım ve doğrudan dışarı çıktım. Çok geçmeden de Miraç da gelmişti neyse ki.

Onu gördüğüme mutlu olsam da "Bugün gelmeyecektik!" diye söylenmekten geri kalmadım.

"Her zaman kızgın kalamazlar..." dedi ve uzanıp alnıma uzun bir öpücük bıraktı. Ardından da anahtarı bana uzattı.

"Sen arabaya geç, ben Arda'yı alıp geliyorum."

Dudaklarıma da bir minik öpücük bırakarak bana arkasını dönmüş ve hemen yandaki Ali'lerin evine ilerlemişti. Ben de ön koltuğa geçmiştim hemen. O kadar gürültüden sonra sessizlik beni rahatsız ettiğinden kontağı takarak radyoyu açmıştım.

"Ama senin değilim yar değilim,
Sebebi var bahanesi yok." diye şarkıya eşlik ederken biraz sesini de açtım.

Kapı açıldığı sırada ise "Üstelik divanen delinim,
Tam kalbime gelmedi ok." diyerek şarkıya eşlik ediyordum.

Bakışlarıyla ikimize de kemerlerimizi bağlamamız emrini verirken ben aynadan Arda'ya gülümsemekle meşguldüm.

"Ne yaptın ben yokken?" dedi Miraç arabayı çalıştırırken oğluna hitaben.

"Füsun halam bizi lunaparka götürdü ama Kaan sürekli ağlayıp durdu." dedi hoşnutsuzlukla yüzünü buruşturarak.

"Küçük o daha." dedi Miraç oğluna sevgiyle bakarken.

"Biliyorum ama yine de bazen sinirimi bozuyor."

"Bebekler!" dedim yüzümü buruşturarak. Yalnızca 5 dakika sevmek için mükemmel yaratıklardı ancak 5 dakikayı geçtiği an kabustu.

Arda gülerken omuzlarını indirip kaldırdı ve "Ama tatlılar!" diyerek bana itiraz etti.

Bu sırada eve de gelmiştik neyse ki. Bu kadar yakın olmasının gerekli olduğunun farkındaydım ancak yine de bir yönden de rahatsız ediciydi.

Benim de indiğimi gören Arda şaşkınlıkla "Üçümüz mü kalacağız?" dedi.

"İstemiyorsan gidebilirim paşam?" dedim bu şaşkın tavrına gülerken.

"O yüzden demedim!" dedi Arda laflarını çarpıtmamdan rahatsız bir tutumla.

"Üçümüz kalacağız..." diyerek oğluyla arama girdi Miraç ve bir elini belime sararken diğer eli oğlunu omzundan tutup kendine yasladı.

"Hani sana daha önce bahsetmiştim. Eğer Bala ablan da isterse artık üçümüz yaşayacağız demiştim. Artık hep üçümüz olacağız."

Bana dönüp "Bizimle yaşamak istediğine sevindim." dediğinde istemsizce gülmüştüm.

"Ben de..." dediğim sırada Miraç ikimizi de bırakmış ve anahtarla kapıyı açmıştı. Arda'nın oda takımı yarın gelecekti ve sanırım bugün üçümüz uyumak zorunda kalacaktık. Arada kaldıkları için Arda'ya oda yapma gibi bir aciliyet görmemişti söylediğine göre. Burada kaldıklarında baba oğul beraber uyuyorlarmış.

"Dişlerini fırçala ve pijamalarını giyin." dedi Miraç ardımızdan kapıyı kapatırken.

"Uyku saatin geldi de geçiyor." Saat henüz 11 bile değildi ama iki gündür çok düzensiz uyuduğum ve de şu son birkaç saat yüzünden fazlaca uykum vardı.

Arda babasını ikiletmeden ortak banyoya ilerlerken baş başa kalmıştık.

"Ben çıktıktan sonra bir şey demedi değil mi?" dedim kollarımı boynuna sarıp başımı omzuna yaslarken. Ellerini belime yerleştirmiş ve şakağıma doğru bir öpücük bırakmıştı.

"Kızını üzersem aradaki 30 yılın hatırına bakmazmış... Kısaca ikiniz de elimde büyüdünüz eşitliği buraya kadarmış." dediğinde muzip bir tonla ister istemez gülmüştüm.

"Ali'ye karşı da beni savunur, Can'a karşı da... O daha çok kendisine annemden kalan son şey olmamın getirisi. Bence seni gerçekten Ali'den ayırmıyor. Yoksa biri babamın karşısına geçecek ve onun kızı için karım olmadan gitmem diyecek..." dedim elimi de daha neler neler dercesine sallarken.

"Neyse ki kocan benim ve başkası diyemez." demişti beni daha da kendine çekerken.

Ben tepkisine gülerken kendisi başını beni onaylamazcasına iki yana sallamıştı.

"Yarın senin de okulun var, hadi yatağa!" demiş bunun üzerine ve oflamama sebep olmuştu.

"Çok sıkıcısın. Tüm gün evde kalıp sevişmek varken..." derken saçımı da tamamen Arda'nın da bizimle olacak olmasının rahatlığıyla savurmuş ve önden ilerlemeye başlamıştım.

"Bunun sonrası da var sevgilim!"

Minik bir kahkaha bırakırken odaya girmiştim bile.

Loading...
0%