@__kao__
|
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. İyi okumalar... * Son bulaşığı da makineye yerleştirmiş ve dolan makineyi de çalıştırmıştım. Demlenen çayı da bardaklarımıza doldurmuş ve küçük bir tepsiye koyarak içeri ilerlemiştim. Salona girdiğimde doğrudan ensesini, yorgunlukla ovuşturan Miraç'ı görmüştüm ve bu içimde bir yerlerin sızlamasına sebep olmuştu. Babam sırf sinirini almak için her zamankinden daha çok iş veriyordu. Hatta öyle ki o gün bunu söylerken ciddi olduğunu düşünmemiştim ancak üç gün art arda nöbet yazmıştı. Tepsiyi sehpaya bıraktığımda doğrulmuş ve bileğimden yakalayarak kendisine çekmişti beni. Avuç içime öpücük bıraktığı sırada kendimi doğrudan kucağına bırakmıştım ve anında kollarını belime sarmıştı. "Ellerine sağlık yavrum..." Gülümserken ellerim omuzlarına çıkmış ve hafif hafif sıkmaya, masaj yapmaya başlamıştım bir yandan da. O kadar çalışmaya rağmen sabahları kahvaltıyı Miraç hazırlıyor ve sofrayı da o topluyordu. Miraç'tan önce uyansam da yoga, duş, kıyafet seçme, saç, makyajdı derken çoğu sabah geç bile kalıyordum. Haliyle akşamları hem Miraç'tan önce geldiğim hem de yorgun olduğu için akşam yemeklerini de ben hazırlayıp topluyordum. "Yarın evde misin?" diye sorduğunda omuzlarına masaj yapan ellerim istemsizce duraksamıştı. "Evet, çiçekleri ekeceğim." Dudakları boynuma değdiğinde huylanarak kolçağın izin verdiğince geriye kaçtım. Miraç da üzerime eğilmiş ve dudaklarını dudaklarıma bastırmıştı. Eli de tişörtümden içeri girmiş ve belimi okşamaya başlamıştı. Bu anı Arda'nın uyanıp bölmesini bile beklerdim ancak bu saatte kapının çalınarak bölünmesini asla beklemiyordum. "Açmayalım..!" dedim huysuzca Miraç duraksadığında. "Işıklar yanıyor yavrum, ayıp olur." derken beni de kucağından yana indirmişti. Sinirli bir soluk verirken Miraç koltuktan kalkmış ve kapıya ilerlemişti bile. Saat 22.30 sayılırdı. Bu saatte kim gelirdi ki? Çok geçmeden Miraç'ın peşinden içeri giren Ali'yi görmüş ve göz devirmiştim. Tabii ki Ali'ydi. Miraç'ın nöbette olmadığı akşamlarda sık sık geliyordu ne yazık ki. "Sana gelmedim!" dedi bakışlarımdan olsa gerek hoşnutsuzca. Bir kez daha göz devirdim. "Yeni evli çiftlerin evine çat kapı gelinmeyeceğini kimse söylemedi mi sana?" Miraç bana onaylamazcasına bakarken pek de onu umursayamadım çünkü tam da istediğim gibi şüpheye düşmüş ve hatta gözleri ikimizi ve hatta salonu da şöyle bir taramıştı. Eğer bir saat kadar sonra gelmiş olsa salonu dağınık bulabilirdi. "Burada kalmam için teşvik etme beni!" derken ki asıl korkunçluğu bunu gerçekten yapabilecek potansiyelinin olmasıydı. Alay ve samimiyetsiz bir gülümsemeyle "Aramızda da yatmak ister misin?" demekten geri kalmadım yine de. Bana yalnızca ters ters bakmış ve Miraç'ın yanıma oturacağını hissetmiş olacak ki kendisi ondan önce davranmıştı. "Evlendik farkındaysan!" dedi Miraç, Ali'ye 'Yok artık!' dercesine ve yandaki ikili koltuğa oturmak zorunda kaldı. "Evet, kaçak göçek!" Kaçak göçek veya değil. Evliydik, üstelik 1 haftadır. Ben de hızlıca yanına ve hatta kolunun altına geçmiştim Ali engelleyemeden. Bugün ki bahanesi neydi hiç merak etmiyordum doğrusu. Miraç'ın kızmayacağını bilsem dudağından öperdim ancak kendisi bu tarz şeyleri sırf birinin inadına yapmamdan rahatsız olduğu için yanağını öpmekle yetinmiştim. "İyi geceler, sevgilim. Ben yatacağım..." derken de Ali'nin ters ve Miraç'ın onaylamaz bakışları eşliğinde ayaklanmıştım. "İyi geceler." dese de uyumayacağımın farkındaydı ki zaten bu saatte de uyunmazdı. Ali'ye "Sana da iyi geceler..." derken kapıya doğru ilerliyordum. O ise dik bakışlarını bir saniye olsun üzerimden çekmemişti. Odamıza geçtiğimde ilk işim üzerimdekileri çıkartarak siyah, göğüs kısmı dantelli olan geceliği giymek olmuştu. Sabahlığını ve yarısına geldiğim Akıl ve Tutku'yu da alarak yatağa ilerledim. İkisini de komodine bıraktıktan sonra yatağın yastıklarını da düzelterek içine yerleştim ve kitabımı okumaya koyuldum. Yarım bıraktığım bölümü ve bir diğer bölümü yani toplamda bir buçuk bölümü okumuştum ki Miraç da gelebilmişti en nihayetinde. Son satırı da okuyarak hızla ayracı kitabın arasına koydum ve ardından da kitabı komodine. Miraç ben o satırı okuyana kadar çoktan pantolonunu çıkarmış ve bir eşofman geçirmişti. Tişörtünü de üzerinden sıyırıp atmış ve kaslarını gözüme soka soka yanıma ilerlemişti. Yanıma oturduğunda ellerim doğrudan yüzüne çıktı ve hafifçe sakallarını okşadım. Hafifçe çatık olan kaşları beni rahatsız ediyordu. "Konuştuğumuzu sanıyordum Bala!" dediğinde bıkkın bir nefes verdim. "Dudağından öpmedim!" diye kendimi savunduğumda kaşları daha da çatıldı. "Mesele dudaktan ya da yanaktan öpmen değil, evlendik ve buna karışmak kimsenin haddi değil. Mesele bunu birinin inadına yapman! Normalde yapmayacağın şeyleri sırf birinin inadına yapmaz mısın?" "Normalde de seni öpüyorum!" diye savundum bu kez kendimi ancak tabii ki bunun ona bir etkisinin olmayacağını biliyordum. "Biriyle aynı ortamda bulunmak istemediğinde sadece gidiyorsun, sinirini çok bozmuşsa inadına sinirini bozacak bir şey yapıyorsun. Normalde yapmayacağın bir şey olsa dahi ve ben sana bizi bu tarz şeyler için kullanmaman gerektiğini defalarca kez söyledim. Aramızdaki şeylerin saf kalmasını istediğimi..." Sıkıntılı bir nefes verirken parmak uçlarım sakallarından boynuna doğru uzandı ve kollarımı boynuna sardım. "Tamam, özür dilerim." dediğimde yenilgiyle, en nihayetinde kaşları biraz olsun düzelmişti. Uzanıp dudaklarına da bir öpücük bıraktığımda ise kaşları tamamen düzelmişti. "Bu arada yarın bizimkiler seninle tanışmak istiyor. Bir akşam yemeği. Ali gelmese biraz önce söyleyecektim." Bizimkilerden kastı sanırım diğer polis arkadaşlarıydı. "Ali'yi görmeden bir günüm geçmeyecek yani?" derken hem kabul ettiğimi hem de Ali'ye karşı duyduğum bıkkınlığı fazlaca belli etmiştim. "Pes eder elbet." dedi Miraç hafifçe gülerken ve bu kez o dudaklarıma kapanmıştı. Bundan büyük bir zevk alırken kıkırdadım. "Umarım.." diyecektim ancak dudaklarıma kapanan dudakları buna pek de müsaade etmemişlerdi. * Miraç yaklaşık yarım saat kadar önce gelmişti. Evde olduğum için Arda da evde kalmıştı. İlk kez herhangi biri olmadan baş başa kalmıştık ve bu sürede de gerçekten çok uslu bir çocuk olduğunu ve de ne söylenirse yaptığını fark etmiştim ve ne yazık ki bu aslında iyi bir şey değildi. Devamlı değildi belki ama arada şımarması, istediği bir şey için tutturması falan gerekmez miydi her çocuk gibi? Belki benden çekindiği için böyleydi, bana tam alışamamıştı ancak yine de fazla kendini baskılıyordu. "Arda hep mi bu kadar uslu, benden mi çekiniyor?" diyerek makyajımı yaparken biraz önce Miraç'a sormuştum. "Yani hiçbir zaman aman aman yaramaz bir çocuk olmadı ama tabii çok ortada büyümesinin etkisi de var. Bazen annem, bazen Selma abla, bazen Hilal, bazen anneannesi baktı. Herkesin de haliyle kendi kuralları vardı ve bir yerden sonra da sorgulamadan kim ne derse yapmaya başladı. Ortama göre şekillenmeye... Tabii sana da tam alışamadı." demişti. Oğlunun bu halinden memnun olmadığını da fazlaca belli ederek. Şimdi ise parfüm seçmeye çalışıyordum. "Hazır mısın?" derken aynada arkama geçmiş ve bana bakmıştı. Kendisi yarım saatte duşa girip çıkmış, hazırlanmış ve de Arda'nın da hazırlanmasına yardım etmişti. Ben ise ancak makyajımı yapabilmiştim. Bence kendisi zamanı falan büküyordu. Hızlıca daha tropikal ve doğal kokulu olan parfümümü sıkmış ve ayağa kalkmıştım. Son kez de üzerimdeki yırtmaçlı kot eteğime ve de siyah, göbeği hafiften açık olan badimi kontrol etmiştim. Hafifçe dalgalandırdığım ve omuzlarıma gelen saçlarımla da hoş görünüyordum. Miraç'ı başımla onayladım ve ayağa kalkarak kendisine döndüm. "Hazırım..." "Nasıl hasta olmuyorsun sen?" derken üzerimdeki badinin açık bıraktığı belime sarmıştı kollarını ve benim gülmeme neden olmuştu. "Ankara ayazına bağışıklığım var benim!" Miraç'ın dudaklarına hızlı bir öpücük kondurduktan sonra dolaba yönelmiş ve askıdan siyah, kısa, şişme montumu da almıştım. Bunun üzerine beraber odadan çıkmıştık ancak Arda görünürde yoktu. "Arda!" diye seslendi Miraç ben ayakkabılıktan siyah çizmelerimi çıkarırken. Koşar adım seslerinin de ardından Arda elindeki montla gelmişti ve kısa sürede de hep birlikte bahçeye çıkmıştık. "Bahçe güzel olmuş bu arada..." derken tek koluyla oğlunu taşıyor diğer eliyle de elimi tutuyordu. "Babamın begonyalarımı getireceği yoktu." derken gözüm daha bugün ektiğim balsam çiçeklerimin üzerinde gezinmişti. Güzel duruyorlardı. Begonyalarımın yerini tutmayacak olsalar da güzellerdi. "Ben de yardım ettim." dedi Arda gülümseyerek ve evet beraber ekmiştik ve ilk sularını Arda vermişti. "Öyle mi?" dedi Miraç sahi bir şaşkınlıkla ki neye bu kadar şaşırdığını da anlamamıştım. Ben ön koltuğa geçip kurulurken Miraç, Arda'nın kemerini bağlamasına yardım etmiş ve ardından da hızla yerini almıştı. Ben her zamanki gibi şarkı açarken Arda da bana eşlik etmişti ancak Miraç her zamanki ağır abiliğini koruyarak yalnızca bizi izlemekle yetinmişti. Çok geçmeden sıcak küçük bir restorana gelmiştik ve biraz da gergindim. İçerdeki nüfusun yarısından çoğu muhtemelen polis olacaktı ve hepsinde de bir ciddiyet olurdu sanırsam. "Kaç kişi tam olarak?" diye sorduğum sırada bir eli belimde, bir eli Arda'nın elinde içeri ilerliyorduk. "Ali'ler hariç 6 bizden var. 4'ü evli. Çocuklarla falan da bir 20 oluruz sanırım." İçeri girer girmez de zaten kalabalık kendini hemen belli etmişti. O tarafa ilerlerken az biraz da stres olmuştum nedendir bilinmez ancak ben hayatımın hiçbir döneminde çekingen, asosyal bir insan olmamıştım ve şimdi de olamazdım. Bu sebeple genişçe gülümsemiştim ve kalkıp benimle tanışan herkesin ismini aklımda tutmak için üstün bir çaba harcamıştım. Erkekler Miraç ve Ali'den olsa gerek daha mesafeli bir tavır takınırken, kadınların kimi sarılmış kimi de elimi sıkmıştı. Çocuklar zaten pek ilgi alanıma girmiyordu ancak Elif'in her zamanki ters bakışları üzerimizdeydi. "Pas yok mu cadı?" dedi Miraç ben montumu sandalyeme asarken Elif'e hitaben. Ve evet bu kez sadece bana değil, Miraç'a da tepkiliydi. "Yok!" dedi Elif küskünce kollarını birbirine dolarken. Bu kızla en son ne zaman küs olmadığımızı bile hatırlamıyordum. "Evlilik nasıl gidiyor komiserim?" diye sordu yanlış hatırlamıyorsam adı Cemal olan genç çocuk ve muhtemelen bekardı. "Cevabıma göre mi teklif edeceksin?" derken Miraç gözüyle de masanın diğer ucundaki kızı işaret etmişti. "Kabul edecek birini bulursa, komiserim..." dedi kız da konu mankeninin kendi olduğunu fark ettiğinde. "Kaçak cevap vermeyelim!" dedim Miraç'a doğru kısık sayılabilecek bir sesle. Miraç gülümserken Cemal kızla bir tartışmaya girmişti. "Çok iyi, bir de daha çok vakit geçirebilsek..." demişti iç çekerek. Kıkırdarken karşıdaki kız bana doğru eğilmişti. "Çok genç duruyorsun!" dedi ve Miraç'la ikimiz arasında gözleriyle mekik dokudu. Bu kızı hatırlamıştım. Aslı'nın düğününde Miraç'ın nerede olduğunu soran kızdı. "Gencim çünkü..." dedim genişçe gülümseyerek. Aslı arkadaşının ayıbını kapatmak için olsa gerek bir tık kendini öne atmıştı. "Amirin kızı var diye bir rivayet geziyordu ama hiç birebir görmemiştim seni. Gerçi düğünümüze gelmişsin sanırım ama o koşuşturmada dikkat edememiştim. Bu arada anlatılandan çok daha güzelsin!" Aslı da oldukça güzel ve alımlıydı. Dışarda görsem polis demeyeceğim bir çıt kırıldığımlı, dişil enerjisi vardı. "Teşekkür ederim." dedim gülümseyerek ve bu sırada masanın başında oturan Sinan "Artık sipariş verelim!" diyerek atılmıştı ancak Semih de araya girmişti. "Bu arada Allah bir yastıkta kocatsın, çok yakışıyorsunuz komiserim. Bir de yengenin vardır kendi gibi güzel arkadaşları. Bir bana el atsak?" "Siktir git!" diye çıkıştı Ali ancak tam olarak neye karşı çıktığını anlayamamıştım. Bir yastıkta kocamamıza mı? Yine de Hilal'e dönüp "Küfür etti!" demekten geri kalmamıştım ki Elif de benimle eş zamanlı bir şekilde söylemişti. Ali içinden küfür ettiğini düşündüğüm bir ifadeyle hemen yanımdaki Arda'nın yanında oturan kızı ve benim aramda bakışları mekik dokuyordu. "Afiyet olsun hayatım!" dedi Hilal de acı biber turşularından bir tanesini alıp Ali'nin tabağına bırakırken. "Siktir git'i de küfürden saymazsın yenge ya!" diyen Cemal, Ali'nin halinden memnun görünüyordu. "Sana da afiyet olsun yengecim." dedi Hilal o yüzündeki asil gülüşüyle ve Cemal'in tabağına da bir biber turşusu bıraktı. Hilal'i neden bu kadar beğendiğime dair en ufak bir fikrim yoktu. Masada da büyük bir kahkaha koparken Sinan kimseden hayır gelmeyeceğine ikna olmuş olacak ki garsonu çağırmış ve siparişlerimizi vermemize neden olmuştu. Şu Melis dışında tüm ekip arkadaşlarını ve eşlerini sevmiştim. Melis aşırı derecede sinirimi bozuyordu. Ayrıca Miraç'ın yalnızca Ali'yle değil, Hilal'le de oldukça yakın arkadaş olduğunu fark etmiştim. Daha önce onları hiç böyle oturup konuşurken görmediğim için bir miktar garipsemediğimi de söyleyemezdim. "Hilal'le bu kadar yakın olduğunuzu fark etmemiştim daha önce." dedim gecenin sonlarına doğru hafiften uykum geldiği için bedenimi Miraç'a yaslarken. "Hilal'le, Ali'yi ben tanıştırdım zaten yavrum. Ali ve Hilal tanışmadan önce biz Hilal'le arkadaştık." "Oha, gerçekten mi?" dedim şaşkınlıkla. "Gerçekten..." dedi tepkime gülerken. "Alayım ben onu!" Ali masanın karşısından uzanıp yanımdaki Arda'nın elinden Elif'e uzatmakta olduğu süs çiçeğini almış ve çatık kaşlarıyla Miraç'a dönmüştü. "Oğlunu kızımdan uzak tut! Ahber'lerden Keskin'lere başka kız yok! Dadandınız baba oğul..!" Bence tam tersi Ahber kızları, Keskin'lere dadanmıştı ama neyse... "Biz Arda'yla evleneceğiz ki!" diyen Elif'le Ali hariç herkes gülmüştü. "Sen baban gibi hayırsız çıkmaz bizi düğününe çağırırsın değil mi koçum?" dedi Kenan abi Arda'ya. Kendisi öyle söylememi istemişti ve yaşı bir hayli vardı ki kendisi de başkomiserdi. "Ben düğün sevmiyorum ama Elif yapmak isterse çağırırım!" dedi Arda masum masum ve Ali'nin sabır çekmesine ve diğerlerinin de gülmesine sebep olmuştu. Ayrıca da bize daha doğrusu Miraç'a atılan taş da arada kaynamıştı. "İsterim!" diye atıldı Elif de. "Prenses gibi olmalıyım... Sen prenses gibi miydin?" dedi Elif bana dönüp sorarcasına. "Sence?" dedim vereceği cevaptan emin olan bir özgüvenle. Sade bir elbise giymiş olabilirdim o gün ama kesinlikle güzel olmuştum. "Seni sevmesem de tarzını seviyorum!" dediğinde burnu havada bir şekilde, gülerek "Haspam!" dedim. "Aa!" dedi Melis eğlendiğini çok da gizleyemeden. "Halanı neden sevmiyorsun?" Elif yüzünü buruşturdu Melis'e karşı alenen. "Senin tarzını da sevmiyorum, şekerim!" Masada büyük bir kahkaha koparken Melis bozulmuş, Hilal ise kızını uyarmıştı. Elif'e arada bayılıyordum. Elif ise annesinin onu uyarmasının çok da üzerinde durmadan bana dönmüştü. "Bak, herkes halayı babamızın kız kardeşi anlamında kullanıyor. Sen yanlış biliyorsun!" "Herkesle aynı mı olmak istiyorsun?" dediğimde durup ciddi ciddi düşünmüş ve bu fikir hoşuna gitmemiş olacak ki beni başıyla onaylamıştı. "Ama o zaman dedem benden neden hala diye bahsetmiyor?" dedi üzgün bir tavırla. Sanırım babama biraz önce küsmesine neden olmuştum. "Kızıma yalan yanlış şeyler öğretmez misin? Senin yüzünden hâlâ haspamı iyi bir şey sanıyor!" Gülerken başımı iki yana salladım. Bana bu kadar kör kütük güvenmesi hem hoşuma gidiyor hem de gitmiyordu. "Bu arada sen doğursan ancak bu kadar benzeyebilirdi sana." derken Ceren'in eli şiş karnındaydı. 7 aylık hamileydi. Gözleri ise Elif ve benim aramda dolanıyordu. "Hamileyken Bala'ya çok mu baktın?" dedi ardından da kırdığı potun farkında olmadan Hilal'e dönerek. "Hamileliğimde en çok gördüğüm şey serumdu." diyerek Hilal kaçamak bir cevap vermişti yüzünde sabit tutmak için çabaladığı gülümsemeyle. "Sudan bile midemin bulandığı bir dönem vardı, serumla besleniyordum. İnsanlar hamileyken kilo alırken ben vermiştim." "Ay, benim de ilk aylar midem çok bulanıyordu ama Allah'tan şimdi iyiyim." dedi Ceren karnını okşamaya devam ederek. Mide bulantılarım aklıma gelirken bundan kafamı uzaklaştırmak istercesine iyice bedenimi Miraç'a yaslamıştım. Elinin hafif hafif belimi okşadığı sırada karşımızda oturan Melis'le de göz göze gelmiştim ve attığı bakışlardan sebep göz devirmekte herhangi bir sorun görmedim. Hakkımda istediğini düşünebilirdi. Umurumda değildi. O gözünü dikip alenen kocamda gözü olduğunu göstermekten çekinmiyorsa ben de anladığımı ve bundan dolayı ondan hoşlanmadığımı saklayacak falan değildim. Ona olan ters bakışlarımı masanın üzerindeki telefonuma düşen mesaj kesmişti. Telefonumu elime aldığımda mesajın teyzemden geldiğini gördüm. Mesajda dayımın yarın Ankara'da olacağı yazıyordu. Daha yeni Ankara'dan gitmiş sayılırdı ve gelişinin sebebinin teyzem yazmasa da ben yani evliliğimiz olduğunu biliyordum. Sanırım bir posta daha azar yiyecektim. "Sanırım yarın anneannenlerdesin?" Başımı kaldırarak Miraç'a baktım. Ona yaslı olduğum için telefonumu o da görebiliyordu. "Anneannem kovmaktan beter etti! Dayımın da pek aşağı kalacağını sanmıyorum ve hayır, kesinlikle azar yemek için oraya gitmeyeceğim." Hem eşyalarımı almak hem de anneannemle büyükbabama söylemek için gittiğimde anneannem tarafından çocuk gibi terlik yemiştim. Miraç belimden tutup beni iyice kendine çekerken telefonumun ekranını kapatarak tekrar masaya bırakmıştım. "Siniri biraz olsun yatışmıştır hem dayın daha sakin bir insan, yumuşatır onları." "Dayım?" dedim şaşkınlıkla. "Sen dayımın sinirli halini görmedin tabii..." derken de yüzümü buruşturdum. "Otokontrollü diyelim..." diyerek kendini düzeltti ve sanırım buna itiraz edemezdim. Mesleği gereği büyük bir otokontrole sahipti. "Yine de kızacak!" "İstiyorsan akşam işten geldikten sonra beraber gidelim direkt ama bundan kaçışın yok biliyorsun, değil mi?" Maalesef ki biliyordum. * Biraz çekine çekine zile basmıştım. Gergin saniyelerin ardından kapı büyükbabam tarafından açılmıştı. Büyükbabam içine derin bir nefes çekerken bir tık duygu sömürüsü içeren bir bakış atmıştım kendisine. "Gel buraya!" dediğinde ise genişçe gülümsemiş ve hızla tek basamağı da çıkarak kollarımı boynuna dolamıştım. "Hâlâ yaptığını onaylamıyorum ve sana kızgınım! Dua et, tek torunsun!" "Ne yani?" dedim alınmış gibi yaparak. "Tek olmasam beni sevmeyecek miydin?" "Saçma saçma konuşma Bala!" dedi bana ters ters bakarak. "Ayrıca hâlâ anneannen başına tülbent bağlamış geziniyor haberin olsun!" Tülbent evresini bile geçememiş miydik daha? Büyükbabam kapıyı kapatırken ben önce botlarımı sonra da montumu çıkarmıştım. Ardından da büyükbabamın peşinden içeri ilerledim. Dayım televizyondaki haber kanalına tüm dikkatini vermiş bir şekilde izlerken, anneannem başına bağlı tülbentle dertli dertli koltuğun başında oturuyordu. Dayım istifini bozmamış ve hatta görmediğini, duymadığını falan düşündürtmüştü birkaç saniye ama pekâlâ kapıyı çaldığım andan beri geldiğimi bildiğini biliyordum. Anneannem ise beni görür görmez oturduğu yerinde dikleşmiş ve hatta ayağa fırlamıştı. Kaşları çatılı ve eli belindeyken kesinlikle çok korkutucuydu. "Git, gözüm görmesin seni!" dedi bağırmaktan hallice bir tonla. "Dizine yatarım, bana okursun diye gelmiştim..." dedim yumuşak karnına oynayarak ancak siniri o kadar fazla olmalıydı ki bunu bile görmezden gelmiş ve çattığı kaşlarıyla bakmayı sürdürmüştü. "Evlen, evlen diye başımın etini yiyen sen değil miydin ya!?" İlk taktiğin işe yaramadığını fark ettiğimde karşı atağa geçmiştim ama sanki bu pek de doğru bir karar değildi. "Evlen dedimse böyle mi dedim eşek sıpası!?" Sesinin kulaklarımı tırmalamasıyla yüzümü buruşturmak zorunda kalmıştım. "Bu kız beni deli edecek! TEYZESİ KILIKLI!" Teyzeme de benzetildiysem tamamdı bu iş. Cenazem çıkardı ki anneannemin bana doğru gelmesini büyükbabam araya girerek engellemişti. "Hasibe dur!" "Ya ben hiçbir çocuğumun mürüvvetini göremeyecek miyim? Biri bitmek bilmez yasta, öteki evli adamdan çocuk peydahlar, bir diğeri nikah günü kaçar, bu da kimseye haber vermeden kafasına göre nikah kıyar!" Kaşlarım çatılırken dayım da tepkisizliğini bozmuştu. "Anne!" Sert sesi anneannemi durdurmaya yetmişti. Sadece dayıma söylese sessizliğini bozmazdı ama teyzemle anneme bir şey deyince kendisi için vermediği tepkiyi verirdi. Teyzemin hatalı olduğunu biliyordu ama bunu ona anneannemin sürüklediğini de biliyordu. Annemin durumu ise evli adamdan çocuk peydahlamak kadar basit değildi ki o çocuk da bendim. "Dayı..." dedim anneannemle konuşmama kararı alırken. Tamam bana sinirliydi ama annem hakkında o bile böyle konuşamazdı. Bunu böyle lanse edemezdi. Dayım ona seslenmemişim gibi televizyona döndüğünde ona birkaç adım daha yaklaştım. "Beni görmezden mi geleceksin böyle?" derken gözlerim dolmuştu. "Niye? Sen kimseye haber vermeden evlenerek bizi görmezden gelmedin mi?" dedi konuşan o değilmiş gibi sabit bir ifadeyle. "Özür dilerim..." Gözümden akan bir damla yaşı silerken birkaç küçük adımla dayımın oturduğu koltuğun hemen yanında durmuştum ancak dayımın gözü hâlâ televizyondaydı. "Ama sizi görmezden gelmedim ben! Annemin olmadığı bir düğünde babam da olamazdı ama babama da gelme diyemezdim! Sizi görmezden gelmedim ben!" Dayımın ifadesi yumuşarken gözlerimden ardı ardına iki yaş daha akmıştı. "Gel buraya!" derken televizyonu kapatmış ve kollarını iki yana açarak beni davet etmişti. Hızla dayıma sarılırken dayım da kollarını etrafıma dolamış ve başımın üzerine minik bir öpücük bırakmıştı. "Tamam ağlama..." demişti yumuşacık bir sesle de ve başımın üzerine bir öpücük daha bırakmıştı. "Kızmadım sana, hiç kızabilir miyim?" |
0% |