@__kao__
|
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. İyi okumalar... * "Ben susadım..." derken yanımda oturmuş ve benimle birlikte Grizzy ve Lemmingler izleyen Arda'ya dönmüştüm. Başını aşağı yukarı sallayarak beni onayladı. "Ben de susadım." dediğinde ona başparmağım havada kalacak ve diğer parmaklarım avcumun içine bükülecek şekilde sağ elimi uzattım. Benimkilerine nazaran minik kalan parmakları parmaklarıma kenetlenirken onun da başparmağı havadaydı. "1, 2, 3..." dediğimde başlamıştık ve tabii ki ben kazanmıştım. "Büyük bardakta olsun, lütfen!" dediğimde göz devirmişti. Bu hareketi bir 10 gün kadar önce yapmadığına emindim. Arda'ya örnek oluyordum ama iyi yönde mi oluyordum kötü yönde mi tartışılırdı. "Haksızlık ama! Senin parmağın daha uzun!" "E senin parmağın da daha küçük, tutması daha zor! Ayrıca taş kağıt makasta da kaybediyorsun. Mızıkçılık yapma ve su getir!" Arda derin bir nefesin ardından kalkarken ben de arkama daha da yaslandım. Çok geçmeden elinde suyla Arda geri döndüğünde suyu almış ve yanağına da minik bir öpücük bırakmıştım. "Teşekkür ederim, bebek!" Suyu da doğrudan kafama dikerken Arda da tekrar yanıma oturmuştu. "Babam ne zaman gelecek? Ben acıktım." Yanımda duran telefonumun ekranından saate baktım. 10 dakika önce aradığımda 10-15 dakikaya gelirim demişti. "Birazdan gelir ama çok acıktıysan sen yiyebilirsin." "Iı!" derken başını da iki yana sallamıştı. "Sizinle yemek istiyorum." "Tamam, bizimle de ye ama bence mutfaktan birkaç sarma aşırsan hiç bir şey olmaz. Hele ayakta ve tencereden..." Son cümlemle sağ elimin tüm parmak uçlarını birleştirmiş ve aşağı yukarı sallamıştım. "Babaannem ayakta yiyince bereketi kaçar deyip kızıyor ama." dediğinde göz devirmemek için üstün bir çaba harcamış ve gülümsemiştim. Anneannem olsa "Sabinin yediği şeyden bereket mi kaçarmış, aksine bereketlenir." derdi kesinlikle ve o sarmaları da babaannesi değil de anneannem yaptığı için hiçbir sakınca görmüyordum. Anneannem bana hâlâ küs olduğu için ona küstüğümü fark etmemiş olsa da dayım beni bırakırken yaptığı sarmalardan, dolmalardan, bazlamalardan, gözlemelerden, pilav içinden buzluğu tıka basa doldurtacak kadar göndermişti ve bunu yaparken "Siz kendiniz ettiniz kendiniz bulurdunuz da o küçük çocuk için hep... Boğazından düzgün yemek geçsin..." diyerek yapmıştı. "Ben burada babaanneni göremiyorum." dediğimde, gülümsemiş ve koltuktan tekrar kalkarak mutfağa ilerlemişti. Ben de Grizzy ve Lemmingler izlemeye geri dönmüştüm. Arda çok geçmeden geri gelmiş ve yine çok geçmeden de kapı çalmıştı. Hızlıca kapıya ilerledim. Miraç daha üzerindeki montu çıkarmadan dudaklarıma minik bir öpücük bırakırken ben de kollarımı anlık olarak boynuna dolamış ve genişçe gülümsemiştim. "Hoş geldin!" dediğimde neşeyle de benden biraz uzaklaşarak üzerindeki montunu çıkartmıştı. "Hoş buldum." da derken gözü beni baştan aşağı süzmüştü. "Ben bugün seni anneannenlerden alırım diye düşünmüştüm, erken geldin. Bir sorun yok değil mi?" Omzumu indirip kaldırırken "Yok." demiştim. "Dayımla ve büyükbabamla şu an gayet iyiyiz ama anneannem hâlâ affetmiş değil. Zaten beni de dayım bıraktı." Miraç'ın başımın üstüne bir öpücük bıraktığı sırada Arda da geldi. "Hadi, acıktım ben!" dedi babasına çatık kaşlarıyla bakarak. Miraç duraksarken oğlunun çatılan kaşlarına şaşkınlıkla bakıyordu. "Hoş buldum oğlum." "Hoş geldin baba ama açım ben." "Son günlerde seninle biraz çok takıldı sanki." dedi Miraç bana dönerek. Göz devirirken Arda'nın peşinden ben de içeri ilerlemeye koyuldum. "Ben de acıktım." "Ellerimi yıkayıp geliyorum, başlayın siz." Miraç'ı cevapsız bırakırken mutfağa girmiştim bile. Donmasın diye fırının içinde bıraktığım kaşarlı mantarları çıkarırken önce Arda için biraz pilav ve iki mantar koymuştum. Zaten Miraç 15 dakika diyince sofrayı kurmuştum. Arda'nın önüne bıraktıktan sonra bizim için de birer tabak hazırlamış ve masaya bırakmıştım. Karıştırmadığım salatayı karıştırırken Miraç da gelmişti. Masada göz gezdirdikten sonra bana dönmüş ve "Sarma sarmadığını varsayıyorum?" demişti sorarcasına. "Öncelikle güzel sarma sararım ama hayır ben sarmadım." derken göz de devirmiştim. Beni ne sanıyordu tam olarak? "Anneannemlerden elimin boş çıkması Arda'nın yeterince büyüdüğüne ikna olana kadar mümkün görünmüyor. Biz kendimiz etmişiz kendimiz bulurmuşuz ama çocuğun boğazından düzgün, ev yemeği geçmeliymiş." "Artık elinden ne kadar yemek yemediyse kadın..." dedi muzip bir tonla. "Uğraşma benimle!" dedim ben de yerime geçip otururken ve tehdit edercesine de işaret parmağımı ona doğrulttum. "Ayrıca elimden yemek yiyebilirdi ama antin kuntin diyerek yememeyi tercih etti. Üstelik anneannemin mutfağında yemek yapmak ne kadar zor biliyor musun sen? Her şeye karışıyor. Yok o pilav öyle olmaz, yok o öyle mi doğranır..." Ona doğrulttuğum işaret parmağımdan tutarak elimi kendine çekmiş ve avuç içimi öpmüştü. "Ellerine sağlık, yavrum." Gülümserken artık yemek yiyebilmek için elimi çekmek zorunda kalmıştım. Yemek Miraç'ın Arda'ya okuluyla ilgili sorduğu sorular ve Miraç'ın daha önce hiç The Walking Dead izlememiş olması korkunçluğuyla geçmişti. Hemen bugün en baştan The Walking Dead izlemeye başlamalıydık. Ve Allah bilirdi ki Game of Thrones da izlememiştir. Yemekten sonra Miraç, Arda'ya söz verdiği için ona kitap okumak üzere içeri geçtiklerinde ben de hızlıca bulaşıkları makineye atmıştım. Ardından da odaya giderek üzerimdeki kıyafetlerimi çıkarmış ve yerine krem, kalın ve rahat bir altla beyaz askılı bir tişört giyinmiştim. Üzerine de yine beyaz bir hırka giyindim. Her akşam gecelik giy giy nereye kadardı yani. Makyajımı temizledikten ve de toplu olan saçlarımı açıp elimle de dağıttıktan sonra hazırdım. Odamızdan çıkarak Arda'nın odasına ilerledim. Kapı her ne kadar açık da olsa Arda'nın hâlâ uyumadığını gördüğümde iki kez kapıyı tıklatma ihtiyacı hissetmiştim beni fark etmeleri için. Bakışları bana döndüğü sırada kapı pervazına yaslandım. "Kocamı alabiliyor muyum artık?" diye de sordum hemen ardından da doğrudan Arda'ya bakarak. Arda başını iki yana salladı. Pijamalarını giymiş ve yatağın doğrudan içindeydi. Miraç da yanında yatağın üstünde ayaklarını uzatarak oturmuş ve sırtını başlığa vererek Arda'nın kendisine yaslanmasını sağlamıştı. "Bir bölüm daha okuyacak babam." Sorarcasına "Pazarlık?" dediğimde gözleri kısıldı. "Çilekli kek?" dedi o da bana ayak uydurarak ve de sorarcasına. "Bu mevsimde çilek bulamayız ama başka her neli istersen yaparız." dediğimde başını ağır ağır sallamıştı. "Birlikte yapacağız ama?" Başımla onayladım Arda'yı. "Anlaştık." dediğimde de "Elif, sen, ben?" diyerek ekleme yapmış ve göz devirmeme neden olmuştu. Bayağı sıkı pazarlıkçıydı. "Ona da tamam." Arda gülümsemiş ve hafifçe babasından uzaklaşmış, olduğu yerde kayarak da yatma pozisyonuna geçmişti. "Işığı kapatır mısınız çıkarken?" Bizi tek kelime etmeden ve bir miktar da ağzı açık izleyen Miraç onaylamazcasına başını iki yana sallamıştı. Ardından da elindeki kitabın arasına ipini koyarak kapatmış ve komodine bırakmıştı. Miraç bana doğru ilerlerken "İyi geceler..." dedim neşeli bir tonlamayla. "İyi geceler..." dediğinde Arda da ışığı kapatarak odasından çıkmıştık. "Çok ucuza gittin!" dedim gülerek ona yaslanırken. Bizi salona ilerletirken hafifçe burnuma vurdu ve ayıplarcasına "Cık, cık, cık..." yaptı. Onu çok da takmadan "The Walking Dead'e hemen şimdi başlamalıyız." dedim. Salona girmeden mutfağa gitmiş ve bir paket cipsle geri dönmüştüm. Ancak sadece ilk 10 dakikasını izletebilmiştim. Anlamadığım bir şekilde hiç ilgisini çekmemişti. Tabii ben daha çok ilgisini çekmiş de olabilirdim. Bu ihtimali destekleyen bir çok şey vardı nitekim. Dudaklarının hoyratça dudaklarıma kapanması, vücudumu talan eden elleri, zevkten omuzlarına geçen tırnaklarım, kıyafetlerimizin bir bir üzerimizden ayrılması gibi... * "Yüzünü gören cennetlik? Nerelerdesin?" dedi kapıyı açan Engin doğrudan. Okula geçmeden önce uğramak istemiştim. Bayağıdır görmüyordum ikizleri. "Hoş buldum..." dedim kinayeyle ve elimle içeriyi işaret ettim. "Girebiliyor muyum?" "Tabii..." dedi Engin hemen kapıdan çekilerek ve bu sırada içerden Egemen'in sesini duydum. "Kimmiş?" Engin'in eliyle işaret ettiği ve Egemen'in de sesinin geldiği tarafa ilerlediğimde beni minik bir salon karşılamıştı. Dışardan geldiğim için soba beni aşırı derecede cezbetmişti şu an. Ayrıca Ecrin'i yine arabasıyla oynarken bulmak beni mutlu etmişti. Bir önceki görüşümde elindeki arabayla çok dikkatli bir şekilde ilgilendiği için ona oyuncak bir araba almıştım. "Hoş geldin..." dedi Egemen, Ecrin'in yanından ,masadan, kalkıp bana doğru ilerlerken. Yüzündeki geniş gülümsemesiyle bana sarıldığında ben de ona sarılmıştım kısaca. Ardından da Ecrin'e ilerlemiş ve yanağına minik bir öpücük bırakırken "N'aber güzellik?" demiştim. Yanağını kazağının koluna gözümün içine baka baka sildiğinde dudaklarımı içeri doğru kıvırdım. Neyse ki artık Miraç'ı öpebiliyordum. "Pardon, seni öpmüyorduk değil mi?" Ardından çantamdan aldığım arabayı çıkarmış ve ona uzatmıştım. "Özür hediyesi kabul eder misin bunu?" Gözleri parlarken hızla elimden almıştı arabayı. "Ecrin, bir şey unuttun sanki?" dediğinde Egemen, Ecrin önce abisine dönmüş ve ardından abisi beni işaret etmiş olacak ki bana dönmüştü. "Teşekkür ederim..." Biraz ağzının içinde yuvarlayarak garip bir şekilde söylemişti ama söylemişti. "Rica ederim..." İkizlere döndüğümde Egemen kardeşinin teşekkürünü yeterli bulmamış olacak ki dudak oynatarak bana bir kez daha teşekkür etmişti. Gülümserken başımı da önemli değil dercesine iki yana sallamış ve sobaya en yakın olan koltuğa geçip oturmuştum. "Görüşmeyeli neler yapıyorsunuz?" "Aynı. İş, okul, ev..." dedi Engin omuzlarını da indirip kaldırırken. "Sen neler yaptın?" "Evlendim onun dışında aynı..." dedim ben de ve yüzüğüme baktım. Bir tık büyük geliyordu ve bir ara daralttırsam iyi olacaktı. "Ne demek evelendim?" dedi Engin şaşkınlıkla. "Erkek arkadaşın yoktu?" dedi Egemen de ikizininkiyle benzer bir şaşkınlıkla. Konuşmayalı o kadar uzun zaman oluyor muydu? "Yani vardı aslında... Biz sizinle ne zamandır konuşmuyoruz?" dedim ve en son buluştuğumuz zamanı hatırlamayı çalıştım. Sanırım 1-1,5 ay falan oluyordu. O zaman Miraç'la sevgiliydik ama konusu açılmamış olsa gerekti. Patadan sevgilim var artık diyecek halim yoktu en nihayetinde, biraz önce patadan evlendim dememişim gibi. "Tanıyor muyuz?" dedi Engin bir tık daha çabuk şaşkınlığını atlatmış olacak ki. Egemen ise hâlâ oldukça şaşkın görünüyordu. "Yani doğrudan değil ama Ecrin'in bizde kaldığı ve almaya geldiğiniz gün Miraç da oradaydı." "Hayırlısı olsun..." dedi Engin ne diyeceğini bilemezmişçesine. "Ama doğrusu senin evlenmeni pek beklemezdim. Hani şu çılgın, bekar teyzeler olur ya, kafamda geleceğin oydu..." Minik bir kahkaha atarken omuzlarımı indirip kaldırdım. "Bekar kısmı tutmasa da bence hâlâ bir şansım var." Kardelen'i de biriyle evermem ve yeğenlerimin biricik sırdaşı, çılgın teyzeleri olmam gerekiyordu. Kardelen'e bir eş adayı listesi hazırlasam iyi olacaktı. Ben evli, o bekar nereye kadardı yani? * "Evlilik yaramış!" Arkamdan gelen sesle döndüğümde karşımda Barış'ı görmüştüm. "Git başımdan çocuk!" dedikten sonra önüme dönmüş ve eldeki kostümleri ne şekilde değerlendirebileceğimizi düşünmeye koyulmuştum. Bir terziyle anlaşıp ufak değişikliklerle daha ucuza getirebilirdik ama her yıl milli bayramlar için kullandığımız kostümlere dokunamazdık. Ama belki asker kıyafetlerine geri sökülebilecek bir şekilde apolet tarzı bir şey diktirebilir ve biraz daha muhafızı andıran bir kıyafet elde edebilirdik. Barış yüzünü buruştururken "Vazgeçtim!" dedi. "Bir an etraftakilere laf atmazken görünce Miraç abinin seni biraz yonttuğunu düşünmüştüm." Göz devirirken sol elimi havaya kaldırdım ve tehdit edercesine de "Elimin tersindesin!" dedim. Ardından kışkışlarcasına ileriyi bir yeri işaret ettim. "Git dekorları getirmelerine falan yardım et, bir işin ucundan tut boş boş durana kadar!" "Kullanmayacağımız kostümleri kaldırmaya geldim. Çok dağınık her yer." "Hemşire kıyafetlerini ve enveriye şapkaları götür." Bunun üzerine neyse ki başka bir şey demeden sandıkların içindeki kıyafetleri sürükleyerek arka tarafa ilerletmeye başlamıştı. Kullanabileceğimiz kıyafetlerin tamamını bir sandığa alırken diğer kullanamayacağımız kıyafetleri de ayrıca ayırmıştım. "Rana!" dedim yanımdan geçmekte olan Rana'yı kolundan tutarak durdururken. "Herkesin beden ölçülerinin yazdığı kağıt nerede?" "Aslı'daydı o." dedi ve duraksayarak etrafına bakındı. "Bekle bulup geliyorum!" dedi bana bir dakika işareti yaparak ve kalabalıkta gözden kayboldu. Ben de bu sefer gözümle Selim'i aramaya koyuldum. İri cüssesi kolayca gözüme çarparken en büyük beden kıyafeti alarak yanına ilerledim. "Selim şunu dener misin? Olmazsa sana da yeni bir şey diktirmemiz gerekecek." Selim elindeki bizzat benim yazmış olduğum tiyatro metnini kenara bırakarak ayaklandı. Diğer erkeklere aşağı yukarı olacağını belki bir iki küçük tadilat gerekeceğini düşünüyordum ancak Selim'den asla emin olamamıştım. Provaları kostümsüz bir şekilde halletmiş sayılırdık ancak artık kostümleri de ayarlayıp kostümlü provalara da başlamamız gerekiyordu. "Bizi anlık olarak büyük bir dertten kurtarmış bulunuyorum!" Rüzgar'ın arkamdan gelen neşeli sesiyle diğer herkes gibi ben de ona dönmüştüm. Elindeki telefonda açık bir fotoğraf olduğunu seçebilmiştim ama tam olarak ne olduğunu anlayamamıştım. Birkaç adım yaklaştığımda seçebildiğim resimle gülümsedim. "Amcamın papağını ve fazlasıyla eğitimli. Amcam son iki provamızda ve gösteride kullanabileceğimizi söyledi." Devasa papağan tam hayallerimdeki gibiydi ve saçma bir oyuncaktansa bin kat iyi olacaktı gerçekten. "Amcama öğretmesi gereken ekstra birkaç şeyi söyledim. Hallederim dedi ama bir önden temasa geçeceklere alışması gerekiyor. Hallederiz onu." "Şu an favorimsin!" dedim neşeyle ve ellerimi çırptım. Eğer eğitimli bir papağan bulamamış olsaydık ki bulsak bile çok pahalı olurdu, oyuncak bir papağan kullanmak ve seslendirmesini arka fondan yapmak zorunda kalacaktık ve bu çok yapmacık duracaktı. Ya da bir diğer ihtimal papağını hikayeden çıkartmaktı ki çıkartırsak nasıl olur diye de düşünmüştüm ama pek içime sinmemişti. Zaten papağanlı sahneleri de Rüzgar'ın amcasının papağanını bildiğimden yazmıştım ama bir türlü kabul ettirememiştik kendisine. Şimdi fikrini neyin değiştirdiğini merak etmekle birlikte çok da umurumda da değildi doğrusu. "Bala abla..." Şu sıralar hazırlık okuyan Aslı'nın birden yanımda bitmesiyle irkilmiştim. "Bunu istemişsin." dedi bir miktar da çekingen bir ifadeyle. Bu kız normal hayatta acayip çekingen bir şey olsa da sahnede asla bunu belli etmiyordu doğrusu ve şaşılacak şeydi. Ayrıca hiçbir zaman bana nede abla dediğini anlamayacaktım ki sadece bana değil kendinden büyük herkese abla- abi diyordu ve ondan hoşlanan Fatih de 'Sevdiğim kız bana abi dedi' triplerindeydi. "Teşekkürler." Elinden kağıdı aldığım gibi bulduğum ilk yere çökmüş ve eldeki kıyafetlerle rollere göre kostüme ihtiyacı olmayanların üzerini çizmiştim tek tek. 6 kostüm ve Selim'in vereceği cevaba göre bir değişken... Diğerlerine yapmamız gereken tadilatlar, eklemeler ve dekorasyonu da katarsak bütçeyi aşacak gibiydik. Şu zamana kadar para toplamaktan kaçınsam da sanırım toplamamız gerekecekti. Rüzgar'la daha önce tek tek her yeri gezip en uygun yerleri belirlemiştik neyse ki de şimdi doğrudan gidip toplu alım indirimi isteyebilir ve net bir fiyat çıkartabilir ve ardından da ona göre para toplayabilirdik aramızda. "Oldu gibi ha?" Selim'in ona fazlaca dar olan kıyafetlerle karşımda belirmesiyle Selim'in adının yanındaki soru işaretini karalamıştım. "Şansımızı zorlamasak daha iyi sanki." dedim zaruri bir gülümsemeyle. "Oldu bence ya!" dedi ısrarla ve "Baksana!" derken kaslarını şişirdi ve eş zamanlı cart sesi kulaklarımı kanattı. Derin bir nefes çekerken içime, sakin kalmak için üstün bir çaba harcamam gerekmişti. "Okul malı o biliyorsun değil mi?" dedim dişlerimin arasından sinirle gülümsemeye devam ederken. Mahcup bir ifadeyle başını aşağı yukarı salladı. "Bu bende kalsın tadilat ettirebilirsem ettireyim, olmazsa da yenisini alayım." Onu mecburen başımla onaylarken o arkasını dönmüş ve sırtındaki koskocaman yırtığı gözüme sokmuştu. Sabır... Sabır... "Al!" Birden burnumun dibine sokulan telefonla şaşkınlıkla ve de sorarcasına Barış'a döndüm. "Miraç abi, sana ulaşamamış." Çantam ve de telefonum arkada kaldığı için çok normaldi. Barış'ın elinden telefonunu alırken neyse ki o eniştesine hiç çekmediği için saygı duyarak yanımdan uzaklaşmış ve Miraç'la konuşabileceğim alanı tanımıştı bana. "Sevgilim?" dedim sorarcasına ve de tatlı çıkarmaya özen gösterdiğim sesimle. "Ben aradığımda neden sana hiçbir zaman ulaşamıyorum yavrum?" "Abartmasak mı?" dedim görmediği için gönül rahatlığıyla göz devirirken. Alt tarafı birkaç kez ulaşamamıştı onda da ya Kardelen ya Barış aracılığıyla bir şekilde ulaşmıştı. "Ayrıca sabah kahvaltıda söylemiştim." "Hâlâ okulda mısın?" Neyse ki daha fazla üzerinde durmamıştı. "Evet ama birazdan toparlanıp dağılırız. Bir yarım saate çıkarım." "Bir operasyona gideceğiz birazdan, geç gelirim muhtemelen. Bana da ulaşamayabilirsin." "Çok mu geç gelirsin?" "Kestiremiyorum. İstersen Arda bu akşam annemlerde kalsın. Babama söyleyeyim hiç bırakmasın." Bakkalı kapatırken Arda'yı da bize Ahmet amca bırakıyordu. Okuldan çıktığı saatte ben de genelde dışarda olduğum için orada kalıyordu birkaç saat. "Olmaz. Kek yapacaktık onunla. Hem düzeni bozulmasın, bir öyle, bir böyle. Takılırız." "Emin misin?" "Hı, hı..." derken saçlarımı elimle geriye attım. "Sen kendine dikkat et, olur mu?" "Ederim, en geç 09.30'da uyumuş olsun, sonra sabah kalkamıyor." "Tamam. Öptüm..." Hafifçe güldüğünü işitmiş ve telefonu kapatmıştım. Ardından da Barış'ı bularak telefonunu ona vermiştim. Zaten sonra da hep beraber etrafı toparlayarak çıkmıştık. * "Keşke hayatım da olsaydı." dedi Elif iç çekerek. Ben kek harcının içine dondurulmuş yaban mersini ve frambuazı eklerken karıştırması için kaşığı Arda'ya vermiştim ve borcamı yağlayan Elif'in yanına bir adımda ulaştım. Saçlarını karıştırırken "Kocama hayatım deme!" dediğimde, gözleri kısıldı, kendini geri çekerek ellerimden kurtuldu ve at kuyruğu yapılı olan saçlarını savurarak doğrudan bana döndü. "Hatırlarsan sen kendin demiştin babamın kızdığını söylediğimde. Bir hafta onlarla yat bak nasıl bir daha kızmıyor demiştin." İnanılır gibi değildi ama evet maalesef ki kocama sulanması için o kapıyı ben açmıştım ona ancak kocam olacağını bilemezdim en nihayetinde. "Söylediklerimi geri alıyorum!" dedim kaşlarımı çatarak. "Laf ağızdan bir kez çıkar cimcime!" dedi bilmiş bir tavırla ve benim göz devirmeme, Arda'nın ise gülmesine neden olmuştu. "Haspam!" dedim yüzümü buruşturarak ve Arda'nın da yanağını acıtmayacak şekilde sıkarak ona da "Hain!" dedim. Elif, Arda için çok ayrı bir yerdeydi ve bence karşısındaki babası dahi olsa Elif için satardı. Şahsi algılamamam gerekiyordu. Arda'nın karıştırmış olduğu kek karışımını borcama dökmüş ve ardından da ısınması için önceden açtığım fırına atarak zaman ayarı kurmuştum. "Şimdi siz ellerinizi yıkayıp televizyon karşısına ya da her ne yapacaksanız onu yapmaya geçiyorsunuz. Ben de buraları toplayıp, duşa giriyorum." "Pizzadan kaldı mı Bala abla? Ben biraz acıktım." Miraç'ın yokluğunu fırsat bilerek Arda'yla ikimize mini pizzalardan yapmıştım. Nasıl bir insan pizza sevmezdi ki? "Kaldı bebek." Saklama kabına koyarak dolaba koyduğum pizzaları çıkarırken Elif'e döndüm. "Sen de yer misin cadı?" Parmak uçlarında yükselerek kapağını açtığım pizzalara baktı ve ardından da başıyla onayladı. "Yerim..." Kalan üç tanesini de mikro dalgaya attığım sırada Arda da kendisi ve Elif için meyve suyu doldurmuştu. Yeterince ısındıklarına kanaat getirdiğimde birini ortadan ikiye bölerek iki ayrı minik tabağa 1,5-1,5 düşecek şekilde koymuş ve bir tepsiye yerleştirerek birlikte taşıyarak içeri geçmelerini izlemiştim. Asla anlamadığım ama oldukça da güzel bir arkadaşlıkları vardı ve muhtemelen de gelecekte bir ilişkileri olacaktı. Çocuklar çıkınca şarkı açmış ve ardından hızlıca çıkan üç beş bulaşığı makineye atmıştım. Duşa girip çıktığımda da zaten kek de pişmişti. Üçümüze de birer dilim koyduktan sonra ben de çocuklarla çizgi film izlemiştim. Başta biraz saçma gelse de bir yerden sonra bayağı sarıyordu. Kapı çaldığında saatin 10'u geçtiğini ancak fark edebilmiştim. Miraç 09.30 demişti değil mi? "Hih!" dedi Elif de. "Annem işimiz bittiğinde aramamı ve amcamın gelip beni alacağını söylemişti!" Ben bir an Ali'nin neden gelmediğini sorgulamıştım ancak Miraç operasyonda olduğuna göre o da olmalıydı. "Bir şey olmaz..." dedim elimi de desteklercesine sallarken ve ayaklanarak kapıya ilerledim. Ne olur ne olmaz diye delikten bakarken Can'ı görmemle geri çekilerek kapıyı açtım. "Hoş geldin..." dediğimde benden böyle bir karşılama beklemiyor olacak ki şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı. "Hoş buldum." dedi ardından da tereddütle. Ona söyleyip söylemediğimden emin değil gibiydi. "Geç 5 dakika, çıkarsınız." Can bana garip garip baktığında göz devirdim. "Seni öldürmek gibi bir planım yok ama öyle bakmaya devam edersen olacak!" Emir almış gibi bir hızla içeri girdiğinde arkasından kapıyı kapattım ve ancak o an çıplak bacaklarımın üşüdüğünü fark edebildim. O montunu ve ayakkabısını çıkartırken ben içeri ilerlemeye başlamıştım bile. Can da peşimden mutfağa gelirken önce ona da bir dilim kek koymuş ve ardından da kalan kekin yarısını bir saklama kabı içine koymaya başlamıştım. Maalesef ki bu kek de anneminki gibi değildi ve o yüzden ben daha fazla yemezdim. Bir çocuk ve Miraç için de bu kadarı fazlaydı ki Elif de yaptığına göre götürmeliydi. "İçecek bir şey istiyorsan dolaptan al." Misafirperverlik buraya kadardı. "Yok!" dedi ve keke değişik bir şeyi incelermişçesine baktı. Tereddütünü gördüğümde "Zehirli değil, beyaz çikolata, böğürtlen-frambuazlı!" demiştim imayla. "Pardon!" dedi o da benzer bir imayla. "Senden insan gibi bir muamele görmeye alışık olmadığımdan şüpheleniyor bir insan ister istemez..." "Cık!" dedim ve psikopatça gülümsedim. "Ben insanların ağır ağır, acı çeke çeke ölmesinden zevk alıyorum. Öyle bir zehirle 5 dakikada kurtulamazsın elimden. " Can yüzünü buruştururken koca keki tek lokmada ağzına atmıştı. "Yengem, Elif'i bekliyor. Uyku saati geçmiş bile." Ne uyku saatiymiş arkadaş? Saklama kabını Can'ın eline tutuştururken salona ilerlemiştim ve hemen peşimden de Can gelmişti. "Gidiyorsun cimcime..." "Arada yine gelirim..." dedi Elif, Arda'ya dönüp gülümserken. "O kadar uzak değilmiş zaten. Ben daha uzak sanmıştım." Aynı okulda ve hatta aynı sınıftalardı. Üstelik Ahmet amca Arda'yı buraya getirene kadar da beraber takılıyorlardı çoğunlukla. "Olur, bence Hilal abla burada kalmana da izin verir. Sonuçta Bala abla, halan." "En güzel benim!" dedi Elif kaşlarını çatarak ve saçlarını savurdu. Ardından da arkasını dönüp kapıya ilerledi. Kocama hayatım derken iyiydi tabii. Arda neden trip yediğini anlayamazken Can, Arda'nın saçlarını karıştırmış ve "Kızları çok sorgulama." demişti gülümseyerek. Ardından da bana dönüp "İyi geceler ve eline sağlık." demişti. "İyi geceler..." demekle yetindim ona yalnızca ve kapıya kadar da Arda'yla eşlik ettik. Baş başa kaldığımızda Arda'ya döndüm. "Saat kaç?" diye sorduğumda salondaki saate baktı ve "10.30." dedi neden sorduğumu anlamaz bir şekilde. "Cık!" derken gülümsemiştim de. "09.30" dediğimde Arda'nın aydınlanma anını görebilmiştim. "Babam sana hatırlatmadığım için bana da kızar zaten. Aramızda." diyerek beni onayladığında omzundan tutarak içeri yönlendirdim onu. "Koş üstünü değiştir bakalım..." Arda üstünü değiştirene kadar bir milyonuncu kez bulaşık makinesinin başına geçmiştim. Nasıl bu kadar çok ve çabuk bulaşık çıkabilirdi ki? Kapağını kapatacakken göğün gürlemesiyle olduğum yerde sıçramıştım. Çok geçmeden bardaktan boşalırcasına yağmur da yağmaya başladığında ağlamaklı bir nefes koy verdim. Operasyona çıkacak günü bulmuşlardı. "Giyindim, dişlerimi de fırçaladım!" diyerek Arda yanıma geldiğinde ona döndüm. "Birlikte uyuyalım mı?" Sorumla gözlerini kırpıştırdı. "Neden ki?" dediğinde onun neden gök gürlemesinden korkmadığını anlamaya çalışıyordum. "Ben biraz korkuyorum da..." dediğim sırada gök bir kez daha gürlemiş ve sıçramama neden olmuştu. Yalnızca 10 dakika önce başlamış olsa Can ve Elif'i imkanı yok göndermezdim. "Gök gürültüsünden mi?" dedi Arda 'Ciddi misin?' dercesine bir tonla. "Tamam mı, hayır mı?" dedim hoşnutsuzlukla. Herkes korkabilirdi. "Tamam uyuyalım." dedi dudaklarını büzerek ve bunun üzerine odamıza geçerek ikimiz yerleştik yatağa. Her gök gürlediğinde irkilerek uyansam da bir yerden sonra gözlerim tamamen kapanmıştı. * Hissettiğim hareketlilikle huzursuzca kıpırdanmıştım. Gözlerim de hafifçe aralanırken Miraç'ın ay ışığı vuran yüzünü görmüştüm. "Hoş geldin..." diye mırıldanırken gözlerimi de ovuşturuyordum. Nefesini boynuma vererek "Hoş buldum." demiş ve boynuma minik bir öpücük bırakmıştı. Kolunu da belime sardığında kolları arasında dönerek yüzümü ona çevirmiştim. "Niye birlikte uyudunuz siz?" derken benim dönmemden sebep açılan yorganı hem benim hem de diğer yanımdaki Arda'nın üzerine örtmüştü. O an gayriihtiyari bir şekilde cama dönmüş ve dışarı bakmıştım. Yağmur dinmişti. "Ben biraz gök gürültüsünden korkuyorum da Arda da beni kırmadı..." Miraç'ın hafifçe kaşları çatılırken gözü benden ziyade oğlundaydı. "Normalde korkmazdı..." Sanırım gerçekten korkup bir çocukla uyumak istediğime ihtimal vermemişti ve kendim üzerinden metafor yaptığımı falan düşünmüştü. "Hayır, gerçekten ben korkuyorum!" dedim çattığım kaşlarımla. Miraç kısa bir an duraksarken gözlerini de kırpıştırmıştı. Ardından da uzanıp alnımdan öpmüştü. "Ben de nasıl oldu da amirim erkenden yolladı diyorum." dediğinde şaşkınlıkla ona baktım. "Erken mi?" dediğimde de gülerek boynumu öpmüştü bir kez daha. "Hâlâ insanlar orada ilk ifadeleri almakla, delil toplamakla meşgul. Yani evet, yavrum. Fazlaca erken geldim." Ona daha çok sokulurken bunu çok da umursadığımı söyleyemezdim. Zaten günlerdir fazladan çalıştırıyordu ve bunu da ona pekâlâ sayabilirdi. "Bir daha yağmurlu günlerde yanından ayrılmayayım ben..." dediğinde hafif bir alay sezsem de umursamadım. "Hiç hayır demem..." Alnımı göğsüme dayamış ve daha çok kolları arasına girmiştim. O da kollarını belime daha çok dolarken bir kez daha kapatmıştım gözlerimi. |
0% |