Yeni Üyelik
35.
Bölüm

35. Bölüm

@__kao__

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın.

İyi okumalar...

*

"Sanırım gerçekten baba tostu diye bir şey var."

Küçük bir lokma daha alırken onu da hızlıca yutmuştum.

"Birebir aynı malzemelerle ben yaptığımda asla aynısı olmuyor."

O sebeple babamın tostunun yeri oldukça ayrıydı benim için ancak Miraç'ınki de onunkini pek aratmamıştı.

Miraç gülerken çayından da bir yudum almıştı.

"Sen çok sağlıksız bulacakmışsın gibi gelmişti."

Omuzlarımı indirip kaldırdım.

"Sağlıksız zaten ama sonra diğer öğünlerle dengeliyorum."

"Dengelemek derken?" dedi Arda merakla.

"Mesela şimdi bol karbonhidrat ve yağlı bu tostu yiyorum ya, akşam ve öğlen daha sağlıklı, yağsız şeyler yiyeceğim."

Arda yüzünü buruşturdu.

"Yani kendini cezalandıracaksın?"

"Hayır!" derken ben de yüzümü buruşturmuştum.

"Aksine siz bu kadar sağlıksız beslenerek bedenlerinizi cezalandırıyorsunuz. İstediğim her şeyi yiyorum ama kendime de dikkat ediyorum. Hepsi bu."

"Ölümlü dünya..." derken Miraç umursamazca tostundan da büyük bir ısırık almıştı.

Göz devirdim.

"Zaten öleceğiz diye topluca intihar edip kurtulalım o zaman. Çok saçma bir düşünce!"

"O ayrı, bu ayrı yavrum. Şu an en sağlıklı şeyler bile sağlıksız. Ayrıca o kadar işin gücün arasında bir de ne sağlıklı ne değil düşünemem."

Derin bir nefes verdim.

"Bu kadar kendine düşman olma!" diye de söylendiğimde Arda ikilemde gibiydi.

En sonunda "Bala abla daha haklı." dediğinde ben minik bir kahkaha bırakmıştım ve Miraç da oğluna ters bir bakış atmıştı.

"Sen beni satmaya iyi alıştın..." diye de söylendiği sırada ise ben Arda'ya öpücük atmakla meşguldüm.

"Ama öyle..." demiş ve büyük meyve suyu bardağına uzanarak küçük bir yudum almıştı, Arda.

Kalan son lokmayı da ağzıma atmış ve bir miktar soğumuş olan çayımı da kafama dikmiştim.

"Ben makyaj yapmaya gidiyorum..."

Ayağa kalkmış ve Miraç'ın arkasından dolanarak yanağına minik bir öpücük bırakmıştım.

"Ellerine sağlık sevgilim."

Hızlı adımlarla odaya gitmiş ve en önce ellerimi yıkamıştım. Hemen ardından da telefonumdan müzik açarken makyaj masama kurulmuş ve makyaj yapmaya girişmiştim.

"Bir gün köyden çıktı artık,
Şehirli olacak aklına takmış,"

Bir yandan şarkının ritmiyle olduğum yerde sallanırken Bb kremi cildime yedirmekle meşguldüm. Zamanında çok fazla ilaç kullanmam gerekse de şimdi neyse ki ne sivilce ne de leke gibi bir derdim yoktu ve ton eşitleyici bu kremler yeterli oluyordu.

"Giymiş basma mor fistanı,
Yanaklarında güller açmış aah..!"

Kirpiklerimin kıvrılmasını beklerken de ne yazık ki yerimde duramamış ve az daha tüm kirpiklerimin kopmasına neden oluyordum.

Rimelimi yeni sürmeyi bitirdiğim sırada Miraç girmişti içeri. Şarkı kaçıncı tekrarındaydı saymamıştım ancak en sevdiğim kısım gelmişti ve ben söylemeden duramazdım.

"Ellerine kına yakmış ellerine,
Gözlerine sürme çekmiş gözlerine,"

Miraç aynadan beni görebileceği bir şekilde tam arkamda dururken ben bitmiş rimel fırçasıyla kirpiklerimi düzeltmekle meşguldüm.

"Dillerine mersi düşmüş dillerine,
Sosyeteye girmiş köylü güzeli."

Rujumun üzerine gloss da sürdüğümde hazırdım. Zaten üzerimdeki göğsü ve göbeği bir miktar açık olan kahve tonları ağırlıklı, çizgili kazağı ve de kot pantolonu duştan sonra, kahvaltıdan önce giyinmiştim. Saçlarımı da duştan sonra hızlıca balık sırtı örmüştüm şekillendirmeye üşenerek. Kesinlikle her zamanki gibi güzel görünüyordum.

Ayağa kalktığım sırada Miraç da bir kaç adım atarak yanıma gelmiş ve ellerini belime yerleştirmişti

Ayağa kalktığım sırada Miraç da birkaç adım atarak yanıma gelmiş ve ellerini belime yerleştirmişti. Dudaklarıma doğru eğildiğinde kendimi geriye çekmek zorunda kaldım.

"Yeni sürdüm!" diye de hoşnutsuzlukla mırıldandığımda umursamadan bana doğru daha da eğilmiş ve dudaklarıma kapanmadan hemen önce "Yeniden sürersin..." demişti.

Çok da üzerinde durmadan ben de karşılık vermeye başlamıştım. Geri çekildiğinde dudaklarına bulaşan rujumu görmek beni güldürmüştü. Boynuna doladığım kollarımdan birini çözerken mümkünmüş gibi daha da yaklaşmıştım Miraç'a.

Yüzümdeki hafif gülümsemeyle başparmağımı dudaklarına götürmüş ve kasıtlı bir şekilde yavaş hareketlerle ağır ağır temizlemiştim dudaklarını. Hemen ardından da dudaklarımda ruj kalmadığına güvenerek dudaklarına hızlı bir öpücük bırakmış ve geri çekilmiştim.

Ancak Miraç öylece yüzünde kalan elimi çekmeme izin vermemiş ve avuç içimi dudaklarına götürerek bir minik buse de o kondurmuştu.

Derin bir nefes alırken mest olmuş bir sesle "Hadi çıkalım..." dediğinde keyifle gülümsemem büyümüş ve çözdüğüm kolumu tekrar boynuna dolamıştım.

Başımı da iki yana sallarken.

"Siz gidin, ben ikizlere geçeceğim. Terste kalıyor."

"İkizlere geçeceğim derken?" dedi Miraç anlam veremeyen bir ifadeyle.

"Evlerine gideceğim işte." dedim ben de neye anlam veremediğine şaşarken. Dün Egemen çat kapı geldiğimi söylemiş ve bugün tekrar gelmemi istemişti.

Kaşları çatıldığında hafiften yüzümde kalan gülümseme de silinmişti.

"Anlamadım?" dedi bu kez de biraz önceki mest olmuş sesinin aksine oldukça sert bir sesle.

"Neyi anlamadın? Dün de gittim ya!"

Dün gideceğimi söylediğimde böyle bir tepki vermemişti ve şu anki bu tepkisine bir anlam veremiyordum.

Kaşları havalanırken iyiden iyiye de sinirlendiğini hissedebiliyordum.

"Dün sen bana 'İkizlerin yanına gideceğim.' dedin."

Sorunun ne olduğunu şu an gerçekten anlamıyordum.

"Yanlarına ,evlerine, gittim işte!" dedim artık bundan sıkılarak ve de sitemle.

"Yanlarına derken kalkıp iki bekar erkeğin yaşadığı eve gidebileceğini düşünmemiştim Bala! Okullarına, belki bir kafeye falan! Ve kesinlikle tekrarı olmayacak!"

İstemsizce kaşlarım çatıldı. Kollarım da boynundan çözülürken bir adım kadar geriledim.

"Mi-"

İtiraza girişecektim ancak Miraç sertçe sözümü kesti.

"Konu tartışmaya açık değil! Gavat da değilim! Bir daha tek başına evlerine falan da gitmeyeceksin! Çok lazımsa beraber gideriz, ben olduğumda onlar buraya gelir, dışarda insan içinde bir yerde konuşursunuz!"

"Şu an bana güvenmiyorsun!" dedim hayretle ve başımı iki yana salladım.

"Hayır ne olacak? Ne sanıyorsun? İnsan olmayan bir yerde buluşunca yataklarına mı gireceğim?"

Gözlerinden çıkan sinir parıltıları söylediğime söyleyeceğime beni daha o an pişman etmişti.

"Beni delirtme!" dedi dişlerinin arasından bağırmaktan hallice bir tonla. Bağırmamak, sesini yükseltmemek için haddinden fazla efor sarf ettiğini görebiliyordum. Belki benim, belki içerdeki oğlu içindi.

İşaret parmağını da bana doğru sallarken daha kısık bir tonla bir kez daha "Beni delirtme!" demişti sertçe.

"Önce bir ağzından çıkanı kulağın duysun!"

Miraç'ın sesine Arda'nın sesi de karışmıştı.

"Baba!"

Bunun üzerine Miraç kısa bir es vermek, "Geliyorum!" diye bağırmak zorunda kalmıştı Arda'ya sesini duyurabilmek için. Derin bir nefesin ardından ise tekrar bana döndü.

"Konu tartışmaya gerçekten kapalı Bala! Gitmeyeceksin! Bana kalsa arkadaşlığınız da saçma ve gereksiz. Onları tanımıyorum, güvenmiyorum ve bunun yanında sana olan güvenimi göz önünde bulunduramayacağım. İki erkeğe karşı ne yapabilirsin? Her gün onca şey görüyorum ve duyuyorum. Sırf sen seviyorsun, güveniyorsun diye bunca zaman arkadaş olmanıza bir şey demedim ama evlerine gitmene izin vereceğim kadar da uzun boylu değil."

Dudaklarımı ıslatırken derin sinirli bir soluk vermiş ve birkaç adım gerilemiştim.

"Melis senden hoşlanıyor biliyorsun değil mi?" dediğimde de herhangi bir şaşkınlık belirtisi görememiştim. Pekâlâ farkındaydı.

"Melis ne alaka şimdi Bala?" dedi Miraç sıkıntılı bir nefes vererek. Yüzünde de bıkkın bir ifade vardı.

"Ne demek ne alaka? Senden hoşlanan bir kadınla aynı yerde çalışıyorsun. İkizlerden herhangi biri benden hoşlanmıyor!"

Sinirli bir soluk daha verirken sakin kalmak istercesine sakallarını kaşıdı.

"Sen kendin söylüyorsun Bala! Aynı yerde çalışıyorum, kalkıp evine gitmiyorum! Ve sen de kimsenin evine falan gidemezsin!"

Sesi fazlaca dikte edercesineydi ve aksini kabul etmeyeceği de belliydi.

"Tamam!" dediğimde en sonunda, biraz önce geriye adım atarak açtığım aramızdaki mesafeyi kapatmıştı. Bakışlarımı tamamen oyalanmak için başka tarafa çevirmiştim ama çok geçmeden çenemden tutarak tekrardan kendisine dönmemi sağlamıştı.

Kaşları hâlâ çatık, yüzü hâlâ ciddiydi.

"Senin her adımını takip etme gibi bir imkanım yok. Şu an sadece sözüne güveniyorum ve güvenimi boşa çıkarma, Bala!"

"Tamam dedim ya!" diye çıkıştım bu kez de ve elinden kurtulmak için tekrar bir adım geriye gittim.

Kısa süreliğine düzelmiş olan kaşları tekrar çatıldı. Ağzı da açılmıştı ancak Arda'nın "Baba, hadi!" diye bağırmasıyla ağzını kapatmak ve dudaklarını ıslatmak zorunda kalmıştı.

"Hadi bırakayım seni de okuluna!" dediğinde mesafeli sesiyle, başımı iki yana salladım.

"Dersim öğleden sonra!" Aksi tonlamamın ardından adımları kapıya yönelmişti ancak birkaç adım sonra geriye dönerek bana yaklaşmış, çatık kaşlarına ve benim hoşnutsuz ifademe rağmen alnıma uzun bir öpücük bırakmıştı.

Her sabah ayrılmadan önce yaptığı hareketi kızgın olmasına rağmen yapması beni biraz da olsa yumuşatırken Miraç çoktan arkasını dönmüş ve odadan çıkmıştı.

*

"Zaten kafede çalıştığım zaman onlar bırakıyorlardı beni. Ben ikizlere güveniyorum. Güvensizliği tamamen bana!"

"Şimdi enişte bey de çok haksız sayılmaz ki sana da güvenmediğini sanmıyorum. Güvenmese en başta kafeye gitmenize falan da izin vermezdi. Ne biliyim en azından bir laf atar, burnundan getirecek bir şey yapardı."

Düşünürcesine duraksadı Kardelen.

"Tanımadığı için güvenmediğini söylememiş miydi? Tanıştır kurtul."

Göz devirdim.

"Herhangi bir arkadaşımın evine gitmek için önce Miraç'ı mı tanıştıracağım? En son 8-9 yaşındayken falan annem tanımadığı kimsenin evine gitmeme izin vermiyordu."

Kardelen yatakta ters dönerken göz devirdi.

"Lafı çekiştirme sen de! Buraya gelmene karışsa en başta ben olay çıkartırım. Sen bu ikizleri ne zamandır tanıyorsun da evlerine gidip gitmemeyi bu kadar dert eder oldun?"

Yapmacık bir şekilde gülümserken "Hemen hemen Miraç'la aynı zamandır tanıyorum." dediğimde Kardelen bir duraksamış, tabiri caizse eror vermişti.

"Tamam..." dedi uzata uzata düşünmek için süre kazanmak istercesine.

"Ama sen ikizleri sıfırdan tanıyorsun. Miraç, zaten Mustafa amcanın elinde büyümüş. Kötü biri olsa Mustafa amca gerekirse seni eve kilitler yine evli kalmanıza, beraber olmanıza izin vermezdi."

"O izin vermez, bu izin vermez! Birilerinden izin almak zorunda mıyım ben amına koyayım? 22 yaşında olacağım birkaç ay sonra!"

"Siktir git o zaman ikizlerin evine!" derken işaret parmağıyla da kapıyı işaret etmişti.

"Miraç arkadaşı dahi olsa bir kadının evine gidecek? Dünya'nın en çirkef insanına dönüşürsün. Adam yine iyi tepki vermiş. Ve istersen geri kafalılık de ama bu konuda da Miraç'a katılıyorum. Sevgilimin yakın kız arkadaşı olamaz, arkadaş ortamıyla gidilir o ayrı ama tek başına da bir kızın evine falan gidemez. Ki bence sen de benimle aynı fikirdesin yoksa şimdiye milyon kez Miraç'ın inadına ikizlere gitmiştin. İzin alma-verme mevzusunu kendine yedirememişsin bu kadar."

Bir kez daha göz devirdim ama haklı olduğu noktalar da yok değildi.

"Pek değerli psikolojik analizlerin bitti mi bebeğim?"

"Bitti!" derken çemkirmişti adeta ve hemen ardından da uzanıp yanağımı sıkmıştı sertçe.

"Ee?" derken uzattığım ayaklarımı toplayarak bağdaş kurmuştum.

"Sen de ne var ne yok? Ne zaman evleniyorsun?"

Kardelen minik bir kahkaha atarken biraz önce başını koyduğu yastığı da bana fırlatmıştı.

"Böyle iyiyim ben şekerim. 48 kedimle birlikte yaşayıp, bir başıma öleceğim."

"Tövbe de be!" dediğim sırada kapı baskın yapılırcasına açılmış ve odaya Zeliş girmişti.

Benim gibi korkan Kardelen "Ay, anne!" diye isyan ederken ben başparmağımı ön dişlerime getirerek damağımı kaldırdım.

"Ooo!" dedi bakışları doğrudan bende olan Zeliş.

"Kimleri görüyorum? Bir zamanlar kızımdan ayırmazdım, o da bir annesi sayar beni derdim..."

Anlamlı anlamlı da başını sallarken ben bıkkın bir nefes vermiştim. Habersiz evlendiğim için bir azar yemediğim Zeliş kalmıştı o da azarlasındı da ben de herkes de kurtulsundu.

Başımı söylediklerimi tasdiklercesine öne arkaya sallarken "Gönder gelsin içindekileri Zeliş! Alıştım ben..." demiştim.

"Bak bir de duygu sömürüsü yapıyor ya!" derken ayağındaki terliği çıkarıp doğrudan bana fırlatmıştı ancak neyse ki yastıkla engel olabilmiştim. Bu sırada Kardelen'in kahkahası da odada yankılanmıştı.

Ayıplarcasına "Cık, cık, cık..." yaparken Zeliş'e de ters ters bakmıştım.

"Bak bunu yastıkla da kurtaramazsın!" dedi tehdit edercesine. İşaret parmağı ayağında kalan terliği gösteriyor, kaşları havalanmış ve de gözleri alabildiğince açılmıştı.

Bunun üzerine hızla "Cık, cık, cık..." yapmayı bırakmış ve genişçe gülümseyerek öpücük atmıştım.

"Vallahi öyle spontane gelişti. Kimse yoktu. Miraç, ben, iki de şahit... Yoksa baş tacısın, biliyorsun sultanım..."

Zeliş bıyık altından gülümser gibi olduğunda yatak da dizlerimin üzerinde doğrulmuş ve Zeliş'in yanağına sert bir öpücük bırakmıştım.

"Lütfen, sen tavır alma bari bana. Kimse konuşmuyor zaten benimle!"

Aslında anneannem dışında herkesle arayı düzeltmiştim ama bilmese de olurdu.

"Damat beyi bir tanışma yemeğine getirirsin artık!"

"Getiririm tabii! Sen de gelirsin!"

Diğer yanağına da bir öpücük bıraktım.

"İyiyiz şimdi değil mi?" diye sorduğumda da buzları iyice kırılmış olacak ki belli belirsiz başını sallamıştı.

Bu sırada da Kardelen kulağıma "Yalancı!" diye fısıldamış ve benden minik bir dirsek yemişti.

*

"Hoş geldin..." dediğim sırada ayakkabılarını çıkartmış ve montuna geçmişti.

"Hoş buldum yavrum..."

Montunu astıktan sonra doğrudan bana ilerlemiş ve alnıma uzun bir öpücük bırakmıştı.

"Nasıl geçti günün? Neler yaptın?"

Miraç'a ters bir bakış attım.

"İkizlere gidip gitmediğimi soruyorsan gitmedim, Miraç!"

Miraç'ın anında kaşları çatılırken salona doğru ilerleyen adımları da duraksamıştı.

"Sabah söyledin gitmeyeceğini zaten, Bala! Her gün ben sana ne yaptığını, gününün nasıl geçtiğini soruyorum. Konuyu daha fazla uzatma!"

Soruyordu sormasına ama girer girmez sormuyordu.

Kaşlarımı, ifademi düzeltmek için üstün bir çaba harcadım.

"Yemek hazır." dedim yalnızca hâlâ bana bakmayı sürdürdüğü sırada.

Sabır çekercesine bir nefes almış ve banyoya ilerlemişti. Ben de Arda'nın odasına ilerlemiştim. Yarın sınavı olduğunu söyleyerek gelir gelmez kendini odasına kapatmıştı ancak bu yaştaki çocuğa nasıl bir sınav yapacaklarını anlayamamıştım.

Kapısını tıklattım ve aksi bir cevap gelmeyince de yavaşça araladım. Masasında kapıya dönmüş ve içeri girecek kişiyi bekliyordu.

"Baban geldi, yemek yiyeceğiz."

Başını aşağı yukarı sallarken her zamankinden farklı bir hali vardı.

"Geliyorum, Bala abla." dediğinde üzerinde çok durmayarak mutfağa ilerlemiştim. Köri soslu makarna ve tavuk bence çok iyi bir ikiliydi ancak yaparken Miraç'ın yiyip yemeyeceğinden asla emin olamamıştım. Bana elinden her şeyi yerim dese de pizza, hamburger tarzı şeyleri yemeyen bir insana çok da güvenemiyordum.

Sabah tost yediğim için kendime makarnayı yok denecek az koymuş ve makarna yerine de bolca salata koymuştum.

Miraç ve Arda mutfağa peş peşe girdiğinde de yerime oturmuştum. İki yanıma ikisi de yerleşirken normalde konuşan ben ve susan ikisi olduğu için ben de konuşmayınca masada çıt çıkmamıştı neredeyse.

Yalnızca Arda'nın yemeğini yemek yerine oyalanması üzerine Miraç neden yemediğini sormuştu ve Arda da canının istemediğini söylemişti. Miraç da en azından yarısını bitirmek zorunda olduğunu söylemiş yani kısaca yemesi için çocuğu zorlamıştı.

Arda'nın "İSTEMİYORUM İŞTE!" diye bağırması ve masadan kaçarcasına kalkması ise kesinlikle beklenmedikti. Miraç da en az benim kadar beklemiyor olacak ki bir tepki dahi verememişti ilk birkaç dakika.

Şaşkınlığını atlattığında ise sandalyesini geriye itmiş, sıkıntılı da bir nefes vermişti.

"Bugün anlaşıp mı geliyorsunuz üzerime?" diye bana da söylenerek o da masadan kalkmış ve Arda'nın peşinden odasına gitmişti.

"Yemek zorunda değilsin ama bizimle o sofrada oturmak zorundasın Arda! Ayrıca istediğin ya da istemediğin şeyleri söylerken bağırmaman gerektiğini sana daha önce söylemiştim."

Kapıyı açık bıraktıkları için olsa gerek sesleri buraya kadar çok net olmasa da gelebiliyordu.

"Ama baba-" demişti ki sözü kesilmişti Miraç tarafından.

"Şimdi benimle masaya geliyorsun. İster ye, ister yeme. Yemekten sonra neden böyle davrandığını konuşacağız."

Yemeğe devam etmek için gelmelerini arkama yaslanmış bir şekilde bekliyordum. Geldiklerinde artık kelimenin tam anlamıyla kimseden ses çıkmıyordu. Biz sessizce yemeğimizi yerken Arda onu da yapmıyordu.

Yalnızca asık bir suratla oturuyor ve masadan kalkmak için bizim yemeğimizin bitmesini bekliyordu.

Miraç yemeğini bitirdiğinde ve benim de yemeğimi bitirdiğime emin olduğunda "Ellerine sağlık." demiş kısaca ve ardından da doğrudan Arda'ya dönmüştü.

"Şimdi derdin ne söyle bakalım küçük bey?"

Arda masaya doğru eğilmiş bedenini dikleştirerek arkasına yaslandı. Bana kaçamak bir bakış attığında ise benden çekindiğini anlamıştım.

"Ben burayı toplarken neden salonda ya da Arda'nın odasında baba oğul konuşmuyorsunuz?"

İlk olarak ayağa kalktığımda Arda'nın tabağını almıştım önünden.

"Acıktığında söyle ısıtalım." da dediğimde Miraç ayağa kalkmış ve eliyle oğluna içeriyi işaret etmişti.

Ancak Arda'nın peşinden gitmeden önce bana dönerek hafiften gülümsemişti.

"Teşekkür ederim..." dediğinde ise neye teşekkür ettiğini asla anlayamamıştım ancak içeri ilerlediğinde bunu ona soramamıştım.

Arda'nın tabağındaki makarna, tavuk ve salatayı karışmamaları için ayrı ayrı saklama kaplarına koyarak dolaba kaldırmıştım en önce. Ertesi güne yemek kalmasından nefret ederdim ve bu yüzden de tam yetecek kadar yapmaya özen gösteriyordum.

Ardından da hızlıca kalan bulaşıkları makineye atmış ve dün ve bugünün tüm bulaşıklarıyla dolan makineyi de çalıştırmıştım.

Dünden kalan kek ve demlediğim çaydan oluşan tepsiyle salona ilerlediğimde Arda babasının kucağında oturmuş ve minik kollarını da babasına sarmıştı.

Arda elimdeki tepsiyi gördüğünde hızla babasından ayrılmıştı ancak sonra aç karna yemesine izin vereceğinden emin olamamış olacak ki babasına dönmüştü.

"Kek yiyebilir miyim?"

Oğlunu kırmamak için olsa gerek başıyla onayladı.

"Bu seferlik sadece..." diye altını çizdiğinde de Arda hızla başını sallamıştı aşağı yukarı.

Tabaklardan birini babasından ayrılarak yana oturan Arda'ya vermiş ve sütünü de kenara bırakmıştım.

Miraç'a koyduğum kek ve çaylarımızı da önümüze gelecek şekilde bırakarak diğer yanına da ben yerleşmiş ve kolunun altına girmiştim. Ters tepmesinden korksam da korktuğumun aksine kolunu belime sarmış ve beni kendine çekerek başımın üzerine bir öpücük bırakmıştı.

Bu anı ise pek zamansız çalan telefonu bozmuştu ve tabii ki arayan Ali'ydi.

Ben göz devirirken Miraç telefonu açabilmek için benden biraz uzaklaşmak ve hatta doğrulmak durumunda kalmıştı.

Açar açmaz ahizeden gereğinden fazla çıkan Ali'nin sesini oldukça net bir şekilde duyabilmiştim.

"Neredesiniz? Maç başlayacak!"

Miraç sessiz bir küfür mırıldandıktan sonra bakışları duyup duymadığını kontrol etmek istercesine oğluna dönmüştü. Hiçbir şey umurunda olmayan Arda ise büyük bir dikkatle kekini yiyip sütünü içiyordu.

"Unuttum ben onu ya..." diye mırıldandığında Ali'nin ahizeden gelen sesi hemen yanımdan gelen Miraç'ın sesini bastırmıştı.

"Unuttun mu?"

Ali'nin sitemli ve de tahminimce kaşlarını çatarak söylediği sözlerin üzerine Miraç hızlıca "Geliyoruz." diyerek adeta suratına kapatmıştı Ali'nin.

"Sendi, Arda'ydı derken söylemeyi unuttum." diyerek bana döndüğünde hiç beni de katmamışçasına yan dönmüş ve sırtımı kol koyma yerine yaslarken bacaklarımı kendime çekmiştim.

"İyi eğlenceler, sevgilim." dediğimde elimi yakaladı.

"Sen de geliyorsun!"

"Ay, yok!" dedim başımı da tasdiklercesine iki yana sallayarak.

"Hiç Ali'yi çekemem."

"Tüm ekip orada olacak." dediğinde gözlerim kısıldı. Tüm ekibin erkekleriydi herhalde kastı. Gerçi erkek erkeğe takılacak olsalar beni en başta çağırmazdı.

"Hazırlanıp geliyorum sevgilim." dedim gülümseyerek.

Loading...
0%