@__kao__
|
Uyarı: Bölüm sonunda +18 bir kısım var. 18 yaşından küçük ve rahatsız olacakların okumaması tavsiye edilir Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. İyi okumalar... * "Bala, sadece abinlere gidiyoruz!" Topladığım saçlarımın etrafına bir tutam saçımı sararken Miraç'a ters bir bakış attım. "Yani Ali'lere..." diyerek kendini düzelttiğinde ise tel tokayla saçımın etrafına doladığım tutamı tutturmuştum. Yakası bozulan dar beyaz badimin yakasını düzelterek ayağa kalktım. Kalkmamla yukarı toplanan bej eşofmanım da kendiliğinden inmişti. Göbeğim açıktaydı ve hatırı sayılır bir göğüs dekoltesi veriyordum. Daha bir yere gitmelik etek, pantolon gibi bir şey giymeyi de düşünmüştüm ancak saniyeler önce Miraç'ın söylediği gibi sadece Ali'lere gidiyorduk. Muhtemelen Melis de olacaktı ve emindim ki Elif'in kıyafetlerine yorumundan sonra süslenip gelecekti ancak bence üzerimdekiler oldukça yeterliydi. "Hazırım..." derken son olarak aynaya eğilmiş ve hafiften taşırdığım rujumu temizlemiştim. "Hasta olacaksın!" derken başını onaylamazcasına iki yana sallamıştı ve bakışları çıplak karnımdaydı. Reglim de yaklaşıyordu ve muhtemelen bugünden sonra ağrıdan geberecektim ama tekrar bir kombin falan yapamazdım. Zaten evde olacaktık. "Bir şey olmaz!" derken Miraç'tan önce kapıya ilerlemiş ve bir de utanmadan "Hadi, geç kalacağız!" demiştim. Miraç'ın ters bakışlarını sırtımdan hissetsem de önüme düşen perçemlerimi geriye atmakla meşguldüm. "Arda, hadi oğlum!" Ben beyaz şişme montumu giyene kadar Arda da koşarak odasından çıkmış ve yanımıza gelmişti. "Uyku saati yok değil mi? Bugün geç uyuyacağım." Miraç, Arda'nın montunu giymesine yardım ederken sıkıntılı bir nefes de vermişti. "Bugün biraz fazla istisna oldu sanki..." "Babaannemlere gidip uyumak istemiyorum!" dedi Arda ayakkabılıktan, ayakkabılarını alırken. Ben de bu sırada beyaz sporlarımı geçirmiştim ayağıma. "Hem maçı da izlemek istiyorum sizinle." "Peki ama bu da devamlı bir şey değil ve de olmayacak." dedi Miraç da ve hızlıca o da üzerine montunu giyindi. Bir kot pantolon ve düz siyah bir kazak giymişti ve siyah yakışıyordu kendilerine. Arda sevinçle olduğu yerde zıplarken bu haline ister istemez gülümsemiştim. En nihayetinde birlikte evden çıkabilmiş ve çok geçmeden de Ali'lere ulaşabilmiştik. Kapıdaki arabalardan bile içerde azımsanamayacak bir kalabalık olduğu belliydi. "Elif açacak." dedi Arda biz bahçe kapısından içeri girerken. "Bence Can'a açtıracaklar." dedim başımı da Arda'ya katılmadığımı belirtircesine iki yana sallarken. Şu an kapıyı kimin açacağını konuşuyorduk. Bu saatte Elif'e kapıyı açtıracaklarını pek sanmıyordum ki normalde de bir çocuğa kapıyı açtırmak ne kadar mantıklıydı tartışılırdı. "İddiaya girelim." dediğinde "Nesine?" demiştim ben de duraksamadan ve Miraç'ın zile giden elini havada yakaladım. Durup bize dönerken Arda'nın gözleri düşündüğünü belirtircesine etrafta geziniyordu. En sonunda "Jelibonuna!" dediğinde ise serçe parmağımı uzatmış ve "Şeftali halkalı!" diyerek ekleme yapmıştım. Arda da serçe parmağını getirip serçe parmağımı kavrarken "Anlaştık!" demişti neşeyle. Ben de gülümseyerek Miraç'a döndüm. Yüzündeki hafif gülümsemeyle bizi izliyordu. "Şimdi çalabilirsin sevgilim." dediğimde bakışlarını bizden çekmeden hemen yanındaki zile basmıştı. Miraç'ın yanına sokulduğumda kolunu doğrudan çıplak belime sarmıştı ve doğrusu sıcak eli üşüdüğümü fark etmeme neden olmuştu. Nitekim Miraç da "Buz gibi olmuşsun!" demişti onaylamazcasına. Üzerimde mont olsa da hem beli kısaydı hem de iki adım diyerek önümü kapatma gereksinimi görmemiştim. Neyse ki kapı çok geçmeden Can tarafından açılmıştı. Tam sevinecekken bir adım kadar arkasından öne çıkan Elif'le bunu yapamadım. Zaten yerinde dursa şu cadı şaşardım. "Of, Can abi ya!" dedi Arda da gözlerini devirerek. Can ne yaptığını anlayamazken ben de derin bir nefes vermiştim. "İkiniz de kazandınız bence. Yarın alırım." demişti Miraç gülümseyerek. Bu esnada benim "Hiç itiraz etmem." diyen sesim ve Elif'in "Neyi kazandılar?" diye soran sesi birbirine karışmıştı. Miraç "Sen de kazandın..." derken oğlu ve benim ardımdan içeri girmiş ve Elif'in saçlarını geriye atmıştı. Montlarımızı halihazırda ağzına kadar dolu olan askılığa astıktan sonra Can'ın önderliğinde Ali'lerin salonuna ilerlemiştik. Elif zaten kaşla göz arasında kocamın kucağına çıkmıştı ve Arda da benim yanımda yürüyordu. "Bi', susun kızım ya! Kızlar futbol izleyemez mi dediniz takıldınız peşimize, tepemizde sabahtan beri bir susmak bilmediniz!" Ali kime diyordu anlamamıştım ancak bunu Ali'nin demesi başlı başına bir ironiydi. "Aşk olsun komiserim! İzliyoruz işte. Ayrıca maçtan da anlıyorum." dedi daha önce görmediğime emin olduğum bir kız. Ali ona yalnızca 'Tabii, tabii...' dercesine başını sallamakla yetinirken gözüm babamla kesişmişti. Ev kesinlikle ana baba günüydü ve oturacak yer yoktu neredeyse. Yemeğe gittiğimizde bile bu kadar kalabalık değildi. "Hoş geldiniz..." dedi Hilal gülümseyerek. Pek de maçla ilgilenmediğini gösterircesine yemek masasına oturmuştu. Yanında da Sinan abinin hamile karısı vardı ancak kadının adını hatırlayamamıştım. Arda, büyük bir rahatlıkla Ali ve dedesi ,Ahmet amca, arasındaki boşluğa geçip oturmuştu. Ali bunu hiç yadırgamadan Arda'nın kendine yaslanmasını sağlarken Elif büyük bir ihanete uğramış gibiydi. "Sen de mi maç izleyeceksin?" dedi büyük bir hayal kırıklığıyla da. Ancak Arda atılan golle birlikte Elif'i kelimenin tam anlamıyla ya duymamıştı ya da unutmuştu. Ki duymaması çok muhtemeldi çünkü hepsi birlikte öyle senkronize bir şekilde ayağa kalkmış ve bağırmıştı ki olduğum yerde sıçramıştım. Kapıya polis dayanmasa bari diyecektim ancak karakolda polis kaldığından pek emin değildim. "Erkekler!" dedi Elif yüzünü buruşturarak ve annesinin yanına ilerledi. Golden sonra varlığımızı fark edebilmiş olacak ki bir çocuk oturduğu ikili koltuktan kalkmış ve "Böyle geçin komiserim." demiş ve kendisi arkadaşlarının yanına ,yere, oturmuştu. "Geç yavrum!" dedi Miraç önceliği bana vererek ama başımı iki yana salladım. "Sen geç." derken gözümle kendime rota oluşturmuştum. Muhtemelen önlerinden geçersem büyük bir linç yerdim. Şayet amirlerinin kızı olmasaydım. Yine de elimden geldiğince hızlı bir şekilde önlerinden geçsem de bu Ali'nin söylenmesine engel olamamıştı. "Başka oturacak yer mi yok? Geçme şu televizyonun önünden!" Babamın oturduğu berjerin kol koyma yerine geçerken Ali görmese de ona göz devirmiştim. Babamın bana dönmemesi ise alışık olduğum bir şey değildi. Normalde en azından kısa bile olsa bana bir bakar ve gülümserdi ancak şimdi bakışlarını ekrandan çekmemesi garibime gitmişti. Belki dalmıştır diye kazara gibi ama gayet kasıtlı bir şekilde babamın omzuna da çarpmış ve hatta "Pardon!" da demiştim ancak babam yine de bana dönüp bakmamıştı. İlk yarı bitip araya girene kadar da herkes hipnotize olmuş gibi maç izlemişti. Yalnızca konuşma yetilerini futbolculara sövmek için kullanmışlardı. Ara olduğunda Hilal içeri ilerlerken Ali de sanırsam kendi yerine Can'ı "Yengene yardım et." diyerek mutfağa yollamıştı. "Ben de yardım edeyim!" İmalı tonlamayla birlikte daha öncesinde varlığına dikkat dahi etmediğim Melis'e dönmüştüm. Gözleri daha çok bendeydi. Sanırım kalkıp yardım etmememi garipsemişti ancak onu takamayacaktım. Ayıp olup olmaması da umurumda değildi. Şu an daha önemli bir sorunum vardı. "Konuşmuyor muyuz?" diye sorduğumda babama hitaben yine herhangi bir cevap alamamış, aynı zamanda da cevabımı çok güzel almıştım. En son bıraktığımda konuşmayan taraf bendim. Ne ara işler tersine dönmüştü ki? "Baba!" demiştim ki ismimin geçtiğini duymamla salondaki diğer insanlara dönmüştüm. Ancak doğrudan bana bir şey diyen yoktu sanırım. Bahsimin hangi konuda da geçtiğini bilmiyordum ancak kötü bir şey olmasa gerekti. "Hiç mi konuşmayacaksın?" diye sordum bu kez de. Ancak yine bir cevap vermemiş üstüne kendisine bir şeyler diyen Sinan abiye dönmüştü. Sinirlerim bozulurken Hilal elinde bir tepsi dolusu çayla içeri girmişti. Peşinden Can da bir tepsi dolusu atıştırmalıkla gelmişti, hemen arkalarından da Melis kestane dolu olan tabaklarla içeri girmişti. Hilal önce bizden taraftan başlarken, Can önce Sinan abinin hamile karısına vermişti. Melis ise çok alakasız bir şekilde en önce Miraç'ın önüne bırakmıştı tabağı. Miraç'a gülümseyerek bir şeyler de demişti ama ne dediğini ne yazık ki duyamamıştım. Neyse ki Miraç ona ufak da olsa bir gülümseme sunmamış, hatta yalnızca duyamadığım tek bir kelime söylemekle yetinmişti de babamı bırakıp yanlarına gitmek zorunda kalmamıştım. Melis yüz bulamamamın suratsızlığıyla bizden tarafa doğru gelirken çoktan elimde Hilal'in verdiği çayım vardı. Hilal'e teşekkür etmeyi unuttuğumu fark ettiğimde Melis'e daha da gıcık kapmıştım. Kestaneyi daha çok babamın önüne bırakırken "Siz seversiniz amirim!" de demişti. Bana kalırsa yaptığı yağcılıktan başka bir şey değildi ki muhtemelen kestaneleri de babam almıştı. Hep aynı kestaneciden aynı büyüklükteki kestaneleri alırdı. Uzanıp önümüze bıraktığı kestane kasesini doğrudan kucağıma alırken amacım hem Melis'i gıcık etmek hem de babamı benimle iletişime zorlamaktı. "Açar mısın?" dedim babama kestanelerden bir tanesini uzatırken ancak dik bir şekilde Melis'e bakmakla meşguldüm. Melis de pekâlâ ona neden böyle baktığımın farkındaydı. Anladığımı yeni mi anlamıştı bilmiyordum ama utançla gözlerini benden kaçırdı ve Sinan abiye geçti. Yine de benim için onu mazur görecek bir durum yoktu ortada. Köşesinde sessiz sedasız sevse sesimi çıkarmazdım. En nihayetinde kalpti bu ve kimi seveceğini seçemezdi ama hareketlerine dikkat etmek zorundaydı. Özellikle sevdiği adamın bir ilişkisi, bir karısı varken bunu belli edecek en ufak bir davranış gösteremezdi. "Güzel çizilmiş aslında neden açamadın?" derken Ali'nin herhangi bir ark niyeti yoktu ancak her şeyin içine bu kadar dahil olmasa olmuyor muydu? Babam derin bir nefesin ardından kestaneyi elimden alırken tek kelime dahi etmeden açmaya girişmişti. "Kestane açarken kaç tırnak kırdım biliyor musun sen? Mükemmel uzunluktalar şu an ve hiçbir şey olmamalı!" Sürdüğüm beyaz ojelerle de oldukça güzel duran tırnaklarımı Ali'ye doğru uzatmıştım. Yüzünü buruşturdu. "Senin dertlerinden istiyorum!" diye de söylendiğinde onu takmadım asla. Aylarca emek verip uzatıyordum ve o tırnağın kırılmasının ne büyük bir acı olduğunu yaşamayan bilemezdi. Hele birden çok tırnak kırıldığında kalanları da bizzat senin kesmek zorunda kalman çok korkunç bir şeydi. "Ben de uzatmak istiyorum ama işim gereği olmuyor maalesef. Sürekli kırılıyorlar." Aslı'nın üzgünce söylenmesiyle ona dönmüştüm. Asker olmayı isterken hiç işin bu boyutunu düşünmediğimi de fark etmiştim ancak asker olsam takacak en son şeyim tırnaklarım olurdu muhtemelen. Bu sırada da babam açtığı kestaneyi avucumun içine bırakmıştı. Kaseyi doğrudan babamın kucağına bıraktım. Bu fazlasını istiyorum demekti. "Ben babama aynısını söylediğimde zorla tırnaklarımı kestirtmişti. 'Tırnağı kırılmasın diye kestane yemiyormuş hanımefendi!' diyerek söylenmeyi de ihmal etmeden." Bu ilk geldiğimizde Ali'nin söylendiği kızdı ve babama imrenircesine bakıyordu. "Haklı baban! Babam çok yüz veriyor!" Ali'nin de bakışları tek kelime etmeden benim için kestane açan babamdaydı. "Sadece kıskanıyorsun!" dedim dudaklarımı büzerek ve hemen ardından da gülümsedim. Can da eş zamanlı bir şekilde "Sen de Elif'e aynısını yapıyorsun!" demiş ve masada oturup annesinin açtığı kestaneleri yiyen Elif'e ters bir bakış attı. Elif yine Can'a bir şey yapmış olacak ki suçunu bilen bir tavırla dönüp buraya bakmamıştı bile. "Benim bir kızım var! Tabii şımaracak!" "Zaten amirimin 10 kızı vardı!" dedi Sinan abi gülerek. "Kastım tek çocuktu..." dedi Ali hoşnutsuzlukla. "Kıskandığını söylemiştim!" derken gülümsemiş ve babamın avucuma bıraktığı kestaneyi Ali'nin gözünün içine baka baka ağzıma atmıştım. Bu sırada Miraç'ın onaylamazcasına başını iki yana salladığını ve de hafiften gülümsediğini de görmüştüm. "Amirim siz çok sessiz kaldınız." dedi yerde oturan çocuklardan biri. "Kız evlat mı, erkek evlat mı?" "Evlat seçilmez de kayırılmaz da." dedi babam yalnızca ve sohbetten sıyrılmak için Ahmet amcaya dönecekti ancak Ali'nin tekrar atılmasıyla bunu yapamadı. "Ben 'Kestane açar mısın?' desem ağzıma s-" Hemen dibinde ne diyeceğini merakla bekleyen Arda'ya bakmış gülümsemiş ve ardından da karısına dönüp gülümsemiş ve en son tekrar bizden tarafa bakarak "Beni pişman etmiştin." demişti. "Başlıyor!" dedi bu sırada Aslı'nın kocası ve sohbet de burada kesilerek herkesi tekrar maça kilitledi. Babamın bana pas vermemesi artık canımı sıkıyordu. Hiçbir şey söylemeden yalnızca avucuma temizlediği kestaneleri bırakıyordu. Kestane yemekten de sıkılmıştım ancak tek etkileşimimiz de bu olduğu için verme diyemiyordum. Omzumun gerisinden arkama baktım. Düşüp kafamı çarpmam için çok müsaitti. Boş bulunup arkama yaslanmış gibi kendimi geriye attığımda babamın eli sırtıma gitmiş ve düşmemi engellemişti. Kasıtlı yaptığımı anlamış mıydı anlamamış mıydı bilmiyordum ama "Ya şurada düzgün otur, ya da başka bir yere geç!" diye fısıldayarak adeta azarlamıştı beni. "Ne zamandır konuşmuyoruz ya biz?" dedim en sonunda bundan sıkılarak halihazırda bana dönmesini ve hatta benimle azarlamak için dahi olsa konuşmasını fırsat bilerek. "Sen zaten benimle konuşmadığın için fark etmemen çok normal kızım!" dedi babam sitemle ve önüne döndü. Dilimi üst dişlerimde gezdirirken sıkıntılı da bir nefes vermiştim. İşler ne ara tersine dönmüştü gerçekten bilmiyordum ancak babamın benimle konuşmasını istiyordum. Tamam kızgındım ona ama günün sonunda istediğimde kollarının arasında olabileceğimi bilmem gerekiyordu. Tekrar bana kestane uzattığında istemediğimi belirtircesine elini iteklemiştim. Babam kısa bir an bana baksa da uzatmadan elini geri çekmişti. Maç uzatmalardan sonra en nihayetinde bittiğinde babamın dibinde surat asmaktan sıkılarak geçip Miraç'ın yanındaki küçük boşluğa oturmuştum. Ellerini belime sararken başımın üzerine de minik bir öpücük bıraktı. "Babam benimle konuşmuyor!" diyerek fısıltıyla adeta babamı Miraç'a şikayet ettim. "Sadece hâlâ biraz sinirli..." derken bir yandan da eli çıplak belimi okşuyordu. "Ben de sinirliyim!" dedim başımı omzuna yasladığım sırada. Miraç yorumsuz kalırken ilgim tekrar diğerlerine dönmüştü. Kusursuz cinayet nasıl işlenir diye tartışıyorlardı ve diğeri şöyle açığa çıkar diyerek diğerinin yarımını kapatıyordu. Bunu bu kadar polisin tartışması ise buradaki asıl korkunç olan şeydi. "Eğer cinayet planlı olacaksa en iyi zaman kurban bayramı." diye neden atıldım bilmiyorum ancak tüm gözler bana dönmüştü. "Kan, kanlı kıyafet, kanlı bıçak... Hiçbiri göze batmaz. Cesedi kimse görmeden yok et yeter. " "Kimi öldürmeyi planlıyorsun?" dedi Ali doğrudan. Minik bir kahkaha bırakırken "Seni." dedim ben de. Ali'nin yüzünü buruşturduğu sırada Miraç'ın bana inanamazcasına baktığını görmüştüm. Devamında da tartışmaya devam ederlerken başımı Miraç'ın omzuna yaslamıştım. Söyledikleri her bir şeyi aklıma neden not ettiğimi ise bilmiyordum. Sanırım gerçekten gelecekte birini öldürürsem nasıl sıyrılabileceğim az çok kafamda canlanmıştı. Saat ilerlerken gözlerimin kapanmaya başladığını hissedebiliyordum ancak engel olamadım. "Yoğ, ne münasebetle? Sen oğlunla misafir odasına geçiyorsun. Bala da Elif'le kalıyor." "Evliyiz farkındaysan." Hayal meyal duyduğum seslerle huzursuzca kıpırdanırken Ali'nin "Evlenirken bana mı sordunuz?" dediğini zar zor anlayabilmiştim. Birinin kucağında havalandığımda kollarım refleks olarak boynuna dolanmıştı. Gözlerimi ovuştururken seçemediğim ses "Uyu." da demişti. Gözlerim de bu emri bekliyormuşçasına açılma girişimlerine son vermiş ve tamamen kapanmıştı. Sabah gözlerimi araladığımda yanımda Elif'i görmek pek beklediğim bir şey değildi. Bana doğru sokulmuş ve kollarımın arasına girmişti. En son Miraç'ın omzunda uyudu uyuyacak olduğumu hatırlıyordum ve gerisi yoktu bende. Benim kıpırdanmamla Elif de kıpırdanmaya başlamıştı. Bugün Allah'tan cumartesiydi de hazırlanma gibi bir derdim yoktu. Gözlerini araladığını gördüğümde "Günaydın." dedim Elif'e ve yatakta doğruldum. Elif'in odasındaydık. Makyajımı temizlememiştim. Elif'in "Günaydın." demesine çok da takamadan hızla yataktan çıkmış ve daha önce kaldığımda öğrendiğim üzere banyoya geçmiştim. Çok batmasa da dünden kalma bir makyajla uyandığım anlaşılıyordu. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra parmağıma az bir şey diş macunu sıkmış ve mecburen bu şekilde biraz da olsa fırçalamıştım. Artık nispeten kendimi daha iyi hissediyordum. Niye burada kalmıştık ki? Daha doğrusu kalmış mıydık? Yani sadece ben mi kalmıştım yoksa Miraç'la, Arda da burada mıydı? Elif'in odasına döndüğümde hâlâ yatakta oturmuş ve etrafına bakınıyordu. "Çok mu çişin geldi? Niye öyle kalktın?" diye sorduğunda kahkaha atmama engel olamamıştım. "Makyajımı temizlemeden uyudum çünkü." dediğimde yüzümü incelemişti uzun uzun. "Sen niye benimle uyudun ki?" Sanırım tek uyuya kalan ben değildim. "Bilmiyorum..." derken gözüm Elif'in masasında duran saate kaymıştı. Saat 7'ye geliyordu. "Bu saat doğru mu?" dedim Elif'e şaşkınlıkla. Normalde 5 gibi kalkar, yogamı yapar, duşumu alırdım. "Evet." dedi Elif de yataktan kalkarak. Sanırım düşündüğümden daha geç uyuya kalmıştım. "Babaannemle, annem kahvaltıyı hazırlamıştır." diyerek birden aşağı koşturmaya başladığında ben de mecburen aşağı ilerlemeye başladım. Evde yemek yemediklerini çok kısa bir an unutmuştum. Selma'yı görmek istemiyordum ama Miraç var diye anahtar, çanta almamıştım ve şu an kendisi muhtemelen yan evdeydi. "Günaydın!" dedi aşağı indiğimde karşıma çıkan Hilal. "Günaydın." dedim ben de ona. Saçlarını bugün açık bırakmıştı ve üzerindeki beyaz kazak da ona çok yakışmıştı. "Miraç nerede?" diye sorduğumda eliyle yan tarafı işaret etti. "Yan evde, uyanmanızı bekliyordum ben de." Bunun üzerine üçümüz montlarımızı ve ayakkabılarımızı giyerek evden çıkmıştık. "Ben bugün izinliyim. Elif'le alışverişe gideceğiz. Sen de bize katılmak ister misin?" "Evet sen de gel Bala!" dedi Elif sevinçle. Bugün yapacak bir şeyim yoktu aslında ama anne kız arasına girmiş gibi olur muydum? Öyle olacak olsa Hilal çağırmazdı sanırım. "Olur, geleyim." Bu sırada çoktan yan eve geçmiştik ve Hilal de kapıyı açmıştı bize. Salon tarafından da sesler geliyordu. Üzerimizdekileri çıkartarak salona ilerledik ve ne yazık ki Selma da buradaydı. Hemen babamın solunda oturuyordu. Ali annesinin karşısına geçmişti. Yanındaki boşluk sanırsam Hilal içindi. Can, Selma'nın yanında oturuyordu, Can'ın yanında da Arda oturuyordu. Elif koşarak Arda'nın yanına oturdu. "Baba biliyor musun? Bala da bizimle gelecek! İyi ki sen gelmiyorsun." Ali kızına ters bir bakış atarken gülmeme engel olamamıştım. Benimle birlikte diğerleri de gülmüştü üstelik. "Sağ ol kızım!" dedi Ali sitemle. Hilal kocası ve Miraç arasındaki boşluğa geçerken ben de Miraç'ın yanına oturmuştum. "Günaydın." da dediğimde sadece ona özel bir şekilde. "Günaydın, yavrum..." demiş ve önüme düşen bir tutamı geriye atarak düzeltmişti. "Ne? Kız kıza alışveriş her zaman daha zevkli. Hem bu sefer Kardelen de yok!" dedi Elif ellerini de birbirine çarparak. Kardelen'den niye bu kadar nefret ettiğini asla anlamamıştım ve de anlamayacaktım. "Arabayı da bugün ben alayım hayatım." Ali kısa bir an duraksasa ve bundan pek memnun gözükmese de cebinden araba anahtarlarını çıkararak karısının avucuna bırakmıştı. "Gözünü seveyim dikkatli kullan!" dediğinde büyük bir tedirginlikle Hilal yerine ben göz devirdim. Tam olarak babasının oğluydu. "Ben ehliyetimi ne zaman alıyorum baba bu arada?" dedi Can da birden dahil olarak. "Şu sınava bir gir çık, yazın yazdırırız bir sürücü kursuna." dedi babam. "Yaza kadar pratik yaparım artık bol bol..." diyerek nabız da yokladığında babam başını salladı aşağı yukarı ve çayından bir yudum aldı. "Ben de orada olmak istiyorum. Eğer bana bağırdığın gibi Can'a da bağırmazsan olay çıkar." dedim babama yüzümü buruşturarak. Araba kullanmayı babamdan öğrenmeye çalışmak gibi bir hata yapmıştım zamanında. "Sağına soluna bakmadan yola çıkarsan tabii bağırırım." dedi babam hiç oralı olmadan. "Allah'ın unuttuğu yerde, gecenin bir yarısı bizden başka kim olabilir ya?" dedim sitemle. Babam 'Al, işte!' dercesine beni işaret ederken bana tersçe bakmıştı da. "Gel de kızma!" "Ehliyet aldın mı?" dedi Hilal ilgiyle. Başımla onayladım Hilal'i. "Neyse ki teyzem var da o öğretti." dediğimde babam sıkıntılı bir nefes vermişti. "Nankörlük etme. Senin yüzünden kaç kere insanlarla kavga ettim. En ufak şeyde yolun ortasında bırakıyorsun arabayı!" "Sen insanlarla kavga etmeye meraklıysan ben ne yapabilirim? Kimliğini göstersen zaten herkes tek kelime etmeden gidecek. Ayrıca bana bağırırsan arabayı nerede olursak olalım durduracağımı söylemiştim." "Abi bence bana sen öğret." dedi Can büyük bir çekimserlikle. Ali gülerken "Öğretirim koçum..." demişti. "Sen öğrenirken de orada olmayı çok isterdim." de demişti Ali eğlenen bir tavırla bana hitaben. "Bir erkekten araba kullanmayı öğrenmek en büyük hata. Dayım da aynısını yapıyordu." "Babam bana araba kullanmayı öğretmek için ayrı, ucuz bir araba almıştı kendi arabasına bir şey olmaması için. Erkekler ve arabaları..." dedi Hilal de onaylamazcasına başını iki yana sallayarak. "Erkekler ve arabaları falan değil. Bala'dan önce Ali'ye öğrettim, Miraç'a öğrettim. Hiç de bir şey olmadı. En ufak sesimi yükseltsem 'Bağırdın bana!' diye küsüyor, arabayı yolun ortasında bırakıyordu." dedi babam da bana bakarak. "Bağırıyordun çünkü." dedim umursamadan. Atışsak dahi babamla konuşmayı da özlediğimi fark etmiştim. "Tamam kızım." dedi babam sıkkınlıkla. "Haklısın, bebeğim." de dediğinde genişçe gülümsedim. Bana bebeğim demeyeli uzun zaman oluyordu. * "Ali'nin her şeye karışmasına uyuz oluyorum!" dedim arabaya binerken. Hazır buradayken Miraç, Arda'yı Derya Hanım'a bırakmıştı ve şimdi de üzerimizi değiştirmek üzere eve gidecektik. "Her şeye değil sadece sana karışıyor." dedi Miraç her zamanki düz suratıyla ve de arabayı çalıştırdı. Hilal'le hazırlanıp 2 saat sonra çıkmak üzere anlaşmıştık. Avm'ler neden 10'da açılırdı ki? "İmkanı yok, inanmam." Her şeye o kadar maydanoz oluyordu ki bunu devamlı yapmıyorsa sadece bana yapması imkansızdı. "Onunla hiç düzgün bir şekilde konuştuğunu hatırlıyor musun?" Ciddi ciddi bir süre durup düşünmüştüm. Sadece yemeğe çıktığımız gün onunla insan gibi konuşmuştuk ki o da tam sayılmazdı. Yine atışmıştık çünkü. "Yani..." dediğimde kararsızca, elimi tutup öptü. "Onunla sadece bu şekilde iletişime geçiyorsun ve o da bunu fark ettiği için böyle davranıyor. Evet başta gerçekten kötü başlamış olabilirsiniz ama devamında bunu sürdürmesinin tek nedeni bu." Ciddi ciddi durup düşündüğümde benimle alakası olmayan bir şeye karıştığını hatırlayamadığımı fark ettim. "İmkanı yok!" dedim yine de inanamayarak. "Kendimi bildim bileli Ali'yle arkadaşım yavrum..." dedi ve devamını getirmeden sustu. Sanırım devamını bana bırakmıştı. Ali'yi kendi başıma kendimin sardığına inanmak istemiyordum ancak Can'a, Miraç'a, Hilal'e karıştığını, söylediklerine muhalefet olduğunu hiç görmemiştim. Yalnızca biz evlendikten sonra Miraç'a daha önce hiç takınmadığı bir tavır takınmıştı o kadar. Çok geçmeden eve geldiğimizde kendimi doğrudan banyoya atmıştım. Kısa, hızlı bir duşun ardından bornozumu giyerek ve de saçlarıma havlu sararak odaya geçtim ve makyaj masasına oturarak ıslak saçlarımı taramaya giriştim. Bu sırada Miraç da diğer banyoda duş almış olacak ki beline sarılı havluyla odaya girmişti. Elindeki başka bir havluyla da saçlarını kuruluyordu. "Paşamızın derdi neymiş bu arada?" diye sordum ıslak saçlarımı tararken aklıma dün düştüğünde. "Dün anneannesi annemlere gelmiş de..." dediğinde bıkkın bir nefesle bunda nasıl bir sorun olduğunu anlayamamıştım. "Bunun neyine dertlenmiş?" dedim anlam veremeyerek. "Sen bir de kardeşin olduğunda gör falan saçma sapan bir şeyler demiş çocuğa." "Sanırım burada benim rolüm filmlerdeki kötü üvey anne." dedim alayla ve de gülerek. Ancak Miraç hâlâ ciddiyetini koruyordu. "Bu kadar takma ya!" dedim elimdeki tarağı bırakıp ayağa kalkmış ve Miraç'a doğru ilerlemiştim. "Ne sıklıkla görüşüyorlar ki zaten?" diye de sorduğumda Miraç'ın elleri ıslak saçlarıma gitmişti. Benim ellerim de çıplak omuzlarına. "Sanırım artık daha da seyrek görüşecekler... Annemle konuştum, uygun bir dille uyarması için. Gerçi en başta uyarması gerekiyordu annemin de... Ben konuşursam kırıcı olurum ve devam ederse de bayramdan bayrama görürler." Dudaklarına minik bir öpücük bırakarak geri çekildiğimde ıslak saçlarımı geriye attı. "Saçlarını güzel kurut yavrum. Böyle çıkma hasta olursun." Dudaklarına minik bir öpücük daha bıraktım. "Kuruturum." Bu seferki öpücüğü Miraç bıraktı dudaklarıma ancak o hemen çekilmemiş ve öpüşlerimizi derinleştirmişti. Ellerim omuzlarından ensesine doğru çıkarken saçlarını kuruladığı havlu ayaklarımızın dibine düşmüş ve eş zamanlı bir şekilde elleri bornozumun iplerine gitmişti. Bir çırpıda açıp bornozumu bedenimden ayırırken dili de ağzımdan içeri girmişti bile. Eli çıplak kalçama gidip sıktığında ağzına doğru inlemiştim istemsizce. Bunun üzerine dudağımı hafifçe ısırarak dudaklarımdan ayrılmış ve dudakları boynuma kaymıştı. Oradan omzuma kaymış ve oraya canımın biraz acımasına sebep olacak bir ısırık bırakmıştı. "Acıdı!" diye söylendiğimde ise bu kez aynı yere minik bir öpücük bırakmıştı. Belindeki havlu ne zaman yerdeki yerini almıştı bilmiyordum ancak bir elim düşmemek için omuzlarına tutunurken diğer elim arsızca kaslarında dolanıyordu. Dudakları bu sefer göğsüme geçerken her iki göğsümde de ayrı ayrı durmuş öpücüklerini, ısırıklarını bırakmıştı beni kıvrandırarak. Tabii kıvranmamın bir diğer sebebi de klitorisime uyguladığı işkenceydi. Sertçe ovalıyor, çekiştiriyor ve hatta sıkıyordu. Bizi döndürerek yerlerimizi değiştirdikten sonra beni hafifçe itekleyerek yatağa düşmemi sağlamıştı. Çok geçmeden üzerimdeki yerini de alarak bacaklarımın arasına girmişti. Refleks olarak bacaklarımı kapatmak istediğimde elinin tersiyle ne çok sert ne de çok yumuşak olmayacak şekilde kadınlığıma vurmuş ve derince inlememe neden olmuştu. "Bacaklarını aç!" Emrine itaat ederken dudaklarım boynuna gitmiş ve orayı uzun uzun öpmüştüm. Köprücük kemiğine doğru adım adım kayarken birden içime girmesiyle omzunu ısırmıştım istemsizce. Tabii bu ağzımdan boğuk bir inlemenin çıkmasına da neden olmuştu. Ellerim sırtına sıkı sıkıya tutunurken bacaklarımı beline sarmamı sağlamış ve alışmamı dahi beklemeden üzerimde gidip gelmeye başlamıştı. Belim yay gibi gerilmiş, ellerim sırtında geziniyor, bacaklarım beline dolanmıştı. Bir eli yataktan destek alırken diğer eli göğüslerimle ilgileniyor ve aynı zamanda da sertçe üzerimde gidip geliyordu. "Üstte olmak istiyorum..." diye nefes nefese kulağına fısıldadığımda kısa bir an duraksamış ama itiraz etmeden de yerlerimizi değiştirmişti. Daha önce izni olmadan üste geçemeyeceğimi tecrübe etmiştim. Saçlarım yüzüne doğru dökülürken kısa bir an duraksamıştım da. En önce üzerine doğru eğilerek boynundan başlamış ve dudaklarımla giderek aşağı ilerlemiştim. Yeterince kaslarıyla ilgilendiğime kanaat getirmiş ve daha da aşağı ilerlemiştim. Erekte olmuş erkekliğini avuçlarım arasına aldığımda tepkisini görebilmek için kısa bir an başımı kaldırarak ne yaptığına bakmıştım. Derin derin nefesler alırken ellerini başının altında birleştirmiş oldukça dikkatli bir şekilde beni izliyordu. Başını ağzıma aldığımda erkeksi hırıltısı kulağıma dolarken bu fazlaca hoşuma gitmiş ve daha da fazlasını almıştım. Yumuşak ama aynı zamanda oldukça sertleşmiş olan doku kolayca kayıyordu ağzımda. Elleri refleks olarak saçlarıma gitmiş ve ıslak saçlarımı avucunun içinde toplayarak başımı daha çok bastırmıştı. Büyük bir zevkle daha çoğunu ağzıma alırken Miraç saçlarımdan tutarak beni yönlendiriyordu. "Yeter bu kadar!" Saçlarım yardımıyla beni son kez geriye çekmişti. Ardından kendisine doğru çekerek hızla dudaklarıma kapandı. Dudaklarımda çok oyalanmadan yerlerimizi değiştirmiş ve bir kez daha altta kalmamı sağlamıştı ancak bu kez sırt üstü değil yüz üstü yatıyordum. Karnımdan destek olarak kalçamı yukarı kaldırmış, hızla içime gömülmüş ve ikimizin de aynı anda derince inlemesine neden olmuştu. "Miraç!" Nefes nefese adını inlediğim sırada aynı anda gelmiş ve de kesinlikle bitmiştik. |
0% |