Yeni Üyelik
38.
Bölüm

38. Bölüm

@__kao__

Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayın.

Başta bir miktar +18 vardır. Yaşı küçük olan ve rahatsız olacaklara duyurulur.

İyi okumalar...

*

Yanına oturdum ve sırtımı göğsüne yasladım ancak Miraç'ın sırt koyma yerindeki eli gelip belimi sarmamıştı. Herkes filme odaklandığı için salonda filmin sesi dışında çıt çıkmıyordu ve konuşursam Ali anında damlardı.

O sebeple tek kelime etmeden koltuğun başındaki elini tuttum ve bir nevi zorla belime sardım. Hiçbir tepki vermemişti ama en azından elini geri de çekmemişti. Gerçekten sinirlenmişti ve bu sebeple filmin bitmesini de Ali'lerin gitmesini de hiç istemiyordum.

Nitekim bugün hiçbir şey istediğim gibi gitmiyordu. Yarın okul olduğu için Hilal, Elif'in uyuması gerektiğini söyleyerek kalkmak istemişti. Ali normalde daha uzun kalacak gibi olsa da karısına hayır diyememişti ve evden ayrılmışlardı.

Miraç, Arda'ya uyuması için kitap okurken de hiç odaya geçmek istememiş salonda kanallar arasında tamamen rastgele geziniyordum.

Arda'nın olabildiğince geç uyumasını ve Miraç'ın da belki oğlunun yanında uyuya kalmasını istiyordum şu an.

Ancak bugün hiçbir isteğimin gerçekleşmediği gibi bu da gerçekleşmemişti. Çok geçmeden Miraç'ın salon kapısında durduğunu yan gözle görebilmiştim ve sırf ona dönmemek için kanal değiştirmeyi bırakmış ve televizyondaki şeyle ilgileniyormuşum gibi yapmaya başlamıştım.

En azından bir basketbol maçına denk gelmemiş olsaydım keşke.

"Odaya!" diyen Miraç'la ona dönmek zorunda kaldım ve gülümsedim.

"Ben biraz daha televizyon izleyeceğim sevgilim, sana iyi geceler."

Ancak iyi geceler demediği gibi dik dik bakmayı da sürdürdüğü için televizyonu kapatmak ve ayaklanmak zorunda kalmıştım.

"Ya da uyuyalım, birden çok uykum geldi."

Miraç "Tabii tabii!" dercesine başını sallarken ben önden içeri ilerlemiştim. Miraç da hemen peşimden geliyordu. Doğrudan yatağa ilerleyecekken kolumdan çekilmiş ve kapattığı kapıya yaslanmıştım sertçe.

Ben yutkunurken Miraç ne konuşuyor ne de beni kollarıyla kapı ve kendisi arasında hapsetmek dışında bir şey yapıyordu. Yalnızca gözlerini gözlerimden bir saniye dahi çekmeden bana bakıyordu.

Gözlerimi kaçırırken "Özür dilerim." diye mırıldandım daha fazla dayanamayarak. Zaten ben yok saysam da Miraç'ın yok saymaya niyeti yoktu.

Eli çeneme gitti ve kendisine dönmemi sağladı tekrardan.

"Kaçıncı özürün bu Bala?" dedi büyük bir sakinlikle.

"Kimsenin gözü önünde seni öpmedim, birilerinin inadına. Ağzımdan kaçırmışsam ne var? Özür dilerim."

Pek de ağzımdan kaçırmış sayılmazdım aslında ama bunu bilmesine de gerek yoktu.

Kaşları 'Öyle mi?' dercesine havalandı.

"Sana daha en başında aramızda olan her şey aramızda kalacak dedim. Sen de tamam dedin. Buna aramızdaki ufak tefek tartışmalardan tut ki seks hayatımıza kadar her şey dahil. Tabii Elif'in yanında bunu bile söylemişsen daha neler neler anlattığını düşünmek istemiyorum."

Sadece birkaç kez Kardelen'e ufak anlaşmazlıklarımızı anlatmıştım ve o kadardı.

"Çok da bir şey anlatmadım." diye mırıldandım içime kaçmış bir sesle.

Miraç ciğerlerini derin bir nefesle doldururken "Laftan anlamayacaksın..." diye mırıldanmıştı. Onaylamadığını belirtircesine de başını ağır ağır iki yana sallıyordu.

Birden üzerimdeki kazağının eteklerinden tutup üzerimden sıyırması ise pek beklediğim bir şey değildi.

Yine de dudaklarıma kapanan dudaklarını zevkle karşıladım. Böyle ceza verecekse canıma minnetti.

Ellerim boynuna dolanırken tek hamlede sütyenimi çıkartmış ve onu da bedenimden ayırarak yalnızca alt iç çamaşırımla kalmamı sağlamıştı. Aynı zamanda öpüşürken çıplak sırtımı sertçe bir kez daha duvara yaslamış ve bizi döndürerek kendi sırtını duvara vermişti. Ardında da beni geri geri yatağa doğru ilerletmişti.

Göğüs ucumu beklemediğim bir anda sıkmasıyla boynumu geriye atarak derince inledim.

Dudaklarımız anlık olarak ayrıldığında zar zor "Miraç!" demeyi başarabilmiştim. Tabii beni omzumdan iterek yatağa düşürmesiyle yalnızca bir inlemeden ibaret kalmıştı.

Yatakta dirseklerim üzerinde doğruldum ve kendimi geriye çektim Miraç'ın da gelebilmesi için. Miraç da bu sırada üzerindeki kazağı bir çırpıda çıkarmış, rastgele bir yerlere fırlatmış ve üzerime çıkmıştı. Dudakları doğrudan boynumu bulduğunda eli de külotumun içinden vajinamı bulmuştu.

Klitorisime hunharca baskı uyguladığında ellerim sıkı sıkıya omuzlarına tutunmuş ve hatta biraz da tırnaklarımı geçirmiştim.

Aniden iki parmağını içime soktuğunda tamamen refleksle bacaklarımı kapatmak istemiştim ama izin vermediği gibi vajinama minik bir de tokat atmıştı.

"Ah!"

Tırnaklarımın daha da derine saplandığını hissedebiliyordum. Ellerini üzerimden çekerek doğrulduğunda benim de ellerim istemsizce omuzlarından düşmüştü. Neyse ki yalnızca kemerini çözmüş ve altındakileri çıkararak tekrar üzerime eğilmişti.

Parmaklarını kanca misali külotuma geçirerek çabucak onu da çıkarmış ve ben de kollarımı tekrar boynuna sarmıştım.

İçime sertçe girmesiyle anın verdiği şehvet ve acıyla ensesine doğru uzanan saçlarını çekiştirdim. Miraç ise bacaklarımı kaldırarak beline dolamamı sağlamış ve her zamankinden daha sert bir şekilde üzerimde gidip gelmeye başlamıştı.

Amacı ceza olabilirdi ama kesinlikle çok zevkli bir cezaydı.

Yine de altında öylece inlerken karnıma doğru uyguladığı baskı sebebiyle hiçbir şekilde hareket edememek can sıkıcıydı. Yalnızca kollarım serbestti şu an ve onlarda saçlarına asılmakla meşgullerdi.

Çok geçmeden içimde hissettiğim sıcaklıkla şaşırsam da herhangi bir yorumda bulunmadım. Normalde ben gelmeden gelmezdi.

Birkaç kez daha üzerimde gidip geldikten sonra ağırlığını üzerime vermeden kendini bıraktı.

"Neden durdun?" dedim nefes nefese. Gelmek üzereydim ve çok kötü sızlıyordu.

Boynuma bir öpücük bırakırken kollarından destek alarak üzerimden tamamen çekilmişti.

Baksırını tekrar giyerek yanıma uzandığında kaşlarım hepten çatılmıştı.

"Miraç?" dedim sorarcasına. Bu sırada sızısını dindirebilecekmiş gibi bacaklarımı birbirine bastırmıştım sıkıca. Henüz boşalmadığımın pekâlâ farkındaydı.

"Uyu yavrum." dedi yalnızca tek düze bir sesle ve yorganı ikimizin de üzerine örttü. Cezası bu muydu? Tabiri caizse kendi işini görerek beni böyle mi bırakacaktı?

"Beni böyle bırakamazsın! Bana böyle ceza veremezsin." dedim hoşnutsuzca.

"Bıraktım bile, Bala! Yarım kaldığını da artık sağda solda anlatmazsın diye düşünüyorum."

Sert söylemine karşın sinirli bir soluk verdim. Pekâlâ... Kendi işimi kendim halledebilirim.

Elim vajinama gidecekken yakaladı ve diğer elimle birlikte başımın üzerinde birleştirerek tekrar üzerime çıktı.

"Kendine dokunmayacaksın. Elini kolunu bağlattırma bana. Laftan, sözden anlamıyorsun. Belki böyle aklın başına gelir!"

Üzerimdeki baskısı vajinamın sızısına hiç iyi gelmezken gözlerimin dolduğunu da hissetmiştim.

"Bırak!" dedim sertçe ve ellerimi elinden kurtarmaya çalıştım ancak hiçbir etkisi olmamıştı. Kendimi Miraç'a sürtmemek için ise ayrıca bir çaba harcamak zorunda kalıyordum şu an.

"Tamam kendime dokunmayacağım, bırak!" dedim tersçe ve bunun üzerine bıraktı beni. Kendini yanıma atmasıyla ben de yerde duran kazağına uzanmış ve onu başımdan geçirmiştim.

Bu kadarı fazlaydı. Miraç'a sırtımı dönerek yatağın bana ait en uç köşesine çekilmiştim ancak buna bile izin vermemiş ve belimden tutarak beni kendisine çekmişti tüm itirazlarıma rağmen.

Belimdeki Miraç'ın kolları ve bacaklarımın arasındaki sızıyla uyumak kesinlikle çok zordu.

*

Örgümü bitirip saçıma tokayı doladığım sırada Miraç girdi odaya.

"Hadi yavrum kahvaltı hazır."

"Kahvaltı yapmayacağım ben." dedim ifademi olabildiğince sabit tutmaya çalışarak.

"Tamam, çay içerek masada bize eşlik edersin." dedi yumuşacık bir sesle. Pekâlâ sebebini biliyordu neden kahvaltı yapmayacağımın.

"İstemiyorum!" dedim öncekinde dümdüz bir sesle söylesem de şimdi sesimin agresif çıkmasına engel olamamıştım.

Derin bir nefes çekti içine ve yanlış bir şey söylememek için olsa gerek dilini ısırdı. Tokayı yeterince doladığıma kanaat getirip bırakmıştım da bu sırada. Saçımın ortasından bir tutamı alıp balık sırtı örmüştüm ve kalanını da açık bırakmıştım.

"Bala kahvaltıya gelir misin?" dedi sinirlendiğini hissettiren bir tonla.

"Seninle konuşmak istemiyorum, kahvaltıya da gelmek istemiyorum!" dedim doğrudan ona dönerek.

Önüme gelen saçlarımı sinirle omzumdan geriye savurduğum sırada Miraç çatılmış kaşlarıyla bana bakıyordu.

"Çocuk gibi küsüp, trip mi atacaksın?"

"Evet!" derken başımı da aşağı yukarı sallamıştım Miraç'ı onayladığımı tasdikleyerek.

"Tam olarak öyle yapacağım!"

Bence şu an evden gitmediğime şükretmesi gereken yerdeydik. En başında suçlu olmasam kesinlikle bir saniye durmazdım evde.

Sakinleşmek için derin bir nefes çekti içine.

"Arda'yı okula bırakıp geleceğim. Gitme bir yere konuşacağız!"

Cevap vermeden önüme döndüm ve güneş kremimi aldım elime.

"Bala ben ciddiyim!"

"Ben de konuşmak istemediğimi söylediğimde son derece ciddiydim sevgilim." dedim kremi yüzüme yedirdiğim sırada.

"Sana defalarca güzellikle söyledim ve anlamadın. Beni farklı şekilde seni uyarmak zorunda bırakman benim değil, senin suçun! Sana en başından aramızdaki şeylerin aramızda kalmasını istediğimi söylemiştim."

Sinirlenirken elime aldığım fırçayı bırakarak doğrudan Miraç'a döndüm bir kez daha.

"Ben de sana haklıyım falan demedim ama aramızda özel olması gereken bir şeyi böyle beni cezalandırmak için kullanamazsın!"

İçerdeki Arda'dan sebep bağıramamıştım ama sesim hiç de alçak değildi.

"Evet aramızdaki özel bir şey... İnsanların bilmemesi gereken bir şey... Kaldı ki sen küçücük çocuğun yanında dahi söylemekten çekinmiyorsun! Benim de yaptığım yanlış belki, bilmiyorum düşünmedim üzerinde! Belki gerçekten bir hata! Ama senin yaptığın hata olamayacak kadar çok tekrar etti! Ben konuyu uzatmazken, senin konuyu uzatman da saçmalıktan başka bir şey değil!"

Miraç'ın da sesi bağırmaktan halliceydi artık.

"Saçmalıksa saçmalık!" dedim umursamadan.

"Umurumda değil. Şu an tek umursadığım şey seninle konuşmamak ve hazırlanıp çıkmak istemem!"

Miraç sinirli bir gülüş bırakırken odadan bir hışımla çıkmıştı.

Arda'nın "Bala abla nerede?" dediğini ve Miraç'ın da "Yiyesi yokmuş, hadi kahvaltını bitir oğlum. Okula geç kalacağız." diyerek cevap verdiğini açık kapı sayesinde zar zor da olsa duyabilmiştim.

Sinirimi atmak için bir şarkı açarak makyajımı yapmaya geri dönmüştüm ben de.

"Sanma acıtmaz dünya seni o kafeste
Her gün aynı tebessüm her gün aynı beste
Küçük, sarhoş musun?"

Makyajımın sonlarına doğru kapı açık olmasına rağmen tıklatılmış ve okul kıyafetleri içindeki Arda görünmüştü.

"Gel, balım..." dedim babasına olan sinirimi belli etmemeye özellikle dikkat ederek yumuşak bir sesle. Miraç bulaşıkları topluyor olmalıydı.

"Hasta mısın, Bala abla?" dedi yanıma doğru birkaç adım atarken.

Yüzümdeki geniş gülümsemeyle tamamen Arda'ya döndüm.

"Baksana bana bir!" dedim ardından da elimle kendimi baştan aşağı gösteren bir hareketle. Beyaz uzun bir gömlek giymiş ve üzerine krem uzun bir süveter geçirmiştim. Altımda yalnızca beyaz külotlu çorabım vardı ve ayağıma da krem topuklu çizmelerimi giymeyi planlıyordum. Gömlek biraz kısa olsa da çizmelerle bacaklarımın çıplaklığını dengeleyecektim.

Saçlarımın da zaten ortadan bir tutamını balık sırtı örmüş ve geri kalanını düzleştirerek öylece bırakmıştım

Saçlarımın da zaten ortadan bir tutamını balık sırtı örmüş ve geri kalanını düzleştirerek öylece bırakmıştım. Makyajımda da daha doğal tonlar kullanmış ve beyaz bir eyeliner çekmiştim. Kesinlikle mükemmel görünüyordum.

"Hasta gibi mi duruyorum?" diye de sorduğum da gülerek başını iki yana salladı.

"Hayır, çok güzel gözüküyorsun ama kahvaltı yapmadın ya... Babam kahvaltının hep önemli olduğunu söyler."

Dudaklarımı bilmem dercesine büzdüm.

"Anneannem de öyle söyler, vardır herhalde bir bildikleri..."

"Herhalde..." dedi o da benim gibi dudaklarını büzerek ve ardından da elini dizime koydu. Dizimden destek alarak uzanmış ve yanağıma da bir öpücük bırakmıştı.

Ardından hızla geri çekilmiş ve utandığı için olsa gerek ellerine çevirmişti bakışlarını.

"Biz şimdi babamla çıkacağız ama sen kahvaltını yap tamam mı?"

İstemsizce gülümsemem büyürken Arda'nın bakışları hâlâ ellerindeydi. Elinden tutarak onu kendime çektim ve daha ruj sürmemiş olmanın rahatlığıyla yanağına bir öpücük bıraktım.

"Atıştırırım bir şeyler..."

Arda ruj bulaşıp bulaşmadığına bakmak için olsa gerek anında aynaya dönerken göz devirdim. Babası kılıklı!

"Daha ruj sürmedim paşam, ağır abiliğine zeval gelmeyecek merak etme!"

Arda aynadan tekrar bana döndü.

"Zeval gelmek ne demek ki?"

Gülümseyerek "Bozulmayacak yani..." dediğim sırada kapı çalmıştı ve görebilecekmiş gibi kapıya bakma ihtiyacıyla başımı kaldırmıştım. Tam bu anda Miraç'la göz göze gelmiştik. Ne zamandır bizi izliyordu ki?

Gözlerini üzerimden çekmeden, tek kelime etmeden yaslandığı kapı pervazından ayrıldı ve kapıyı açmak üzere içeri ilerledi.

"Ay!" diyen Feride'nin sesini duymuştum çok geçmeden de.

"Evden çıkmadan yetişemeyeceğim diye korktum!" Arda da babasının peşinden odadan çıkarken ben kalmış ve henüz süremediğim doğal tonlardaki pembe rujumu elime almıştım.

"Hayırdır güzelim sabah sabah?"

Kardeşi de olsa güzelim demese olmuyor muydu?

"Bugün hoca yok, ders de yok. Annem de bunu fırsat bilerek temizlik günü ilan etti. Ben de buraya kaçtım!"

Rujumu sürmeyi bitirdiğimde çantamı ve beyaz montumu alarak ben de kapıya ilerledim.

Feride daha ayağındaki botları çıkaramamıştı.

Çıkarabildiğinde doğrudan bakışları abisini buldu.

"Burada kalmamda bir sakınca yok sanırım?" diye de şirince gülümsediğinde Miraç başını onaylamazcasına iki yana salladı.

"Yok tabii abim ama bedavaya ekmek de yok." dedi muzip bir tavırla da.

Ardından koridoru işaret etmek için bu tarafa döndü ve bir kez daha göz göze geldik. Birkaç saniye gözleri gözlerimde kalmış, yavaşça aşağı inerek de üzerimi süzmüş, ardından da tekrar kardeşine dönmüştü.

"Koridorun sonundaki oda çamaşır odası. Ütülenecek kıyafetler seni bekliyor."

Feride yüzünü buruşturdu ve bana döndü. Ardından da eliyle abisini işaret etti.

"Bu bana kendi payına düşen işi mi kilitliyor?" diye sorduğunda ister istemez gülerek başımla onayladım.

"Abiye bu denmez!" dedi Miraç ve önce hafifçe kardeşinin saçına asılmış ardından da askılıktan Arda'nın montunu alarak oğluna uzatmıştı.

"Ayrıca bir şeye de zorladığım yok. İster eve döner annemle temizlik yaparsın, ister de burada kalıp sadece birkaç parça bir şey ütülersin."

"Fırsatçı!" dedi abisine yüzünü buruşturarak ama içeri girmekten de geri kalmadı. Miraç kardeşini duymazdan gelmiş, kendi montuna da uzanırken bana dönmüştü.

"Hadi yavrum."

"Bala abime bir şey de. Misafire iş yaptıracak!"

"Misafir ev sahipleri evde yokken evde olmaz!" dedi kardeşine ters bir bakış atarak. Ben de ben bilmem dercesine ellerimi kaldırdım havaya.

"Ben yapmadığım sürece kimin yaptığıyla ilgilenmiyorum..." diyerek Feride'nin son umudunu da yıktığımda Feride göz devirdi.

"Aman canım ütülerim. Ne var yani, elime mi yapışacak?"

Bu keskin u dönüşüne gülerken ayakkabılıktan çizmelerimi almış ve eğilerek giymeye koyulmuştum. Ardından da hızlıca sırtıma montumu geçirmiştim. Miraç ve Arda da giyindiğinde üçümüz birlikte çıkmıştık evden.

"Arabaya Bala!" dedi Miraç ben tren durağına gitmek üzere hareketlendiğimde itiraz kabul etmeyen bir tonla.

Yine de gidecekken attığı uyarıcı bakışla bir taraflarım yememiş, biraz da Arda'nın yanında da kavga etmemek istemiş ve tıpış tıpış arabaya yürümüştüm.

Tabii bu onunla konuştuğum anlamına falan gelmiyordu. Arda'yı bıraktıktan sonra konuşmam için zorlamış olsa da beni bırakana kadar tek kelime etmemiştim. Okula gitmeden önce bir pastanede durmuş ve ne istediğimi sormuştu. Benden bir şey istemiyorum cevabını aldığında da hiçbir şey demeden arabadan inmiş ve sanırım garanti olsun diye tereyağlı simit almış ve öylece kucağıma bırakmıştı. Sadece arabadan inmeden önce alnımdan öpmesine ses çıkarmamıştım.

*

Kapıyı anahtarlarla açtığım sırada karşıma doğrudan Feride çıkmıştı. Beni gördüğünde derin bir nefes verdi.

"Ay, abim gelecek diye ödüm koptu." dedi başparmağıyla da damağını kaldırırken diğer eli de kalbinin üzerindeydi.

"Hayırdır?" dedim. Biraz geriye çekilmesiyle de salon tarafında kabak gibi dikilen sarışın çocuğu gördüm. Bu çocuğu daha önce fotoğraflarda da görmüştüm. Feride'nin sevgilisiydi.

"Evimize erkek mi attın sen?" dedim dehşetle kapıyı da arkamdan kapatırken.

"Hey!" dedi bana kızarcasına.

"Erkek atmak falan olmuyor... Sadece beraber film falan izledik."

Gözüm istemsizce çocuğu baştan aşağı bir daha süzmüştü. Gömleği yanlış iliklenmişti. Feride'nin dudaklarındaki ruj ise dağılmıştı ve dudakları şişmişti.

Dudaklarımı ıslatırken başımı aşağı yukarı salladım yavaşça.

"Bana daha çok gelmesem porno çekecekmişsiniz gibi geldi ama..." dedim yüzümü de buruşturarak. Feride kızarırken çocuğu da bir öksürük sarmıştı.

"Rujunu da düzelt!" Ters bir bakış atarak söylediğim şeyle hemen kapının yanındaki boy aynasına dönmüş ve dağılan rujunu temizlemişti.

Üzerimdeki montu çıkarttım ve eğilip çizmelerimi çıkartırken de Feride'ye alttan bir bakış attım.

"Gelen Miraç da olabilirdi biliyorsun, değil mi? Kocam senin yüzünden katil olursa elimden kurtulamazsın!"

Sevgilisi olmasına bir şey diyeceğini sanmıyordum ki bence farkındadır da ancak evde bu halde bassa çocuğu kolay kolay kimse elinden alamazdı sanırım.

Feride göz devirdi.

"Ne koca meraklısı çıktın be sen de!" diye söylendiğinde minik bir kahkaha atmıştım.

"Sen de seninkine meraklıysan gönder bir an önce. Birazdan Ahmet amca, Arda'yı bırakmaya gelir."

"Doğru!" dedi Feride ve dehşetle sevgilisine döndü.

"Deniz..."

Deniz bu tarafa doğru basit bir gülümsemeyle yaklaşmış ve kısaca Feride'nin dudaklarına öpücük kondurmuştu. Ardından bana yöneldi ve elini uzattı.

"Deniz." diyerek kendini de tanıttığında ben de uzanıp elini sıktım.

"Bala... Memnun oldum."

"Ben de." derken uzanıp montunu da almıştı ve hızlıca üzerini giyinmişti.

"Sonra görüşürüz, aşkım..." dedi Feride iç çekerek.

Deniz çıkmak için kapıyı açtı ancak çıkamadı. Çünkü Ahmet amca yanındaki Arda'yla kapıyı çalmak üzereydi.

Feride korkuyla kolumu sararken göz devirmemek için zor durdum. Bir halt yiyorsun bari tam ye!

Ahmet amcanın bakışları benden ziyade Deniz'de olduğu için onu gördüğümü görmemişti.

"Sağ ol, Deniz. Kostümleri de buraya kadar taşıdın. Yarın tiyatro kulübünde görüşürüz." diyerek atıldığımda Deniz de iri iri açmış olduğu gözleriyle bana döndü.

"Görüşürüz, Bala abla." dediğinde yüzümü buruşturmamak için zor durdum. Ufalsın da cebime girsin! Muhtemelen aynı yaştaydık ki Feride'yle aynı yaşta olduğumuzu düşünürsek büyük olması da muhtemeldi.

Abisiyle evli olduğum, belki Arda'yı benim çocuğum sandığı için büyük sanmıştı, belki sadece yanlış anlaşılma korkusundan böyle sallamıştı bilmiyordum. Ancak Allah'tan sarışın bir bebek yüzdü de küçük gösteriyordu.

Yeni fark ediyormuş gibi Ahmet Bey'lere döndüm.

"Aa, hoş geldin balım."

Arda, Deniz'deki şaşkın bakışlarını bana çevirdi ve genişçe gülümsedi.

"Hoş buldum Bala abla."

Deniz, Ahmet amcaya hızlı bir baş selamı vermiş ve ardından da kaçarcasına gitmişti.

Ahmet amca bunun üzerine bize dönmüştü.

"Hadi kızım, gidelim..." diyerek kendi kızına döndüğünde Feride başını iki yana sallamıştı.

"Yemeğe kalırım ben ya..." dedi ve emin olamamış olacak ki bana döndü.

"Kalırım değil mi?" diye sorduğunda da gülerek başımla onayladım onu.

"Kalırsın." da dediğimde Ahmet amcanın içine sinmediğini görebilmiştim ama bir şey dememişti.

"Görüşürüz o zaman..." dediğinde gülümseyerek ben de "Görüşürüz." dedim. Birkaç kez içeri davet etmiş, bir şey içip içmeyeceğini sormuştum ama hepsinde ret yiyince sormayı bırakmıştım. Bana karşı kötü bir tavrı yoktu ama gereksiz bir mesafesi de vardı.

Feride de "Görüşürüz, baba..." derken Arda tamamen içeri girmiş ve Ahmet amcanın da bahçe kapısından çıkmasıyla kapıyı kapatmıştık. Bugün bahçedeki çiçeklerimle de ilgilensem iyi olacaktı.

"Aramızda değil mi?" dedi Feride bana biraz da korkuyla dönerek.

"Kocamın katil olmasını istemiyorum, tatlım." dedim gülerek.

"Ne oldu ki, Bala abla?" dedi Arda.

"Bir şey olmadı halacım." dedi Feride benim yerime cevap vererek ve ardından da koşturarak içeri ilerlemeye başladı.

"Ben ütüyü unuttum!" Bir süre öylece Feride'nin arkasından tuhaf tuhaf bakmıştık Arda'yla.

Feride tamamen gözden kaybolduğunda ve gerçekten baş başa kaldığımızda dudaklarımı büzdüm.

"Yemeğe ne yapalım balım?"

"Mantı!" dedi Arda gereksiz bir coşkuyla.

"O gün Hasibe anneannelere gittiğimizde mantı yemiştik ya, çok güzeldi. Hasibe anneanne o mantıdan getirdiğini söylemişti. Ondan yapabilir miyiz?"

Miraç'la tanıştıkları günden bahsediyordu.

"Yanına da domates çorbası?" dediğimde sorarcasına hızla başını sallamıştı aşağı yukarı.

"O zaman sen elini yüzünü yıka, üzerini değiştir, varsa da ödevini yap."

"Kitap okuma ödevi var!" dedi Arda yüzünü buruşturarak.

"Sınav olacakmışız kitaptan, babam okuduğunda kitapları seviyorum ama böyle olunca sevmiyorum."

"Çünkü zorundasın şu an bence kendi isteğinle okusan seversin. Hatta seninle bir ara kütüphaneye gidebiliriz."

Arda hevesle başını salladı.

"Olur gidelim." de dediğinde saçlarını karıştırdım. Ardından da Arda odasına geçerken ben de domates çorbası yapabilmek için en önce fırına közlenmesi için domates, kapya biber, sarımsak ve soğanları atmıştım.

Ardından da mantı için ocağa su koymuş ve o kaynayana kadar hızlıca da bir salata yapmıştım. Bu sırada közlenmiş olan sebzelerle de çorbayı da yapmıştım. Mantının soslarını da hazırladığımda işim bitmişti.

Hiç içeri girmeden yalnızca Feride'ye bakmaya gittiğimde hâlâ ütüyle cebelleştiğini görmüştüm. En azından bu konuda tek beceriksiz ben değildim. Arda'yı da kitap okurken gördüğümde ona da hiç dokunmadan odamıza girmiş ve üzerimdekileri kahverengi bir tayt ve altımdan daha açık kahverengi olan bir kazakla değişmiştim çiçeklerimle ilgilenebilmek için.

 Arda'yı da kitap okurken gördüğümde ona da hiç dokunmadan odamıza girmiş ve üzerimdekileri kahverengi bir tayt ve altımdan daha açık kahverengi olan bir kazakla değişmiştim çiçeklerimle ilgilenebilmek için

Kazak kalın olduğu ve daha rahat hareket edebilmek için üzerime başka hiçbir şey almamış yalnızca ibriğin içine doldurduğum suyla bahçeye çıkmıştım. Çiçeklerimi tek tek itinayla sularken bir yandan da şarkı mırıldanıyordum.

"Kaçılacak yerin yoksa aynalar bile hüzün
Aşılacak dağlar önünde bak yolların uzun
Küçük, mutsuz musun?"

Begonyalarım kadar olmasa da bu çiçeklerimi de sevmiştim ve bahçemizde güzel duruyordu. Tabii şu kış günü etraflarını jelatinle sarmak zorunda kalmıştım ancak yazın daha güzel duracaklarına emindim.

"Bak oyuncaklar var önünde deste, deste
Hevesle yanan mum sönmez güçsüz bir nefeste"

Sonuncusunu da sulayıp yapraklarını sevdikten sonra genişçe gülümsedim. Bir yandan etraflarını tekrar sararken çiçeklerimle konuşuyordum da.

"Ben de sizi böyle sarmaktan hoşlanmıyorum ama özellikle şu sıralar hava bir ısınıp bir soğumaya başladı. Bundan etkilenmemeniz için gerekli."

Yine bir mevsim geçişine gelmiştik ve kesinlikle en nefret ettiğim şey mevsim geçişleriydi.

Etraflarını yeterince sardığıma kanaat getirdiğimde ayaklandım.

"Sen korkma yeniden doğar güneş
Tut cebinde ne kaldıy-"

İçeri doğru ilerleyecekken bahçe kapısında durmuş ve yüzündeki gülümsemeyle beni izleyen Miraç'la duraksamış, şarkımı da yarıda kesmiştim.

Mecburen ona doğru ilerlemeye devam ettiğim sırada yaslandığı yerden doğrulmuştu Miraç da.

"Uzun zamandır seni böyle izlemediğimi ve bunu özlediğimi şimdi fark ediyorum." dedi yüzünde koruduğu hafif gülümsemesiyle.

Yumuşamamam gerekiyordu ama yumuşak karnıma oynuyordu. En son kelimenin tam anlamıyla babam da kaldığım zamanlarda karşı balkondan izliyordu beni. Sonra ilişkimizi öğrenmiş ve ben temelli anneannemlere geçiş yapmıştım ve sonra da evlenmiştik zaten ve gerek mevsim gereği gerek bu çiçekleri ekeli çok olmamasından sebep böyle bir şey yaşanmamıştı.

Ve doğrusu konuşmasak dahi varlığını iliklerime kadar hissedebildiğim o anları, o günleri sevmiyorum dersem yalan olurdu.

Sanırım ben de özlemiştim.

Ona adım adım daha da yaklaştığım sırada "Seni bir şeylerle uğraşırken izlemeye bayılıyorum..." da demişti ve yanına ulaştığımda da elleri belimi bulmuştu.

Dudaklarını alnıma bastırdığında içime derince bir nefes çektim. Kokusu ve rüzgarın savurduğu çiçeklerimin kokusu birbirine karışmıştı.

"Özür dilerim..." dedi beklemediğim bir şekilde ve rüzgarda uçuşan saçlarımı kulağımın arkasına kıstırdı.

"Düşününce haklısın... Aramızdaki şeylerin özel kalmasını isterken bunu seni cezalandırmak için kullanmamam gerekiyordu."

Ben zaten dün özür dilemiştim ve o yüzden bir kez daha özür dilemek için hiçbir girişimde bulunmadım ancak dudakları dudaklarıma kapandığında istemsizce karşılık verirken buldum kendimi. Tabii biraz da zevkle...

Dudaklarımız birbirinden ayrıldığında başımın üstüne de bir öpücük bırakmış ve beni kolunun altına çekmişti.

Kollarımı beline doladım ben de.

"Hoş geldin bu arada..." dediğimde de bir kez daha başımın üstüne minik bir öpücük bırakmıştı.

"Hoş buldum yavrum... Feride hâlâ evde mi?"

Başımla onaylarken zaten bahçedeyim diye kapının üzerinde bıraktığım anahtarla evin içine girmiştik.

Miraç'la tekrar arayı düzeltmek farkında olmadığım bir ağırlığı da omuzlarımdan kaldırıp atmıştı sanki. Hayatımda tek iyi giden, tek sevdiğim ve bana herhangi bir yanlışı olmayan tek insan olabilirdi.

Ve iyi ki beni sevmişti yoksa çoktan kaybolurdum ancak biliyordum da ve biraz da bu yüzden korkuyordum. Olacak olan bir şekilde olacaktı...

Loading...
0%