Yeni Üyelik
39.
Bölüm

39. Bölüm

@__kao__

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın.

İyi okumalar...

*

"Bugün gelmeden babamın yanına uğradım." dedi Miraç ben son tabağı da kendi önüme koyup masaya otururken.

Feride'yle kısa bir an bakıştık istemsizce.

"Bir şey mi oldu?" diye sordum neden böyle bir şeyi söylediğine anlam veremeyerek.

Gözü benden ziyade Feride'deyken başını salladı aşağı yukarı ve bana döndü.

"Keşke beni arasaydın. Elinizde kostümlerle gelmişsiniz buraya kadar. Gelir alırdım, gelemesem birini yollardım."

Elimde poşetlerle eve kadar gelmeyeceğimi biliyordu. Ahmet amcaya yalan atmak kolaydı da Miraç'a atmak pek de kolay değildi.

"Kostümler nerede? Umarım çok değillerdir."

Feride'nin yutkunduğunu görmesem de çok net bir şekilde duyabilmiştim.

İkimiz de ağzımızı açmadığımızda Miraç kardeşindeki bakışlarını doğrudan bana çevirdi.

"Tiyatro kulübündeki herkesi tanıyorum ve aralarında Deniz diye biri olmadığına eminim. Yoksa yanlış mıyım sevgiliyim?"

Yalan söylememem için uyarıcı bir bakış attığı için bir şeyler de sallayamamıştım ki ortada kostüm falan da yoktu.

Bunun üzerine kardeşine döndü.

"Ben de düşündüm ki bu Deniz karımın değil, kardeşimin arkadaşıdır... Yanlış mıyım abim?"

"Iı!" derken başını da iki yana sallamıştı Feride mecburen. Bakışları tabağındaki çorbadaydı. Miraç da bana dönmüştü bir kez daha.

"Sen geldiğinde evde miydi Deniz?" dedi çocuğun ismini vurgulayarak. Feride neredeyse yerin dibine falan girecekti.

"Aynı anda girdik gibi..." dedim çok da yalan olmaması için.

Miraç başını aşağı yukarı salladı.

"Anladım, evdeydi." Ben öyle bir şey dememiştim aslında ama neyse...

Arda'nın "Artık mantı alabilir miyim, Bala abla?" diye araya girmesiyle ona döndüm ben de mecburen. Babası hep katı şeyler yememesi gerektiğini ve bir kepçe dahi olsa önce çorba içmesi gerektiğini söylediği için önden çorba içmeyi kabul etmek zorunda kalmıştı.

"Tabii..." dedim ve hem çorba kasesini hem de altındaki servis tabağını alarak kalktım. Hemen dibimizdeki ocağın üstünden mantıyı ve sosunu koyduktan sonra geri Arda'nın önüne koymuştum tabağını.

"Afiyet olsun..." da derken Miraç ve Feride'yi süzüyordum. Miraç kardeşinin üzerinde psikolojik baskı uygulayarak gözünü bir saniye kırpmadan ona bakıyordu.

"Madem yolu da öğrenmiş bir de ben varken gelsin!" dedi ve sonra da hiçbir şey olmamış gibi çorbasını içmeye döndü.

Feride itiraz edecek gibi olduysa da bir tarafları yememiş olacak ki sessizce o da çorbasına dönmüştü.

Ben de daha fazla bu tuhaf ortamda kalmamak için hızlıca çorbamı içmeye girişmiştim.

"Bir tabak daha alabilir miyim, Bala abla?"

Sanırım Arda gerçekten mantıyı seviyordu.

"Tabii ki..." dedim gülerek. Tam yapsam da zaten bu sabah simit yemiştim ve bu sebeple az karbonhidrat almam gerekiyordu benimki yerine biraz daha yiyebilirdi.

"Çok mu acıktın sen oğlum?" Miraç oğlunu kendine doğru çekmiş ve saçları arasına bir öpücük de bırakmıştı.

"Hayır, sadece mantıyı çok sevdim." Arda'nın önüne bıraktıktan sonra Miraç'ın biten tabağını da doldurmuştum.

Ardından da oyalana oyalana çorbasını içen Feride'ye döndüm.

"Sevgili görümcem direkt mantıya geçmek ister mi?" dediğimde başını iki yana salladı gülümseyerek.

"Ben midemdeki boşluğu dönüşte abimden yiyeceğim nasihatlere, azarlara saklıyorum. Ellerine sağlık, sevgili yengem..."

Eh tabii biraz da sömürdüğü dudaklar doyurmuş olsa gerekti.

Gülerken "Afiyet olsun." da demiş ve kendim için bir tabak doldurmuştum.

"Benden de şimdiden afiyet olsun..." demiş ancak benim aksime hiç de gülümsememişti Miraç.

Ve bu sayede kızın yediği iki lokmayı da boğazına dizmişti. Yemeğimiz bittiğinde Miraç her zamanki gibi elimi kavrayarak dudaklarına götürmüş ve avuç içime minik bir öpücük bırakmıştı.

"Ellerine sağlık yavrum."

Ardından tekrar kız kardeşine döndü.

"Hadi seni de eve bırakayım."

"Ben tek gitsem... Yürümek istiyorum da biraz."

Miraç başını salladı aşağı yukarı.

"Yürümek istiyorsan yürüyerek gideriz güzelim."

Artık kaşlarımın çatılmasına engel olamamıştım.

"Ya da madem sen bırakmakta kararlısın arabayla gidelim, hava soğuk ya..." dedi kaçarı olmadığını fark ettiğinde daha kısa sürecek olanı tercih ederek.

"Bugün hava güzel, öyle soğuk değil. Abi kardeş yürürüz işte."

Feride daha fazla itiraz edemezken Arda "Ben de gelebilir miyim baba?" diye sormuştu.

Miraç sandalyesinden kalkarak oğlunun sandalyesi önünde diz çöktü.

"Şimdi halanla konuşmamız gereken şeyler var ama iki gün sonra izinliyim. O zaman ne istersen yaparız. Hâlâ yürüyüş yapmak istiyor olursan yürüyüş de yaparız."

"Bala abla da olsun o zaman."

"İsterse Bala ablan da olur tabii ki." dedi ve oğlunun saçlarını karıştırarak doğruldu. Ardından da dudaklarıma hızlı bir öpücük bıraktı.

"Feride'yi bırakıp geliyorum."

Bunun üzerine Feride ve Miraç evden çıkmıştı. Miraç geri dönene kadar da anca mutfağı toplayabilmiş ve çay demlemiştim. Geri döndüğünde de beraber salona geçmiştik. Arda odasında oyuncaklarıyla oynamayı tercih ettiği için de baş başaydık.

"Neden hafta sonu değil de çarşamba izin aldın ki?" dedim merakla da.

"Çünkü..." derken hafifçe bana doğru meyil etmiş ve saçlarımı omuzumdan geriye bırakmıştı.

"Senin sabahtan dersin yok, sabahı karımla baş başa geçireceğim... Sonra karımı okuluna bırakarak oğlumu okulundan alacağım. Ve öğleden sonramı da oğlumla baş başa geçireceğim. Akşamına da üçümüz belki dışarda güzel bir yemek yeriz. Her ne yapmak istiyorsanız onu yaparız."

Anlattıkça yüzümdeki gülümseme genişlemişti.

"Sanırım bu planı sevdim. Güzel kurgulanmış..."

"Sevmenize sevindim hanımefendi..." derken eğilerek dudaklarıma da bir öpücük bırakmıştı.

Ben kıkırdarken bir kez daha öpmüştü dudaklarımdan ve bir kez daha. Ne zamanki minik adım sesleri duyduk o zaman ayrılmak zorunda kalmıştık.

"Baba!" dedi Arda elinde bir kitapla gelerek.

"Bugün kitap okuyacaksın değil mi?"

Miraç "Okurum tabii." dediğinde, doğrularak ben de atıldım.

"Ben de masal dinleyeceğim bugün. Senden kitap dinlemenin güzel olduğuna dair bir duyum aldım."

Arda olduğu yerde sevinçle zıpladı.

"Sizin odanızda hep birlikte yatalım o zaman! Benim yatağıma sığmayız..."

*

Miraç'ı acil arayıp çağırdıkları ve Arda'nın İngilizce öğretmeni olmadığından ilk iki dersi boş olduğu için babaannesine bırakmak bana düşmüştü.

"Turuncu." dedim gördüğüm şeyle.

Arda'nın minik kaşları çatıldı.

"Ya turuncu bir şey yok ki burada!"

Sırayla bir renk söylüyor ve diğeri de çevrede o renge sahip bir şey arıyordu.

"Yoğ, var!" dedim omuzlarımı indirip kaldırarak.

"Yazılar sayılmaz demiştik!" dedi bu kez de ve hayretle ağzımın açılmasına neden oldu.

"Yazıları sayan kim acaba? Mızıkçılık yapma, bulamadıysan ben kazandım."

"Bulamadım!" dedi Arda sıkıntılı bir nefes vererek. Bunun üzerine biraz önce yanından geçtiğimiz parkı işaret ettim arkamı dönerek.

"Bak! Bankın demiri turuncu."

Arda bana ciddi olup olmadığımı sorgulayan bir bakış attı.

"Oynamıyorum ben!" de dediğinde küskünce, yüzümü buruşturdum.

"Asıl ben oynamıyorum! Mızıkçı!"

Sadece ayaklarının turuncu olması ve çok göze batmaması, benim de daha önce orada oturmamış olsam buna dikkat etmeyecek olmam benim sorunum falan değildi. Arda da otursaymış...

Bu sırada sıra sıra evlerin dizili olduğu mahalleye de girmiştik.

"Ama Bala abla!" dedi derin bir isyanla.

"Ben onu nasıl görebilirim?"

Orası beni pek alakadar etmiyordu. Kazanmama bakardım.

"Havuç ye, bak o da turuncu..."

"Of!"

"Oflama!"

"Öf!" dedik bunun üzerine birlikte ve ikimiz de güldük. Bunu ben öğretmiştim Arda'ya, Miraç bize ofladığımızda kızdığı için. Bir miktar da travma yaratmış olacağız ki artık oflama falan demiyordu. Es kaza derse de pişman oluyordu.

Derya Hanım'lara gelmiştik ancak benim gözüm yan evde, daha doğrusu yan evin balkonunda takılı kalmıştı. Selma'nın yolup attığı o şeyler begonyalarımsa birazdan kıyamet kopacaktı.

"Hadi, sen içeri gir!" dedim Arda'yı bahçe kapısından içeri adeta sırtından itekleyerek sürüklerken.

"Ne oldu ki, Bala abla?"

"Biz babaannenle anlaşamıyoruz ya, şimdi görünmeyeyim ona. Sen kendin gir hadi!"

Arda bunun üzerine bir şey dememiş ve elimden sırt çantasını alarak evin normal kapısına ilerlemişti. Kapıyı çaldığından emin olduğumda hızlı adımlarla yan eve ilerlemeye başladım. Yaklaştıkça da ağlamamak için derin nefesler almak zorunda kalıyordum.

Gerçekten begonyalarımdı onlar.

Bahçe kapısından içeri girmiş ve sertçe kapıya vurmuştum.

Kapı yalnızca birkaç saniye içinde açılmış olsa da sabırsızlıkla o birkaç saniye geçmek bilmemişti.

"Kızım?" dedi kapıyı açan babam ama onu takmadan ve hatta biraz da itekleyerek, botlarımı dahi çıkartmadan yukarı ilerlemeye başladım.

"Bala!"

Babamın arkamdan seslenmesi de peşimden gelen adım sesleri de umurumda değildi. Karısı begonyalarımı yolarken neredeyse, ne yapıyorsa ona dönebilirdi.

Eski odama ulaştığımda neredeyse hiçbir şeyin değişmediğini de fark etmiştim ama bunun da üzerinde durmadan balkona adımladım.

Tüm saksıları tek tek yolarken bir de hakkıymış gibi ağlıyordu. Sadece son bir saksı kalmıştı. Ona da elini atacağı sırada sertçe kolunu tuttum ve itekledim.

"Ne yaptığını sanıyorsun sen?"

Bağırmamıştım ama sesim bağırmaktan halliceydi.

"Ne oldu burada?" diyen sesini de duymuştum babamın ama umursamadan Selma'yı göğsünden itekledim.

"NE YAPTIĞINI SANIYORSUN SEN?"

Babam beni tutup karısından uzaklaştırmaya çalıştığında onu da göğsünden itekledim.

"Sen neredeydin bu olurken? Karın ne hakla benim çiçeklerime dokunabilir?"

"O kadının kokusunu evimin hiçbir yerinde istemiyorum..." dediğinde bir yandan da göz yaşı dökerek başını da iki yana sallamıştı.

Cevabı beni daha da zıvanadan çıkartırken sinirle güldüm.

"Babamın tenine de sinmiştir annemin kokusu, sıkıyorsa bu çiçekleri söküp attığın gibi kocanı hayatından söküp at! GERİ ZEKALI!"

Selma böyle açık açık söylememi beklemiyor olacak ki en amiyane tabirle kalakalmıştı, dumura uğramıştı.

"Bala!" dedi babamın sert ve uyarıcı sesi.

"Haddini aşma!"

"KARINA SÖYLE ONU!" dedim babama dönerek.

"Hangi hadle benim olan bir şeye dokunabilir? Dua etsin çiçeklerimi yolduğu gibi saçlarını yolmuyorum!"

Selma ağzını açmıştı ki babam girdi araya.

"Selma yalnız bırak bizi!"

"Kızına terbiye ver!" dediğinde sinirli bir nefes çekerek, gerçekten saçlarına yapışmak için atılmıştım ancak babam tutarak buna engel oldu.

"Selma yalnız bırak dedim sana!"

Selma sinirle balkondan içeri girdiğinde babamı itekleyerek kollarından sıyrıldım.

"Nasıl izin verirsin buna?" dedim. Selma'nın gitmesiyle göz yaşlarımın akmasını sorun etmeyerek serbest bırakmıştım.

"Bir sakinleş..." dedi biraz önceki sert sesinin aksine yumuşak bir sesle.

"Görmedim, görsem izin vermezdim."

"Neyi gördün ki sen Allah aşkına!" dedim sitemle ve ağlamamdan kaynaklı akan burnumu çektim.

Babam sakinleşmem için olsa gerek bir şey demezken sertçe yanaklarımdan akan yaşları sildim. İçime derin derin nefesler de alırken en azından ağlamamı durdurabilmiştim.

Yerdeki yolunmuş çiçeklerden birine sertçe bir tekme atarken onun gittiği yeri takip ederek salıncağıma ilerlemiş ve biraz daha sakinleşebilmek için oturmuştum.

Yoksa bu evden o kadını yolmadan çıkmayacaktım.

Annemin begonya gibi koktuğunu nereden öğrenmişti onu da bilmiyordum ama umurumda değildi. Bunu yapmaya hakkı yoktu. En kötü ihtimalle gelip çiçekleri almamı isteyebilirdi ama o kadardı. Daha fazlasını yapamazdı, en azından yapmamalıydı.

"Selma sonuna kadar suçlu ama karşındaki büyüğün, o ne biçim bir üslup öyle?"

"Sen tutukladığın katillere senden büyük diye hürmet mi ediyordun?" dedim asla takmadığımı ve hatta fazlasını hak ettiğini belirten bir tonla.

Babam derin bir nefes çekerken içine gelip salıncağımın yanındaki koltuğa oturdu. Elini dizime koyduğunda huysuz bir çocuk misali elini iteklemiştim.

"İlk nişanlandığımızda Selma'nın babası 'Eğer bir hatasını görürsen dövebilirsin.' demiş bir adam... Ben de iyi bir eş değilim, kabul ediyorum ama daha kötüsüne de denk gelebilirdi. Bu nasıl bir çevrede büyüdüğünü anlaman için verebileceğim örneklerden sadece biri. Onlar için kocası ne yaparsa yapsın hakkı, döver de sever de... Şu an belki geçmişte ona empoze edilen düşünceler yüzünden boşanmıyor, belki sadece benimle birlikte kendine de ceza veriyor... Bilmiyorum ama o boşanmadan, boşanmaya yüzüm yok."

Alayla güldüm ve başımı iki yana salladım.

"Beni kullanarak annemin etrafında dolanmaya yüzün vardı ama!"

Babam içine derin bir nefes çekti.

"Ne sebeple bilmiyorum ama boşanmıyor, boşanamıyor ve hırsını bu şekilde alıyor."

Alaylı bir kahkaha bıraktım.

"İstediğimiz şekilde hırsımızı alabiliyor muyuz? Benim toplu katliam yapmam falan gerekecek hırsımı alabilmem için! Ayrıca bana ne travmalarından?"

Elimi de sinirle savurmuştum.

"Gitsin tedavi olsun! Öncesi beni ilgilendirmiyor, şimdisiyle ilgileniyorum. Boyunu geçmiş iki oğlu var, biri polis. Sen de öyle bir durumda korursun boşansanız da. Travmalarının arkasına sığınıp yaptığı korkaklık beni zerre bağlamıyor da, gözümde daha masum falan da olmuyor! "

Verdiğim kısa esle babam araya girecek gibi oldu ama tekrar ben söze girdim.

"Ayrıca benden büyük olması karına kendi yaptığı terbiyesizliği yok sayıp, bir de hakkımda atıp tutma hakkını vermez. Tek bir kelimesinde daha saçına yapışmayacağıma engel olamayacağı gibi..."

Ardından sinirle ayaklandım ve yolunup atılmamış son saksıya ilerledim. Sadece bir saksı turuncu begonya kalmıştı...

Gözlerimin dolmasına engel olamazken babama döndüm.

"Annemin emanetine sahip çıkamadığın gibi, benim emanetime de sahip çıkamadın..."

Annemin emaneti ne yazık ki ben oluyordum. Annem yaşasa gözümden akacak bir damlayı engellemek için her şeyi yapardı ama babam bir şekilde sadece ağlatıyordu.

*

"Ağladın mı sen?" dedi içeri giren Miraç ve yüzündeki hafif gülümseme de böylece silindi.

"Hayır..." dedim nasıl anladığına anlam veremeyerek. Yüzümdeki gülümsemenin yerini sahi bir şaşkınlık almıştı.

Makyaj da yapmıştım ve anlaması imkansızdı.

"Sesin çatallaşmış, gözlerinin içi kızarmış Bala!" dedi ve ayağıyla kapıyı kapatırken eş zamanlı bir şekilde yüzümü elleri arasına almıştı. Bunu bekliyormuşçasına gözümden bir damla akarken derin de bir iç çektim.

"Begonyalarımı söküp atmış!" dedim şikayet edercesine ve daha da içli ağlayacağımın habercisi olarak dudaklarım benden izinsizce büzüldü. Yüzümü görmemesi için göğsüne sığınıp kollarımı kalın beline doladığımda bir süre elleri şaşkınlıkla havada kalmış ama hemen ardından beni sakinleştirmek istercesine biri sırtıma biri saçlarımın arasına gitmişti.

"Kim?" demişti bir yandan da sesindeki şaşkınlıkla. Göz yaşlarım hızlanırken göğsünü ıslattığımın farkındaydım ama şu an için umurumda değildi.

"Selma..." dedim derin bir iç daha çekerek.

Ardından hırsla geri çekildim.

"Begonyalarımı yolduğu gibi onu yolacaktım ama babam izin vermedi."

Miraç ne diyeceğini bilemezmişçesine bana baktı ve bir yandan da ayaklarını birbirine sürterek ayakkabılarını çıkardı. Bana doğru da bir adım attıktan sonra kolumdan tutarak beni tekrar kendine çekmiş ve sarılmıştı.

"Sakinleş biraz..." Sesini öyle bir tonda kullanmıştı ki ister istemez biraz daha dingin hissetmiştim kendimi.

"Haklısın ama Ali ve Can'ın annesi olduğunu unutma."

Omuzlarımı indirip kaldırdım ellerimi göğsüne bir kedi misali yaslarken de.

"Annemin ölümüne sebep olmuş birine birilerinin annesi diye saygı falan gösteremeyeceğim."

Tek kelime etmeden başımın üstüne bir öpücük bıraktı ve bedenimi daha sıkı sarmaladı. Ben tam anlamıyla sakinleşip ağlamam dinene kadar da öylece durduk ve doğrusu iyi gelmişti.

"Şimdi anlat bakalım başından sakince?" derken beni hâlâ tek koluyla sarmış ve salona ilerletiyordu.

"İşte Arda'yı size bırakacağım zaman gördüm. Selma'yla kavga ettim, daha doğrusu babam yüzünden edemedim. Sonra babamla Selma'nın travmaları üzerine bir konuşma yaptık. Onu haklı çıkarabilirmiş gibi... Sonra da eve geldim. Derslere de gitmedim."

Başımın üzerine bir öpücük daha bırakırken birlikte ikili koltuğa oturmuş ve ben bacaklarımı koltuğa çekerek yan yatırmış ve Miraç'ın göğsüne sokulmuştum iyice.

Elleri saçlarımı tekrar okşamaya girişirken "Arda nerede?" dedi bu kez de.

"Çok ağlayınca korkmaması için Ahmet amcaya işimin uzadığını, senin gelip alacağını söyledim."

"İyi yapmışsın..."

Bir eli hâlâ sırtımda beni rahatlatmak için gezinirken dudakları da şakağıma bir öpücük bırakmıştı.

"Biraz kalalım böyle... Sonra ben gider Arda'yı alırım. Birlikte yemek de alıp geliriz..."

Sanırım bu halde bir şey hazırlayamadığımı falan düşünmüştü.

Başımı iki yana salladım yavaşça.

"Yemek var, hatta gereğinden fazla var..."

Kaç çeşit yaptığımı sayamayacak kadar hırslıydım. Bir şekilde sakinleşmek istemiş ve mutfağa sarmıştım.

*

"Ne yaptınız bakalım baba oğul?" dedim arabaya binip kemerimi takarken. Sabah Miraç'la mini bir Ankara turu yapmıştık Arda'yı okula bıraktıktan sonra. Baş başa konuşmak, gezmek iyi gelmişti dünden sonra. Arda'yı da seviyordum ama baş başa olmayı daha çok seviyordum.

Tabii bazen kalabalık olmak daha güzeldi ama ben genel olarak biriyle bir şey yapacaksam onunla baş başa olmayı tercih ederdim. Üçüncü bir kişi onu çok sevsem de çok hoşuma giden bir şey değildi.

Arkadan "Top aldık!" diye atıldı Arda sevinçle.

"Ve babamla top oynadık."

"Ah!" dedim başımı da abartılı bir tavırla geriye atarak.

"Bu görsel şöleni kaçırdığıma inanamıyorum!" Miraç'a da dönmüş ve şöyle baştan aşağı bir süzmüştüm. İşe giderken genelde pantolon gömlek giyse de bugün üzerinde kazak vardı. Evde de genelde üstü çıplak ya da tişörtle gezdiği için kazaklarına bir nevi ben çökmüştüm.

Bu sanırım Miraç'ı ikinci kez bir kazakla görüşümdü ancak hâlâ tam anlamıyla alışamamıştım. Yine de giydiği antrasit boğazlı kazak ona farklı bir hava katmış ve oldukça da yakışmıştı. Sabah üzerinde bunlar yoktu ve muhtemelen top oynadıktan sonra değiştirmişti.

Benim üzerimde ise hâlâ sabah giydiğim kahverengi, yırtmaçlı elbisem ve ayaklarımda da siyah botlarım vardı. Üzerine de krem kabanımı almış ve omuzlarımı yeni yeni geçen saçlarımı açık bırakarak düzleştirmiştim. Kıyafetlerime uygun bir şekilde de turuncu, kahverengi karışımı hafif bir far sürmüş ve kahverengi bir eyeliner çekmiştim. Dudaklarımda da kahve tonlarında bir ruj vardı ve sabah evden çıktığımdaki kadar güzel gözüküyor olmayı diliyordum.

Arda gerçekten üzüldüğümü falan sanmış olacak ki dudaklarını büzdü

Arda gerçekten üzüldüğümü falan sanmış olacak ki dudaklarını büzdü.

"Üzülme, seninle de oynarız."

Minik bir kahkaha atarken başımı iki yana salladım.

"Sağ ol bebek ama ben top oynamayı değil, sizi izlemeyi istemiştim."

Ardından derin bir iç çektim ve arsızca Miraç'ı baştan aşağı süzdüm. Bu alenen sizi kısmının büyük bir çoğunluğunu Miraç'ın kapsadığını anlatıyordu bence.

Miraç kısa bir an için bana baktı ve gülerken de onaylamazcasına başını iki yana sallayarak önüne döndü.

"Ne yiyoruz bu arada?" derken aynayı indirmiş ve çantamdan dudak kalemim ve rujumu çıkartmıştım. Makyajımın kalanı duruyordu ama rujumu tazelesem iyi olacaktı.

"Ben hamburger istiyorum." dedi Arda.

"Vallahi ben de bir hamburger alırım." dedim rujumu sürmeyi kısa bir an için bırakıp Miraç'a dönerek.

"Anlaşıldı." dedi Miraç da "Hay hay!" dercesine başını bir miktar eğerek.

Restorana geldiğimizde Arda'yla öncesinde kararlaştırdığımız gibi biz hamburger söylemiştik, Miraç ise kendisine ızgara köfte söylemişti. Kim hamburger sevmezdi ki?

Arda tamamen yemeğiyle ilgilendiğinde iyice Miraç'a yaklaştım.

"Acaba diyorum... Bu gece karaoke bara gitme ihtimalimiz nedir?"

İkizler gidecekti ve beni de çağırmışlardı ancak Miraç'ın izinli olması ve birlikte bir şey yaparız diye konuşmamız doğrudan evet dememi engellemişti.

"O nereden çıktı bakalım?"

Kolunu sandalyeme doğru atmış ve beni hepten kendine çekmişti. Tabağımdan bir tane patatesi alarak Miraç'a uzatırken nasıl söylemem gerektiğini düşünüyordum.

En son ikizlerin evlerine gitmem konusunda ki kavgamızdan sonra ikizlerle hiç görüşmemiştim bugüne kadar ve tepkisinden emin olamıyordum.

"İkizler çağırdı da..." dedim en sonunda başka bir şey bulamayarak.

Miraç patatesi hızlıca yutarken gözleri kısıldı.

"Sen de evet dedin?" dediğinde sorarcasına başımı iki yana salladım.

"Seni ekerek gidecek değilim ama birlikte gitmeyi çok isterim. Çok, çok, çok hem de..."

Her "Çok" deyişimde bir miktar daha "O"ları uzatmıştım. "O" derken bolca büzülen dudaklarımı işaret ve başparmağı arasında kıstırdıktan sonra elini çekmiş ve hızlıca da dudaklarıma bir öpücük bırakmıştı.

"Çok mu istiyorsun?" diye sorduğunda da bunu kendisinin pek de istemediğini belirten bir nefes çekmişti içine.

Hızlıca başımı salladım aşağı yukarı.

"Çok!" dediğimde bir kez daha "O"ları uzatarak Miraç gülümsemiş ve başını sallamıştı aşağı yukarı.

"Bu kadar istiyorsan birkaç saat uğrarız."

Genişçe gülümsedim ve hızlıca dudaklarına bir öpücük de ben bıraktım.

"Teşekkür ederim." Aslında istemediğinin ve sırf ben istiyorum diye kabul ettiğinin pekâlâ farkındaydım.

"Aa!"

Arda'nın birden başını yemeğinden kaldırması ve şaşkın haykırışıyla ikimiz de Arda'ya dönmüştük.

Arda masa yardımıyla kendini geriye doğru itekleyerek sandalyeden kalkmış ve hızlıca yanımıza gelerek babasının kucağına çıkmıştı. Tabii benim de tekrar diğer tarafıma ,Miraç'a doğru, dönmeme neden olmuştu.

Babasına avucunu bir şey istercesine uzattığında Miraç cebinden bir hediye paketi çıkararak Arda'nın avucunun içine bırakmıştı.

"Hani sen dün üzgündün ya... O yüzden sana hediye almak istedim ama babam seçti bunu."

Kutuyu bana uzatırken yaptığı açıklamayla istemsizce genişçe gülümsemiştim. Kutuyu aldıktan sonra önce Arda'nın yanağına, ardından da Miraç'ın dudaklarına minik birer öpücük bırakmıştım.

Geri çekildiğimde de hâlâ yüzümde geniş bir gülümseme hakimdi.

"Teşekkür ederim..."

"Daha bakmadın bile!" diye isyan eden Arda'ya yüzümü buruşturdum ve Miraç'ın bana yaptığı gibi hafifçe burnuna vurdum işaret parmağımla.

"Düşünmen yetti ama hadi açalım. Merak ettim."

Minik hediye paketini açtığımda içinden bir de beni bir takının karşılayacağını belirten bir kutu çıkmıştı.

Siyah kutuyu da açtığımda ucunda begonya olan altın bir kolye karşılamıştı beni. İstemsizce bakışlarım Miraç'ı bulduğunda yüzündeki hafif gülümsemeyle omzunu indirip kaldırdı.

"Begonyalarının yerini tutmaz ama..."

Daha da çok gülümserken kolyeyi kutusundan çıkarttım ve Miraç'ın eline tutuşturduktan sonra hızlıca arkamı döndüm onlara.

"Takın hadi!"

"Ben hiç kolye takmadım!" diyen Arda'nın ellerini "Beni saymayın!" dercesine kaldırdığını sırtımda hissettiğim rüzgardan anlamıştım. Zaten çok geçmeden de Miraç'ın parmak uçlarını boynumda hissetmiştim.

"Yalnız kolye takmayı öğrenmen gerekiyor! Elif'in kolyelerini kim takacak?" dedim tamamen takılmak için.

Ancak Arda beni biraz fazla ciddiye almıştı sanırım.

"Senin üzerinde deneme yapabilir miyim Bala abla?" Ben minik bir kahkaha atarken Miraç kolyemi takmış ve boynuma da minik bir öpücük bırakmıştı.

"Deneme tahtası mıyım ben?" Şakayla karışık sitem ederken tekrar baba oğula dönmüş ve bir de boynumdayken kolyeye bakmıştım. Çok güzeldi.

Arda'nın ne diyeceğini bilemezmişçesine dudaklarını büzdüğünü gördüğümde gülümseyerek yanağına bir öpücük daha bıraktım.

"Şaka yaptım, deneyebilirsin tabii ki. Ayrıca hediye için teşekkür ederim tekrar."

Miraç'ın dudaklarına da bir öpücük bırakırken "Ve sana da..."diye mırıldanmıştım dudaklarımın dudaklarına çarpmasını hiçbir şekilde sorun etmeyerek.

*

Arda'nın uyku saati geldiğinde Feride'yle birlikte onu bize bırakmıştık. Tabii Feride'yi bırakırken Miraç "Bir kez daha eve bizden habersiz birilerini çağırırsan bu sefer babama söylerim!" demiş ve bolca da uyarmıştı. Zaten Feride de yakalanmaktan yeterince korkmuş olacak ki bir şey demeden yalnızca abisini başıyla onaylamıştı.

Biz de hazırlanarak evden çıkmıştık. Deri siyah bir pantolon ve yine siyah sırtı tamamen açık, boğazlı bir badi giyinmiştim. Saçlarımı açık bırakmış ve koyu da bir makyaj yapmış, bordo rujumla da noktalamıştım. Ayrıca begonya kolyemde boğazlı badimin üzerinde çok güzel duruyordu.

 Ayrıca begonya kolyemde boğazlı badimin üzerinde çok güzel duruyordu

Karaoke bar için gayet yeterli bir kıyafetti bence. Miraç da benim gibi baştan ayağa siyah giyinmişti ve bu hoşuma giden bir başka şeydi. Sırt dekoltemin pek hoşuna gitmediğini bakışlarından anlamıştım ancak bir şey de dememiş ve birlikte evden çıkmıştık.

Park yeri bulamadığımız için Miraç beni tam önünde bırakarak kendisi park yeri bulmak üzere ayrılmıştı.

İçeri girdiğimde de ikizleri bulmak hiç de zor olmamıştı. Barın kenarında durmuş ve bir şeyler içerken konuşuyorlardı da. Hızlıca yanlarına ilerlemeye başladım kalabalık arasında zar zor sıyrılarak.

Yanlarına ulaştığımda "N'aber?" diye bağırmıştım hem gürültüden dolayı sesimi duyurabilmek hem de bugün içimde bitmek tükenmek bilmeyen bu enerjiyi atmak istercesine.

Egemen genişçe gülümserken bana doğru eğilmiş ve sıkıca da sarılmıştı.

"Gelmene sevindim..." dedi ayrıldığımızda da gülümseyerek. Gelmeye çalışırım diyerek ikilemli konuşmuştum ve gelip gelmeyeceğim onlar için meçhuldü.

"Ben de..." dedim gülümseyerek ve bu sırada Engin'le de sarılmıştık.

"Evlilik nasıl gidiyor?" diye sordu Engin garip bir vurguyla. Neden bu şekilde vurgulama ihtiyacı hissettiğini pek anlayamamıştım.

"İyi..." dedim ve bu sırada gözüm içeceklere kaydı. Bir adım kadar daha öne gelerek barmenin beni duyabileceği bir mesafeye geldim.

"Bir bira alabilir miyim?"

"Hangisinden olsun?" dedi barmen elindeki bardağı silmeyi bırakarak.

"Carlsberg var mı?" diye sordum.

Barmen beni başıyla onayladığında ben de tekrar ikizlere dönmüştüm.

"Ecrin ne yapıyor?"

"Yeni bir arkadaş edindi, şu anda onunla."

Buna sevinmiştim çünkü Ecrin aşırı içe kapanıktı. Barmen önüme şişesiyle biramı bıraktığında teşekkür edercesine gülümsemiştim ona.

Hızlıca ilk yudumumu aldıktan sonra ikizlere döndüm ve elimle şu an dolu olan sahneyi işaret ettim.

"Bir şarkı söyler miyiz?" Egemen'in ikizindeki gözleri beni bulurken gülümsedi bana.

"Söyleriz tabii..." diyerek Engin ikizinden evvel atılmıştı.

"Ama önce benim bir tuvalete gitmem gerekiyor."

Engin'e el sallarken bir yudum daha aldım biramdan.

"Çok gürültülü..." dedi Egemen ortamda göz gezdirirken. Müziğin ritmiyle bedenimi bir yandan hareket ettirirken tuhaf tuhaf Egemen'e baktım.

"Bir bardan beklentin kütüphane sessizliği miydi?"

Bence ortam gayet iyiydi. Bu kadar kalabalık içinde ben kendimi dahi bulamazdım.

"Hayır tabii ki..." dedi Egemen gülümseyerek.

"Ama böyle bir yere gelmeyeli uzun zaman oluyor... Yaşlanmışım sanırım."

Minik bir kahkaha atarken başımı iki yana salladım.

"Genciz daha be! Şöyle bir 35'ten sonra falan ben gürültülü ortamlardan ayrılmayı planlıyorum."

"Bence sen değil 35, 70 de olsan kopamazsın. Ruhun genç, deli dolu..."

Gülerken elimle kendisini işaret ettim. "Bu iyi anlamlı mıydı?"

Egemen içeceğinden bir yudum alırken başıyla onayladı beni. Ben gelmeden de içmiş olacak ki hareketleri biraz sarsaktı.

"İyi... Seviyorum deli dolu olmanı, aklına eseni yapmanı, söylemeni... Ben sanırım genel olarak seni seviyorum."

Gülerken ben de biramdan bir yudum aldım.

"Teşekkür ederim... Ben de sizi seviyorum. Hayatıma çok spontane bir şekilde girdiniz Engin'le ama bir çok arkadaşımdan daha iyi arkadaş oldunuz."

Egemen gülerken başını iki yana salladı.

"Arkadaşça bir sevgi değil benimki..." dediğinde duraksamıştım doğru duyup duyamadığımı anlamak için. Sesten dolayı birbirimize gereğinden yakın duruyorduk ve bu istemsizce ondan bir adım uzaklaşmama neden olmuştu.

"Arkadaş olarak gayet güzeliz..." dedim, alkolün etkisiyle bunu böylece söylediğini varsayarak ve son birkaç saniyeyi hafızamdan silmeye oldukça hazır bir şekilde.

"Umurumda değil! Evli olduğunu söylediğinden beri içim içimi yiyor! Acaba korkaklık yapmadan ilk bir şeyler hissettiğimi fark ettiğimde direkt söylesem bir şeyler farklı olur muydu diye. Bilmeni istiyorum. Belki bir şekilde bana dönmeni."

"Hiçbir zaman sana karşı o tarz bir şey hissetmedim Egemen. Daha önce söyleseydin de sonuç değişmezdi."

Kırmamak için sesimi yumuşak tutmaya çalışıyordum. En nihayetinde beni sevmeyi o da seçmemişti ve alkollü olmasa içinde yaşamaya da devam ederdi.

"Merak ediyorum..." derken bakışları dudaklarıma kaydı.

"Neyi?" dedim bıkkın bir nefes vererek. Miraç'ın bir an önce gelmesini ve konunun da bir daha açılmamak üzere kapanmasını istiyordum. Miraç'a bakmak için kapıya döneceğim sırada dudaklarıma bir başka dudak kapanmıştı.

Şaşkınlığımdan sıyrılabildiğimde hızlıca kendimi geriye çektim birkaç adım.

"Ne yaptığını sanı-"

Ben daha cümlemi tamamlayamadan geriye doğru çekilmiştim ve Egemen'in suratına sert bir yumruk geçirildiğini görmüştüm. Miraç tarafından geçirilen sert bir yumruk...

Loading...
0%