@__kao__
|
Herkese merhaba. 41.bölüm yani bir sonraki bölüm final. Onu da yarın atacağım ve burada da Metresin Kızı yolculuğumuzun sonuna gelmiş olacağız. Profilimden şu anda aktif olarak yazdığım Düş Kapanı isimli kurgumda buluşmaya devam edebiliriz. Tabii sonrasında başka kurgularda da buluşmak dileğiyle. Medyadaki elbise Bala'nın annesinin elbisesi bu arada. Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. İyi okumalar... * "Yeter! Miraç, lütfen!" Kolunu tutmak da istemiştim ama hiç de zorlanmadan elini elimden kurtarmış ve bir yumruk daha atmıştı. Egemen'in yüzü kan içinde kalmıştı ve bir şey olmasından korkuyordum. Zira Miraç pek kendinde görünmüyordu. Neyse ki bu sırada Engin geri dönmüş ve Miraç'la ikizinin arasına girmişti. Ben de bunu fırsat bilerek Miraç'ı bir kez daha kolundan çektim. Ama bu da yetmemiş ve Miraç ne Engin'in ne de benim araya girmemle durmamıştı ancak görevlilerle birlikte engel olabilmiştik. Egemen hem yumrukların hem alkolün etkisiyle zaten sersem gibiydi. Engin ise ikizinin suçunu bilircesine mahcup bir tavır içindeydi. "Bırak!" dedi Miraç tersçe ve hâlâ bir şey yapacakmışçasına yanında dikilen görevliye çıkarıp kimliğini gösterdi. "Ben Egemen adına özür dilerim." dedi Engin bir yandan ikizini tutarken bir yandan sesini bana duyurabilmek için biraz öne eğilmişti. "Sadece hislerini saklamak istemediğini söylemişti, bu kadar ileri gidebileceğini düşünmemiştim." Ben daha ağzımı açamadan Miraç bir yumruk da Engin'e geçirmişti. "Ne seni ne o ikizin olacak piçi karımın etrafında görmeyeceğim! Ayılınca iletirsin!" Engin yumruk yediği yanağını tutarken korumalar da Miraç'ın polis olmasından kaynaklı ikileme düşmüş gibilerdi. Ardından Miraç sertçe elimi kavradı ve peşi sıra dışarı ilerletmeye başladı. Büyük adımlarına yetişemediğim için neredeyse bu topuklularla koşuyor, kısmen sürükleniyordum. "Miraç!" dedim biraz olsun yavaşlaması için. Sesten mi duymamıştı yoksa duyamayacak kadar sinirli miydi pek anlayamamıştım. Dışarı kadar bu şekilde zar zor peşinden ilerlemiş ve dışarda bir kez daha şansımı denemiştim. "Durur musun? Yetişemiyorum!" Bu biraz onu yavaşlatırken omzunun gerisinden bana dönmüş ve en sonunda da tamamen durmuştu. Elimi sert tuttuğunu da o an fark etmiş olacak ki eli gevşedi ama elimi bırakmadı. Sert bir tonlamayla "Yürü!" dedi yalnızca. Bana da mı kızgındı, yoksa Egemen'e olan sinirini hâlâ üzerinden atamamış mıydı anlayamamıştım ama yine de sözünü ikiletmeden peşinden yürümeye başladım. Arabaya kadar çıtımı dahi çıkaramamıştım. Arabanın önüne geldiğimizde elimi bırakarak şoför tarafına dolandı. Benim öylece durduğumu fark ettiğinde de başını kaldırarak çatık kaşları altından bana baktı. "Bin!" Sert sesinden dolayı biraz çekinsem de küçük adımlarla kapıya ilerlemiş ve kapıyı açarak arabaya yerleşmiştim. "Mi-" Arabayı çalıştırmadan, yola çıkmadan konuşmak istemiştim sadece ancak böyle bir geri dönüş beklemiyordum. "KES SESİNİ!" Öyle bir bağırmıştı ki yerimde sıçramıştım korkuyla. İstemsizce dudağımın kenarını dişlediğimde bakışları dudaklarıma kaymış ve hatırlamışçasına gözlerindeki sinir parıltıları artmıştı. Sinirle benden tarafa eğildi ve torpidoyu açarak bir ıslak mendil paketini fırlatırcasına kucağıma bıraktı. Bunu yaptığı sırada elinin üstündeki kanlar da dikkatimi çekmişti. Bu karanlıkta elini mi zedelemişti de kendi kanı mıydı yoksa Egemen'in mi kanıydı anlayamamıştım. "Sil o dudaklarını!" Bağırdığı için gözlerim dolmuştu bile. Bu sebeple buğulu gözlerimle paketi zar zor açmış ve bir mendil çıkartarak istediğini yapmaya girişmiştim. Yalnızca şu an sakin olmasını ve bana bir daha bağırmamasını istiyordum. Sinirli olmakta haklıydı ama ben de haksız, suçlu değildim. Hiçbir şey yapmamıştım. Ben dudaklarımı silerken Miraç'ın sıkıntılı bir nefes verdiğini işitmiştim. "Sinirliyim, kalbini kırmak istemiyorum! O yüzden lütfen konuşma ve kemerini tak!" Dudaklarım istemsizce büzülürken başımla onayladım Miraç'ı ve kemerime uzandım. "Tamam ama bağırma..." Miraç hiçbir şey demeden arabayı çalıştırmıştı ve ben de cama dönmüştüm. Sadece gerçekten bir suçumun olmadığını söylemek istemiştim. Ve günü baş başa tamamlamak yerine karaoke bar diye direttiğim için de pişmandım. Bizim sessizliğimizi bölen kucağımdaki telefonun ekranının açılması ve eş zamanlı bir şekilde içeriyi dolduran bildirim sesiydi. "Egemen" yazısını ancak okuyabilmiştim ki telefonum kucağımdan çekilip alınmıştı. Şaşkınlıkla Miraç'a dönerken o bir yandan çatık kaşlarıyla ekrandaki mesajı okuyor bir yandan da arabayı sağa çekiyordu. Arabayı durdurduğunda sinirle sövüyordu da ve Miraç'ı ilk defa küfür ediyorken duyuyor olabilirdim. "Aç şunu!" dedi telefonu bana doğru uzatarak. Tereddütle telefona bakarken "Ne yapacaksın?" diye sormaktan geri kalamadım. Mesajda ne yazdığını dahi okuyamamıştım ve Egemen'den gelmişti. Hâlâ alkolün etkisinde olmalıydı ve bir şeyler saçmalamışsa diye korkuyordum. "Bir şey yapmayacağım, aç şunu!" Daha fazla sinirlenmemesi için dediğini yaparak parmak izimi okutmuş ve geri Miraç'a vermiştim telefonumu. Göz ucuyla ne yaptığına bakmaya da çalışmıştım ama pek anlaşılmıyordu buradan. Birkaç tuşa daha bastıktan sonra tekrar kucağıma bıraktı telefonumu. "O ikizini de engelleyip numarasını siliyorsun! Bu kez muhatabım sen değilsin ama Bala... Herhangi bir şekilde konuştuğunuzu görürsem duyarsam muhatabım doğrudan sen olursun. Es kaza karşılaşırsanız yolunu değiştiriyorsun ve anında bana söylüyorsun! Anladın mı?" En azından benim bir suçum olmadığını biliyordu ve bu biraz da olsa rahatlamama neden olmuştu. En kabul edemeyeceğim şey aldatılmakken Miraç'ın aklından böyle bir düşüncenin dahi geçmiş olabileceği düşüncesi kanımı dondurmaya yetiyordu. Ben babamın değil, annemin kızıydım... Başımı salladım aşağı yukarı. Elim Engin'i engellemeye ve numarasını silmeye pek gitmese de Engin'in bir suçu olmaması bu durumu değiştiremezdi ve Engin'den yazabileceğini düşününce de mecburen silmiştim. Miraç zaten Egemen'i bizzat kendisi engellemiş ve hatta numarasını silmişti. Başka biri için bunu yapsa olay çıkartırdım ama biraz önce olanlardan sonra da hak veriyordum. Tam tersi Miraç'ı ben o şekilde görsem suçu var mı yok mu ona bile bakmazdım sanırım. Eve geldiğimizde arabayı durdurmadı ve bana çenesiyle kapıyı işaret etti. "Eve gir, Feride'yi de yolla. Onu bırakayım." "Bana emir verme!" dedim hoşnutsuzlukla. Biraz önce sinirli diye bir şey dememiştim ancak artık sinirimi bozuyordu. Derin bir nefes çekerken içine, sıkıntıyla kirli sakallarını da kaşımıştı. "Lütfen, dediğimi yapar mısın?" Derin bir nefes çektim içime ve yavaşça başımı aşağı yukarı salladım. "Tamam ama geri döneceksin değil mi?" "Bala!" dedi ancak öyle bir dedi ki sanki sabır dileniyordu. "Bir adamın karımı öptüğünü gördüm! Onu gidip öldürmemek için kendimi zor tutuyorum. Ellerim kaşınıyor! Sinirliyim! Sinirimi senden çıkarmak istemiyorum! Lütfen, üzerime gelme!" Her bir kelimesinin ardından kısa bir süre duraksamış, tane tane dişlerinin arasından konuşmuştu. Tekrar bağırmasını istemiyordum ve bu yüzden kemerimi çözerek arabanın kapısını açtım. Eve doğru ilerlerken de bakışlarını sırtımda hissedebiliyordum ama ağlamamak için zor dururken dönüp bakamadım Miraç'a. Çantamdan anahtarımı çıkarıp kapıyı açtım ve buraya doğru gelen adım seslerini işittim. "Aa!" dedi beni gören Feride. "Erkencisiniz, abim nerede?" "Seni bekliyor..." dedim elimle de dışarıyı işaret ederek. "Kavga mı ettiniz? İyi misin sen?" "Feride, abin seni bekliyor!" dedim daha fazla sorgulamaması için olabildiğince net bir sesle. * Saat gece üçe doğru gelirken duyduğum kapı sesiyle gözlerimi kapatmış ve üzerimdeki örtüye biraz daha sarınmıştım istemsizce. Adım seslerinden, önce Arda'nın odasına giderek onu kontrol ettiğini anlayabilmiştim. Şimdi de adım sesleri bu tarafa doğru geliyordu. Kapı yavaşça aralandı ve bir süre tek bir çıt dahi çıkmadı. Ardından gıcırdayan parkeden tamamen içeri girdiğini, çıkan hışırtılardan da üzerindekileri çıkardığını anlayabilmiştim. Yatak çöktükten kısa bir süre sonra dışardan gelmesine rağmen sıcak olan kolları çıplak belime dolanmıştı. Saçlarımı okşarcasına geriye çekmiş ve açıkta kalan boynuma minik de bir öpücük bırakmıştı. İyice yaklaşmasından bir şeyler içtiğini anlamıştım. Boynumdan derin bir nefes çektiği sırada iyice gözlerimi sımsıkı kapattım. Beni suçlu saysa ve öyle bağırsa umursamazdım ama bir suçumun olmadığını bilmesine rağmen bana öyle bağırması kalbimi kırmıştı. Kolay kolay ne kimse bana bağırmış ne de yanımda birbirlerine bağırmışlardı. Kendim fazlasıyla yüksek bir ton kullansam da birilerinin bana bağırmasına alışık değildim. Hele ki Miraç'ın... "Niye uyumadın?" diye sorduğunda omuzlarımı indirip kaldırdım yalnızca. Uyumadığımı muhtemelen düzensiz nefeslerimden anlamıştı. Burnunu tamamen boyun girintime sokarken omzuma da bir öpücük bırakmıştı. Sırtım tamamen Miraç'ın göğsüne yaslıydı. "Sakinleşmem gerekiyordu, suçun yok biliyorum ama sakinleşmem gerekiyordu..." Sesi onu anlamamı istercesineydi. "Bağırma bir daha bana!" dedim kolları arasında dönerken. Yüz yüze geldiğimizde bu kadar yakın olacağımızı hesaplamadığımı fark ettim. Sesini yükselttiği olmuştu ama hep kontrollüydü. Bugün ilk kez öyle bağırmıştı. Boynumdan onu mahrum bırakmamdan hoşlanmamışçasına biraz aşağı kayarak tekrar burnunu boynuma gömmüştü. "Bağırmam..." Nefesinin boynuma çarpmasıyla derin bir nefes aldım. Boynuma bir öpücük daha bıraktı. "Bağırmamalıydım da..." Miraç'ı başımı aşağı yukarı sallayarak onayladığımda hafifçe güldüğünü hissettim boynumda. "Ayrıca ben senin göğsünde yatmak istiyorum!" Şımarıkça söylemim karşısında boynuma bir öpücük daha bıraktı ve "Olmaz." dedi. "Hep sen yatıyorsun zaten. Uyumak istiyorum, sabah işe gideceğim." "Ben mi dedim gecenin bir yarısı çık bir başka yarısı dön diye!" Hâlâ kayıp olan yaklaşık bir 4 saat vardı. Bu sürede ne yaptığının bilgisinin bana geçildiğini hatırlamıyordum. "Ne yaptığımı soruyorsan Ali'yle içtik..." dedi benim aksime doğrudan söyleyerek ancak söyleyen o değilmişçesine hiç kıpırdamamıştı. Sanırım beni salmaya hiç niyeti yoktu. Ancak o beni istediği gibi hareket ettirebiliyorken ben Miraç'ın kolunu kaldırırken dahi zorlanıyordum. "Ayrıca..." dedi birden. "Konuşmaman konusunda ciddiyim. Ne onunla ne kardeşiyle... Hiçbir şekilde konuşmanı istemiyorum." Zaten konuşacak olsam Engin'in numarasını silmezdim ancak bir şey demedim ve uyumaya çalıştım ama bu şekilde uyumaya hiç alışık değildim. Hoşnutsuzca kıpırdanırken "Miraç?" da demiştim ancak tepki vermediği gibi hareket etmemi istemezcesine kolları sıklaşmıştı. "Miraç!" dedim bir kez daha kıpırdanırken. "Söyle yavrum?" dedi uykulu bir tonla. "Ben böyle uyuyamam." "Uyursun!" dediğinde kaşlarım çatıldı ve bir kez daha kıpırdandım kollarını gevşetmesi için. Miraç bıkkın bir nefesle kolları üzerinde üzerimde doğrulmuş ve beni yatakla kendi arasında sıkıştırmıştı. "Uslu duracak mısın, yavrum?" "Cık!" derken hafifçe de gülümsemiş ve başımı iki yana sallamıştım. Miraç'ın kaşları havalanmış ve "Öyle mi?" dercesine bir bakış atmıştı bana. Ardından sol koluyla yataktan destek almaya devam ederken sağ elinin parmakları zaten beli kısa olan sweatimden içeri girmiş ve beni gıdıklamaya başlamıştı. Kahkahalarımın arasında zar zor "Yapma!" diyebilirken bir yandan da elini tutmaya çalışıyordum ancak nafile bir çabaydı. En nihayetinde durduğunda gülmekten nefes nefese kalmış ve hâlâ biraz öncenin etkisiyle kıkırdıyordum. "Şimdi söyle bakalım. Uslu duracak mısın, yavrum?" Akıllanmak pek huyum değildi. "Cık!" derken bir kez daha, başımı iki yana salladığımda Miraç da belli belirsiz gülümsemişti. Elleri bir kez daha çıplak belime giderken bu kez kahkahamı dudaklarıyla mühürlemişti. Öpüşmemiz git gide hoyratlaşırken şimdiden büyük bir zevk alıyordum. Çenemi hafifçe ısırdıktan sonra kolları üstünde doğrularak yüz yüze gelmemizi sağladı bir kez daha. "Uslu durmayacağım!" dedim daha sormasına kalmadan. "İşime gelir..." dedi hafifçe gülerek ve bu kez dudakları boynuma ilerledi. Bu sırada aklıma düşen şeyle biraz gerilmiştim. En son birlikte olduğumuzda pek de hoşuma giden şeyler olmamıştı. Üzerimden sweatimi çıkarmak için doğrulduğunda ellerinin üzerine ellerimi yerleştirdim ve durmasına neden oldum. "Yine yarım mı bırakacaksın?" Miraç'ın soruma şaşırdığını bakışlarından anlamıştım. Sweatimin eteklerini bırakırken eli yüzüme gitti ve yüzümü avuçları arasına aldı. "Anlık bir sinirle, düşünmeden yapılmış bir şeydi o yavrum. Tekrarı bir daha asla olmaz..." Ancak intikam da soğuk yenen bir yemekti. Elleri bir kez daha sweatime gidecekken tuttum ve dudaklarına hızlı bir öpücük bıraktım. "Burada dursak daha iyi sevgilim..." Kendi irademden emin olsam daha ileri bir noktada da bırakmak isterdim ama ne yazık ki kendime güvenmiyordum. Ayrıca erekte olmuştu en nihayetinde. "Bunun için daha önce özü-" "Onun için falan değil!" dedim sözünü keserek. "Reglim!" Kısmen doğruydu çünkü hafiften karnım ağrıyordu ve bu yarın regl olacağımın habercisiydi. Ha yarın ha bugün... Ne fark ederdi? Duraksarken gözlerini kırpıştırdı. "Ciddi misin?" derken de bana güvenmediğini hissettirmişti. "Yalancılıkla mı itham ediyorsun sen beni?" derken sinirle omzundan iteklemiştim. Benim itmemden ziyade kendini bıraktığı için yanıma düşerken arkamı döndüm. "Öyle bir şey demedim. Zaten hiç ağrıyor falan dememiştin... Ne bileyim işte..." diye de devam ettiğinde göz devirdim. "Bir de karnımın ağrımasını mı istiyorsun?" Hayretle ona dönmemle Miraç daha büyük bir hayret içinde kalmıştı. Aklında en ufak bir şüphe vardıysa da artık yoktu. "Yavrum ben onu mu dedim? Niye isteyeyim karnının ağrımasını?" Omzumu indirip kaldırırken şaşkın bakışlarına aldırmadan göğsüne sokuldum. "Uykum var benim!" Gözlerimi de kapattığımda Miraç'ın yalnızca derin bir nefes aldığını işitebilmiştim. Neyse ki çok da geçmeden kolları belime dolanmıştı. Ve günün sonunda ben Miraç'ın göğsünde yatıyordum. * 1 ay sonra... "Yüzünü bile görmek istemiyorum Kendimi aşırı derecede iyi ve enerjik hissediyordum. Tabii bunda evde bağıra çağıra şarkı söylememin de etkisi vardı. Ve tabii bir de bugün mezun olmamın, bir daha o hocaların yüzünü görmek zorunda kalmayacak olmamın, annemin elbisesinin kusursuz bir şekilde üzerimde olmasının... Siyah önü boz renklerdeki çiçeklerle kaplı, diz kapağıma gelen, askılı elbise pek benim tarzım değildi ancak zaten mezuniyetten sonra yapacağımız eğlence için daha benlik bir elbisem vardı.
Kapının açılmasıyla kendimi incelemeyi bırakarak Miraç'a döndüm. "Yavrum hadi! Hepimiz seni bekliyoruz." "Geldim!" derken ayağa kalkmış ancak makyaj masasına eğilerek pembe glossumun üzerinden bir kat daha geçmiştim. Gerçekten içeri geçmek için doğrulduğumda Miraç'ı beni dikkatle izlerken bulmuştum. Genel olarak ben bir şeyler yaparken beni izlemeyi seviyordu ancak ben makyaj yaparken izlemeyi ayrı bir sevdiğini fark etmiştim. "Olmuş mu?" derken tatlı tatlı gülümsemiş ve bir tur da etrafımda dönmüştüm. "Çok güzel olmuş!" derken yanıma adımlamış ve ellerimi tutarak üzerine bir öpücük bırakmıştı. Ardından da beni çekerek boynuma bir öpücük bıraktığında huylanmış ve gülerek geri kaçmıştım. Siyah topuklu ayakkabılarımı ve siyah çantamı da elime aldım Miraç'ın bakışları altında. Son olarak kahverengi elbisemin olduğu poşeti de aldığımda tamamdım. Makyajımı da, ayakkabı ve çantamı da her iki elbiseye uyacak şekilde ayarlamıştım tekrar tekrar uğraşmamak için. "Ver bakalım onları bana..." Miraç'ın elimden almasına asla karşı çıkmamış ve önden büyük bir zevkle yürümeye başlamıştım. Bir yandan da şarkı mırıldanmaya devam ediyordum çok rastgele bir şekilde. "Pazara kadar değil, mezara kadar Gelirim senle Fizan'a kadar Ayrılmak yok en son gün bile Tarih bizi yazana kadar" Koridorda ilerlemeye devam ederken omzumun gerisinde Miraç'a döndüm. "Bu şarkı çıktıktan sonraki pazar Mustafa Sandal ve Tuba Ünsal'ın ayrıldığını biliyor muydun?" Miraç asla umurunda olmadığını belirten bir bakış attığında önüme döndüm ve döner dönmez de beni büyük bir kalabalık karşıladı. İstemsizce duraksarken tuhaf tuhaf bakmama engel olamadım. "Bu kadar kalabalığa gerek var mıydı gerçekten?" Bir yandan da herkeste tek tek göz gezdiriyordum. Babam, dayım, teyzem, Ali, Hilal, Elif... Zaten Miraç ve Arda da gelecekti. Kardelen de olacaktı. Haftaya da Kardelen'in ve Feride'nin -malum aynı okuldan mezun oluyorlardı- mezuniyeti vardı ve orada olacaktık. Birbirimizin mezuniyetinde olabileceğimiz için bu bizi Kardelen'le fazlasıyla memnun etmişti. Anneannem "Ben kalabalıkta bunalıyorum." diyerek gelmek istemeyince büyükbabam da onu tek bırakamamıştı ve bir onlar eksikti. "Bir kere mezun oluyorsun..." dedi dayım yüzündeki hafif gülümsemeyle ve ilgimin doğrudan ona kaymasına neden olmuştu. "Yanlış mı görüyorum ben?" dedim teyzeme dönerek. "Mezuniyetten mezuniyete görebileceğin bir şey bu şekerim. Bundan önce benim mezuniyetimde böyle giyinmişti, ondan önce de Begüm'ün mezuniyetinde... Mezun edeceğimiz kimse de kalmadığına göre bu son görüşümüz, iyi bak!" Takım elbise büyük kaslarından sebep biraz dar olur gibi olmuştu ama oldukça yakışmıştı dayıma. Gerçi kravat takmamıştı ama bunu bile görebilmek imkansıza yakındı teyzemin de dediği gibi. "Mezuniyete özel değil, adamakıllı bir nikah, bir kutlama olsa orada da giyerdim." Bizzat bana atılan taşı görmezden gelerek hafifçe gülümsemiştim. Yok sayarak da sağ elimin tüm parmak uçlarını birleştirerek aşağı yukarı salladım dayımı beğendiğimi belirtircesine. "Hâlâ giderin var ve umarım yaşlanmama genimi annemden almışımdır." Teyzem de hâlâ taş gibiydi. Gerçi teyzem kendine bayağı bakıyordu ama dayım kendine gram dikkat etmemesine rağmen efsaneydi. "Yaşlı değilsin ki zaten..." dedi Arda anlam veremeyerek. "Amaç hiç yaşlanmamak. Kırış kırış olmamak..." dedi Elif benim yerime cevap vererek. Kesinlikle ben yüz yogası yaparken geldiğinde bunları ona söylememiştim ve benden etkilenmemişti. "Yaşlanmak çok normal bir şey anneciğim." dedi Hilal, Elif'in iki yandan balıksırtı örülmüş saçlarını sırtından geriye alırken. Saçlarının ucunda da Arda'nın ona aldığı vişneli tokalar vardı. "Ayrıca nereden duyuyorsun böyle şeyleri sen?" "E, hadi çıkalım!" diyerek biraz aceleyle araya girdim ancak sanırım Elif'in doğrudan söylemesinden daha çok dikkat çekmiştim. "Ne?" dedim bana dik dik bakan Ali ve Hilal'e. Babamın "Al, işte!" dercesine olan bakışı da gözümden kaçmamıştı. "Gidin ve kızınıza nerede neyin söylenip söylenmeyeceğini öğretin... Kaç oldu bununla beni ele verdiğin. Bir daha hiçbir şey konuşmayacağım seninle!" Ortalarda çatık kaşlarımla Elif'e dönmüştüm. Annesinin biraz önce sırtından geriye attığı saçlarını tekrar önüne almış ve ardından bir hızla geriye savurmuştu. "Asıl ben seninle konuşmayacağım. Haspamın zıttı!" Ardından dayımın önüne kadar ilerlemiş ve kollarını dayıma uzatmıştı ben yüzümü buruşturarak "Haspam!" derken. "Aşkım! Gidelim buradan!" Kocam bitmişti, Arda bitmişti, bir de dayıma el atmıştı... "Aa! O benim kavalyem cadı! Git boyuna denk birini bul!" Dayım Elif'i kucağına alacakken teyzem engel olmuştu buna ve ağzı da bir miktar açıktı. Daha önce babamda kaldığım zamanlarda Elif'i görmüştü ama hiç adamakıllı mesaileri olmamıştı. Elif küçümsercesine teyzemi süzdü baştan aşağı. Ardından da dayıma dönmüş ve "Emin misin?" dercesine bakmıştı. "Tercihlerini tekrar gözden geçirmelisin aşkım. Ben dururken, o mu gerçekten?" "Elif!" dedi Hilal sertçe ve gerçekten kızdığı hissediliyordu. "Yalnız o benim kardeşim küçük hanım, kimseye ezdirmem..." Dayım biraz da şakayla karışık söylemişti ancak Elif'in bunu bilmediği yüzünden belli oluyordu. Dayımın dayım, teyzemin teyzem olduğunu biliyordu aslında ama ikisini birleştirip kardeş olduklarını akıl edememişti sanırım. "Kıskançlık ne kadar kötü bir şey değil mi, Bala?" diyerek neden bana dönme ihtiyacı hissettiğini ise bilmiyordum. Şahsen ben kıskançlık ne bilmezdim. "Nereden bilebilirim ben?" dedim hiç üzerime alınmayarak ve ayakta beklemekten yorularak Miraç'a yasladım sırtımı. Gömleğinin düğmeleri çıplak tenime batsa da böylesi daha iyiydi. "Ve artık gerçekten çıkabilir miyiz?" Birden herkes kapıya hareketlendiğinde Arda da babası ve aramdaki yerini almıştı. "Çok güzel olmuşsun bu arada Bala abla." Özenle taramış olduğu saçlarını karıştırmaktan büyük bir zevk aldım. "Teşekkür ederim balım..." * "Bu ne?" dedim ancak elinden alıp bir yudum almaktan da geri kalmadım. " O kadar insanın gözü sendeyken merdiven çıkacaksın, benimki bir hafta sonra ama şimdiden geliyorlar bana. Kesin ayağım takılacak ve rezil olacağım!" Kardelen'in felaket senaryolarına yalnızca tuhaf tuhaf bakabilmiştim. "Ve sen de içmenin mi çözüm olacağını düşündün?" derken elimdeki mini shotı hafifçe ona doğru kaldırmıştım. "Sarhoş olacak kadar değil tabii ki. Sadece biraz gevşemek için..." derken elimden almış ve kendi de bir yudum içmişti. "Fotoğraf da çekineceğiz daha..." derken gözümü kalabalığa çevirmiş ve bizimkileri en son bıraktığım tarafa bakınmıştım. Yavaştan yanlarına dönsem iyi olurdu. Tabii daha fazla içmesem de iyi olurdu. Dayım da babam da şurada içtiğimi anlasalar burnumdan getirirlerdi. Son bir yudum alarak kalanını içmesi için Kardelen'e verdim tekrar. "Naneli şekerin var mı?" Kalanını kafasına dikerken bana çantasını uzatmıştı. Kardelen'in çantasını alarak içinden naneli şekeri bulmuş ve hızlıca bir tanesini ağzıma atmıştım. Kardelen iki adım ötemizdeki çöpe boş şişeyi atarken ben de açtığım çantasını kapatmıştım. İlk kişinin çıktığını gördüğümde Kardelen'in elini tuttum. "Başladı!" Kardelen kolumdan tutarak beni durdurdu. "Ben bir tuvalete gideceğim. Bulurum sizi." "Çabuk ol!" Kardelen'den ayrılarak bizimkilerin yanına doğru ilerlemeye başladım. Bulmam da çok zor olmamıştı zaten. Ülkenin iç, dış tüm savunma güçleri burada olduğu için... "Neredesin sen?" dedi beni ilk fark eden babam. "Buradayım." demiş ve dayımla Miraç'ın arasındaki boşluğa sokulmuştum. Ön tarafa diğerlerinin yanına da geçmem gerekiyordu aslında ama uzun süredir yoktum ortalıkta ve bir görünüp öyle geçmemin daha iyi olacağına karar vermiştim. Bu sırada teyzem Hilal'le konuşmayı sonlandırmış ve birkaç adımla yanıma gelmişti. İşe başımdaki kepi düzeltmekle başladı. Yakama geçerken de "Koşturma etrafta!" diyerek beni uyarmıştı. Son olarak da yanağıma bir öpücük bıraktı. Sabahtan beri bu şekilde oradan oraya koşturduğum için bozulması normaldi. "Şimdi sakin sakin arkadaşlarının yanına geçiyorsun, hadi bakalım." Teyzeme öpücük attım ve telefonumu da Miraç'ın eline tutuşturarak ön tarafa ilerlemeye başladım. Rana ve Rüzgar'ın da aralarında olduğu tiyatro kulübünün artık ex üyeleri olan insanları gördüğümde onların yanına ilerlemiştim. "Veda partisi yapıyoruz değil mi biz bize?" Zaten tüm dönem hep birlikte bugün bir kutlama yapacaktık ancak tiyatro kulübüyle spesifik bir şeyler de yapardık sanırım. "Mirasımızı gelecek dönemlere bırakmalıyız. Yoksa bir şey beceremez çömezler." As kadronun büyük bir kısmının bugün mezun olduğu düşünülürse sıfıra yakın bir yerlerden başlayacaklardı. Özellikle teknik ekip konusunda büyük sorun yaşayacaklardı. Bu sene biz bile yaşamışken olan bir avuç kişi de mezun oluyordu artık. "Aslında ne halleri varsa görseler de..." dedim ve aklıma gelenle derin bir nefes aldım. Ekstra bir bütçe artmıştı ve onunla ne yapacağımıza karar verirken 'Onlar zaten gidecek, biz kalacağız.' diyerek kendi istediklerini aldırmışlardı. Bunu diyenlerin başını da Hilal'in kardeşi olacak o Barış çekiyordu. Bu sırada ilgimi Su'nun elbisesi çekmiş ve minik bir ıslık çalmıştım. "Sanırım aşık oldum!" Daha sonrasında Su'yla elbisesi, nereden aldığı, bulana kadar çektiği çileler ve erkeklerin tek bir takımla ömürlerini geçirebilecek olmanın rahatlığından bol bol yakınan bir konuşma yapmıştık sıra bize gelene kadar. Diplomayı elime aldığımda ne bekliyordum bilmiyordum ama her şey aynıydı. Hiçbir şey değişmemişti. En azından bir garip olmayı falan beklemiştim. Ardından tek tek tüm arkadaşlarımla fotoğraf çekinmiştik, toplu birkaç fotoğrafın da ardından bizimkilerin yanına dönebilmiştim. Ve tabii ki ilk olarak Elif atılmıştı ortaya. "Ben de fırlatmak istiyorum!" Benim 16 yıldır sırf şunu fırlatabilmek için çektiğim çilelerden haberi var mıydı? "Çekmen gereken bir 12 yıllık daha eziyetin var canım." Samimiyetsizce de gülümsemiş ve bana doğru eğilen dayıma sarılmıştım. Dayımla başlayan sarılma faslı diğerleriyle de devam etmişti ve hatta inanılır gibi değildi ama Ali bile sarılmıştı. Babama sarılırken kulağıma çok güzel göründüğümü söylemişti ve bu istemsizce yüzümde buruk bir gülümsemeye yol açmıştı. En son Miraç kollarını belime sarmış ve ben de kaç saattir topuklularla oradan oraya koşmanın yorgunluğuyla bedenimin tüm yükünü Miraç'a vermekte bir beis görmemiştim. "Yoruldun mu?" diye sorduğunda hafifçe kulağıma eğilerek başımı salladım aşağı yukarı. "Ölüyorum ve daha üzerimi değiştirmem ve mekana geçmemiz gerekiyor." Üzerimi değiştirmekten bahsederken Kardelen düşmüştü aklıma ancak etrafıma bakındığımda onu görememiştim. "Telefonum sende, değil mi?" Miraç herhangi bir yorumda bulunmadan cebinden telefonumu çıkartarak bana uzatmıştı. Kardelen'i arayacaktım ancak ondan halihazırda beni soyunma odasında beklediğine dair bir mesaj vardı. Muhtemelen makyaj falan tazeliyor olmalıydı. Bir fotoğraf çekinme faslı da burada gerçekleşmiş ve ben ardından soyunma odasına doğru yol almıştım. "Ne yapıyorsun burada kaç saattir kızım?" derken soyunma odasına girmiş ve Kardelen'i bir başına oturmuş ve dalgın dalgın elindeki aynadan kendine bakarken bulmuştum. İrkilerek bana döndü ve zoraki bir gülümsemeyle de başını ağır ağır iki yana salladı. "Ya kalabalık bastı bana... Sosyal pilim sıfır şu an." "Bir şey mi oldu?" derken hızlıca yanına oturmuştum. Son bir haftadır doğru düzgün konuşamamıştık. "Yok be!" dedi gülümsemesini büyüterek. "Uzun süredir böyle kalabalığa girmiyordum, birden şaşırdım sadece." Başka bir şey söylememe olanak tanımadığında sırtımı döndüm Kardelen'e. "Açar mısın şunu?" Sırtımdaki ipleri çözerek elbiseyi açmış ve ardından da ayaklanmıştı. "Sen rahat rahat giyin, hava alacağım gelirim beş dakikaya." İyi olmadığını fark ettiğim için bir şey demeden başımla onayladım Kardelen'i. Normalde elbisemi giyerken de yardıma ihtiyacım olacaktı ama kötü olduğunun farkındaydım ve sanırım kendim halledebilirdim. Kardelen çıktığında ben de hızlıca annemin elbisesini çıkararak kahverengi elbisemi geçirmiştim üzerime. Elbisenin derin bir göğüs dekoltesi vardı ve diz kapaklarıma anca gelen eteğinin yanında derin de bir yırtmacı vardı. Daha benlik ve ortama uygundu ancak tabii ki annemin elbisesinin yeri bende çok başkaydı. Makyajımın kalanı duruyordu ama dudak makyajımı da hızlıca bir tazeledim ve burada kalan eşyalarımı da poşete doldurarak çıkışa ilerledim. Merdivenlere doğru ilerlerken duyduğum seslerle duraksadım. "Pardon, ne yapacaktım? Karınla aranda durarak poz mu verseydim?" "Anlık bir hataydı. Tekrarının olmayacağı konusunda hem fikirdik ve kaldığımız yerden hayatlarımıza devam edecektik. Hiç yaşanmamışçasına... Bu yaptığın gereksiz bir dikkat çekme sadece." Kardelen'in alayla güldüğünü duydum. "Ah! Öpüştüğüm evli bir adamla aramızda hiçbir şey geçmemiş gibi davranamadığım, karısının yüzüne baka baka gülemediğim için özür dilerim! Ben utancımdan bin bir bahaneyle yerin yedi kat altında saklanıyorum. Keşke sende de biraz utanma olsa!" Duyduklarımı hazmedemezken bulduğum en yakın yere tutunma ihtiyacıyla trabzana yaslandım. "Abartıyorsun, aramızda bir şey olmadı!" "Kastın içime girmemense evet, bir şey olmadı. Öpüşmemiz, bana dokunman hiç yani. Ah, telefonun çalmasa, karın aramasa devam edecek olmamızın da bir önemi yok!" Bu kadarı fazlaydı ama. Ali'nin sadece bugün bile Hilal'i defalarca kez öptüğüne, elini tuttuğuna şahit olmuştum ve bunu yaparken azıcık bile utandığını görmemiştim. Başta sadece bazı hareketleri babamı andırdığı için babasının oğlu diyordum ancak Ali gerçekten, babasının oğluydu... |
0% |