@__kao__
|
Metresin Kızı için herkese son kez merhaba... Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. İyi okumalar... * "Bala gelecek şimdi git artık!" Kardelen'in agresif sesiyle trabzana daha sıkı tutunarak olduğum yerde doğruldum. Derin bir nefes aldım ve topuk sesinin çıkmasına özen göstererek basamakları tırmanmaya başladım. "Gerek yok!" dedim yarı yüksek tonda da sesimi duyurabilmek için. Bir basamak daha çıktığımda ilk olarak Ali'yle göz göze gelmiştik ve bakışlarımdan anlamış olacak ki dudaklarını ıslattı hafifçe. "Bala!" dediğinde Kardelen yarı panikle de ona da bir göz ucuyla bakmıştım. Zaten tüm gün ortalarda gezinmek istemediğinden anlamalıydım. Hele buraya içki getirdiğinde... Kardelen sahne korkusunu bahane etmişti yalnızca. "Ne zamandır?" dedim sakin kalmaya çalışarak. "Anlatırım ama lütfen aramızda kalsın!" dedi Kardelen telaşla bana doğru bir adım atarak da ama elimi kaldırarak onu olduğu yerde durdurdum ve bakışlarımı Ali'ye çevirdim. "Hadi karını sevmiyorsun, kızını da mı sevmiyorsun? Neden dürüstçe başkasına bir şeyler hissettiğini söyleyip boşanmak bu kadar zor geliyor?" Babam da aynısını yapmıştı. Annesinin yaşadıklarından, bizim yaşadıklarımızdan hiç mi ders çıkarmamıştı? Gözlerim istemsizce dolarken Hilal'e yapılan haksızlığı ben kalbimde hissettim. "Öyle değil." dedi Ali, Kardelen'e kıyasla daha sakin bir tonla. Oysa ki onun şu an daha fazla kaybedeceği şey vardı. Mesleki miydi bilmiyordum ama bu sakinliği beni daha da delirtmişti. Başımı iki yana salladım hızlıca. "Nasılı beni ilgilendirmiyor! Beni ilgilendirmiyorsun Ali! Beni Elif ilgilendiriyor, Hilal ilgilendiriyor... 2 günün var..." Ardından hızla ekledim. "Yanlış anlama! Bu 2 günü sana vermiyorum. Hilal'in en azından bunları senden dürüstçe duyması gerektiğini düşünüyorum. Yaptığın hiçbir şeyi hak etmese de bu kadarını hak ettiğini... Söylemezsen ben söylerim 2 günün sonunda!" Ali ağzını açmıştı ki Kardelen atıldı ve elimi tutarak kendine dönmemi sağladı. "Lütfen yapma bunu! Yaşayamam ben bunla! Sana her şeyi anlatırım da, il dışına da giderim. Bir daha ne Ali'yi ne karısını görmem ama bunu yapma lütfen!" "Daha önce niye anlatmadın?" dedim sertçe elimi elinden çekerek. Tüm bedenimle kendisine dönmüş ve sitemle kollarımı iki yana açmıştım. "Ya ben kendimi bildim bileli seni tanıyorum! Çok uzun yıllardır arkadaşız. Yediğim her haltı biliyorsun! Madem Ali'den hoşlanmak gibi bir aptallık yaptın, neden gelip bana söylemedin?" Gözümden bir damla yaş akarken başımı da iki yana salladım. Bir yandan da kendimi çok suçlu hissediyordum. Ben tanıştırmıştım, benim sayemde görüşecek ortamları olmuştu. "Ne bileyim? Seni bize çağırmazdım mesela. Ali'nin olduğu hiçbir yere çağırmazdım seni. Aklını dağıtacak şeyler yapardık... Niye en başında gelip bana anlatmadın?" Bir yandan da sol elimin tüm parmaklarını birleştirerek iki kez göğsüme vurmuş, kendimi işaret etmiştim. Kardelen gözünden akan yaşları silerken başını da iki yana salladı. "Ne deseydim? Abinden hoşlanıyorum ve hatta sevişeyazdık mı?" Başımı iki yana salladım. "Deme tabii. Hatta sen de deme!" dedim Ali'ye tersçe dönerek. "İki günün sonunda ben söylerim." "Söyle!" dedi Ali başını aşağı yukarı sallayarak. "Benim de babama söyleyeceğim şeyler olur!" Tabiri caizse kalakaldım. Beni aylar önce Serkan'ın tehdit ettiği fotoğraflarla mı tehdit ediyordu? Kendime engel olamazken uzun tırnaklarımı ilk günlerdeki gibi sol yanağına geçirdim. Üç tırnağımın çizdiği yanağından kan akarken Ali sinirle bana doğru bir adım atmıştı. Ben ise bacaklarımın üstünde durmakta zorlanırken Ali'ye dolu gözlerimle hayal kırıklığı ile bakıyordum. "Ne çeşit bir orospu çocuğusun?" Yediremiyordum kendime ama Ali'yi sevmiştim ve kalbim çok acıyordu. Hilal'e yaptıkları bir yana bıraksam dahi onun da beni sevdiğini düşünmüştüm. Karşılık beklemeden beni koruduğunu ve gerçekten bunun sonsuza kadar aramızda kalacağını... "Kelimelerine dikkat et!" Sesi sinirli ve bağırmaktan halliceydi. Ayrıca bir eli yanağına gitmiş ve yarasına bastırmıştı. Sinirle açılmış gözlerine bakarken sinirle ona doğru birkaç adım attım ve göğsünden itekledim. Beni tutmak isteyen Kardelen'in elini savurdum ancak ilgimi kendisine çekmeyi becermişti. "Söylememem için sen de beni tehdit etmek ister misin? Sende daha çok şey var üstelik!" Kardelen'in gözlerinden ardı ardına yaşlar akarken başını iki yana salladı hızlıca. "Yapma! Bala yapma!" Beni bunca yıldır o kadar iyi tanımıştı ki ne yapacağımı anlamıştı. Sorun bende miydi? Ben niye gözümün önünde olanı görmemiştim? Ali'ye döndüm. "Biliyor musun Ali? Aylar önce düşük yaptım. Hayatımda Miraç yoktu, yani bir ilişkimiz yoktu. Serkan'dandı bebek." Ali'nin kaşları çatılmak ve şaşkınlıkla havalanmak arasında kalırken söylediklerimi tasdiklercesine başımı da aşağı yukarı sallıyordum. "Bak babam buna daha çok kızar! Hatta seni daha çok tatmin edecek bir şey söyleyeyim mi? Miraç da bilmiyor! Ona da söylemekle tehdit edersin beni belki! Ah! Dayım da burada. Anneanneme söylersen net beni reddeder!" Bana öylece aval aval bakmaya devam ettiğinde alaylı bir kahkaha attım. "Yetmedi mi? Daha fazla beni tehdit edebileceğin şeyler söylememi ister misin?" "Bala! Sus, yeter!" dedi Kardelen. Bir kez daha Kardelen'e dönerken onun da gözlerine hayal kırıklığıyla baktım. En yakınımdı, olmayan kız kardeşimdi... "Allah ikinizin de belasını versin!" derken yaşlar görüşümü bulanıklaştırmıştı. "Sadece söylememen için söylemiştim..." derken Ali şoktaydı. Başını da ağır ağır iki yana salladı. "Sen söylesen dahi söylemeyecektim!" Başımı iki yana salladım inanmadığımı belirtircesine. "İnsanlardan Hilal'e aşık olduğunu o kadar çok duydum ki, artık tek bir kelimene bile inanmam ama sen yine de zahmet etme. 2 gün içinde Hilal'e her şeyi söylemezsen ben Hilal'e de babama da her şeyi söylerim!" Ali'ye bir süre öylece dik dik baktıktan sonra aralarından sıyrılarak kendimi dışarı attım ve ciğerlerime derin bir nefes çektim. Nefes alamıyordum sanki. Kendimi çok suçlu, çok ihanete uğramış gibi hissediyordum. Acaba annem babamın evli olduğunu öğrendiğinde ne hissetmişti? Şu an yanımda olmasına ve bana doğruyu göstermesine ihtiyacım vardı. İki gün vererek iyi mi yapmıştım kötü mü bilmiyordum ama hâlâ Hilal'in bunu birinci ağızdan, Ali'den duyması gerektiğini düşünüyordum. Peşimden duyduğum ayak sesleriyle burada böylece dikilmekten vazgeçerek tuvalete doğru ilerledim. Kendime çeki düzen vermem gerekiyordu. Tuvalete girdiğimde ilk işim yüzüme bolca su çarpmak olmuştu. Ardından da bozulan makyajımı hızlıca tekrar yapmıştım ve belki de hayatımda ilk kez makyaj yaparken şarkı söylememiştim. Mecburen tuvaletten çıkıp bizimkilerin yanına geçtim. Ben yanlarına ulaştığımda Ali çoktan yanlarındaydı. Babam "Ne oldu yanağına oğlum?" diye soruyordu tam da ve bu sırada arkadan gelen beni fark etmiş, kaşları daha da çatılmıştı. "Kavga mı ettiniz siz? Sen neden ağladın?" Dayımın da kaşları çatılmıştı ve bir bana bir Ali'ye bakıyordu. "Temiz çalışma!" diye fısıldadığını da duymuştum teyzemin Ali'nin yanağına bakarak. "Bir şey yok baba!" dedi Ali sinirle. Çok hakkıydı çünkü sinirlenmek! "Bir şey yokmuş babası!" dedim ben de gülümseyerek babama ve ardından da Miraç'ın elini kavradım. "Mekana geç kalacağız sevgilim..." Miraç'ın sorgulayan bakışları üzerimdeydi ama en azından şu gün bir şey demek istememiş olmalıydı. "Laden!" dedi dayım sertçe. "Neden ağladın sen?" İlk gün geldi aklıma. O karakolda ilk birebir temasımız. Metresin kızı olan sensin demişti bana. Dayımla uğraşsındı. Ali'ye döndüm ve hâlâ sinirle parlayan gözlerinin içine hırsla parlayan gözlerimi sabitledim. Gözlerinin içine baka baka "Metresin kızı olan benmişim..." dedim. Tane tane ve bastıra bastıra söylemiştim. Aylar önce söylemiş dahi olsa bunun da canımı yaktığını şimdi şimdi fark ediyordum. Hadi insanlar bilmeden söylüyordu, Ali her şeyi bilmesine rağmen söylemişti. Ali'nin gözleri şaşkınlıkla açılırken doğrusunu da söyleyemeyeceği için susmak zorunda kalmıştı. Dayımın gözleri sinirle parlarken bir an Ali'ye dalacağını bile düşünmeme sebep oldu ama ortamın gerginliğinden dolayı Hilal'in eteklerine sinmiş çocukları gördüğünde olduğu yerde kaldı. "Bilahare bana da bir metresin kardeşi de! Bir daha ağzına alamayacağının garantisini veriyorum!" Sertçe ama yapmacık dostane bir tavırla iki kez Ali'nin omzuna vurduğunda Ali sinirle dişlerini sıkmıştı. Kaçamak bakışları da ona göre bu yersiz hareketimin sebebini sorgularcasına bana dönmüştü. Ancak umursamadım ve "Gidelim mi?" derken tekrar Miraç'a döndüm. Miraç yalan söylediğimin farkında olduğunu belirten bir bakış atsa da başıyla onaylamıştı beni. Ali'nin neden beni düzeltmediğine anlam veremediğini ve biraz da bu yüzden sustuğunu görebiliyordum. "Hilal..." demişti ki Miraç yalnızca Hilal hafif bir gülümsemeyle Miraç'ı onayladı. "Aklın kalmasın, oynarlar beraber..." Güzelliğine diyecek tek kelimem dahi yoktu ve bence kimsenin de olamazdı. Kusursuz bir güzelliği vardı. Kibardı, kötü bir huyu yoktu, iyi kalpliydi ve ne yazık ki Ali'yi seviyordu... Nasıl aldatabilirdi Hilal'i? Gerçi Hilal dünyanın en çirkin, en kötü huylu insanı dahi olsa bir şey değişmezdi. Evliliklerine saygısı yoksa dahi en azından kızlarının hatırına dürüstçe boşanmadan böyle bir şey yapmamalıydı. Babasına sevgiyle sarılan Elif'i gördüğümde daha da sinirlendim ister istemez. Gözümü Ali'ye dikmiş öylece bakarken Ali bir şey de diyememenin gerginliğiyle benimle ilgilenmiyormuş gibi yapmış ve kızını kucağına almıştı. Miraç elimi kavradığında ancak sinirli bakışlarımı Ali'den çekebilmiştim. Miraç arabada sorsa da tek kelime etmemiştim mekana kadar. Mekana geldiğimizde ise bugün hiç yaşanmamışçasına bir enerji gelmişti üzerime. Bağıra çağıra şarkı söylemiş, delicesine dans etmiş ve hatta bazen bazen zorla Miraç'ı da kaldırmıştım, bol bol içmiş, daha çok söylemiş ve daha çok dans etmiştim. Hatta ve hatta arabada eve dönerken dahi şarkı söylemeye ve olduğum yerde dans etmeye devam etmiştim. "Kara kedi gireceğine aramıza Şarkı birden kapatıldığında çatık kaşlarımla Miraç'a döndüm. Ancak ben ağzımı açamadan kendisi girmişti lafa. "Ne oluyor yavrum?" Arabayı da kenara çekmiş ve doğrudan bana dönmüştü. Şarkıyla birlikte sanki tüm enerjimde gitmişti. Omuzlarım düşerken başımı bile taşıyamayarak koltuğa yasladım. Öylece dümdüz tavana bakmaya devam ederken bir çırpıda söyledim: "Ali, Hilal'i aldatıyor!" Bunu böyle alenen söylemek kalbimi daha da acıtmıştı. Sanki ne kadar çok dillendirilirse o kadar daha gerçek olacaktı. Miraç sıkıntılı bir nefes verdi. "Kardelen'le mi?" Kaşlarım daha da çatılırken başımı yan çevirerek gözlerine baktım. "Biliyor muydun?" Her an alevlenmeye hazır bir şekilde de yerimde doğrulduğumda başını iki yana salladı. "Bir sefer Ali'yleyken Kardelen'in aramasına denk gelmiştim. Sana ulaşamadığı için aradığını söylemişti. Saçma, gereksiz gelmişti, tabii sizin hiç telefonda konuştuğunuza da denk gelmemiştim ama... Hilal'e ne kadar aşık olduğuna birebir şahit olunca yakıştıramamıştım." Bir de beni mi kullanmıştı orospu çocuğu! Bir şey demeden tekrar önüme dönerken başımı da geriye yasladım tekrar. "Ne yapacaksın?" derken uzanıp elimi kavramıştı Miraç ve dudaklarına da götürerek bir öpücük bırakmıştı. "2 gün verdim Hilal'e söylemesi için, Ali'den duymayı hak ediyor ama her Hilal'e dokunduğunda, bunu düşündüğümde kan beynime sıçrıyor. Gidip hemen söylememek için kendimi zor tutuyorum." "İyi yapmışsın, arada Elif olmasa neyse ama olabildiğince az olay çıkararak halletmeleri gerekiyor. Hilal'in bunu öğrendiğinde Elif'in etrafta olmaması gerekiyor..." Elif'le bizi o kadar çok benzetmişlerdi ki... Artık kısmen kaderlerimiz de benziyordu. "Sence Hilal boşanır mı?" derken dolan gözlerimi saklamak için kırpıştırdım. Elif'in benim gibi olmasını istemiyordum. Cadıydı, sevmiyordum da ama olmasındı işte. "Bilmiyorum..." derken hafif hafif elimi okşuyordu. "Hilal'in o sakin yapısının altında çok bilinmez, tahmin edilemez bir insan var, kendi başına olsa böyle bir saygısızlığı kabul etmezdi ama Ali'den boşanması demek Elif'in alıştığı tüm çevreden kopması demek. Yani elbette görmeye devam edecek ama bu kadar insanı her Allah'ın günü görürken birden haftada bir ve hatta belki de daha seyrek aralıklarla görecek..." Keşke Ali de biraz olsun kızlarını düşünmüş olsaydı. Baba olmak sadece çocuğunu sevmek onunla ilgilenmek değildi, çocuğunun annesini de sevmen en azından saygı duyman gerekiyordu. Babam belki bizi sevmişti ama ne annemi ne de Selma'yı gerçek anlamda ne sevmiş ne de saygı duymuştu. Oğlu da onun gibiydi işte. "Yine de Hilal'le aralarında olanlar sizin ilişkini-" Sözünü başımı iki yana sallayarak kestim. Gözümden hızlı hızlı yaşlar akmaya başlamıştı. "Beni de sevmiyor, sevse beni tehdit etmezdi." Dolu gözlerimle Miraç'a dönerek sarf ettiğim sözler üzerine Miraç'ın kaşları derince çatıldı. "Neyle tehdit etti seni?" Göz yaşlarım hızlanırken Miraç'a söyleyip söylememek konusunda da tereddüt yaşıyordum ancak herkesle öğrenme ihtimali daha korkunçtu. "Senden öncemle ilgilenmiyorsun değil mi?" dediğimde kemerini çözerek tamamen bana dönmüş ve yüzümü avuçları arasına almıştı. "Yavrum korkutma beni..." Ben cevap veremediğimde çenemi nazikçe tutarak gözlerinin içine bakmamı sağladı. "Serkan'la mı alakalı?" diye sorduğunda nasıl tahmin ettiğinin şaşkınlığı içindeydim. Gözlerimden anlamış olacak ki uzanıp alnıma bir öpücük bıraktı. "Ali inip yanına gelirken ben de arabadaydım, tabii Ali dururken benim inip yanına gelmem olmazdı o zaman..." Keşke en başından Miraç gelmiş olsaydı. En azından gözümde daha da alçaklaşmazdı Ali. "O var ama bir şey daha var..." dedim biraz da korka korka. O ayrıydı, bu apayrıydı. "Söyle, yavrum... Benden öncen için seni yargılayacak değilim." "Aylar önce, seninle daha iki kelime konuşamadığımız zamanlarda..." Derin titrek bir nefes aldım ve düşük yapmamı, fotoğrafları her şeyi bir çırpıda anlattım. Öyle ya da böyle bilmesi gerekiyordu. Anlatmam bittiğinde böyle bir şey de beklemediğini gözlerinden anlamıştım. "Daha önce söylemeliydim biliyorum..." derken ağlamaktan akan burnumu çekmiş ve derin de bir nefes almıştım. Elimin tersiyle göz yaşlarımı da silerken "Özür dilerim..." dedim. Kendisine vereceği tepkiden dolayı korkuyla baktığımı fark ettiğinde silkelenmek istercesine başını iki yana salladı. "Şaşkınım..." Oldu ilk kelimesi de ancak bu bana herhangi bir şey katmamıştı. Donuk ifadesinden bunu anlayabilmiştim zaten. "Kızdın mı?" dedim en sonunda dayanamayarak. "Önceni yargılamak haddim değil." dedi başını da iki yana sallayarak. "Ama..." dedi birden gözlerime bakarak. "Bunu böyle zorunda kaldığın için değil de gerçekten benimle paylaşmak için söylemeni isterdim." Bu durgunluğunun biraz da buna kırıldığı için olduğunu anladığımda kısa bir an ne yapacağımı bilemedim. Ancak arabayı çalıştırmak için eli anahtara gideceği sırada elini kavradım ve bana dönmesini sağladım. "Bunun benim hayatımda yeri yok. Düşük yaptığımı, hamile olduğum gerçeğinden önce öğrendim. Hiç var olmamıştı ki yok olsun. Ne bileyim? Çiçeğimin açmaması bile bundan daha çok benim için mesele. Hayatımı etkileyen benim için mesele olan her şeyi biliyorsun zaten. Bu gerçekten, saklanmış bir şey değildi. Bugün konusu açılana kadar ben bile unutmuştum varlığını. Bana kırılma lütfen..." Miraç samimiyetimi tartarcasına gözlerimin en içine baktı. "Gerçekten bu senin hayatını etkilemedi mi?" "Etkileyebilecek zamanı olmadı..." dedim dürüstçe. Belki beni kalpsiz görecekti ama gerçek buydu. Başını salladı aşağı yukarı ağır ağır. "Yani çocuk istememenle bunun bir alakası yok?" Konunun buna nereden geldiğini anlamadım ancak yine de başımı iki yana salladım. "Yok, benim hayatımın hiçbir evresinde anne olmak gibi bir düşüncem olmadı." Cevabını merak ediyordum ancak bir yandan da sormaya çekiniyordum. Şayet çocuk istediğini söylerse tepkim nasıl olurdu bilemiyordum ama bir yandan da sormam gerektiğinin ve bu isteğinin varsa ne boyutta olduğunu bilmem gerekiyordu. Zaten halihazırda bir oğlu olduğu için çocuk da çocuk diye yanıp tutuştuğunu pek sanmıyordum. "Sen istiyor musun?" Derin bir nefes alırken başını koltuğa yasladı ve o şekilde bana bakmaya başladı. "Olursa hayır demem ve hatta sevinirim ama olmazsa da üzülmem." * 2 gün sonra... Kardelen'in bilmem kaçıncı aramasını da meşgule atarken Hilal'lere yürüyordum. İçimden pek özenesim, güzel görünesim gelmemişti. Yine de siyah düz yırtmaçlı bir etek ve beyaz kalın askılı bir üst tercih etmiştim. Ayağımda da beyaz spor ayakkabılarım vardı. İki gün boyunca Hilal'e söyleyemediğim için içim içimi yemişti ancak Miraç her defasında iki gün beklemem için beni durdurmuştu. Bunu Hilal'den ve Ali'den ziyade Elif için istediğini anladığımda karşı da çıkamamıştım. Arda ve Elif, Barış ve Feride eşliğinde lunaparka gönderilmişti bildiğim kadarıyla. Tabii onları Miraç bırakacaktı ve kendisi gelene kadar beklememi istemişti ama benim artık zerre sabrım kalmamıştı. Sokağa girdiğimde evlerinin önünde bekleyen Ali'yi görmüş, göz devirmeme engel olamamıştım. Bu bekleyişi hiçbir sonuç vermeyecekti. Benim ona gelmemi beklemeden kendisi de bana doğru ilerlemeye başlamıştı. "Önce bir konuşalım..." demişti yavaş yavaş sesine yansıyan telaşla. Benim ise dikkatimi tırnak izlerimin üstünde, yanağında, çürümeye yüz tutmuş morluklar çekmişti. "Yanağına ne oldu?" dedim iyi olduğunu belirtmek istercesine genişçe gülümseyerek ve de yapmacık bir merakla. İçimden "Oh, olsun!" dediğimin pekâlâ farkındaydı. "Kocandan..." dedi Ali de geçiştirmek istercesine. "1 yumruk karısını tehdit ettiğim için, 1 yumruk Hilal'i aldattığım için, 1 yumruk da Elif'e yaşatacaklarım için..." Yüzüme sahi bir şaşkınlık yayıldı. Miraç'ın elinin üstündeki hasarı fark etmiştim ama işte oldu diyerek geçiştirmişti beni. Ali'nin bunu söylerken ki tavrında içimin az da olsa rahatlamasını isteyen bir yan olduğunu fark ettiğimde tatmin etmemişçesine yüzümü buruşturdum. "Kocamın elini zedelediğine değmemiş!" Ali'yi itekleyerek yanından geçip gidecektim ama kolumdan yakaladı. "Bala, lütfen önce biz bir adamakıllı konuşalım..." Kararmaya yüz tutmuş havaya baktım. "Saat olarak verdiğim süre geçti bile Ali. Çekil şimdi!" Bir kez daha kolumu yakaladığında durdum ve kendimi geriye çekerek elinden kurtardım kolumu. "Eğer bir daha bana dokunursan bağıracağım, tüm mahalleyi başımıza toplayacağım ve karın da ne kadar şerefsiz bir insan olduğunu tüm mahalleyle birlikte öğrenecek!" Bir adım öne doğru attığımda tekrar kolumu tutacak gibi oldu ama bundan vazgeçerek "Dur!" diye seslendi. Bıkkınlıkla Ali'ye döndüğümde sağ elini kaldırmış ve tüm parmaklarını açmıştı. "Bana 5 dakika daha ver. Benden öğrensin..." "Söylediğinden nasıl emin olacağım?" "Salon camı açık..." dedi yenilmişlikle. "Salonda konuşacağım." Başımı salladım aşağı yukarı. "Lafı eveleyip gevelersen, bizzat ben gelip söylerim." Başını aşağı yukarı sallayarak onayladı beni. Başka çaresinin kalmadığının farkındaydı ve adım adım sona yaklaşırken daha pişman duruyordu ancak son pişmanlık fayda etmezdi. Ayrıca bana gram da işlememişti bu pişman hâli. "Tamam..." derken başımla da onaylamıştım kendisini. Hilal'in bir an önce her şeyi öğrenmesini ve Ali'yle bir daha hiçbir şekilde muhatap olmamayı istiyordum. Beraber biraz ilerimizdeki evlerine doğru ilerlerken yanında yürümekten dahi rahatsızdım. Ali dümdüz ev kapısına doğru hareketlenirken ben bahçe tarafından dolanmış ve salonun olduğu pencerenin altına öylece çökmüştüm. Başımı da duvara dayarken çok geçmeden sesleri gelmeye başlamıştı. "Ne oluyor Ali? Elif'e söz verdim. Köfte yapacağım." "Biraz konuşalım..." Sesi benimle konuşurken ki tavrının aksine oldukça suçluluğunu hissettiriyordu. En azından bu da bir şeydi. Bu sırada cebimde titreyen telefonu da çıkartmış ve arayana bakmıştım. Sanki Civan abiden arayınca bir şey değişecekti. Bundan sıkılarak telefonumu doğrudan kapattım ve cebime tıkıştırdım tekrar. "Özür dilerim..." dediğinde birden uzun sayılabilecek bir sessizlik olmuştu. "Ne için Ali? Zaten birkaç gündür bir tuhafsın... Miraç'la bile kavga ettin resmen. Birbirinize adamakıllı sesinizi yükselttiğinizi duymamıştım. Bala'yla mı alakalı? Ne oluyor?" Görmesem de Ali'nin başını iki yana salladığını hayal edebiliyordum. "Bala'yla değil, benimle alakalı. Benim yaptığım bir hatayla..." Tekrar bir sessizlik hakim olduğunda ben de nefesimi tutmuştum istemsizce. "Bakma öyle..!" dedi Ali kızarcasına bir süre sonra. "Şüphelendiğinin ama bana konduramadığının farkındayım..." Bu benim için beklenmedik olurken saniyelik bir an hayal duyduğumu düşünmeme sebep olacak bir hıçkırık sesi de duymuştum. "Ne zamandır?" diyen Hilal'in sesi ağladığı için olsa gerek boğuk çıkmıştı. "Kardelen'le." dediğinde Ali, Hilal ondan asla beklemediğim bir şekilde "SANA KİMİNLE DEMEDİM, NE ZAMANDIR DEDİM!" diyerek avazı çıktığınca bağırmıştı. "Belli bir süre söyleyemem. Öyle bir şey de olmadı aramızda." "Seviyor musun onu?" diye sordu bu kez de. Sesi o kadar pürüzsüz ve net çıkmıştı ki... Sanki kocasına başka bir kadını sevip sevmediğini sormuyordu? "Hayır." dedi bir saniye duraksamadan ve bu iyi miydi kötü müydü bilemiyordum ama iğrenç olduğu kesindi. "Ama sorsam beni seviyorsundur..." dedi Hilal alayla. Titreyen sesi benim kalbimin de titremesine sebep olmuştu. "Hilal seni ger-" "KES!" Birden bağırması olduğum yerde sıçramama sebep olurken Hilal'in ağlamaklı bir iç çektiğini işittim. "Benim muhatabım sensin, bana sadık olması gereken sendin... Hadi o kız cahil, küçük... Aklı karıştı... Senin aklın karışamaz Ali! En azından karışmamalıydı. Beni gerçekten sevseydin karışmazdı da..." "Hilal gerçekten öy- Nereye?" Çıkan hışırtılardan ayağa fırladığını da anlamıştım. "Kızıma köftesini yapacağım, ben mutfakta işimi bitirene kadar evden gitmiş ol. Elif'e görevde derim. Pedagogla konuştuktan sonra ararım seni. Nasıl bir süreç izleyeceğimizi konuşuruz. O zamana kadar gözüme gözükme." Kısa süreli sessizliğin ardından "Bu kadar mı?" dedi Ali. "Bu kadar kolay bitirebiliyor musun?" "Sen mi diyorsun bunu?" dedi Hilal'in sinirli olduğunu sonuna kadar hissettiren sesi. "Sen bizi olabilecek en adi, en ucuz şekilde bitirdin zaten Ali! Ne yapayım? Beni aldatan kocamın boynuna mı sarılayım? Ne istiyorsun?" Sesi fazlaca alayvari ve sabırsızcaydı. Ağladığı için de çatallaşmış ve titriyordu. Üstelik bu olgunluğu ona bir kez daha hayran olmama neden olmuştu. Kolay kolay kimse bu şekilde karşılayamazdı. Ben de dahil. "Yemin ederim ilerisi olmadı ve gelip dürüstçe söyledim. Bunun hiç mi kıymeti yok senin için? Deneyemez misin en azından?" Ali kelimenin tam anlamıyla tutuşmuştu ve kısa bir an Hilal'i gerçekten sevdiğini dahi düşünmüştüm. Ancak bu 1 saniyeden fazla sürmemişti. Gerçekten sevse aldatmazdı. "Dürüstçe mi söyledin?" dedi Hilal ve minik bir kahkaha attı. "Daha fazla salak yerine koymaya çalışma beni! Bu yüzün bu hale boşuna gelmedi. Bala gördü sizi. Kaç gün verdi sana söylemen için? Bala söylememeye razı gelse söyleyecek miydin gerçekten? Ayrıca bu işin ilerisi gerisi yok! İlla evden gitmem diyorsan ben Elif'le annemlere gideceğim. Sadece birden düzeninin değişmesini istemiyorum kızımın." Kısa süreli bir sessizliğin daha ardından Ali "Ben giderim..." demişti. "Zahmet olacak!" Ardından sert adım sesleri duymuştum ve sert bir kapı çarpma. Kısa bir süre sonra da Hilal'in bastıramadığı hıçkırıkları buraya kadar ulaşmıştı. Umarım ki Ali o kızın göz yaşlarında boğulurdu. Farkında olmadan gözümden akan bir kaç damlayı silerken çöktüğüm yerden doğruldum ve kapıya ilerledim. Bu sırada evin kapısı da açılmış ve biraz önceden farklı olarak elinde bir ceketle Ali çıkmıştı evden. Gözleri kızarmıştı ama hiç de acıyasım gelmiyordu. "Mutlu musun?" diye bana sorduğunda başımı salladım aşağı yukarı. "Mutluyum. Senin baban gibi olmana rağmen, Hilal'in annen gibi olmamasına mutluyum..." Ali anlamlı anlamlı başını aşağı yukarı salladı. "Bala!" Ali bana bir şey söylemek için ağzını açtığı sırada duyduğum tanıdık sesle arkamı döndüm ve yan evin önünde arabasından inmiş ve bu tarafa doğru gelen Civan abiyi gördüm. Neden gözleri kızarmıştı? Neden bu kadar kötü görünüyordu? "Civan abi!" dedim telaşla ve onun bana ulaşmasını beklemeden ben birkaç adımla Civan abinin yanına ulaştım. "Bir şey mi oldu?" Gözünden birkaç damla ardı ardına akarken tamamen yanına da ulaşmıştım. "Bir şeyler yapalım mı?, dedi. Hayır, dedim. İlgilenmedim kardeşimle. Bileklerini kesti. Öldü, Bala. Kardeşim öldü! Sen bilirsin. Bir derdi, bir sıkıntısı mı vardı? Ben mi göremedim kardeşimi?" Vücudumdan tüm kanın çekildiğini hissederken, kalbim kulaklarımda atmaya başladı sanki. Nefes alamadım duyduklarımla. Bana söylemişti. Bununla yaşayamam, demişti ve bu cümlesi beynimde dönüp duruyordu. Hiç ciddiye almamıştım ben bunu... Ciddi olduğunu hiç düşünmemiştim. Canına kıyabileceği aklımın ucundan dahi geçmemişti. * Ne Zeliş'in ne Osman amcanın yüzüne bakamamıştım. Bir işe yarayacakmış gibi boş bir hastane koltuğunda öylece saatlerce beklemiştim onlarla. Miraç'ın yanıma ne zaman geldiğini dahi hatırlamayacak kadar kendimi kapatmıştım etrafımdaki seslere. Ne zamanki başımı taşımakta zorlanmaya başlamış, o zaman Miraç'ı fark etmiş ve başımı geniş omzuna yaslamıştım. "Biliyor musun? Küçükken hiç anlaşamazdık ama annemler arkadaş olduğu için mecburen sürekli beraberdik... Ne zamanki okula başladık ve akran zorbalığına uğramaya başladık o zaman birbirimizi garip bir şekilde korumaya başladık. O zamandan beri de hep beraberdik..." demiştim kendi kendime konuşurcasına bir süre sonra. Miraç cevap verdi mi vermedi mi hatırlamıyordum ama algılayamayacak kadar kapalıydım. Başta Kardelen'e acayip gıcık olduğumu hatırlıyordum. Şimdi yaşaması için gerekirse kendi canımı verebilirdim ama mümkün değildi. Üstelik bir nevi canını ben almıştım. Ali'yle benim yüzümden tanışmışlardı, bana bununla yaşayamayacağını söylemişti, onu ciddiye almadığım gibi hiçbir telefonunu da açmamıştım iki gün boyunca. Eve ne zaman, nasıl gelmiştik onu bile anlamamıştım. Sadece en son net olarak hatırladığım şey Miraç'ın "Tutma kendini..." demesi olmuştu o yumuşacık sesiyle. "Benim sayemde tanıştılar, benim yüzümden..." demiş ve sözüne itaat edercesine kendimi bırakarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştım. Miraç beni kendine çekerek başımı göğsüne yaslamamı sağlamıştı. "Böyle düşünme, ona kalırsa en başında Hilal ve Ali'yi de ben tanıştırdım. Senin suçun yok..." Burnumu çekerken ellerimi göğsüne dayayarak kendimi bedeninden uzaklaştırdım ve koyu gözlerinin en içine baktım. Ve o an karar verdim, daha doğrusu karar verdiğimi anladım. Yapamazdım. Ne babamı, ne Ali'yi ne Kardelen'i ne bana onları hatırlatacak en ufak bir şeyi hayatımda istemiyordum. En başta da bu şehri... Her bir köşesini Kardelen'le keşfettiğimiz bu şehirde kalamazdım. "Özür dilerim..." Ağzımdan bir hıçkırık daha kaçarken eli saçlarıma gitmiş ve okşarcasına geriye atmıştı. "Benden niye özür diliyorsun yavrum? Senin hiçbir suçun yok." Dudaklarım büzülürken ağzımdan bir hıçkırık daha kaçmış ve ağlamam şiddetlenmişti. Göz yaşlarım görüşümü hepten bulanıklaştırırken ağlamalarımın arasında zar zor bir kez daha "Özür dilerim..." dedim ve o an Miraç'ın saçımdaki eli duraksadı. İnanmak istemezcesine başını iki yana sallarken eli yavaşça dizime düşmüştü. Dudaklarını ıslatmış ve tekrar gözlerini gözlerime kenetlemişti. "Gideceksin..." derken sesi farkındalığını bana hissettiriyordu. Beni zaten garip bir şekilde benden daha iyi tanımıştı her zaman. Özellikle beraber geçirdiğimiz şu kısacık süre düşünülürse bu tuhaftı ama benim bile gideceğimi anlamam günlerimi almışken Miraç iki kelimemden birkaç saniyede anlamıştı. "Özür dilerim." dedim bir kez daha diyecek bir şey bulamayarak. Ve bir hıçkırık daha. "Yapamam burada. Uzaklaşmak, herkesten her şeyden uzaklaşmak unutmak, olmazsa yok saymak istiyorum. Özür dilerim..." Titrek bir nefes çekti içine ve dayanamazcasına başını karşıya çevirdi gözlerini gözlerimden çekerek. "Miraç gerçekten özür dilerim, klişe olacak ama... Bunun gerçekten seninle en ufak bir alakası yok. Benimle alakalı..." "Geri gelecek misin?" dedi yalnızca önünde birleştirdiği ellerine bakarak. Evet diyemedim ama hayır demek de zalimce geldi. "Özür dilerim..." dedim bir kez daha. Göz yaşlarım boynuma doğru akarken sildim sertçe. "Ne zaman, nereye?" dedi bu kez. "En kısa zamanda, nereye eserse." dedim ve gözlerimi elimin tersiyle görüşümü netleştirmek için sildim. Şakaklarındaki tek tük beyazlar ilk defa gözüme çarpmıştı. İlk defa gözüme bu kadar çökmüş gözükmüştü. "Herkese, her şeye ben de dahil miyim?" dedi bu kez bana dönerek ve kara gözleri kara gözlerimle birleşti. Benim mi gözlerim ikimizin gözlerini de dolu görecek kadar doluydu, yoksa gerçekten gözleri mi dolmuştu seçemiyordum ama canı gönülden ilkini diliyordum. Biliyordum, Miraç'ın sevgisine laik değildim. Ben buyum diyerek sıyrılmak da istemiyordum ama buydum. En son bana bu kadar sık soru sorduğunda silah sesleri eşliğinde bir gizli geçitten geçiyorduk ve Miraç da bana korkmamam için, dikkatimi dağıtmak için sorular soruyordu. "Özür dilerim..." dedim bir kez daha ve acıttığımı telafi etmek istercesine dudaklarım dudaklarına kapandı. Niyetim zevk almak değildi, bir yerini acıttıysam acısını almak istercesine uzun uzun öptüm dudaklarını. Biliyordum eğer acıttıysam bu öpmekle geçecek bir acı değildi ama yine de öptüm. Bir süre bana karşılık vermese de öptüm. Karşılık verdiğinde de devam ettim. Ben acısını almak için öperken Miraç'ın öpüşleri agresifti. Hırsını almak istercesine, yaptığımı daha doğrusu yapacağımı ödetmek istercesine, ceza verircesine... Her zamanki yumuşak dokunuşları yoktu... Şevişirken her zaman biraz sert olmuştu ama sevdiğini de hissettirmişti, dokunuşlarında sevginin verdiği bir yumuşaklık da vardı ancak şimdi sepsertti. Boynumu öperken de hiç kullanmadığı kadar dişlerini kullanmış canımı yakmıştı. Normalde 'Acıdı!' diye söylenirdim, ısırdığı yere ardından bir öpücük bırakırdı ama yapmadım. Bana olan hırsını, sinirini hoyratça sevişerek almasına izin verdim. Ellerinin hoyratça tüm bedenimde gezinmesine, kaba etimi, göğüslerimi, kalçamı sertçe sıkmasına, alışmamı beklemeden içime girmesine... Üzerimde gidip gelirken "Özür dilerim..." diye mırıldandım kulağına doğru ancak bunun için de beni cezalandırırcasına, benden bir özür istemediğini söylercesine daha sert gidip gelmeye başlamıştı. "Bana kızma!" demiştim yalvarırcasına içime boşaldığı ve kendini öylece üzerime bıraktığı sırada. "Yalvarırım bana kızma! Özür dilerim." Gözünden düşen damlayı benden saklama gereği görmeden gözlerime baktı. "Çok güzelsin!" dediğinde de göz yaşlarım arasında istemsizce gülmüştüm. "İyi ol..!" dedi gerçekten bunu tüm kalbiyle dilediğini tüm kalbimle inanmama neden olacak bir tonla ve alnıma uzun bir öpücük bıraktı. Hatta öyle ki dudakları uzun bir süre alnımda kaldı. Beni yine ilk kez alnımdan öpmüştü ve sanırım son kez de alnımdan öpüyordu. "İyi ol..." diye mırıldandı bir kez daha ancak bu sefer sesi belli belirsiz çıkmıştı. "Sen de..." dedim ve tam bu sırada hatırıma Arda düştü. "Siz de..." diyerek düzelttim kendimi. İkimiz de çıplak bir şekilde koltukta uzanırken vedalaşırcasına konuşmamız biraz ironikti ama biliyordum... Şu anda yavaş yavaş kapanan gözlerimi tekrar açtığımda yanımda olmayacaktı. Belki de böylesi daha iyi olurdu, daha kolay... * Sabah uyandığımda tam da tahmin ettiğim gibi bir başımaydım. Üzerime ince bir örtü örtülmüştü ve çok da erken bir saat olmamasına rağmen çıt çıkmıyordu evden. Bolca ağladığım için gözlerim şişmişti ve görüşümü bir miktar kısıtlamıştı. Yapmam gereken son birkaç bir şey vardı ve onları yaptıktan sonra minik bir çanta alacaktım yalnızca. Hâlâ nereye gideceğime karar vermemiştim ve muhtemelen de havaalanına gitmeden de veremeyecektim. Çıplak bedenime yerdeki Miraç'ın tişörtünü geçirdim ve saçlarımı içinden çıkardım. Burnuma dolan koku beni mest ederken şimdiden bu tişörtü de kendimle birlikte götürmeye karar vermiştim. Ayağa yeni kalkmıştım ki kapının çalmasıyla o tarafa ilerledim. Karşımda Can'ı görmek ise pek beklediğim bir şey değildi. "Bir şey mi oldu?" diye sordum neden burada olduğuna anlam veremeyerek. "Babam ve annem konuşurken duydum. Babam daha fazla Ankara'da kalmaz diyordu senin için. Gidecek misin?" Bu kadar tahmin edilebilir bir insan olmak canımı sıkarken Can'a dik dik baktım. "Sana ne fark edecek?" En nihayetinde doğru düzgün bir konuşmamız dahi yoktu. "Ne abimi, ne babamı, ne annemi istemiyorum artık... Lütfen, izin ver seninle geleyim!" Gözleri bana yalvarırcasına bakarken ona öylece bakmayı sürdürdüm bir süre daha. Tam kapıyı suratına kapatacağım sırada bana engel oldu. "Bala, lütfen! Ben de her şeyi unutmak, herkesten uzak bir hayat kurmak istiyorum. Birlikte yola çıkmış iki yabancı oluruz... Babamdan da abimden de nefret ediyorum ve Ankara'da kalmaya devam ettiğim sürece bir şekilde hayatımda olacaklar..." Gözlerine baktım bir süre daha öylece. Samimiyetini gördüğümde başımı salladım aşağı yukarı. "2 saat sonra havaalanında ol. Çok bir eşya alma yanına. Bir de bavullarla uğraşamam!" Can anlık olarak gülümserken beni hızla başıyla onaylamıştı. Daha fazla orada dikilmeyerek kapıyı kapattım ve mutfağa ilerledim. Arda'nın çok sevdiği çilekli keklerden yapmaya giriştim ardından da. Miraç, Arda'yla tekrar buraya döner miydi bilmiyordum ama umarım ki en azından Arda'ya ulaşırdı bu çilekli kekler. Kekimi fırına verdikten sonra bahçeye çıkarak Arda'yla ektiğimiz çiçeklerimle de vedalaşmıştım. Ben vedalaşana kadar pişen kekleri bir fanusa alırken minik bir kağıt ve kalem bularak mutfağa da geri dönmüştüm. "Nasıl bakılacağını öğrenmiştin, bu yüzden çiçeklerimi sana emanet ederken gözüm hiç arkada kalmayacak..." Notu keklerin üzerine bırakırken artık toparlanmak üzere odamıza ilerlemiştim. Döner miydim, dönmez miydim bilmiyordum ama nikahta çekilmiş bir fotoğrafımız çantama eklediğim ilk şeydi. Ardından üzerimde hâlâ Miraç'ın kokusu sinmiş duran tişörtü çıkartarak onu eklemiştim. Birkaç parça kıyafet ve temel eşyaları da ekledikten sonra büyük spor çantasını yere bırakarak duşa girmiş ve yolculuk için rahat bir tayt ve Miraç'ın düz gri bir tişörtünü tercih etmiştim. İşim tamamen bittiğinde hazırladığım çantayı alarak evden çıktım. Bu sırada bahçe kapısından içeri giren Derya Hanım'la karşılaşmak ise pek beklediğim bir şey değildi. "Seni en başından beri sevmedim..." derken beni baştan aşağı süzmüştü. "Ancak bu kadarı benim de düşündüğümden fazla. Hadi oğlum kazık kadar adam. Kendi etti kendi buldu. Arda'ya kendini sevdirirken hiç mi yüreğin sızlamadı?" Verebilecek bir cevabım yoktu, yüzüm de yoktu zira belki de ilk kez Derya Hanım'a hak veriyordum. Bencildim, kalpsizdim... Yalnızca öylece yüzüne baktım. Beni iğrenircesine baştan aşağı süzerken de ardından tek kelime etmeden çıkarken de hiçbir tepki vermedim. Bir süre öylece dikildim Derya Hanım'ın arkasından. Durdum öyle dümdüz. Bir elimde çantayla, ağlamaktan şişmiş gözlerle, beni taşımakta zorlanan bacaklarımla, derbeder hâlimle öylece bekledim. Bahar rüzgarları yüzümü üşüttüğünde ancak ağladığımı fark edebilmiş ve hızlıca göz yaşlarımı silerek bahçe kapısından çıkmıştım. Nefes alamıyordum sanki. Biraz olsun nefes alabilmek için taksi durağına kadar yürümeye karar verdim. Şarkı mırıldana mırıldana yürüdüm taksi durağına kadar. "Bir kızıl goncaya benzer dudağın Hatta takside havaalanına gidene kadar da içime içime söylemeye devam ettim. Hatta havaalanına çoktan gelmiş Can'la uçağa binene ve Hakkari'ye gidene kadar da aynı şarkıyı tekrar tekrar mırıldanmıştım. * Miraç'tan "Ne yapsaydım amirim? İzin vermesem, bırakmasam inada bindirecekti. Kötü ayrılmaktansa..." Sustum. Devamını getirmedim. Zira Bala'nın yokluğunun mu yoksa onunla kötü olmanın mı daha kötü olduğunu ben de bilmiyordum. İki gündür yoktu ve bu denli içime işlemiş olması büyük bir haksızlıktı. Üstelik sadece benim değil Arda'nın da kalbine kendini öyle bir kazımıştı ki iki gündür sudan çıkmış balığa dönmüştük onca tantanaya rağmen. Can'ın da gitmesi ayrı bir olay olmuştu, Ali ve Hilal zaten malumdu, Selma teyze desen kimseyle konuşmuyordu, Hilal iyi değildi ve Elif'in ha bire babasını sormaması için olabildiğince ilgisini kendi üzerime almaya çalışmıştım ama her hareketi bana halasını hatırlatırken bunda artık çok zorlanıyordum... Bunca soruna rağmen yokluğunun bu denli acıtması normal olmamalıydı. "Evlendiğinizde bu yüzden Bala'dan ziyade sana kızdım... Bala bu... Aklına eser evlenir, aklına eser gider, aklına eser en olmayacak şeyi yapar..." Derin bir nefes çekerken içime yavaşça başımı iki yana salladım. Bala aklına eseni düşünmeden yapardı ama aklına ne zaman neyin eseceği çok tahmin edilebilirdi. Kardelen'in ölümünden sonra burada kalmaya devam etmesi bir mucize olurdu. Ali'nin bile bu ölümden ne denli etkilendiğini görmüştüm. Hem Hilal'e yaşattıkları hem Kardelen'in ölümüne neden olduğu için köpek gibi pişmandı. Bunu görmüştüm onda ama bende ne onu teselli etme isteği bırakmıştı ne de istesem dahi onu teselli edebileceğim herhangi bir şey bırakmıştı. Dibine kadar suçluydu. "Amirim ben bunları konuşmak için gelmedim. Yıllık iznimi kullanmak istiyorum. Biliyorum Ali de izinli ama... Olmuyor... Biraz oğlumu da alıp uzaklaşmak istiyorum." Mustafa amca başını salladı aşağı yukarı. O anlayışlı babacan tavrı vardı yüzünde yine. İster istemez Bala'nın gitmesinde Ali kadar, Mustafa amcanın da etkisi olduğunu düşündüm. Öncesi olmasa, bu olay travmalarını tetiklememiş olsa belki kalabilirdi. En azından belki yanında beni de isterdi. "Tamam, git sen... Ne kadar istiyorsan o kadar izinlisin. Lazım olursa Ali gelir işinin başına." Mustafa amca da Ali'ye sinirliydi ama kendisi de zamanında aynısını yapmışken şimdi oğluna kızamıyordu. Ayağa kalkarken minik bir baş hareketiyle onayladım. "Sağ olun amirim." * 5 ay sonra... Büyükbabamın mezuniyet hediyesi olan arabamdan indiğimde gözümdeki güneş gözlüklerine rağmen Hilal'in kızıl saçları ilk bakışta batmıştı gözüme. Topuk tıkırtılarım eşliğinde kendisine doğru ilerlerken birkaç adım kala o da beni fark etmişti. Beni gördüğünde gülümsedi genişçe. "Geldiğin için teşekkür ederim..." Bana sarılmak için hamle yaptığında herhangi bir karşılık vermesem de sarılmasına izin verdim. "Nasılsın?" dedim ayrıldığı sırada. "İyiyim..." derken sorumun altındaki gizli anlam, yüzünde buruk bir gülümsemeye sebep olmuştu. "12 yılı söküp atmak kolay değil ama daha iyiyim... Yeni bir şehir iyi geldi." Yüzünde de bunu destekleyen daha samimi bir gülümseme oluştu. "Ne zaman çıkacak?" derken bu kez çenemle okul bahçesini işaret etmiştim. "15 dakikası var..." dedi Hilal sakince ve o da dersi beden olan birkaç çocuk ve çocuklarının çıkmasını bekleyen diğer veliler hariç kimse olmayan okul bahçesine döndü. "Seni görünce sevinecek. Hep böyle büyük bir şatafatla doğum günü kutlamaya alışık. Seninle de kutlamak için gün sayıyordu." "Doğum günü partisinde olmayacağım." dedim doğrudan. Ali ve babamın olacağı bir yere gitmek istemiyordum. Hilal ve Elif, İstanbul'a taşınmıştı. Babamlar hâlâ Ankara'daydı ancak Elif'in doğum günü için geliyorlardı bildiğim kadarıyla. Ve ben de o yüzden okul çıkışına gelmiştim. "Farkındayım ve emin ol bu bile Elif'e yetecek. Sen neler yaptın, yapıyorsun? Can'la beraber misiniz hâlâ?" Başımı salladım aşağı yukarı. "Beraberiz... Akşam uğrayacakmış o, Elif için." Hilal kızı için daha da mutlu olduğunu hissettiren bir gülümseme sundu. "Kafe nasıl gidiyor?" diye sordu bu kez de. Ankara'dan Hakkari'ye Leyla halamın ,annemin halasının, yanında Can'ın üniversite sonuçları açıklanana kadar kalmıştık. Halam asker olduğu için zaten günün çoğunda evde olmuyordu ve rahat takılmıştık. Can, İstanbul'u kazanınca ben de artık bir iş hayatına atılmam gerektiğine karar vererek onunla birlikte İstanbul'a gelmiştim. Can da başta teyzemde kalsa da daha sonra bir yurda yerleşmişti ancak Hakkari'de geçen günlerde birbirimizin o kadar da kötü olmadığını fark etmiş olacağız ki İstanbul gibi büyük bir şehirde de kopmamıştık. Amacıma uygun bir şekilde bir yayın evinde iş bulmuştum da ancak kitap okumayı sevsem de bütün gün bir binada oturup metin düzeltmenin ve diğer ıvır zıvır işleri yapmanın pek bana göre olmadığını fark ederek 1 hafta sonra istifa etmiştim. Ardından bir kursa yazılmış ve zaten annemden bildiğim bilgiler yardımıyla da pastacılık sertifikası almıştım. Bu sırada tanıştığım Ceren'le ortak olarak ve de tabii teyzem ve dayım sponsorluğunda bir pasta & kafe açmıştım. Tabii annem ve babamın benim için bankada biriktirdikleri para da vardı. İşler garip bir şekilde iyi de gitmiş ve çok geçmeden teyzemden ayrılarak tamamen kendi evime çıkmıştım. Hilal de birkaç gün önce kafeye gelmiş ve Elif için gelip gelemeyeceğimi sormuştu. Ve işte buradaydım. "İyi gidiyor, Elif'le de gel bir ara." Hilal başını salladı aşağı yukarı. "Geliriz. Zaten senin de İstanbul'da olduğunu öğrenince sık sık yanına gelmek isteyecektir." Başımla onayladım Hilal'i. "Siz Miraç'la boşandınız, değil mi? Yüzümde acı bir gülümseme olurken "Evet..." diye mırıldandım. Ben daha dava açmadan dava celbi gelmişti ve Miraç'tan böyle bir hamle beklemiyordum. Davaya bile gitmemiş ve anlaşmalı boşanmak için avukata vekalet vermiştim. Biliyordum hakkım değildi ama kırılmıştım. Hilal'in yüzünde anlayışlı bir gülümseme belirdi. "Bugün akşamüzeri Elif'in doğum günü için Miraç ve Arda da gelecek..." Ardından "Ben bilmem..." dercesine dudaklarını büzmüş ve ileride bir yerlere doğru el sallamıştı. Miraç'ın gelecek olduğunu bana niye söylemişti ki şimdi? Ne gerek vardı aklımı karıştırmaya? Bakışlarımı Hilal'den çekebildiğimde bu tarafa doğru koşarak gelen Elif'i görmüştüm ve o an kalbimde sıcak bir şeylerin aktığını da hissettim. Bu cadıyı özleyecek değildim ya! Elim yavaşça gözlüğüme gitmiş ve güneş gözlüğümü çıkarmıştım Elif'i daha net görebilmek için. 5 ayda bile büyümüştü sanki ve hâlâ tam bir cimcimeydi. Saçında Arda'nın ona aldığı tokaları gördüğümde kalbim bu kez de Arda için sızlamıştı. Arda'yı da özlemiştim sanırım. Elif beni fark ettiğinde önce adımlarını yavaşlatmış, en son da birkaç adım ötemizde durmuştu. Şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı. Annesine de emin olmak istercesine döndüğünde hafifçe elimi sallayarak dikkatini üzerime çektim. "Merhaba!" da dediğimde yüzünde geniş bir gülümseme oluştu ve tekrar koşar adımlarla bu tarafa gelmeye başladı. Bana sarılacağını anladığımda bunu hiç istemesem de kendimi kolayca sarılabilmesi için yere dizlerimin üstünde çökmüş bir şekilde buldum. Kollarını sıkıca boynuma doladığında ise belli belirsiz gülümsemiştim. "Ay, tamam yeter!" dedim gözlerimin dolduğunu hissettiğimde. Sanırım kabul etmek istemesem de Elif'i de özlemiştim. Elif yüzünü buruşturarak benden ayrılırken "Hiç özlememişim!" dedi üstten bir tavırla da. "Haspam!" dedim ben de ona aynı onun gibi yüzümü buruşturarak. "Haspamın zıttı!" Gülümserken ayağa da kalkmıştım. Biraz eğilerek Elif'in saçlarını düzelttikten sonra elimdeki paketi uzattım. "Al bakalım, duyduğuma göre yaklaşık bir 10 yıl önce doğarak hayatıma renk katma kararı almışsın." Elif'in gülümsemesi büyürken hızla paketi elimden kapmış ve poşetten hediye paketini çıkartarak onu da açmaya başlamıştı. Yeşil prenses elbisesini gördüğünde gözleri şaşkınlıkla açılmış ve hevesle bana dönmüştü. İlk odasını gördüğümde en sevdiği rengin yeşil olduğunu anlamıştım. Ayrıca yeşil, kırmızı uyumunu da seviyordu. "Bala bu çok güzel!" Ben de gülümserken başımla onayladım. "Ben seçtim, tabii ki güzel!" Elif bana cevap vermeyecek kadar elbiseyi beğenmiş olacak ki bir tur daha elinde çevirmişti elbiseyi. "Sen de akşam olacaksın değil mi? Güzel giyin de gel, beraber fotoğraf çekinelim!" "Haspama bak!" dedim hoşnutsuzlukla. "Ne zaman çirkin göründüğümü gördün sen? Ayrıca maalesef bir işim var ve doğum gününe katılamayacağım." Elif'in yüzü anında düşerken anlık olarak yardım istercesine annesine dönmüştü. "Ya ben hiçbirinizi bir arada göremeyecek miyim? Babam olduğunda annem, annem olduğunda babam olmuyor. Hayatımı da 40 yılda bir görüyorum! Doğum günümde bari eskisi gibi hepimiz olalım!" Bu sözler ne yazık ki bana çok tanıdık geliyordu ama yapabileceğim herhangi bir şey yoktu. "Bence daha sonra kız kıza bir alışveriş günüyle bugünü telafi ederim..." Elif itiraz edecek gibi olsa da arkamdaki annesinin uyarıcı bakışından olsa gerek daha fazla ısrar edememişti. "Şimdi senin eve gidip hazırlıklarını tamamlaman lazım. Hem ben de İstanbul'dayım. Buluşuruz yani. Tamam mı?" "Burada mısın gerçekten?" dediğinde hevesle, başımla onayladım Elif'i. "Hadi annecim!" dedi ardından Hilal kızına elini uzatarak. Elif pek istemese de annesinin elini tuttu. Gitmeden önce de omzundan geriye bana dönmüştü. "Sana bir dilim pasta ayıracağım. Anneme adresini yazarsan getiririz yarın." Buna gülerken başımla onayladım Elif'i. "Teşekkür ederim..." Hilal bana minnettar bir gülümseme sunarken Elif'le birlikte az ilerideki arabalarına ilerlemişlerdi. Onlar binip gidene kadar orada öylece durup izlemiştim. * Can'ın yanağından bir makas alırken çayımı masaya bıraktım. Can yanağını sıkmamdan rahatsız bir şekilde yüzünü buruşturdu ancak yine de benim için sandalyeyi çekmekten geri kalmadı. Benim çayımdan içeceği sırada eline vurdum ve çektiği sandalyeme oturdum. "Benim o, kalk kendine al." "Ders çalışıyorum şurada, versen ölür müsün?" Önündeki bilgisayara baktım. Anlamadığım bir dizi formül yazılıydı. Mühendislik okuyordu kendileri. "Aman!" dedim yüzümü buruşturarak. "Alt tarafı alıp yerine yazıyorsun, ne yapıyorsun sanki?" Can ters bir bakışla tamamen bana döndü. "Gidip müşterilerinle falan ilgilensene sen!" Kafedeydik ve arada gelip burada ders çalışıyordu. "İlgileniyorum ya işte!" dedim kendisini işaret ederek. "Canın falan mı sıkılıyor senin?" Normalde ders çalışırken kendisini rahatsız etmediğimi biliyordu ve garipsemişti ama Miraç'ın burada olduğunu bilmek beni geriyordu. Kafamı dağıtacak bir şeylere ihtiyacım vardı. "Bilmem sıkılıyor musun, Can'ım?" dediğimde yüzünü buruşturdu. "İğrenç ve vasatın altıydı!" dediğinde minik bir kahkaha attım. Asla soğuk espri yapan bir insan değildim ama Can'la takıla takıla biraz ona benzemiştim. Tatlısının kaymağını alıp bıçağıyla elimin tersine sürdüğünde kaşlarım çatıldı. "Ne yapıyorsun ya, mal mısın?" Can omuzlarını indirip kaldırdı. "Bala kaymak sürüyorum." dediğinde elime aldığım peçeteyle donup kaldım. Can'a yandan hoşnutsuz bir bakış atmama da engel olamadım. "Gerçekten bir gün bu kötü esprilerin yüzünden üzerine kusacağım!" Biraz önce ona yaptığım gibi yanağımdan makas aldı. "Soğuk espri öyle değil, böyle yapılır, tatlım. Şimdi derdini söyle." Peçeteyle elimin üzerini temizlerken sandalyede arkama yaslandım. Can'a bir tepki veremeden Fatih geldi yanımıza. "Laden Hanım ısrarla bir beyefendi yetkili biriyle konuşmak istiyor." Buna bir anlam veremesem de oyalanmak için bir bahanemin olmuş olmasının mutluluğuyla ayağa kalktım ve üzerimi düzelttim. Üzerimde hatırı sayılır bir göğüs dekoltesi vermemi sağlayan, askılı, derin yırtmaçlı, kırmızı üzerinde minik minik pembe çiçekler olan bir elbise vardı. Saçlarımın yarısını üstten toplamış ve tokanın etrafına bir de kırmızı bir bandana bağlamıştım. Gündelik bir makyaj ve makyajımın hafifliği aksine sürdüğüm borda rujum ve krem sandaletlerimle de kesinlikle mükemmel görünüyordum. Ön bahçe tarafına çıktığımızda Fatih bana cam kenarında oturmuş sırtı bize dönük olan bir adamı ve yanında oturan bir çocuğu işaret etti. Bahçenin kenarlarını özenle tek tek diktiğim renk renk begonyalar süslüyordu. Dışarısı insanın içini açacak kadar doğayla iç içe ve renkliyken içerisi daha vintage tarzda dizayn edilmişti ve duvarların tamamı kitaplıktan oluşuyordu. Raflarda ağzına kadar doluydu ve içerisi ayrı, dışarısı ayrı beni mest ediyordu. Şu Dünya üzerinde en sevdiğim yer bu kafe olabilirdi. Adama adım adım yaklaşırken çiçeklerimde de göz gezdiriyordum. Sulanma vakitleri gelmişti ve bu akşam kapatmadan önce ilgilensem iyi olurdu. "Buyurun, bir sorun mu var?" diyerek tam masanın yanında durmuştum ki bana dönen Miraç'la kalakaldım. Kara gözleri önce garip bir parıltıyla yüzümü inceledi, ardından adım adım tüm bedenimi süzerken ürperdiğimi hissetmiştim. En son gördüğümdeki kadar çökmüş görünmüyordu artık. Her zaman gördüğüm dinç ancak ağırlığını koruyan Miraç'tı. Bakışlarım yanına kaydığında Arda'yı da görmüştüm. Babası gibi ilgiyle beni incelerken babasının aksine yüzünde bir de geniş bir gülümseme vardı. "Çilekli kek yokmuş sanırım." dediğinde şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım ve "Ne?" dedim anlam veremeyerek. "Oğlum çilekli keki çok seviyor da... Elinizde de şu an çilekli kek yokmuş sanırım. Yapma şansınız var mı diye soracaktık..." Hâlâ bir anlam veremezken aptal gibi suratına bakmaya devam ediyordum. Ben bir şey mi kaçırmıştım? "Ben başkomiser Miraç Keskin bu arada. Yeni taşındık oğlumla İstanbul'a ve çok tavsiye edildi burası." diyerek bana elini uzattığında en nihayetinde anlayabilmiştim. Dudaklarım anlık bir şekilde iki yana kıvrılırken şaşkınlığım galip gelerek çok geçmeden tekrar düz bir çizgi halini almıştı dudaklarım. Şimdi şimdi anlamaya başlamıştım. Her şeyi geride bırakmak istediğimi biliyordu ve temiz, sıfırdan bir başlangıç yapmayı teklif ediyordu. Tanışmak için değil anlaşmak için uzatıyordu bana elini. Bana kızgın olduğunu sanıyordum, benimle fazladan bir gün daha evli kalmak istemeyecek kadar kızgın olduğunu... Ayrıca başkomiser hitabı da gözümden kaçmamıştı terfi falan almış olmalıydı. Silkelenmek için başımı iki yana salladım. Ve tam da o an karar verdim. "Biraz beklemeniz gerekir ama yapabiliriz tabii ki küçük bey için." derken gözüm heyecanla bana bakan Arda'ya kaymıştı. Bacaklarını hızlı hızlı ileri geri sallıyordu ve sıranın kendisine gelmesi için sabırsızlıkla bekliyordu. "Laden ben de bu arada..." diyerek uzattığı elini sıktığımda aslında bu yeni başlangıcı kabul etmiştim. "Umarım İstanbul iyi bir yeni başlangıç olur sizin için..." dedi dilim. "Umarım İstanbul iyi bir yeni başlangıç olur bizim için..." dedi kalbim. * Aşağıdaki Wattpad'deki final verdiğimdeki yazım. Final bölümü olduğu için de aynı şekilde kalsın istedim. Birazdan o bahsi geçen özel bölümü de atacağım. Kitappad final tarihi:18.10.2024 Bitirme tarihi: 16.12.2023 Saat: 22.29 Siz de bitirdiğiniz saat ve tarihi bu satıra bırakabilirsiniz. Öncelikle 5 Mayıs'tan bugüne kadar geçen yaklaşık 7,5 ayda bu hikayede benimle olan herkese tek tek teşekkür etmek istiyorum. Bala'nın yeri benim için çok ayrı. Bu hikayeyi yazmaya karar verdiğimde aklımda canlanan ilk sahnelerden biri son sahneydi. Daha önce de dediğim gibi başından belliydi bu hikayenin sonu. Bence ne mutlu, ne mutsuz bir son... Aslında bir son dahi değil. Bala'nın dediği gibi yeni bir başlangıç ancak o başlangıcı biz göremeyeceğiz. Yeni başlangıçlarında tamamen baş başalar. Metresin Kızı benim için her daim olacak. Zaten bir önceki bölümde de babasından bu denli nefret etmesine rağmen neden bir türlü kopamadığını anlamamız için bir özel bölümümsü bir şey atacağımı söylemiştim. Çok bekletmeden yazar yazmaz atarım ancak şu an net bir tarih vermem mümkün değil. Daha fazla ne söyleyebilirim bilmiyorum. Metresin Kızı'yla yolları ayırsak da ben buralardayım. İstediğiniz zaman rahatsız edebilirsiniz. Zaten 1 Ocak'ta da Düş Kapanı'yla aktif olarak Wattpad'e geri dönmeyi planlıyorum. Tam iki hafta var. Beni takip edebilirsiniz haberdar olmak için. Şimdilik görüşürüz... Güzel bir deneyimdi Bala benim için. Umarım sizin için de öyle olmuştur. |
0% |