@__kao__
|
Bu da önceden yayınladığım ve kaldırılan son bölümdü. Yarından itibaren her gün bir bölüm şeklinde gelmeye devam edecek. Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. İyi okumalar... * Miraç'ın da burada olmasını beklemezken babama ne olduğunu sorarcasına baktım. Kısa bir an Miraç'a baktı ve derin bir nefes aldı. Onun yanında bir şey demek istememiş olacak ki yanına vurdu iki defa oturmam için. Şansımı zorlamadan oturdum yanına. Beni kolunun altına alırken kendine çekti ve başımın üzerinden öptü. Ardından da kulağıma eğildi. "Niye açılmadı o telefonlar?" Omuzlarımı indirip kaldırırken salonda da göz gezdirdim. Ali ve Miraç aralarında bir şeyler konuşuyorlardı. Can ardımdan gelen Elif'i kucağına almıştı. Ne Selma ne de Hilal ortalarda görünmüyordu. Hilal'in bugün nöbeti vardı sanırım. Selma ise umurumda değildi zaten. Sehpanın üzerindeki çikolata dolu poşeti gördüğümde ister istemez Miraç'a döndüm. Benim aldığım çikolatalardı, daha doğrusu alamadığım. Elif yanıma gelerek elini dizime koyduğunda ilgim ona kaydı. "Bak!" dedi ardından da sehpadaki çikolataları işaret ederek. "Hayatım bana getirmiş. Hani sana söylemiştim ya... Bakkal Ahmet amca, Boncuk'un sahibi... Hayatımın babası." Kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken Ali çatık kaşlarıyla kızına döndü. "Elif!" Elif de kaşlarını çattı ve bir taraftan da babasından korkuyor olacak ki babamla aramıza yanaştı. "Kızma bana! Yarın annemle ben yatarım, sen de salonda yatarsın yoksa!" Ali hayretle Elif'e bakakalırken içimi büyük bir pişmanlık da kaplamıştı. Tamam Ali'yi sevmiyordum ve masumane çocuksu bir sevgiyi abartıyordu ama böyle yaparak Elif'i sanırım biraz fazla kötü etkilemiştim. "Miraç abine bir daha hayatım demeyeceksin Elif!" dedi Ali otoritesini bozmadan. "Dede, babama bir şey söyle." Babam, Elif'e onaylamaz bir bakış atarken gözüm babamın diğer tarafındaki pastasına kaymıştı. Yaptığımız pasta. Uzanıp babamın tabağını aldım. Kalkıp kendime koyamazdım hiç şimdi. Bir çatal aldım pastadan. Anneminkiler gibi değildi. Lokma ağzımda büyürken tabağı geri sehpanın üzerine bıraktım. Ben annemin pastasını istiyordum. "Ne o?" dedi Ali alayla. "Beğenmediniz mi prenses?" Ona ters bir bakış attım. "Beğenmedim!" dedim agresifçe de. Zaten ağlamamak için zor duruyordum, üstüne Ali çekilmiyordu. "Pasta güzelmiş..." dedi Ali inadıma. "Nereden aldın baba?" "Bala yaptı." dedi babam uyarıcı bir tonlamayla. Uyaran bakışını da görmüştüm ama umurumda değildi. Ağzımdaki pastanın tadının gitmesi için babamın çayından da bir yudum aldım. "Bunun evi yok mu?" dedim Miraç'ın olmasını umursamadan Ali'yi işaret ederek. "Sürekli maaile buradalar." Babamın bana döneceğini hissettiğimde buna izin vermeden ayaklandım ve içeri ilerledim ancak tabii ki dinleyecektim onları. "Sana ne Ali? Beğenmediyse beğenmedi. Çok gidiyorsun kardeşinin üzerine." "Sen git önce kızına bu saatte nereden geldiğini sor. Güya buraya girdiği çıktığı saat belli olsun diye geldi." Sen bu saatte neden hâlâ evinde değilsin o zaman? Ayrıca saatte 10'du alt tarafı. "Sen de kusura bakma oğlum..." Miraç'a dönmeden Ali'ye tersçe baktığını hayal edebiliyordum. "Estağfurullah amirim. Her evde olur..." Tabii canım... Her evde bir gayrimeşru çocuk, bir de ota boka karışan olurdu zaten... * "BABAĞ!" diye bağırdım avazım çıktığınca ve diğer eteklerimi elbiselerimi umursamadan, annemin mezuniyet elbisesini aldım. Benim de mezuniyetimde giymemi istediği elbiseyi. Hırsla aşağı ilerlerken babam da şaşkınlıkla bahçeden içeri giriyordu. "KİM YAPTI BUNU!" Bir kez daha bağırmamla diğerleri de bahçeden içeri girmişti. Şaka gibiydi ama biri neredeyse tüm kıyafetlerimi kesmişti. Elif annesinin bacağına yapışırken üzerindeki kıyafetten Hilal'in yeni geldiğini anlayabiliyordum. Babam elimden elbiseyi almak istedi ama izin vermeyerek geri çektim elbiseyi. "Ben yaptım..!" dedi Elif kısık bir sesle korkuyla. Elif'e kızmak için atılacakken babam kolumdan yakaladı. "Çocuk o daha Bala!" Çocukmuş! "Birilerinin eşyalarına izinsiz dokunmaması gerektiğini bilecek yaşta ama!" diye sertçe çıkıştığımda Elif daha da sıkı sarılmıştı annesinin bacağına ve babasına bir bakış attı. Korkuyla "Ama babam dedi!" dediğinde ise Ali boğazına bir şey kaçmışçasına öksürdü. Elif ise benden hâlâ korkuyor olacak ki annesinin bacağını bırakmadan sözlerine devam etti. "Eğer Bala'nın küçük olan kıyafetlerini kesersem günde iki çikolata yiyebilirmişim..." Hilal hışımla kocasına dönerken benim bakışlarım da ona dönmüştü. Annemin elbisesini mahvetmişti. "Ne diyorsun sen küçücük çocuğa Ali?" dedi Hilal çatık kaşlarıyla da. Derin nefesler almaya çalıştım. Sinirden bacaklarım titriyordu. "Nasıl böyle bir şey yaptırırsın, böyle bir şeye alet edersin?" Sinirlerime hakim olamayarak birkaç büyük adımla ona ulaştım ve hırsla acımadan tırnaklarımı yanağına geçirdim, ardın da çenesine kadar kaydırdım. Ali elimi geç olsa da üzerinden çekerken diğer elini yanağına götürdü. "Ne yapıyorsun, manyak mısın? İki elbise için..." dedi onaylamazcasına ve biraz da acıyla. Ancak bu içimdeki öfkeyi geçirmemişti. Diğer elimle diğer yanağına da yapacakken o elimi de yakaladı ancak bu sefer de dizine sert bir tekme geçirmiştim. Acıyla ellerimi bıraktı. "GERİ ZEKALI!" dedim avazım çıktığınca da ve yere düşen elbiseyi aldım sinirimde bir gram azalma olmadan. Annemin elbisesini... Gözlerimden akan yaşları silerek yukarı ilerlerken Selma'nın "Hih..!" diyen şaşkın sesini de duymuştum. "Ne bu şimdi ya!" dedi Ali arkamdan, bir kaç adım sesi de duymuştum ama önü kesilmiş olmalıydı. Elif yeterince korkmamış olsa ne olduğunu gösterirdim ona. "Kes sesini, otur suçunla!" dedi babam, Ali'ye sertçe. "Ne hale getirmiş çocuğun yüzünü?" dedi Selma'nın sinirli sesi. "Hak etti oğlun, dua etsin karısı kızı var. Yaşına başına bakmaz alırdım ayağımın altına!" Gerçekten yapardı da. "Alt tarafı iki elbise baba. Bu kadar meraklıysa alsın kartı gitsin alsın yenilerini. Bu yaptığı ne? Dua etsin kız..." Yüzünü kötü çizdiğimin farkındaydım ama az bile yapmıştım. Ayrıca o dua etsindi ki Elif vardı. Yoksa dahasını da yapardım. Hatta kesinlikle yapacaktım. "Bir sus artık!" diyen Hilal'in sesini duydum. "Ya küçücük çocuğu, kendi çocuğunu kullanmışsın. Bir halt yiyorsun bari kızını kullanma. Gelme bugün eve Ali!" Birkaç adım sesinin ardından tekrar Hilal'in sesi duyuldu. "Gel, annecim..." Bunun üzerine daha fazla durmadan kapımı kapattım ve hatta kilitledim. Hâlâ sesleri geliyordu ama ne söyledikleri anlaşılmıyordu artık. Hiç bir şey duymak istemediğim için son ses müzik açtım. Bir yandan ağlarken annemin kesilmiş elbisesine baktım. Dikilmezdi de bu. Kaç yıllık da elbiseydi. Nereden bulacaktım ki ben bunun aynısını? Ağzımdan bir hıçkırık kaçtı. Ali'den nefret ediyordum. Gözüm çalışma masasının üzerinde duran ben özelim diye bağıran oyuncak arabaya kaydı. Eski klasik bir arabanın bayağı gerçekçi bir modeliydi. Hırsla onu alıp yere fırlattım. İstediğim kadar kırılmayınca tekrar aldım ve bu sefer duvara fırlattım. Gözüme çarpan Ali'nin bütün eşyaları ona olan öfkemden nasiplerini almışlardı. Ne yaparsam yapayım içim soğumayacaktı. Bulduğum bir defterin sayfalarını buruştururken yere de çökmüştüm. Ali'den nefret ediyordum, babamdan nefret ediyordum, herkesten her şeyden nefret ediyordum. Telefonumun ekranının yanıp söndüğünü fark ettiğimde yüzümde kurumaya yüz tutmuş yaşları sildim ve telefonu aldım elime. Kardelen arıyordu. Açtım ve yalnızca "Geliyorum..." diyerek kapattım telefonu. Şerefsiz! Adi, pislik! Dolaptan ancak bulabildiğim diz üstü lacivert pileli eteğin üzerine krem rengi bir tişört tercih etmiştim. Tişört vücuduma yapışıyordu ve kare yakaydı. Boş duran göğsüme altın zincirli ucunda lacivert bir çiçek olan kolyeyi takmıştım. Saçlarımı açık bırakıp elimle hacim kazanması için biraz dağıttım. Ağladığımın belli olmaması için makyaj da yapmıştım. Giymek için dolaptan krem sandaletlerimi de çıkardım. Onları elime alarak aşağı indiğimde ortalarda kimse görünmüyordu. Umursamadım ve çıkmadan pufa oturarak sandaletlerimi giydim. İşim bittiğinde son kez aynadan üzerimi düzelterek çıktım evden. Kardelen'le Kızılay'da buluştuk ve bir kafeye oturduk. Ona baştan sona Serkan olayını anlattım. "Yani emin misin? Bir kız kardeşi falan olmasın." Kardelen'e ciddi olup olmadığını sorgularcasına baktım. "Öncelikle bir kardeşi olsa bilirdim, ikinci olarak da neden evinde, evini geçtim... Farz edelim ki evinde var. Yatak odasında kardeşinin bir çekmece dolusu iç çamaşırı niye olsun? Tabii ensest bir ilişki yaşamıyorlarsa ki bu daha korkunç." Kardelen bana hak verircesine başını aşağı yukarı salladı. "Neden kaçıyorsun peki Serkan'dan? Geç karşısına konuş. Hesap sor." Omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Ağzımdan çıkacak tek bir kelimeyi hak etmiyor." Kardelen bir süre gözlerime baktı. Rahatsız olarak gözlerimi kaçırdım. "Yapma, Bala!" dedi ardından da. "Eğer seni başkasıyla aldatıyor olduğundan emin olsan çıkardın karşısına sayıp söverdin ama sen başkasını seninle aldatıyor olmasından korkuyorsun. " Kaşlarım çatıldı. "Ne korkacağım ya!" dedim tersçe. "Ben gidiyorum." dedim ardından da ayaklanarak. "Bala!" diye arkamdan seslense de duymazdan geldim. Bir tık hesabı da Kardelen'e kitlemiştim ama yapacak bir şey yoktu artık. * Olurdu öyle şeyler. Herkesin başına gelirdi. En azından babam alışıktı. Üstelik Çinçin'in yakınlarında olduğumu bilmek hiç mi hiç güven vermiyordu. Çikolatamı daha yeni açmıştım ki önümde bir araba durdu. Babamın arabası değildi ancak çok geçmeden cam açılmış ve ön koltukta babamı görmüştüm. Şirince gülümserken ayaklandım. Arka koltuğa geçip otururken, şoför koltuğundaki Miraç'la kısa bir an duraksadım. "İster misin babacım?" Babam bir uzattığım çikolataya bir bana baktı ve en son ters bir bakış atarak önüne döndü. Ancak dikiz aynasından bana bakmayı sürdürüyordu. "Hiç boşuna şirinlik yapma! Ne işin var burada kızım senin?" Bilsem, çağırmazdım herhalde. Bir şey düşünmeliydim. "Biliyor musun Zeliş yine kaynana alarmı vermiş... Düşün yani, Doktor Civan'ım evden kaçmak için Kardelen'i bırakmayı bile kabul etmiş." Babam aynadan daha kötü bakmaya başladığında gerilmiştim. Doktor Civan'ım demese miydim? "Civan abinin de selamı var bu arada sana..." dedim biraz toparlamak için olmayan selamı ileterek. Civan abiyle ben geç kaldığım için yüz yüze bile gelmemiştik oysa. "Aleykümselam kızım!" dedi babam derin de bir nefes alarak. "Oğlan çocuğu daha zor derler, inanma!" dedi babam ardından da Miraç'a dönerek. "İki oğlum bir kızım var. İkisini birden ikiye katlar..." dedi daha sonra da. Miraç bıyık altından güldü. "Siz hariç herkes aksini söylüyor amirim." Ne yani? Sorunun benden kaynaklandığını mı söylemeye çalışıyordu o? Miraç'a ters ters baktım. Babam olmasa ona iki çift laf da söylerdim. Onlar birinin sorgusu hakkında konuşurken cama yaslanmış ve çikolatamı yemeye başlamıştım. Babam iyi ki çikolatamı istememişti. "Yemeğe kalırsın değil mi?" dedi babam mahalleye girdiğimizde. "Yok amirim, Arda'ya söz verdim." Arda kimdi ki? "E, Arda'yı da al gel." "Elif'le çok şımarıyorlar amirim, 2 saat ayıramayız şimdi. Saat geç oldu." Babam kemerini çözerken başıyla onayladı Miraç'ı. "Öyle olsun bakalım ama bir gün yemeğe bekliyorum ailecek? Annen, baban, Arda?" Miraç milimetrik bir gülümseme sunarken babamı da başıyla onayladı. "Olur amirim, geliriz." Babam Miraç'ın omzuna babacan bir tavırla vururken ben de kemerimi çözmüş ve "İyi akşamalar!" diyerek inmiştim. Hemen ardımdan babam da indiğinde kolunu omzuma attı. "Kapıyı kilitlettireceksin bana en sonunda." dedi bahçe kapısından içeri girerken de. |
0% |