@__kao__
|
Herkese merhaba! Öncelikle Bala ve Miraç'lı bir özel bölüm olmadığını belirtmek isterim. Daha önce de söylediğim gibi Bala ve Mustafa'nın geçmişlerinden kesitler okuyacağız. Bu bölümün biraz da olsa Bala'nın neden gerçekleri öğrendikten sonra dahi babasından öyle hemen kopamadığını anlamanıza yardımcı olmasını umuyorum. Annesi ve babasından ,hayatındaki iki en önemli insandan, biri gidiyor ve bunun sebebi bir diğeri dahi olsa ondan öyle hemen kopamıyor. Yani bence kopamaz öyle birden ve bu yüzden böyle yazdım. Tabii sizcesi farklı olabilir. Neyse çok uzatmadan sizi bölümle baş başa bırakıyorum. Hepinizi Düş Kapanı isimli kurguma da beklerim. İyi okumalar... * Mustafa biraz da endişeyle arabasını hastanenin önünde öylece bırakmış ve indiği gibi de biraz önce gördüğü Büşra'nın yanına büyük adımlarla ilerlemişti. "Begüm iyi mi?" Büşra ifadesini sabit tutmakta zorlansa da tepki vermemeyi başardı. Zaten muhtemelen Mehmet adamı görür görmez dellenecekti, anne ve babasının aklı fikri düne kadar "Benim öyle kızım yok!" dedikleri kızlarındaydı ancak yine de nasıl tepki vereceklerini tahmin edemiyordu. Birinin sakin kalması gerekiyordu şu sıralarda Dünya'ya gelmekte olan yeğeni hatırına. "Sezaryende..!" diye birden söylemekte ise herhangi bir sorun görmüyordu kadın. Mustafa duraksadı. Kalakaldı tabiri caizse... Ağzı şaşkınlıkla açılmış içeri doğru meyleden ayakları olduğu yere çivilenmişti. Büşra yalnızca kendisini arayıp hastaneye çağırmıştı ve Mustafa da Begüm'ün kalbiyle alakalı bir sorun olduğunu sanarak buraya nasıl geldiğini bile anlamamıştı. En son kendisine bir bıçağı sinir harbiyle geçirdiğinde görmüştü genç kadını ve hem ona bir şey olacak olması korkusuyla hem de aylar sonra tekrar görebilecek olmanın sevinciyle gelmişti buraya. "Anlamadım..?" diyebildi ancak saniyeler sonra. Dudağı saniyelik olarak yukarı kıvrılmış ama hemen ardından geri tek bir çizgi halini almıştı. "Tebrik ederim diyorum, baba oluyorsun diyorum. Bir kızın oluyor!" Büşra tane tane ve nispeten bir salağa anlatır gibi konuşmuştu. Kız kardeşi son ana kadar bebeğinin babasına söylemek ve söylememek arasında kalmıştı ancak iyi bir partner olmasa da, kızına iyi bir baba olabileceğini düşünmüştü. Kendisi de bir kız çocuğu olarak kız çocukları için babalarının ne anlama geldiğini biliyordu ve kızını bu duygudan mahrum bırakmak istememişti. "Büşra şaka yapıyorsan komik değil!" dedi Mustafa böyle bir şeye ihtimal dahi veremeyerek. Onca zaman bunu kendisinden saklamış olamazdı. "Evet, şaka gibi bu gencecik yaşımda teyze olmam ama..." dedi kadın ve omuzlarını da yapacak bir şey yok dermişçesine kaldırıp indirmişti. Ardından şaşkınlıktan öylece kalan adamı arkasında bırakarak kendisi içeri ilerlemeye başlamıştı. Üst kata çıktığında duvara yaslanmış erkek kardeşini gördü ve derin bir iç çekti. Şu sıralar kardeşlerinin öyle dertleri vardı ki olgun olan olmak kendisine düşmüştü ve bundan hiç de memnun değildi Büşra. "Dayı olacağın için heyecanlı mısın yakışıklı?" derken üçüzünün yanağından bir makas almış ve tıpkı onun gibi kendisi de duvara yaslanmıştı. Mehmet'in yüzünde buruk bir gülümseme peyda oldu. "Heyecanlıyım tabii..." derken kız kardeşini de kendine doğru çekmişti. Hem heyecanlıydı Mehmet hem de korkuyordu. Sevdiği kadını daha çok yeni kaybetmişti. Birlikteyken esir düşmüşlerdi teröristlere ve sevdiği kadın, bilgi alabilmek için kendisini Mehmet'e karşı kullanacaklarını anladığı an düşünmeden kıymıştı canına. Hem vatan hem sevdiği adamı iki arada bırakmamak için, kendisine yapılacak işkenceleri, tacizleri izlemek zorunda kalmasın diye... Üstelik tek başınayken kaçıp kurtulma şansı daha çok olur diye düşünmüştü sevdiği adamın. Çok iyi bir edebiyat öğretmeniydi Laden. Henüz çok tazeydi bu olay ve şimdi de normal doğuma kalbinin dayanamayacağı için sezaryene alınmış kardeşi için deli gibi korkuyordu. Begüm'e de bir şey olursa dayanamazdı. Bu sırada Mustafa da bir nebze olsun şaşkınlığını atlatabilmiş ve danışmadan Begüm'ün nerede olduğunu öğrenerek yukarı ilerlemeye başlamıştı. Hem içinde garip bir coşku vardı bir kızı olacağı için hem de hâlâ gerçekliğine inanamayan bir tarafı vardı. Sanki bir rüyadaydı da birazdan uyanacaktı. Mehmet son basamaktaki Mustafa'yı gördüğünde ona doğru atılacak gibi oldu ama kız kardeşi elini göğsüne dayayarak buna engel oldu. "Hastanedeyiz. Ayrıca istesek de istemesek de yeğenimizin babası..." Mehmet'in nefesleri sıklaşmış, elleri yumruk olmuştu sımsıkı ancak kardeşinin haklı olduğunu da biliyordu. İstemsizce köşede oturmuş birbirlerine sarılarak kızları ve doğmamış torunları için dua eden anne babalarına baktılar. Allah'tan Mustafa'yı hiç birebir görmediler, diye geçirdi içinden Mehmet. Eş zamanlı bir şekilde içerden bir bebek ağlama sesi yükseldiğinde herkes hareketlenmiş ve buradan görebileceklermiş gibi kapıya yaklaşmışlardı. Mustafa'nın kalp atışları hızlanmış ve belki de tam o an gerçekten bir kez daha baba olduğunu kavrayabilmişti. Oğlu şu sıralarda 11 yaşına girecekti. Bu sesi duymayalı 11 yıl olmuştu. Hâlâ bir anda olmuş gibi geliyordu. Begüm'ün hamileliği boyunca yanında olamamıştı ve kızıyla anne karnından dahi olsa en ufak bir temasının olmayışı kalbinde bir korkuya yol açtı. Ya kızı onu sevmezse, alışamazsa? Begüm'ün neden kendisinden bunu gizlediğine bir anlam veremiyordu. Madem gizlemişti, neden şimdi burada olmasına izin veriyordu? Bir hemşirenin kucağında lila bir kundağa sarılı bir bebek çıktığında herkes birer adım daha öne çıkmıştı. "Babası neredeymiş bu güzel kızın?" diye sordu hemşire yüzündeki geniş bir gülümsemeyle. Hasibe Hanım, Mustafa'yı bir adım öne çıkana kadar fark etmemişti ve kendisi torununa bakmak için bir adım öne çıkacaktı ancak Mustafa'nın geçmesiyle bu yabancı adama bakakaldı. Kim olduğuna anlam veremedi. Ta ki adam titreyen sesiyle "Benim..." diyene kadar. Şaşkınlıktan kadın kalakalırken hemşire yavaşça Mustafa'nın kucağına bırakmıştı bebeği. O kadar küçüktü ki... Kocaman kolları arasından düşürmekten korkarak daha çok kendine çekti içgüdüsel olarak. Gözleri dolu dolu, yüzündeki hoşnutsuz ifadeyle uyuyan kızı gerçek olamayacak kadar küçük, canlı ve güzeldi. "Merhaba..!" dedi korka korka ve içinden kendisini sevmesi için dua ederken. "Annen senin adını ne koymayı planlıyor bilmiyorum ama ben Mustafa ve sanırım baban oluyorum, bebeğim..." O an kızının ona sunduğu minik gülümseme adam için dünyalara bedeldi. * "Adına karar verdin mi?" diyordu babası, bir yandan da kızına sarılırken. Begüm çok sevdiği babasının aylardır kendisiyle konuşmamasına üzgündü ancak şimdi hem kızını kucağına aldığı hem den anne ve babası kendisini affettiği için mutluydu. "Düşündüm..." dedi Begüm ve bir Mehmet'e bir de biraz önce elinde bir dolu poşetle giren Mustafa'ya baktı. Büşra'ya bir şeyin eksik olup olmadığını sormuştu ve genç kadının söylediği her şeyi hiç sorgulamadan almıştı, Büşra'nın kendisiyle dalga geçtiğini fark etmeden. Şimdi Büşra süt olur diyerek aldırdığı fıstıklı baklavaları camın önündeki berjerde bağdaş kurmuş, yemekle meşguldü. Olgun olan olmak, annesine, babasına ve kardeşine sürekli sakin olmalarını telkin etmek zorunda kalmak onu yormuştu ve biraz da bunun acısını çıkarmıştı Mustafa'dan. Yoksa her şeyi zaten günler önceden el birliğiyle tamamlamışlardı. "Ne olacak?" dedi Mehmet de merakla. Bugüne kadar kardeşine ne zaman sorsa henüz düşünmedim cevabını almıştı. "Laden Bala..." dedi kadın yüzündeki hafif gülümsemeyle ve kucağında uyuyan minik kızının yüzüne baktı. Koyu kahve iri gözleri o kadar güzeldi ki... Ardından hızla kardeşine döndü. "Tabii izin verirsen..." diyerek kendini düzelttiğinde tek şaşkın olan Mehmet değildi. Begüm'ün kendinden ne denli nefret ettiğinin farkındaydı ve kızlarının adını küçüklüğünden beri istediği gibi Bala koymasını pek beklemiyordu. "Ben..." dedi Mehmet bir an ne diyeceğini bilemeyerek ancak belki de Laden öldüğünden beri ilk kez yüreği sıcacık olmuştu. "Çok mutlu olurum..." diye de devam etti ve eğilerek önce kardeşinin, ardından yeğeninin beyaz bir şapka geçirilmiş başına bir öpücük bıraktı. Mustafa, Mehmet sebebiyle Begüm'e ve dolayısıyla kızına çok yaklaşamasa da şu an bu odada bulunmak dahi ona iyi geliyordu. Bu ismi sevmeyen tek kişi Hasibe hanımdı kesinlikle. Ne kaderi, ne huyu benzemesin, diye geçirdi içinden ve bunun üzerine de ardı ardına bunun için dua okumaya başladı. * "Baba!" diye bağırarak doğrudan babasının kucağına atladı küçük Bala. "Bebeğim..!" derken de Mustafa minik kızını kucaklamış ve şakağına da bir öpücük bırakmıştı. "Biliyor musun? Bugün Anıtkabir'e gittik okulla. Atatürk orada yatıyormuş. Arkadaşı İsmet İnönü de oradaymış. Hepsini gösterdi öğretmenimiz bize. Müze de vardı orada. Gezdik bir sürü..!" Daha ayakkabılarını dahi çıkarmadan gününü büyük bir heyecanla anlatan minik kızını yüzündeki gülümsemesiyle dinliyordu. Sadece diliyle değil, hararetli el kol hareketleriyle tüm bedeniyle anlatıyordu resmen ve bu bıcır bıcır haline bayılıyordu kızının. Kızını kucağından indirmeden ayakkabılarını çıkarmış ve içeri ilerlemişti. "Sen küçükken de gitmiştik, Bala'm ama çok küçüktün hatırlamıyor olabilirsin." Gerçi şimdi de henüz 6 yaşındaydı. Aslında kızının doğum günü yarındı ancak yarın hem bir operasyon olduğu hem de yarın sabah erkenden İstanbul'a Büşra'nın yanına gidecekleri için kutlayamayacaktı ve Bala'nın bugün kutlanacağından haberi yoktu. "Hah! İndir beni!" dedi Bala ve bir an önce babasının kendisini indirmesi için bacaklarını sallamaya başladı hızlı hızlı. Mustafa kızını bırakır bırakmaz, Bala içeri doğru koşmuş ve çok geçmeden de babasını öylece bırakarak gözden kaybolmuştu. Bir süre öylece kızının arkasından baktıktan sonra seslerin geldiği mutfağa doğru ilerledi. Begüm makineyi boşaltıyordu. Mustafa'nın girdiğini fark etse de istifini bozmadan işini yapmaya devam etti. "Hediyesini aldım ama görmesin diye arabada bıraktım. Beni unuttuğu an alıp gelirim." Begüm bunun üzerine omzundan geriye dönerek kısaca Mustafa'ya bakmış ve başıyla onaylamıştı. "İstanbul'a gideceğimizden haberi yok, sürpriz olacak..." dedi pot kırmaması için yalnızca ve öylece işine geri döndü. Patır patır gelen koşar adım seslerinden kızlarının yaklaştığını ikisi de anlamıştı ve bu zaten pek olmayan sohbetlerini de bıçak gibi kesmişti. Bala yüzündeki geniş gülümsemeyle içeri girmiş ve koşarak babasının bacakları dibinde durmuştu. Çenesini babasının bacağına yaslamış ve başını bir hayli kaldırarak babasına bakmıştı, dişlerinden biri düşmüştü ve bu görüntü fazla tatlıydı. Mustafa'nın uzun boyu ve henüz 6 yaşındaki Bala'nın oldukça kısa olan boyu sebebiyle Mustafa eğilerek kızını kucağına almak zorunda kalmıştı. "O ne bakalım?" dedi ardından da arkasında güya sakladığı paketi çenesiyle işaret ederek. "Sana!" diye şakıdı küçük kız ve ellerini birden öne getirerek paketi babasına uzattı. Mustafa kızını tek koluyla taşımaya devam ederken yüzündeki hafif gülümsemeyle kızının elinden paketi almış ve daha açmadan bir öpücük bırakmıştı. "Teşekkür ederim, babacım. Nereden çıktı bakalım bu?" "Bugün Anıtkabir'e gittik ya... Orada hediyelik eşyalar da satıyorlardı. Anneme magnet aldım. Pastanedeki dolaba asacak ve beni işteyken de hep hatırlayacak, sana da kalem aldım, imza falan atıyorsun ya... Her attığında beni hatırla." Normalde açmadan kızını bol bol öpmek istiyordu ama beğenip beğenmeyeceğini merakla, iri iri açmış olduğu gözleriyle beklerken bunu yapamamış ve önce paketi açmak ve kalemi çıkartmak zorunda kalmıştı. "Hih!" dedi biraz da abartılı bir tepkiyle. "Ama bu çok güzel..!" dedi ve gömleğinin yaka kısmına astıktan sonra kızının boynuna bir öpücük bıraktı iki koluyla birden daha sıkı sararken. "Ayrıca seni unutmak mümkün mü ki hatırlayalım?" dedi ve bir öpücük daha bıraktı kızına. "Yağğ!" diye çığlık atan Bala bir yandan gülüyor bir yandan da minik elleriyle babasını itekliyordu. "Sakalların batıyor!" diye çığlık atarcasına da konuştuğunda Mustafa takmamış ve boynunun diğer tarafına da kızının kokusunu derince içine çekerek bir öpücük bırakmıştı. "Anne kurtar beni!" diye bağırmakta buldu bu sefer minik Bala çareyi. Begüm gülümseyerek baba ve kızı izlediği tezgahtan ayrılmış ve bir kaç adımla yanlarına ulaşarak kendisine doğru kollarını uzatan kızını kendi kucağına almıştı ve etraflarında bir tur dönerek biraz Mustafa'dan uzaklaşmalarını sağlamıştı. Kızının yanağına kendisi de bir öpücük bıraktı ve kızını indirdi kucağından. "Koş ellerini yıka da gel, yemek yiyeceğiz..." Hafifçe kızının poposuna vurarak içeri yönlendirdiğinde geldiği gibi koşarak içeri ilerlemişti. "Ben de hediyesini alıp geleyim, oyalanır o şimdi." Minik bir el yıkamayı dahi konser vererek yaptığı için çok uzun sürüyordu. Zaten çok geçmeden de düşmüş süt dişleri sebebiyle peltek çıkan sesi doldurmuştu mutfağı. "Seni gidi bal böceği Mustafa istemsizce kızına gülerken Begüm'ün bir kez daha başıyla onaylamasıyla derin bir nefes aldı. Begüm'ün bu git gelli tavrına artık alışmıştı ama yine de bazen canını sıkıyordu. Asla eskisi gibi olmalarına izin vermiyordu kadın zaten ancak bazen en azından iki dost olabiliyorlardı. Karşılıklı oturup birer kahve içebiliyorlardı ama bazen de oluyordu ki Begüm ortada hiç bir şey yokken birden aralarına böyle set örüyordu. Kendisiyle azami derecede konuşuyordu. Mustafa da Begüm'ün üzerine gitmeme kararı alarak dediği gibi arabadan Bala'nın hediyesini almak üzere çıkmıştı. Mustafa dönmüş, hediyeyi göremeyeceği bir yere kaldırmış ve hatta sofrayı kurmasında Begüm'e de yardım etmişti ve Bala ancak gelebilmişti. "Kırmızı tokamı mı takayayım, yoksa mavi olanı mı karar veremedim?" diye üzgünce iki elinde de tokalarla mutfağa dönmüş ve neden bu denli geç kaldığını da anlamış olmuşlardı. "İkisini de takmaya ne dersin?" dedi Begüm sevgiyle kızının önünde eğilerek ve çıtçıtlı tokalardan mavi olanlardan birini alarak sol tarafa, kırmızı olanlardan birini de olarak sağ tarafına takmış ve şöyle bir kızının saçlarını da düzeltmişti. Üzerinde giymek için direttiği krem elbise vardı ve kesinlikle birazdan ona yemek dökecekti ama yine de bir şey demedi kadın ve kızının alnına da bir öpücük bıraktı. "Bak böyle çok güzel oldu..." Bala da memnun olmuş olacak ki genişçe gülümsedi ve elinde kalan biri kırmızı biri mavi tokayı yanlarındaki peteğin üzerine bıraktı. "Baba oturttur beni!" dedi ardından da biraz da babasına naz yaparak. Normalde pekâlâ kendi başına oturabilecek bir yaştaydı. Yine de Mustafa kızına itiraz etmemiş ve Begüm'le arasında kalacak şekilde yuvarlak masaya oturtturmuştu kızını. Bala bir lokma yiyip 10 kelime söylediği için bütün yemek boyunca Anıtkabir'i bol bol anlatmıştı. Nöbet değişim saatine denk gelmişlerdi ve askerlerin o halinden de hem biraz korkmuş hem de çok etkilenmişti. Tabii bunu Begüm ve Mustafa yemek boyunca bin bir farklı cümleyle tekrar ve tekrar dinlemek zorunda kalmışlardı. Kardelen'in ayakkabı bağcıklarının çözülmesinden tut da, serviste dönerken hep birlikte şarkı söylediklerine kadar bir çok şeyi en ince ayrıntısına kadar anlatmıştı hiç sıkılmadan. Tabii çok aralıklı yediği için çabuk doymuş ve tabağını biraz babasına ittirirken annesine masum bir bakış atmıştı. İyice geri yaslanarak göbeğini iyice öne çıkartmış ve fazlaca şişirdiği karnını kendini acındırırcasına ovalamıştı. "Ben doydum, çok doydum! Babam yiyebilir mi benimkini?" Her ne kadar annesine hitaben sorsa da Mustafa cevapladı. "Ama biz seninle tabakta yemek bırakma konusunda ne konuşmuştuk?" Bala başını yana yatırarak babasına kedi bakışı attı. "Ama babacığım... Bana baksana! Ben küçük bir kızım... Nasıl hepsini yiyebilirim?" Ardından dizlerinin üstünde sandalyesinde doğrulmuş ve kollarını kocaman olduğunu göstermek istercesine havaya kaldırmıştı. "Hem benim babam kocaman... Benim babam yiyebilir." Bala kesinlikle kime neyi, nasıl yaptıracağını çok iyi biliyordu. Mustafa kızının bu tatlı haline dayanamayarak derin bir nefes almış ve kızının tabağını kendi tabağının üstüne koymuştu. "Doymadıysan yenisini koyabilirim?" dedi Begüm, Bala'nın yarımını yemek zorunda olmadığını hatırlatırcasına. Çoğu zaman aynı şey yaşanıyordu ve Begüm de istisnasız her seferinde aynısını söylüyordu. "Ellerine sağlık, zaten sen çok güzel yapıyorsun ama kızım değince daha da bir güzel oluyor..." dedi ve kendisine bakan kızının elini tutup üzerine minik bir öpücük bıraktı. Bala bunun üzerine çocuklara özgü bir şekilde kıkırdamış ve annesinin alıştırdığı üzere kalan bardak ve çatalını makineye beceriksizce yerleştirmişti. Begüm daha sonrasında onları öylece bırakmayıp kendi düzeltiyordu ama amaç kızını buna alıştırmaktı zaten. "Hadi sen bize güzelce bir film seç anneciğim, biz de burayı toplayıp, mısır patlatıp gelelim babanla." "Cips de açabilir miyiz?" dedi Bala heyecanla çoktan sandalyesinden atlarken. "Açarız..." demekle yetindi Begüm ve bunun üzerine Bala film seçmek üzere CD'leri koydukları çekmeceye doğru koşmuştu. "Ben hallederim sonra... Şimdi geri gelmeden pastasını biz götürelim." dedi Begüm sofradan elindeki tabaklarla kalkmak üzere olan Mustafa'yı durdurarak ve kendisi de kalkarak dolaptan hızlıca yaptığı pastayı çıkarmıştı. Üzerine büyük bir dikkatle mumları da dizmişti. Mustafa maytapları da yerleştirdikten sonra Begüm'ün elinden çakmağı alarak kendisi yakmıştı mumları. Gözleriyle de anlaştıklarında Begüm önden ilerlemişti ışığı kapatmak üzere. Mustafa da yeterince beklediğine kanaat getirdiğinde Begüm'ün arkasından ilerlemeye başlamıştı. "Neden ışığı kapattık?" diye soruyordu kızı annesine. Mum ışığını fark ettiğinde babasına dönmüş ve heyecanlı bir çığlık atmıştı. Begüm ve Mustafa aynı anda ritmik bir şekilde "İyi ki doğdun, Bala..." diye başlamışlardı ve Bala da sevinçle yerinde zıplamıştı. Mustafa kızının üfleyebilmesi içi önünde diz çökerken Begüm de kızının boyuna eğilmiş ve onu belinden tutarak kendisine çekmişti. "Hadi üfle, bebeğim ama önce dilek tut..." O zamanlar yeni okula başlamıştı. Diğer arkadaşlarından duyduklarıyla en büyük isteği haline gelen şeyi diledi Bala. "Annem ve babam barışsın, hep birlikte aynı evde yaşayalım..." Hiç bir zaman dileği gerçekleşmeyecekti ancak en içten dilemiş ve mumu üflemişti nefesi yettiğince. Mustafa'nın eli dolu olduğu için yalnızca Begüm alkışlarken ayağa da kalkmış ve ışıkları açmıştı. "Ama bugün benim doğum günüm değil ki..." dedi Bala farkına vardığı gerçekle. "Yarın!" "Yarın benim tüm gün işte olmam gerekiyor, babacığım..." derken Mustafa pastayı kenara bırakmış ve kızını ellerinden tutarak kendisine çekmişti. "O yüzden bugünden kutladık, tabii siz yarın da annenle kutlarsınız." Biraz üzülse de hediyesini gördüğünde unutmuştu bile. * Biner binmez babamın yanağına bir öpücük bırakmış ve ardından da koltuğa iyice yerleşerek kemerimi bağlamıştım. "Ölüyorum yorgunluktan!" diye de söylenmeyi ihmal etmemiştim tabii ki. "Hangi derslerin vardı bugün?" diyen babamla kısa bir an duraksadım. Bugün pek ders çalışmamıştım. Yılbaşı olduğu için sınıfça etkinlik yapmıştık. Her birimiz evden bir şey getirmiş ve tüm gün yılbaşını kutlamıştık. Bolca dans etmiş, çok yemiş ve hiç ders çalışmamıştım... Ama uzun süren ders maratonundan sonra bugün ilaç gibi gelmişti. "Pek ders çalıştığım söylenemez, yılbaşını kutladık da sınıfta..." Ardından çantamdan hızlıca çekilişte bana gelen hediyemi çıkardım. Koku koku, şekilli bir sürü mum ve tütsüden oluşan bir kutu hazırlamıştı, Kerem. "Kerem'e çıkmışım!" dedim biraz da heyecanla. Kendisiyle flörtleşiyor gibiydik ama tam anlamamıştım. Yine de kendisinden hoşlandığım bir gerçekti. Sarışın kıvırcık saçları, yumuşak yüz hatları, fit vücudu ve ağaçlardan daha yeşil gözleriyle de kendileri pek de hoşlanılmayacak gibi değildi. Tipini bir kenara bırakırsak da kendisi kitap okuyordu. Kitap okuyan erkek kesinlikle öndeydi benim için. Babam da bunun farkında olmuş olacak ki bana yandan ters bir bakış attı. "Çok güzel, değil mi?" dedim ve içinden en çok beğendiğim olan tarçınlı mumu çıkarmış ve arabayı kullanan babamın burnuna doğru tutmuştum doğruca. "Sen kime ne almıştın?" dedi babam Kerem konusunu kapatmak istercesine rahatsızca yerinde kıpırdanırken. "Ben Sarp'a forma aldım." Kendisi koyu bir Galatasaraylıydı. "Güzel bir gündü..." diye de devam ettim hızla. "Sarp hediyesini beğendi, ben hediyemi beğendim, yemekler zaten mükemmeldi, dans ettik, oyun oynadık bütün gün ve ders çalışmamayı çok özlemişim." Ardından hafifçe babama döndüm. "Senin günün nasıl geçti?" "Her zamanki gibi..." dedi babam beni gıcık edeceğini bile bile o ketum tavrıyla. Gözlerimi devirirken kutuyu kapatmış ve mumları da çantama kaldırmıştım. "Yılbaşında sen de olacaksın bu arada değil mi? Dayımı ikna ettim, dayım bile geliyor." Babamın yüzünde bir kararsızlık belirdiğinde vitesteki elini tuttum. "Baba lütfen! Hep birlikte olalım. Dayımla da konuşurum ben, olay çıkmaz." "Mesele dayın değil, bebeğim..." Sıkıntılı da bir nefes verdiğinde yüzüm çoktan asılmıştı bile. "Bak ne diyeceğim? Yılbaşında beni azat et, sonra sınavdan sonra seninle şöyle baba kız, bir Türkiye turu yapalım. Nereye istersen gider gezeriz." "Ama baba! Ben saçma kazaklar giyip, dışarda kar yağarken hep beraber evde olalım istiyorum. Bir yıla da hep birlikte girelim." Babam bana dikiz aynasından özür dilercesine baktı. "Sözüm var kızım, başkasına." Küskünce kollarımı birbirine dolarken başımı da camdan yana çevirmiştim. "Kızından daha önemli kime söz vermiş olabilirsin ki?" "Bana bak bakayım..." derken babam tek eliyle çenemden tutarak kendisine dönmemi sağlamıştı. "Senden tabii ki önemli değil ama verilmiş de bir söz var. Küsme bana..." Omuzlarımı indirip kaldırdım ve "Küstüm!" dedim tıpkı bir çocuk gibi. "Sana yeni bir telefon aldığımı söylesem dahi mi bana küsersin?" dediğinde babama dönmemek için zor durmuştum. "Beni satın alamazsın!" diye söylendim babama dönmeden ancak babam omzumdan geriye saçlarımı atmıştı tek eliyle. "Son kararın mı? Eğer istemiyorsan götürüp iade etmek zorunda kalacağım." "İstemiyorum!" demeye dilim varmazken pes ederek babama döndüm. "Tamam bu seferlik ama seneye de aynısı olursa büyük olay çıkartırım haberin olsun!" Babam hafif gülümsemesiyle beni başıyla onaylamış ve eliyle torpidoyu işaret etmişti. "Torpidoda!" Hızla torpidoyu açmış ve gördüğüm telefonu hiç beklemeden kapmıştım. * "Oldu mu?" dedi son tırnağımı da bitirdiğinde. Tırnaklarıma şöyle bir baktım. Tabii ki benim kadar iyi sürememişti ama babam için oldukça başarılıydı. Başımla onaylarken babamı tırnaklarıma dikkat ederek koltukta kaymış ve babamın göbeğini yastık niyetine kullanmıştım. "Ojelerim kuruduktan sonra uyuyabiliriz, teşekkür ederim..." dedim çoktan mayışmış bir şekilde. Anneannem hasta olduğu için annem onun yanındaydı ve dışarda fırtına olduğu için de babam benim yanımdaydı. Babam ojenin kapağını kapatırken eline oje hiç mi hiç yakışmamıştı ve bu görüntü ister istemez gülmeme neden olmuştu. "Neye gülüyorsun bakıyım sen?" dedi ojeyi yanındaki sehpanın üzerine bıraktıktan sonra bana dönerek. "Hiç..!" dedim uzata uzata ama tekrar gülmeme engel olamamıştım. "Bala!" dediğinde babam gülerek doğrulmuş ve yanağına bir öpücük bırakmıştım. "Eline oje çok yakıştı da..." dediğimde saçlarıma uzandı ve dağıttı. "Ya!" derken ellerimi kullanamadığımdan başımı iki yana sallayarak olabildiğince düzelttim. "Bir daha sürmem bak!" diye beni tehdit de ettiğinde pufladım. "Aman hiç de şakaya gelme!" Babam bana ters ters bakmış ancak bir şey dememişti bu süre boyunca. "Kurudu mu hanımefendi ojeleriniz? Uyuyabilir miyiz artık?" Korka korka ilk sürdüğü parmağıma dokunduğumda kuruduğunu görmüş ve ardından da diğerlerini kontrol etmiştim. Hepsi kurumuştu. "Kurumuş, uyuyabiliriz." Babam sinir bozukluğuyla olsa gerek gülerken önden kalkmış ve elimi tutarak beni de kaldırmıştı. Birlikte odama geçtiğimizde önce babam yatağa yerleşmiş ardından ben de göğsüne doğru sokulmuştum. Beni sıkıca sararken başımın da üzerine bir öpücük bıraktı. "İyi uykular Bala'm..." "İyi uykular..." diye mırıldanırken dahi gözlerim yavaş yavaş kapanıyordu.
|
0% |