Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1: HAFTANIN KİTABI

@__nidus__

BÖLÜM 1: HAFTANIN KİTABI

 

Zihnimin ufak oyunlarından birinin içine düşmüştüm yine. Rüyada olduğuma emindim elbette fakat bu çok acıtıyordu.

 

Yeşil gözleri üzerimdeydi. Dün gece ya aşırı alkol almıştı ya da ağlamıştı. Alkol almış olmasını diledim. Onun ağlama ihtimali bile canımı yaktı. Gözleri kıpkırmızıydı.

 

“Herkesi gönderdim,” dedi gözlerimin içine bakarken.

 

Ne olduğunu anlamıyordum. Aslında anlıyordum çünkü bu rüyayı defalarca görmüştüm. Defalarca bu kabus bitene kadar beklemiş ve ter içinde o yataktan sıçrayarak kalkmıştım. “Nasıl?” diyebildim uyku sersemi bir şekilde. Benim odamdaydık ve güneş daha yeni doğuyordu. Onun omzuma dokunması ile uyanmıştım.

 

“Biliyorum şuan aktif bir gelirin yok, eve de geri dönemeyeceksin o yüzden bu ev artık senin. Faturaları online şekilde öderim, dolabı her hafta doldururum ve kabul edersen sana düzenli para gönderirim.”

 

Ne dediğini, ne olduğunu, şuan ne yaşadığımı anlamıyordum. Anlamak zordu. Onu anlamak yıllardır olduğu gibi şimdi de zordu.

 

“Sen? Nereye?”

 

Saçma sapan kesik kesik kelimeler dökülüyordu dilimden.

 

“Gidiyorum ben Afra. Seninle kalamam, seninle yaşayamam, seninle yan yana uyuyamam, seni öpüp koklayamam. Yapamam güz güzeli, artık yapamam.”

 

Gözünden bir damla yaşın aktığına şahit oldum. Eliyle gözyaşını sildi ve dizlerini çökmüş olduğu zeminden kaldırdı. Yatağımın yanından kalktı ve kapıya doğru yürümeye başladı.

 

Baktım. Arkasından yapabildiğim tek şey öylece bakmak oldu ve o gitti.

 

Dur diyemedim. Gitme diyemedim. Gitme desem kalırdı. Yapamadım.

 

Lanet olası alarm sesi ile nefes nefese uyandım. Yanaklarım ıslaktı. Bu rüyayı gördüğümde hep böyle olurdu. Nefes nefese, terlemiş ve ağlamış şekilde uyanırdım.

 

Hayır, bu bir rüya değildi. Bu yıllar önce onun benden gittiği andı, onu kaybettiğim acı an.

 

Kalbimin acısını dindirebilecekmişim gibi elimi göğsüme götürdüm. Kalbim göğüs kafesimden çıksın ve bu acı dinsin istedim, olmadı.

 

Kendime geldim, gerçeğe döndüm ve alarmı kapattım.

 

Onun gidişinin üzerinden 4 yıl geçmişti ama hala rüyamda o anı yaşayıp duruyordum.

 

Yataktan kalktım ve ayaklarım soğuk zemine çarptı. Kış mevsimindeydik ve haliyle hava soğuktu.

 

Hangi yılda olduğumuz önemli değildi, hangi günde olduğumuz da öyle.

 

Artık bulutlardan dökülen yağmur damlaları da kar taneleri de önemli değildi.

 

O gittiğinden beri önemli olan tek şey oydu. Onu bulamıyordum.

 

Eğer istese o beni bulurdu hatta tek saniyesini almazdı ama bilirdim, Batuhan Sönmez terk ettiği kadına geri dönmezdi.

 

Sevgilim, seni deliler gibi özledim.

 

Kendimi soğuk suyun altına attığımda irkildim. Zihnim yavaş yavaş açılıyordu.

 

Kısa bir duşun ardından üzerime bordo etek ve ceket takımını giydim. Bir psikologdum. Alaz Diren ile beraber çalışıyordum ve işime önem veriyordum. Giyimime, yaptığım saça, en ufak detaya bile dikkat ediyordum.

 

Birkaç ay önce 3 numaraya vurduğum saçlarım kulak arkasına atabileceğim kadar uzamıştı. Küt olana kadar kestirmeyecektim. Uzun süredir kısa kullanıyordum ve bir değişimin iyi geleceğini düşündüm.

 

Çok hafif bir makyaj yaptım ve odadan çıkıp sessizce merdivenleri indim.

 

Mutfağa gittiğimde Alaz benim için sandviç hazırlıyordu çünkü geç kalmıştık ve ben kahvaltımı yolda yapacaktım. Genelde hep böyle olurdu zaten.

 

“Günaydın,” dediğimde bana gülümsedi ve “Günaydın,” dedi.

 

“Kuvars’ın finalleri haftaya başlıyor,” dediğimde beni başıyla onayladı.

 

Kuvars, Alaz’ın kuzeniydi ve burada tıp okuyordu. Alaz ile beraber kalıyordu ve ben de birkaç yıldır onlarla kalıyordum. Alaz ile tanıştığımdan beri buradaydım ve ev arkadaşıydık. Aynı zamanda benim yarı zamanlı patronum ve tam zamanlı abimdi. Öz değildi ama abimdi işte.

 

Otuzlu yaşlarının sonlarında olmalıydı. Kendi açtığı Diren psikiyatri merkezlerini yavaş yavaş büyütüyordu ve ben onun çalıştığı ana binada psikologdum. Genelde bana aşırı ağır hastaları vermese bile çalışmak ve para kazanmak hoşuma gidiyordu.

 

Kuvars ise final haftaları geceleri deli gibi çalışır ve gündüzleri de uyurdu. O yüzden evde sessiz konuşur, ses çıkaracak şeyler yapmaz hatta gerekmedikçe odalarımızdan çıkmazdık.

 

Alaz hazırladığı sandviçi bana verdi ve beraber evden çıktık.

 

Arabaya bindiğimizde ağzımdaki lokmayı yuttum ve “Bugün yine o rüyayı gördüm,” dedim.

 

Alaz ile tanışma hikayemiz biraz garipti. Ben o sabah kendime gelememiş, olanları kavrayamamış ve neredeyse kafayı yemiştim.

 

Çığlık seslerimi duyan komşular korkup polisi aramışlar ve polisler de yanında Alaz Diren’i getirmişti.

 

Beni orada sakinleştirmiş ardından günlerce benimle ilgilenmişti. O psikiyatrist olduğundan benden daha bilgili ve tecrübeliydi. İlaçlar vermiş ve düzenli olarak beni kontrol etmişti. Ardından bir şekilde aramızdaki doktor hasta ilişkisi arkadaşlığa dönmüş ve onunla yaşamaya başlamıştım.

 

O güne dair hatırladığım son şeylerden biriydi Alaz Diren’in yüzü. Kendimi kaybetmemin ardından elimdeki birkaç kesik ile yatağın yanına çökmüştüm. Ellerimden akan kan her yere bulamıştı. Kırdığım eşyalar yerlerdeydi ve cennetin kapısı aralanmıştı. Alaz Diren odamdan içeri girmiş bana bakmıştı ve elindeki o iğneyi koluma batırmıştı.

 

Sonrası bir süre akıl hastanesinde geçmişti ama düzelmem beklediğimden ve onun beklediğinden kısa sürmüştü.

 

Benim düzeldiğimi anladığında beni yanına almıştı. Hala onun önerdiği bir psikiyatriste gidiyordum ara sıra fakat arabaya bindiğimde olanları ona anlatıp ondan fikir almak daha çok hoşuma gidiyordu.

 

“Uzun zamandır görmüyordun değil mi?”

 

Başımı olumlu anlamda salladım.

 

“ 5 ay,” dedim. “5 aydır hiç görmüyordum.”

 

“Dün eve gelince neler yaptın?”

 

“Ben...” dedim. Aklıma gelmediğinden değil söylersem kızacağından duraksamıştım.

 

“Biraz fotoğraf albümüne baktım gece, onu çok özledim diye sadece.”

 

Boğazımda oluşan yumru ile Alaz’a döndüm. Onun gözleri yoldaydı.

 

“Bunu yapmayacaktın, anlaşmıştık hani?”

 

Evet. Albümlere bakmayacaktım. Eskiden bana yazdığı mektupları açıp okumayacaktım. Onun bana aldığı eşyaları saklı olan kutusundan dışarıya çıkarmayacaktım.

 

“Çok özledim Alaz. Kokusunu unutuyor gibi hissettim kendimi. Parfümünden sıktım odaya. Yanımdaymış gibiydi. Sanki başımın altında yastık değil de göğsü var gibiydi. Fotoğraflarımıza baktım. Çok mutluydum. Gülümsüyordum ona. Gözlerimde aşk vardı.”

 

Alaz derin bir nefes aldı.

 

“İstersen bugün seans yapma, ben halledeyim, sen eve dön dinlen biraz.”

 

“Olmaz,” dedim hemen. Kontrolü kaybedersem toparlayamazdım.

 

“Zaten bugün sadece Eda ile seansım var, onlar da eğlenceli geçiyor yani sorun olmaz.”

 

“Nasıl istersen Afra, daralıp sıkıldığın an odama gelebilirsin, istersen seans sonrası hava almaya çık ama çok daraldığını hissettiğinde öylece durup bekleme.”

 

Arabayı otoparka park ettiğinde kemerimi çıkardım ve indim.

 

Ben üçüncü katta çalışıyordum diğer psikologlar ile. İkinci kat psikiyatrist bölümüydü ve ilk katta giriş, bekleme salonu, çocuklar için oyun salonu ve ufak bir de kütüphane vardı.

 

Kendi odama çıktığımda masanın başına geçtim ve ajandamdan Eda’nın kaçta geleceğine baktım.

 

Onun gelmesine daha 1 saat vardı.

 

Kendime sade bir kahve söyledim ve Eda gelmeden onunla ilgili aldığım notlara baktım.

 

Psikologlar hastalara bakmazdı. Bilinenin aksine biz deli doktoru değildik.

 

Eda lise son sınıf öğrencisiydi ve hazırlandığı sınav onu biraz strese sokuyordu. Ailesi ondan daha çok stresliydi. Her hafta düzenli olarak gelir ve anlatırdı. Diziler ve filmler izler, bazen bana öneride bulunurdu. Bazen benden öneriler isterdi. Alttaki kütüphaneden bana bir kitap seçer ve okumamı isterdi. Okuduğu kitapları gelir bana anlatırdı.

 

Sadece kitabı okumaz, diziyi seyretmezdi. Yazarları araştırırdı, yönetmenleri de öyle. O sahneleri onlara yazdıran neydi merak ederdi.

 

Bu hafta neler anlatacağını merak ederken kapı çaldı ve “Gir,” demem ile kapı yavaşça açıldı.

 

Eda gelmişti.

 

Onu görünce gülümseyerek ayağa kalktım ve onu karşıladım.

 

Saçlarının aralarını mavi yapmıştı. Sarı saçları ve mavi gözlerine aralardaki maviler çok yakışmıştı.

 

“Hoş geldin Eda,” dediğimde gülümseyerek koltuğa oturdu ve “Hoş buldum,” dedi.

 

“Saçların yakışmış,” dediğimde gözlerini devirdi ve “Sen onu bir de anneme sor,” dedi.

 

Annesi otoriter bir kadındı. Hep kendi dediği olsun istiyor, kızının üzerinde baskı kurmaya çalışıyordu ama o bu şekilde davrandıkça Eda daha umursamaz davranışlar sergiliyordu.

 

Tam annesinin nasıl tepki verdiğini soracaktım ki bacak bacak üzerine attı ve “Bu hafta neler oldu neler,” dedi içten bir şekilde.

 

“Nereden başlasam,” dedi ve elini havaya kaldırdı.

 

Yüzük vardı parmağında. Evlenme teklifi mi almıştı? Daha yeni 18 yaşına girmişti? Ufak değil miydi?

 

Kafamdaki düşünceleri yüzüme yansıtmamaya özen gösterdim ve “Cüneyt mi aldı?” diye sordum.

 

“Evet,” dedi. “Çok güzel değil mi? Ay yanlış anlama ama evlilik falan yok yani, ben çok beğenmiştim bu yüzüğü o da almış hediye olarak.”

 

“Güle güle kullan,” dedim ve kendi kendime rahatladım.

 

Biraz hareketli bir karaktere sahip olduğundan evleniyorum deme ihtimalini de düşünmüştüm.

 

Ben hareketli bir karakter değildim ama 18 olduğum ilk gün Batuhan’ın teklifini kabul etmiştim. Ve bildiğim kadarıyla, yani beni benim haberim olmadan boşamadıysa, hala Batuhan ile evliydim.

 

Tek gün pişman olmamıştım bu evlilikten. Korkmuştum, kimsesizdim, tek başıma öylece ortada kalmıştım fakat Batuhan Sönmez beni sevmişti. Yuvam olmuştu. Hem ailem, hem sevgilim, hem eşim olmuştu.

 

Üniversite sınavına çalışmamı sağlamıştı, bu bölümü kazanmamı sağlamıştı. Her zaman yanımdaydı.

 

Ve artık kilometrelerce uzağımdaydı ya da bir sokak yanımdaydı ama ben bilmiyordum. Ona dair her şey 4 yıl önce yarım kalmıştı.

 

“Ay asıl başka bomba var. Umarım okumamışsındır da benim önerimle okursun bu kitabı,” dedi ve ekledi. “Gerçi yeni ünlenmiş bir yazar bilmiyorsundur.”

 

Onu dinlemeye devam ettim.

 

“Anlatıyorum konusunu,” dedi ve oturuşunu düzeltti.

 

Okuduğu kitapları bana anlatır ve adını bilmemi beklerdi. Bilemezsem adını söyler ve eğer beğendiyse önerirdi. Bu kitabı bana önerecekti. Okuyup okumadığımı ise şimdilik ikimiz de bilmiyorduk.

 

“Çocuk kıza küçüklüğünden beri aşık ama çocuğun kardeşi de kızı seviyor. Sonra büyüdükçe kız da çocuğa aşık oluyor ama aslında doğru erkek o değil kardeşi.”

 

“Yani esas oğlan sokak çocuğu gibi biraz ama kardeşi öyle değil, bu arada kardeş dediysem babalar aynı ama soyadları bile farklı he orası ayrı bir olay da çok spoi vermeyeyim.”

 

Masadaki bardağa su koydu ve içti.

 

“Neyse işte kızla çocuk sevgili oluyor falan çok iyi anlaşıyorlar hatta galiba evlilermiş ama orayı tam anlayamadım adam biraz kapalı anlatmış bazı yerleri. Böyle aralarında yaşananları anlatıyor. Eee var mı tahminin?” dediğinde başımı olumsuz anlamda salladım.

 

“Sonunda ne oluyor, yani bu şekilde çok fazla kitap olabilir çünkü,” dediğimde “Ay çok büyük spoi ama söyleyeceğim vallahi,” dedi ve ekledi. “Kız öbür oğlan ile öpüşüyor ikisi de sarhoşken diğeri de görüp kardeşini falan kovuyor, kızı da terk edip gidiyor.”

 

Kalbime bir ok saplandı. Çocuk kızı terk edip gitmiş. O da beni böyle bırakmıştı işte.

 

“Ay ama kıza da üzülüyorum. Bence gerçekten seviyormuş esas oğlanı ama çocuk yedirememiş işte kardeşini öpmesini. Ve son sayfada da el yazısıyla şey yazıyordu, ney yazıyordu ya, Afra bak bekle göstereceğim çok romantik, umarım kız okur ya bu kitabı.”

 

Çantasını açtı ve ben kitabın adını ve yazarını ben göremeden dediği sayfayı açtı.

 

“Bir gün sana geri döneceğim ya da beni bulmana izin vereceğim sevgilim. Bak sözümü tuttum ve senin için bir kitap yazdım.”

 

Yazının altında bir karekod vardı.

 

“Bu ne? Yazarın adı ne demiştin?”

 

Eda hemen telefonunu çıkardı ve “Bu da ayrı bir romantiklik,” dedi. Kodu okuturken “Adam anonim ve açtığı bir sosyal medya hesabında ara ara kadının fotoğraflarını paylaşıyor. Genelde yüzü gözükmüyor kadının ama o kendini görse tanır tabi,” dedi ve telefonu bana uzattı.

 

“Bak son postu 3 gün önce atmış. Açıklamaya baksana,” dedi heyecanla.

 

Masanın üzerinde hemen önümde duran telefon ekranına baktım.

 

Hesabın adı maça ası ve kelebekti. Gülerek uçurtma uçuruyordu kız. Hayır yüzü gözükmüyordu ama gülüyordu çünkü sevgilisi onu yakalamak için arkasından koşuyordu.

 

“Hadi Batu, bu kadar mı koşabiliyorsun canım?”

 

“Yakalarsam seni çimenlere yatırıp gıdıklarım ama anlaşalım.”

 

Biliyordum çünkü bendim. Bu kız bendim. O gün Batuhan beni yakalamaya çalışırken attığımız kahkahalar kulağıma doldu.

 

Beni yakalayışı, tek seferde yere yatırması ve elleri beni gıdıklamakla meşgulken yanağıma kondurduğu öpücükler….

 

Açıklamaya baktım.

 

Bende bir resmin var yüzüme bakmıyor.

 

Gözümden bir damla yaş telefonun ekranına düştüğünde Eda telefonu çekti ve “Ay ağlama, evet çok duygusallı ben de bayağı ağladım ama sen ağlayınca garip oldu,” dedi.

 

Nerede olduğumu ve profesyonel olmam gerektiğini hatırladım hemen ve yanağımı sildim.

 

“Etkiliymiş,” dedim. “Maça ası ve kelebek demek, okurum bir ara,” diyebildim ve zorla yutkundum.

 

“Bugünlük bu kadar olsun mu Eda, tabi anlatmak istediğin başka şeyler varsa dinleyebilirim,” dediğimde Eda çoktan yerinden kalkmıştı.

 

“Ay yok, zaten dershanedeki ilk derse geç kaldım buraya geleceğim diye annem daha fazla söylenmeden kaçayım ben,” dedi ve odadan çıktı.

 

Ellerim titrerken ayağa kalkıp Alaz’a koşmak istedim ama yapamadım. Elim masanın altındaki kırmızı düğmeye gitti. Alaz’ın odasında da aynısından vardı ve Alaz kendimi kötü hissedersem basmam için yaptırmıştı.

 

Bazen ufak bayılmalarım ve krizlerim olabiliyordu çünkü.

 

Ellerimi masaya dayadım ve derin nefesler almaya çalıştım. Olmadı. Ayağa kalktım. Yürürken bacaklarım titriyordu.

 

Onun gelmesini bekleyemedim. Alaz’ın yanına gitmek için kapıyı açtığımda Alaz ile karşı karşıya geldik.

 

Ne olduğunu anlamadığı halde koşa koşa gelmişti ve nefes nefese kalmıştı. Kendimi onun kollarına bırakıp ağlamaya başladığımda “Afra,” dedi ve beni geri geri götürüp koltuğa oturttu.

 

Önümde diz çöktü ve ellerini bacaklarıma koydu.

 

Ağlama, sakinleş gibi kelimeler kullanmazdı. Biraz sakinleşmemi bekledi ve ardından su verdi.

 

“Beni yazmış, beni paylaşmış, beni yaşatmış Alaz,” dediğimde o ne demek istediğimi anlamıyordu elbette fakat soru da sormuyor benim anlatmamı bekliyordu.

 

“Bizi anlatan bir kitap yazmış, gitme sebebini bile… Gitme sebebini bile yazmış. Fotoğraflarımı paylaşmış, beni unutmamış Alaz. Benden isteyerek gitmemiş. Her şey benim suçummuş.”

 

Ve belki çok ani bir karardı ama onu bulmaya tam o an karar vermiştim işte. Şuan yola çıkma sebebim tam da bu andı. Onu bulduğumda ne yapacaktım, ne diyecektim ya da beni isteyecek miydi bilmiyorum ama onu bulmak için yola koyulacaktım. Çünkü o beni bırakmamıştı. Maça ası kelebeğin kanatlarını yakmamıştı.

 

 

Loading...
0%