Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2: BEKLENEN KARŞILAŞMA

@__nidus__

BÖLÜM 2: BEKLENEN KARŞILAŞMA

 

Hayat hiç beklemediğiniz anda hiç beklemediğiniz yerden sürprizler yapardı. Şaşar kalırdınız öylece. Ne yapmanız gerektiğini bilemezdiniz ya da yapmanız gereken şeyi yapmaya cesaret bulamazdınız.

 

Tam da öyle bir noktadaydım işte.

 

Seans sonrası Alaz’ı yanıma çağırmıştım ve o beni sakinleştirmişti. Ardından onun odasına geçmiştik ve yaşananları ona detaylıca anlatmıştım. Gitmek istediğimi de söylemiştim ama onun nerede olduğunu bilmeden ona gidemezdim.

 

Ardından adının kitap ile aynı olduğunu bildiğim hesabı bulmuş ve biraz bakmıştım hesaba. Açıklamalara bakmıştım ve aradığımı bulmuştum.

 

“Ben şimdi seninle hayalini kurduğumuz yerdeyim, çok istediğin o ufacık evdeyim, manzaram Anıtkabir ve Ankara’nın bir semtindeyim. Ama sensiz, kimsesiz, annesinden koparılmış bir çocuk gibiyim. Burası soğuk sevgilim ve ellerin ısıtmıyor artık buz kesen ellerimi. Seni çok özledim.”

 

Ankara’daydı. Benim ilk gördüğümde çok beğendiğim ve bir gün yaşamak isterim burada dediğim evdeydi. Ev sahibini nasıl ikna etmişti bilmiyordum. O zamanlar tüm yalvarmalarına rağmen evi satmayacağını söylemişti.

 

İşimi, Alaz’ı ve Kuvars’ı, buradaki karışık ama kendi içinde düzenli olan hayatımı, her şeyi geride bırakıp gidebilecek miydim ona bilmiyordum.

 

Ama bildiğim bir şey vardı. Gitmeliydim. Ona gitmeliydim.

 

Kelebek, ölüm anlamına gelen maça ası kartına uçar ve tam üzerine konardı.

 

Eve geçene kadar Alaz konuyla ilgili konuşmamıştı. Eve gittiğimde ise ben hemen odama çıkmıştım ve yatakta uzun süre öylece yatmıştım.

 

Kendime yeni geliyordum ve önümde valizim vardı. Birkaç parça kıyafet koymuştum içerisine, onun hırkasını, bana aldığı birkaç elbiseyi ve makyaj malzemelerimi. Ardından yatağımın altındaki kutuyu çıkarmıştım ve ne olur ne olmaz diye Alaz’a vermeye karar vermiştim.

 

Alaz’ın odasına elimde kutu ile gittiğimde o çalışma masasında kitap okuyordu.

 

“Geleyim mi?” diye formaliteden de olsa izin almıştım. Gelme dese bile gidecektim.

 

“Gel,” dedi kaldığı yeri unutmamak için sayfanın üstünü kıvırırken.

 

Yanına yaklaştım ve kutuyu masanın üzerine bıraktım.

 

“Biliyorum bu kutuyu hep senden deli gibi sakladım ve içindekileri görmeni istemedim ama şuan bunu yanıma alamam, ben gelene kadar ona bak olur mu?”

 

Sanki bir kediyi ya da bir köpeği emanet ediyordum. Topu topu birkaç mektup, birkaç fotoğraf ve birkaç ufak hediyeydi işte içinde olanlar ama benim için onlar her şeydi.

 

“Gidecek misin?” dedi Alaz tereddüt ederek.

 

“Gideceğim ama onu alıp geri geleceğim. Hatta belki diğerlerini de alırım. Yani bilmiyorum daha ne yapacağıma karar vermedim ama hala Ankara’daysa bu şansı kaçıramam.”

 

Heyecanlıydım çünkü beni beklemişti. Unutmamıştı. Benim adıma bir kitap yazıp bizim için bir hesap açmıştı. Beni yok saymamıştı ve hep kalbinde taşımıştı.

 

“Afra,” dedi Alaz sakince. “Ani kararlar verme. Yani git tabi, onu özlediğini ve hep ona gitmek istediğini en iyi ben biliyorum ama aradan 4 yıl geçti sonuçta.”

 

Anlamayarak ona baktım. Beni istemeyeceğini mi düşünüyordu?

 

“İyi ama beni kovacak hali yok ya,” dediğimde sahte bir gülümseme yayıldı dudaklarına ve “Belki kapıyı bir kadın açacak, belki hayatında yeni birisi var Afra. Belki orada bile değil artık. Belki çok değişti, sevdiğin adam belki şuan nefret edeceğin bir karakterde, bilemezsin,” dedi.

 

Başka bir kadın mı? Olabilir miydi? Bana kitap yazmış, benim için hesaplar açmışken bir başka kadını öpebilir miydi? Başkasını sevebilir miydi ya da göğsünde başkasının uyumasına izin verir miydi?

 

Bu düşünceler kalbimde ince bir sızı hissetmeme sebep oldu.

 

Batuhan Sönmez benimdi. Bu öyle ergence saçma sapan bir sahiplenme değildi. Ben onundum ve o da benimdi. Daha lise zamanlarında bile bu böyleydi. Onun yanında bir başka kız göremezdim çünkü herkes bizi bilirdi. Sevgili değildik o zamanlar ama bir arkadaştan çok daha fazlası olduğumuzu bilmeyen yoktu. Şimdi yanında, yatağında, koynunda bir başka kadın olamazdı. Batuhan bana bunu yapmazdı.

 

“Gideceğim Alaz, ne olursa olsun gideceğim. Hiçbir şey yapamasam bile onu bir kez olsun göreyim, sesini duyayım, belki sarılırım bile.”

 

Alaz sözlerini pek de dinlemediğimi düşünmüş olacak ki başını salladı ve “İstediğin zaman beni ara ve ortak hesaptan kullanabileceğini unutma. Dönmek istediğin an atla taksiye gel, öyle otobüsmüş trenmiş falan saat bekleme. Ben her zaman buradayım. Her zaman yanında olacağım. Kararların yanlış ya da doğru yollara çıkabilir bu bir şeyi değiştirmez. Sen hep benim minik kardeşimsin tamam mı?” dedi.

 

Kollarımı boynuna doladım ve ona sıkıca sarıldım.

 

“Seni özleyeceğim,” dedim ve “Kuvars ile de vedalaşayım, geri döneceğim ama olsun yine de gitmeden önce görmezsem geldiğimde çok fena küser bana,” diyerek odadan çıkıp Kuvars’ın odasına geçtim.

 

Kapıyı sessizce açtığımda kulağında kulaklıklar ile önünde duran iskeletteki kemiklerle uğraşıyordu.

 

Sarı, uzun ve kıvırcık saçları yüzünü kapatmıştı. İskeletten bir kemik aldı ve anlamadığım bir kelime söyledi.

 

Başta onu rahatsız etmek istemesem bile gitmeden önce sarılmak istiyordum ona.

 

İskeletin yanına doğru gittiğimde odak noktasına girmiştim.

 

Kulaklığını çıkardı ve elindeki kemiği geri yerine bıraktı.

 

“Sorun mu var?” dedi.

 

O çalışırken ve özellikle sınav haftasındayken odasına girmediğimden bir şey olduğunu düşünmesi normaldi.

 

“Biliyorsun eskiden bir arkadaş grubum ve bir sevgilim vardı…”

 

Lafımı tamamlamama izin vermeden “Tabi tabi, Batuhan Sönmez ve diğerleri,” dedi.

 

Batuhan’ı pek de sevememişti.

 

“Heh, işte ben galiba Batuhan’ı buldum ve yanına gidiyorum. Kısa bir süre yokum buralarda diye sarılmaya geldim sana, seni özleyeceğim kıvırcık.”

 

Kollarını ona sarılmam için açtığında “Ben de seni özleyeceğim Afra, hemen git gel olur mu? Ayrıca o Batuhan’ı da buraya falan getirme lütfen. Sevmedim ben onu, hem senin sevgilindi yani sonuçta, biz samimiyiz ve rahatsız olursa da benden uzaklaşırsan…”

 

Her zaman olduğu gibi çok detay düşünüyordu yine.

 

“Öyle bir şey olamaz. Sınavlarından önceki gece görüntülü ararsın beni ve hep yaptığımız gibi bana anlatırsın bir şeyleri anlaştık mı? İstediğin zaman mesaj atıp arayabilirsin ve olabildiğince kısa tutacağım bu ufak geziyi,” dedim ve ona sarıldım.

 

İstanbul’da vedalaşmam gereken 2 kişi vardı zaten ve onlarla da vedalaştıktan sonra evden çıkmak üzere hazırlandım.

 

Valizim ile kapıdan çıkmak üzereydim ki Alaz geldi ve “Bilet aldın mı?” diye sordu.

 

Tabi ya, bilet almalıydım.

 

Alaz’a döndüm ve gülümsediğini gördüm. “Hızlı trene bilet aldım, akşama doğru Ankara’da olacaksın. Ben seni bırakırım.”

 

“Teşekkürler,” diyebildim sadece.

 

Uzun zamandır her şeyimle o ilgileniyordu. Ev alışverişlerini genelde Alaz hallederdi, faturaları, benim seans saatlerimi bile o düzenlerdi. Onsuz bir yere gitmek garipti.

 

Eskiden Batuhan da böyleydi. Ev alışverişini o yapardı, ben arkasında gezer ve birkaç abur cubur alırdım kendime. Telefon faturamı bile o öder, bana aldığı motorun bakımlarından yıkamasına kadar o ilgilenirdi.

 

Sadece ev ile ilgili işlerde böyle değildi. Batuhan Sönmez yönetmeyi severdi ve bu benim hoşuma giderdi.

 

Gittiğimiz akşam yemeklerinde mekanlar hep çok önceden belirlenmiş olurdu. Giyeceğim elbiseyi bile o seçerdi. Gideceğimiz yerlere uygun giyinmemi sağlardı. Saçlarımı o keserdi. En sevdiğim yemekleri bilir ara ara mutfağa girer ve yapardı. Özel günlerde hediye almayı unutmaz, bir çiçeğim solmadan bir yenisini alırdı. Beni pikniğe götürdüğünde aklıma gelecek her şeyi önceden hazırlardı. Arabasında bana özel bir çalma listesi vardı. Telefonunda benimle ilgili notlar vardı. Benim sınav tarihlerimi, benim notlarımı benden iyi belirdi.

 

Beni severdi. Her şeye rağmen, en çok da bana rağmen severdi o beni.

 

Ben düzensizdim. Dağınıktım. Sunum ödevimi bile kaybederdim. Sınavlarda nerelere çalışacağımı bilemezdim. Masanın üzerindeki suyu görmez gider yenisini alırdım. Onun hangi gün hangi mekanda olduğunu karıştırırdım, sınırlarımı bilmezdim bazen. Ona ağır konuşurdum. Bazen sinirimi ondan çıkarırdım. Bir kez olsun sesini çıkarmamıştı bana.

 

Defalarca hata yapmıştım. Ona yalanlar söylemiş, ondan bir şeyler saklamıştım. Bazen onun yapma dediği şeyleri inadına yapmıştım.

 

Çocuktum. Onu 16 yaşında sevdiğimi anlamıştım ama o reşit olmayan biriyle olamayacağını söyleyip durmuştu.

 

Var gücümle onu zorlamıştım ama o ben 18 olana kadar benimle öpüşmemişti bile. Sonradan onunla 3 koca yıl aynı evde yaşamıştık ama 10 yaşındayken tanışmıştık. Yani ben 10 yaşındaydım o ise 16. Sonra ben 18’dim. Ergen deyin, gençlik yıllarında kanı deli akıyormuş deyin, ne isterseniz onu deyin işte. O benim aksime olgundu, hep öyleydi.

 

21 yaşındaydım o benden gittiğinde. O 27 yaşındaydı. Şimdi ben 25 yaşındaydım ve o 31 yaşındaydı.

 

Sevgilim…. Seninle 3 sene beraber kaldım ama 4 senedir ayrıyım. Senin olduğum zaman, sensiz olduğum zamandan daha az ve bu beni parçalıyor.

 

Trene bindikten sonra biraz eskiyi düşünmüş ve biraz da ağlamıştım. Ardından biraz uyumuştum ve camdan dışarıya bakmıştım. Dağların hızla yanımdan gidişini izlemiştim.

 

Bazı yerlerde kar vardı. Kış kendini belli ediyordu işte.

 

Uzunca bir yol aştım sana gelmek için sevgilim ve sonunda Ankara’dayım işte.

 

Trenden iner inmez taksi ile Anıtkabir’in önüne geldim.

 

Eskiyi hatırladım. Buradaydık. Tam karşıdaki sokakta yürürken çıkmaz sokaktaki son evi görmüştük. Sokakta top oynayan çocuk heyecanla en üst kattan Anıtkabir’in gözüktüğünü ama içerisinde yaşlı bir kadının yaşadığını ve evi kimseye vermediğini söylemişti.

 

Batuhan’ı zorla ikna etmiştim ve kadının kapısını çalmıştık. Bir ayaklarına kapanıp yalvarmadığım kalmıştı bu evi bize versin diye ama kadını ikna edememiştim. Oradan üzgün ayrılmıştık o gün ve bugün yine o evin tam önündeydim.

 

Ev 4 katlıydı ve ilk kat doluydu, ortadaki iki kat boştu ve en üst kat da doluydu. En üst kata gitmem gerektiğini bilerek hemen merdivenlere yöneldim.

 

2. kattan yukarı çıkarken ufak bir kız çocuğu “Boşuna yukarı çıkma evde kimse yok,” dedi.

 

Nasıl yoktu? Gitmiş miydi? Burada değil miydi artık?

 

Başımı kıza çevirdim. Saçları bukle bukle omuzlarına düşüyordu. 6 -7 yaşlarında olmalıydı. Üzerinde kalın kırmızı bir elbise vardı ve kocaman tatlı yanakları vardı.

 

“Nasıl yok?” dediğimde geldi ve elimi tuttu.

 

“Sen gerçeksin,” dedi şaşırarak. Ben de tıpkı onun gibi şaşkındım.

 

Ne olduğunu anlamak için onun boyuna indim ve diz çöktüm.

 

“Bak canım, sen burada mı yaşıyorsun, ben birini arıyorum,” dedim.

 

“Babaannem en alt katta kalıyor. Ben seni tanıyorum hem,” dediğinde kaşlarım çatıldı. “Sen o prensessin,” dedi ve yanağıma dokundu minicik eli ile.

 

Galiba beni bir prensese benzetiyordu fakat Batuhan’ı bulmalıydım.

 

“Abim bana hep seni anlatıyor,” dediğinde abisinin anlattığı bir prenses olduğumu anlamıştım ve gülümsemiştim.

 

O sırada alt kattan bir kadın sesi geldi. “Gizem, gel kızım artık aşağıya, kimle konuşuyorsun hem sen?”

 

“Babaanne,” diye seslendi kız beni bırakmadan. “Batuhan abimin anlattığı prenses burada, hani güz güzeli diyordu ya, baksana saçlarını minnacık yapmış hem de. Babaanne prenses gelmiş abimin yanına işte o diyordu zaten hep, gelecek diyordu.”

 

Duyduklarım ile olduğum yerde çakılı kalmıştım resmen. Ufak kız beni yavaşça kaldırdı ve “Gel,” dedi. O beni nereye çekerse oraya gidiyordum çünkü kendi gücümü kaybetmiş gibiydim. Beni merdivenlerden indiriyordu.

 

“Batuhan abim şimdi dışarıda. O gece gelir, ay dede taaa en yukarıdayken gelir eve. Sen bizde bekle onu. Seni eve sokardım ama babaannem o yokken eve girmeme izin vermiyor.”

 

Alt kata indiğimizde kapıdaki kadın beni gördüğünde küçük kız gibi tepki vermişti.

 

Galiba buralarda biraz ünlüydüm ben.

 

“Afra kızım, gel gir içeriye, Batuhan oğlumu arayayım ben,” dedi. “Durun,” dedim hemen. “Aramayın ben yüz yüze bir karşılaşma yaşamak istiyorum.”

 

Kadın beni içeriye aldı ve bana yoldan geldin açsındır diyerek mutfağa geçti.

 

Şimdi Gizem dizime oturmuştu ve bana beni anlatıyordu.

 

“Batuhan abim böyle oturtuyor işte beni dizine. Sonra gözleri sana benziyor diyor. Saçlarını hep ben kesiyorum, benden başkası kesmesin diye kendi kesmeyi öğrenmiştir şimdi diyor. Bana demişti ki prenses bir hata yaptığı için ondan biraz uzaklaştım ama o bana gelecek demişti. Ve, ve bana senin fotoğraflarını da göstermişti. Bir de bazen biz onun evinde oyunlar oynuyoruz. Böyle şişeler diziyoruz yere. Zaten Batuhan abimin evinde hep şişeler yuvarlanıyor..”

 

Gizem derin bir nefes aldı. Sanki hep beni bunları anlatmak için beklemiş gibiydi.

 

Şimdi ben onun için yıllardır dinlediği bir prensestim ve o gerçekten prensesine kavuşmuş gibiydi. Bana bakan gözlerinin içi parlıyordu, heyecanlıydı ve benimle temasını kesmemek için dibimden ayrılmıyordu.

 

“İşte yerdeki şişeleri yan yana diziyoruz ve sonra onlara topla vuruyoruz. Yere düşünler kırılıyor. Sonra bazen Özgür abim geliyor. O bize kızıyor. Batuhan abime daha çok kızıyor, bir de bana çikolata getiriyor. Şişeler bir yerime batabilirmiş. Öyle diyor yani Özgür abim.”

 

Özgür de mi? Batuhan ile beraber burada mı kalıyorlardı? Hala görüşüyorlar mıydı? Belki de diğerleri hiç kopmamıştı birbirinden, sadece ben uzaklaştırılmıştım gruptan.

 

“Başka birileri geliyor mu peki?” dedim Gizem’e merakla.

 

Bir kadın mesela.

 

“Yok,” dedi. “Batuhan abim gelir, Özgür abim de bazen gelir. Biraz evi toplar. Babaannem bazen yemek yapar Batuhan abime. Sonra biliyor musun Batuhan abim o şişelerdeki şeyleri içince Özgür abim ona kızıyor.”

 

Anladığım kadarıyla Batuhan artık bir alkol bağımlısıydı.

 

Kadın mutfaktan elinde çorba ile geldi. “Evde bu vardı, ısıttım, iç biraz, “dedi ve torununa dönerek “Sen de iç Gizem, bugün hiç yemek yemedin,” dedi.

 

Gizem ile beraber çorbalarımızı içerken yaşlı kadın “Bana babaanne diyebilirsin, Batuhan ve Gizem öyle diyor, tabi istersen adımı da söyle ama torunum ile aynı adım, karışabilir,” dedi. Ardından ben sormadan konuşmaya başladı.

 

“Gizem zaten senin kafanı şişirmiştir ama ben biraz düzgünce anlatayım. Batuhan buraya ilk geldiğinde onu hemen tanıdım. Sen gelip benden bu evi istediğinde durumum iyiydi, evi satma gibi bir düşüncem yoktu fakat Batuhan geldiğinde biraz zor durumdaydım. Gelir gelmez zaten ağlayarak ayaklarıma çöküverdi koca oğlan. Yalvardı resmen bana, yanında gördüğüm o dağ gibi oğlan yıkılmıştı sonraki geldiğinde. Bu evi almalıyım dedi. Paraya ihtiyacım vardı benim de, oğlumun borçları vardı üstteki 3 katın hepsini satın aldı. O yüzden aradaki katlar boş. İstersen kiraya ver dedi bana ama şimdilik dursun dedim. En üstte tek kalıyor.”

 

Demek tüm apartmanı almıştı ve sevgilisi falan da yoktu.

 

Cidden hala tek derdim sevgilisi olmaması mıydı? Adam beni buradaki ufacık bir kıza bile anlatmıştı. Sevinmeliydim.

 

“Bazen Özgür oğlum gelir yanına, evi temizler biraz yemek yapar , vakit geçirirler ve gider. Batuhan oğlum çok içiyor Afra kızım, sigarayı da içiyor o zıkkımı da içiyor. Dağınık biraz. Buraya geldiğinde böyle değildi ama gün geçtikçe daha kötü oldu. Şimdi geceleri bir yerde gitar çalıp şarkı söylüyor. Bu aralar biraz daha iyi ama onun iyi hali bile artık kötü.”

 

“Ne zaman gelir peki?” dedim merakla. İçki içiyor olması ve dağılması gerçeğine inanmam zaman alacaktı. Batuhan Sönmez’den bahsediyorduk sonuçta.

 

Hep düzenli, kontrolü elinde tutan, hayatını çok iyi yöneten bir adamdı o.

 

“Birazdan gelir, evin anahtarı kapının üzerinde durur hep sen geç eve bekle istersen,” dedi.

 

Başım ile kadını onaylayıp çorba için teşekkür ettim ve yukarıya çıktım.

 

Kapıyı açmak tahmin ettiğimden zor olmuştu. 4 sene öncesinde kalmış bir adam vardı sanki içeride ve ben onunla karşılaşmaya o kadar da hazır değildim.

 

Ellerim titreye titreye açtım kapıyı ve içeriden derin bir koku doldu ciğerlerime. Batuhan Sönmez’in kendine has kokusu. Biraz alkol ve sigara kokusu da geliyordu elbette ama aldığım koku gözlerimin dolmasına sebep oldu.

 

Bu kokuyu uzun süredir sadece eski kullandığı parfümleri alarak hissetmeye çalışıyordum.

 

İçeriye girdim ve kapının hemen kenarına valizimi bıraktım.

 

Gizem’in dediği gibi şişeler yerlerdeydi. Duvarlarda benim, bizim fotoğraflarımız vardı ama sigara dumanı yüzünden rengi solmuştu. Koltuklarda sigara külünden dolayı yanan yerler vardı. Zaten ev bir oda ve salondan oluşuyordu, ufaktı.

 

Yatak odasına geçmek üzereydim ki kapıdan gelen ses ile o tarafa döndüm.

 

Kapı açıldı ve yıllardır beklediğim kişi karşımda belirdi.

 

Elinde iskambil kağıtları vardı. Kağıtlar beni görünce yere döküldü ve maça ası ayağımın önüne geldi.

 

İskambil destesi bir adamın ellerinde, adam o destenin içinde…

 

Hoş geldin sevgilim ve hoş buldum sevgilim.

 

 

 

 

Loading...
0%