@__okuyan94__
|
İYİ OKUMALAR
3.Bölüm Doğanay’dan dün akşama dair mesaj yoktu. En son konuşmamız dün olmuş, eve geldiğimi kendisine mesaj atmıştım ama dün için öğrenmesini istediğim konu hakkında mesaj atmamıştı. Halbuki beklemiştim. Normalde bu kadar üstüne bile düşünmezdim. Düşünmemeliydim de. Her zaman ki gibi akışına bırakmalıydım. Sonuçta olaydan bir güzel sıyrılmıştım. Beni alakadar etmiyordu. Ya da ediyordu. İşte burada işler biraz farklılaşıyordu. Adam tanıdık çıkmıştı. Benim tanıdığım değildi, elbette. Arkadaşımın kocasının tanıdığıydı. Tanıdık demek biraz uzak kaçardı. Adamlar sütkardeşlerdi. Yakınlardı ve ben gitmiş en olmadık adama çarpmıştım. Aynı zamanda da bir güzel rezil olmuştum ve bir güzel de kaçmıştım. Adamı daha önce hiç görmemiştim. Keşke görmüş olsaydım. Ama görseydim kesin hatırlardım. İtiraf etmeliyim o yüz kesinlikle unutulmazdı. Adam ise restoranda kesinlikle beni tanımıştı. Tanımaması için yüz nakli olmam gerekirdi. Sonra da yapbozu çözmüş olmalıydı. Neticede beni Doğanay’ın yanında görmüştü. Arkadaşı olduğumu ya da kuzeni olduğumu ya da bir şekilde bir şeyi olduğumu anlamış olmalıydı. Anlamaması için saf olması gerekirdi. Ve o adam asla ama asla saf değildi. Saf olamayacak kadar yakışıklıydı. Ofladım. Mutfak masasında öylece oturuyordum. Huyum olmamasına rağmen erkenden kalkmıştım. Uyumayı severdim. Sabahın körüne ders koyan hocalara güzel saygılarımı sunardım. Sırf uyumak için dersleri ektiğimde olurdu ama bu sabah kendiliğimden yedide kalkmıştım. O saatte hava hala karanlıktı. Gözlerimi açtığımda ilk başta gece bile sanmıştım ama telefonuma uzandığımda gerçek saati görmüştüm. Hemen kalkmamıştım. Biraz uyumaya çalışmıştım ve uyuyamamıştım çünkü dün akşam olanlar aklıma gelmiş, kendimi yastıkla boğmak istemiştim. Sonra da Doğanay’dan istediğim mesajın gelmediğini görünce merakım içimi kemirmeye başlamıştı. İşin aslı neyi merak ettiğimi de bilmiyordum. Adam beni tanımıştı, belliydi. Doğanay’ın kocasına anlatsa ne olacaktı? Anlatmasa ne olacaktı? Bir dakika, hayır olan olacaktı. Anlatırsa kim olduğumu bilecekti. Bilince de karıştığım kazadan dolayı başım belaya girecekti. Belki de girmezdi. Adamın umurunda bile olmazdı. Taksici ile çoktan anlaşmış, zararın faturası ödenmişte olabilirdi. Çünkü Doğanay’ın dediğine göre kocasının bir yandan sütkardeşiyken onunla beraber çalışıyordu. Hatta başka bir restoran için Almanya’ya gittiği gibi bir ayrıntıyı da bana vermişti. Bu demek oluyordu ki adamın benim aksime maddi sıkıntısı yoktu. Faturayı karşılayabilirdi. Hem de sıkıntıya düşmeden karşılardı. En sonunda boşuna kuruntu yaptığıma karar vererek yataktan kalkmış, kendime gelmiş, yatağımı toplamıştım. Her zaman içtiğim limonlu suyumu yapmaya mutfağa geçmiştim. Kahvaltı yapmadan önce içerdim. Bir yer de bağışıklık sistemini güçlendirdiğini okumuştum. Hasta olmaya bayılmıyordum. Başka yararları da vardı ama benim aklımda bir de cilde iyi geldiği kalmıştı. Masada boş boş otururken bugün yapacak bir şeyim olmadığını düşündüm. Diğer yandan evin sessiz olması hiç hoş değildi. Elimdeki bardağı masanın üstüne bırakıp telefonu elime aldım. Tam Doğanay’a mesaj atacakken telefonum titredi. Her sabah olduğu gibi Can’dan mesaj gelmişti. Günaydın yazmış, yanına da göz kırpmalı emoji koymuştu. Hemen cevap vermedim. Onun yerine Doğanay’a günaydın, yazdım. Arkasından yoklamak için “Uyandın mı?” mesajını yolladım. Yazınca pişman oldum. Zaten ilk mesajımı gördüğünde uyanmış olacaktı. Direkt konuya girdim sonra da. Dün ki sorduğumu öğrenip öğrenmediğini sordum. İkinci olarak da Can’a cevap verdim. Çevrimiçi görünmeyim diye de programdan çıktım. Biraz sosyal medyamda gezdim. O sırada Can’dan yine mesaj vardı, girmedim ama Doğanay mesaj atınca mesaja uçtum. Okur okumaz rahatladım. Enişte ile kasklı arasında herhangi bir konuşma geçmemişti. Anında enerjim yerine gelince içimdeki stres yağ gibi erimişti. Böylece sorun ortadan kalkmıştı. Rahatlamış bir şekilde Can’ın ne yazdığına baktım. Dün cevap vermedin? Neden? Meşgul muydun yoksa? Dün ne konuşmuştuk ki? Hatırlamak için eski mesajlara baktım. Arkadaş tanıtma konusunu konuşmuştuk ve ben görüp cevap atmamıştım. Arkasından Can birkaç mesaj daha atmıştı. En son mesajı iyi geceler mesajıydı. Biraz ayıp olmuş gibiydi. Ah, evet dışardaydım. Telefonu pek elime almadım. Kusura bakma lütfen. Anlıyorum. Sorun değil. Neredeydin? Bir yemekteydim. Yemekte mi? Nasıl bir yemekte? Arkadaşım evlendi. Eşiyle tanıştım. Güzel vakit geçirdin mi? Evet, baya iyi vakit geçirdim. Can’a son mesajım buydu çünkü acıkmıştım ve kahvaltı hazırlamam gerekiyordu. Telefonumdan hareketli bir müzik açıp masaya bıraktım. Bitmiş bardağımı lavaboya koyup kendime güzel bir kahvaltı hazırlama girişimine başladım. Tek kahvaltı yapmayı da sevmezdim ama mecburdum. Çalan müziklere eşlik ederek kahvaltımı hazırladım. Tek kişilik tabağımı ve çay bardağımı alıp salondaki masaya geçtim. Sandalyeye oturmadan mutfaktan telefonumu aldığımda Can’ın mesajını gördüm ve durakladım. Mesajında şöyle yazıyordu; Peki, yüz yüze geldiğimizde benimle de yemeğe çıkar mısın? Şimdi bu bir çıkma teklifi miydi? Galiba öyleydi. Diğer yandan acaba yüz yüze gelecek miydik sorusu vardı. Şimdiye kadar nasıl biri olduğunu yazışmalardan anlamaya çalışmıştım ama kendisini gösterirse işler değişirdi. Bu yüzden de salona geçerken cevabımı yazıp yolladım. Bir gün neden olmasın? * “Nasıl bana söylemezsin?” diye çıkıştı kuzenim Emre. Aşırı öfkeli bir haldeydi. Öfkeli olmasını anlayabilirdim ama bana niye öfkeliydi, orasını anlayamıyordum. Kahvaltımı yapmış, mutfağı toplamıştım. Dağınık olduğum zamanlar sıklıkla olurdu ama yapacak bir işim olmadığından kendimi gazlamıştım. Zaten fazla bulaşıkta yoktu. Onları da bulaşık makinesine yerleştirmiştim. Her neyse. Tam bulaşık makinesinin kapağını kapattığımda da kapı vurulmaya başlanmıştı. Öyle böyle vurulmak değildi bir de. Arka arkaya, alacaklı gibi vuruluyordu. Kapıyı açtığımda da karşımda Emre’yi görmüştüm. Aşağıdaki teyzemin oğlunu. “Ne oluyor ya,” dememe kalmadan da içeriye kırmızı bayrak gören boğalar gibi dalmıştı. Sonra da durumun ne olduğunu anlamıştım. Emre, Doğanay’ın evlendiğini öğrenmişti ve öfkeden kuduruyordu. Tamam, haklı olabilirdi. Sevdiği kız başkasıyla evlenmişti. Açıkçası yerinde olmak istemezdim. “Sen nereden öğrendin bunu?” diye sordum. Ben daha yeni öğrenmiştim. Bu kadar hızlı nasıl yayılmıştı, merak etmiştim. “Önemli mi sence bu?” Koltuğa oturmuştum. Ben sakindim ama Emre için aynı ki durum söz konusu değildi. Ayakta dikiliyor, gözleri kızgınlıkla bana bakıyordu. “Evet, önemli,” dedim. “Ben bile yeni öğrenmişken sana nereden bu haber geldi?” “Teyzem anneme söylemiş! Oradan duydum. Oldu mu?” Teyzesi annem oluyordu. Zaten annem hemen teyzeme yetiştirmese şaşırırdım. Ah, anne, ah. “Sakin olur musun?” Sakin olacak gibi değildi ama sakin olması gerekiyordu. Yoksa benimde sinirlerim zıplayacaktı. “Sakin olma mı istiyorsun? Benden sakin olmamı isteyemezsin!” Eliyle yüzünü sıvazladı. Sonra da beni işaret etti. “Senin yüzünden oldu,” dedi. “Senin beni engellemen sayesinde oldu!” Ne? Bahsettiği gibi bir engelleme söz konusu değildi. Doğanay’ın karakterine göre yorumda bulunmuş, Emre’nin de kafasına uymuştu ve bekleme kararı almıştı. Şimdi de gelmiş beni suçluyordu. “Ben nereden bilebilirdim?” Sakin olmaya devam ediyordum. “Senin söylediklerine inandım. Bekle dedin, bekledim. Şimdi bana ben nereden bilecektim mi diyorsun?” Ayağa kalkarken, "Haklısın ama lütfen sakin ol,” dedim yatışsın diye. Koltuğu işaret ettim. “Otur şuraya bir. Böyle bağırmaya devam edersen annen yukarıya çıkacak." "Haklıyım evet," diye sayıkladı Emre. "Peki ya haklılığım benim neyime yarayacak? Kalbimin acısını dindirecek mi?" Ona bakıyordum. Onun için üzüldüm. Emre ile iyi anlaşırdım. Çocukluğumuz beraber geçmemişti ama yine de samimiydik. İyi çocuktu ve şu an öğrendiği haberle aşka acısı çekiyordu. "Sana güvenmiştim. Bu kızın bir bildiği vardır demiştim. Tanıyor dedim, bilir dedim. En doğru zamanı bana gösterir dedim. Bekle dedin, bekledim. Sonra ne oldu? İlk darbeyi söyledin." İlk darbe dediği Doğanay’ın sözlendiğini söylememdi. Belki vazgeçer diye söylemiştim onu da. Ama o yine de umut bağlamıştı. Geçenlerde hislerini açıklayacağını bile söylemişti bana. Yine biraz tartışmıştık. Yapmamasını söylemiştim ama beni dinlemeyecekti. Anlamıştım. "Bilmiyordum,” dedim. Gerçekten de bilmiyordum. “Bana hiçbir şeyini anlatmıyordu." "Bilecektin!" dedi Emre. "Haberi de olacaktı benden! En başından itibaren benden haberi olacaktı! Ama sen..." Durakladı. "Boş versene,” diyerek arkasını döndü ve koridora doğru ilerledi. Arkasından seslendim. Beni dinlemedi. Kapıyı açtı. Saniye geçmedi ki tanıdık bir ses duydum. “Ben de tam kapıya vuracaktım,” diyordu Doğanay. Olamazdı. Doğanay’ın burada ne işi vardı? Tamam, ev onunda eviydi ama Emre ile karşı karşıya gelmemesi gerekiyordu. Hem de şu an. Emre sinirden köpürmüş bir haldeyken. Koşar adımlarla kapıya vardım. Kapının diğer tarafındaydı. “Doğanay… Seni beklemiyordum,” dedim aceleyle. “Sana geleceğimi mesaj atmıştım. Görmedin mi?” Kahretsin, görmemiştim. “Mesaj mı atmıştın? Ne mesajı?” “Sana eşyalarımı almaya geleceğimi yazmıştım.” Ne? “Öyle mi?” “Evet.” O an Emre’nin suspus durması hiç hayra alamet değildi. Öyle de olmadı. “Doğanay,” dedi Emre karar vermiş gibi. “Bana biraz zaman ayırır mısın?” Cidden mi kuzen? Cidden mi? “Bir daha ki karşılaşmamız da konuşuruz demiştik hani.” Konuşuruz mu? Ne zaman anlaşmışlardı bunlar? “Emre, kızın işi varmış,” dedim araya girerek. Emre bana hırsla baktı. “Sen karışma!” Yerimde irkildim. Normalde kolay irkilen biri bile değildim. Arkasından Doğanay’a döndü. “Konuşabilir miyiz? Ne diyorsun?” diye sordu. Doğanay da afallamıştı. Ne olduğunu anlamayarak tedirgince bakıyordu. Kızın hiçbir şeyden haberi yoktu, tabi tedirgin olurdu. O sıradaysa başka bir erkek sesi duyuldu. “Karımla ne konuşacaksan bana söyle!” Konuşan Doğanay’ın kocasıydı. Gerçekten burada şu an tam olarak ne oluyordu? Galiba işler sarpa saracaktı. Kocasının burada ne işi vardı? Karısı buradaydı. Adam da olabilirdi ama Doğanay da şaşırmıştı. “Neden geldin?” diye sordu kocasına. Öktem enişte Doğanay’a telefon uzatırken “Unutmuşsun,” dedi ama adam Emre’ye bakıyordu ve Emre’den hoşlanmamıştı. Bu o kadar belliydi ki… Çehresi kasılmış, kaşları çatılmıştı. Acaba hissetmiş miydi? “Ne konuşacaktın karımla?” diye tekrardan sordu Emre’ye. Emre sessizliğini korudu. Bana sinirli olduğu gibi Öktem enişteye bakıyordu. Bu kez de Doğanay araya girdi. “Bahçedeki çiçekleri konuşacaktık. Önemli bir konu değildi,” diyerek oluşan olumsuz elektriği çevirmeye çalıştı. Emre yine bir şey demedi. Onun yerine hareket etti. Ayakkabılarını giyerek, merdivenden aşağıya inmeye başladı. Bence bu ortamda yapılacak en iyi şeyi yapmıştı. Ama ben ne yapsam karar veremedim. “Ben birazdan geliyorum,” diyerek ben de Emre’nin arkasından terliklerimi giyerek ikilinin yanından ayrıldım. Teyzemlerin katına indiğimde Emre diğer merdivenleri de iniyordu. Düşünmeden kendisini takip ederek, sokağa çıktım. “Emre bir dur,” dedim apartman kapısından çıkarken. Arkasına bakmadı ama “Defol Betül!” diye bağırdı. Dediğini yapmadım. Çorapla giydiğim terliklerimle arkasından koştum. Binanın bahçe kapısından sokağa çıktığında koluna yapıştım. “Emre, lütfen sakin ol,” diyerek onu durdurdum. Kolunu silkeleyerek kurtuldu. “Emre!” Hışımla bana doğru döndü. “Ne istiyorsun Betül?” “Sakinleşmeni istiyorum. Gel, konuşalım.” “Senin yüzüne bakarak sakinleşeceğimi mi sanıyorsun sen?” Ne diyeceğimi bilemedim. Normalde her şeye cevabım olurdu. Bu kez yoktu. Emre, kafasıyla beni işaret ederek, “Söylesene,” dedi devam ederek. Eliyle binayı işaret etti. “Orada o adamla sevdiğim kızı yan yana görünce ne hissettiğimi anlar mısın? Anlamazsın çünkü sen aşktan, birini sevmenin ne olduğunu bilmezsin. Gelmişsin bir de sakin olmamı istiyorsun. Yürü git işine Betül!” Sonra da tepki vermeme izin vermeden arkasını döndü ve yürüyüp gitti. Ama şu bir gerçekti ki sözleri yüzüme tokat gibi çarpmıştı. Çünkü haklıydı. Ben aşktan anlamazdım. ** “Evet anne. Doğanay, kendisi teklif etti, ben hiçbir şey demedim. Demezdim de zaten. Kiranın yarısını ödemeye devam edecek.” Anneme, Doğanay ile geçen konuştuğumuz konuyu anlatıyordum. Doğanay ile Emre karşı karşıya geldiğinde temelli gitmek için eşyalarını toplamaya gelmişti. Hiç beklemiyordum ama benimle annemin sorun ettiği, benim daha düşünmeye fırsatım olmadığı konuyu açmıştı. Bölüştüğümüz kira bedelini ödemeye devam etmek istiyordu. Önce böyle bir şey olmayacağını söyleyerek reddetmiştim. Sonuçta aynı evde kalmadığı yere neden ödeme yapsındı? Ama iyi kalpli arkadaşım beni yarı yolda bırakmak istemiyordu. Benden önce beni düşünmüştü. Bu kızı gerçekten de çok seviyordum. Kardeşim yoktu ama insanın kardeşi bile böyle düşünmezdi. Doğanay beni düşünmüştü. “Ne kadar iyi bir kızmış, babaannesi ne de güzel yetiştirmiş.” Öyleydi. Benim can arkadaşımdı. “Çok iyi kalpli anne. Hiç kötülük düşünmüyor.” “Belli belli,” dedi annem hattın diğer ucundan. “Ama böyle de olmaz. Kıza yük olmamak gerekir. Kocası ne iş yapıyor demiştin?” “Restoranı var.” “Olsun. Kız evlense de öğrenci. Olmaz böyle.” Bence de olmazdı ama Doğanay beni dinlemiyordu. “Ben de reddettim anne ama bana itiraz yeri bırakmadı ki. Yarı yolda kaldığımı düşünüyor ve kendisini suçluyor. Mecbur kabul etmek zorunda kaldım ama faturalar konusunda anca anlaştım.” “Nereye kadar devam edecek? Yok, olmaz. Kıza söyle. Biz bir şekilde hallederiz.” “Söylesem de kabul etmeyecek, biliyorum ben.” Kolumdaki saatime baktım. Zaman geliyordu ve ben annemle konuşuyordum. Kampüsteydim. Havada ılık bir rüzgar varken üstüme beyaz ve siyah çizgileri olan ince bir kazak giymiştim. Altımda da mavi kotum vardı. İkisini güzel siyah bir kemerle kombin yapmıştım ama krem rengi deri ceketimi giymiştim. “Sen yine de konuş.” “Anne, kabul etmeyecek diyorum.” “Baban duysa sence kabul eder mi bunu?” Etmezdi, biliyordum. Ofladım. “Etmez,” diye mırıldandım. “Söylemesen olmaz mı?” “Hadi ben söylemedim. Zaten sen gitmeden önce söyledikleriyle düşünmeye başlamıştır bile. Sadece belli etmiyor.” Annem haklıydı. Ne sorun olursa olsun babam bize belli etmez, kendisi çözmeye çalışırdı. Bu sorunu da söylediğim an düşünmeye başlamış olabilirdi. Galiba benim yeni bir ev arkadaşı bulmam lazımdı ama kimi bulacaktım? Herkesin artık kendi düzeni vardı. Üniversitenin ilk senesi olsa kolaylıkla bulabilirdim ama üçüncü senede biraz zordu. “Bu konuyu sonra konuşalım mı anne? Ben okula geldim de.” “Bir dakika,” dedi annem hemen. “Sen okulda mısın Betül?” Banktan ayaklanıp çantamı koluma taktım. “Evet, sınavım var,” dedim okul binasına ilerlemeye başlarken. Kampüsteydim çünkü bütünleme sınavım vardı. Benim gibi başka tanıdık simalarda bütünlemeye gelenlerde vardı. Onları bilmiyordum ama benim bir tane de değildi. İki de değildi. Geçen sınavlarımın hepsi açıklanmıştı ve ben nasıl yaptıysam çoğu sınavdan kalkmıştım. Bugünde iki sınavım vardı. Yarın da üç sınavım vardı ve ben konuları nasıl yetiştireceğimin hesaplamasını bile yapmamıştım. Finallere de çalışmıştım oysa. Çalışıp sınavdan kalmak mı? Düşmanımın başına gelmesindi. Ya da gelebilir de. Sonuçta düşmanımdı. Kalabilirdi. “Ne sınavı bu?” diye sordu harlanarak birden. “Kaldın mı yoksa?” “Kalmamak için sınava gireceğim anne,” dedim tam açıklama yapmadan. Önceleri de bütünlemeye girdiğimi biliyordu ve hepsini de vermiştim ama bu dönem fazla sınavım vardı. “Ne diyordun sen? Bütün… Bütün bir şey diyordun.” “Bütünleme,” diye düzelttim. “On dakikaya sınavım başlayacak anne. Hadi ben kapattım.” Kapatamadım. “Bak kızım sakın kalayım deme,” dedi annem. “Zaten koskoca şehirde teksin. Okulun bitip geri gelmeni bekliyorum. Bir sene uzatırsan inan olsun, kaydını sildiririm.” “Anne ya…” dedim hemen. “Şöyle konuşma benimle.” Annem gibi motivasyon konuşması yapanı istesem de bulamazdım. Korkutma, tehdit, ne ararsan vardı. “Ona göre, aklını başına topla diye diyorum,” diye devam etti bina kapısına yaklaştığımda. “Okulu bitirip geri dizimin dibine geleceksin. Boş hayaller kurma.” “Hayal kurmuyorum.” Kuruyordum. “Daha okulum bitmedi.” “Bitince geleceksin yanıma. Duydun mu?” “Tamam anne, tamam. Ben kapatıyorum. Sınıfa gireceğim.” Daha binaya girmemiştim oysa. “Öptüm.” “Sınavından iyi not almaya bak.” Telefonu kapatmadan önce yine tamam, dedim. Annemin her zaman ki konuşmalarıydı. Her sene sınav zamanı rutine bağlar gibi böyle uyarılarılar da bulunurdu ve söylediklerini de yapacağını bilirdim. Bu kez babamda bir şey yapamazdı. Babam İstanbul’a geldiğim zaman yanımda olmuştu. Binadan içeriye girmeden son kez temiz havayı içime çektim. Telefonun ekranına gözüm ilişti. Can’ın mesajını okudum. Okula geldiğimi, bütünleme sınavına gireceğimi biliyordu. Sınavlarında başarılar güzellik. Gülümsedim. Bugün sadece senden duydum bunu. Teşekkürler. Ama evet, bence de sınavlarımda bana başarılardı. ** Sınıftan çıkarken sınavlarımın nasıl geçtiğine karar veremedim. İyi de olabilirdi, kötü de olabilirdi. Orta şeker de olabilirdi. İşin doğrusu sonuçlar açıklandığında ortaya çıkacaktı. Fazla bekleyeceğimi de sanmıyordum. Fakültenin hocaları ışık hızında sınav sonuçlarını açıklamakla ünlüydü. Bir de sınav bütünlemeyse kesin yakında açıklanırdı. Neticede neredeyse yeni dönem açılacaktı. Kasmaya gerek yoktu. Fakülte binasından çıkmadan önce lavabonun olduğu koridora girdim. Kızlar tuvaletinde iki kız vardı. Yüzleri tanıdık değildi. Biri kabine ilerlerken aynanın karşısına geçtim. Okul çıkışı kuzenim Aysel ile buluşacak, Doğanay’ın düğünü için kendime gelinin kız kardeşi elbisesi bakacaktım. Haliyle tipim dağınıksa dışarıya çıkmadan düzeltmek gerekirdi ama kötü görünmüyordum. Kendimi güzel de bulurdum. Doğal sarı saçlarım dümdüzdü. Güzel, Çantamın içinden çilekli dudak nemlendiricimi çıkarıp aynaya biraz yaklaştım. Soğuk havalarda az da olsa dudaklarım kuruyordu ama ben en çok nemlendiricinin tadını seviyordum. Ben nemlendiricimi sürerken yanımdaki siyah saçlı kız ellerini yıkıyordu. O sırada lavabonun kapısının açıldığına dair ses geldi. Sonra da “Betül,” diye biri seslendi. “Sen burada mıydın?” Sesi tanıyordum. Sınıftan Büşra’ydı. Sınavın yapıldığı sınıfta onu da görmüştüm. Hatta selamlaşmıştım da. Ama şimdi sanki beni arıyormuş gibi tavırla bana seslenmesi tuhaf gelmişti. “Gördüğün gibi buradayım,” dedim elimdeki nemlendirici dudaklarımdan çekip, ona dönerken. Yanımdaki siyah saçlı kız yanımdan geçerken Büşra onun yerini aldı. “Ben de seni arıyordum.” Şaşırmadım. Eğer nedenini öğrenince şaşırılacak bir şey ise şaşırırdım. “Neden beni arıyordun?” diye sordum nemlendiricimin kapağını kapatırken. “Sana bunu verecektim.” “Ne bu?” Siyah saçlı kız ellerini kurutmak duvara monte edilmiş makineyi çalıştırdığından sesimi biraz yüksek çıkarmıştım. Gözlerim bana uzattığı minik karta değdi. Çiçeklere konulan kartlara benziyordu. Minik ufak zarfa konulan kartlara yani. Büşra’ya baktım. Omuzlarını silkti ve “Bilmiyorum,” dedi. Makinenin sesi kesildi. “Nasıl bilmiyorum?” dedim bu kez sesimi normal tutarak. “Seninmiş işte bu. Bana da başkası verdi.” Kartı salladı. “Alsana. Almayacaksan tezgaha koyacağım bak.” Musluk tezgahına koymasın diye mecbur aldım. Orası ıslaktı ve hiç hijyenik değildi. Herkesin çıkıp girdiği yere çantamı bile koymazdım. “Sana kim verdi bunu?” “Tanımıyorum.” Kaşlarım çatıldı. Küçük küçük ayrıntılar vermesi saçmalıktı. “Şunu doğru dürüst anlatır mısın?” “Ya yanıma sınıftan çıkarken biri geldi. Bir kız. Kim bilmiyorum sanırım birinci sınıflardan. Küçük gösteriyordu. Bunu Betül’e verir misin, diye bana sordu. Ben de tamam dedim. Aradım ama açmadın. Galiba telefonun sessizdeydi.” Öyleydi. Sınava girerken doğal olarak sessize almıştım. Elimdeki kahverengi, hafif pürüzlü minik kartvizit zarfına baktım. Bu da neydi şimdi? Çiçek falan almış olsaydım, çiçeğin içinden çıkabilirdi ama şu an bu da neydi böyle? Kim bana bunu yollardı ki? “Ne malum benim olduğum?” diye sordum bakışlarımı kaldırırken. “Belki başka Betül’dür. Sınıfta bir tane daha var.” Vardı ama o bugün benim olduğum bütünleme sınıfında değildi. Belki de başka sınıftaydı. Belki de tüm sınavlardan geçmişti ama sonuçta tek Betül ben değildim. “Akılsız mıyım kızım ben? Tipini tarif etti. Tek sarı saçlı Betül, sensin.” Evet, sınıftaki sarı saçlı bir tek Betül bendim. “Biri belki sana sürpriz falan yapıyordur, bilemeyeceğim ama ben gittim, görüşürüz.” “Bekle,” dedim hemen. Kapıya doğru hareket etmişti. “Bu kız nasıl bir şeydi?” Durakladı. “Hatırlamıyorum.” Gidiyorum dercesine el salladı. “Görüşürüz.” Sonra da aklımda başka sorular varken lavabodan çekip gitti. Arkasından gitmedim. Gidebilirdim ama gitmeden öylece yerimde durdum. Kabine giren kız çıkıp ellerini yıkamaya ilerledi. Önünden çekilerek kapının olduğu tarafa ilerledim. Kafam karışmıştı ama vakit kaybetmedim. Minik zarfı açtım, içindeki beyaz notu çıkardım. Üstünde daktilo ile yazılmış kısacık cümle yazılıydı. Bahçeye çık. J Altında da kimden geldiği yazıyordu. Can. Can mı yollamıştı bu notu? Öyle görünüyordu. Notu tekrar okumama da gerek yoktu. Bahçeye çık, yazıyordu. Bahçeye mi? Bu demek oluyordu ki, Can fakültedeydi. Hiç de bahsetmemişti. Hoş bahsetse bile neye benzediğini bilmediğimden onu tanıyamazdım. Ama bu kadar gizeme ne gerek vardı? Bu biraz şaşırmama neden olmuştu. Kendisinin hangi bölüm okuduğunu bile bilmiyordum ama bütünlemeye kalmadığını söylemişti. Aslında o da benim hangi bölümde okuduğumu bilmiyordu. En azından ben öyle sanıyordum. Sosyal medya hesabımdaki bilgilerde bölümümün ismi bile yoktu. Ama o notunu yolladıysa biliyordu. Lavabodan koridora çıkarken çantamdan telefonumu aldım. Mesaj var mı, diye bakacaktım. En son sınavım için başarılar demişti. Başka da mesaj yoktu. Koridordan fakültenin çıkışına ilerlerken mesaj attım. Mesajı yazarken birkaç kişiye çarpmaktan son an da kurtulmuştum. Bana not mu yolladın? Cevabı fakülte kapısından çıkarken geldi. Anlaşılan ulaşması gereken yere ulaşmış. Dışarı çıktın mı? Kapının yan tarafında durdum. Çıktım. Neredesin? Nerede miyim? Sen burada mısın? Kendisini mi gösterecekti acaba? Kapıdan uzaklaşarak fakültenin bahçesine doğru ilerlemeye başladım. Bahçe kalabalıktı. Tabi aktif dönemdeki gibi bir kalabalık söz konusu değildi ama yine de insanlar vardı. Gözlerim insanların üstünde gezinmeye başladı. Telefonum titredi. Daha yeni sessini ve mesajları titreşime almıştım. Olmamı ister miydin? Bu da ne demekti şimdi? Yolun ortasında durakladım.
Hadi, söylesene. Fakültede misin sen?
Tek bir gülücük cevabım değildi ama attığından saniye geçmemişti ki telefonum çalmaya başladı. Gözlerimi kırpıştırdım. Arayan Can’dı. Daha önce beni hiç aramamıştı. Haliyle sesini de hiç duymamıştım. Bu bir ilkti. Aramayı kabul edip, telefonu kulağıma götürdüm. Ben cevap veremeden, hattın ucundan “Fakültedeyim,” diyen sesini duydum. Çok kalın bir sese sahip değildi ama sesinin tuhaf bir derinliği vardı. Öyle hissettirmişti. “Bir şey demeyecek misin?” diye sordu arkasından. Ben ise ne kadar sessiz kaldığımı düşündüm. “Beni görebiliyor musun?” “Evet, görebiliyorum.” “Ne?” İşte buna şaşırdım. Çevreme bakındım. Telefonla konuşan, bulunduğum tarafa bakan birini aradım ama belirlenen şartlara uygun birini bulamadım. Etrafımda insanlar vardı. Bazıları yanımdan, bazıları uzağımdan, bazıları başka yönlere ilerliyorlardı. Başkalarıysa bankta ya grup halinde, ya tek ya da iki kişi olarak oturuyorlardı. Telefonla konuşan kimse yoktu. Olanlarda kızdı. Kulağıma kısık bir gülme sesi gelirken, “Bulabildin mi beni?” diye sordu. Bulamamıştım. “Neredesin?” “Bulamazsın.” Saçımı kulağımın arkasına atarken etrafımda döndüm. “Nedenmiş o?” Yine kısaca eğlendiğine dair gülüş duyuldu. “Ben öyle istiyorum da ondan.” “Bu adaletli değil biliyorsun değil mi?” “Ne gibi?” “Sen beni görebiliyorsun, ben seni göremiyorum. Bunun gibi ve bunun neresi adaletli?” Bu durum hoşuma gitmemişti. Kendimi Biri Bizi Gözetliyor yarışmasında gibi hissediyordum. Kamera Can’dı. Beni de çekime alıyordu. Hiç hoş değildi. Hem de hiç. “Beni bu kadar mı çok görmek istiyorsun?” İstiyorsun, demeyelim de. Benim ki meraktı. Günlerdir konuşuyorduk. Benim sosyal medya hesabımda fotoğraflarım vardı. Onunsa yoktu. Haliyle bu durum da merak etmeme yol açıyordu. Ona da hakkım olsundu. Bir de şu an beni görüyor olması durumu vardı. Ve benim de onu görememem. “Gizlilik hoşuna gidiyor değil mi?” diye sordum bende. Soruya soruyla karşılık vermek, karşı tarafa istediğini vermemekti. “Her zaman mı sırlarla dolusundur yoksa?” “Sana karşı diyelim.” “Bana karşı?” “Beni tanıyan tanır. Her an gizli biri değilimdir.” “Ama bana gizlisin.” Gözlerim etrafıma bakınmaya devam ediyordu ama bunu belli etmeden yapıyordum. Neredeydi bu? Eleme yapacak insanlar bile bulamamıştım. “Ortaya çıkmamın zamanı var. Uzun süre sana da gizli kalmayacağım güzellik.” Güzellik. Mesajında birkaç kez bu kelimeyi söylemişti. O an rahatsız hissetmemiştim ama sesinden duymak nedense farklı gelmişti ve bu olumlu olmayan bir farklılıktı. Önüme döndüm. Bakmayı kestim. Yürümeye başladım. Her nerede ise görüş açısından çıkmak istedim. “Öyle diyorsan öyledir o zaman.” “Sanki kızgınlık seziyorum. Kızdın mı?” “Hayır.” Kızmamıştım ama durum hoşuma gitmiyordu. Bunların yanında sınıfımı bulması, bana not göndermesi, beni şu an görmesi vardı. Benimle ilgili birden fazla ayrıntıya sahipti. Ben neye sahiptim? Adını ve aynı üniversite de olduğumuzu biliyordum. “Nereye gidiyorsun?” Beni gerçekten de izliyordu. Buradaydı. “Yolun ortasında dikiliyordum. Bu arada sana bir şey soracağım.” “Sor.” “Sen benim hangi bölümde okuduğumu biliyor muydun?” Belliydi, biliyordu. Bununla beraber hangi sınava girdiğimi, sınavımın hangi sınıfta olduğunu biliyordu. “Hoşlandığım kız hakkında birkaç şey biliyorum diyelim.” Durakladım. Bedenen değil, zihnen durakladım. Cümlesinde birden fazla dikkatimi çeken anlam vardı. Biri birkaç şey, biliyorum. Yani bölümümü biliyordu. Bununla beraber diğerlerini de bilmiş oluyordu. Nasıl olduğunu, bilemiyordum ama biliyordu. Diğeri hoşlandığım kızdı ve bunu söylemesini asla beklemiyordum. Kolumdaki saate göz gezdirdim. Neredeyse Aysel ile buluşmamı unutacaktım. Buluşma saatimiz yaklaşmıştı. Zaten kendisini zar zor ikna etmiştim. Kararsız bir yapıya sahiptim. Benimle alışverişe kimse gelmek istemezdi ama benim birinden fikir almam gerekiyordu. Elbisenin yakışıp yakışmadığını, bana gidip gitmediğini birinin tasdik etmesi lazımdı. Aysel de Doğanay gibi sabırlı biriydi. Nazım geçiyordu. Söylediğini duymazdan geldim. “Ve ben de senin hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Adın bari doğru mu?” Güldü. “Seni kandırdığımı mı düşündün?” “Bilmiyorum, olabilir. Sonuçta gizemli olmayı seviyorsun. Kendine farklı bir kimlik oluşturmuş olabilirsin. Nereden bileceğim ben?” “Adım gerçek Betül. Seni kandırmadım.” Düşünmeden cevap verdiğini fark ettim ama inanmakta kararsız kaldım. Ortada kaldım. “Notu gönderdiğin kız kimdi? Sınıfa kadar getirenden bahsediyorum. Arkadaşın mıydı?” “Arkadaşım değildi.” “Yani?” “Rica edildi diyelim.” “Sen mi rica ettin?” “Aklından ne geçiyor?” diye sordu keyifle. “Beni böyle mi bulacaksın?” Hiç düşünmemiştim. Hem nasıl bulacaktım? Önce Büşra’dan kızı tanımasını istemem lazımdı. O da pek oralı olmazdı. Ardından kızı bulsam dahi kızın konuşmasını sağlamam gerekirdi. Uzun işti. Uğraşılacak gibi değildi. “Merak ettim yalnızca.” “Merak… Anladım. Nereye gidiyorsun şu an? Görüş açımdan çıktın.” Arkama doğru baktım. Fakülte binası arkamda kalmış, çıkış kapısına doğru ilerliyordum. Beni göremediğine göre Can neredeyse oralarda bir yerde kalmıştı. “Çıkıyorum. Sınavım bitti.” “Eve mi?” “Karar vermedim.” O sırada telefonumdan başka birinin aradığına dair çağrı sinyali sesi geldi. “Bir dakika, biri beni arıyor,” dedim ve telefonu kulağımdan çekip, ekrana baktım. Arayan Aysel’di. Telefonu kulağıma götürdüm. “Buna bakmam lazım,” dedim hızlı hızlı. “Sanırım acil.” “Tabi,” dedi. Sesi bozulmuş gibi geldi. “Sen bak işine. Sonra görüşürüz o zaman.” Kapatmadan önce “Görüşürüz,” dedim. Çıkış kartımı okuturken de Aysel’in çağrısını cevapladım. “Selam.” “Selam, çıktın mı sınavdan?” “Çıktım, geliyorum. Sen neredesin?” Aysel kararlaştırdığımız mevkiye yaklaşmıştı. Haliyle o da nerede olduğumu sorunca otobüste olduğumu söylemek durumunda kaldım. Halbuki otobüs durağına doğru yürüyordum. Otobüsün ne zaman geleceğini de meçhuldü ama geç kalırsam öyle ya da böyle nedenimi bir şekilde bulurdum. Telefonu kapatmamın ardından durakta dikilerken ise yaptığım bir şey vardı. Kendimi yokluyordum. Dakikalar önceki konuşmadan heyecanlanıp heyecanlanmadığımı anlamaya çalıştım. Konuşurken aklıma gelmemişti. Sonuçta kendi çapında sürpriz yapmış, konuştuğum çocuğun sesini ilk kez duymuş ve benden hoşlandığının itirafını dinlemiştim. Ben ne hissetmiştim? Cevap bendeydi. Görmezden gelmiştim çünkü hiçbir şey hissetmemiştim. Sesini duyunca da, itirafını duyunca da heyecanlanmamıştım. Kalbim pır pır etmemişti. Midemde kelebeklerin varlığına dair hiçbir şey yoktu. Eğer hissetseydim anlardım. Sonuç olarak hissetmediğim gibi anlayacak bir histe yoktu ve yüzünü görsem durumum değişmezdi. |
0% |