Yeni Üyelik
7.
Bölüm

6.Bölüm

@__okuyan94__

6.Bölüm

 

Düğünde hiç olmaması gereken bir şey olmuştu.

Olay çıkmıştı!

Doğanay’ı tanıdığımdan beri hiç görmediğim abisi düğünü basmış, üstelik basmakla kalmamış, söylediği şeylerle şoklar içinde kalmamı sağlamıştı. Herkes şoklanmıştı. Yani tek şok cihazıyla şoklanan ben de değildim.

Hala da olayın etkisindeydim.

Aslında her şey normal, düzgün tadında ilerliyordu. Düğün başlamıştı. Gelin ve damat tüm ihtişamıyla düğünün olacağı o güzel mekana girmişti. Düğün yerine hayran olmamak elde değildi. Enişte bey harika bir iş çıkarmıştı. Kocaman bahçeye konumlandırılan düğün mekanı dışarıdan da, içeriden de göz kamaştırıyordu. Bahçesi ayrı, içeri ayrı mükemmeldi.

Bahçenin ışıklandırılması son derece başarılıydı. Doğanay’ın evden çıkışı ile düğün yerine gelen yolu ışıklarla donatılmış, yolunun kenarları çiçeklerle süslenmişti. Düğün mekanının içinde de bu güzellik devam ediyordu. Masaların dizaynı, süslemeleri her şey birbiriyle uyumluydu. Sanki masalar küçük çiçek bahçeleriydi. Mekanın tavanından sarkan kumaşlar, asma ışıklarla birleşince ortaya ihtişamlı bir görüntü çıkarmıştı.

Bu görüntüyü beğenmeyenin aklından zoru olduğunu düşünürdüm.

Kızlarla masamız gelin ve damadın masasına çapraz konumda gibiydi. Ben yanlarına gidene kadar Nil ve Aysel masayı bulmuş, yerleşmişti. Ben sonradan yanlarına gelmiştim çünkü Doğanay ile birlikteydim. Gelin ve damatla içeriye girmiştim. Doğanay’ın herhangi bir ihtiyacı olursa diye tetikte bekliyordum. Yardımıma ihtiyacı olmadı ama piste dans edeceklerken gelin çiçeğini almak için hareket etmiştim. Sonuçta ilk dansları başlayacaktı. Çiçeğini gelin masasına bırakıp bir kenara çekilmiş, arkadaşımın ilk dansını telefonuma çekmiştim.

Doğanay o kadar güzeldi ki… Arkadaşımın mutluluğu yüzüne vurmuş, parlıyordu.

O sırada gözlerim de bir yere değmişti. Daha doğrusu masaya. Kızlarla oturduğumuz masanın karşı tarafındaki masaya. Biliyordum, dikkatimi çekmemesi gerekirdi. Zaten masa diğer masalar gibiydi. Benimde zaten masa dikkatimi çekmemişti. Oturan kişi dikkatimi çekmişti.

Sedat’ı görmüştüm. Yani kasklıyı.

Merdivenlerde beni tutuşu yine aklıma gelmişti. Düşüncelerimi hemen dağıtmıştım. Düşüncelerim dağılsa da masalarımız karşı karşıya denilebilirdi. Çok uzak da değildi, yakın da değildi. Masaların arasında iki tane masa vardı. Masaları kalabalıktı. Kendi masasında mutfakta beni sinir eden kız kardeşi, sanırım yanındaki adam da kadının kocasıydı. Doğanay’ın önceden fotoğrafını gösterdiği kısa saçlı kadın ile başka bir çift daha vardı. Çiftin kim olduğunu bilmiyordum. Ama kadını biliyordum. Kısa saçlı kadın Ebru’nun arkadaşıydı ve Doğanay’ın kocasına aşıktı. Bugün de ilk gelin odasında camdan bakarken bu kadını görmüş ve Doğanay’a söylemiştim. Ama bu kadının olayını Doğanay bana önceden söylemişti. O da geldiğine şaşırmıştı. Belli ki beklemiyordu. İnsan nasıl bekleyebilirdi?

Arkadaşımın düğününe gelmişti. Resmen yaptığı yüzsüzlüktü. İnsan böyle bir konudayken böyle hareket eder miydi? Sinir bozucu bir durumdu ve gözlerini dikmiş, benim güzel çiftime bakıyordu.

Ben bile sinir olmuştum.

Aklıma gelen fikirle yerimden hareket etmiştim. Masalarının olduğu tarafa doğru ilerlemiştim. Tabi bu süre zarfında telefonumu indirmemiş, çekimimi yapmaya devam etmiştim. Dışarıdan farklı açılardan video çekiyormuşum gibi gözüküyordu. Bende bunu kullanmıştım. Kadının önüne gelecek şekilde kendimi ayarlamıştım. Masanın yan tarafında oturduğundan önüne gelmek kolay olmuştu. İki masanın olduğu boşlukta duruyor gibiydim. Hem oturduğu masadan uzak, ön taraftayken piste daha yakındım. Hem de kendimi ayarladığım konum kadının görüş açısını kapatmıştı.

Şimdi de gözlerini diksin baksındı, bakalım.

Ama eğer bakmak isterse yerinden hareket etmesi gerekecekti. Farklı bir hareket yapması da gözleri üstüne çevrilmesi demekti. Bunu yapacağını sanmıyordum. Yaparsa da ben de o tarafa giderdim. Sonuçta videonun farklı açılardan çekilmesi gerekirdi değil mi?

Danslarının sonuna kadar yerimden ayrılmamıştım. Arada kuzenlerimin masasına bakma bahanesiyle kadının nasıl bir tepki verdiğine bakmıştım. Yerinde oturmaya devam ediyordu. İlk baktığımda yaptığımın anlayıp anlamadığını anlamamıştım ama yanında oturduğu Ebru’ya –arkadaşına- doğru bir şeyler söylediğini görmüştüm. Fazla gözlerimi o tarafa bakamadan bakışlarımı kaçırıyordum. Ama bir tanesinde bulunduğum tarafa bakan başka bir göz görmüştüm. Hızla gözlerimi kaçırmıştım, önüme dönmüştüm.

Bir daha da dans bitene kadar o tarafa bakmamıştım çünkü karşılaştığım gözler kasklının bakışlarından başka bir göz değildi. Ya beni onların masasına bakarken yakalamıştı ya da ne yaptığımı anlamıştı.

Kahretsin, rezil olmuştum.

Ne yaptığımı anladığını sanmıyordum. Diğer daha ihtimaldi ama ister istemez aklından neler geçtiğini merak etmiştim. Danstan sonra diğer düğünlerde neler oluyorsa aynı o şekil ilerlemişti. Gelin ve damat düğün pastasını kesmişti. Davetlilerden tebrikleri kabul etmişler, hareketli müzik çalmaya başladığında da kendimi pistte bulmuştum. Tek oynamaya çıkmamıştım elbette. Kuzenlerimi de peşimden sürüklemiştim. Düğüne oturmaya gelmemiştim.

Arkadaşımın düğününde oynamayacaksam ne zaman oynayacaktım? Zaten kimin düğününe gitsem masada oturan insanlardan olmamıştım. Çoğunlukla horonun başını çeker, pistin tozunu kaldırırdım. Diğer halayları da bilirdim. Roman havası da oynardım. Her tür benden sorulurdu. Küçüklüğümden beri böyleydim. Annem her pistte beni görmekten bazen şikayet ederdi ama ben söz dinleyen biri değildim. Oynamayı, içimdeki enerjiyi dışarıya vurmayı seviyordum.

Ne yapabilirdim?

Karakterim böyleydi.

Böyle bir karakterdeyken tabi ki de Doğanay’ın düğününde de oynayacaktım. Biricik arkadaşımı da pistte davet etmiştim ama kocasıyla masada kalmayı tercih etmişti. Ben de zorlamamıştım. Kuzenlerim ile beraber anın tadını çıkarmıştım. Tabi tadını çıkarırken gözlerim etrafta gezinmemişti. Gezinecek gibi olacakken son an da kendimi durdurmuştum.

Durmadan, “Kendine gel Betül,” demiştim.

Sonra da o anlardan birinde Doğanay’ın yüzünü görmüş, pistten ayrılmıştım. Enişte bey masadan kalkmış, Doğanay tek başına kalmıştı. Bir sorun vardı, belliydi.

Yanına gittiğimde haklı olduğumu anlamıştım.

Bana sorunun ne olduğunu anlatmıştı. Kocasıyla birinin sorunu olduğunu ve o kişinin düğününde olduğunu söylemişti. Üstelik ekleme yaparak Sedat’ın adamı dışarıya çıkardığını söylemişti. Merakla masasına bakmıştım. Evet, orada değildi. Çıkışa gözlerim gitmişti. Çoktan çıkmış olmalı diye düşünmüştüm.

Anlaşılan kasklı güvenlik işinden de anlıyordu.

Ama Doğanay’ın içi bir türlü rahat değildi. Dışarıya çıkıp ne olduğuna bakmak istemişti. Ben de engellemiştim. Neticede gelin ve damadın ortadan birden kaybolması davetlilere de bir sorun olduğunu gösterirdi. Neyse ki sözümü dinlemişti dinlemesine tedirginliği devam etmişti. Ben de olaya el koymuştum. Kendimin dışarı çıkıp ne olduğuna bakmayı teklif etmiştim. Hemen kabul etmişti. Açıkçası ben de ne olduğunu merak etmiştim.

Vakit kaybetmeden düğün yerinden çıkarken merakım katlanarak büyümüştü. Çıkar çıkmaz gözlerim dışarıyı taramış, görevimin ana sebeplerini görmeye çalışmıştım. Hava akşam rüzgarının çıkmasıyla açıkta kalan kollarımı titretmişti ama aldırmamıştım. Bir görevim vardı. Ona yoğunlaşmıştım. Bahçede ilerlemeye başladığımda elbisemin eteği uçuşa uçuşa, aradıklarımı düğün yerinden biraz uzaklaşınca bulmuştum. Çiftlik evine daha yakınlardı. Sedat ve eniştenin yanında güvenlikten de insanlar vardı. Karşılarında duran adam ise galiba Doğanay’ın bahsettiği adamdı. Yüzünü gördüğümde bu adamı gördüğümü anlamıştım.

Düğün başlamadan önce bir olaya tanık olmuştum. Damat, gelinini görmeye gelin odasına gelmişti. Haliyle ben ve kızlar dışarıya çıkmıştık. Bahçede biraz takılmıştık. Biraz zaman geçtikten sonra biz dışardayken enişte dışarıya çıkmıştı. Doğanay’ın oda da yalnız olduğunu anlayınca da yanına gitmek için hareket etmiştim ki giriş yerindeki bir hareketlilik dikkatimi çekmişti. Bir olay olduğunu hissetmiştim.

Çünkü kasklı ve enişte bey bir arabayı durdurmuştu. Arabadan inen adamda işte bu adamdı.

İleride bir tartışma vardı. Uzaktan da anlaşılıyordu ama adımlarımı durdurmamıştım. Sorunları neyse düğün zamanında olacak iş değildi. Öktem enişte adama dalacak gibi duruyordu ama kasklı kendisine bir şey dediğinde ben yanlarına varamadan enişte arkasını dönmüş ve düğün yerine doğru ilerlemeye başlamıştı. Beni de o zaman görmüştü. Sorun çıkaran adamsa güvenlikler eşliğinde çıkışa doğru ilerlemişti.

“Doğanay, iyi mi Betül?” diye sormuştu bana.

Ben de “Kızı tedirgin etmişsin,” demiştim direkt. “O halde ne kadar iyiyse öyle.”

Yüzünden kendine kızdığını anlamış ve bir şey demeden yanımdan geçmişti.

“Senin burada ne işin var?”

Bir başka sesi duyduğumda bakışlarımı çevirmiştim. Kasklı yanımda görmüştüm. Sorgulayıcı bakışlarını üstümde yakalamıştım. Ellerini kumaş pantolonun cebine yerleştirmişti.

“Olay var dediler,” demiştim sorgulayıcı tavrına. “Ben de bakmaya geldim.”

“Bir özellik daha,” demişti o da. “Sakar ve meraklı.”

Saatler öncesinde söylediği aynı ki kelimeyi bir kez daha söylemesi hoşuma gitmemişti ama ben de saatler öncesinde karşılık vermiştim. Unutmuş olması beni bağlamazdı. “Belli ki sana söylediğimi anlamamışsın,” demiştim ben de. “Ama anlamaman benim problemim değil ve ayrıca insanların dikkatini çekecek hareketler yapan da ben değilim. Siz…” Eniştenin olduğu tarafı işaret ettim. “İkinizsiniz. Yani size bakmaya geldim diye meraklı olmuyorum.”

“Ne oluyorsun peki?” diye sormuştu tasasız bir şekilde.

“Gelini dertten kurtarıyorum. Ben gelmeseydim, Doğanay sizin yüzünüzden dışarıya çıkacaktı.”

Yani o an yalan söylememiştim. Tamam, biraz meraklanmış olabilirdim ama bu adama itiraf edeceğime saçma şeyler söylerdim daha iyi.

“Hm.” Düşünceli bir şekilde çıkardığı sese karşı daha bir sinir olmuştum. Aynı şekilde tam karşılık vereceğimdeyse başka bir ses ortamıza girmişti. Benim gibi o da duymuş, bakışlarını kaçırmış, düğünün olduğu tarafa bakışlarını çevirmişti. Sonra ne olduğunu anladıysa yan profilden yüzünün kasıldığını anlamıştım. “Bir sorun var,” demişti arkasından.

“Ne? Ne sorunu?”

Bana cevap vermemişti. Sorun olayını bana değil de ilerideki düğün yerine kast ederek söylediğini ancak yanımdan büyük adımlarla ayrıldığındaysa kesin bir şey olduğunu idrak etmiştim.

Arkasından, “Ne oldu?” diye bağırmıştım. Duymuşsa da herhangi bir geri dönüş alamamıştım.

O ana kadar sadece düğün yerinden gelen müzik sesinin kesildiğini anlamıştım. Uzakta olsa dışarıda olduğum dakikalarda yine de duyuluyordu. Bu yüzden ne olduğunu bir an anlayamamıştım. Arkasından müzik sesin yerine konuşma sesi gibi bir ses idrak etmiştim ve Sedat’ın koşar adım ilerleyişini izlerken afallamamı üstümden atmaya çalışmıştım. Ben de arkasından koşmuştum.

Düğün yerinin girişinden girmeden önce bence de kesinlikle bir sorun var diye düşünmüştüm. İçeriden kargaşa sesleri yükseliyordu. İçeriye girdiğimdeyse kavga çıktığını görmüştüm. Benden önce içeriye giren Sedat ve Ebru’nun yanında gördüğüm adam ile enişte ve daha önce görmediğim bir adamla kavga eden ikiliyi ayırmaya çalışıyordu. Davetliler ise şoka girmişti. Ama o an davetliler benim umurumda değildi. Ben Doğanay’ın nerede olduğuna bakmıştım. Masasının olduğu yerde yüzünde dehşete düşmüş bir ifadeyle kavgayı izlerken görmüştüm. Donmuştu. Onu kendine getirmek için baya çaba sarf etmiştim ama en sonunda kendine gelmişti.

Sonra ise hiç ama hiç aklıma bile gelmeyecek şeyler işitmiştim.

Enişte ile kavga eden adamın Doğanay’ın abisi olduğunu öğrenmiştim. Ama abisi gibi değil de daha garson gibi duruyordu çünkü üstündeki kıyafetleri aynı garsonların kıyafetlerindendi. Tamam, bu ayrıntıyı bir kenara atalım. Adam söyledikleri asıl ilgilendiklerimdi.

Başta inanmamıştım. Sonuçta abisi bir dolandırıcıydı.

Ama kavga bittikten, herkes dağıldıktan sonra çiftlik evinin salonunda Doğanay tek başına her şeyi anlattığında saçlarıma aklar düşse yeriydi.

Evet, abisi bir dolandırıcıydı. Patronunu dolandırmıştı ama Öktem Kandemir de masum biri değildi. İntikamını almak için arkadaşımı kendisiyle evlenmesini sağlamıştı. Yani ortada aşk, sevgi falan yoktu. Bir kamera kaydından da bahsedilmişti ve bu kaydı kaynanası görmüştü. Gördüğü gibi de oğluna tokat atmıştı. Ben olaya şahit olmamıştım. Sonra o kamera kaydının ne olduğunu Doğanay’ın anlattığından öğrenmiştim.

Doğanay’a bir oyun oynanmıştı. Acımasız bir oyun oynanmıştı. Karşısında birisinin vurulduğunu sanmıştı. O birisi de abisinin ortağı olarak sunulmuştu. Sonra bu kayıt abisine gösterilmiş, abisinin bir hamle yapılması beklenmişti. Ama abisi hiçbir şey yapmamıştı.

Bu kamer kayıtları bugün kaynanası tarafından görülmüştü. Gerçeği bizimle beraber öğrenmişti.

Doğanay anlattıkça öfkelendiğimi hissetmiş ama belli etmemek için kendimi zor tutmuştum. Herkese karşı öfke yüklüydüm. Kaşlarımı çatmaktan kaşlarım acımaya başlamıştı.

Dinledikçe kendime de kızmıştım. Arkadaşım neler yaşamıştı, benim haberim bile olmamıştı. Ama sonra işin rengi farklılaşmış, yaşananların içinde birbirlerini sevdiklerini söylemişti. Bir an söylediğine inanmamıştım ama arkadaşımın tavrı, durumu yalan söylüyor gibi değildi. Onu tanıyordum. Kendisini anlatırken ona inanılmasından korkuyordu. Tedirgindi ama duygularını açıkça söylerken de çok cesurdu. Ona inanmamam elde değildi.

İnanıyordum.

Ama ben hala öfkeliydim.

***

“Ne akşamdı ama!” dediğini duydum Nil’in. “Hiç böyle bir şey beklemiyordum.”

“Ben de beklemiyordum ama kızın düğünü berbat oldu,” dedi Aysel de.

“Tabi berbat olur. Neler olmuş öyle?”

“Susun,” dedim araya hemen girerek. Sesimi duyunca ikisi de bana doğru döndü. Her şeyi öğrendikten sonra Doğanay’ı yukarıya, odasına çıkarmıştım ama kızlar beni arayınca yanlarına gelmek zorunda kalmıştım. Bahçede, geldiğimiz arabanın yanındaydılar ve beni bekliyorlardı. Ama görünüşe göre de beklerken dedikodu yapmayı ihmal etmiyorlardı.

“Bize niye çıkışıyorsun?” Konuşan Nil’di. “Olanı konuşuyoruz.”

“Zaten yeterince kendi aranızda konuşmuşsunuzdur. Artık susmayı deneyin.”

“Betül,” dedi Aysel çekinerek. Ona baktım. “Duyduklarımız doğru muydu?” diye sordu. Yavaşça sorması verebileceğim karşı tepkime karşıydı. “Doğanay, abisinin söylediklerini inkar etti ama ben bilemedim. Sen bilirsin. Yaşamış mı abisinin anlattıklarını?”

Ben salon yerine gelmeden önce Doğanay’ın abisi neler anlatmıştı, bilemiyordum fakat geldikten sonra şahit olduklarıma bakılırsa aynı şeyleri söylemiş olmalıydı. Doğanay her şeyi itiraf etmişse de düğün yerinde abisinin dediklerini kabul etmemiş, abisinin kocasına karşı nefretinden dolayı anlattıklarını söylediğini savunmuştu. Kızlarda bunu duymuştu. Asıl gerçeği ise çiftlik evinin salonunda bize anlatmıştı.

Bize dediğim kişiler ise tam liste şuydu. Ben, Ebru denilen gıcık kadın ve gıcık kadının abisi kurtarıcım kasklı. Bizden başka kimse salonda yoktu.

“Doğanay’ın ne söylediğini duydunuz. Abisi düğününü mahvetmek istiyordu. Onu da yaptı,” dedim. “Başka bir şey yok. Adam istediğini aldı.” Ben gerçeği bilsem de böyle bilmeleri daha iyiydi. İnanıp inanmaları da benim sorunum değildi. Sonuçta arka arkaya duydukları onların doğrusu olacaktı. Benim şu an aklıma gelen başka bir sorun vardı. İkisine teker teker baktım. “Ama bugün burada olanları kimseye anlatmıyorsunuz. “Anlaştık mı? Kimseye anlatmıyorsunuz.”

“O nedenmiş?” diye sordu Nil.

Cevap veremeden “Kime anlatacağız ki zaten?” diye sordu Aysel.

“Teyzeme, anneme ya da akrabalardan herhangi birine,” dedim. Asıl anlatmak istediğim kesinlikle Emre’ye olan bitenin anlatılmamasıydı. Duyguları masum olsa da onun saçma düşüncelerini çekemez, ne yapacağını bilemezdim. “Kimseye anlatmıyorsunuz işte. Burada olan burada kaldı. Biri sorarsa her şey güzel geçti diyeceksiniz.” Yine gözlerim ikisinde gezindi. “Tamam mı?”

Aysel kimseye anlatmazdı ama Nil’den emin değildim.

“Yine soruyorum. Neden anlatmıyoruz?”

Nil’e bıkkın bakışlarımı çevirdim. Bir cevap almadan rahatlamayacaktı. Benim de aklıma mantıklı ve düzgün bir neden gelmeliydi. Ne söyleseydim? Emre dışında ne deseydim?

Fazla düşünmeme gerek kalmadan aklıma ilk geleni söyledim. “Abisinin bu tarzda biri olduğunun bizimkilerinin bilmemesi lazım.”

Bu kesinlikle mantıklı bir nedendi. Birazda doğruydu. Bizimkiler, en çokta annem Doğanay’ın abisinin tehlikeli, dolandırıcı biri olduğunu duyarsa kuşkulu aklı daha çok kuşkulanırdı. Doğanay’ın abisini bu akşama kadar hiç görmemiştim ama annem bana inanmazdı. Aklından türlü türlü vesveseler geçerdi. Haliyle beni darlardı.

“Nasıl bir tarzda olduğunu yani?”

Nil’in anlamamış gibi sorması sıkıntıyla oflamama neden oldu.

“Anla işte,” dedi Aysel benim yerime. “Ne yapacağı belli olmayan tiplerden bahsediyor. Değil mi Betül?”

Aysel’im. Kuzen gibi kuzendi. “Aynen öyle,” dedim. “Bizimkilerin asla ama asla bunu duymaması gerekiyor. Teyzeme söylediğiniz an annem de duyar ve başım belaya girer. Bu yüzden anlatmamanızı istiyorum.”

“Beni biliyorsun,” dedi Aysel. “Ben ağzımı açmam.”

Nil’e baktım. “Evet?”

“Ne evet?”

“Anlatmıyorsun!”

“Sen abisini tanıyor muydun?”

Gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum. “Hayır, ben de sizinle o adamı burada gördüm. Doğanay abisiyle pek görüşmüyor.”

“Belli ki görüşüyormuş.”

“Yaşadığımı söylüyorum size. Ben tanımıyorum.” Ofladım. “Bu konu çok uzadı. Kimseye anlatmıyorsun, tamam mı?”

Nil de sıkıntıyla soludu. “İyi, tamam. Kimseye bir şey anlatmam.”

Nedense ikna olmadım.

“Bakın birinden herhangi bir şey duyarsam cidden ikinizle de bozuşurum,” dedim üstüne basa basa. “Duyduklarınız burada kapandı. Bitti. Finish.”

“Tamam dedik ya,” dedi Nil oflayarak. “Bir şey anlatmıyoruz.”

“Anlatmayız, Betül,” dedi Aysel de. “Cidden.”

İçim rahat etmiyordu ama güvenmekten başka çarem yoktu. Eğer anlatırlarsa da onlara unutamayacakları bir ders vermek şart olurdu. Aysel’den yana kuşkum yoktu fakat Nil… Ne kadar onay verse de onun için aynı şeyi düşünemiyordum.

“Bu arada eşyaların nerede?” diye sordu Nil.

“İçeride.”

“İçeride mi? Neden? Biz ne zaman gideceğiz?”

Ah, şu konu. Birde bu vardı. Daha onlara söylememiştim.

“Ben de sizi bunu söyleyecektim,” dedim uzatmadan. “Benim Doğanay’ın yanında biraz daha kalmam lazım.”

“O zaman bizde mi kalacağız?” Bu sefer soru soran Aysel’di.

Açıkçası bilmiyordum.

“Annem durmadan arıyor,” dedi Nil telefonuna bakarak. “Ne zaman çıkacağımızı sorup duruyor. Ben de kadına çıkacağımızı söyledim. Gelmiyor muyuz diyeyim?”

O kadar dakikadır sonunda Nil’in ağzından aslında çözüm bulunması gereken bir sorun ortaya çıkmıştı.

“Saat kaç?”

Nil telefonuna tekrardan baktı. “On buçuk olmaya beş dakikası var.”

“Ben anneme gece yarısına kalmayız demiştim,” dedi Aysel.

“O zaman sizin gitmeniz lazım. Şimdi çıkılsa eve varana kadar on iki olur.”

“Nasıl gideceğiz? Bizi sen getirdin,” dedi Nil. Haklılık vermek istemiyordum ama Nil bunu düşünmekle haklıydı. “Getirdiğin gibi de götüreceksin Betül.”

“Doğanay kötüyse kalması da bence iyi olur,” dedi Aysel.

Nil, Aysel’e çıkışarak baktı. “Biz ne yapacağız o zaman? Ya bizde kalacağız ya da bizi götürecek. Eğer kalırsak anneme bir neden siz bulursunuz, ben bulmam.”

Bakışlarımı kaçırdım. İki kardeş konuşmaya devam ederken ben düşünmeye çoktan başlamıştım. Nasıl gideceklerdi? Güvenlikten taksi mi çağrılmasını isteseydim acaba? Güvenlik kulübesinin olduğu tarafa doğru bakarken taksi çağırmalarını istersem ücretini benim ödemem gerekir diye düşünüyordum. Sonuçta benim burada kalma isteğimden dolayı taksiye yönleneceklerdi. Gelip gitmek için kiralanan arabaya da hepimizin parası karışmıştı. Geri dönerken taksi ile gidip ücret ödeyince de onlara haksızlık olurdu. Haliyle taksi ücreti benden olmalıydı. Ama işin garibi cüzdanımda ne kadar olduğunu bilmiyordum. Taksi parası ne kadar tutardı? Hiçbir fikrim yoktu.

Güvenlik tarafından bakışlarımı çekip çiftlik tarafına baktığım sırada bir hareketlilik dikkatimi çekti. O hareketlilikte durup kaldım. Gözlerim kısıldı. Beynim fikirler üretmeye başladı.

Hareketliliği yapan kasklıydı. Düğün yerinin olduğu arka taraftan ön tarafa doğru ilerliyor, telefonla konuşuyordu.

Ben Doğanay’ı yukarıya çıkartmadan önce salondan çıkarak, dışarıya çıkmıştı. Doğanay ondan kocasını bulmasını istemiş, o da gitmişti. Şimdi de ortaya çıkıyordu ve aklım plan yaparken kasklıyı görünce dakikalar önce hissettiğim öfke ortaya çıkmak için bünyemi zorluyordu.

Doğanay, onun sütkardeşi yüzünden neler yaşamıştı?

Düşündükçe çıldırmamak elde değildi. Tamam, Doğanay birden fazla şey yaşamış, bunların üstesinden gelmiş, duyguları araya girince yeni bir sayfa açmak istemiş olabilirdi. Ama bu benim bu aileye öfkelenmeme yardımcı olmuyordu.

Bu akşam tüm bu olanların sebebi diğer taraftan onlar yüzündendi.

Her şey normal olsaydı, ne arkadaşımın düğünü mahvolacaktı ne de benim şu an burada kalmam için bir çözüm bulmam gerekecekti. Her şey, herkes mutlu, huzurlu ve sorunsuz olacaktı. Ama işte bir kucak dolusu sorun vardı.

Aklıma gelen fikirle birden hareket ettim.

“Nereye gidiyorsun?” diye sordu Nil arkamdan.

“Geliyorum, bekle,” dedim onlara bakmadan.

Ardı ardına attığım adımlarım Sedat’ın yanına giderken, elbisemin eteği bacaklarımın arasına giriyordu. Ona doğru geldiğimi fark etmedi ama fark etmesine gerek kalmadan, “Hey, baksana,” diye seslendim. Sesimi nazik ya da sıradan tutmamaya bizzat özen gösterdim. O an telefonunu kulağından çekiyordu. Ya sesimi duymadı ya da duydu ama duymazlıktan gelerek yürümeye devam etti. Adımlarımı hızlandırdım. “Hey,” dedim tekrardan ben de. “Sana diyorum.” Bu kez işimi şansa bırakmadım. Duysa da duymasa da kendimi önüne doğru attım ve yolunu kestim. Önünde beni görünce duraklamak durumunda kaldı. “Telefonla konuşurken tüm dünya ile bağlantın mı kesiliyor?” diye sorarken, arkasından koşturduğu için sesimde çıkışma vardı. Ne diyorsun bakışları gözlerine yansırken devam ettim. “Sana sesleniyordum. Kulaklarında bir problemin yoksa duyman gerekirdi.”

Söylediklerimden veya tavrımdan hoşlanmadı. Birazda afallamıştı. “Kulaklarım duyuyor,” dedi düz bir şekilde.

“Ama duymadı. Her neyse. Direkt seni neden durduğumun konusuna geçeceğim.” Gözlerim gözlerinde gidip geldi. “Sizin yüzünüzden bir sorunum var ve sen de bunu çözeceksin.”

Pek direkt konuya girdiğim söylenemezdi ama düşünmeden konuşuyordum.

Ses etmeden aramızda kısa bir sessizlik yaşandı. “Çözeceğim ne malum?” Şimdi de dikkatle yüzüme bakıyordu.

“Bu sorunun cevabını biraz önce verdim. Çözeceksin çünkü sorun sizin yüzünden.”

“Bizim yüzümüzden,” dedi dediğimi tekrar ederek. “Ne demek istiyorsun?”

Karşısında dimdik dururken, bakışları nasıl üstümdeyse benim ki de yakışıklı yüzündeydi. Zihnimden geçen iltifatı bir kenara fırlatmak istesem de düşüncelerim adamın yüzünün hakkını veriyordu.

“Bu akşam neler olduğunu bir daha benimde anlatmama gerek yok,” dedim düşüncelerimin arasında. “Sen de, ben de ne duyduğumuzu biliyoruz.” İçeride konuşulanlardan önceden haberinin olmadığını kız kardeşine söylemişti. Olayların olduğu zamanlarda büyük ihtimalle kendisi yurtdışındaydı. Çünkü Doğanay daha yenilerde geri geldiğini söylemişti. Yine de benim içimde şüphe vardı. “Doğanay’ın nasıl bir halde olduğunun ailece farkındasınızdır herhalde. Kız yıkıldı. Affettiği, aşık olduğu kocası ortalıkta bile yok. Bu halde Doğanay yalnız kalamaz. Ben de onu bırakmam.” Durakladım. Hızlıca konuştuğumdan nefessiz kalmışım gibi hissettim. Cümlemi kesmeden beni dinlemişti. Kısa bir nefes alıp devam ettim. “Ama ben tek gelmedim. Kuzenlerimde burada ve benim burada kalmam gerekirken onların gitmesi gerekiyor. Güvenli bir şekilde.”

Normalde karşısına geçip herhangi bir şey için ondan yardım istemezdim ama ben bu duruma yardım olarak bakmıyordum. Başımdaki sorun onlar yüzündendi. Sorun onların yüzünden çıkmışsa da çözümde onlardan gelmeliydi.

Bakış açısı… Her şeyi değiştirirdi.

Merakla ne cevap vereceğini bekledim. Fazla beklememe gerek kalmadı.

“Hallederim,” dedi bakışlarını telefonuna indirirken. Halledecekti tabi. Sonra da birini arayıp telefonunu kulağına götürdü. Yanımdan bir iki adım uzaklaştı. İlk çalışta telefonu cevaplanırken “Neredesin Adem?” diyen sesini işittim. “Sana bir işim düştü.”

Kasklı biraz daha uzaklaşırken bakışlarımı kaçırdım. Kızların olduğu tarafa baktım. Emindim ki meraklı bakışları üstümde olmasa da zihinleri merakla çalışıyor olmalıydı. Ama yanılmıştım. Bulunduğum tarafa bakıyorlardı. Elbette dik dik bakmıyorlardı. Birbirleriyle konuşurken bakışlarını çevirdiklerine şahit olmuştum. Onların olduğu tarafa baktığımı ilk gören Nil’di. Bakışlarıyla ileriyi doğru işaret ederken, ne yapıyorsun, dercesine dudaklarını oynatmıştı.

Bakışlarının nereye gittiğinin izlemesem de biliyordum.

Kasklıyı işaret ediyordu.

“Kuzenlerin evlerine bırakılacak.” Kasklının sesini duyduğum an bakışlarımı kaçırmıştım. Konuşması bitmiş, yanıma gelmişti. Zaten kısa bir görüşmeydi. Yeniden karşımda dururken bakışlarını da üstüme çevirmişti.

“Kim bırakacak?” diye sordum. “Adem diye biriyle konuştun. O mu?”

Kuzenlerimi kimin bırakacağını bilmem hakkımdı.

“Evet.”

“Güvenilir biri mi?” Sonuçta bahsettiği kişiyi ben tanımıyordum. “Çünkü kızları buraya ben güvenli bir şekilde getirdim, emanet edilecek kişinin de güvenli biri olduğunu bilmek istiyorum.”

Sonuçta teyzeme bir söz vermiştim. Kızlarını ben buraya getirmiştim. Bana güvenmişti. Geri dönerken de aynı şekilde güvenli bir halde geri dönmeleri gerekiyordu ama bunları karşımdaki kişiye söylerken bu kadar uzun bir açıklama gereksizdi ama dudaklarımdan bir kere cümleler çıkmıştı.

“Şüphen olmasın. Güvenilir biri.” Gözleri gözlerimde gidip geldi. “Kuzenlerin güvenli bir şekilde evlerine bırakılacak.”

O an bir anlığına tuhaf bir şey hissettim ya da gördüm. Bakışlarında beni anladığına dair bir sıcaklığın varlığını görür gibi olmuştum. Ya da başka bir şey de olabilirdi. Çözmeye akıl patlamadım. Bakışlarımı kaçırır gibi oldum.

“Tamam o zaman,” dedim. “Ben kızlara habereyim.”

Başka bir şey demesine fırsat vermeden hareket ettim ve kızların yanına doğru ilerledim. Kızlar yanlarına geldiğimi fark eder etmez bana baktılar. Yanlarına vardığım an Nil, “O konuştuğunda kimdi öyle?” diye sordu.

Merak etmeleri doğaldı. Kasklı ile konuşmaya giderken gelebilecek soruların riskini almıştım.

“Damadın sütkardeşi,” dedim direkt.

“Birbirinizi tanıyorsunuz yani?”

“Hayır,” dedim ona da direkt. Doğruydu. Aslında tanımak denmezdi.

“Ama bizi burada öylece bırakıp adamla konuşmaya gittin.”

“Hatta önünü kestin,” dedi Aysel araya girerek.

“Evet, önünü kestin,” dedi Nil. “Tanımadığın bir adamın önünü insan kesemez.”

“Teker teker gelin,” dedim sorgulamalarına. “Adamla konuşmaya gittim çünkü size bir çözüm bulmaya çalışıyordum. Buradan nasıl gideceğinizi sorup duruyordunuz. Bir yol buldum. Eve bırakılacaksınız.”

“Nasıl?” diye sordu Nil.

“Tanıdığı biri sizi eve kadar bırakacak.” Tanıdığı ya da çalışandı. Onu bilemiyordum. “Teyzeme geç kalma ile ilgili bir şey demenize gerek yok. Birazdan araba gelecek.”

“Sen ne yapacaksın?” Aysel’in sesiyle ona baktım.

“Ben de arabayla gelirim.”

Başını tamam dercesine hafifçe salladı.

“Ben ikna olmadım,” dedi Nil şüpheli bir şekilde. Bakışları bendeydi.

“Neye ikna olmadın?”

“Bence bize anlatmadığın bir şey var. Yoksa şu sütkardeşle bizim bilmediğimiz bir samimiyetiniz mi var?”

“O da ne demek öyle?” diye çıkıştım duyar duymaz. “Samimiyetimiz falan yok.” Onun yerine adama ödeyeceğim fatura bedeli vardı. “Siz Doğanay’ın misafirlerisiniz. Düğün sahibinin akrabasına ben de durumumuzu bildirdim.” Altını çiziyorum; kızlar bunu yardım istemek olarak görseler de ben öyle görmüyordum. “Ayrıca adamın önünü kestim çünkü sesimi duymadı.”

“Adama samimi bir şekilde hey dediğini duydum,” dedi Nil.

“Adını unuttuğumdan öyle dedim.” Tabi ki de adını unutmamıştım. Birden fazla şekilde kendisine hitap edebilirdim. “Her neyse işte. Sorunumuz çözüldü. Önemli olan da bu.”

Nil yüzünden bana inanıp inanmadığını anlayamadım. Sorun değildi. Ne düşünüyordu, bilemezdim ama kasklı ile farklı bir sorunumun olduğunu asla bilmeyecekti. Bilirse anneme yumurtlaması an meselesi olurdu.

“İyi öyle olsun,” dedi Nil karşılık olarak.

Hafiften rahatladım ama rahatlamam o an ne kadar doğruydu, bilemiyordum. İçimden bir ses rahatlamamam gerektiğini, diken üstünde durmaya devam etmem gerektiğini söylüyordu.

***

Benim çiftlik evinden geri dönüşüm kızlardan bir saat sonra oldu. Doğanay’a bu gece için isterse yanında kalabileceğimin teklifini yapmıştım ama istememişti. İstemeyince diğer günde gelebileceğimi söylemiştim. Onu da istememişti. Ben de zorlamamıştım. Ne isterse onu yapacaktım.

Kızların benden önce yola çıkmaları ayarlandığı gibi olmuştu. Kasklı, söylediğini yaparak, kızları arabayla yollamıştı. Ben de ne olur olmaz diye bindikleri arabanın plakasını aklıma not etmiş, eve vardıklarında beni de haberdar etmelerini istemiştim. En son mesajlaştığımızdaysa mahallerine varmışlardı. Yolda trafik olmadığından tahmin ettiğim süreden yolculukları kısa sürmüştü.

Kendi yolculuğumun da kısa sürmesini isteyerek çiftlik evinden çıkmıştım.

Daha önce yalnız başıma gece sayılabilecek bir saatte arabayla yolculuk etmemiştim. Daha doğrusu kendi sürdüğüm arabayla yolculuk etmemiştim. Benim için bu ilkti. Bugün deneyimleyecektim.

Kasklıyı ise çiftlikten çıkarken görmemiştim. Bahçedeki konuşmamızdan sonra bir kez daha Doğanay’ın kocası eve geldiği zamanda aşağı katta görmüştüm. O da şöyle gelişmişti; Doğanay ile yatak odasında konuşurken Doğanay aşağıdan ses duymuştu ve odadan hızla çıkmıştı. Duyduğunu ben de duymuştum. Kapının zili çalmıştı. Doğanay aşağıya inerken arkasından da gitmiştim.

Ve yarım kalan düğünden sonra gelin ve damat merdivenlerde buluşmuşlardı. Onların ki sıkıntılı bir buluşmaydı ama birazda olsa birbirlerini görmüşlerdi. Çünkü Doğanay’ın kaynanası oğlunun eve girmesini yasaklamıştı. Hal böyle olunca gardiyanlık görevini kasklının kız kardeşi üstlenmişti. Oluşan gerginliğin üstüne gitmekte oldukça meraklıydı.

Ben de o kargaşada kasklıyı görmüştüm.

O kadardı.

Günün sıkıntısını üstümden atmak istiyordum.

Ne olaylı bir akşamdı ama.

Arabanın içinde hareketli müziklerin çaldığı radyo kanalı açıktı. Şu an Nil’in akıl karıştırıcı sesi olmadığı için ekstra huzurluydum. Düğüne giderken ki halini hatırladıkça erkenden gitmeleri benim için daha iyi olduğu bile söylenebilirdi. Sakin zihinle araba kullanmak gibisi yoktu.

Çoğul düşünmemeliydim. Aysel ile yolculuk edilebilirdi. Ama Nil ile aynı ki düşüncede değildim. Kardeşi yüzünden Aysel de arada kaynıyordu.

Çiftlik evinden çıkarken üstümü değiştirme zahmetine de girmemiştim. Nasıl olsa arabaya binecek, eve varacaktım. Geldiğim gibi kıyafetlerimle geri dönmenin bir anlamı yoktu.

Yolda şu anlık sakin gözüküyordu ama daha çevre yoluna giriş sağlamamıştım. Orman yolundaydım. Benden başka birkaç tane araba görmüştüm. Onlarda önüme geçmiş, ortalıktan kaybolmuşlardı. Issız bir yoldu. İki yandan yükselen ağaçların sıklığı karanlıkla birleşince gündüz halinden epey farklıydı. İtiraf etmeliyim, gecenin karanlığında korkutucu görünüyordu.

O an Nil’in ıssız yollar ile ilgili söyledikleri aklıma geldi. Şu an yanımda olsaydı kesinlikle çenesi durmaz, bu sefer korku filminin içinde olduğumuzu tasdiklerdi. Bununla yetinmezdi. Paniklerdi. Panikleyince de beni sinir küpü yapardı.

İyi ki de şu an yanımda değildi.

Tamam, dışarısının korkutucu olduğunun şu an ben de farkındaydım. Atmosfer tam da korku filmlerine konu olacak cinstendi. Ama tahminen on beş dakika gibi bir süre sonra normal yola çıkacaktım. Bu yüzden içim rahattı. Bu rahatlık hissi fazla sürmedi. Çünkü arabaya garip bir şeyler olmaya başladı.

Başta hızı yavaşladı. Sonra ne olduğunu anlayamadan öne tökezlermiş gibi motoru yavaşladı. O an nasıl akıl ettiğimi ben de bilmiyordum ama son anda arabayı kenara çekebilmeyi başardım. Çektiğim sırada ise motor tamamen durdu.

En kötüsünü düşünmeden önce arabayı tekrar çalıştırmayı denedim.

Çalışmadı.

Bir kere daha denedim. Yine çalışmadı.

Bir daha denedim. Sonuç hüsrandı.

Kaç kere denediğimi artık sayamadım.

Arabadan hareket edeceğini düşünebileceğim herhangi bir ses gelmedi! Gelmeyecekti de! Kahretsin, araba bozulmuştu! Nasıl olabilirdi bu? Bilmiyordum ama olmuştu. Araba hareket etmiyordu.

Bakışlarımı dışarıya çevirdim. Etrafım ağaç, gece, sessizlikle çevrelenmişti. Ve ben de tam bu üçgenin içinde bozulmuş bir arabanın içinde yalnızdım!

Hem de yapayalnızdım.

Nil’in söyledikleri aklımda yeniden tekrar etti.

Bir filmin içinde değildim ama artık korku filminin içinde olmaya aday biriydim.

Loading...
0%