@__okuyan94__
|
Oy ve yorumları bekliyorum.
7. Bölüm
Başım dertteydi! Kesin ve net bir şekilde dertteydi. Hayatım boyunca böyle bir şeyi yaşayacağımı ne düşünür, ne de hayal edebilirdim. İnsan nasıl hayal edebilirdi ki? Ben de kullandığım arabanın bozulacağını hiç düşünmemiştim. Hem de gece karanlığında, ıssız bir orman yolunda, tek başıma. Güzeldi. Çok güzeldi. Araba bozulması ihtimali insan hayatının bir yerlerinde olabilirdi fakat bu. Bu şekilde. Böyle bir kombinasyonun bir araya geleceği şu durum kesinlikle asla ama asla aklıma gelmezdi. Bakışlarımı önüme çevirirken sakince nefes alıp verdim. Panik olmadan önce doğru düzgün düşünmem gerektiğini biliyordum. Kolay kolay panik olan biri de sayılmazdım ama şu an kolay bir durumun içinde olduğum söylenemezdi. Her an panik olabilirdim. Bu yüzden kendimi sakin olmam gerektiği hakkında zihnimi yönlendirdim. Bir kez daha arabayı çalıştırmayı düşündüm. Belki bu sefer şansım yaver giderdi ve kabuslara konu olacak bu durumdan çıkabilirdim. Belki de uyuyordum ve kabus görüyordum. Çoktan eve gelmiş, yatağıma girmiştim. Nasıl bir yerden düştüğünü görüp irkilerek uyanıyorsak ben de anahtarı çevirince yatağımda uyanacaktım. Olabilirdi. Neden olmasındı? Anahtara dokundum. Gözlerimi kapatıp yavaşça çevirdim. Kulaklarımın dikkatini motor sesine verdim. Ses gelmedi. Gözlerimi hızla açtım. Herhangi bir değişiklik olmamıştı. Her şey aynıydı. Radyodan gelen müziğin sesi aynı ki düzeydeydi. Karanlık aynı karanlıktı. Orman yolu aynı orman yoluydu. Hareketsiz şekilde arabanın içinde duran ben de aynıydı. Arabam çalışmıyordu. Bu kabustan uyanamıyordum da. Demek ki tüm bunlar kabus değildi. Gerçekti. Ve artık o binlik sorular karşıma çıkıyordu. Ne yapacaktım? Neden bu haldeydim? Asıl soru neden araba bu haldeydi? Arabayı kiraladığım firma arabanın kontrollerini mi yapmamıştı? Yarı yolda kalmak için mi kızlarla o kadar para vermiştik? O firmanın altını üstünü getirmek şart olmuştu. Ama ilk önce telefonda bir güzel benzetecektim. Beni bu hale getirenler çözümü de bulacaklardı. Bu saatte çekici mi gelirdi, yoksa itfaiyeyi mi çağırırlardı, bilmiyordum ama beni bu durumdan o kahrolası firma kurtaracaktı. Eğer onlardan hayır gelmezse de rehberimde olan birinden yardım isteyecektim. Kimi bu ıssız yere çağıracaktım? Bilmiyordum ama birini bulmayı umuyordum. Araba kullanmayı bilen ya da arabası olan biri gerekiyordu. Bu kriterlere uyan ilk aklıma gelen kişi kuzenim Emre’ydi. Hem araba kullanmayı biliyor hem de babasının arabasını alabilirdi. Teyzemlere bir bahane uydurup yanıma gelebilirdi. Ama sorun şuydu ki; Emre ile aramız bozuktu. Aynı zamanda da Doğanay’ın düğününden dönerken yolda kalmıştım. Bozuk olmasa da günün anlam ve öneminden Emre’yi elemek durumunda kalırdım. Her türlü öyle ya da böyle Emre’yi çağıramazdım. Başka bir seçenek bulmam gerekecekti. Diğer yandan bozuk arabanın durumu ne olurdu, bilemiyordum ama büyük ihtimalle çekici gelmesi gerekecekti. Ondan önce benim buradan kurtulmam gerekiyordu. Yan koltuktaki çantama uzandım. Dizlerimin üstüne koyup içinden telefonumu çekip çıkardım. Çantayı tekrardan yerine koydum. Yüzüme gelen saç tellerimi geri yolladıktan sonra telefonun ekranını açmak için düğmesine bastım. Ekran gelmedi. “Yok artık,” dedim arabanın içinde. Bir kere daha denedim. Ekrandan eser yoktu. “Ama… Ama bu olmamalı,” diyen sesimi duydum.” O an kızlara mesaj attığım zaman ki düşüncem aklıma geldi. Sonra hareketlerimi hatırladım. Arabaya binmiştim. Çiftlik evinden çıkmadan önce telefonuma bakmış ve şarjımın çok az kaldığını fark etmiştim. Gördüğümde pek önemsememiştim. Beni eve kadar götüreceğini düşünmüştüm. Görünen o ki düşünmekle de önemsememekle de hataların büyüğünü yapmıştım. Kendime sinirlenerek telefonu yan koltuğa sertçe koydum. Önüme bakarken kızlar aklıma düştü. Acaba eve varmışlar mıydı? Büyük ihtimalle varmışlardı. Ama yanımda olduklarındaki hallerini düşünmek bile istemiyordum. Aysel sakinliğini koruyabilirdi. Nil ise? Onun için aynı şeyi düşünemiyordum. Anında panikler, senaryodan senaryoya geçerdi. Yine de tek başıma bu halde olmaktansa yanımda olmalarını tercih ederdim. Durumum idrakini an be an yaşarken sorunumun ciddi anlamda büyük olduğunu kabul ederken bakışlarımı kaldırdım. Karanlık yola doğru baktım. Arabam çalışmıyordu. Telefonumun şarjı bitmişti. Peki şimdi ne halt edecektim? Çözümler üreten aklımın hiçbir fikri yoktu. Aklımın bu denli çalışmadığı bir zaman dilimi daha olmamıştı. Olduysa da hatırlamıyordum. En azından ufakta olsa bir planım, izleyeceğim bir yol olurdu. Fakat şimdi küçük, ufacık ne yapacağım hakkında bir düşüncem yoktu. Gözlerimi araba farlarının aydınlattığı yoldan çekemiyordum. Ne kadar bir süre o karanlık yola baktığımı hesaplamazken kulaklarım radyodan gelen müziğin sesini duyuyordu. Ne çaldığını umursamadım. Müziğin sesi bile sinirime dokundu. Doğru düzgün düşünmeme olanak sağlamıyordu. Radyoyu hışımla kapattım. Müzik sesi kesilince arabanın içi sessizlikle buluştu, birkaç dakika o halde durdum. Geçirdiğim dakikalarda düşünmem gereken şeyler yerine kendi kalbimin atışlarından başka bir ses duyamadım. “Hayır, hayır. Böyle durmak hoşuma gitmedi.” Issız bir yolda, ıssız bir sessizliğin içinde hoşuma gitmemişti. Sessizlikte durmak iyi bir fikir değildi. Yalnız ve çaresiz olduğumu buram buram hissettiriyordu. Sessizlik oluşan panik halimin net hali için yardımcı olmaktan ziyade köstek oluyordu. Ben de kısa bir sessizlikten sonra radyoyu tekrar açtım. Çalan müziğin sesi ile yalnız olduğumu bir kenara iteklemeye çalıştım. Yarı yarıya başarılı oldum. “Tamam,” dedim sesli bir şekilde, kendimi sakinleştirmeye odaklanırken. “Şimdi baştan düşünelim.” Kontaktaki anahtara baktım. “Arabam bozuldu. Neden bozuldu, bilmiyorum ama tekerliklerden herhangi biri patlamadı.” Öyle olsaydı nasıl değiştireceğimi bilmiyordum ama bagajda tekerlik vardı. Kiralama firmasındaki adam arabayı tanıtırken göstermişti. Ön camdan ön kaputa baktım. “Yani belli ki kaputun altındakilerde bir sorun var.” Büyük olasılıkla öyleydi. “Her neyse. Bir şey bozuldu ve beni bu halde bıraktı.” Öğrensem de bir işe yaramayacaktı. Yan koltuğuma bakışlarım gitti. “Sürpriz. Telefonumun da şarjı bitti ve kimseyi arayamıyorum.” Bakışlarımı kaçırdım. “Arabaların ara sıra geçtiği bir orman yolunda, iletişim aygıtım olmadan bir arabanın…” Zihnim bir dakika derken, durakladım. Son cümlemdeki ilk kelimelere geri sardım. Arabaların ara sıra. Arabalar. Ara sıra. Bu bir çözüm olamaz mıydı? Olabilirdi. Arabamın bozulduğu şu ana kadar yoldan herhangi bir başka araba görmemiştim. Ama bu halde olmadan önce geçen arabalar görmüştüm. Ruhumu bir huzursuzluk kapladı. Bu düşüncenin zihnime gelmesiyle elenmesi bir oldu. Bu karanlıkta yoldan geçen arabaya güvenemezdim. Arabaya güvenilirdi de, içindekine güven olmazdı. Akbaba gibi tetikte bekleyen suç potansiyeli taşıyan insanlar dünyada çoktu. İnternette, haberlerde neler görüyordum. Onlardan birine denk gelmem kaçınılmaz olabilirdi. Sonuçta ortam fazlasıyla hazırdı. Bir orman yolunda, gece saatlerinde bir kızın arabası bozulmuştu. Telefonum da yok konumundaydı. Bağırsam kimse duymazdı. Yanımda kendimi savunacak hiçbir şey de yoktu. Kesinlikle, bu bir çözüm yolu değildi. Dışarı çıkıp yol boyunca yürüyemezdim de. Geri dönmek için uzun bir yol gelmiş, ileriye gitmek için de ne kadar yol gitmem gerektiğini adım olarak bilmiyordum. Diğer yandan ve en büyük sorun ise başkaydı. Dışarıda tehlikeye açık olurdum. Kesinlikle açık olurdum. Arabada hiçbir şey yapmadan da duramazdım. Ama kimseyi ben durdurmasam da öyle ya da böyle er veya geç bu yoldan birileri geçecek, ön farları yanarak duran bu arabayı görecekti ve duracaktı. Ya da ilgilerini bile çekmezdi. Bilemiyordum. Sadece kendi halimin çaresizliğini biliyordum. “Kahretsin,” dedim başımı ellerimin arasına alıp öne doğru eğilerek. “Ne yapacağım ben?” Başladığım kısma geri dönmüştüm. Hiçbir şey bilmemek, çözüm üretemediğim kısmıma. Ellerim de zihnim de bomboştu. Boş bir kovandan farksızdım. Sinir krizi geçirmemek için kendimi zor tutuyordum. O sırada bir ses duyarak irkildim. Daha doğrusu son sürat yan şeritten geçen arabanın sesini duymuştum. Şaşkınlık ve irkilme bir arada bünyeme gelince belli bir tepki de verememiştim. Ama bakışlarımı kaldırıp doğruldum. Arabanın arkasına doğru baktığımda arabanın çoktan uzaklaştığını gördüm. Anlaşılan giden zararsız, umursamaz bir arabaydı. Sonuçta ne durarak aklımdaki senaryoların başlangıcının oluşmasını sağlamıştı ne de yol kenarındaki arabada bir sorun olduğunu anlamıştı. Anlasa da umursamamıştı. Arabanın ışıkları kaybolana kadar bakışlarımı yoldan çekmedim. Tamamen kaybolduğunda önüme plansız bir şekilde döndüm. Bir kez daha kendime soru yönelttim. Ne yapacaktım? Ya riskleri göze alıp yoldan geçecek arabaların birinden yardım isteyecektim. Ya da sabahın olmasını bekleyecektim. İkinci seçeneğin nereye çıkacağını bilmiyordum. Sabaha kadar beklediğim taktirde sabah için bir planımda yoktu. Ama en azından gündüz olacaktı. Daha az korkutucuydu. Tabi bozuk bir arabanın içinde sabaha kadar çıkabilirsem… Ne kadar dakika daha o halde durdum, farkında değildim. O halde iki tane daha araba geçip gitti ama arabaları görmem biraz zamanımı almıştı. Sebep erkenden fark edemememdi. Çünkü o halde olmamı sağlayan araba kiralama şirketine vardığımda neler söyleyeceğimi düşünüyordum. Haliyle ben fark edene kadar ve belli bir karar veremeden arabalar kayboluyordu. Kendimi toparlanmaya çalışırken bir kez daha bir ışık göründü. Gözlerimi direkt yola diktim. Mesafesi bulunduğum yere biraz vardı ama farlarının karanlıktaki hali uzaktaki bir yıldız parlamasını andırıyordu. Umutlanmak ile aklımdaki kötü senaryolar arasında gidip geldim. Durması için tepki verip vermemeyi düşündüm. Gerçi onu da nasıl yapacağımı bilmiyordum. Gündüz olsa dışarıya çıkar, el kol hareketi yapardım ama bu karanlıkta dışarıya çıkmak istemiyordum. Ya da arabayı kullanacak, gerçek anlamda değildi tabi. Selektör yapabilirdim. En azından ışıklarım çalışıyordu. Ben bunları düşünürken her saniye de araba yaklaşıyor, farlarının ışığı büyüyordu. Bir karar vermem gerekiyordu. Elim direksiyonu kavrarken parmaklarım arkasındaki kola gitti. Şansımı denemem gerektiğinin farkındaydım. Sabaha kadar bu ıssız orman yolunda kalamazdım. Hiçbir şey olmadan sabaha kadar arabanın içinde kalsam bile öyle ya da böyle sabahta aynı ki şeyleri yaşamam gerekecekti. Her türlü bir arabayı durdurmam ve yardım istemem gerekiyordu. Ne olursa olsun, diye düşündüm. Tam selektör yapacağımda yapmama gerek kalmadı. Arabanın yavaşladığını anladım. Anbean arabanın bulunduğum tarafa geçtiğini önüme doğru park edilişini izledim. Araba modellerinden anlamadığımdan modeli benim için bilinmez taraftaydı. Ama siyah bir arabaydı. Yanan farları bulunduğum arabanın önünü aydınlatırken gözlerimi kırpıştırdım. Herhangi bir şey yapmama kalmadan arabanın durması hoşuma gitmeli miydi yoksa şüphelenmeli miydim? O an karar veremedim. Araba park haline geçiş sağlamıştı ama far ışıkların gerisinde sürücüyü göremiyordum. Aynı şekilde tam karşımdaki araba içinde aynı durum söz konusuydu. Nasıl ben göremiyorsam, büyük ihtimalle her kimse o da beni göremiyordu. Sürücü tarafındaki kapı açılıp içeriden biri çıktığında tüm dikkatim o taraftaydı. Bir adam arabadan indi. İner inmez durumun hoşuma gitmediğini hissettim. Refleksle yan koltuğa koyduğum şarjı bitik telefonuma uzandım. Yaptığım hareketin bir nedeni vardı. Adamın yüzünü gördüğüm an iyi bir elektrik almadığım bu nedenlerden biriydi. Otuzlu yaşlarının ortalarını da geçmiş birine benziyordu. Esmer, uzun yüzlü, kirli sakallıydı. Bazen insanın yüzüne bakıldığında tekin olmadığı anlaşılan insanlar vardır ya. İşte içinde durduğum duran arabama doğru ilerleyen adam o insanlardan birine benziyordu. Zihnimde oluşan senaryolardan birinin bu kadar erken gerçekleşeceğini hiç düşünmemiştim. Belki önyargıydı bu, belki de içime doğmuştu, bilmiyordum ama içime sıkıntı çöreklenmişti bir kere. İkincisi ise diğer kapıdan da başka birinin arabadan inmesiydi. Onunda diğerinden bir farkı yoktu. Kendimi zaten berbat hissediyordum. Şimdi ultra berbat hissetmeye başlamıştım. İlk adam yanıma doğru ilerlemeye başlamadan önce telefonu kulağıma götürdüm. Arabada yalnız olabilirdim ya da telefonum şu an çalışmıyor da olabilirdi ama farklı bir görünüm vermekten başka aklıma bir tepki gelmiyordu. Yanlış düşünüyor olabilir ya da yanlış hissediyor da olabilirdim. Yine de kendimi arabaya kilitledim. Ne olur olmazdı. Kendimi böyle daha garanti de hissediyordum. Ama yanlış düşünüyorsam da şu an bu kişilerin yardımını istemiyordum. En azından arabada bir kadın olsaydı ya da arabadakiler bir aile olsaydı, şu an ki hissettiklerimi durdurabilirdim. Bana kalırsa aile arabasını tercih ederdim. Ama öyle değildi. Bakışlarımı adamdan hızla çektim. Dik dik korkuyla adamın yüzüne bakmam demem, kendimi ele vermem demekti. Sakinliğimi korudum. Bir yol bulup herhangi bir sorun olmadığını inandırıp yollarına gitmelerini sağlamalıyım diye düşündüm. Ve bunu da telefonla konuşuyormuş gibi rol kesmeye başlamakta buldum. Ama bulunduğum taraftaki cama tıklatıldığında içten içe irkilmekten alıkoyamadım. Bakışlarımı pencereye çevirdim. Adam kapının hemen diğer tarafındaydı. Yüzü görünmüyordu. Üstündeki siyah montunun içindeki siyah kazağın görüntüsü vardı. Ürkütücüydü. Bu durum fazla uzun sürmedi. Adamın biraz geriye gittiğini, sonra görüş açıma girdiğini gördüm. Yüzünü de o zaman görmüştüm. O da benimkini görmüştü. Yanıma gelirken de görmüş olması olasıydı. Ama ben bir kez daha ciddi anlamda bu adamda hoşlanmamıştım. Adam eliyle camı açmam için işaret etti. Aman ne güzel gerçekten. “Bir dakika canım,” dedim telefona doğru yalandan. Keşke şu an hattın ucunda biri olsaydı. Olmasa da arabanın dışındakiler bunu bilmiyordu. Böyle de devam ettirmeye niyetliydim. Adamın bakışlarının üstümdeydi. Benim de onun üstündeydi. Diğer adama daha bakmamıştım bile. “Buyurun,” dedim arabanın içinden cama doğru. Aslında Defol git, demek istiyordum. Ağzı oynamadı. Onun yerine yeniden camı açmam için hareket etti. Camı açmak istemiyordum. Hem neden açmam gerekiyordu ki? Bakışlarım ön kısma doğru kaydı. Diğer adamın nerede olduğunu kısaca bakmak istemiştim. Arabanın yanındaydı. İnmişti ama açık kapının yanında dikiliyor, bulunduğum tarafı elindeki sigarasını içerken izliyordu. Bu adamın yaşı yanımdakinden daha gençti. Ama aynı tekin olmayan bakışlar, aynı olumsuz elektrik onda da vardı. Adam camı açmamı beklerken ben de ne yapsam diye düşünüyordum. Düşüncelerimin karşı tarafa yansımaması lazımdı. Normal görünmeye çalışıyordum. Görünen o ki camı açmazsam diğer taraftaki adam ısrarlarına devam edecekti. Camı aşağıya indiren tuşa yavaşça bastım. Tabi ki de tamamen camı indirecek değildim. Kısacık bir açıklık bırakıp elimi tuştan çektim. Adamla konuşmadan, telefona “On dakika mı? Tamamdır aşkım,” dedim. Sonra da telefonu kapatır gibi bir izlenim verdim. Telefonunun siyah ekranını görmesin diye kulağımdan seri bir şekilde çekip ters tuttum. Arkasından da arabanın dışındaki adama baktım. “Evet, buyurun. Ne olmuştu?” Hafifçe aşağıya doğru eğildi. Bakışlarını içeride gezdirdi. “Yolda kaldın ha,” dedi. “Yardım ister misin?” Kelimeleri yuvarlaya yuvarlaya çıkmıştı. Adamın görüntüsü nasıl ürkütücü ise sesi de öyleydi. Gözleri üstüme çevrildi. Yüzüme bakmadan üstümde de oyalandı. İğrenç. “Evet, maalesef yolda kaldım,” dedim. “Ama yardım çağırdım.” Bilerek onunla konuşmadan önce telefonla konuşuyormuş gibi yapmıştım. Çünkü arabamın bozulduğu belliydi. Söylediğini kabul etmeyebilirdim de. Arabamın bozulmadığını savunabilirdim. Yol kenarına telefonla konuşmak için çektiğimi de söyleyebilirdim. Ama bunları arabasının motoru çalışan biri söyleyebilirdi. Benim motorum son nefesini vermişti ve araba kullanan herkes motorun durduğunu anlayarak, yalan söylediğimi anlayabilirdi. “Emin miyiz?” “Elbette. Siz yolunuza devam edebilirsiniz.” Kısa bir sessizlik yaşandı. Gideceklerini düşündüm. Şu ana kadar sakin, normal bir düzeyde ilerlemiştim. Sessizlikle geçen sürede dışarıdaki ıssızlığı iliklerime kadar hissetmiştim. “Nereden böyle?” Ne? Gözleri yine üstümde dolanmaya başlamıştı. Artık midem bulanıyordu. “Anlamadım?” Cevap vermedi. Burnunu çekerek doğruldu. Diğer adama doğru bakarak, sigaralı adama “Arabası bozulmuş,” diye seslendi. Bir problem var diye düşündüm ve kesinlikle içime doğan histe haklı olduğumu hissettim. “Ama yardımımızı istemiyor.” Evet, anlamışsın. İstemiyorum. Defolup git artık. Ama neden gitmiyordu? Adam gibi diğer adama doğru baktım. Yanımdaki adamın seslenmesiyle sigarasını yere attı. Kapının arkasından çıkarak yanımıza doğru gelmeye başladı. Yürüyüşünde bir tuhaflık vardı. Sersem gibi yürüyordu. O an anladım. Diğer adam sarhoştu. Yaklaştıkça bu daha da anlaşılır hale geliyordu. Lanet olsun, neler oluyordu? Yan tarafıma baktım. “Sevgilim, birazdan burada olur,” dedim her ne oluyorsa. “Size dedim, yardıma ihtiyacım yok.” “Olmaz,” dedi kapımda dikilen adam. “Keklenmedim.” Ne? Kaputa vurulma sesiyle yerimde zıplarken gözlerimi ön kısma çevirdim. Sarhoş olan kaputa vurmuştu. “Yardım istenmez mi ya?” diyerek diğer adamın yanına ilerlemeye başladı. “Ben her zaman yardım isterim.” “Polisi arıyorum,” dedim sertçe. Elimdeki telefonu sıkmaktan parmaklarım acımıştı. “Bu son şansınız. Yolunuza devam edin.” Sarhoş olan diğer adama baktı. “Polisi arıyormuş,” dedi taklit ederek. “Bekleyelim, arasın,” dedi o da bana bakarak. “Zamanımız var.” “Bence de zamanımız var,” dedi papağan gibi aynı cümleleri tekrarlayan sarhoş olan. Hiç böyle bir tepki beklemediğimden afalladım. Ben mi bir şeyleri kaçırıyordum yoksa adam çok mu umursamazdı? Polisi arayacağımı söylüyordum, olmadık tepkilerle karşılaşıyordum. Böyle olmamalıydı. Korkarak çekip gitmeleri gerekirdi. Ama bunlar tam tersini yapıyorlardı. Ayık olan bir daha konuştuğundaysa başımdan aşağıya ne varsa dökülmüştü. “Keklenmedim,” dedi tekrardan. “Telefonun kapalı.” Donup kaldım. Görmüş müydü? Ne zaman görmüştü? Ne zaman farkına varmıştı? Açtığım camın aralığını aniden kapattım. Kapımın açılmak için zorlandığını görmemse korkudan kalbimin ağzımdan çıkmasına neden oldu. Sonuna kadar yüzlerini gördüğüm an huzursuz olmakta haklıydım. “Bak sen,” dediğini duydum o adamın dışarıdan. Sesi camı tamamen kapatmamdan dolayı uzak geliyordu. “Kapıları kilitlemişiz. Olmadı bu.” “Defol git pislik!” Ne yapacaktım? Allah’ım ne yapacaktım? Yanımda kendimi savunacak hiçbir şeyim yoktu. Göz yaşartıcı spreyim bile yoktu. Ya da herhangi bir şey. Hiçbir şeyim yoktu. Düşüncelerim hızlı hızlı çalışırken sarhoş olan pencere camıma yapışarak ses çıkardı. Yeniden irkildim. “Pislik deme be güzelim,” dedi yüzünü camıma dayayarak. “Pisliğe mi benziyoruz?” Refleksle gözlerimi kaçırdım. Bakışlarımla arabanın içini taradım. Hiçbir şey yapmadan duramazdım. Torpido gözünü açarak içine baktım. Bomboştu. Kapımın yeniden açılmaya çalıştığını algıladım. “Sinirlenmemi istemezsin küçük kuş,” dedi ayık olan. Arabada mahsur kalmıştım. Mahsur kaldığım gibi bu iki psikopatla başım dertteydi. Onca insan bu yoldan bu saatte geçebilir, içindekiler normal, insan olabilirdi. Bunların içinden yüzde sıfır virgül bir oranında çürük olma potansiyeli vardı ve ben o potansiyeli olanlarla karşılaşmıştım. Bendeki de nasıl şanssa, her şey üst üste gelmişti ve her saniye kapana sıkıştığımın çaresizliğiyle yüzleşiyordum. Arabanın dışındaki psikopatlara kulaklarımı kapatmıştım. Söyledikleri cümleler midemi bulandırmaktan başka bir işe yaramıyordu. Yalnızca çözümlere, kurtulmaya odaklanmışken kalbimin korkuyla atmasından başka bir ses duymuyordum. Kurtulmamın nasıl olacağını da bilmiyordum ama bir şeyler bulmam gerekiyordu. Tam da o anlarda kulaklarım bir ses duydu. Dışarıdaki seslere kapalı olan kulaklarım açıldı. Zihnime tüm sesler hücum etti. Bakışlarım kalktığında dikiz aynasından arabamın arka tarafındaki başka bir arabayı gördüm. Duyduğum seste bir araba sesi değildi. Arabanın ne zaman geldiğinden, park edildiğinden bile bir haberdim. Duyduğum ses başka birinin sesiydi. O an ki afallamayla dikiz aynasından gözlerimi çektim. Yanıma bakacakken önümdeki hareketlilik dikkatimi çekti. Bana musallat olan adamlar arabanın yanından çekilmiş, çekilmekle kalmamış, uzaklaşmaya başlamışlardı. Uzaklaşma biraz basit kalırdı. Psikopatlar koşa koşa arabalarına gidiyordu. Resmen kaçırıyorlardı! Neler oluyor diye düşünürken bir yandan gidişlerinden emin olmak istiyordum. Gerçekten gidiyorlardı. İnanılır gibi değildi. Bu yüzden gözlerimi önümden çekemiyordum. Psikopatların arabalarına seri hareketlerle binmesini izleyene kadar gözlerimi önümden çekemedim. Aslında tamamen gitmeden gözlerimi çekmek istemiyordum ama camıma bir kere tıklanmasıyla çekmek durumunda kalmıştım. İrkilmemek elde değildi. Sonuçta cam tıklatılma ile ilgili dakikalar önce iyi anılarım yoktu. Ben de irkilmiştim. İrkilirken de sanki psikopatlar uzaklaşmamış gibi kalbim korkuyla atmaya devam ediyordu. O an zihnime de bir psikopat ruha daha katlanamayacağımı düşüncesi gelirken bakışlarımı refleks olarak yana kaydı ve gördüğüme inanamadım. Daha doğrusu gördüğüm kişiye inanamadım. Bozulan, beni yarı yolda bırakan arabanın yanında duruyordu. Kasklı. Yani Sedat. Yani kasklı. Dakikalar önce bana musallat olanların olduğu yerde dikiliyordu ve bana bir şeyler diyordu. İlk başta ne dediğini anlamamıştım. O da söyledikten sonra bakışlarını ileriye çevirdiğinden bir sonraki cümlesi sonra gelmişti. Şok olmuştum. Arkadaki arabanın kasklıya ait olduğunu kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Bu karanlıkta yardımıma gelecek kişinin o olduğunu da seksen yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Ama buradaydı. Nasıl yaptıysa psikopatları korkutmuş ve kaçırmıştı. Olan bende muammaydı. Korkudan etrafımda olup biteni bir anlığına anlamamıştım. Hayatımda bu kadar korktuğumu bilmiyordum. Berbat bir histi. Bir daha yaşamak istemiyordum. Araba sesi duyunca ön tarafa hemen baktım. Bir afallama da o zaman yaşadım. Çünkü kaçtıkları yetmezmiş gibi bindikleri araba yolunu değiştirmiş, gerisin geri dönmüştü. Böylece u dönüşü yaparak uzaklaşıyorlardı. İçime bir rahatlama yayıldı. Gerçekten de gidiyorlardı. Camıma tekrardan tıklatıldı. Biraz daha kendime geldim. Camımı indirmek için tuşa bastım. Ellerimin titrediğini fark ettim. Fark etmemle tuştan elimi çekmem bir oldu. Camın açılmasıyla arabanın için temiz havayla beraber kasklının sesi doldu. “İyi misin sen?” Sesini duyduğuma bu kadar sevineceğimi düşünmemiştim. Ama nasıl olduğumu bilemezken ona cevap veremedim. Temiz havayı içime çektim. Bu kez camı kısacık açmamıştım. Yarısından çoğunu açmış, berrak havayı hissetmek istiyordum. Yeterli gelmedi. Hızla kapının kilidi açıp emniyet kemerimi çözdüm. Kapıyı açarken Sedat, ineceğimi anladı. Kenara çekildi. Kendimi dışarıya attığım gibi derin nefes alıp verdim. Gecenin serinliğini hissettim. Öne doğru ilerleyip gittikleri yola baktım. Farlarının ışıkları görülmüyordu. Tamamen gitmişlerdi. Olanlara inanamıyordum. Bu gece bu yolda yaşadığım her şey kötü bir kabustan başka bir şey değildi. Kendimi sakin tutmaya özen göstersem de ellerimin titremesinden, kalbimin hala davul cinsinden atması sakin olmadığımın göstergesiydi. “Arabam bozuldu,” dedim önümü döndüğüm an attığım adımları geri alırken. Kasklı bıraktığım yerdeydi. Belli ki sakinleşmemi bekliyordu ama bana bakıyordu. “Ne olduğunu anlayamadım bile. Bu da yetmezmiş gibi telefonumun şarjı bitti. Kimseyi arayamadım. Sonra da o iki psikopat başıma musallat oldu.” Durakladım. O dakikalar hatırlamak istemediğim dakikalardı. “Kapana kısılmak tabirini bilir misin?” diye sordum, anlattıklarımı dinleyen adama. “Bence bilmiyorsundur çünkü sen tedbir alan adamlara benziyorsun. Başına böyle bir şey gelmez. Gelse de bir çaresine bakarsın.” Hayretle soludum. Şu an da nasıl yaptıysa aslında çaresine bakmıştı. Adamlar gitmişti. “Ben de başıma gelen sorunlara her zaman çaresine bakan biriyim. Ama buna bakamadım.” Bakışlarımı kaçırdım. Başımı istemsizce salladım. “Kabus gibiydi.” Şaşırdım. Başımdan geçen her şeyi bu adama anlatmak istememiştim. Tartıştığım ya da hoşlanmadığım hiç kimseye içimdekileri dökme gibi bir huyum yoktu. Başıma ne gelirse gelsin yapmazdım. “Telefonunu alsam, nasıl olur?” diye sordum, gözlerimi kasklıya çevirirken. Hala bana bakıyordu. Söylediklerimi lafımı kesmeden de dinlemişti. Arka arkaya konuşmamdan tepki verecekse de vermesini engellemiştim. “Neden?” Neden mi? “Yardım isteyeceğim,” dedim. “Söylediğim benim telefonum…” Lafımı kesti. “Seni ben götüreceğim.” Durdum. Adama borcum varken, üstüne bir de aramızdaki olumsuz elektrik varken ondan asla yardım bilinçli şekilde yardım istemezdim. “Gerek yok,” dedim bu yüzden. “Telefonunu verirsen yardım çağırırım.” “Götürmemi ister misin diye sormadım.” Ne yaptığını anlayamadan kapısını açık bıraktığım arabaya yöneldi. “Ne yapıyorsun?” dedim hemen. Duydu, tepki vermedi. Sürücü yerinden içeriye doğru uzandı ve ben ne olduğunu anlamaya çalışana kadar arabanın içinden çıktı. Sonra da “Eşyalarını al ve arabama gel,” diyerek arkasını dönerek arabasına yürümeye başladı. Emri vaki durumlar veya emir veren cümleleri hiç sevmezdim. Şu an bu adamın yaptığı da buydu. Emir veriyor, arabasına binmemi istiyordu. “Şaka mı bu?” diye yakındım arkasından hemen. “Şakaysa komik değil.” Onunda arabasının kapısı açıktı. Kapısının arkasına geçip bana doğru dönerek yüzüme baktı. “Bekliyorum.” Yerimden gram hareket etmedim. “Sen yardım istemedim!” “Bu böyle devam edecekse benim için sorun değil. Sen yardım istemediğini söylersin, ben de sormadığımı söylerim.” Sakinliği sinirlerimi geriyordu. “Ama,” diyerek devam etti arkasından. “Ne zamana kadar devam eder? Bunu senin belirlenmene izin vereceğim.” Ciddi miydi? Görünüşü, duruşu sakin dursa da ciddi görünüyordu. Onda ciddi bir sakinlik vardı. Her zaman öyle olduğunu düşündüm. Bakışlarımı kaçırırken güldüm. Ama bu keyifli bir gülüş değildi. Sinirim bozulduğu içindi. Arabamın içine girdiğini hatırladım. Ona cevap vermeden önce arabanın içine kapıdan destek alarak başımı uzattım ve ne halt ettiğini anlamaya çalıştım. Başta anlayamadım. Her şey aynı göründü. Bir dakika. İki şey aynı değildi. Birincisi radyo kapanmıştı. İkincisi kontaktaki anahtar yoktu ve bu en önemlisiydi. Arabadan çıkıp arabasına doğru baktım. Arabaya binmemişti. Hareketlerime bakıyordu. “Anahtarım nerede?” Sanki bu soruyu bekliyordu. Elini omuz hizasına getirerek parmakların arasındakini salladı. “Sen yardım istemiyorum! Niye anlamıyorsun?” Cidden neden ısrar ediyordu? Telefonunu verse her şey hallolacaktı. Ezberimde numarası olan Emre’yi arayacak ve olanlara rağmen beni almasını isteyecektim. “Teşekkür etmezsin, olur biter.” Anahtarımı tutan elini indirdi. “Yalnız ne kadar bekleyeceğimize karar ver.” Arabada tek başıma çığlık atmayı engellemiştim ama şu an çığlık atacaktım. Az kalmıştı. Resmen ben ne kadar inat edersem, o da benimle inat ediyordu. Tam cevap vermek için hazırlanırken yönümün dönük olduğu yoldan araba farları gördüm. Ürperdim. Dakikalar önce yaşadıklarımı hatırlayınca buradan gitmek isteğim bünyeme ağırlığını gösterdi. Farkındaydım. Gitmek istiyorsam, kasklıyı ile buradan ayrılmam gerekecekti. Onunla gitmeyi istemesem de başka imkanım yoktu. Yaklaşan araba farlarını gördükçe bundan kesin emindim. Gelen araba yanımızdan geçip gitti ama ürpertim geçmedi. “Of, tamam,” dedim hayıflanarak. “İyi. Sen kazandın.” Eşyalarımı almak için arabanın arka kapısını açtım. Kıyafetlerimin olduğu birkaç poşetim vardı. Ön taraftan da çantamı alıp kapıyı sertçe kapattım. “Senden nefret ediyorum,” dedim arabaya. “Bulunduğun firmanın benden çekeceği var.” Arabasına yürürken ne konuştum ne de ona baktım. Direkt arka kapısını açarak eşyalarımı bıraktım. Ben gelene kadar o da arabaya binmemişti. Ben arkadayken kasklıda arabaya bindi. Arka taraftan çıkacağımda torpido gözüne bir şey koyduğunu gördüm. Gözlerim irileşti. Ne gördüğümü biliyordum ama ön koltuğa geçene kadar konuşmadım. “Ruhsatlı mıydı o?” diye sordum, koltuğa oturduğumda. Çünkü gördüğüm bir silahtı. Emniyet kemerine uzandım. “Bendeki de soru. Kesin öyledir. Ruhsatsız bir silahı taşıyacak kadar akılsız biri değilsindir.” “Belirtiğin gibi ruhsatsız silah taşıyacak akılsız biri değilim,” dedi araba hareket haline geçerken. Silahla herhangi bir problemim yoktu. Kullanmayı da bilmezdim. Babamın tüfeği ve tabancası vardı. Ama köydeki evdeydi. Hiç kullanmamıştım. Babamdan da öğretmesini istememiştim. Beni yarı yolda bırakan arabanın yanından geçerken camdan dışarıya baktım. İçinde kimse olmayınca daha da ıssız görünüyordu. Bakışlarımı kaçırdım. “Her zaman yanında mı taşıyorsun o zaman?” diye sordum, konuya dönerek. Sonra birden anladım. Cevap vermeden “Bir dakika…” dedim ona bakarak. “O psikopatları silahla korkuttun.” Başka koşa koşa kaçmalarının açıklaması olamazdı. Korkudan dona kalmasaydım dışarıda neler olduğunun farkına varırdım ama tam bilmiyordum. “Topuklarına sıkmadığıma dua etsinler.” Sesindeki katılığı hissettim ve anladım ki dediğim doğruydu. Gerçekten sıkar mıydı acaba? Merak ettim ama bunu sormadım. Onun yerine ön camdan dışarıya bakarken “Bu arada sen nasıl o yoldaydın?” diye sordum. Bunu da merak ediyordum. Onu gördüğümde oldukça şaşırmıştım. Çiftlik evinden çıkarken görmemiştim. Nerede olduğuna da kafa yormamıştım. Onunla karşılaşmam şaşırtıcıydı. “Evime gidiyordum,” dedi kısaca. “Sen çiftlikte yaşamıyor musun?” Soruma soruyla karşılık verdi. “Neden orada yaşayım?” “Annen çiftlikte yaşayınca sen de yaşıyorsun diye düşündüm. Ama belli ki yanlış düşünmüşüm.” “Hayır, yaşamıyorum.” “Nerede yaşıyorsun?” “Merak mı ediyorsun?” “Hayır, etmiyorum,” dedim gözlerim hala yoldayken. Orman yolundan, o ıssızlıktan sonunda çıkmıştık. “Ama beni evime bırakırken nerede oturduğumu bileceksin. Durumu eşitlemeye çalışıyorum.” “Buna gerek yok. Adresini bir daha hatırlayacağıma eminim.” Cevabıyla dik dik ona baktım. Sanki nerede oturduğu çok önemli bir bilgiydi. Zaten neden onunla konuşuyordum ki? Bendeki suçtu. “Söylemezsen söyleme.” İçimden uyuz diye de ekledim. Kesinlikle uyuzdu. Uyuzluk ödülü varsa kesin alırdı. Bir daha da yol boyunca konuşmadım. Hayır, adresimi söylemek ışında ağzımı açmadım. Sokağa giriş yaptığımızda tam binanın önünde durması gerekirken sokağın başında arabayı durdurttum. Hangi binada oturduğumu bilmese de olurdu. Hiçbir şey demeden, arabadan indim. O da zaten benimle konuşmadı. Yürürken arkama dahi bakmadım. Zaten gitmiş olmalıydı. Ama eve girdiğimde arabasına bindiğim an hatırlamam gerekeni çok sonradan hatırlamıştım. Tam da kapının önündeydim. Kahretsin, kiraladığım arabanın anahtarını onda unutmuştum.
|
0% |