@__okuyan94__
|
Merhaba.
Okuyanlardan oy ve yorum istiyorum.
İYİ OKUMALAR
9.Bölüm
Arabasındaydım. Onun arabasındaydım. Şaka gibiydi. Ama değildi. Kasklının arabasındaydım. Gerçekti ve bu olay ilkinin tazeliğini korurken bir daha oluyordu. Bulunduğum durumdan ise hiç ama hiç hoşnut değildim. Arabasının içinde olmamı belki bir nebze tolerans edebilirdim ama diğer sorun için aynı şeyi hissetmiyordum. Çünkü sessizlik içindeydim. Ve ben sessizliği ciddi anlamda sevmiyordum. Yanımda biri varken ekstra sevmiyordum. Ben konuşma insanıydım. Konuşmadan durmak bana göre değildi. İlk kez arabasına bindiğimde zar zor kendimi tutmuştum. Tabi birde yolda yaşadığım korku dolu travmanın da faydası vardı. Kendimi dizginlerken zihnimden yaşadığım olay geçip gitmişti. Sonra da evimin sokağına gelmiştim. Şimdi öyle değildi. Zihnim berrak bir şekildeydi. Yine de ağzımı açmamak için kendimi zar zor tutuyordum. Aynı zamanda da yanımdaki bu adamla konuşmakta istemiyordum. Konuşmak istememin birden fazla sebebi vardı. Bunlardan biri de beni durmadan sinir ediyordu. Kullandığı kelimeler çileden çıkmama nedenler veriyordu. Sessiz kalmak bulunduğum durumda en makul karardı. Hem evi her neredeyse yakındı. Kendisi böyle demişti. Onunla geleceğimi öğrenmeden önce on veya on beş dakikada geri geleceğini söylemişti. Haliyle evi yakın olmalıydı. Ben de bu süre zarfı içinde sabredebilirdim. Konuşmadan durabilirdim. Kaç dakika geçmişti? Sorunun cevabını bulmak için telefonumu çantamdan çıkarmama gerek yoktu. Daha yeni arabasına binmiştim. Dakika bazında söylemek gerekirse üç dakika falan oluyordu. Hatta işimi garantilemek adına arabasını park ettiği yere kadar onunla gitmiştim. Bana restoran kapısının önünde beklememi söylemişti. Oralı olmamıştım. Ona güvenmiyordum. Aklından beni atlatmak gibi bir düşünce geçiyorsa tamamen silinmesini istemiştim. Zaten tüm günüm araba anahtarını almak için peşinden giderek geçmişti. Bir kez daha olmasından zarar gelmezdi. Sonuçta tünelin sonuna yaklaşmıştım. Anahtarı alıp defolup gidecektim ve bir daha kasklıyı görmeme gerek kalmayacaktı. Kaç dakika geçmişti? Beş dakika olmuş olmalıydı. Az kalmıştı. Camdan dışarıya bakmaya devam ettim. Arabaya bindiğim an onun bulunduğu taraftan başka her yere bakıyordum. Restoranın olduğu caddeden çıkmıştık. Araba sahili gören yoldan ilerliyordu. Denizin uçsuz bucaksız halini oldum olası sevmiştim. Ben konuşma insanı olsam da, ekstra olarak deniz insanıydım. Yaz aylarında memleketimin sahilinde kuzenlerimle takılmaya bayılırdım. Kamp ateşi yakar, etrafında otururduk. Gece geç saatlere kadar gırgır, şamata anın tadını çıkarırdık. O kadar saat kumsalda takılsak da hiçbir zaman sabahlamamıştık. Sabahlamamıza izin vermeyen ailelerimiz vardı. Herhangi birimize gelen bir telefonla dağılmak durumunda kalıyorduk. Benimde içimde ukde olarak kumsalda sabahlamak kalmıştı. Kaç dakika geçmişti? Beş dakikayı elbette geçmiştik. Tahminen on dakika olmuş olmalıydı. Ya evine yaklaşmıştık ya da en kötü ihtimalle yakınlık konusunda yalan söylemişti. Söylediği dakika sadece beni başından savmak içinde uydurmuş olabilirdi. Birazdan öğrenecektim ama hesap sormak için son dakikaya kadar bekleyecektim. Sahil yolunda araba gitmeye devam etti. İlerledikçe liman tarafındaki lüks, orta halli tekneler ya da yatlar mı görülüyordu demeliydim? Ve biz daha evine gelememiştik. Kaşlarım çatıldı. Kaç dakika geçmişti? Bence on beş dakika olmuştu. Kesinlikle olmuş olmalıydı ve içimden bir ses inat olsun diye beni oyaladığını söylemeye başlamıştı. Eğer öyle bir şey yapıyorsa bu sefer cidden sabrım falan kalmazdı. Araba sağdaki yola saptığı sırada bende sola, yani kasklının olduğu tarafa baktım. Arabaya bindiğim andan itibaren ilk kez o tarafa bakıyordum. Sevimli bir yüz ifadesi ile de olmadığım aşikardı. O da benimle konuşmamış, aynı ortamda kaldığımız dakikalar boyunca büyük ihtimalle bulunduğum tarafa bakmamıştı. Gözlerini yoldan ayırdığından bile şüpheliydim. O gıcık bakışlarıyla yolu gıcık edebilirdi. Ona bakarken beni kandırdığından neredeyse emindim artık. Hayır, neredeyse değildi. Beni kesin kandırmıştı. Oyalıyordu. Bir kere söylediği dakika da gelememiştik. Bu durum emin olmam için yeter de artardı da. Kaşlarım biraz daha çatıldı. Sabrım da kalmamıştı. Tüm gün yaşadıklarımı hatırladıkça insan da nasıl sabır duygusu kalabilirdi? Benim yerimde kim olsa sabrı tükenirdi ve hala sonuç olarak ortada hiçbir şey yoktu. Araba anahtarı elimde değildi! Beni kandırmanın hesabını sormak için dudaklarımı araladım. Dilimin süzgecini de çalışır konumda bırakmayacaktım. Ağzıma ne gelirse söyleyecektim. Hak edene hak ettiğini vermek gerekiyordu. Tam cümlemi kurmak üzereydim ki beklemediğim bir durumla karşı karşıya kaldım. Bulunduğum tarafa doğru başını çevirdi ve bana baktı. Haliyle kendisine bakan halimle karşılaştı. Bir an tuhaf hissettim. Bundan da hiç hoşlanmadım. Biraz da hazırlıksız yakalanmıştım. Aslında biraz da değildi. Tamamen hazırlık yakalanmıştım ve bu kızgınlığımı daha da arttırmıştı. Diğer yandan araba kullanırken nasıl etrafına bakabiliyor diye, düşündüm. Kontrolü yolda olmalıydı ama o gözlerini bana çevirmişti. Şaka gibiydi. Ben canımı yolda bulmamıştım. Yaptığı sorumsuzluktan başka bir şey değildi. Gerçekten bugün sakin olmam imkansız gibi bir şeydi. “Yol bu tarafta mı?” Bu ilk cümlemdi. “Ne bakıyorsun?” Bu da ikinci cümlemdi. Zihnimde yargılamam uzun sürse de an olarak zaman işlememişti çünkü bana baktığında tam konuşacak olduğumdan direkt konuşmuştum. Terslememin etkisi yüzünde farklı bir ifadeye büründürmedi. Konuşmasına fırsat vermeden devam ettim. “Araba sürerken etrafına mı bakarsın hep? Önüne baksana!” diye çıkışmaya devam ettim. “Zaten yakın dediğin yaşam alanına daha da gelemedik! Sen beni mi kandırıyorsun? Niye soruyorum ki! Besbelli kandırıyorsun.” Kesinlikle benden intikam alıyordu! Motosikletine çarpıp olay yerinden kaçtığım için kesinlikle benle bir alıp veremediği vardı. Tam olarak kendisine ben çarpmamış olmam umurunda değildi. Kazaya taksinin kapısı karışmıştı. Ondan da intikam alamazdı. Ama teknik olarak kapıya dokunan ve açan ben olduğumdan benden intikam alıyordu. Söylediklerime cevap vermeden durmaya devam etti. Şu haliyle nasıl sakin kalmam mümkün olabilirdi? “Cevap vermeyecek misin? Tabi haklıyım. Nasıl cevap vereceksin ki?” Haklı bir şekilde gözlerimi devirecektim ki sesini duyunca hareket etmedim. “Farkına varmanı bekliyorum,” dedi düz bir sesle. Ama cümlesinin ne demek istediğini anlamadım. Çok saçma gelmişti. “Neyin farkına varacakmışım?” “Etrafına bakarsan anlarsın.” Hıhladım. Dediğini yaptım. Bakışlarımı kaçırdım ve camdan dışarıya baktım. O sırada arabanın kapısını açıldığını duyarak bulunduğu tarafa tekrardan döndüm ve arabadan dışarıya seri bir şekilde indiğini gördüm. İnebilirdi. Neticede ne demek istediğini anlamıştım. Kahretsin ki anlamıştım ve rezil olmuştum. Çünkü araba durmuştu. Ne zaman araba yavaşlamıştı, ne zaman durmuştu, farkında dahi değildim ama çoktan durmuştu. Bana öyle geliyordu ki arka arkaya cümlelerimi sayarken araba durmuş bir haldeydi. Bu durumda beni fena halde rezil olduğum anlamına geliyordu. Kocaman bir kahretsin daha. Kasklı arabanın önünden diğer tarafa doğru giderken etrafa bir kez daha baktım. Demek gelmiştik! Ama geldiysek de ortalıkta bina veya ev namına bir yapı yoktu. Sahil kenarındaydık. Ya da doğrusu büyük ve küçük yatların bağlandığı limandaydık. İçinde bulunduğum araba da liman iskelesinin önüne, yolda durmuştu. Aklım karışmıştı. Karışık akılla da arabada kalamadım. Ben de arabadan indim. İndiğimde kasklı yan tarafımdan geçerek iskeleye doğru yürüdü. “Evin nerede?” diye sordum arkasından dayanamayarak. Bana bakmadı. İlerlemeye devam ederken konuşmayı sürdürdüm. “Anahtarımı evinden alacağını söylemedin mi? Burada ne işimiz var?” Konuşmama kayıtsız kalmadı. İskeleye geçecekken durakladı. Yavaşça omzundan arkasına doğru baktı. “Bekle,” dedi gözleri yüzüme çevrildiğinde. “Anahtarını getireceğim. Sabırlı olabilirsin değil mi?” Sabırlı olabilirsin değil mi? Benimle dalga mı geçiyordu? “Tün gün boyunca sabırlıydım zaten ben. Ama artık sabır kotamı doldurdum! Anahtarımı istiyorum.” “Kotanı büyütürsen sorun kalmaz,” derken yine sakindi. Çıkışlarıma karşı sakince cevap vermesi ciddi anlamda hoşuma gitmiyordu. Sonuçta haksızlıktı. Ben de sakin olmak istiyordum ama bir türlü olamıyordum. Bugün sakin kalmam söz konusu bile değildi. Hepsi bu adam yüzündendi. Cevap vermekte gecikmedim. “Sinirlerimi bozmasan da sorun kalmaz!” dedim ama cevap olarak arkasını döndü ve yürümeye devam etti. Belki de duymazlıktan geldi. Yapmadığı şey değildi. Sinir olmuş bir halde gözlerimi devirdim. “Gıcık,” diye mırıldandım kendi kendime. “Gıcıkların başkanı.” Hayatımda bu adam kadar gıcık bir adam tanımamıştım. Bir anahtar için düştüğüm bu durumlara inanamıyordum ama hata bendeydi. Dün o olaydan sonra anahtarı almak aklıma gelmeliydi. Hatta arabadan anahtarı almasına bile izin vermemeliydim. Resmen boşluğumdan yaralanmıştı. Kollarımı göğsümde birleştirdim. Nereye gittiğine bakmak için iskeleye doğru bakışlarımı çevirdim. İskele uzundu. İki tarafında yatlar bağlıydı. Bazıları arabayla gelirken gördüğüm gibi lüks, bazıları orta haldeydi. Büyük yatta vardı. Küçük yatlarda vardı. Ama en çok lüks kategorisine girecek cinste yatlar mevcuttu. Kasklı da bu yatların arasında yürüyordu. Dikkatimi üstüne verdim. Buraya geldiysek bunlardan birine girecekti. Evi yerine bu yere neden geldiğimizi de anlamıyordum. Aslında tahmin edebiliyordum fakat ihtimal vermiyordum. Kasklı ilerledi, ilerledi ve sonunda sol tarafındaki orta büyüklükte bir yatın önünde durdu. Önünde durduğu yatın içine doğru hareket ettiğinde daha iyi görebilmek için yana doğru adımladım. Beyaz bir yattı. Parıl parlıyordu. Evine geleceğimizi söylerken buraya gelmiştik. Bir limana. Yatların olduğu yere. Başlarda anlam veremesem de aklıma gelen ihtimal doğruydu. Anlaşılan beni de kandırmamıştı. Evi girdiği yattı. Söylediği gibi restorana yakındı. Evi değilse de neden burada olduğumuz sorusu ortaya çıkıyordu. Ama büyük ihtimalle evi burasıydı. Aklıma şimdi de başka bir soru konmuştu. Nasıl bir insanın evi yat olabilirdi? Bu adamla ilgili her şey beni şaşırtıyordu. Bir insanın evinin böyle olacağı aklıma bile gelmezdi. Kasklı görüş açımdan çıkmıştı. Sabır edecektim ama o bunu dedi diye değil, kendim istiyorum diye yapacaktım. Dikildiğim yerde bacağımın ağırlığını diğer ayağıma verdim. Birazdan anahtarımı getirecekti. Bende yoluma gidecektim. İstikametim arabayı kiraladığım firma olacaktı. Şimdilik firmanın konumuna buradan nasıl gideceğimi bilmiyordum ama oldukça uzaktım. Tek bildiğim buydu. Bacak ağırlığımı değiştirdim. Kaşlarım çatıldı. Arabasına bindiğim andan itibaren beri sıkıntıdaydım zaten ama görmezden geliyordum. Ama artık görmezden gelemeyecek duruma düşmüş gibi hissediyordum. Hissetmiyordum. Biliyordum. Tüm bu olanların içinde şimdi bu sırası mıydı? Olan şuydu. Sıkışmıştım. Daha açıkça küçük tuvaletim gelmişti. Tabi gelirdi. Sabahtan beri ilk gittiğim restoranda çay içiyordum. O kadar sıvı nasıl çıkacaktı? Sıkışmam çok doğaldı. Ama bulunduğum bu yerde sıkışmam hiç adil değildi. Etrafıma bakındım. Dükkan ya da yollarda belediye lavabosu var mı diye taradım. Anahtarı alır almaz direkt giderim diye düşündüm ama görünür de her ikisi de yoktu. Burada deniz aracından bol başka bir şey yoktu. Kahretsin! Bugün kaçıncı kahretsin deyişimdi acaba? Önüme döndüm. Hala kasklı görünmemişti. Bugünün en başına gidersem her şey yine bu adam yüzündeydi. İçine düştüğüm durum kasklının suçuydu. Beni oradan oraya sürüklemişti. Peşinden koşacağım diye bu duruma düşmüştüm. Bir tane daha. Kahretsin! Artık yapabileceğim bir şey yoktu. Aniden karar verdim. Kasklının ortadan kaybolduğu yere doğru ilerlemeye başladım. Havadan mı yoksa başka bir sebepten dolayı mı, bilemiyordum ama etrafta kimseyi görememiştim. Belki de insanlar, - parantez içinde zengin insanlar - sadece yaz aylarında keyiflerini çıkarmak için yat almışlardı. Etrafta denizden yayılan sesten başka ses duyulmuyordu. Aynı zamanda da hafiften bir tık sert esen rüzgar hissediliyordu. Anın tadını çıkarmak isterdim. Kesinlikle dalgaların sesi ile rüzgar ikilisinin tadını çıkarmak gerekirdi. İçine sıkıştığım durum ise buna izin vermezdi. Vermiyordu. Yatın önüne geldim. Uzaktan gördüğümle yakından görmenin arasında oldukça fark vardı ama şu an farkları sıralayacak halde değildim. İçeriye doğru bakındım. Kasklıyı göremedim. Anahtarımı nereye koyduysa kendisi görünmüyordu. Ortaya çıkmasını beklemedim. İskele ile yatı birbirine bağlayan platforma çıktım. Dengemi sağlamak için yan taraftaki direği tutarak içeriye doğru ilerledim. Açık alandaki oturma alanına gelirken yatın tam içeriye doğru giden kısmına bakışlarımı ilerlettim. Siyah camdan bir kapı vardı ama arası aralıktı. İçeride de dışarısındaki oturma alanından daha büyük bir alan söz konusuydu. Aklımdan etrafı incelemek geçiyordu ama acilen lavaboyu bulmam gerektiğinden isteğimi geri plana atmak durumundaydım. Daha önce hiç yata binmemiştim. Yalnızca Avrupa’dan Asya’ya geçmek için vapur kullanmıştım. Bu yüzden lavabonun nerede olduğu hakkında en ufak fikrim yoktu. O kadar şanslı bir insandım ki şu halde olmamın nedeni kasklı da yoktu. İlerledim ve yatın kapalı alanının içine girdim. Etrafımda kapalı bir kapı aradım ama aşağıya inen merdivenleri görünce vazgeçtim. O tarafa ilerledim. Zaten baktığım kadarıyla lavaboya açılan bir kapının bu katta olmayacağını düşünüyordum. Tam merdivenlere doğru dönecektim ki bir hareketlilik görerek duraklamak durumunda kaldım. Aşağıdan gelen vardı. Bu sefer hazırlıklı olan bendim. Kasklı hazırlıksızdı. Merdivenin yanında dikildiğimi görmeyi beklemiyordu. “Bekleyemedin değil mi?” diye sordu kalan merdivenleri bitirirken. Arabadaki konuşmasına ithaf yapıyordu. Anahtar için yatına kadar girdiğimi sanıyordu. Sanabilirdi. Sandığını boşa çıkarmazdım. Gelmişken anahtarımı da alırdım ama önceliğim şu an başkaydı. “Yavaş olacağını tahmin etmiştim,” dedim lafının altında kalmadan. Elimi restorandaki gibi uzattım. “Alayım.” Uzattığım elime bakmadı. Tam önümde durarak yüzüme bakarak avucuma anahtarı bıraktığını hissettim. Mavi bakışlarını çekmediği için bende çekmedim. Aklından neler geçtiğini o an neden merak ettim bilmiyorum ama merak etmiştim. İfadesinden zaten bir şey anlaşılmıyordu. Halbuki ben insanları kolayca okuyabilir, en azından tahmin ederdim. Bu adamın yüzüne bakarken hiçbir şey kolay değildi. Kendimi siniri bozulmuş gibi hissettim. Göz temasını ilk bozan ben oldum. Aslında tüm gün boyu böyleydim. Ayarlarım bozulmuştum. Bozmuştu. Elimdeki anahtarı avucuma hapis ettim. Yeniden etrafıma bakarken “Lavabon nerede?” diye sordum. Yüzümden fire vermemek için kendimi zorluyordum. Zor durumda olduğumu anlamasını en son istediğim kişi kasklıydı. Diretmeden cevap verdi. “Aşağıda sağ tarafta.” Tahmin ettiğim gibiydi. Herhangi bir şey demedim. İzin de istemedim. Neticede tüm günün suçlusu kendisiydi. Aşağıya inen merdivenlere yöneldim. Ben aşağıya inerken arkamdan başka bir şey demedi. Merdiven dar olsa da aşağıya inildiğinde alan genişti. Üst kattan daha geniş bile sayılabilirdi. Üst kattan daha fazla kapı vardı. Merdivenlerin tam karşısındaki kapı ise açıktı. Gözüme diğer kapılardan daha büyük görünmüştü. Aralıktan büyük bir yatak odası olduğu anlaşılıyordu. Bakışlarımı kaçırdım. Kasklının tarif ettiği kapıya doğru ilerledim ve sonunda lavaboya kavuştum. İçeriye girdim. Kapıyı kilitledim. Çantamı arabada bıraktığımdan anahtarı pantolonumun ön cebine koydum. Sonra da işimi hallettim. O kadar rahatlamıştım ki… Biraz daha geç kalsaydım patlayacaktım. Ancak lavabonun önüne geçtiğimde bulunduğum yeri incelemeye başladım. Pek büyük bir lavabo sayılmazdı ama idare ederdi. Bir kenarda kapalı bir duşa kabin, hemen yan tarafında klozet, onun yanında da lavabo sıralanmıştı. Bej ve siyah renginin uyumu içeriyi ferah gösteriyordu. Ellerimi yıkayıp aynadan kendime baktım. Pek dağılmış görünmüyordum ama yine de saçlarımı düzelttim. Evden çıkarken yüzüme yalnızca maskara ve dudak parlatıcısı sürmüştüm. Görevime o kadar odaklanmıştım ki doğru düzgün makyaj yapamadan çıkmıştım. Normalde de ağır makyaj sevmezdim. Günlük hayatımda doğal görünüm makyaj yapmayı tercih ederdim. Yine de fena görünmüyordum. Tabi gergin sinirlerim haricinde. İçeride fazla kalmadan dışarıya çıktım. Sorunlarım ortadan kalkmadan önce yatın hafif hafif sağa sola gittiğini hissetmemiştim ama dikildiğim yerden hissediliyordu. Beni rahatsız etmiyordu. Vapurda yolculuk yapmayı severdim ama hala bir insanın ev olarak nasıl bir yatta kaldığı aklımda bir türlü konumlandıramıyordum. Tamam, bir dairede olacak her şey bir yatta da olabilirdi ama tuhaf geliyordu. Merdivenlere yöneldim. Aşağıda daha neler olduğuna bakmak istesem de daha fazla dakika harcamak istemedim. Hem yatından ya da evinden bana neydi? Beni ilgilendiremezdi. Ayrıca fazla merak iyi de değildi. Bazen iyi olabilirdi belki ama bu adamla ilgili merak iyi bir yere çıkmazdı. Kesin bilgi. Yukarıya çıktığımda kimse beni karşılamadı. Kasklı dakikalar önce merdivenin yakınlarında olsa da şu an da yoktu. Etrafa gelişi güzel bakındım. Ortalıkta görünmüyordu. Arabaya gitmiş olabilir mi, diye düşündüm. Beni burada kendi tabiriyle evinde yalnız bırakmış olabilir miydi? O adamdan her şey beklenirdi. Ama benim arabaya gitmeden önce geldiğimden beri yapmam gereken vardı. Gözlerimi bu kez etrafımda öylesine gezdirmedim. Dışarıda ahşaba benzeyen bir masa ve beyaz sandalye görmüştüm. İçerideyse koltuklar mevcuttu. Bir tarafına L koltuk konumlandırılmıştı. Karşısındaki alana da aynı bej renginde normal bir koltuk vardı. Yatın ön kısmına doğru başka bir masa takımı konulmuştu. Tabi ki de o tarafa gitmedim. Uzaktan bakındım. Dışarıdaki alana çıktım. Üstte bir kat daha vardı ve elbette yukarıya da çıkmadım. Yatın kenarına adımladım. Denize doğru bakarken rüzgarı saçlarımda hissettim. Dalgaların sesi ile rüzgarın hissiyatı bir araya gelince bir an duraklamıştım. Saçlarım rüzgarın etkisiyle yavaşça uçuşurken birkaç telimi yüzümden çektim. Ağırca gözlerimi kapatıp deniz havasını içime çektim. Tüm günün gerginliğini bu an da atar gibi oldum. Kasklı arabasına gittiyse beni nasıl beklettiyse bekleyebilirdi. Ya da çoktan arabasına atlamış gitmişte olabilirdi. Bir dakika. Bu düşünceyle hızla gözlerimi açtım. Eğer gittiyse arabada çantam kalmıştı. Telefonum bile yanımda değildi. Cebimde anahtardan başka hiçbir şey yoktu. Bir dakika giden gerginliğim fazlasıyla bünyeme yüklendi. Panikledim. Hareket etmek için hızla arkama döndüğümde gördüğüm kişiyle afalladım. Hareket edemeden öylece kalakaldım. Kasklı karşımda dikiliyordu. Masanın ilerisinde bulunduğum alana daha yakındı. Arabasına gitmemişti ama geldiğini de fark etmemiştim. Aniden karşıma çıkmasını hiç beklemiyordum. Beklemediğim gibi birden bir anlığına nefesimin kesilmesini de beklemiyordum. Kendimi tokatlamak isterken kasklı, “Konuşacak mıyız?” diye sorunca anlam veremedim. Ben de boş bulundum. “Anlamadım?” “Konuşmalıyız,” dedi açıklama yaparak. “Unuttuğunu düşünmüyorum. Akıllı bir kızsın.” Zihnim biraz daha karıştı. İltifat mı etmişti yoksa ima mı vardı? Aklım durmuştu. Karşısında anlamamış gibi durmak da hiç hoş değildi. Ne cevap versem diye düşünürken, “Zararımın bedelini,” diye devam etti. “Ne zaman ödeyeceksin?” Ah. Zarar. Fatura. Motosiklet. Kaza. Şimdi neyden bahsettiği anlaşılıyordu. Bugün ikinci kez bu konuyu açıyordu. Geçen sürede faturası için aramamasına rağmen birde. İlki restoranda beni aradığında direkt bu konuyu sormuştu. Borcunu kapatmaya mı geldin? Aynen böyle demişti. Tüm gün perişan olduktan sonra karşıma bu konu ile ikinci kez çıkması ise hiç adil değildi. “Aslında…” diyerek söze başladım ama cümlemi sesiyle kesti. “Yoksa kaza yerinden kaçtığın gibi bu sorumluluğundan kaçmayı mı düşünüyorsun?” Ne? “Tabi ki de hayır,” dedim hemen. Yüzüme direkt o gün ki olayı çarpmaktan hiç geri durmuyordu. “Hayır mı?” “Hayır.” “Ödeyeceksin o zaman?” diye sordu sanki inanmıyormuş gibi. “Elbette ödeyeceğim,” dedim kendimi biraz daha toparlayarak. Nasıl faturadaki tutarı ödeyeceğimi bilmiyordum ama öyle ya da böyle bu adama parasını verecektim. Ağırlığımı bir ayağımdan diğer ayağıma verdim. “Beni ne sandın?” diye sordum dik dik bakarken. “Ödeyeceğim dediysem sana, zararını ödeyeceğim.” “Ne zaman?” diye sordu bu sefer de. “Net bir tarihin var mı?” Net bir tarih mi? Daha bir planım yoktu ki nasıl bir net bir tarihim olabilirdi? “Aslında…” dedim yeniden. Hiç ondan herhangi bir istekte bulunmak istemiyordum ama başka ne yapabilirdim, bilmiyordum. “Biraz zamana ihtiyacım var.” Bolca zamana ihtiyacım vardı. “Ama merak etme. Faturanın tutarını ödeyeceğim.” Ödeyecektim. Ciddiydim ama ödemek için bir plana, paraya ihtiyacım vardı. Onu daha bulamamıştım. Duraklar gibi oldu. Sonra da “Ne kadar zaman istiyorsun?” diye sordu. Ne zaman para bulacağımı nereden bilebilirdim ben? Verecek bir cevap bulamadım. “Bir hafta, bir ay, ne kadar? Hangisi?” Neden bir tarih istiyordu ki? Yoksa verdiği süre boyunca ödeyemediğim zaman ona göre mi beni dava edecekti? “Biraz zamana ihtiyacım var işte,” dedim tekrardan. “Ödeyeceğim dediysem ödeyeceğim. Kaçacak değilim ya.” “Karşılaşmadığım bir durum değil.” Son cümlemi söyler söylemez pişman olmuştum. Adama resmen puan kazandırmıştım. O da bunu bir güzel kullanmıştı. “Kaç kez daha söyleyeceğim?” dedim çıkışarak. Sakin kalmam bu adamın yanında mümkün değildi. “O gün kaçmadım. Arkadaşımın davetine yetişmek için acelece davrandım.” “Ezberden cümleler… İkimizde o gün ne olduğunu iyi biliyoruz.” Elbette biliyordu. Sarf ettiğim kelimeler söylediğinin altında kalmamak içindi ama onun bilmesine gerek yoktu. Benim de olanı karşısında kabul edeceğimi sanıyorsa, yanılıyordu. “Gerçek bu,” dedim söylediklerimin arkasında durarak. “İnanıp inanamaman umurumda değil.” Yanından geçmek için hareket ettim ama önüme gelince durakladım. Ne yapıyorsun der gibi yüzüne baktım. Bulunduğum taraf zaten dardı. Karşımda durması da alanı hattından fazla dar gösteriyordu. “Artık arabandan çantamı alıp yoluma gitmek istiyorum.” “Ben soruma yanıt alamadım.” “Ne sorusu?” Ne olduğunu tabi de biliyordum. Bazen safa yatmak işe yarardı ama konu bu adamsa bir işe yaramazdı. “Ne kadar zamandan sonra ödeme mi alacağım?” diye sordu. Hayretle soludum. “Dedim ya zamana ihtiyacım var biraz.” “Biraz kesin bir yanıt değil, Sarışın,” dedi gözlerini gözlerimden çekmeden. “Ben kesin bir yanıt istiyorum.” Görünüşe göre benden bir yanıt almadan beni rahat bırakmayacaktı ama bende ona isteğini vermeyecektim. Hem de bugün çektiklerimden sonra asla istediğini vermeyecektim. Biraz da onun sinirleri oynayabilirdi. “Bazen isteklerimiz olmaz. Verilenle yetiniriz,” dedim boş tarafa doğru yönelmeden önce. Hakaret ettiğimde yeniden bir karşılık aldım. Önümü yeniden kesti. “Konuşmamızın bittiğini sanmıyorum.” Kaşlarım çatıldı. “Önümden çekilir misin?” Geri adım atmadı. Anlaşılan çekilmeyecekti. Gerçekten sinir bozucu biriydi ve bu hali bence her anında öyleydi. “Konuşuyoruz.” “Konuşmamız bitti. Seninle uğraşamam.” Sinirle gözlerimi devirdim. Yolumdan çekilmiyorsa, ben de başka bir yol bulurdum. Bulmuştum da. Biraz uzun bir yol olacaktı ama ben de yatın etrafını dolanırdım. Daha fazla onunla uğraşamayacaktım ama bir kez daha önümü keserse o zaman işler kötü bir hal alırdı. Başka bir tepki vermeden diğer tarafa ilerledim. Seri adımlarımı atarken bir taraftan da sinirden zihnim zonkluyordu. Cidden ne uyuz adamdı! Tamam, kaza yerinden uzaklaşmış olabilirdim. Çünkü korkmuştum. Paniklemiştim. Başka ne yapabilirdim? Kazadan yara da almamıştı. Alsaydı elbette böyle bir şey yapmazdım ama o sağlamdı. Faturasını ödeyeceğimi de söylemiştim ve söylediysem de ödeyecektim. Ben bir söz verdiysem bir yolunu bulur ve yapardım. Dediğimin neyini anlamıyordu? Net bir tarihmiş! Bilmiyordum. Bunu anlamak zor muydu? Eğer ne kadar bir zaman parasını bulmama yeteceğini bilsem onu söylerdim. Ama işte ben bilmiyordum. Zihnimden saya saya yatın diğer alanlarına göre dar yan tarafında ilerlerken diğer yandan da arabasından çantamı nasıl alacağımı düşünüyordum. Bu adam bu inatla çantamı da vermezdi. Yapardı, beklerdim. O zaman benimde yapacaklarım olurdu. Mesela arabasının camını kırabilirdim. Hem çantamı alırdım, hem de günün stresini boşaltırım, diye düşünürken arkamdan sesini duymamla sağ bacağımın boşluğa gelmesiyle denk geldi ve ben ne olduğunu anlayamadım. Boşluğa düşmeye başlamamla, yana kaymam birden oldu ama zihnim ne olduğunu anladı. Gözlerim irileşti. Boğazımdan kesik bir çığlık kaçtı. Bedenimin suyla çarpıştığı anı kulaklarım duydu ve ben kendimi denizin suyuna gömülürken buldum. Yüzme biliyordum ama sanki o an bir anlığına hafıza kaybı yaşadım. Yüzeye çıkmam gerektiğini düşünürken bambaşka bir şey oldu. Yüzmeme gerek kalmadı. Belimden kavrandım ve yukarıya itildim. Denize düşüşüm o kadar ani ve beklenmedikse suyun yüzeyine çıkmamda beklenmedik olmuştu. Yüzme bilirdim. İyi de yüzücüydüm ama bu anda olan böyle değildi. Kendim suyun üstüne çıkmamıştım. Olayın şokunu da atlatamamıştım ama tam karşımda kasklının yüzünü görüyor olmam diğerlerinden daha fazla zihnime şok yaşatmıştı. Gerçekten mi? Ne? Bir dakika. Bu nasıl olabilirdi? Kasklı bir şey dedi, anlayamadım. Yalnızca kulaklarım uğuldadı. Islak kirpiklerimi kırpıştırdım. Göğsüm sık sık inip kalkıyorken zihnimi toparlamaya çalıştım. “Betül,” dediğini duydum sonra. “İyi misin?” Islanan saçlarım yüzüme yapışmışken o karşımdaydı. Kaygıyla yüzüme bakıyordu. Hayret ettim. İfadesiz yüzünde başka bir duygu yakalamıştım. Biraz ifadesi değişir diye bekledim. Değişmedi. Demek ki ifadesiz biri değildi. Şaşırılacak bir an yaşıyordum. Her anlamda. Saçları saçlarım gibi ıslanmış, yüzü nemlenmişti. Yakınımdaydı. Çok yakınımdaydı. Nefesini yüzümde, soluklarını göğsümde hissedecek kadar yakındı ve beni belimden tutuyordu. Ben, iyi miydim? Algılarım kendine gelirken birkaç dakikanın içinde olanlar zihnimde yandı. Benim gibi kasklı da denizdeydi. Ben denize düşmüştüm. Kendi başıma suyun üstüne çıkamadan yukarıya çıkmam sağlanmıştı. Kasklı suyun yüzeyine çıkarmıştı. Bu da demek oluyordu ki arkamdan suya atlamıştı. Ben denize düşmüştüm! O an suyun soğukluğu günün tüm olumsuzlukları gibi bedenimde yakıcı bir şekilde hissettim. Sorular arka arkaya geldi. Bu nasıl olabilirdi? Bu an nasıl olabilirdi? Cevap karşımdaydı. Tüm günün olumsuzluklarının cevabı karşımdaydı. Suçlu bu adamdı. Zihnim sinirden zonklamaya başladı. Sesi kulaklarımda yankılandı. İyi misin? Bu kadarı da fazlaydı! Çok fazlaydı! Bugünün sabır kotasını çoktan doldurmuştum. Kotam bir lav dibi zihnimin dağından aşağıya akıyordu. “Senin yüzünden! Senin yüzünden düştüm,” diye çıkıştım öfkeyle ilk. Omuzlarından itekleyince su etrafımda dalgalandı. “Birde iyi misin diye soruyorsun? İyi gibi mi görünüyorum?” İyi kelimesinin yanından, uzağından geçmiyordum. Öfkeli hissediyordum. Aşırı öfkeli hissediyordum. Öfkeden çatlayacakmışım gibiydi. Bu adamla yolum kesiştiğinden beri hayatımda hiçbir şey düzgün gitmiyordu. Nasıl iyi olabilirdim? Hangi insan yaşadıklarımı yaşasa iyi olabilirdi? “Seni uyarmaya çalıştım,” diye kendisini savundu. Kaşlarım daha da çatıldı. “Sen benim önümü kestin!” “Arkandan seslendim.” Seslenip seslenmemesi umurumda değildi. Şu ana gelmemin tek suçlusu bu adamdı! Başkası değildi. Tam cevap verecektim ki suyun soğukluğu buna izin vermedi. Olayın sıcaklığından soğuğu bile başta hissetmemiştim ama konuşamadan soğuk suyun keskinliği tenime çarpıyordu. “Ayrıca yüzme biliyorum,” dedim hızla. Burnumda soluyarak etrafıma bakındım. Sudan nasıl çıkacağımı çözmem gerekiyordu. Hem de en acilinden! Yat yakınımdaydı. Nereden düştüğümü hemen anladım. Denize inmek için kullanılan kısa merdiven boşluğundan düşmüştüm. Oradan düştüysem oradan da çıkardım. Yönümü çevirdim. “Kurtarılmaya muhtaç değilim!” dedim arkama doğru ona bakmadan. Sonra da yata doğru yüzmeye başladım. Bir kahramana ihtiyacım yoktu. Hem de bu adam tarafından durmadan kurtarılmaya hiç ihtiyacım yoktu. Kulaç atarken resmen donuyordum. Metal merdivenlerin önüne geldim. Demirlerine tutunarak bedenimi yukarıya çekerken bedenimde ıslak kumaşların ağırlığını hissettim. Dişlerimi öfkeden mi yoksa soğuktan mı sıkıyordum, o an bilemiyordum ama yata çıktığımda halime bakarken bir sinir krizi daha geçirecek gibiydim. Sırılsıklam olmuştum. Her şeyim ıslanmıştı. Ceketim, kazağım, pantolonum, çizmelerim, sudan nasibini almıştı. Ne yapacağımı bilmeden etrafıma bakındım. Esen rüzgarın üşüyen bedenimde hissetmem ise düşünmem için yararlı olmadı. Ofladım. Çıkış yerine doğru yürümeye karar verdiğimde çizmelerimin içindeki suyun vıcıklığı birkaç adım atmamla duraklamama neden oldu. Çizmelerime uzandım. Çıkarıp içindeki suyu boşaltırken, ıslak çoraplarımla yere bastım. Titredim. Sanki her hareketimde daha çok üşüyordum. “Ne kadar güzel bir gün,” dedim kendi kendimle konuşurken. “Hayatımın en güzel günü resmen!” Diğer çizmeme de aynı işlemi yaptım. “Mükemmel bir gün. Mükemmel. Böyle bir günü istesem yaşayamam.” Hareketliliğin farkına vardım ama bakışlarımı kaldırmadım. Çizmelerimi giyecekken “Onları giymeyerek akıllılık edersin,” diyen sesini duydum. Akıl vermesi kızgınlığımı arttırdı. Hışımla ona baktım. “Ne kadar da akıllı bir adamsın. Ben hiç düşünememiştim,” dedim onunda halini görürken. Hali aynı benim gibiydi. Islak kazağı ile kumaş pantolonu bedenine yapışmış, gelirken giydiği ceketi üstünde değildi. Islanan saçları darmaduman haldeydi. Etkileyiciydi. Düşüncemle gözlerimi kırpıştırdım. Bu da ne demekti böyle? Kendimi durmadan tokatlamak istiyordum. “Olanlardan ben de hoşnut değilim,” dedi bileğindeki saatini çıkarırken. “Ama sana yardımcı olmaya çalışıyorum.” Gülmek istedim. Hatta güldüm. Siniri bozulmuş gibi gülme sesi çıkardım. Doğrulurken, “Böyle mi yardımcı oluyorsun?” diye sordum. “Tüm gün ne yaptığını sana söyleyeyim mi? Engel çıkardın! Tek yaptığın buydu! Sabah işyerine gelmedin. Başka şubede olduğunu söyledin. Tamam dedim, oraya geldim. Gelmemle anahtarımın yanında olmadığını öğrendim. Seninle buraya geldim. Yine tamam dedim, anahtarı alıp firmaya hesap sormaya gidecekken bana engel oldun. Daha fazla öfkelenmemek için yatın çevresinden geçeyim dedim ama ne oldu? Sonum deniz düşmek oldu! Ne de güzel yardımcı oluyorsun!” “Hata üstüne hata. Restorana gitmeden önce beni aramalıydın.” Dalga mı geçiyordu? “Yanlış üstüne yanlış,” diye onu farklı şekilde taklit ettim. “Numaran mı var bende de seni arayacakmışım?” Konuşmadan önce durakladı. “Bu gözden kaçırdığım bir ayrıntı. İstesen verirdim.” “Ya, öyle kaçırdın,” dedim çizmemi giyerken. Sonra son söylediğinin farkına vardım ama herhangi bir tepki vermedim. İstesem numarasını verecekmiş. “Kabul,” dedi o sıra kasklı. Konuşmama gerek kalmadı. “Haklısın ama bu haldeyken tartışmak doğru değil.” Diğer çizmemi de giydim. “Oldukça doğru.” “Karşıt görüş olmayı seviyorsun, anladım ama haline bir bak, Sarışın.” Bakışlarımı kaldırdım. “Halimin farkındayım,” dedim yüzüne bakarak. “Sen kendi haline bak asıl.” Ondan daha iyi bir durumda olduğum aşikardı. En azından ceketim hala üstümde, kazağımın durumunu saklıyordu. “Benim bir yere gittiğim yok.” Dediğine, “Yani?” diye soludum. “Sana kuru bir şeyler vermeme müsaade et.” Bu kez duraklayan bendim. İyilik mi yapmak istiyordu? Şaşırtıcı bir durumdu ama cümlesindeki kuru kelimesini duymamla titrememi hissetmem bir olmuştu. Üşüyordum ama bu adamdan başka yardımda istemiyordum. Diğer yandan ise bu halde nereye kadar titremeden gidebilirdim, bilemiyordum. Arada kalmıştım. Arada kaldığımı hissetmiş olmalı ki, “Tersini söylemeden önce bu halde gitmek istediğin yere gidip gidemeyeceğini bir düşün,” dedi makul bir sesle. “Ben gitmek istemeyeceğini düşünüyorum.” Halime bakmama gerek yoktu, berbat bir haldeydim. Söylediğine hak vermek istemiyordum ama kasklı haklıydı. Arabayı kiraladığım firmaya bu halde gidemeyeceğim bir gerçekti. Eve dönüp üstümü değiştirmeye gitmeye kalksam, yol boyunca hem donar hem de zaman kaybım olurdu. Başka bir seçeneğim daha vardı. Yolda mağaza bulmaya çalışabilirdim. Bir mağaza bul, kıyafetlerini değiştir. Kasklıdan yardım almaktansa en makul fikir buydu. Fikir makul bir fikirdi, makul olmasına ama ufak bir sorunum vardı. Cüzdanımda yeteri kadar para yoktu. Tişört bile alamazdım. Elimdeki ihtimaller hüsrandı. Ben de o an teklifini öyle böyle düşündüm. İstemesem de bir çıkar yol gösteriyordu. Hem bu olanların suçlusu da kendisiydi. Birkaç dakika önce hatasını da kabul etmiş gibiydi. Gelişme gelişmeydi. “Peki,” dedim duygusuz bir sesle. Biraz sakinleşmiş olsam da hala kızgındım ama sakinliğimi ona yansıtacak değildim. Arkasından şunu da ekledim. “Hatanı düzeltmen için sana fırsat vereceğim çünkü tüm bu olanların suçlusu sensin.” Suçunu bir kez daha hatırlatmamın sakıncası yoktu. O nasıl bana kazayı hatırlatıyorsa, sıra bendeydi. Söylediğime konuşacak gibi olurken bakışlarımı kaçırdım ama şaşırtıcı bir şekilde cevap vermedi. Onun yerine kısaca, “Beni takip et,” diyerek yanımdan geçince arkasından baktım. Aşağıya inen merdivenlere yönelmişti. Cümlesindeki emir kipi dikkatimi çekmişti ama şu anlık görmezden gelecektim. Neticede el mecburdu. Ve bundan aşırı nefret ettiğimi de saklayamazdım.
-DEVAM EDECEK-
Oy ve yorumlarınızı bekliyorum.
Bölüm nasıldı??
cigdemin_hikayeleri
__okuyan94__ (tiktok)
Destek olmayı unutmayın.
NASİPSE YENİ BÖLÜMDE GÖRÜŞMEK ÜZERE ^^
|
0% |