Yeni Üyelik
5.
Bölüm
@__okuyan94__

 

4.BÖLÜM

-HEZEYAN-

Evden çıkmam yaklaşık bir buçuk saat sonra oldu. Duş almış, üstümü değiştirmiş ve herhangi bir komşuya rastlamamaya özen göstererek, babamın arabasına atlamış, yola koyulmuştum.

Demet'in verdiği adres arabanın navigasyon cihazına kayıtlıydı. Verdiği komutlara uyarak, İstanbul trafiğinde hareket halindeydim. Demet'i evinden almadım. İşime başkasını daha karıştırmak istemiyordum. Hem de evinde bir bebeği vardı, benim yüzümden ondan ayrılmasını istememiştim. Bir anne bebeğinden bir saniye bile uzak durmamalıydı. Annesiz biri olarak böyle bir karar alarak, kendisini yanıma almamıştım. Doğru mu yaptım, bilmiyordum ama olay gelişmişti bir kere.

Gittiğim yer de beni nasıl bir durumun beklediğini bilemiyordum ama o adres telefonuma geldiği an ve bu gün olanlardan sonra gitme kararı almıştım. Babam, arkadaşına gerçek anlamda güvenmese mektubunda bunu dile getirmezdi. Eğer vefat ettiğini biliyor olsaydı bunu yazmazdı bile. Görüşmüş olsalar bunu bilirdi. Her şey çok fazla karışık hal almıştı.

Farklı bir şeyler vardı. Hissedebiliyordum.

Telefonuma çağrı bırakan Ceyda'ya da dönmem lazımdı. Benim için endişelenmesini istemiyordum ama açıkçası ben kendim için endişelenmiyordum.

Bilinmezlik hayatta en çok nefret ettiğim şeydi.

Verilen adres, beni pek fazla insanın olmadığı deniz kıyısına getirdi. Akşam karanlığı yeryüzüne çökmek üzereydi. Açık camdan rüzgar denizin kokusunu getiriyordu. Görünürde sahil kısımda pek insan yoktu. Birbirinden farklı tekneler sıra sıra dizilmişti. En çokta balıkçı teknesi bulunuyordu.

Etrafa biraz bakındım ama telefonumdaki adresi böyle bulamazdım. En sonunda arabadan inmeye karar verdim. Yol kenarına arabayı park ederken, trafik cezası almamayı umuyordum.

Üstümdeki montumun fermuarını sonuna kadar çekerken, yanıma sadece telefonumu almıştım. Sahil boyunca ilerleyerek daha dikkatli etrafa bakmaya çalışıyordum. Adres bu deniz kenarıydı. Bu belliydi ama göremediğim ayrıntıdan dolayı kaçırdığımı hissediyordum.

Rüzgar topladığım saçlarımı havalandırırken, teknenin birinde filesiyle ilgilenen bir balıkçı görmüş adresi ona sormuştum. Yaşlıydı. Saçlarının her yerine düşen aklar, yaşını ele veriyordu. Burada şu an tek gördüğüm insan bu adamdı ve ona güvenmekten başka çarem de yoktu. Buraya kadar gelmiş, elim boş dönmeye de niyetim yoktu. En azından bir şeyler öğrenerek buradan ayrılmalıydım.

Balıkçı adresi işaret ettiğinde beni ileride ki kumsalda, orta büyüklükteki bir kulübe tarzı bir eve yönlendirmişti. Ev taşlıkların aşağısındaydı. Burada bazı kullanılmayan sandallar kıyıya çekilmişti.

Kulübe enteresan bir yapıya sahipti. Balıkçı göstermese dikkate bile alamayacağım şekilde önünde ıvır zıvırla doluydu. Kumsal kısmını taşlıklar saklamış bir haldeydi. Balıkçı direk işaret etmese belki de buraya bakınmadan arabayı sürmüş olacak, geçip gidecektim.

Taşlara takılmamaya dikkat ederek, adımlarımı atmış aşağıda ki sahile inmeyi başarabilmiştim.

Kulübe ıssıza benziyordu. Birinin yaşadığını bile aslında düşünmüyordum. Demet'in verdiği adrese şüpheyle bakmaya başlamıştım ama buraya kadar geldiysem, kulübeyi de kontrol etmem gerekiyordu.

Deniz dalgalarını her savurduğunda, kıyıya çarpıyor duyabildiğim tek ses olma konumuna yerleşendi. Havadaki rüzgâr sırtımdan iterek, ilerlememi sağlıyordu.

Adımlarım kumsalda ilerleyerek, kulübenin küçük verandasına ulaştığımda içeride herhangi bir ışık ya da ses yoktu. Kulübenin verandasında ufak hayvan kulübesi daha vardı. İçinde battaniyeye benzer bir kumaş görünüyordu. Önümdeki kulube ise terk edilmiş gibiydi ama kapısına vurmadan, birilerini görmeden buradan gitmeyecektim.

Kapının önünde sineklik gibi bir yapı vardı ama aralıktı. Kapıya ilk vuruşumda kimse cevap vermedi. Etrafa bakınıyor, pencereden içeriye görme umuduyla ileriye doğru çıkıyordum ama içerisi karanlık olduğu için herhangi bir şey görülmüyordu.

Veranda her adımımda gıcırtı çıkarması da başka bir sorundu.

O an aklıma nereden geldi bilmiyorum ama elim kapının kulpunu denerken kendimi bulmuştum. İşin şaşılacak kısmı ise kapı gerçekten de kilitli değildi. Şaşkınlıkla kulübenin içine açılan kapıya bakarken, hafiften de ürpermiştim.

Kendimi koruyabilirdim. Bundan babam sayesinde emindim ama aklımda burayla ilgili şüpheler vardı.

Burada yaşayan biri varsa, neden kapısı kilitli değildi? Anlaması güçtü.

"Merhaba?"

Kulaklarım dalgaların dışında sesime cevap veren kimseyi duymadı.

İçerinin karanlığı gözlerimi önüne perde çekmişçesine gerilmişti. Adım atmakla atmamak arasında kalmıştım. Başımı öne doğru uzatırken, duyabilecek herhangi bir sese pür dikkattim.

Telefonum titrediğinde hala kararsızlığımı koruyordum. Ansızın içim ürpermişti. Arayan Ceyda'ydı. Onca aramasına cevap vermemiş, kıza geri de dönmemiştim. Bu yüzden bu telefona cevap vererek, dalgalardan başka ses duymak istedim.

"Ceyda?"

"Neredesin kızım sen? Aramalarıma neden cevap vermiyorsun? Meraktan öldüm evde."

Onca aramasına haklı olarak isyan ediyordu. Beni düşündüğünü biliyordum ama babamın ortaya koyduğu bu yapbozu çözmeden içim rahatta etmeyecekti.

"Biraz işim vardı. Telefonu da sessize almışım, farkında değildim. Önemli bir şey mi oldu?"

Bir anlığına bekledi. Bu sessizliği söyleyeceği her ne ise kararsız olduğunu hissettiriyordu. "Sen iyi misin? Nasılsın?"

O an aklıma gelmemişti ama Ceyda'nın bana bu şekilde temkinle yaklaşmasının bir sebebi vardı. Oda gazeteye çıkan babamın haberiydi.

"Daha sonra konuşalım mı?" derken, gözlerim ıssız kulübeyi tarıyordu. Karar vermiştim. İçeriye girecektim. Babamın ölümünün gizliliğini çözmem bu köhne kulübeden geçiyorsa, içeriye girecektim. "Ben seni arayacağım."

Ceyda cevabı makul karşıladı.

Telefonu kapatıp ceketin cebine koyduğum gibi kulübenin açık kapısına doğru adımladım. Buraya bir hiç uğruna gelmemiştim. Makul düşünmüyor olabilirdim ama babamla ilgili bir şey bulma ihtimali olabileceği o an aklıma düşmüştü.

Hırslanmış, sinirlenmiş ve dünyada tek kalmıştım.

Doğru düşünmek buraya kadardı.

İçerisi karanlık bir kuyuya benziyordu. Dışarının ışığı belli bir yere kadar kulübenin içini aydınlatıyor, arka kısımlara doğru bu başarısız oluyordu. Kulübenin içi de dışından göründüğü gibi küçüktü ama birisinin yaşadığına dair belirtiler de mevcuttu. Bu yüzden girişte ayakkabılarımı çıkarıp, elime aldım. Eskimiş bir halı yer de kulübenin içini neredeyse tamamen kaplıyordu. Bir tane kanepe eskiden kullanılan sobanın karşısındaydı. Sobanın yanında yer yatağı gibi bir yer hazırlanmıştı. Duvar dibindeki masa da bir radyo ile kitaplar üst üste dizilmişti. İleriye doğru giden koridor ise karanlığa gömülmüştü. Işığı içeriye alacak bir pencere yoktu. Televizyon yoktu. Burada yaşayan her kim ise dünyadan bağımsız yaşamını sürdürüyor olmalıydı. Şaşırmamam gerekirdi ama içerisi temizdi. Dışarıdan köhne olarak görünene kulübenin içini temiz olacağını düşünmemiştim.

Etrafı incelemek haneye tecavüz olduğunu bile bile adımlarım çekmeceli masaya gitti. Çekmecelerden birini kendime doğru çektiğimde ise faturadan, ıvır zıvırdan başka bir şey bulamadım. Hissettiğim hayal kırıklığıydı ama burada ne bulmam gerektiğini açıkçası bilmiyordum. Gözlerim masanın üstündeki kitaplara kaydı. Çoğu İslam Tarihi konulu kitaplardı ve ben gelmiş burada tanımadığım insanın mahremini karıştırıyordum.

Yaptığım yanlıştı ve ben böyle bir insan değildim.

Tam karar vermiş, kulübeden çıkmak için hareket etmiştim ki kulübenin verandasından konuşma sesleri geldi. Bir erkek sesiydi. Kalbim korkuyla ağzımda attı. Gözlerim kapı girişine temkinle kaydı. Veranda adımlarla gıcırdamaya başladı.

Bu hiç iyi olmamıştı.

Yakalanırsam bu yaptığımı hangi cümlelerle aklayabilirdim? Hiçbir cümle bulunduğum durumu kurtarmazdı. Sesler gelmeye devam ederken, ne yapmalıydım? Saklanmalıydım. Evet, bir şekilde görünmeden buradan çıkmalıydım. Ama ilk önce hiçbir şey yapmadan dikilmekten vazgeçmeliydim.

Kulübenin bu dar alanında bulmam ise biraz kısıtlıydı.

Her saniye adrenalin yükselirken, koridora doğru daldım ve orada ufak bir oda buldum. Odanın içinde tek kişilik ufak bir yatak ile bir dolap vardı. Başka da bir şey yoktu. Tek seçeneğim olan dolabın içine kendimi attım. Pek fazla kıyafet yoktu ama bedenimi kamufle etmeyi başarmıştım. Dolabın içinde iki büklüm olurken, dolabın kapağı kapanmıyor, kendiliğinden hafif bir aralık kalıyordu. Yapacak bir şeyim yoktu. Diğer taraftan görünmüyorsam, sorun yoktu. Adamın kulübenin içine girdiğine dair adım sesleri duyuldu. Bir köpek havlama sesi geldi. Ardından da adamın sesi tekrardan duyuldu. Nefes almayı bile unutmuştum.

"Kulübene gir, kızım. Üşüme." Tok bir sesti. Dışarıdaki kulübeden bahsediyor olmalıydı. "Namaz kılıp, geliyorum."

Bir müddet sesler gelmeye başladı. Sanırım evin içinde gördüğüm sobayı yakıyordu. Dolabın aralık kapısından sadece koridor gözüküyordu ve şimdi de koridorun ışığı yanmıştı. Kendimi dolabın gerisine doğru iterken, ses çıkarmamaya çalışıyordum. Başıma açtığım bu halden nasıl sıyrılacaktım, merak ediyordum.

Adam bir anlığına koridora göründü ve kayboldu. Tek görebildiğim adamın sırtı olmuştu. Etrafı dinlerken, köpeğin hırıltı sesinden başka bir ses duyulmuyordu. Adam banyoya gitmişse, şu an buradan çıkmam için en iyi şansım olabilirdi. Cesaretlenmiş, ileriye doğru adım atacakken bulunduğum odanın ışığı yandı ve adam odaya girmiş oldu.

Robot gibi kalmıştım. Ne nefes alabiliyordum, ne de hareket edebiliyordum. Kirpiklerim dahi hareket etmiyordu.

Dolabın aralığından adamın hala sırtı görünüyordu. Uzun boylu, yapılıydı. Genç birine benziyordu. Elindeki seccadeyi yere sermişti. Kesinlikle Demet'i yanıma almadığım için pişmandım. Adamın kız kardeşi her şeyi yoluna sokabilirdi ama ben kendi kafamın dikine giderek, kendimi bir dolabın içine hapis etmiştim.

Adam namaza dururken, artık buradan çıkmam imkânsız gibi görünmeye başlamıştı. Geçen dakikalar hissettiğim korkuyla ruhuma abanmış, mantıklı düşünen tarafım diskalifiye olmuştu. Biraz zaman geçti. Alnımda ufak terler akmaya başladı. Nefes almaya bile korkuyordum.

O an işin en berbat kısmı ise telefonumun aniden titremesi olmuştu. Bunu hiç beklememiş, aklıma bile gelmemişti. Kalbim göğsümde depar atarken, dilim damağım kurudu. Adamın kulakları sağır değilse kesinlikle duymuştu. Endişeyle gözlerim aralık yerden adamı izlemeye devam etti ama korktuğum başıma gelmedi. Adam, namazını kılmaya devam ediyordu.

Seccadesini eline alıp, katladıktan sonra da yatağın üstüne koydu ve odadan çıktı. Kendime rahat bir nefes almamı, her şeyin yoluna gireceğini telkin ederken, aniden dolabın önü karardı, tahta kuvvetle kapı açıldı.

O an gözlerim yuvalarından çıkacakmış gibi oldu. Kulaklarım uğuldadı. Ne yapmam gerektiğini çözemedim. Adam karşımda, ayaktaydı. Siyah kaşları çatılmış, mavimsi göz bebekleri öfkeyle bürünmüştü. Elimde ayakkabılarımla dolabın içine sinmiş, adamın yüzüne bakıyordum.

"Çık dışarı!"

Hareket etmem imkansızmış gibi bedenim kaskatı kalmış, oynamıyordu. Tüm vücudum buz tutmuştu. Buraya gelirken, başıma bunun geleceğini hiç hesaplamamıştım.

Hala dolabında olduğumu görünce, tekrardan, "Çık dedim!" diye homurdandı. İrkilmemi engelleyemedim.

"Tamam," dedim yavaşça, başımı eğerken. "Haklısınız. Çıkıyorum."

Dolabın içinden çıkarken, hareketlerim temkinliydi. Adamın bundan sonra vereceği tepkiyi tahmin edemiyordum. Dolabın kapağını açtığında, yüzündeki mimikler seğirmemişti bile. Büyük ihtimalle burada hem de dolabının içinde ne halt ettiğimi sorgularken, öfkesi had safhaya çıkmıştı.

Çıktığım dolabın kapısını kapattı. "Bakın, bu durumun makul bir açıklaması..."

"Dışarı çık, dedim sana."

Makul bir açıklamam yoktu. Adamın evine gizlice girmiş, gizlice odalarında gezinmiş, hatta dolabında saklanmıştım. Yaptığım doğru bir hamle değildi. Sözümü kesmekte haklıydı. Her ne kadar evinin kapısı açık olsa da kovmakta haklıydı.

Salonun bulunduğu kısma doğru adımlarken, adam arkamdan geliyordu. Göremiyordum ama bakışlarındaki sert vurguyu ruhum tadabiliyordu. Kendimi çok kötü hissediyordum. Suçluluk duygusu tüm vücudumu kaplamış, tedirginliğim damarımın duvarlarında geziniyordu. Buraya neden geldiğim de aklımdaydı ama nasıl kendimi bu adama açıklayacaktım, emin değildim.

Deminden beri sesini duyduğum köpek siyah bir rottweilerdı. Küçük kulübesini görebiliyordum. Yatağında mışıl mışıl uyuyor, yerinden keyifli hırıltıları yükseliyordu. Dakikalar önce cansızlığı her yerine bulaşan ev ile şimdi gördüğüm evin arasında büyük bir fark vardı.

"Açıklamama izin verin," diye tekrardan konuşmaya çalıştım. Adama doğru dönerken, hala aynı ki kararlılıkta yüzüyordum. Buradan bir cevap almadan gitmeyecektim. Daha doğrusu kendime cevapsızlığa hazırlamamıştım. Bir amacım vardı ve bu amaç bu adamdan geçiyordu.

Adam öfkeli istifinden bir gram geri hareket etmedi.

"Evimden dışarı çık." Kelimeler sesiyle parçalanıyormuşçasına çıkıyordu. Gözlerimi devirmemek için kendimle büyük bir savaşa girerken, mantıkla çalışan tarafım üretkenliğinden bir parça almaya çalıştım.

"Evinize izinsiz giren kişinin kim olduğunu da mı merak etmiyorsunuz?"

Kapıya yakınlığım dışarıdan gelen dalgaların sesini duymama yardımcı olmuştu. Adam salonun ortasında, uzakta duruyordu ama sanki tüm odayı hiddeti kaplamış, bir başkasına yer kalmamıştı.

"Kim olduğunla ilgilenmiyorum," dedi gözlerinin kırpmadan. "Neden dolabımda saklandığınla da ilgilenmiyorum. Sadece evimden dışarı çıkmanla ilgileniyorum."

Normal insanların vereceği tepkiyi bu adamdan alamıyordum. Eminim ki insanlar böyle bir durumla karşılaşmış olsa böyle bir tepki vermezlerdi.

"Polisi de mi aramayacaksınız? Belki de bir hırsızım. Nereden biliyorsunuz?"

"Bu da umurumda değil," derken kayıtsızlığı rahatsızca kıpırdanmama neden oldu. " Dışarı çık."

Sesinin tonu biraz daha yükselmişti. Sesiyle kulübenin içindeki köpeği hafifçe ses çıkardı, gözlerim köpeğin bulunduğu alanı buldu. Gözleri aralanmış, esniyordu. Yabancıdan hoşlanmayacağını o an anlamıştım. Gözleri sahibini bulurken, kokumu almış olmalı ki havladı.

"Sakin ol, kızım." Sahibinin sesini duyan köpek sustu.

Gözleri tekrardan bulunduğum yeri bulunca, hala yerinde dikildiğimi görmesiyle öfkesi biraz daha arttı. Kaşları çatıldı. Çenesi gerildi.

"Sanırım laftan anlamıyorsun," dedi ileriye çıkarak. "Kaba tabirle, defol artık."

"Sizinle konuşmak istiyorum," derken kelimelerimi dikkatle sepetimden çıkarıyordum. "Beni bir dinleseniz."

Elim ceketimin içindeki geliş amacıma değerken, sertçe soluklandı. Kâğıdın yüzeyi yaşanılanları hatırlatan keskin bir kılıçtı. Tenim her dokunduğunda ruhumdan bir parça hüzne karışıyordu. Hüznüm bu kağıtta canlanıyor, gerçeklik benimle oluyordu.

"Tanımadığı insanın dolabında saklanan hiç kimseyi ciddiye almam."

"Kapınız açıktı."

"Her açık kapıdan girer misin? Bu bir yere girmek için yeterli bir sebep midir? Şimdi de açık olan kapıdan çıkmak için bir sebebinde var."

"Anlamıyorsunuz. Anlatmama izin vermiyorsunuz."

"Evet, anlamıyorum. Anlamakta istemiyorum." Yanıma doğru adımlarken, hislerim gerildi ama o yanımdan geçerek, kulübenin kapısını açtı ve işaretiyle çıkmam için hareket etmemi istedi. "Buyurun, açık olan kapıdan şimdi de çıkın."

Babamın yazısının olduğu kağıdı avucumu yaka yaka cebimden çıkarırken, adam bakışlarını kaçırdı. "Tamam," dedim pes edercesine. Adamın haklılığını tartışamazdım. Haklı ve gitmemi istiyordu ama elimdeki kozu kullanmadan da yapamazdım.

Kapıya doğru adımladım. "Ama bana sadece şu sorunun cevabını verin." Yüzüme bakmadı. "Siz Alim Polat mısınız?"

Tam olarak emin olamıyordum ama adres doğruydu ve burada biri yaşıyordu. O kişi bu kişi olmalıydı. Yine de teyit etmek istiyordum. Nasıl diyaloga geçeceğimden, şüpheli olsam da öğrenmem lazımdı.

Cevap vereceğini düşünmemiştim ama o "Alim Polat, hiç kimsedir," derken umursamazca soludu. "Şimdi çıkın."

Tepkisi sanki kendisinden kaçmak istercesineydi. Bu iğnelemeyi biliyordum. Bu oydu. Alim Polat olmalıydı. Issız denilecek bir yerde yaşamakta kendinden kaçan insanların işiydi. Mektup elimde şekillenirken, midem kasıldı. Şimdi söyleyeceğim cümleye vereceği tepkisi ise algımın dışındaydı. İnsan kendinden kaçarcasına konuşuyorsa, bana yardım eder miydi? Bilinmezdi.

"Bakın, buraya ne evinize izinsiz girmek için ne de art niyetle geldim. Buraya sadece Bilal Polat hakkında konuşmak için geldim," der demez söylediğim bir kelime yüzünü bulunduğum tarafa doğru çevirmesine ve bakışlarını gözlerime değdirmesine neden oldu.

O an gözlerindeki bakışın öfkeden ziyade şüphe ve merak tohumlarının parıldamasına şahit olurken, artık beni dinleyeceğinden emin olmuştum. Sonunda sesimi duyurabilmiştim.

 

 

 

 

 

Loading...
0%