@__okuyan94__
|
5.BÖLÜM -YOL- Gerçek gerçekti. Varlığı değişmezdi. Saklandığı yerde bulunmayı beklerdi. Tek amacı bilinmekti. Acı verici bir iğne olabilir, damarlarına yalanın zehrini değil, kendi acısını hissettirirdi. Hissedilen duygu en azından sahte olmazdı. Benim gerçeğimde bu zamana dek dünyada varlığıyla güvende hissettiğim babam olmuştu. Şimdi bulunduğum gerçekliğin ise sahte mi gerçek mi olduğundan, emin olamıyordum. Babam bana karşı her zaman dürüst olmuştu. Her şeyi net bir insandı. Kararları netti. Davranışları netti. Kuralları sabit bir adamdı. Oysa güvendiğim insanın aslında nasıl bir insan olduğunu öğrenmem ölümüyle beraber kayıplara karışmıştı. Gösterdiği her hareket yoksa sahte miydi, emin olmam imkânsızdı. Bilebildiğim şey hissettiğim hüznün varlığıydı. Yakıcı ve ıstırap yüklüydü. Dünyada tek başına kalmanın verdiği çaresizlikti. Babama karşı hayal kırıklığıydı. Babam benim için bir çınar ağacıydı. Korunaklı gölgesinde güvende hissettiğim yer, gövdesinde saklandığım dünyadaki sığınağımdı. Yaşadıklarımın ardından ruhum çınar ağacının kökünden sökülen boşluğuna bakandı. Belki cevaplar bulursam, o boşluğun üstüne toprak atabilirdim. Temennim bu yöndeydi. Yaklaşık on dakikadır salondaki koltukta oturuyor, siyah köpekle bakışıyordum. Benden hoşlanmadığı bakışlarındaki huzursuzluktan belliydi. Sanırım yaşadığı yerde bir yabancı görmeye alışık değildi. Çıkardığı horultular da bunu bariz belli ediyordu. Alim Polat, dakikalar önce gösterdiği tavırdan biraz da olsa geri adım atmış, bu sefer salonunda ki koltukta oturmama izin vermişti. Anlaşmaya başlayacağımızı hissettikten sonra ilk önce yapmam gereken şeyi yaparak tekrar özür dilemiştim ama oralı olmamıştı. Sadece ayakkabılarımı, kapının girişine koymamı söylemişti. Çekinerek, kulübenin salonunda otururken, kendisi adımı bile sormamıştı. Babası hakkında ne bildiğimi öğrenmesi için inisiyatif kullanarak, kalmama izin vermiş ve elinde teneke kovayla dışarı çıkmış, daha da gelmemişti. Normalde köpeklerden korkmazdım ama sanki yerimden kalktığım an havlayacakmış gibi geliyordu. "Benden iyi elektrik alamadığını biliyorum." Bakışlarını çekmedi. Yattığı sıcak yerinden kımıldamadı. "Zaten burada fazla da kalmayacağım. Emin ol, gideceğim ama ilk önce cevap almam lazım. O zamana kadar uslu dur, lütfen." Gülümseye çalışmama karşılık dik dik bakışlarını gram kımıldatmadı. Kulübenin kapısı gıcırtıyla açılıp, dikkatimi çektiğinde Alim Polat'ta salona girmiş oldu. Elinde bir kova odun vardı. Arkasından kapının sinekliğini kapatarak, kapıyı kapattı. Bulunduğum yerde yokmuşum gibi sobanın yanına yürüdü, kovayı yanına bıraktı. Kovanın içinden iki tane odun alıp, sobanın kapağını açtı, içine attı. Ateşin çıkardığı ısı odanın içine yayılırken, sobanın içindekiler çıtırdadı, kulübenin duvarlarına yayıldı. Üstündeki montu çıkarıp, duvardaki askılığa astı. Üstünde lacivert boğazlı bir kazak ile siyah pantolon vardı. Adam, bir şeyler mırıldanıyordu ama tam olarak ne dediğini duyamıyordum. Yan profilden de olsa sakinliğini görebiliyordum. Sert yüz hatları vardı. Elmacık kemikleri kirli sakalının arkasında belirginliğini koruyordu. Mavimsi göz bebekleri vardı. Hafif uzun bir burnuyla yüz hatları uyum içindeydi. Siyah saçlarının çokluğu dağınık durmasından daha fazla gözüküyordu. Makul biri gibi görünüyordu ama ilk diyaloğumuz hiçte iyi sonuç doğurmamıştı ama bu adam da bir şeyler değişikti. Hissedebiliyordum. Kim dolabında yabancı birini görünce polisi aramazdı ki? "Babamı nereden tanıyorsun? Anlat." Kulaklarım tok, sakin sesini duyduğunda kendisiyle ilgili düşüncelerime darbe gerçekleştirirken, boğazımı temizlemeye çalışırken yerimde huzursuzca kımıldandım. Normalde rahat, kendimden olmalıydım ama şu an öyle değildim. Bu rahatsızlığımda yakalanmamın şeklinden kaynaklanıyor olmalıydı. Buraya nasıl geldiğimi ya da kendisi nasıl bulduğumu sormadı. Sorsa bile kız kardeşinin ismini vermezdim. Öfkesinin karşısına çıkartmak en son isteyeceğim şeydi. Hem kız kardeşini dinlemeden, tek başıma gelmiştim. Hiç iyi yapmamıştım. "Babanızla bizzat tanışma fırsatım olmadı," dedim elimde babamın mektubunu hissederken. "Ama babamın ismini bir yerden biliyorsun. Bununla ilgileniyorum." "Evet." Adam duvar dibinde ki sandalyeye uzandı, sobanın yanına bıraktı. Bulunduğum tarafa doğru konumlandırırken, hareketleri robotsuydu. Sırtını sandalyeye yasladığında, kaşları hala çakıktı. "O zaman neyi bekliyorsun?" Gözleri gözlerimin içine bakarken, kendimi sanki günler önce polis merkezindeki sorgu odasında gibi hissettim. Bir an neden bahsettiğini anlayamadım. Gerilmiş, sözcük ağacımdaki kelimeleri yan yana getirmekte birkaç saniye zorlanır gibi olmuştum. "Anlat, hadi. Böyle bekleyecek miyiz?" İlk işim boğazımı temizleyerek, söyleyeceğim kelimeleri dilime getirmek oldu. "Bakın, ilk önce evinize izinsiz girdiğim için özür dilemek istiyorum. Yaptığım yanlış bir hareketti. Olmaması gerekiyordu." Mahcupluğum yine adamda bir tepkiyi tetiklememişti. "Ama buraya sizi bulmak için geldim." "Sonra da kapının açık olduğunu gördün, bir girip bakayım dedin," dedi dümdüz bir halde. Yüzünde hiçbir mimik oynamadı. "Buraları geç, ana konuya geri dön. Babamı neden arıyorsun?" Bu tepkisizliği kanımı dondurmuştu. İnsan bu kadar duygusuz bir halde bakabilir miydi? Sorumun cevabı bu anda saklıydı. Bakabiliyormuş demek ki. Bakışları ruhumu buzlaştırmaya yemin etmiş gibiydi. "Tamam. Sizin istediğiniz gibi gidelim. Zaten ne kadar özür dilesem de sizin umurunuzda olmayacak. Daha önce de dediğim gibi buraya babanız hakkında konuşmaya geldim. Babanızın daha önce ismini bile duymamıştım." "Hala neden babamı aradığını söylemedin?" "Dinlerseniz anlayacaksınız." Cevap vermedi. İfadesiz bakışlarını üstümde tutmaya devam etti. "Babanızı bizzat kendim isteyerek aramıyorum ama sanırım babanızla babam arkadaştı ve bana bıraktığı mektupta da ismi geçiyordu." "Ne mektubu?" Doğru söyleyip, söylemediğimi tartıyor olması konunun dikkatini çektiğini gösterirdi. Ellerimin arasında tuttuğum beyaz kağıt parçası, her şeyin başlangıç noktasıydı. Babamın intihar ederek, yaşamına son verdiğinin kanıtıydı. Bilal Polat'ı bulmam gerektiğini söyleyen dildi. "Bu," derken elimdeki mektubu hafifçe yukarıya kaldırdım. Sesim kanadı kırılmış kuş çırpıntısıydı. "Babam geçen haftalar da geride bu mektubu bırakarak vefat etti. Neden babanızı bulmamı istedi, bilmiyorum ama buraya babanız için konuşmaya geldim." Gözleri, gözlerimden elimdeki mektuba kayarken kafası karışmış gibiydi. Dakikalardır tepki bile vermekten kaçınan adam bu sefer daha yoğun bir halde gözleri şüpheyle dolmuştu. "Böylece neden evime girdiğin anlaşılıyor," dedi ileriye doğru elini uzatırken. İstemeyerek de olsa elimdeki mektubu eline bıraktım. Babamın kelimeleri ikimizin arasında kalmalıydı. Yazdıkları en son gördüğümden itibaren benimle son konuşması olarak yerine geçmişti. Özel olmalıydı. Kimse okumamalıydı. Bana ait olmalıydı. Normal bir şekilde vefat etmiş olsa olabilirdi. İsmini geçirdiği adam da ölmemiş olsaydı, her şey daha net, basit olabilirdi. "Bu bir intihar mektubu." Cevap vermedim. Adamın ifadesiz gözleri kelimeler de gezinip son satırlara gelirken, bakışlarını kaldırdı. Mektubu geri vermeden elinde tuttu. "Yani baban istihbarattandı." "Evet, daha yeni emekli olmuştu." Bakışları değişti. Kaşları hafifçe çatıldı, çenesi kasıldı. "Sen Hüseyin Çetin'in kızısın." Bu bir soru değildi. "Babamı tanıyor musunuz?" Heyecanlanmıştım. Sorularımın cevabının olabileceği düşüncesi ruhumu hem rahatlatmış hem de belirsizlikten kurtulacağım çıkış yolunun ışığını görür gibi olmuştum. "Tanıyorum," derken kelime iğrenir gibi sesinde büküldü. "Nasıl tanımam? Kendisi babamın hayatını mahveden kişi olur. Görünen o ki kendi hayatını da mahvetmiş." O an tüm hücrelerimin donduğunu hissettim. Ayaklarımın altından yer çekilirken, kelimelerin içinde boğuldum. Kulaklarım adamın sesini zihnimde yankı yaptı, odalarında gezindi, izini bıraktı. "Ne? Nasıl?" "Bir de mektupta dostuymuş gibi yansıtmış," derken elindeki mektubun kenarını avuçlarında ezmeye başladı. Kelimeler tiksinir gibi dudaklarından çıkıyordu. Tiksindiği kişi ise babamdı. Hışımla ayağa kalkıp, elinden babamın mektubunu çekerken, kenarı yırtıldı. "Yalan söylüyorsun. Babam böyle bir şey yapmış olamaz." Kendisi de vereceğim tepkiyi hesaba katmamış gibi bir anlığına boşça baktı, ardından da ayağa kalkarak, karşımda dikildi. "Babanla ilgili gerçekleri öğrenmek istiyorsan, gerçek bu. Babamın meslek hayatını bitiren adam senin baban. Babam Hüseyin Çetin yüzünden istihbarattan atıldı. Üç ay sonra da üzüntüsünden kalp krizi geçirdi. Tüm bunun suçlusu da senin baban olacak adam." Elimde mektupla geri adımlarken, inkar mekanizmam tıpkı babamın intihar ettiği zaman ki gibi çalıştı. Aklım almıyordu. Tüm hislerim yerle bir olmuştu. Mektupta Bilal Polat hakkında farklı şeyler yazarken, bu adamın dedikleri daha farklıydı. Bu nasıl olabilirdi? Çıkış yolum tekrardan kapanırken, gideceğim yollar tükenmişti. Bilinmezlik çukuruna yeniden çekilirken, ruhumdaki gerçek ile gerçek olmasını istediğim kelimeler birbiriyle çarpıştı. Kazanana ruhum çığlığını bastı. "Anlamıyorum." "Anlamayacak bir durum yok. Baban babamın dostu değildi." Çıkan sert sesi kendime getirttirirken, babamla ilgili anılar zihnimden geçip, gidiyordu. O güvenilirdi. Kimsenin kötülüğünü istemezdi ama bu mektuba kadar da dostunun olduğunu da hiç bilmemiştim. Varsa da beni hiç tanıştırmamıştı. Arkadaşlarının çoğunun mesleğinden olduğunu düşünmüştüm. Dostu olmayan biri için dostum demezdi. Hem de canını yaktığı biri için bu kelimeyi kullanması imkânsızdı. Gariplik vardı. Alim Polat'a doğru tekrardan dönerken, kulübenin kapısını açmış, gitmemi hareketiyle işaret ediyordu. Bakışları nefretle öfkenin karışımından oluşuyordu. Aldırmadım. "Eğer babam, söylediğin şeyi yapmış olsaydı son kelimelerinde babanın ismini bile geçirmezdi ama bu mektupta," derken mektubu sımsıkı tuttum. Kelimeleri yanıma çağırırken, kendimden emin, dik duruşluydum. "Tam tersi yazıyor. Babam, babanın dostu olmalı. Yoksa burada öyle yazmazdı." "İntihar mektubundaki kelimeleri tartışacak değilim." Umursamazlığı geri dönmüştü. "Ama ben tartışacağım. Babam kimseyi mesleğinden edecek biri değildi. Hem de dostu olarak sarf ettiği kişi hakkında yanlış yapacak biri hiç değildi." Kapıyı bırakırken, tam anlamıyla bana doğru döndü. Yüzündeki ifadeyi bırakmamıştı ama sıkıldığını gösterir bir şekilde nefes verdi. Tanımadığı hatta babasına olanlar hakkında suçlu bulduğu kişi olan kızının bu ısrarı kendisini bezdirmiş olmalıydı. "Ne istiyorsun?" "Gerçeği bilmek istiyorum." "Gerçek bu," dedi yine ifadesizce. "Ve artık gitmeni istiyorum. Sana ayırdığım zaman doldu." "Kızını emanet edecek kadar güvendiği dostuna da bunu yapmış olamaz. Bunu inanmayı ret ediyorum. " Çıkışımın etkileri soluduğum havaya karışırken, sesim istediğimden de sert çıkmıştı. Alim Polat'ın bakışlarının soğukluğu ise devam etti. Değişiklik olmadı. "Babanı yanlış tanıman umurumda değil," dedi tavrından geri adım atmayarak. Anlaşamayacaktık. Yardımda etmeyecekti. Başından beri belliydi. Hiçbir şey demedim. Öfkemi damarlarımda hissediyordum ama kelimeler olarak dudaklarımdan akmasına izin vermedim. Son kez soğuk gözlerinin içine baktım ve kulübesinden dışarıya çıktım. İzlediğim yol çıkmaza götürmüştü ve bir sonraki adımımın ne olacağını bilmiyordum. Buraya cevaplar bulmak için gelmiştim ama cevaplar yerine başka sorular şekillenmişti. Babamın yazdığı mektubun içeriğiyle bu adamın dedikleri ise çelişki ortaya çıkıyordu. Sürüklenmiş, tutunmuş ama yine yolum çıkmaza çıkmıştı. Tek bildiğim babamın dostuna böyle kötü bir şey yapmayacağıydı. Tanıdığım adam, beni büyüten adam böyle biri değildi. Doğru ve yanlışın ayrımını yapmamda en büyük yardımcım olan babam ima ettiği gibi biri değildi. Tüm bunlar çok fazlaydı. Her şey çok fazla derine gömülüydü. Ruhum da olup biten karmaşanın altında eziliyordu. Kalbim paramparça olmuş, ruhuma baskı yapıyordu. Düşüncelerim çığlıklara dönüşmüştü. En önemlisi de korkuyordum. Bildiklerimle gerçeğin farklı olmasından ödüm kopuyordu. Kandırılmış olmaktan korkuyordum. Çıkmazdaki kendimden korkuyordum. Tanıdık sokağa giriş yaparken, bomboş hissediyordum. Yıllarca sayamadığım kadar geçtiğim kaldırımlar yabancı geliyordu. Zaman zaman güldüğüm bazen de ağladığım sokağın her zerresi bu sefer çaresizliğime ağlıyordu. Ne yapmam gerekiyordu? Nasıl devam etmem gerekirdi? Zora girdiğim zamanlar akıl aldığım babam artık yoktu. O benim her sorunumun akıl hocasıydı. Arkadaşımdı. Annemdi. Her şeyimdi ve dünyadan giderek her şeyimi elimden almıştı. Arabanın camından baktığım ev dediğim yer bana ait değildi. Bunca zamanın bir önemi yoktu. Her ne kadar, içeriye girmek istemesem de gidecek başka yerim yoktu. Saatte epey geçti. Sokakta tek tük insanlar dolaşıyordu. Zaten oldum olası sokağımız sessiz ve sakin bir yerdi. Kavga olmazdı. Gürültü olmazdı. Kafamın boşalmasına o kadar ihtiyacım vardı ki... Arabayı her zaman ki yerine park ederken, mecburiyetim canımı yakıyordu. Hiç olmadığım kadar canım yanıyordu ve kendimi nasıl yenileyeceğim hakkımda hiçbir fikrim yoktu. Çaresizlik böyle bir şeydi. Ne yapacağını bilmeden nefes almaktı. Nereden başlayacağını bilmemekti. Yardımsız kalmaktı. Yalnız kalmaktı. Evin kapısına geldiğimde, sokaktan geçen arabanın sesi kalbimin çırpınışlarının üstünü kapatmıyordu. Ruhumun yıpranışına, kalbimin kırıklığına o kadar kafayı takmıştım ki kapının hafif aralık olduğunu karanlıkta ancak farkına varabilmiştim. Kapı açıktı. Parmaklarımın değdiği anahtar derime baskı yaptı. Kimse de anahtarımız yoktu. Hırsız mı girmişti? Başka ne olabilirdi ki... Hala içeri de olabilir miydi? Evde bildiğim kadarıyla değerli bir şey yoktu. Babam değerli eşyalarımızı bankada ki kasamızda saklardı. Tedirginlikle yutkundum. İçeriden hiçbir ses gelmiyordu. Kulaklarım gecenin içindekileri duyuyor, başka bir seste duymuyordu. Polisi aramalıydım. Bir şeyler yapmalıydım. Kapıya bile dokunmadan gerisin geri arabaya gittim. Ömer Dereli kartvizitini arabanın torpido kısmından aldığım gibi cep telefonumu kulağıma götürdüm. Ömer Dereli, yaklaşık yirmi dakika sonra bir ekiple sokağımıza giriş yaptı. Olay olmayan sokağımızda polis arabalarını ikinci kez gören sokak sakinleri merakından evlerinden çıktı. Bazıları da dairelerinden çıkmadan pencerelerinden olup biteni izlemeye başladı. Ceyda ve ailesi de sokağa çıkanlar arasındaydı. Yanıma ilk gelen kendisi olmuştu. Kendisine yalan söylediğim durumu şuan yaşıyor olmam başla başına zaten berbattı ama babamın haberi haber kanallarına ve internete düştüyse kendisi de artık biliyor olmalıydı. Babamın intiharı hakkında soru sormadı. Eve girmem engellenmişti. Arabanın yanında Ceyda ile dikilirken, insanların fısıltı gibi sesleri kulaklarıma baskı yapıyordu. Herkes bir şey konuşuyor, teori üretiyorlardı. Bazıları da duydukları gerçekleri konuşuyordu. "Babasının intiharını duydun mu? Hiçte öyle bir adam değildi." "Kıza acıyorum. Annesi zaten yoktu. Şimdi de babası. Bir de bu hırsız çıktı başına." "Allah kimseye böyle bir acı vermesin. Çok zor." "Her şey geçecek," dedi Ceyda yanı başımdan. "Allah, çektiğin acılarının hediyesini sana verecek, kardeşim." Rüzgârın esintisi saçlarıma konarken, boğazımda oluşan tozları yutkundum. Hiçbir şey belli etmemeye çalışıyordum ama içimde volkanlar aşıyor, dağlara ulaşıyordu. "Biliyorum." Evin kapısında bir hareketlilik oldu. "Geçmez ama alışacağım." Ömer Dereli kapının girişinde göründüğünde Ceyda'nın yanından ayrıldım. Bahçeye girerken, yanındaki polis memuruyla konuşuyordu. Geldiğimi görünce memuru yanından gönderdi. Yüzünde sıkıntılı bir hava vardı. "İçerisi nasıl?" "İçerisini dağıtmışlar ama görmeniz gereken başka bir şey var. Gelin benimle." Cevap vermeme fırsat vermeden, içeriye yöneldi. Arkasından ilerlerken, bakışlarım etrafta gezindi. Her şey aynıydı. Işıklar açıktı. Girişte bir anormallik yoktu. Odamın kapısı açık, dikkatimi çeken bir şey yoktu. Babamın çalışma odası dışında hiçbir yerde dağınıklık yoktu. Odanın kapısından içeriye bakarken, kalbim kulaklarımda yankılandı. Günlerdir giremediğim odanı içi dağılmıştı. Kitaplar, sayfalar yerlerdeydi. Çalışma masasının üstü talan edilmişti. Dolapların içindekiler yerlere fırlatılmıştı. Çekmeceler açık, karıştırılmıştı. Bir şey aranmıştı. Belliydi. "Beni aramanız iyi oldu. Sıradan bir hırsızlık vakasına benzemiyor ama gece burada kalmanız her ihtimale karşı imkânsız. Gidebileceğiniz bir akrabanız varsa, bu geceyi orada geçirin." Fazlaydı. Bu kadarı da fazlaydı. Geniş hole geri çıkarken, başım sızlamaya başlamıştı. Ağrı gözlerime inen yolu bulma aşamasındaydı. "Sıradan hırsızlık vakasına benzemiyor derken, neyi kast ettiniz?" "Evinize kim girdiyse, odak noktası babanızın odası olmuş. Başka hiçbir yere dokunmamış," derken sakin bir dille kelimeleri söylüyordu. Gözlerinde yorgunluk vardı. Bu hareketlerinde bu belli olmuyordu. "Bu olayı araştırmak istiyorum." Bir şeyler oluyordu. Biliyordum. Merkezinde babamın olduğu bir şeyler olmuştu. Bunun başka açıklaması olamazdı ve hala devam ediyordu. "İçinizde bir şüphe var değil mi? Babamın intiharıyla ilgili bir bağlantının olup olmadığını araştırmak istiyorsunuz." Yol, farklı kavşağa çıkarken yeni bir yol şekilleniyordu. İzleri önümde belirginleşmeye başlamış, bir umut oluşturuyordu. Sıkıntıyla iç çekti. Söylemek istedikleri vardı. Belki de düşünceleri dediklerimi doğruluyordu ama görevinin gereği saklıyordu. "Maral Hanım, endişelenmenizi istemiyorum ama bunu söylemek için daha çok erken," demesine bile aldırış etmedim. Her şey birbiriyle bağlantılıydı. Bu bir işaret olmalıydı. İşaret olarak kabul etmeyi tercih ediyordum. Polisler çözemese bile ben yolumdan dönmeyecektim. DEVAM EDECEK |
0% |