@__okuyan94__
|
Merhaba.
Bölüm wattpade giremeyenler için gelmiştir.
Oy ve yorumlarınızı bekliyorum.
Bu ara desteğinize ihtiyacım var.
Bölümün geç gelme sebebi şehir değiştirmem. Yani taşınmam. Hala da alışma sürecindeyim.
Bölüm iki bölüm uzunluğundadır.
Yorumları lütfen fazla tutalım. Sonuçta burası kolay kullanılıyor :)
İYİ OKUMALAR
A L T M I Ş
D Ö R T
Öğrenmişti. Farkına varmıştı! Artık abim biliyordu. Beni çaldığı para için ortaya atmasının ardından ondan intikam almak istediğimi, onunla oynadığımı biliyordu. Yanında gibi görünüp ama aslında arkasından iş çevirdiğimi biliyordu. Nasıl aklına gelmişti, nasıl farkına varmıştı, bilemiyordum ama ona karşı yaptıklarımdan haberi vardı. Kız kardeşi tarafından aynı kendisinin de yaptığı gibi kandırıldığını biliyordu ve gözlerimin içine kandırılmasının sonucu olan öfkeyle bakıyordu. O hissi biliyordum. Abim tarafından kandırıldığımı, bir hiç olduğumu öğrendiğimde aynı onun gibi hissetmiştim. Abimle eşittik. Aynı duyguları yaşayan kardeşlerdik. Belki de değildik. Ben ona hiçbir şey yapamamıştım. Aklımda planladığım hiçbir şeye ulaşamamıştım. Eşit olamazdık. Yapmış olsam da olamazdık. Onun yaptığı benimkinin yanında bir dağ büyüklüğündeydi. Kollarımı elinden kurtarmaya çalıştım ama tutuşu buna izin vermedi. “Bırak beni,” dedim bir kez daha. “Çek elini.” “Arkamdan iyi eğlendin mi?” dedi ondan kurtulmaya çalıştığımı görmezden gelerek. “Abini salak yerine koymak hoşuna gitti mi?” Sinirlerim gerildi. Kendi yaptıklarını bilmediğimi sanırken nasıl da kendisiyle ilgili yorumlarda bulunuyordu? Bildiğimi bilmiyordu ama kendisi bana ne yaptığını biliyordu ve bilmesine rağmen kendinde bu tarz konuşma hakkı buluyordu. Sessiz kaldığımı görünce bedenimi sarsarak, “Konuş!” dedi. İstediği gibi konuştum. “Asıl saf yerine sen beni koydun,” dedim. Dümdüz yüzüne bakıyordum. “Seni beni hiç yerine koydun.” “Ben sana abilik yaptım!” Gülmek istedim ama mimiğim oynamadı. “Abilik demek, kız kardeşi yerine parayı seçmek değil! Sen abiliği bundan ibaret mi sanıyorsun?” Durdu, baktı. Öfkesinin arkasında dediklerime anlam vermeye çalışan biri vardı.
“Ne saçmalıyorsun kızım sen?” diye çıkıştı. Kendimi durdurmadım. Ne olacaksa olsun artık, diye düşündüm. “Sen geç öğrendin ama ben gerçek yüzünü senden daha erken öğrendim.” Zihnimde o güne gittim. Öktem’in abimi bıraktığı, onunla bir kafede buluştuğumuz güne. Birden fazla darbe aldığım o güne. İlk başta bana çaldığı parayla borcunu ödediğini söylemişti. Ama çok geçmeden gerçeği öğrenmiştim. O gün o telefon konuşmasını duymayabilir, beni kandırdığını hiç öğrenmeyebilirdim ama ben öğrenmiştim. Çaldıkları herhangi bir yerde değildi. Saklıyordu. Beni bilerek ortaya atmıştı. Benim yerime parayı seçmişti. Bir hiç olmamı istemişti. “Ben de biliyorum,” diye devam ettim. “Çaldığın parayı kardeşin yerine seçtiğini biliyorum. Sakladığını biliyorum. Nefretimi sen kendin kazandın abi. Bana bunu yaparak kazandın! Bana yalan söyledin!” Beklemiyordu. Söylediklerimi idrak ettiğinde ilk düşündüğüm buydu. Onca zaman gerçeği bildiğimi hiç düşünmemişti. Hazırlıksız yakalanmıştı. O an inkar mı edeceğini yoksa bir kez de olsa doğruyu yapıp yaptıklarının arkasında mı duracağını merak ettim. Cevabımı alamadım. Kulaklarımda bir titreşim sesi duyarken, elimde tuttuğum telefonun varlığını hissettim. Telefonumun çaldığını tek farkına varan ben değildim. Abim de fark etmişti. Gözleri elimdeki telefona kaymıştı. Sesli de olmasa da titreşimin sesini algılamıştı. Ne olduğunu anlayamadan bir kolumu bırakıp elimdeki telefona uzandı. Elimden seri bir şekilde kaptı. “Ver onu bana!” dedim hemen. Siyah montunun cebine telefonumu koydu. “Buna ihtiyacın olmayacak!” derken cebine ulaşmaya çalıştım ama beni yürütmeye çalışırken bu çok zordu. “Yürü! Bugün buradan benimle ayrılıyorsun!” dedi, arkasından sürükleyerek. Tek kolumu bırakmış olması ondan tamamen kurtulmama yetmiyordu. Kulağımda hala telefonumun titreşim sesi yankılanıyordu. Arayanın kim olduğunu biliyordum. Ekranı görmemiştim ama biliyordum. Dakikalar önce Öktem’e onu arayacağımı söylemiştim. Abim önüme çıkmasa, tüm bu olanlar olmasa da kafede onu bekleyecek, beklerken onunla konuşacaktım. Abim her şeyi engelliyordu. Hayatımı berbat ediyordu. “Seninle gelmiyorum!” dedim kolumun kavradığı yerden parmaklarını sökmeye çalışırken. Ama o kadar sıkı tutuyordu ki canımın yanması bir yana ondan kurtulamıyordum. “Rahat bırak beni!” Bırakmadı. “Benden kurtulmak öyle kolay değil!” dedi sokaktan diğer sokağa döneceğimiz sırada. Kendimi abimin pençelerinden kurtarmaya odaklamıştım ki beni köşede park halinde duran arabaya götürdüğünü daha sonra fark ettim. “Seninle hiçbir yere gelmeyeceğim!” “Sen öyle san!” “Abi!” Can havliyle etrafıma bakındım. Öyle bir sokaktı ki kimsecikler yoktu. Geride bıraktığım okulumun caddesi canlı olsa da arka sokağı tam tersiydi. Yolda birkaç kez tökezledim, umurunda bile olmadı. Beni zorla arabanın yanına getirdi. O an başka bir ayrıntıyı fark ettim. Siyah arabanın içi boş değildi. Sürücü koltuğunda bir adam vardı. Yolcu koltuğunda da başka bir adam vardı. Abim tek başına gelmemişti. Bir plan yapmıştı ve öyle gelmişti. Planının geri kalanında ne vardı, bilmemek paniğimi zihnimin her yerine yayılmasına neden oluyordu. Abimin geldiğini gören yolcu koltuğundaki adam dışarıya çıktı. Adamı hayatım boyunca hiç görmemiştim. Diğer adamın yüzünü görmesem de onu da daha önce görmediğim aşikardı. “Aç kapıyı,” dedi abim adama, arka kapıyı kastederek. Adam dediğini ikiletmeden yaptı. Arabaya binmemek için tüm gücümle direnecektim. “Bırak beni!” dedim tekrardan. Kaç kez söylemiştim ve kaç kez sonuçsuz kalmıştı? Yine de pes etmeyecektim. Abim bedenimi arabanın içine doğru iteklerken direndim. “Hayır,” dedim diğer kolumu arabanın üstünden destek alarak. “Doğanay!” dedi sertçe abim. Karşı koymamdan hoşlanmıyordu. “Bin şu arabaya.” “Seninle gelmeyeceğim!” Koluma parmaklarını daha sert geçirdi. Canım yandı ama ne yüzümden ne de dudaklarımdan canımın yandığına dair belirti çıktı. Çıkmasını engelledim. Onun karşısında güçsüz olmayacağımı kendime hatırlattım. Biri, “Yardım lazım mı?” diye sordu abime. Arabanın içine binmediğimden sesi sıkılmış gibiydi. O an bu adamın belki de diğer adamında abimle samimi olmadıklarını hissettim. Abim huzursuzca homurdandı ama adama cevap vermedi. Benimle konuştu. “Geleceksin!” dedi. Hışımla biraz önce yaptığı gibi diğer kolumu tutup, karşısında durmamı sağladı. “Ve bu iş daha fazla uzamayacak!” Söylediğinin etkisini yaşayamadan kolumdaki bir elini çekti ve omzuma bastırdı. Uyguladığı kuvvete dayanamadım. Bacaklarım kırıldığında bedenimi arabanın içine tıktı. Kendimi toparlayamadan abimde yanıma bindi. Kapıyı hızla kapandı. Kulağıma kilit sesi geldi. Arabanın içine kilitlendiğimi anladığımda neredeyse çığlık atacaktım. Yine de diğer kapıya atıldım. Açmaya çalıştım ama çok geçti. Dışarıdaki adam bile ön koltuğa yerleşmişti. “Kapıyı açın!” diye bağırdım. Araba hareket etti. Abime hışımla dönerken bedenini itekledim. “Senden nefret ediyorum!” diye bağırdım. “Sen iğrenç bir insansın!” “Birde tek başına gelmeyi düşünüyordu,” dedi biri. Hangi adamın konuştuğunu fark edemedim. “Kapa çeneni!” dedi adama abim. Beni kontrol altına almak için ellerimi tuttu. Sertçe aşağıya indirdi. “Sakin olmazsan günah benden gidecek, Doğanay!” dedi bana da. Başka ne yapabilirdi ki? Yapacağını yapmıştı. “Ne yapacaksın?” dedim tüm kinimle. Nefretle yüzüne bakıyordum. “Yap ki senden daha fazla nefret edeyim!” Söylediğim abimi bir kat daha kızdırdı. Belki de bu pes etmeyişime tepkisiydi. Bileklerimi kurtarmak için silktiğimde bir elimi tutuşundan kurtardım. Diğerini için aynı şeyi yapamadan öne doğru atıldım. Cebine ulaşmaya çalıştım. Arabadan çıkamıyordum ama telefonumu alabilirdim. Telefonumun titreyen sesini hala duyuyordum. Öktem arıyordu. Aramasına cevap veremeyince bir şey olduğunu anlamış olmalıydı. Arka arkaya duymamın sebebi buydu. Abim ne yaptığımı anlarken bileğimi tutmaya çalıştı. “Doğanay!” diye kükredi abim. “Yeter!” Beni tekrardan tutmasını engelledim ya da ben öyle sandım. Telefonuma ulaşmaya o kadar yoğunlaşmıştım ki etrafımda olanı anlayamadım. Anladığımsa çok geçti. Abim, nereden çıkardığını bilmediğim bir bezi burnuma dayadı. Diğer elimi bırakarak başımın arkasını tuttu. Keskin kokuyu anında aldım. “Buna başvurmayacaktım,” dedi abim ben ne olduğunu anlarken. Gözlerim büyüdü. Kirpiklerim titredi. İki elimle kolunu iteklemeye çalıştığımda bezi burnuma daha da bastırdı. Elini itekledim. Bedenini itekledim. Ayağımla ayağını itekledim. Bir ara nefes almayı kestim. O kokuyu almak istemedim. Kazanan ben olmadım. Eğer konuşabilseydim, abime bir kez daha ondan nefret ettiğimi söylemek istiyordum ama daha fazla nefessiz kalamadım, kokuyu almaya devam ettim. Her saniye gücüm bedenimden sıyrıldı. Zihnim bulanmaya başladı. Kendimi iyi hissetmiyordum. Midem bulanmaya başlamıştı. Bünyeme ağırlık çöreklenmişti. Hayır, diye düşündüm. Bu olamazdı. Ama oluyordu. Kollarım kuvvetini, zihnim bilincimi kaybetmeden önce ise kulaklarım belli belirsiz titreşim sesini duyuyordu. Sonra da zaten başımı tamamen boynumun üstünde tutamadım. Yenildim. *** Gözlerim belli belirsiz açılırken zihnim puslu bir haldeydi. Düşüncelerimin etrafında bir sis vardı ve ne olduğunu hatırlamamı engelliyordu. Kafam kütük gibiydi. Gözlerim bir açınıp, bir kapanıyordu. Görüş açım iyi değildi. Allak bullaktım. Neredeydim? Ne olmuştu? Kaşlarım çatıldı. Yutkunmaya başladım. Kendimi zorladım. Etrafı yavaş yavaş görmeye başladım. Zihnimdeki sis kalktığında neler olduğunu hatırladım. Abim, ortaya çıkmıştı. Beni arabaya zorla bindirmişti. Bununla da kalmamıştı. Bilincimin kayıp etmemi sağlayarak, beni etkisiz hale getirmişti. Onca çabama rağmen alt edilmiş, buraya getirilmiştim. Gözlerimi kırpıştırdım. Bir odada, bir yatağın üstündeydim. Dirseklerimden destek alarak doğrulmaya çalıştım. Başım döner gibi olunca gözlerimi kapatıp açtım. Resmen abimin burnuma dayadığı bezdeki kokuyu duyumsuyor gibiydim. Nefesimi temizlemek için yavaşça nefes aldım. Bir yandan da sorularımın cevabını bulmaya çalışıyordum. Burası neresiydi? Neredeydim ben? Paniklemeden önce nerede olduğumu çözmek istedim. Odada küçük bir pencere vardı. O da hemen yatağın yan tarafındaydı. Odaya pencereden aydınlık geliyordu. Akşam olmamıştı. Hala gündüzdü ama pencereden bakmasam da akşam olmak üzereydi. Ayağa kalkmaya çalışırken dengemi bulmaya çalıştım. Sanki o ilacın etkisini hissediyordum ama ayağa kalktığımda korktuğum gibi tökezlemedim. Pencereye ilerlerken etrafıma yeniden baktım. Odanın tavanı biraz aşağıda, eğikti. Tavanın neden bu tarz olduğunu ancak bir çatı katında olduğum gerçeği açıklardı. Bir evin çatı katındaki odasındaydım. Pencerenin tülünü çekmedim. Arkasından dışarıya baktım. Tedirginliğim zihnimde titrerken ilk dikkatimi çeken aşağıdaki adamlardı. Öktem’in evinde nasıl korumaları varsa, burası her neresi ise burada da öyle adamlar vardı. Bahçede bulunan masanın etrafında dört adam oturuyordu. İkisi ceketliyken, ikisi montluydu. İki ceketli adamı anında tanıdım. Abimin yanında getirdiği adamlardı. Arabadakilerdi ve masada kart oyunu oynuyorlardı. Ama beni korkutan ise masanın üstünde kartların yanında iki silahın durmasıydı. Silahlar oturanlarındı. Masada olmasa da diğerlerinin üstünde de kesin vardı. Midem kasılmaya başladı. Abim beni nereye getirmişti böyle? Abimin evi olmadığı aşikardı. Ya abim neredeydi? O adamların içinde değildi. Beni bu adamların eline bırakıp gitmiş olamazdı. Bu ihtimali düşünmek istemedim ama yapabilirdi. Ne beklemediysem zaten yapmıştı. Baktığım yerden başka evde gözükmüyordu. Çiftlik evi gibi etrafta ağaçlardan başka bir şey görünmüyordu. Adamların ilerisinde buraya geldiğim araba park halindeydi. Onunda yanında başka beyaz bir araba vardı. Tekrardan masadaki adamlara baktım. Kart oynamaya devam ediyorlardı. Pencere açık değildi ama rüzgarın etraftaki ağaç dallarına etkisini görebiliyordum. Abime, yardım lazım mı diyen adam elinden bir kart masaya attı. Canı sıkılmış gibi etrafta bakışlarını gezdirdi ve beni paniğe sürükleyen şeyi yaptı. Eve doğru baktı. Perdenin arkasındaydım ama korkuyla geriye adımladım. Arabadayken yüzüne dikkat etmemiştim ama tehlikeli birine benziyordu. Hepsi öyleydi. Tekin değillerdi. Kapıya ilerlerken endişem zihnimde nabız gibi atıyordu. Kilitli olduğunu tahmin etmeme rağmen kapıyı açmak için zorladım. Sonuç değişmedi. Ne yapacaktım? İçimden bağırmak geçiyordu ama dışarıda adamlar varken elim kolum bağlanıyordu. Uyandığımı bilmelerini istemiyordum. O kadar adamla baş edemezdim. Öktem’in yanında olmak istiyordum. Onun güvenli kollarında olmalıydım. Burada olmamalıydım. Kahretsin, benim burada olmamam lazımdı. Evime gitmek istiyordum. Gözlerimin dolmaya başlayacağını anlayınca kendimi tuttum. Yönümü odaya doğru döndürdüm. Etrafı dinledim. Odanın dışından ses gelmiyordu. İçinde ise benim kalp atışlarımdan başka ses ve hissettiğim sızıdan başka idrak edebildiğim bir şey yoktu. Elimi sızlayan sol koluma değdirdim. Dirseğimin üst kısmıydı. Bu sızı abimin kullandığı zor yolun etkisiydi. Kolumun ağrısını uyandığımdan beri hissediyordum. Nasıl sıktıysa baygın durduğum anlarda geçmemişti. Hafifçe dokundum ama dokunmamla sızısı keskin bir hisse dönüştü. Elimi çektim. Morarıp morarmadığına bakmak istiyordum ama kabanımı çıkarıp kazağımı sıyırmam gerekiyordu. Şu an ki önceliğim başkaydı. Düzgün düşünmem lazımdı. Acelece kararlar almamalıydım ve düşüncelerimin beni buradan kurtarmasını sağlamalıydım. İçinde bulunduğum odayı inceledim. Fazla eşya yoktu. Kapının tam karşısında çift kişilik denecek kadar büyüklükte kendime geldiğim yatak vardı. Daha önce kullanılmamış gibi üstüne serilen koyu renkteki battaniye düzgün duruyordu. Kapının hizasında başka açık bir kapı daha vardı. Yatakta otururken oranın ne olduğunu görmüştüm. Ufak bir lavabo vardı. Yatağın bitiminde sıradan bir üç kapaklı beyaz bir dolap konumlandırılmıştı. O an dikkatimi dolabın yanında yerde duran çantam dikkatimi çekti. Seri adımlarla çantamı yanına vardım ama varmadan içinin karıştırıldığını anlamıştım. Çünkü çantamın büyük bölmesinin fermuarı açıktı. Siyah sırt çantasıydı. Orta büyüklükteki not defterimi, eşyalarımı alacak kadar da büyüktü. Arabaya bindiğimde sırtımda takılıydı ve bu odaya tıkılırken içinde işime yarayacak bir şey olup olmadığı kontrol edilmiş olmalıydı. Bunu da büyük ihtimalle abim yapmıştı. Zararsız görünce de odada bırakmıştı. İçinde işime yarayacak bir şey yoktu. Keşke olsaydı. Yine de çantamı yerden alıp yatağın ucuna oturdum. Umutsuzca içini karıştırdım. Omuzlarım pes edercesine çökerken ağzını kapattım ve çantama sarıldım. Bir kez daha etrafa bakındım. Zihnim Öktem’e gidiyordu. Aramalarına cevap vermeyince nasıl hissettiği düşüncelerimdeydi. Bir sorun olduğunu anlamış olmalıydı ama yine de sözleştiğimiz kafeye gitmiş olmalıydı. Orada olmadığımı görünce kesin emin olmuştu. Abim belki de bir zamandan sonra telefonumu kapatmış bile olabilirdi. İşte o zaman çıldırmış olabilirdi. Ağlamak istiyordum ama ağlamayacaktım. Kendimi buradan çıkana kadar tutacaktım. O an aniden bir ses duyduğumu sandım. Düşüncelerimi zihnimde kenara itekledim. Dikkat kesildim. Doğruydu. Bir ses duymuştum. Kapının diğer tarafından geliyordu ve bu kilit çevrilme sesiydi. Kim gelmişti? Aşağıdaki adamlardan biri olabilir miydi? Çantamı hızla yatağa koyup ayağa fırladım. Etrafımda kendimi koruyacak eşya aradım ama bulamadım. Kapının açılma sesini duyduğumda bakışlarımı korkuyla hemen kaldırdım ve kapıdan giren abimi gördüm. Onu görür görmez öfkem bünyeme fazla geldi. Düşünmeden öne doğru atıldım ama ona varana kadar kapıyı arkasından kapattı. Kapıya doğru hamle yaparken beni engelledi. Aynı sokakta yaptığı gibi kollarımdan kavrarken, “Düzgün dur,” diye emir verdi. “Çabana yazık olmasın.” Kollarımı en çokta sızlayan kolumu tutunca acıdan irkildim. Kendimi hızla geri çektim. O sırada yeniden bir ses daha duydum. Kilit sesiydi. Kapının kilit sesiydi ama abim kilide anahtar sokmamıştı. Kapının diğer tarafında biri daha vardı ve o kilitlemişti. “Beni burada tutamazsın!” dedim öfkeyle. “Tutamaz mıyım?” diye sordu alay edercesine. “Şu an tutamıyor muyum gibi mi görünüyorum?” Odayı bakışlarıyla işaret etti. “Ben istemesem bu odadan bile çıkamazsın.” Aşağıda adamlar, odanın dışında biri varken çıkamazdım. Abime hak vermek istemiyordum ama ne yapacağımı da bilmiyordum. Bir planım bile yoktu. “Neden buradayım?” diye sordum sertçe. Tüm gücün kendisinde olduğunu anladığımı belli etmeyecektim. Yatağı gösterdi. “Otur, Doğanay.” “Neden buradayım?” diye sordum tekrardan. “Doğanay, otur dedim.” İstediğini yapmayacaktım. “Neden burada olduğumu söyleyeceksin! Ne işim var benim burada?” Ne olduğunu anlamadığım bir şekilde bana doğru hamle yaptı. Kolumdan tutarak yatağa doğru götürdü. “Dokunma bana!” diye çemkirdim. “Sana otur dediysem oturacaksın,” dedi yatağa zorla oturmamı sağlayarak. Elini kolumdan çekti. En azından sızlayan kolumdan tutmamıştı. Önümde dikilirken burnumdan öfke soluyordum. “Burada benim sözüm geçer,” dedi otoritesini sağlamlaştırma çabasıyla. “Sende benim dediklerimi yapacaksın!” “Yoksa ne yaparsın? Bu odadan hiç mi çıkamayacağımı söylersin!” “O en hafifi kalır.” Haline baktım. Bir haftalık kirli sakalı yanaklarını kaplıyordu. Siyah boğazlı kazak giymişti. Gözlerinin altında yorgun gibi halkalar vardı ama ben bu haliyle ilgilenmiyordum. Dedikleri umurumdaydı. En hafif kalır. Abimden her türlü şeyi beklerdim. Küçükken tanıdığım insandan çok uzak biriydi. O otoparkta yıllar sonra karşılaştığımızda geçmişteki hali uzun zamandır onunla değildi. Vicdanını paraya satmış birinden her şey beklenirdi. Dediğine cevap vermedim. “Niye buradayım?” diye sordum bir kez daha. Bir şey arıyormuş gibi etrafına baktı. Ne arıyorsa bulamadı, gözleri beni buldu. Belki de bir şey aramıyordu. Tekrardan odayı kontrol ediyordu. “Ben istiyorum diye buradasın,” dedi cevap olarak. Kollarını göğsünde birleştirerek duruşunu sağlamlaştırdı. “Arkamdan ne işler çevirdiğini anlatacaksın.” Demek ki ana konuya giriş yapacaktık. “Beni bayılttın,” dedim isteği dışında konuşarak. “Bunu nasıl yaparsın?” “Sende dediğimi yapsaydın,” dedi çok rahat bir şekilde. “O zaman gerek kalmazdı.” “Gitmek istiyorum!” dedim kelimeleri üstüne basarak. “Beni burada tutmaya hakkın yok!” “Tutmaya hakkım var. Sen benim kardeşimsin.” Son söylediği sesine o kadar uymuyordu ki… Yavan duruyordu ama öfkemin yükselmesi için yeterli kelimelerdi. Hışımla ayağa kalktığımda ne olduğunu bu sefer kendisi anlayamadı. Öfkeyle omuzlarından itekledim. “Ben senin kardeşin falan değilim!” diye bağırdım. Bağladığı kollarını çözdü ama ben onu bir kez daha itekledim. “Sen beni kandırdın! Bana ne olacağını bile umursamadın!” Kardeşiymişim. Beni burada tutmaya hakkı varmış. Çünkü kardeşiymişim. Ben Baran Zümrüt’ün kardeşi değildim. Yalanlarını öğrendiğim an kardeşi olmayı bırakmıştım. Kan bağımızın olması kardeş olduğumuzu kanıtlamazdı. Benim dolandırıcı, kardeşine ihanet eden bir abim yoktu. “Dur,” dedi abim. Onu dinlemedim. İteklememin arasında göğsüne vurdum. Ellerimi tutmaya çalıştığında çırpınmaya devam ettim. Birkaç kez daha vurdum ama ne kadar saldırırsam saldırayım içimdeki öfkeyi bir türlü dışarıya veremezdim. Veremiyordum. “Bana yalan söyledin!” dedim hareketlerimin arasında. “Beni kandırdın. Bana ne olacağını umursamadan çaldığın parayı sakladın!” Elimi havada yakaladı. “Doğanay!” dedi yeter dercesine abim. “Sabrımı sınıyorsun!” “Kim kardeşine bunu yapar söylesene!” dedim gözlerimden alevler fırlarken. Onca zamandır ona karşı öfkemi tutuyordum ki, beni getirdiği durumla gurur duyabilirdi. “Umursamadığın birine kardeşim diyemezsin! Ben senin kardeşin falan değilim!” “Aklını yıkamış senin!” dedi sertçe. Kimden bahsettiği belliydi. “O herif aklını yıkamış senin!” Elimi aşağıya indirirken ondan kurtardım. Belki de abim bıraktı, bilemiyordum. “Ne dediyse sen de inanmışsın!” Geriye adımladı. “Yanında dura dura seni de kendine benzetmiş!” dedi yaptığına devam ederek. “O şerefsiz herif istedi değil mi senden?” “Söylediklerine dikkat et!” dedim sesimden gram düşüklük olmamıştı. Abim oralı olmadı. “Arkamdan iş çevirmeni o şerefsiz istemiş olma...” “Öktem hakkında öyle konuşamazsın!” Onu uyarmamdan hoşlanmadı. İfadesi kasıldı. Gözü seyirdi. Öne doğru adımlarken “Artık onu korumaya da mı başladın?” diye sordu kinli dolu ses tonuyla. Herhangi bir hamlesine karşı geriye çıkmak istedim ama yapmadım. Geriye çıkmam demek, sindirilmem demekti. “Burada hakarete layık tek bir kişi var!” dedim yüzüne bakarak. “O kişi de ben mi oluyorum?” diye sordu hızla cümlemi devam ettirerek. Bakışlarını kaçırırken sağa sola iki adım atıp durdu. Bana dik dik baktı. “Ben senin abinim!” diye yeniledi sıfatını. “O şerefsiz herif ne dedi de, arkamdan iş çevirme işine giriştin? Bana bunu anlatacaksın!” Öylece yüzüne baktım. İnanamıyordum. İnkar etme yolunu seçmişti. Ona gerçeği bildiğimi söylüyordum ama gerçeği açıklamıyordu. Ne yaptığını söylemiyordu. Arkasından planlar yapmamın sebebini Öktem olarak görüyordu. “Asıl sen bana anlatacaksın!” dedim gözümü kırpmadan. “Para… Para nerede? Çaldıklarını nerede saklıyorsun? Sen de bana bunu söyleyeceksin!” “Önceden sana söyledim,” dedi soruma başka cevap düşünmeden. “Borçlarımı kapattım.” Abim iflah olmaz biriydi. Nasıl yalan konuşup, kendini savunabiliyordu, anlayamıyordum. İnanamıyorum dercesine başımı salladım. “Hala nasıl inkar edebiliyorsun?” diye sordum ona baktığımda. “Hala nasıl böyle konuşabiliyorsun?” “Sen ne dediğinin farkında değilsin.” Farkında olmayan ben değil, oydu. “Duydum!” dedim sertçe. Kulağımı işaret ettim. “Bu kulaklarla seni duydum! Benimle ilk kez buluştuğun kafede seni telefonla konuşurken duydum! Bu yüzden yalan söylemeyi bırak artık! Çaldığın parayı sakladığını biliyorum!” Bunu beklemiyordu. Onun aklında farklı bir konumdaydım. Ona göre aylardır ikili oynamamın sebebi başkaydı. Asıl sebep ise buydu. Kandırılmamdı. “Hatta söylediğin cümlenin kelimesi kelimesine hatırlıyorum!” Hatırlıyordum. Unutmam mümkün değildi. Zihnimin ihanete uğrayan kısmında köşede saklıyordu. “Dedin ki; “İşkencelerine boşu boşuna dayanmadım elbette. Yerini söyleseydim, çektiğim acıların bedeli ne olacaktı?” Ben başıma neler geleceğinin kaygısını yaşarken, sen telefondaki kişiye böyle dedin!” Cümlelerini duyarken yıkılmıştım. Kafeden nasıl çıktığımı dahi bilmiyordum. Gözyaşlarım beni bir sokağa soktuğunda nefes alamadığımı da hatırlıyordum. Abime karşı o kadar nefret, kırgınlık, öfke doluydum ki… Belki de en çok kırgınlık doluydum. O halde Öktem’in yanında bulmam ise başlı başına şok olmuştu. “Şaşırdın mı?” dedim dik dik bakan bu sefer bendim. “Evet, biliyordum. Onca zamandır söylediğin yalanlara rağmen ben gerçeği biliyordum.” Yerimde duramadım. Öne doğru adımlarken, “İşte o zaman abi, bir karar verdim,” dedim, devam ederek. “Bana yaptığın şeyi sana yapacaktım. Sen nasıl bana ihanet ettiysen, bende sana ihanet edecektim. Doğru, arkandan iş çevirdim ve bunu da acımadan yaptım. Aynı senin bana acımadığın gibi! Öktem’e yardım ettim!” Elimde hiçbir şey yoktu ama denemiştim ve hala yolumun peşindeydim. Kendisine istediğim gibi zarar veremediğimin bilmesine gerek yoktu. Etrafımızdaki havayı ortaya atılan gerçekler ağırlaştırırken abim durdu, bekledi. Ben ona, o da bana baktı. Kendini haklı çıkaracak cümleleri bulmaya çalıştığını tahmin ettim. En sonunda, “Bilmediğin şeyler var,” dedi düz bir sesle. “Bilmem gerekenleri biliyorum.” Yüzünü sertçe sıvazladı. “Hayır, bilmiyorsun,” dedi. Eli saçlarını geriye atarken de bana baktı. O an gözlerinde bir duygu görür gibi olurken o kelimeyi duydum. “Pişman oldum,” dedi. “Bu yüzden seni o adamdan kurtaracak yollar aradım, durdum.” “Sen hiçbir şey yapmadın! Sen parasını sakladın!” “Sakladım. Saklamak zorundaydım.” Sonunda itiraf etmişti ama bunu da zorunluluktan yaptığını söylemesi inandırıcı değildi. “Hayır, iki seçeneğin vardı,” dedim. “Ya çaldıklarını ortaya çıkaracaktın. Ya da yalan söylemeye devam edecektin. Sen seçimini yaptın. Çaldıklarını saklamayı seçtin!” Zorunda olması hikayeydi. İnsan böyle bir şeyi zorunda olduğu için yapmazdı. İnsan kız kardeşin yerine parayı seçmezdi. Pişman da değildi. Başta abimin bir şeyler yapmasını beklemiştim ama bu gerçekleri duyana kadardı. Pişman olduğuna inanmıyordum. Abim pişman olmazdı. Sıkıntıyla homurdandı. Söylediklerim kendisini kapana sıkıştırmış gibi hissettiriyor olmalıydı. “Bilmediğin şeyler var,” dedi tekrardan. “Paranın hepsi bana ait değildi.” Bunu bende tahmin ediyordum zaten. Telefonda konuştuğu kişi de bu dolandırıcılığa ortaktı. O kişinin de paradan haberi vardı ve abim telefonda parayı sakladığını söylemişti. “O paranın bir kuruşu bile sana zaten ait değil. Hala bunu anlamadın mı?” “Tek suçlu ben miyim yani şimdi?” diye çıkıştı birden yüzüme doğru. “O herif paranın içinde yüzüyor Doğanay! Bu miktar onun için hiçbir şey! Anlıyor musun? Bu para onun için hiçbir şeydi! Ama o it ne yaptı? O servetin içinde arkasına bile düşmemesi gereken miktarın peşine düştü! Yetmedi! Seni bu işe karıştırdı!” Parmakları tekrardan hınçla saçlarını geriye taradı. “Sen de gittin, o adamla birlik olmayı seçtin!” Kendisini böyle mi avutuyordu? İnsanların maddi durumu iyiyken, ondan çalabileceğini mi sanıyordu? Sanıyordu ve hırsızlığını kılıflara uyduruyordu. Söylediklerini duydukça hayretler içinde kalmamam elimde değildi. “Ben doğru olanı yaptım!” “Doğru olan sana yaptıklarını unutarak arkamdan iş çevirmek değil!” Sesi biraz yükselmişti. “Söylesene, kaç kişiyi daha dolandırdın?” diye sordum bende. “Belki de hiç saymadın bile. Kaç kişiden çaldığını bile bilmiyorsun.” Üstüne gitmemden hoşlanmadığı belliydi. Her sözümle yüzü farklı bir şekle bürünüyordu ve bu iyi bir hal değildi. “Anlamıyorum,” dedim cevap vermeden. “Dolandırdığın kişilerin paralarını ne yaptın hep? Yıllarca böyle yaşadığını biliyorum abi. Sakın inkar etmeye kalkma!” “Peki, ne yaptığımı mı merak ediyorsun?” dedi burnunu sertçe çekerek. “Kumar oynadım. Alsana gerçek! Yıllarca kumar batağının içindeydim. Elime geçen her parayı kumara yatırdım. Her borçlandığımda da para buldum.” Buldum. Yani çalmıştı. İnsanları dolandırmıştı. Hırsızlık yapmıştı. Öktem’in parasıyla ise kumar oynamamıştı. Saklamıştı. “Yıllarca böyle yaşadım ama artık bundan bıktım, Doğanay. Dükkanı da bu nedenle satmaya çalıştım. Bir miktar borcum kalmıştı. Borcumu ödemem gerekiyordu. Ama satamadım. Kumardan fayda gelmeyeceğini anladım. Evet, insanları da dolandırdım, yaptım. Kendimi geri çekecektim.” Cevap bu muydu? Kumar mıydı? Düşüncelerimi toparlayamadan abim devam etti. “Tedbirliği davranıyordum. Her ihtimale karşı tedbirliydim. Yaptıklarımı gerçek kimliğimle yapmadım. Bu da son işimdi, anlıyor musun? Bitiriyordum! Yeni bir hayat kuracaktım! Ama o herif her şeyin içine sıçtı! Seni bu işe karıştırdı! Seni buldu! Hıncını seni bulaştırarak benden almaya çalıştı!” Son cümleleri bir öncekinden sert söylüyordu. “Sen de doğruyu arkamdan iş çevirmekte buldun öyle mi? Ben seni o heriften kurtarmaya çalışırken hem de! Yemişim doğrunu Doğanay!” “Sen beni kurtarma hakkını kaybettin!” “Pişman oldum,” dedi hemen kendini savunarak. “Pişman olduğumda da senin için yollar aradım. Anlasana beni!” “Yol aramana gerek yoktu! Yapman gereken basitti ama sen…” Yutkundum. “Sen parayı sakladın!” Kumar oynadığını söylüyordu ve parayı saklıyordu. Kendi kulaklarımla duymasam, başkası söylese inanmazdım. Ben ise duymuştum. “Kumar falan palavra değil mi abi? Parayı sevdiğini itiraf edemiyorsun. Kız kardeşini paraya tercih ettiğini söyleyemiyorsun!” “Hayır, hayır,” dedi hızlı hızlı. Başımı olumsuzca salladım. “Seni kendim duydum ben!” “Doğru, doğru duymuşsun. O zaman öyleydi. Borcum için saklıyordum. Ödeme yapmam gerekiyordu. Yemin ederim Doğanay, sana kötü adamlara bulaştığımı söylerken doğruyu söyledim.” Doğruyu söylüyor olabilirdi. Belki de doğru bu değildi ama ne fark ederdi ki? Hiçbir neden kendisini haklı göstermezdi. Bakışlarımı kaçırdım. “Yani kendini kurtarmak için beni feda ettin,” diye mırıldandım. Eski ben olsam bu cümleyi kurarken canım çok yanardı. Şimdiyse hiçbir şey hissetmiyordum. Yaşadıklarım beni şu an ki halime çevirmişti. İnsanın yaşadıkları hislerini değiştirebiliyordu. Abim omuzlarımdan kavrayınca ona bakmak durumunda kaldım. “Öyle değil,” dedi yüzüme. “Pişman oldum kardeşim. Borcumu ödemek için o parayı kullandım ama kalanını da senin için sakladım. Eğer dükkanı satabilseydik, üstüne katıp seni bu durumdan kurtaracaktım. İşleri yerine koyacaktım.” Dinleyip dinlemediğimden emin olmak istercesine duraklayarak devam etti. “Hala her şeyi yerine koyabiliriz ama benim yanımda olman lazım.” “Bu da ne demek?” Abim beklemeden cevap verdi. “Yanımda olursan o şerefsize tüm yaptıklarının bedelini ödetebiliriz. Arkamdan iş çevirmen önemli değil, Doğanay. Artık yanımdasın. Sana karşı hislerini kullanabiliriz.” Zihnim uğuldarken mideme kramp girdi. Sana karşı hislerini kullanabiliriz. Böyle demişti. Zihnim geçmiş zamana gitti. Çiftlik evinin ahırında üstüme gelmişti. Öktem’in duygularını anlamıştı. O an inkar edememiştim. Gerçeği kabul etmiştim. Ama bana sorduğu sorusunu reddetmiştim. İtiraf edemezdim. Benim duygularımdan haberi yoktu. Bilmiyordu. Ama şimdi karşımdaki adam, kabul ettiğimi kullanmak istiyordu. Sana karşı hislerini kullanabiliriz. Ne planlıyordu? Abim ne planlıyordu? Aklımda durmadan bu soru dönüp duruyordu. “Hayır,” diye düşündüm. Ne planlıyorsa yapmasına müsaade edemezdim. “Hayır mı?” diye sordu abim. Belli ki dışımdan da düşüncemi belirtmiştim. “Ne demek hayır?” “Olmaz!” dedim yüzüne. “Gitmek istiyorum.” “Nereye gideceksin? O adamın yanına mı?” Başını olumsuzca salladı. “Hayır, gitmeyi aklından çıkaracaksın. Bir yere gittiğin yok.” Kaşlarım çatıldı. Omzumu silkerek geri çekildiğimde bana izin verdi. “Ne istiyorsun benden?” “Benimle kalacaksın,” dedi kolayca. “Bana yardım edeceksin.” “Hayır. Sana yardım falan etmeyeceğim. Burada da kalmayacağım.” “Kalacaksın. Bana inat o herifin yanında durmayacaksın. Bitti dedim sana.” Hala onun yüzünden Öktem’in yanında olduğumu sanıyordu ve kendi yanında tutarak abilik yapacağını düşünüyordu. “Bana şimdi mi abilik yapacaksın? Yapman için çok geç değil mi?” diye sordum düşündüğüm gibi. “İstemiyorum. Abiliğini istemiyorum. Gitmek istiyorum.” “Bana yardım edeceksin,” dedi o da. “Hayır,” dedim yine. “Yapmayacağım!” “Yorgunsun. Düzgün düşünemiyorsun,” diyerek söylediğimi umursamadı. Arkasını döndü. “Dinlenince bir kez daha konuşuruz.” Kapıya doğru hareket ettiğinde arkasından ilerledim ama hissetmiş olmalı ki bana doğru döndü. “Beni atlatıp bu odadan çıkmayı başarsan da aşağıdakileri ve kapının dışındakini atlatamazsın. Anlayacağın buradaki en iyi seçenek benim. Bu yüzden sakince dur ve dinlen.” Söylediklerini soğukkanlı bir şekilde söylediğinde yerimde öylece kalakaldım. Aşağıdakiler derken, bahçedeki adamlardan bahsediyordu. Belki de daha fazlasından. Ne yapacağımı da bir an bilemedim ama abim sessiz kaldığımı görünce arkasını döndü ve kapıya gitti. Açılması için kapıya vurduktan sonra bana bir daha baktı. Yerimde durduğumu görünce doğru karar dercesine bir bakıştı attı. Kapı kilidinin açıldığını duydum. Hareket etmedim. Kapı açılıp abim dışarıya çıktı. Ben yine hareket etmedim. Dışarıda kim varsa, görmedim. Odada yalnız başıma kalana kadar hiçbir şey yapmadım. Kapanan kapının yüzeyine bakarken her şey üstüme geldiği gibi etrafıma bakındım ve elime ilk geleni kapıya fırlattım. Çantam kapının yüzeyine vururken boğazımdan ufak bir çığlık yükseldi. Kulaklarım iki sesi birbirine karıştırırken ne yapacağımı bilmemekten de nefret ettim. ***
Ne kadar zamanı geride bıraktığımı net olarak bilmiyordum ama gökyüzü kararmış, odanın içi pencereden gelen cılız bir ışıkla aydınlanıyordu. Bulunduğum evin bahçesini aydınlatan aydınlatma direkleri vardı. Gelen turuncu ışık odanın eğik tavanı ile yerdeki halıya yansıyordu. Odanın karanlıkta kalan kısımlarında gölgeler hakimdi. Bende gölgede kalan yatağın üstünde sessizliğin içinde oturuyor, zihnimi sağlam tutmaya çalışıyordum. Kapıya fırlattığım çantamı önünden almamış, sesi duyan varsa da kimse gelmemişti. Bir daha abimi de görmemiştim. Beni bu odaya tıkmış ve yok olmuştu. Geçen tüm zamanda düşüncelerimle yalnız başımaydım. Durmadan konuşmasını başa sarıyor, zihnimde cümlelerini döndürüp duruyordum. Abim olanların bazılarını öğrenmişti ama bazı gerçeklerden haberi yoktu. Öktem’i sevdiğimi, kalbimi ona verdiğimi bilmiyordu. Yalnızca söylediği yalanlardan dolayı Öktem’in yanında durduğumu, onunla işbirliği yaptığımı sanıyordu ama söylediği bazı cümleler iliklerime kadar korkmamı sağlıyordu. Sana karşı hislerini kullanabiliriz. Benden haberi olmasa da Öktem’in duygularını biliyordu ve beni bu şekilde Öktem’e karşı kullanmak istiyordu. Buna asla izin veremezdim. Açık bir dille de abime belirtmiştim ama olumsuz yanıtımı önemsememişti. Büyük ihtimalle kendisine karşı hissettiğim öfkeye yormuştu. Öktem’e karşı bir şey hissedebileceğim aklına bile gelmemişti. Böyle bilmeye de devam edecekti. Ona bir şey demeyecektim. Buradan kurtulmak için belki de bunu kullanabilirim diye düşünüyordum. Sonuçta beni ömrüm boyunca bu odada tutamazdı. Abimin bir planı vardı. Benim de onu öğrenmem lazımdı. Tüm bu düşüncelerimin içinde her saniye bulunduğum odayı fark ederken zihnimden geçen cümle eve gitmek istiyorum, cümlesiydi. Öktem’in yanında, evimde olmak istiyordum. Sesini duymak istiyordum. Bana her şeyin yoluna gireceğini söylemesini istiyordum. Şu an sesine, kendisine o kadar ihtiyacım vardı ki kalbim, ruhum üşüyordu. Bana ulaşamadığı halini düşünmek istemiyordum. Olanları tahmin edip edemeyeceğini de bilemiyordum. Ortadan kaybolmamın sebebini abime bağlamış olabilir miydi? Bilememek çaresizliğime çaresizlik ekliyordu. Bu yüzden düşünmem gerekiyordu. Bu düşüncelerime sarılırsam da kendimi salacağımı biliyordum. Ağlamak istemiyordum. Ağlarsam duramazdım. Benim gözyaşlarıma değil, buradan bir çıkış yolu bulmaya ihtiyacım vardı. Sessizliğin içinde dışarıdan gelen sese kulak kabarttım. Bir araba sesiydi. Bahçedeki arabalardan biri olamazdı. Duyduğum araba çalıştırma sesi değildi. Arabanın geliş sesiydi ve her saniye daha yakından geliyordu. Yataktan kalkıp pencerenin önüne gittim. Abim gittiğinden beri bahçeye bakmamıştım. Önceden bahçedeki masanın çevresinde toplanan adamlar bahçenin farklı yerlerindeydi ve artık dört kişi değildi. Saydığım kadarıyla yedi adam aşağıdaydı. Üçü, evin verandasına yakın yerdeydi. Dördü de bahçenin farklı konumlarındaydı. Onlardan biri gelen araba geçiş sağlasın diye bahçenin kapısını açmış olmalı ki, demir kapının yanındaydı. Arabaya odaklandım. Siyah arabanın farları bahçeye yansırken, diğer arabaların yanına ilerlemedi. Bahçe avlusunun ortasında durdu. Durmasıyla dikkatimi çeken başka oldu. Abim evden çıkmış, duran arabaya doğru ilerliyordu. Demek ki ben bu odadayken abimde evin içindeydi. Görüş açım bahçenin tamamını görmemi sağlarken kaşlarım çatıldı. Abim arabaya gidiyorsa, gelen kişi tanıdığı biriydi. Abim arabaya varmadan arabanın ön kapısı açıldı ve ben de içinden ineni gördüm. Gördüğüm an ensemdeki tüyler ürperdi. Kaygım kaynar su olup başımdan aşağıya döküldü. Arabadan inen kişiyi daha önce birkaç kez görmüştüm. İlk başta Öktem’in restoranında. Sonra Öktem’i takip ettiğim zaman ara sokakta. En sonda düğünüm mahvolmadan dakikalar önce. Kahretsin. Bahçeye adımını atan kişi üstünde siyah tişörtün üstüne grimsi süet blazer ceket, ve koyu lacivert pantolonlu Vedat Keskin’den başkası değildi. Tahmin etmeliydim. Nasıl edememiştim? Abimin bu adamla çalıştığını bilmeme rağmen bugün olanlarda da payı olduğunu tahmin etmeliydim. Sonuçta abim bu kadar adamı nereden bulacaktı? Birinin adamı olmalıydılar. Öyleydi de. Bahçedeki adamlar Vedat Keskin’in adamlarıydı ve beni kaçırması için abime yardım etmişti. Abim, Vedat Keskin’in yanına ilerledi. Vedat Keskin de abimi görürken arabanın kapısını kapattı. Yanına kadar gelmesini bekledi. Tokalaşmadılar. Abimin arkası bana dönük olduğundan yüzünü göremiyordum ama Vedat Keskin’in yüzünü görebiliyordum. Abime bir şey diyordu. O an ne dediğini duymak istiyordum ama bu imkansızdı. Abim başını aşağıya yukarı sallarken büyük ihtimalle cevap verdi. Abim bu adamın kararı ile Öktem’in yanına sızmıştı. Hem adamın isteklerini yerine getirmişti. Hem de bildiği işi yaparak Öktem’i dolandırmıştı. Ayrıca abime düğünüme girmesi için yardım etmişti. Ondan başkasından yardım alamazdı. Şu anda da olduğu gibi. Vedat Keskin’in amacıysa başkaydı. Onun derdi Öktem’leydi. Bade’yi dahi planlarına dahil etmişti. Abimi Öktem’in başına sarmıştı. Ama Öktem olanı anlamıştı. Sonra kendi planı dahil olmuş, abimle Öktem’in kişisel düşmanlığı ortaya çıkmıştı. Vedat Keskin hala abime yardım ediyordu. Çünkü ikisi de Öktem’e karşı düşmanlık besliyordu. Abimin sesi zihnimde yankılandı. Sana karşı hislerini kullanabiliriz. Korkum yaşayan bir canlıya dönüşerek zihnimi yerken gözlerimi ikisinden çekmedim. Ayaküstü konuştular. Vedat Keskin eve doğru bakış atarken abimin omzuna hafifçe vurdu. Tavrı sanki aferin dercesineydi. O an mideme kramp girdi. Bakmaya devam ettim. Vedat Keskin hareket etmeden önce abimle yine konuştu. Sonra da eve doğru ilerlemeye başladı. Abim de Vedat Keskin’i takip etti. Görüş açımdan çıkana kadar ikisinin beraber yürümesini izledim. Veranda kısmına gelince ikisini de göremedim. Ben de kafamda birden fazla soru ile pencerenin önünden çekildim. Bu ev Vedat Keskin’e aitti. Abimin nerede kaldığı artık anlaşılıyordu. İzini kaybettirdiği an soluğu bu adamın yanında almıştı. Hatta ortadan kaybolmasına bu adam yardım etmişti. Abimin gerçekleri öğrenmesinde bu adamın parmağı dahi olabilirdi. Ne yapacaktım? Ne yapmam gerekiyordu? Kilitli bir odada ne yapabilirdim? Odanın içinde bir o yana bir bu yana ilerlerken sorularıma cevap arıyordum ama kapının dışından gelen sesle yerimde ansızın durakladım. Kapıya baktım. Kapının kilidi çevrildi. Açıldığında odanın içine koridorun beyaz ışığı doldu. Abimin yüzünü gördüm. Kapıyı geriye iterken huysuzca homurdandı. Odanın ışığı yakınca net bir şekilde göründü. “Sakinleştin mi biraz?” diye sordu beni ayakta görünce. Aklım gördüklerime giderken ona saldırmamak için kendimi zor tutuyordum. “Ne istiyorsun?” Abim yere baktı. Daha doğrusu kapının arkasında yerde duran çantama bakıyordu. “Dediklerimi düşünüp düşünmediğini merak ettim.” Sessiz kaldım. “Anlaşılan düşünmemişsin. Olsun. Nasılsa düşünecek zamanın var. Acelemiz yok.” Bakışlarını kaldırıp, odanın içine adım attı. Bu kez kapıyı arkasından kapatmadı. Kapının diğer tarafında ufak bir koridor vardı ve dışarıda görünüşte kimse yoktu. “Şimdi benimle aşağıya geleceksin.” Şaşırdım. Belli etmek istemedim. “Neden?” diye sordum. “Gitmeme izin mi vereceksin?” Ama sonra dakikalar önce olanı hatırladım. Neden olduğunu tahmin ettim. İçinde bulunduğum durumun huzursuzluğu bünyemi sıkıştırdı. Yarımca keyifle gülümsedi. “Onu unu artık,” dedi bana doğru gelirken. “Seninle konuşmak isteyen biri var.” Biri. Vedat Keskin’den başkası değildi. Acaba abim o adamı tanıdığımı biliyor muydu? Koluma uzanacakken geriye çekildim. “Kendim yürüyebilirim,” dedim sertçe. “Nasılsa kaçamayacağımı netleştirdin.” “İyi. Anlamışsın bari.” Kolumu tutmayarak kapıyı işaret etti. “Hadi.” Dediğini yaptım. Ne kadar zamandır durduğumu bilmediğim odadan çıkarken önden koridora geçtim. Abimde hemen arkamdaydı. Nefes alışını bile hissediyordum. Koridora çıktığımda yanıma geldi. Odanın kapısı açık kalırken etrafıma bakınmayı ihmal etmedim. Bu katta bulunduğum odadan başka oda yoktu. Odadan çıkıldığı an aşağıya inen merdivenler sol tarafımdaydı. Burada pencerede yoktu. “Kim benimle konuşacak?” diye sordum merdivenlerin başındayken abime dönerek. “Senden başka kimi tanıyorum ben?” “Kendini sana tanıtır,” dedi abim. Cevabı yeterliydi. Ne kadar bilgisi olduğunu öğrenmek için sormuştum. Vedat Keskin’i tanıdığımı bilmiyordu. O adam da söylememişti. Merdivenlerden aşağıya inerken aramızda başka konuşma geçmedi. İki kat aşağıya inerken abim yanı başımda olduğundan fazla bakamadım. Giriş kata geldiğimizde merdivenlerin sağ tarafında dışarıya açılan beyaz kapıyı gördüm ama verandada yanan ışığın yansımasından kapının önünde gölgelerin olduğu anlaşılıyordu. İki adam kapıda dikiliyordu. “Anlaşılan misafirimize iyi bakamamışsın Baran, görüyorum ki gözleri kapıda kaldı.” Tanıdık sesi duyduğum an ansızın irkildiğim gibi gözlerimi hızla kapı tarafından çektim. Merdivenlerden inildiği an salonun göründüğü ayrıntısını kaçırdığım için kendime kızdım. Vedat Keskin. Oradaydı. Salonda bulunan bar köşesinde elindeki şişeden bardağına içki döküyordu. Bulunduğu yerden beni net bir şekilde görebiliyordu. Ceketini çıkarmamıştı. Abimin bakışlarını üstümde hissettim. Vedat Keskin’in dediğini kendisi de duymuştu. Vedat Keskin, içki şişesinin ağzını kapatıp bardağını eline aldı. “Otur istediğin herhangi bir yere,” dedi boş eliyle salonu işaret ederek bana. Sonra da bardağından yudum aldı. Yerimden hareket etmedim. Bu adamın yüzünü gördüğüm an restoranı kurşunlatması, düğünümü mahvetmesi gerçeği yüzüme çarpıp duruyordu. Abim, “Geç,” diyerek koluma dokundu. Kolumu silkeleyerek abime baktım. “Bana ne yapıp ne yapmayacağımı söyleme!” Çıkışımdan hoşlanmadı. Büyük ihtimalle hoşlanmamasının sebebi patronun karşısında karşı çıkmamdı. “Doğanay!” derken, bir kez daha hamle yaptı bana doğru ama bu sefer kendisinden kurtaramadım. “Geç dediysem geçeceksin! Sözlerimi ikiletme!” Kolumdan tuttuğu gibi salonun içine doğru yürütürken kolumu çekmeye çalıştım. Salondaki büyük koltuğun önüne kadar getirdiğinde ancak kendimi kurtarabildim. “Senden nefret ediyorum!” dedim tuttuğu yere dokunurken. Tüm zorbalıklardan, kendisinden o kadar nefret ediyordum ki... Odada kendisini savunduğu cümleleri bir işe yaramıyordu. Abim konuşamadan aramıza ses girdi. “Kız kardeşine biraz iyi davran Baran,” dedi Vedat Keskin. Abim patronuna baktı. “O da dediklerimi yapsın abi. Beni çok zorluyor.” Beni nasıl da bu adama şikayet edebiliyordu? “Yöntem bu değil. Ben misafirime kötü davranılmış denilsin istemem.” Vedat Keskin abimle konuşuyordu ama kahverengi gözlerini benden çekmiyor olması kendimi rahatsız hissettiriyordu. Bakışlarımı kaçırdım. Abime baktığımda patronun söylediklerine kafa salladığını gördüm. “Görüşmeyeli nasılsın, Doğanay?” İsmimi Vedat Keskin’in sesinde duyduğumda ona bakmak durumunda kaldım. Dikildiği yerde durmaya devam ediyordu. En son bu adamı gördüğüm zamanı düşünürsem, sorusu benimle alay etmek içindi, biliyordum. Diğer yandan abimde dediğini duymuştu. Önceden tanıştığımızı bilmiyorsa bile artık öğrenmişti. Abim sessiz kaldı. Ben de cevap vermedim. “Bana sorarsan ben iyiyim,” diye devam etti, zaten cevap vermemi beklemiyormuş gibi. “Kandemir’in selamını aldım. Dediği gibi her şeyi öğrenmesi hoşuma gitti.” Duyduğumla gözlerimi kırpamadım. Bahsettiği Bade ile beraber oynadıkları oyunun ortaya çıkmasıydı. Öktem’in sesi sanki kulaklarımdaydı. Her şeyi öğrendiğimi söyle. Hoşuna gider. “Ama eminim karısının yanımda olması onun hoşuna gitmeyecektir.” Söylediklerini sindirmem için kısa bir süre duraklayarak bardağındakini yudumladı. “Doğanay, bize yardım edecek,” dedi abim yanı başımdan. Vedat Keskin’in kaşları havalandı. “Öyle mi?” diye sordu bardağını indirirken. Abime baktı. “Emin misin böyle olacağından?” Sesi inanmadığını yansıtıyordu. “Düşünmesi için zaman verdim ama her türlü yardım edecek.” Vedat Keskin bana bakışlarını değdirdi. Kirli sakallı çenesini ovaladı. “Ben o kadar emin değilim,” dedi gözlerimin içine bakarak. “Haksız değilim değil mi?” Soluduğum hava elektriklendi. Bakışlarından, ses tonundan ürperdim. Sanki benimle abimin anlamayacağı bir şifre ile konuşmaya çalışıyordu. “Emin ol abi, yardım edecek,” dedi abim ortamdaki durumu anlamayarak. “Nefretinin oku biraz şaşmış olabilir ama hala Kandemir itinden nefret ediyor.” Abime karşı çıkmamak için kendimi zorlarken Vedat Keskin’in bakışlarının konumu değişmedi ama sonra abime bakıp tekrardan bana baktığında dudakları sinsi bir tebessümle yavaşça genişledi. Yönünü tezgaha döndürürken bitmeyen bardağını tekrardan doldurdu. “Sen olayları çok yanlış anlamışsın Baran,” dedi bize döndüğünde. Bakışları bendeydi ama hitabı abimeydi. “Kız kardeşinin Kandemir’den nefret ettiğini sanacak kadar saf mısın sen?” Anlamıştım ve geç kalmıştım. Abim, Öktem’e karşı hislerimden haberdar değildi ama karşımdaki bu adam biliyordu. “Yapma Baran,” dedi Vedat Keskin abimden ses gelmeyince devam ederek. “Bu kadar mal olamazsın.” Bu kez bakışları abimin yüzündeydi. Abime ben de baktım. Kaşları çatılmış, denilenleri zihninde bir yerlere koymaya çalışıyordu. “Bir kadının sevdiği adama ihanet edebileceği nerede görülmüş? Kız kardeşin bize asla yardım etmez.” Midem bulanıyordu. Abim olumsuzca başını salladı. “Doğanay’ın o herife karşı duyguları yok,” dedi inanmak istemiyormuş gibi. Bakışlarımı kaçırdım. Nereye bakacağımı bilmiyordum. Gitmek istiyordum. Gözlerim istemeden Vedat Keskin’e değdi. “Kandemir’in kardeşine neden aşık olduğunu ona baktığımda anlayabiliyorum,” dedi çekinmeden yüzüme bakarken. “Bir erkeğin aklını uçuracak kadar güzel bir kardeşin var, Baran.” Bardağını yudumlarken gözleri yüzümden çekildi ama üstümde gezindi. “Ben olsam Kandemir’in sana oynadığı oyunu oynamazdım.” Vedat Keskin’in sesi, tavrı zihnime yumruk atmıştı. “Çek gözlerini üstümden!” dedim sertçe. Tepki vermeme gülümsemesi midemi dalgalandırdı. Bakışları yüzüme geldi. “Şanslı herif, Kandemir. Hem seviyor, hem de seviliyor,” dedi söylediklerinden keyif alarak. Sonra da abime baktı. “Yani anlayacağın Baran, kardeşin bize kendi isteğiyle yardım etmez. Buna gerekte yok. Kardeşinin yanımızdaki varlığı bize yetecek.” Kardeşinin yanımızdaki varlığı bize yetecek. Ne demekti? Bu da ne demekti? Son söylediği kanımı dondurmuş ve ne düşüneceğimi bilmediğim bir anda abimin kolumdan tutarak bedenimi kendisine doğru çekişiyle sarsıldım. Sonra da “Doğru mu?” diyen öfkeli sesini işittim. “Söyle hemen bana! Aşık mısın o pisliğe?” Yüzüne bakakalmıştım. Gözlerimi dahi kırpamıyordum. Bu ihtimali düşünmemesi bir yana gerçek olması gözlerindeki öfkeyi koyulaştırmış, çenesini germişti. “Bana duygum yok dedin!” dedi gözleri irileşirken. “Hiçbir şey hissetmediğini söyledin! Asla dedin!” Önceden sıktığı kolumu sıkışı yüzümü buruşturmama neden oldu. Bu kez canımın yanmasına dayanamıyordum. “Abi,” dedim zorla. “Yapma.” Beni duymazdan geldi. “Doğru demek. Beni her anlamda kandırmışsın!” dedi kelimeleri dişlerinde ezerken. Kolumu sıkan eline bakarken acıyı hissetmemeye çalıştım ama olmuyordu. Ne yapacağımı bile düşünemezken Vedat Keskin, “Benim karşımda olmaz,” dedi. Abim bir an patronuna bakışlarını çevirdi. “Hesap soracaksan başka yerde yap.” Abim hiçbir şey demedi ama hareket etti. Daha doğrusu nasıl sokakta arabaya götürmeye çalıştıysa beni de yanında sürükledi. “Yürü,” dedi demin indiğim merdivenlere yönlenirken. “Bana her şeyi anlatacaksın!” Direnmek istiyordum. Yukarı çıkmak istemiyordum ama o kadar canım yanmaya başlamıştı ki bir an önce kolumu bırakması için direnemiyordum. Ne ikinci kata çıktığımızda ne de çatı katına çıktığımızda karşı koydum. Beni sürüklemesine izin verdim. Odaya doğru savrulduğumda kolumu bıraktı. Dengemi sağladığımdan düşmedim ama birazda olsa rahatladım. “Söyle!” dedi abim, refleks olarak elim tuttuğu koluma giderken. “Sana anlatacak hiçbir şeyim yok!” dedim ona bakmadan. Koluma hafifçe dokunsam dahi acının keskinliği başıma vuruyordu. Elimi çekip, abime baktım. Kaşları çatık, gözleri öfkeden kuduruyordu. “Beni delirtme Doğanay!” diye bağırdı o sırada. “Delirtme! Sen o hayvana nasıl aşık olursun?” “Düzgün konuş!” “Yok, gerçekten beni delirteceksin sen!” Parmaklarını saçlarından hiddetle geçirip yüzünü sıvazladı. Gerçeği sindiremiyordu. Bana baktığında, “Seninle zorla evlendi Doğanay!” dedi iğreniyormuş gibi. “Nasıl unutursun bunu!” Cevap vermedim. Öylece yüzüne baktım. Neler çektiğimi bilmeyen birine yaşadıklarımı, kendimi anlatmayacaktım. Abime bunu borçlu değildim. Zaten abimin de bu umurunda olmadı. Konuşmaya devam etti. “Sana yaptığını unutarak birde o herifi seviyor musun? Yok, hayır, hayır! Sevemezsin! Olmaz!” Bir kelime dahi etmek istemiyordum ama hayatım hayatındaki yorumları tuttuğum sakinliğimi çileden çıkartmıştı. “Olamaz mıyım? Buna sen karar veremezsin!” diye çıkıştım bende. “Senin için hayatımı ortaya koyarken karar verecektin!” “Doğanay!” diye kükredi. Kulaklarım uğuldadı. Yüzüne bu gerçeği vurmamdan nefret ediyordu. “Ama biliyor musun?” diye devam ettim bilerek. “Hayatıma Öktem gibi birini soktuğun için sana teşekkür borçluyum. Evet, Öktem’i seviyorum. Ona aşığım! Duy işte! Seviyorum!” Başını hızlı hızlı sağa sola salladı. “Seninle zorla evlendi!” dedi bir kez daha. “Senin için isteyerek evlendim! Bana hesap soracak son insan bile değilsin!” “İzin vermem,” dedi kelimeleri yavaşça sesinden çıkararak. Bana doğru adımlayacak gibi oldu ama yerinde durdu. “O adamla olamazsın!” Bakışlarımı kaçırdım. “Bu seni ilgilendirmez!” dedim zihnim durmadan kolumdaki acıya ve aşağıdaki konuşmaya yoğunlaşırken. Bu yüzden abimin bir sonraki hamlesini takip edemedim. Yüzümde elini hissettiğim gibi sesini duydum. Neye uğradığımı şaşırdım. Gözlerimi kaldırdığında daha önce görmediğim bir bakış gördüm. Bu öncekiler gibi değildi. Ruhumu dehşete kaptırmıştı. “Öyle bir ilgilendirir ki…” dedi yanaklarımı bir eliyle sıkarken. Yüzüm buruşurken can havliyle bedenini itekledim. Geri atmadan yine kolumu tuttu. Konuşmaya çalışsam da beceremedim. “O şerefsizin mutlu olmasına izin verir miyim sanıyorsun sen? Birde benim kız kardeşimle!” dedi yüzüme doğru tükürürcesine. “Hayır, izin vermem! Bitiririm Doğanay! O adamı bitiririm ama izin vermem! Bunu mu istiyorsun? Şerefsizi bitirmemi mi istiyorsun?” Gözlerim yuvalarında titredi. Tüm bedenim söyledikleriyle ürperdi. Zihnime gelmesini istemediğim ihtimaller sıralandı. Tüm zamanlar boyunca kendimi tutmaya çalışsam da bu sefer olmadı. Gözlerinin içine bakarken gözlerim buğulandı. “Ya… Yarım bıraktığım işi bitiririm,” dedi ne demek istediğimi anlatmış gibi. “Duydun mu beni? Vedat’ın ne planladığı bile umurunda olmaz! O adamın kendim planlarımı berbat edip kendisinin mutlu olmasına izin vereceğimi mi sanıyorsun? Vermem!” Son söylediğiyle yüzümü silkeleyerek bıraktığında dengemi sağlayamadım. Yatağa kalçam değdi. Ellerimle destek alırken zihnimde sözlerinden oluşan bir fırtına baş gösterdi. Başımı salladım. “Hayır,” dediğimi duydum. Yerimden kalkamadan gözlerimi abime çevirdim ama o kapıya varmış, dışarıya çıkıyordu. Sesimi duymadı. Yüzüme bakmadı. Kapıdan çıkıp giderken oda kapanan kapının sesiyle gümbürdedi. Yerimden nasıl kalktığımı bilemeden kapıya koştum. Kulpuna aşağıya indirirken kapı çoktan kilitlenmişti. “Abi!” diye bağırdım dışarıya. Kapıya yumruklarımı geçirdim. “Abi, yapamazsın!” Kapının arkasından ses gelmedi ama durmadım. Ellerim acıyana kadar kapıya vururken, gözlerim yaşlarımdan kapının yüzeyini görmeyene kadar yapamazsın kelimesini durmadan tekrar ettim. Yapamazdı. Ama yapardı. Söylediklerinde ciddiydi ve açık açık söylemese de anladığımı biliyordu. Biliyordum. Daha önce de gözünü karartmıştı. Yapmıştı. Gözümün önünde yapmıştı. Allah’ım, ne yapacaktım? Midem dalgalandı. Her şey dalgalandı. Kusacaktım. Midemden gelen safra boğazımı yakarken bedenim öne doğru büküldü. Kapının yanındaki banyoya zor bela adımladım. Karanlıkta bir an önümü bile göremedim ama sonra lavaboyu gördüm. O tarafa ilerledim. Lavabonun kenarlarından destek alırken öğürmeye başladım. Ama kusamadım. Boğazımdan öksürükler dışında hiçbir şey çıkmadı. Nefes alamadığımı hissediyordum. Sık sık havayı soluyordum ama yeterli gelmiyordu. Ne yapacaktım? Musluğu açmaya çalıştığımda ellerimin titrediğini fark ettim. Ellerimi çektim. Halbuki tek titreyen ellerim de değildi. Banyodan kendimi zorlayarak çıkardım. Odaya geçtiğimde başım dönüyordu. Zemin ayağımın altından çekiliyordu. Banyo kapısına tutunup duvarın önünde ilerledim. Dizlerimin bağı çözüldüğünde kendimi tutamadım, duvarın dibine nasıl çöktüğümü bilemedim. Sırtım duvara değerken bacaklarımı kendime çektim. Kendime sarıldım. O halde ne kadar kaldım, bilmiyordum ama gözyaşlarım durmadan aktı ve ben ne yapacağımı bilemedim. Fırtına dinmedi, sonlanmadı. Zihnimde gitmeyen abimin cümleleri vardı. *** İrkildim. Kendimi geriye çektim. Hareketimle sırtım sert bir yere çarparken ilk gördüğüm görüntü kare şekilli kırmızı halının yüzeyi oldu. Uyumuş muydum? Ne zaman? Ne zaman uyumuştum? Neredeydim? Gözlerimi kapattığımı, bilincimi kaybettiğimi hatta yere doğru yattığımın farkında değildim. En son bacaklarımı kendime çektiğimi ve gözyaşlarımın dinmediğini hatırlıyordum. Sonrası yoktu ama uyandığımda da bacaklarımı karnıma doğru çekmiş, cenin pozisyonundaydım. Gözlerimi yavaşça kırpıştırdım. Algılarım çalışırken etrafa bakmaya çalıştım. Hava aydınlanmamıştı. Etrafa sessizlik hakim olsa da ben de öyle değildi. Düşüncelerime vuran darbeler vardı ve yüzümü buruşturmama neden oluyordu. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Her şeyi hatırlıyordum. Yok olmak istiyordum. Yerimden kalkamadım. Kalkmak istemedim. Yerden destek alarak oturur bir hale geldiğimde gözyaşlarımın bittiğini sanıyordum. Gerçekse öyle değildi. Eski halimi alırken parmağımdaki yüzüklerime baktım. Onlara dokunmaya korktum. Yalnızca burnumu çekerken gözlerimi kaçırdım. Kendimi toparlamam ve düşünmem gerektiğini biliyordum. Nereden başlayacağımsa bilinmeyen kısımdı. Bir şeyler yapmam lazımdı. Öylece duramazdım. Abimin söylediklerini düşünmek istemesem de yapmam gerekiyordu. Bir yerden başlayacaktım. Vedat Keskin, abimin dediğinin tersini söylemişti değil mi? Abim onlara yardım etmemi istemişti. Patronu ise yardım etmeyi kabul etmesem de varlığımın yeteceğini söylemişti. Buradan başlayacaktım. Gün aydınlana kadar her konuşmayı, her kelimeyi düşündüm, durdum. Tek bulabildiğim abimin ve Vedat Keskin’in aklındakinin bir olmadığıydı. Abim bunu net bir şekilde belirtmişti. Vedat’ın ne planladığı bile umurunda olmaz! Önceden ortak bir planları varsa artık değildi. Zaman geçip gitti, günün saatleri ilerledi. Bir saatten sonra bomboş bir hisle dolup taştım. Gözlerim küçük pencereden gökyüzüne odaklıyken ne zaman sonra kapının önünden ses geldiğini bilemeyecek bir durumdaydım. Saatler sanki geçmek bilmemişti. Zaman algım yalnızca gündeki değişimlerle sınırlıydı. Kapı açıldı. İçeriye girildi. O tarafa bakmasam da gelen abimdi. Önüme bakıyordum. Üstüne sinen sigara kokusundan anlamıştım. “Uyumadın mı sen hiç?” diye sordu. Yaptıklarından, söylediklerinden sonra normal bir şekilde konuşmasını garipsemedim. Konu abim gibi biri olunca anormal bir durum onun için normal olabiliyordu. Sessiz kalırken gözlerini üstümde hissettim. Odanın yanan ışığını kapattı. Yanımdan geçerek ilerledi, elindeki tepsiyi yatağın üstüne bıraktı. Durum o kadar tuhaftı ki, bana kahvaltı getirmişti. “Ne istiyorsun?” Sesim boğazımdan çatlamış çıkmıştı. Sırtı bana dönükken sesimi duydu. Bana doğru döndüğünde yorgun gözlerim üstündeydi. Bana sorduğum sorudan memnunmuş gibi baktı. “Benimle geleceksin. Yeni bir hayat kuracağız.” Benim bir hayatım var, demek istedim. Şimdi mi aklına geldi, demek istedim. Diyemedim. “Bundan sonra bir daha o herifin yanında olmayacaksın Doğanay. Ama ondan önce ilk sırada Vedat’ın işini bitirmesi var. Ona izin vereceğim.” “Ne istiyor?” “İstediği basit, restoranı istiyor.” Öktem’in söylediklerini hatırladım. Babalarının anlaşmazlığı vardı. Geçmişte ikisi de restoran olan yer için savaşmışlardı. Kazanan Öktem’in babası olmuştu. Öktem, Vedat Keskin’in babasının tamamlayamadığını yapmak istediğini söylemişti. Haklıydı. “Ve daha fazlasını.” “Daha fazlası mı?” Gözlerinden keyiflendiği anlaşılıyordu. “İflas ettirecek,” dedi dikkatle yüzüme bakarak. “Vedat’ın aklında seni takas etmek var. Senin sayende her şeyini elinden alacak.” Senin sayende. Benim sayemde. “Karısı için bakalım malından vazgeçebilecek mi?” Yapardı. Vazgeçerdi. “Tabi bende payımı alacağım.” Payı. Para. İşte her şey yine bunun içindi. Bakışlarını üstümden çekmedi. Son cümlesine vereceğim tepkiye bakıyordu. Ruhumda her şey darmaduman olurken yüzüme hiçbir duygumu yansıtmamaya çalıştım. Konuşmadan önce yavaşça yutkundum. “Anlamıyorum,” diye mırıldandım. “Seninle geleceğimi söylüyorsun ama o adamın aklındaki benim üstümdense bu nasıl olacak? Patronun isteği olunca gitmeme izin verecek.” “Onun planı varsa benimde planım var,” dedi sakince. Aklındaki neyse önceden düşünmüş olmalıydı. “O herifin yanında olmayacaksın dediysem olmayacaksın.” Duraklayıp gözleri gözlerimde gidip geldi. “Yoksa ne olacağını biliyorsun. Dün akşam net bir şekilde konuştuk değil mi? Sen de anladın.” Anlamıştım ve kalbim ağrıyordu. “Anladım.” Yüzüne memnuniyet yayılırken “Gerisi bende,” dedi. “Vedat işini hallederken biz buradan gitmiş olacağız. Kendimize yeni bir şehirde yeni bir hayat kuracağız. Biraz zaman geçtikten sonra da bir avukata gider, boşanma davasını açarsın. Tüm işlerle de avukat ilgilenir. İzimizi asla bulamaz.” Her şeyi düşünmesi korkutucuydu. “Okulum… Okulumu ne yapacağım?” “Feragat etmen gerecek. Onun için bir şey yapamam. İzimizi bulmasına izin vermem.” Bakışlarıyla yatağı işaret etti. “Şimdi kalk, karnını doyur. Bir müddet buradayız.” “Nasıl bir müddet buradayız?” “Vedat, iletişime geçmeyecek. Anlayacağın hemen senin ki rahatlamayacak, kardeşim. Bu yüzden aç durmamaya bak. Duramazsın da zaten. Bir noktada yemek yemek zorundasın.” Her şeyi söylediğinden emin olmasının ardından kapıya ilerledi. Görüş açımdan çıkarken odadan çıkmasını izlemedim. “Ben arada yanına gelirim,” demesiyle kapının kapanmasını duydum. Odada yine yalnız kalmıştım. Nefesimi ağırca dışarıya verdim. Abimin söylediklerinin her kelimesinde kalbim ağırlaşmış, göğüs kafesim daralmıştı. Zihnimde yerine oturmayanlar artık oturmuştu. Her şeyi planlamıştı. Oldukça da netti. Hiçbir şeyin şakası yoktu. Göz kapaklarım kapanırken yanaklarıma süzülen ıslaklığı hissettim. Dudaklarıma doğru yolunu buldu, tadını aldım. Yapabilecek bir şeyim var mıydı? Ne yapabilirdim? Buradan kurtulmaya çalışsam dahi abimin tehdidi ortadaydı. Yarım kalan işini tamamlardı. Söylediklerinden çıkarsam yapardı. Nasıl gözünün dönebileceğini biliyordum. Öktem’e zarar vermesine izin veremezdim. Ona bir şey olmasına katlanamazdım. Sevdiğim adamdan vazgeçerdim, buna izin veremezdim. Ondan uzak dururdum, buna izin veremezdim. Bir kez daha böyle bir acı yaşamaktansa kendi canımdan vazgeçer, buna izin veremezdim. Vermeyecektim. Yanaklarımdaki ıslaklığı buz gibi olan elimin tersiyle sildim. Ayağa kalktığımda derdim, abimin söylediği gibi karnımı doyurmak değildi. Oda üstüme üstüme geliyor, tavan sanki çöküyor gibiydi. Bedenimdeki yorgunluk ruhumun yanında az kalırdı. Yine de pencerenin önüne giderek perdeyi çektim. Pencereyi açtığımda küçük boşluğundan yüzüme değen havayı hissettim ama ruhuma ulaşamayacağını biliyordum. Göğsümdeki ağırlık gitmezdi. Korkum sonlanmazdı. Çaresizliğimin çözümü olmazdı. Elim göğsümde ne kadar pencerenin önünde dikildiğimi bilmiyordum. Gözyaşlarımın akmaya başladığını hissederken yönümü odaya verdim. Gözüm yataktaki tepsiye gitti. Yiyeceklere değil, çatala ve tabağa baktım. Plastikti. Su bile plastik bardaktaydı. Belki de gerçek çatal koysaydı, kendisine saldıracağımdan korkmuştu. Abimin her ihtimali düşünmesi komikti. Ortada kocaman kendisi gibi bir tehdit varken hem de. Geçen zamanda tepsiyi hiç ellemedim. Yatağın diğer ucuna oturup, öylece bekledim. Abim söylediği gibi arada yanıma geldi. Tepki vermedim. Bir müddet sonra yiyeceğimi düşünerek tepsiyi de yanında götürmedi ama ben dokunmadım. Düşünüp durdum. Abimin yine hayatımı berbat ettiğini düşündüm. Sırf kendi planları suya düştüğü için beni yine harcadığını düşündüm. Kendi için beni yok saydığını düşündüm. Aslında onun hiçbir zaman umurunda olmadığını düşündüm. Tanıdık kapının açılma sesini duyduğumda abimin geldiğini düşünerek o tarafa bakmadım. Gelir, kuracağı yeni hayatın ayrıntılarından bir, iki ayrıntı verir ve giderdi. Tepki vermem veya konuşmam onun için önemsizdi. İstediği sonuçta oluyordu. Önceki planlarının intikamını almaya başlamıştı. Zaten bende söylediğini dinlemiyordum. Ruhumdaki ağırlık kulaklarıma kadar ulaşmıştı ama bu sefer odanın içinde farklı bir ses gelince kulağımda bir çatlak oluşmuştu. Başta zihnimin benimle dalga geçtiğini sandım ama bir kez daha aynı ki sesi duyunca gerçeklik ruhuma savrulmuştu. Kadın sesi. Duyduğum bir kadın sesiydi ve geçmişten gelerek şimdiki zamandaydı. Olamazdı, değildi. Olmaması lazımdı. Yanlış duymuş olmalıydım. Ortada gerçeklik falan yoktu. Ama vardı. Ses, “Doğanay,” dedi bir kez daha. Kapının olduğu tarafa gözlerimi çevirdiğimde hiç ama hiç beklemediğim bir yüzle karşılaştım. Karşılaşmamla bedenim darbe almışçasına geriye çıktı. Siyah saçlar. Kahverengi gözler. O yüz. Geçmişteki kızın ve daha yakın zamanda hissettiğim o duyguların karışımı bünyeme kilitlendi. Nasıl? Nasıl olurdu? Onun burada ne işi vardı? Burada bu çatı altında nasıl olurdu? Sorumun cevabı hemen arkasındaydı. Odanın dışında dikiliyorken merdiven tarafına bakıyordu. Abim. Zorla dudaklarımı araladım. “Çıkar…” dedim abime. Çıkmalıydı. Nasıl gelebilirdi? “Çıkar onu buradan.” Başımı hızla salladım. Bakışlarımı kaçırdım. “Seni ben görmek istedim,” dedi babamın katili. “Bana birkaç dakika veremez misin kızım?” Kızım. Ben kızı değildim ki. Nasıl sahiplenme kelimesini kullanabiliyordu? Küçük bir kızken bile kızım dememişti. Şimdi nasıl diyebilirdi? Sesine dahi yakışmıyordu. Neden durmadan bana ulaşmaya çalışıyordu? Neden anlamıyordu? Onu dinlemek, görmek, duymak istemiyordum. Hayatımdan çıkalı yıllar oluyordu. O zamandan beri bir annem yoktu. Tüm olanların üstüne bu kadarı da olmamalıydı. Olanlar, benden istenilen yetmezmiş gibi birde bu kadın buradaydı. Benimle aynı odaydı. Çaresizliğim, korkularım, acılarım, üzüntüm bir yana geçerken öfkem bünyemi zorladığını hissediyordum. “Doğanay,” dedi yeniden. Cesaretimi toplamaya çalıştım. Yüzüne bakmak istemiyordum ama baktım. “Çık dışarı!” Sesim kendimden beklemediğim şekilde net, keskin, öfkeli çıkmıştı. Verdiğim tepkiyle irkildi. “Lütfen…” dedi. Onu ilk gördüğümde aldığım darbenin şiddeti fazlayken kendisine tam bakmamıştım. Yaşlanmıştı. Atkuyruğu yaptığı siyah saçlarında beliren beyazlıklar diplerinde fazlaydı. Göz çevresindeki kırışıklar yaşını olduğundan yaşlı gösteriyordu. Zayıftı. Beyaz tişörtünün üstünde yıkamaktan yıpranmış yeşil renginde örme hırkası vardı. Mavi kot pantolon giyiyordu. Genç gösteren teyzemin aksine o öyle değildi. Kahverengi gözlerinde hapishanenin yorgunluğu vardı. Ondan silinmeyecek olandı. Abime baktım. Odanın içine girmiş, o kadının arkasında dikiliyor, elini omzuna koymuştu. Teselli etmek istercesine. “Çıkarsana onu buradan!” “Doğanay,” dedi o da. Hışımla ayağa kalktım. “Sen… Sen ne yapmaya çalışıyorsun? Ne bu böyle?” Bana ne yapmaya çalışıyordu? Anlamıyordum. Abimin ne yapmaya çalıştığını aklım almıyordu. Kendisi bu kadınla görüşmüştü. Onu yalnız bırakmamıştı. Öğrendiğimde bu bilgi canımı yakmıştı ama istemişti ve yapmıştı. Ama durmadan karşıma çıkarmamalıydı. “Ailemizi topluyorum,” dedi abim. “Geçmişi arkada bırakmamızın çözümü yeni bir başlangıç yapmak.” Duyduğuma inanamadım. “Hayır,” dedim başımı sallayarak. “Hayır.” “Sen de anlayacaksın. Yeniden bir aile olacağız, Doğanay.” Yeniden bir aile olacağız. Abim böyle demişti. Yeniden bir aile. Babamın katili annem, abim ve ben. Gözlerim babamın katiline bakarken irileşti. “Seni görmek istemiyorum!” dedim yüzüne. “Sesini duymak istemiyorum. Hayatımda bir yerin yok senin! İstemiyorum, anladın mı? Olmaz!” Olmazdı. Böyle bir şey asla olamazdı. Kaçmak istedim. Nereye gideceğimi bilmiyordum ama aynı ki ortamda duramazdım artık. Yüzüne bakmaya katlanamıyordum. Bakışlarımı çektiğimde nereye gideceğimi buldum. Büyük adımlarla o tarafa ilerledim. Başka cümle kuracaklarsa kurmalarını, duymamı engellemek adına kendimi banyoya attım. Abimin, “Sana demiştim, daha erken diye…” dediğini duydum. Bana değil, o kadına demişti. Kapıyı arkamdan çarptım. Kapıda kilit aradım ve kendimi banyoya kilitledim. İçerisi karanlıktı. Karanlıkta kalmam umurumda değildi. Benim saklanmaya ihtiyacım vardı. Sık sık nefeslenirken kapının önünden çekilemedim. Kapının kulpunu sıkıca tutarken boğazımda bir el vardı. Boğuluyordum. Her şey kabus olmalıydı. Bir kabusun içindeydim ve uyanmam gerekiyordu. Katlanamıyordum. Bu kadarı çok fazlaydı. “İstemiyor. Beni dinlemiyor bile.” Hala odaydılar. Sesini duymaya devam ederken kulaklarımın duyma kabiliyetinin sonlanmasını istedim. “İsteyecek,” dedi abim. “Anlamasını sağlayacağım. O da anlayacak, merak etme.” “Hayır, hayır,” diye mırıldandım yerimde. Daha fazla duymamak için ellerimi kulaklarıma bastırdım. Gözlerimi sımsıkı kapattım. Kendimi kendi karanlığıma gömdüm. İkisinden de nefret ediyordum. Onlarla olmak istemiyordum. Öktem’in yanında olmak istiyordum ama belki de bir daha asla onunla olamayacaktım. Bu gerçek kalbimi bıçaklıyordu. Ağlamamak için yutkundum. Karşısından ses gelmedi ya da bana öyle geldi. Algım karmaşıktı. Yine de banyodan çıkmadım. Dışarıya çıkmaya korkuyordum. Çünkü o kadınla aynı ki evdeysem bir daha görme ihtimalim vardı. Abimle olduğunu biliyordum ama burada yanında olacağını hiç düşünmemiştim. Kapının kulpuna dokunduğum sırada kapıya vurulunca yerimde irkildim. “Her zaman orada kalamazsın.” Abimin sesiydi. “Çık lanet banyodan.” “Defol git başımdan!” “Doğanay, çık konuşalım.” “Hayır!” Kapıyı açmaya çalıştığında tuttuğum kulp aşağıya yukarı oynadı. Elimi hemen çektim. Bu hareketini birkaç kez denerken, “Ne kadar kalacaksın?” diye sordu hoşnutsuz sesiyle. “Çıkacağını sende biliyorsun.” Biliyordum ama dışarıda o varken çıkmayacaktım. O kadının gidip gitmediğini bilemezdim. Ya kapının diğer tarafındaysa? “Git buradan!” dedim bir kez daha. “Ne senin yüzünü ne de o kadının yüzünü görmek istemiyorum!” “Annem yok, Doğanay.” Annem. Ne kadar da kolay demişti. “Odada tekim.” Başımı salladım. “Sana inanmıyorum!” “Sadece ben varım diyorum. Çık da konuşalım.” Konuşacağımız konunun ne olduğunu biliyordum ama keşke bilmeseydim. Yutkundum. Kelimeler boğazıma yapıştı. “Çıkmıyorum! Git artık.” Kulpla tekrar oynadı. “İyi!” dedi, kulptan elini çekmiş olmalı ki, oynamadı. “Çıkma. Er ya da geç zaten çıkacaksın! Ben gidiyorum.” Haklı olmasından nefret ediyordum. Odanın kapısının kapandığını duysam da bir müddet diğer taraftan ses gelip gelmediğine kontrol ederek bekledim. Kalp atışlarımdan ve nefes alışlarımdan başka ses duymadım. Gitmiş miydi? Saatim yoktu ama zihnimdeki tik tak seslerini duyumsuyordum. Çıkmaya hazırlandım. En sonunda kilidi çevirdim. Banyonun karanlığından kendime doğru çektiğim kapıyla içeriye aydınlık doldu. Gözlerimi alıştırmak için kırpıştırdım. Oda boştu. Kimse yoktu. Odanın içine doğru tam hareket ettiğim sırada ise birden karşıma çıktı. Neye uğradığımı şaşırdım. Refleks olarak geriye çıktım. “Konuşacağız dediysem konuşacağız.” Banyoya tekrardan girmeyim diye de kapıyı tutuyordu. Kaçışımın olmadığını hem beden dili ile hem de sözle ifade ediyordu. Şaşkınlığımı üstümden attım. Öfkelendim. Mecburen yanından geçtim. Bilerek omzuna çarptım. Adımlarımı atarken odanın kapısının kapalı olduğunu gördüm. Abim bir konuda doğruyu söylemişti. O kadın yoktu. “Sana dedim, annemi yolladım,” dedi sanki düşüncelerimi okumuşçasına. “Odasına gitti.” Annemi. Odasına. İnanılır gibi değildi. O da burada kalıyordu. Hışımla abime döndüm. Banyonun kapısını kapatıyordu. “Derdin ne senin?” diye bağırdım. “Neden yapıyorsun bunu bana?” “Yaptığım ne var? Yalnızca ailemizi topluyorum.” “O benim ailemden değil!” Sende değilsin. “Aklında ne planladıysan o kadın varsa ben yokum!” “Hayır, varsın,” dedi sakince. “İstesen de istemesen de üçümüz beraber olacağız.” “Aklını kaçırmışsın sen!” Güldü. “Asıl aklını kaçıran sensin kardeşim. O kadın dediğin kişinin annemiz olduğunu unutma.” “Babamızın katili o!” Ben değil, o unutuyordu. Yüzündeki gülümseme silindi. “Geçmişi unutmanın zamanı geldi. Cezasını çekti ve çıktı. Daha ne istiyorsun?” Duyduğuma inanamadım. Abime bakarken gözlerimi kırpamadım. Babamızı öldürmesinin cezası hapishaneye girip çıkınca siliniyor muydu? Geçmişi unutmak mı gerekiyordu? Görünüşe göre abim çoktan o kadını affetmişti. “Dalga geçiyor olmalısın!” Sesim biraz daha yükselmişti. “Aşırı tepki verdiğinin farkına var. Bundan sonra üçümüz beraber olacağız. Öyle ya da böyle sen de alışacaksın.” Ne yaşadığımı, ne gördüğümü bilmesine rağmen bu kadar rahat konuşması canımı yaktı. Babamızın öldürülmesine şahit olmuştum. Silah sesini duymuştum. Babamın yerde cansız halini görmüştüm. Kanını görmüştüm. O kadının babamı öldürdükten sonra rahatça sigara yakışını görmüştüm. “Affettin onu değil mi?” diye sordum sorumun cevabını bilmeme rağmen. “Babamızı öldürdü ve onu affettin!” Yüzünde mimik oynamadı ama gözlerimin içine bakıyordu. “Geçmişi unutmayı seçtim.” Unutmak, bu kadar kolay mıydı? “Yaptığından da pişman Doğanay. Bir kere dinlesen sende anlayacaksın.” Abim bir konuda haklıydı. Bana aklımı kaçırtacaktı. “Pişman öyle mi? Pişman! O pişman falan olamaz. Orada değildin! Keyiften dört köşe olduğunu görmedin! Ama ben gördüm. Babamızı öldürüp keyifle sigara içtiğini gördüm. Böyle biri pişman olamaz!” Pişman olup olmaması da umurumda olmazdı. Sadece o kadını ne görmek ne de sesini duymak istiyordum. Bunu nasıl başaracaktım? O buradaydı. Aynı çatının altındaydık. “Hiç düşündün mü?” diye sordu alakasız bir şekilde. “Annemizin silahı nereden bulduğunu hiç düşündün mü Doğanay?” Bu da ne demekti? Vakit kaybetmeden sorusuna cevap verdi. “O silah annemizin değildi. Sen bilmezsin ama evde her zaman bir silah vardı.” Görmemiştim. Bilmiyordum. Evde bir silahın olduğundan haberim yoktu. Bu neyi açıklardı? “Var veya yok. Ne fark eder? O kadın o silahı kullandı ve babamızı öldürdü.” Öldürmüştü. Kulaklarıma kurşun sesleri gelir gibi olurken gözlerimi kapatıp açtım. “Hem de üç kurşunla! Gözlerimin önünde babamızı öldürdü! Ve sen tüm bunları unuttuğunu söylüyorsun öyle mi? O kadın bizim hayatımızı mahvetti!” Küçükken annemiz denilen kadın hayatımızı mahvetmişti. Şimdi de abim hayatımı mahvediyordu. Bilerek, isteyerek. Tıpkı o kadın gibi. Benzerlik ürpermeme neden oluyordu. Olmazdı. Öktem için dediklerini yapmayı kabul etsem de o kadınla her zaman karşı karşıya gelemezdim. Düşüncesiyle göğsüm sıkıştı. “O aklındaki planda ben yokum. Olmaz! Benden bunu isteyemezsin!” “Bu bir istek değil kardeşim,” dedi abim. “Bu olacak olan.” Sanki onca şeyi boşu boşuna söylüyordum. Sanki geçmişte olanları ben uyduruyordum ve o takındığı tavırdan geri adım atmıyordu. Başımı sağa sola salladım. “Hayır!” “Annemizi dinleyeceksin. Tek istediği seninle biraz konuşmak. Sende bunu ona vereceksin.” “Sen beni dinlemiyor musun? O kadının yüzünü görmek istemiyorum!” “Burada benim sözüm geçiyor unuttun mu?” dedi yüzüme sakince kelimeleri çarparak. “Ne yapacağını, ne yapmayacağını ben söylüyorum. Ailemiz için bir planım var ve içinde sende varsın. Bundan kaçamayacağını önceden konuşmuştuk.” Cümlelerinin altındaki sinyali aldım. Ne demek istediğini biliyordum. Beni Öktem ile tehdit ediyordu. Yine. Kapıya doğru hamle yapacak oldu. “Şimdi gidiyorum. Sende biraz sakinleşiyorsun.” İşte onun için bu kadar basitti. Son noktayı koyduğunu söylüyordu. İsteklerine boğun eğmek istememem onun için bir şeyi fark etmiyordu. Beni kimle vuracağını biliyordu. Konu o olduğunda sessiz kalacağımı biliyordu. Haklıydı. Beni susturmuştu. Odadan çıkarken başka hiçbir şey diyemedim. Bakışlarımı kaçırdım ama kapanan kapının sesini duydum. *** Küçük bir kızdım. Küçük bir kızın bedeninde her şeyi yaşamış biriydim. Ruhum geleceğe aitti ama bedenim küçüklük halimdi. Biliyordum çünkü eski evimizdeki odamdaydım. Biliyordum çünkü kulaklarım bağırış seslerini daha yeni duymuştu. Biliyordum çünkü hissettiğim korkuyla kapının önündeydim. Biliyordum çünkü o gecenin içindeydim. Ruhum önceden yaşamış bir gecenin içinde, bedenimse daha yeni yaşayacak anın içindeydi. Geçmişi bilerek yaşamak, bilmeden yaşamaktan daha can yakıyordu. Ve elimde değildi. Küçük bedenim ruhumu dinlemiyordu. Koridora çıkmasını istemiyordum ama o adımlarını koridora atmadan önce elindeki sarı saçlı oyuncak bebeğini yatağın üstüne bırakıyordu. O oyuncağı severdim. Annemin diğerleri gibi çöpe atmasın diye sakladığım oyuncağımdı. Gece sarılarak onunla uyurdum. Annem gece hiç odama gelmemiş, sakladığım bebeği görmemişti. Kapının aralığından koridora baktığımda o sesi duymuştum. Duymamla babamın koridora girdiğini görmüştüm. İlk ayaktaydı. Sonra arka arkaya o sesler gelmişti. Sonra ayakta değildi. Yere yığılmıştı. Tüm bunlar olurken gözlerimi kırpamamıştım. Hiçbir şey yapamamıştım. Donmuştum. Kapının aralığından izlemiş, koridora çıkmak istemiştim. Uyuduğunu düşünmek istemiştim. Kendimi babamın uyuduğuna inandırmak istemiştim. Annemin koridora geldiğini görünce ise kendimi bir kez daha kandırmak istemiştim. Babamın yanına yardım etmek için ilerlediğini sanmıştım. Ama öyle değildi. Silahı görmüştüm. Korkuyla geri çıkmıştım. Gözlerimi durmadan kırpıştırmıştım. Başımı sallamıştım. Kapıya baktığımda adımlarım yeniden ilerlemişti. Bu sefer koridora kadar çıkmıştım. Babam oradaydı. Yerdeydi. Annem orada değildi. Gitmişti. Baba diye sayıklamıştım. Kalkmasını istiyordum. Yerde yatamaz diye düşünmüştüm. Başta hareket bile edememiştim ama sonra sesimi duymadığını anlayınca koridorda ilerlemiştim. İlerledikçe bedeninden halıya akan kanı görmüştüm. Nefes alışlarım sıklaşmıştı. Yanına vardığımda dizlerimin üstüne çökmüş, bedenini sarmıştım. Sarsarken ellerime kırmızı renk bulaştığını fark etmemiştim. Başımı salona doğru çevirmiştim. O zamanda annemi görmüştüm. Açık pencerenin önünde dikiliyordu ve sigara içiyordu. Sayıklayışımın sesini kısık tutmuştum ama annem beni duymuş, yanıma gelmişti. Geldiğini hissetmemiştim. Ansızın kollarımdan tutarak beni ayağa kaldırmıştı. “Git odana!” derken bedenimi diğer tarafa iteklemişti. “Babamı uyandıracağım ben,” demiştim bende öne doğru atılarak. Beni engellemişti. Sinirlenmişti. Kollarımdan tutarak küçük bedenimi sarsmıştı. “O çok sevdiğin baban hiçbir zaman uyanmayacak!” demişti. Babam uyanmamıştı. Uyanmayacaktı. Hiçbir zaman uyanmayacak olmasının hissettirdiği duyguyla boğulmuştum. Korkunun içinde hapis olmuştum. Göğsüm çığlık çığlıyaydı. O anda da. Ansızın gözlerimi açtığım şimdide öyleydi. Kalbim korkuyla atarken, nefes alışlarım hızlıydı. Yatağın üstünde, sırtım ve başım yatağın başına yaslıydı. Gözlerimi açtığım an tavanı görmüştüm. Abim odadan çıktıktan sonra bir müddet öylece dikilmiştim. Çaresizce yatağa oturduğumda gözlerim kapıya mıhlıydı. Bir ara gözlerimi kapattığımı hatırlıyordum. Uyuyakalmış olmalıydım ama ne kadar bir süre geçmişti, bunu yine bilemiyordum. Hava karanlık değildi. Belki de yarım saat uyuklamıştım. Kahretsin ki bilemiyordum işte. Gözlerimi tavandan çekeceğim sırada odada yalnız olmadığımı hisseder gibi oldum. Ürperdim. Kalbim hala çok hızlıydı. Yavaşça gözlerimi indirdiğimde haklı olduğumu anladım. Gözlerim irileşti. Gördüğüm kabustaki başrol ile karşı karşıyaydım. Hala uyuyor olamazdım değil mi? Olamazdım ama o kadın kabuslarımda değildi. Odadaydı. Yatağın ucuna yakın, kapıya uzaktı ve bana bakıyordu. Yanıma bu kadar yaklaşmamalıydı. Aceleyle ayağa kalktım. “Git… Git buradan!” dedim zar zor. Elim ayağıma dolaşacakmış gibi hissediyordum. Kendimi daha sakinleştirememişken karşımda yeniden onu görmem olmamalıydı. “Seni aradım,” dedi hareket etmek yerine. Bakışlarımı kaçırdım. “Git. Sesini duymak istemiyorum!” “Aradım seni ben,” dedi tekrardan. Evet, aramıştı ve bir keresinde numarasını engellemiş, birinde de telefonu yüzüne kapatmıştım. “Ama sen benimle konuşmadın. Konuşsaydın sana söyleyeceklerim vardı.” Hareketlilik sezdim. Refleksle ona baktım. Bana doğru adımlıyordu. Geri adımladım ama arkam duvardı. Gidecek yerim yoktu. “Yaklaşma bana!” Üstümdeki etkisinden kaygılanır gibi oldu. Durakladı. “Tamam,” dedi. “Tamam. Gelmiyorum ama neden dinlemedin?” Bahsettiğini anlamıyordum. Durmadan aynı şeyleri söylemesinin nedenini anlamıyordum ama o an dikkatimi çeken olmuştu. Bakışlarındaki bir sinyal. Neydi o? Mahcupluk muydu? “Dinleseydin, konuşmama müsaade etseydin tedbirini almış olacaktın. Sana Baran’ın planından bahsedecektim, Doğanay.” Son söylediğini adlandıramadım. Ne yapmaya çalışıyordu? İyi bir insan olmaya mı karar vermişti? Amacı neydi? Abim geçmişi unutmuştu, benimle de böyle mi iletişime geçmeye çalışıyordu? Bana iyilik yapmaya çalışarak mı yaptığını değiştirecekti? Değişmezdi. Yaptığı hayatları bitirmişti. “Senin yardımına ihtiyacım yok benim!” Hayatımdan gitmesine ihtiyacım vardı. Susamış gibi alt dudağını ıslattı. “Sana kabahat bulmuyorum,” dedi arkasından. “Nefretini ben kendim kazandım.” Doğru söylediği bir şey vardı işte. Ondan nefret ediyordum. “Ama cezamı çektim. Yıllarca içerdeydim.” Başımı hızlı hızlı salladım. “Hayır,” dedim. “Hayır. Sen buna ceza çekmek mi diyorsun? Sen babamı öldürdün! Onu benden aldın! Bunun cezası yıllar olamaz! Sen ceza falan çekmedin!” Çekmemişti. Cezayı bana çektirmişti. Babasız bırakmıştı. Abimin çekip gitmesine sağlamıştı. Hayatta tek kalmamı sağlamıştı. Tüm bunların suçlusu oydu. Silahından çıkardığı kurşunlardı. “Doğanay,” diyerek konuşmaya çalıştı. Sözünü kestim. “Benden hep nefret ettin!” dedim sertçe. “En sonunda da beni seven tek kişi olan babamı… Babamı benden aldın! Neden? Neden bunu bana yaptın?” Gözlerim dolmaya başlıyordu ama geçirdiğim tüm yıllar boyunca aklımdaki soru dudaklarıma kadar gelmişti. Benden hep nefret etmişti. Beni hiç sevmemişti. Neden beni hiç sevmemişti? Küçük aklımda da, şimdiki zihnimde de cevap yoktu. Kendime de şaşırıyordum. Sesini duyuyordum, yüzüne bakıyordum, konuşuyordum. Yıllar boyunca yapmaktan kaçtığım, düşünmek bile istemediklerimi yapıyordum. Konuşmadan önce yutkundu. “Beni buna zorladı,” dedi. İlk söylediği bu oldu. “Bende iyi değildim, Doğanay. Doğruyu düşünemiyordum. Paniklemiştim. Korkmuştum.” “Sen neyden bahsediyorsun?” diye bağırdım. Sesimi alçaltmak için hiçbir şey yapmadım. “Sen iyiydin. Hem de çok iyiydin! Sevgilin bile vardı senin! Sen mi iyi değildin?” Dinlemek istemiyordum. Hiçbir sözünü, cümlesini dinlemek istemiyordum. O korkunun ne olduğunu bile bilmezdi. Ben bilirdim. Koridorda babasının cansız bedenini gören kız bilirdi. “Nefret ediyorum senden! Sen benden küçük bir kızken nefret ediyordun! O kız yıllarca senden nefret ederek büyüdü! Şu an benimle konuşmaya hakkın yok senin! Hayatımda hiç olmadın. Hiç de olmayacaksın! Oğlun seni affetmiş olabilir ama ben seni hiç affetmeyeceğim. Duydun mu beni? Bu asla olmayacak!” “Ne oluyor burada?” Abimin sesini duyduğumda öfkeden zihnim allak bullak olmuştu. Kapıdan ansızın girdiğini o an fark edememiştim ama odaya girmişti ve şaşırmıştı. Onun odada olmasını beklemiyordu. Benim şaşırdığım ise başka oldu. O kadın söylediklerimi dinledikten sonra hiçbir şey demedi. Abim, babamın katiline baktı. “Anne ne oluyor?” diye sordu. Kusmak istedim. Ona da cevap vermedi. Benden bakışlarını çekerek yalnızca odadan çıkıp gitti. Abimle yalnız kalınca da rahatlamadım. Her şey onun yüzündendi. Tüm bu olanların suçlusu oydu. Abim bana baktı. “Ne konuştunuz?” diye sordu. “Bilmiyor musun? O kadını buraya getiriyorsun ve ne konuştunuz diye mi soruyorsun?” Söylediğimde haklı olduğumu biliyordu. Ama tepkime karşılıksız kalırken aslında onun bilmediği bir ayrıntıyı bana söylediğini bilmiyordu. Arkasından iş çevirmek istediğini bilmiyordu. Anne ve oğul birbirlerini gayet iyi tamamlıyorlardı. “Neyse,” diyerek konunun kapandığını gösterdi. “Zaten buraya seni aşağıya indirmeye geldim. Ailevi meselemizi sonra hallederiz.” Ne tepki verirsem vereyim umurunda olmuyordu. “Patronunla konuşmak istemiyorum,” dedim. Neden aşağıya gelmemi istediği belliydi. Vedat Keskin’in ne zaman gelip, ne zaman gittiğini bile bilmiyordum. “Onunla konuşmayacaksın. Kocan sesini duymak istiyormuş.” Son cümlesini dalga geçercesine söylemişti ama beni ilgilendiren cümlesinin gerçekliğiydi. Öktem gelmiş olabilir miydi? Abim aklımdan geçen soruyu yüzümden okumuşçasına, “Vedat, Kandemir’i aradı,” dedi. “Onunda kıyak yapacağı tuttu. Hadi. Bizi bekliyor.” Duygudan duyguya atladım. Odadan çıktım. Merdivenlerden salona inerken sesimi çıkarmadım. Ruhumdaki fırtınaların şiddeti artmıştı. Abim, Vedat Keskin’in Öktem ile hemen iletişime geçmeyeceğini söylemişti ama öyle olmamıştı. Abim, Öktem’in benimle konuşmak istediğini söylüyordu. Vedat Keskin önceki gibi salondaydı. Bu sefer tekli koltukta oturuyor, elindeki telefonu kulağındaydı. Yönü salon girişine doğru olduğundan da abim ile beni gördü. Yüzünde keyifli bir ifade vardı. “Karında aynı senin gibi öfkeli Kandemir,” dedi salona girdiğimiz esnasında. “Tüm evi inletiyor.” Öktem ne dediyse telefonu kulağından biraz uzaklaştırdı. “Çok bağırıyor. Sen nasıl dayanıyorsun buna?” Bana soruyordu ama bir cevap beklemiyordu. Alay ediyordu ve Öktem’in de duyduğundan emin olmak istiyordu. Tekrardan telefonu kulağına götürdü. “Sakin ol adamım. Bak sana karının sesini duymana izin vereceğim. İstemiyor musun?” Elini kaldırıp yanına yaklaşalım diye el salladı. Çünkü ben salona girdiğim an duraklamıştım. Abimse arkamda bir yerdeydi. Patronun komutunu alınca sırtıma dokundu. Yutkundum. Adımlarımı attım. Hattın ucunda Öktem’in olduğu gerçeği kalbimi sıklaştırıyordu. Daha dün onunlayken ayrı olmamıza inanamıyordum. Vedat Keskin, telefonu kulağından çekti. “Hiç laftan anlamıyor. Başım şişti,” dedi ortaya. Telefon ekranına dokunarak elini indirdi ve hoparlörden Öktem’in hiddetli sesi salonu doldurdu. “Lan şerefsiz, yaptığının bedelini fazlasıyla ödetmeyeceğimi mi sanıyorsun sen? Kendi infazını kendin imzaladın!” Sesindeki tonlamalarının yanında sesini dünden beri duymam burnumu sızlattı. Yanında olma isteğimi arttırdı. Vedat Keskin, “Diyorum size. Kaba bir adam,” dedi gülerek bize. “Şu an karında sesini duyuyor Kandemir. Nazik olmaya ne dersin?” Öktem ona cevap vermedi. Bana seslendi. “Doğanay, orada mısın?” Dudaklarımı aralamak istedim. Onu o kadar çok özlemiştim ki… Ama ben onu yanında olduğumda da özlüyordum. “Burada, burada,” dedi Vedat Keskin. Öktem kükredi. “Çekil lan aradan it herif.” Vedat Keskin güldü. “Doğanay, ses ver bana güzelim.” Benimle konuşurken sesindeki hiddetin desibeli düşüş yaşıyordu ama ben sesini duyduğum andan beri abimin söylediği her cümle zihnime çivi çakmaya başlamıştı. Arkamdan homurtu sesi geldi. Abimin Öktem’in konuşmasından hoşlanmadığının belirtisiydi. Konuşmadan önce nefesim dışarıya çıktı. “Ben…” deyip durakladım. “Buradayım.” “İyi misin? Söyle bana sana zarar verdi mi?” “Ama ayıp ediyorsun,” diyerek Vedat Keskin araya girdi. “Senin o dilini keseceğim! Kapa çeneni!” diye bağırdı Öktem, Vedat Keskin’e. Vedat Keskin keyifle güldü. Öktem görmüyordu ama yüzüme bakarak tepkilerini veriyordu. “Doğanay?” diye seslendi Öktem. Gözlerimin dolması an meselesiydi. Yutkunurken boğazımdaki elin ağırlığı gitmedi. Hiçbir şeyden haberi yoktu. Abimin planından haberi yoktu. Onun için her yapacağımdan haberi yoktu. “Öktem,” dedim yavaşça. Burnum sızlarken gözlerim doldu. “Seni çağırdığında gelme,” dedim birden. Gelmesini istemiyordum. Abim isteğine ulaşacaksa bu adamın isteğine ulaşmasını istemiyordum. Vedat Keskin, cümlemi beklemiyordu. Yüzündeki keyifle anlamayarak arkama doğru bakarken kelimelerin devamını hızlıca dudaklarımdan çıkardım. “Her şeyini almayı planlıyorlar, Öktem. Gelme!” Onu çağıracaktı. O da gelecekti. Abim onunla gitmeme izin vermeyecekti ama malından olacaktı. Bu yüzden gelmemeliydi. İstemiyordum. Eğer abim gitmeme izin verseydi de gelmesini istemezdim. Bir kez daha başka bir şeyin karşılığı olmak istemiyordum. “Fazla ayrıntı vermedin mi?” Konuşan Vedat Keskin’di. “Ne yapıyorsun?” diye arkamdan abim mırıldandı. Verdiği bilgiyi uluorta dökmemi beğenmemişti. “Doğanay…” dedi Öktem hattın ucundan. “Her şeyim sensin benim.” Benimde her şeyim oydu. “Hayır,” dedim. “Öktem gelme. Ben buna değmem!” Değmezdim. Abimin isteğini yapacaktım. Onunla gidecektim. Öktem’in sesi bir daha gelmedi çünkü Vedat Keskin telefonu hoparlörden alarak kulağına götürdü. “Karın benden önce davrandı Kandemir,” dedi elini kaldırıp gidin işareti yaparak. Abime komut veriyordu. Abim vakit kaybetmedi. Dönmem için kolumdan tuttu. Ama ben yine de “Öktem, gelme,” diye sesimi yükselttim. “Lütfen, gelme!” “Kararımı mı değiştirmeliyim? Belki de gelmemen daha iyi,” dedi Vedat Keskin gözlerimin içine bakarak, telefona. “Karın hoşuma gitmeye başladı.” Vedat Keskin’in yüzüne tükürmek istedim. “Pisliğin önde gidenisin!” diye bağırdım. “Yürü,” dedi abimde adımlarımı attırmaya zorlayarak. “Her şeyi berbat edeceksin.” “İzin vermeyeceğim! İsteklerinize ulaşmanıza izin vermeyeceğim,” diye bağırmaya devam ettim. İkinci kata gelene kadar da sesimi alçaltmadım. “Boşuna çabalıyorsun,” dedi abim diğer kata çıkmadan. Duraklamamı sağladı. Karşımda durdu. “Sen gelme değince gelmeyecek mi yani?” Abim haklıydı. Kahretsin ki haklıydı. Gelme diye kendimi paralasam da Öktem gelirdi. Herkesin içinde “Her şeyim sensin benim,” demişti. Önceden ufacık tereddüt duymuş olsalar da artık o tereddüt yoktu. Öktem’in ne yapacağı belliydi. “O adamın hakkımda böyle konuşmasına nasıl izin veriyorsun?” diye patladım yüzüne. “Abimsin ya bir abi böyle mi yapar?” İki ediyordu. Vedat Keskin benimle ilgili iğrenç imalarda bulunuyordu ve abimde susuyordu. Neden sustuğu da belliydi. Yine cevap aynı yere çıkıyordu. Paraya. “Boşa konuşuyor Doğanay. Tek derdi, Kandemir’in damarına basmak. İyi de başarıyor.” Daha ne kadar iğrenç olabilirdi? Bendeki kotası dolmuştu. “Bunu benim üstümden yapmasında herhangi bir problem yok öyle mi?” “Ben öyle bir şey demedim.” “O adamın yaptığı bu! Sağır mısın? İğrenç imaları var hakkımda!” “Şöyle düşün. Şunu bir halledelim, bir daha yüzünü bile görmeyeceksin.” Neredeyse çığlık atacaktım. Halledelim dediği, Öktem’in malına, mülküne el koymaktı ve kendisine düşen payını almaktı. Ama ben buna izin vermeyecektim. Nasıl bir yol bulacağımı bilmiyordum ama bu amaçlarına ulaşmalarını engelleyecektim. “Ne zaman?” diye sordum. Anlamayarak bakacak gibi oldu. “O pislik Öktem’in ne zaman gelmesini planlıyor?” Dün abim Vedat Keskin’in Öktem’e hemen ulaşmayacağını söylemişti ama ertesi gün iletişime geçmişti. Kararının neyin değiştirdiğini merak ettim. “Hani ulaşmayacaktı.” “Nerede olduğunun bilgisini verdi ama yerini söylemeyecek, Doğanay. Adam işini biliyor. Sen de duydun. Telefonda nasıl da kuduruyordu.” Olandan keyif aldığını hiç saklamıyordu. Başka bir şey demedim. Öfkeli bakışlarımı çektim ve üst kata çıkan merdivenlere yöneldim. Odadan başka gidecek yerim yoktu. Düşünmek içinde sessiz bir yere ihtiyacım vardı. Aniden merdivenlerin ortasında duraklayıp omzumdan arkama baktım. Abim arkamda değildi. Şaşırdım. Merdivenleri çıkmaya devam ettim. Odanın kapısının önüne geldiğimde gözüm kilit yerine kaydı. Kilitte bağımsız anahtar yoktu. Kapıyla birleşikti. Demek ki o kadın da böyle içeriye girmişti. Kimseden anahtarı almasına gerek yoktu. Odanın içine girerek kapıyı arkamdan kapattım ve abimin gelip kapıyı kilitlemek için yukarı çıkmasını bekledim. Gelmedi. Şaşkınlığım artarak büyüdü. Artık kaçamayacağımdan emin olan biri bunu yapardı. Eğer tüm gün kilitli olmayan bir oda da kalmama izin verilecekse durumu kendi lehime çevirebilirdim. Bende bekledim. Odanın içinde dört dönüp zamanın akmasına izin verdim. Bir şeyler yapacaksam evin en tenha olduğu zamanı seçmem gerekiyordu. En sessiz olan zaman da gece saatleriydi. Evde kim varsa uyuduğu zaman harekete geçecektim. Vedat Keskin’in evde kalıp kalmadığını bilmiyordum ama ara sıra pencereden baktığımda siyah arabası bahçedeydi. Öktem’in sesini zihnime getirmemeye çalıştım. Çabalarımın pek yararı olmadı. Her saniye ne yapmam gerektiğini bulmaya çalışarak onu düşündüm. Abim akşam saatlerinde odaya geldiğinde elinde başka bir tepsi vardı. Bana akşam yemeği getirmişti. Sabah getirdiği tepsi öylece duruyordu. Odaya girdiğinde pencerenin önünde dışarıya bakıyordum. İçimi o an kapıyı kilitleyecek korkusu düşmüştü ama belli etmemeye çalışmıştım. Korktuğum olmamıştı. Yemek yememle ilgili cümleler kurup sabahki tepsiyi almış ve çıkıp gitmişti. Odanın kapısını kilitlememişti. Saatin kaç olduğundan bir haberdim ama sessizliğe bakarak tahmin etmekten başka çarem yoktu. Abim odaya geldiğinde odanın ışığını yakmıştı. Biraz zaman sonra kapatmıştım. Getirdiği tepsiye bakmamıştım bile. Karanlıkta durup bekledim. Gökyüzünde ay çıkmıştı. Bahçede her zaman ki yerinde o siyah araba yoktu. Arabanın olmamasını Vedat Keskin’in gitmiş olabileceğine yordum. Etrafı dikkatlice dinledim. Bahçe kapısında adamlar beklemeye devam ediyordu ama evin yakınlarında adam görmemiştim. Gece yarısı olmuş olmalıydı. Emin olmak için kapıya ilerledim. Ses çıkarmamaya çalışarak kapıyı açtığımda koridorun ışığının yandığını gördüm. Dikkat edilecek bir unsur değildi. Dün gece de açıktı. Yavaş adımlarla merdiven sahanlığına geldim. Aşağıya hem bakmaya çalıştım, hem de ses olup olmadığını duymaya odaklandım. Aşağıya inene kadar katlarda cılız bir aydınlanma vardı. Canlı değildi. Büyük ihtimalle dışarıdaki lambanın koridordaki pencerelere yansımasıydı. Ses de yoktu. Çıt çıkmıyordu. Korkutucu bir sessizlik hakimdi. Bunu herkesin uyuduğuna yormak istiyordum. Abimin ve o kadının hangi katta, hangi odada kaldığını bilmiyordum fakat bulunduğum katta olmadığı aşikardı. Bedenimi dikleştirdim. Harekete geçmeden önce cesaretimi topladım. Vedat Keskin’in Öktem’in malını istiyorsa, ona bir kağıt imzalatması gerekiyordu. Şansım varsa o kağıdı veya kağıtları bulmayı umuyordum. Bulduğumda da yok edecektim. Öktem geldiğinde de eli boş kalacaktı ve ben abim sayesinde burada olmayacaktım. Böylece planları elinde patlayacaktı. Belki de çabam sonuç kalacaktı. O adam belgeyi yanında götürüyor olabilirdi ama denemekten başka çarem yoktu. Minik adımlarla merdivenleri indim. İlk katta herhangi bir problemle karşılaşmadım. Kapalı kapılar ardında dikkate değecek ses de duymadım. Evin tıkıldığım odadan ve salondan başka bir yerini bilmiyordum. Ama eğer belge gibi bir kağıt varsa giriş katta, çalışma odası ya da ona benzer bir oda olacağını tahmin ediyordum. Mantıklı olan buydu. Böyle olmasını istiyordum. Olmazsa da üst katlara bakmak durumunda kalacak, abime yakalanma riskini alacaktım. İki gündür zorla indirildiğim girişe geldiğimde buranın da üst katlardan farkı yoktu. Salon tarafının ışığı kapalıydı ama bahçenin aydınlatması pencereden yansıması kuvvetliydi. Merdiven basamadığının önünde etrafıma bakındım. Bir tarafımda dışarıya açılan kapı vardı ve o tarafa doğru resmen çekiliyordum. Toparlandım. Salona doğru adımladım. İçeriye çok girmedim çünkü dışarıdan görülme ihtimalim vardı. Pencereler yalnızca tül ile kapalıydı. Oturma grubunun gerisinde yemek masasına baktım. Üstü boştu. Vedat Keskin’i gördüğüm alanları incelediğimde işimi yarayan bir şey yoktu. Koridora geri geldim. Kapının karşı koridorunun ucunda açık kapı vardı ve gerisinde mutfak görünüyordu. Koridordaki diğer kapalı kapıya doğru gittim. Ses çıkarmamaya odaklıydım ama her adım attığımda kalbimin gümbürtüsü dışarıya çıkma korkusunu yaşıyordum. Başta içeriden ses gelip gelmediğini dinledim. Gelmediğine kanaat getirince kapıyı yavaşça açtım. Karanlıkla yüzleştim. Galiba burada dışarıdan gelen pencere yoktu çünkü gözlerim karanlığa alışana kadar beklemek durumunda kalmıştım. Vakit kaybetmeden burasının kiler olduğunu anladım. Eski yerime, merdivenlerin başına geldim. Kapının olduğu tarafa baktığımda kaşlarım çatıldı. Koridordaki dolabın yan tarafındaki kapıyı görünce düşünmedim, adımlarımı yönlendirdim. İçeriden ses gelmiyordu. Dikkatlice kapıyı açtığımda tam olarak karanlık karşılamadı. Pencereden yayılan aydınlatma olayı burada da geçerliydi. Ama beni en çok heyecanlandıran burasının bir çeşit çalışma odasını andırmasıydı. Pencerenin önünde koltuk olsa da tablo asılı olan duvarın önünde masa vardı. Acelece masanın yanına ilerledim. Üstünde masa lambası, ajanda benzeri bir defter, kalemlik ve saat konulmuştu. Doğruysa saat iki buçuğu gösteriyordu. Ajandayı elime aldım. Sayfaların bakındım. İçi boştu. Yazı bile yoktu. Masanın çekmecesi de yoktu. Burada hiçbir şey yoktu. Tablonun yanındaki kitaplık dikkatimi çektiğinde kitap dışında aksesuar vardı. Aşağıdaki katta beyaz iki vazo, iki katında at figürü olan heykel konulmuştu. Aradığıma benzeyen kağıt dahi yoktu. Heykellere bakarken dikkatim çeken başka oldu. Siyah atın yanında telefon vardı. Heyecanlanmadan duramamıştım. Düşünmeden telefonu elime aldım. Çalışmayabilirdi ama hat vardı. O kadar heyecanlanmıştım ki aklımdaki numarayı hızlı hızlı girerken parmaklarım titriyordu. Telefonu kulağıma götürdüm. İlk çalışını duydum ama ikinci çalışını duyamadan telefon kulağımdan hızlıca çekildi. Neye uğradığımı şaşırdım. Arkamı refleksle dönerken de gördüğüm kişiyle geri çıktım. Omzum kitaplığa çarptı. Kulağıma düşme sesi geldi. Karşımdaki Vedat Keskin’di. Elindeki telefondan ses gelince gözlerini telefona kaydırdı. Gülümsedi. Hattın ucundaki sesini onun gibi bende duymuştum. Öktem, katı bir sesle “Kimsin?” demişti. Devamı gelmemişti. Çünkü Vedat Keskin telefonu yüzüne kapatmıştı. Biraz daha geriye çıktım. O an bir şeye bastım. Yere baktığımda kitaplıktaki atın parçalarını gördüm. “Arama olmaz,” dedi Vedat Keskin. Hızla ona baktım. Telefon kablosunu bağlantı yerinden söktü. Öktem geri arama yaptıysa da artık telefon çalmayacaktı. Kablosunu çıkardığı telefonu masanın üstüne atarcasına koydu. Bana baktı. “Ama merak ettim. Aklındaki neydi? Kandemir’i arayıp ne diyecektin? Yerini mi söyleyecektin? Biliyor musun ki yerini?” Eğer Öktem ile konuşabilseydim, çaresizce gelmemesini söyleyecektim. Belge bulamayacağım gerçeği bana yine bunu yaptıracaktı. Yapamamıştım. Kendime kızdım. Bu adamın odaya girdiğini, yanıma yaklaştığını bile duymamıştım ve şu an buradaydı. Bugün onu gördüğüm kıyafetlerle, karanlık bir odada dikkatle yüzüme bakıyorken cevap vermemi bekliyordu. “Hayır. Bilmiyorum.” “Ne diyecektin peki?” Masanın diğer tarafına geçtim. O da hareketlerimi izledi. “Seni ilgilendirmez!” “İlgilendirir ve merak ediyorum. Sizi konuşturmam yeterli gelmedi mi?” Cevap vermedim. Yavanca gülümsedi. Masanın yanından geçti. “Abin senin kapını kilitli tutmuyor muydu?” diye sordu. Demek bu ayrıntıdan haberi yoktu. “Madem kapın kilitli değildi. Neden kaçmaya çalışmadın? Dış kapıda kilitli değildi.” Düşünür gibi durakladı. “Ah tabi ya. Bizim adamları unuttum. Gitmene izin vermezlerdi.” Benimle alay ediyordu, farkındaydım. Bir şeyin daha farkındaydım. Ben hareket ettikçe o da hareket ediyordu. Durakladım. “Kaçma gibi bir düşüncem yoktu,” dedim. “Abim bu yüzden kapımı kilitlemedi.” Gözleri kısılırken aklıma bir fikir geldi. Sonra, “Bazı konulardan haberin yok değil mi?” diye sordum. Tebessümü genişledi. “Ne gibi?” “Abim planına taş koyacak.” Abim, yaptığı plandan Vedat Keskin’in haberinin olmadığını söylemişti. Aralarında oluşacak sorun işime yarardı. “Arkadan iş çevirmeyi sever.” Yüzündeki tebessüm gitmedi ama düşündüğü belliydi. “Nasıl bir taş koyma bu?” “Onu da sen bul.” Yine güldü. “Yani söylemeyecek misin?” “Takas planına ters düşecek bir şey yapacağını biliyorum,” dedim direkt söylemek yerine. “Başka bir şey bilmiyorum.” Her şeyi söylersem aradaki mantıksızlığı bulabilir, istediğim olmazdı. Mesela abimin onunla gitmemi istediğini söylersem, vereceği paradan vazgeçmeyeceğini sorgulayabilirdi. Ya da paranın umurunda olmadığını söylersem de neden hala onunla olduğumuzu sorgulayabilirdi. Bunları istemiyordum. İçine akıttığım şüphe yeterliydi. Yüzündeki gülümsenin gerisinde o şüpheyi bakışlarında yakalamıştım. Bir tohum yollamıştım. O da kapmıştı. “Bana niye bundan bahsettin şimdi?” diye sordu. “Söylediğimi ne yaparsın, bilmiyorum ama abime karşı duyduğum hissi sana anlatmayacağım.” Bir nevi abime karşı nefretimi belirtmiştim. Akıllı biri olduğunu düşünüyordum. Anlamaması imkansızdı. Bakışlarını kaçırmadı. Düşündüğü belliydi. Artık odadan çıkmam gerektiğini düşündüm. Önümü keser kaygısıyla hareket ettiğimde öyle bir şey harekette bulunmadı. Yanından geçtim. Bir şey demedi. Odadan yavaşça çıkıp koridora adım attığımda rahat bir nefes aldım. Hızlı adımlarla merdivene vardım ve yukarıya çıktım. Çatı katındaki odaya kendimi nasıl attığımı bilemedim. Kapıyı arkamdan kapattığımda hala kendimi sakinleştirememiştim. Yaptığımın bir getirisinin olacağını şu anlık bilmiyordum. Tek bildiğim şüphe duygusunun tehlikeli olduğuydu. Sonuca varana kadar insanı kemirirdi. Susadığımı hissettim. Dudaklarım kurumuştu. Çantamdan şişemi çıkardım ve odanın içinde ileri geri yürüdüm. Tam suyu içecekken pencerenin önünde durakladım. Dışarıya baktım. Vedat Keskin’in siyah arabası önceden de gördüğüm gibi yoktu. Tüm bu süre zarfında evde olmalıydı. Düşüncemle ürperdim. Hatta içimden bir ses evin içinde dolaştığımı bildiğini ama ortaya çıkmak için yapacağım bir hatayı beklediğini söylüyordu. *** Geri kalan gecenin saatlerinde gözlerimi kırpmadım. Ruhumdaki çaresizliğin katlanarak büyüdüğünü hissederek güneşin doğuşuna şahitlik ettim ve Öktem olmadan doğan günlerden nefret ettiğime karar verdim. Bundan sonra böyle mi olacaktı diye düşündüm. Cevabın barizliği canıma kesikler attı. Olacaktı. Abimin dediğini yaptığım an her zaman böyle hissedecektim. Hislerimi kabul ettiğim, sevgisini iliklerime kadar hissettiğim günlerin hiçbiri benimle olmayacaktı. Aklımda başka sorular da vardı. Gece saniyelik de olsa gece sesini duymuştum. Eğer Vedat Keskin’e yakalanmasaydım, ona söylemek istediğimin yanına başka bir şey daha diyebilir miydim? Abimin beni kendisiyle tehdit ettiğini ya da abimin onunla gitmem için zorlandığımı. Söylemek isterdim ama söyleyemezdim. Biliyordum. Geçmişte gerçeği söylemenin bedelini çok ağır ödemiştim. Yapamazdım. Yapmazdım. Peki ya o benim aradığımı düşünmüş müydü? Ona ulaşmaya çalıştığımı tahmin etmiş miydi? Cevabım yoktu. Belki de hiçbir zaman olmayacaktı. Yatağın üstündeki tepsiye gözlerim değdi. Abim akşam ekmek arası, bardakta meyve suyu getirmişti. Gözlerimi devirdim. Günlerdir bir şey yememiştim ama açıklığımı dahi hissetmiyordum. Abimin getirdiği hiçbir şeyi de yemezdim ama kendimi her şeyden soyutlamak mümkün olsaydı, düşünmeden yapardım. Saatin kaç olduğunu bilmesem de gün aydınlanalı oluyordu. Abim tepsiyi almaya gelmemişti. Ya da zaman algımı kaybettiğimden bana böyle geliyordu. Aklımda o kadar düşünce vardı ki bunu umursamadım. Tuvalete gitmem gerektiğini hissettiğimde ellerimi birbirine sürttüğümün farkına vardım. Kolumun acısı hala benimleydi ama diğer hissettiklerimin yanında dayanılmayacak gibi değildi. Dokunduğum zaman ise acı değişiyordu. İşimi halledip odaya geri geldiğimde bir şeyler farklı geldi. Farklılık dışarıdan gelen seslerdi. Pencere kapalıydı. Yine de dışarıdaki ne oluyorsa hareketliliğin boğuk seslerini duyabiliyordum. Adımlarımı pencerenin önüne attım. Haklıydım. Bahçede bir şeyler oluyordu. Vedat Keskin’in adamlarının hepsi görüş açımdaydı. Aşağıya bakarken abime yardım eden şoför koltuğunda oturan adam, evin verandasına doğru hızlı adımlarla gidip durmuştu. Diğer arkadaşı Vedat Keskin’in adamlarıyla beraber, bahçenin ortalarındaydı. Biri de bahçe kapısının önündeydi. Giriş kapısının diğer tarafında, tam da önünde siyah bir araba bekliyordu. Vedat Keskin’in siyah arabası olduğunu düşündüm. Gece araba sesi duymamıştım ama düşüncelerimle boğuşurken gitmiş olabilirdi. Giriş kapısı, adamın eve doğru bakmasından ardından açılmaya başladığında içimdeki ses hiçbir şeyin analiz ettiğim gibi olmadığını söylüyordu. Arabanın yüzünü tam görecek zamansa odanın kapısı ansızın açıldı ve arkama baktım. Abim aceleyle içeri girdi. Konuşmadan yüzünden bir sorun olduğunu anladım. Endişeli ve öfkeli gibiydi. “Plan değişecek,” dedi birden. Ne planı diye soramadan dışarıdan gelen sesle kalbim hızlandığı gibi başımı hemen pencereye çevirdim. “Vedat! Karım nerede?” Öktem. Buradaydı. Hemen aşağıdaydı. Bahçeye giren siyah arabasının önündeydi ve bağırıyordu. Abim kolumdan tutarak pencerenin önünden uzaklaştırdı. “Şimdi beni dinleyeceksin, Doğanay,” dedi abim o sıra. “Seni aşağıya götüreceğim. Lanet olsun, gerekirse senin o adamla gitmene izin de vereceğim ama seni almaya geleceğim.” Elini kabanımın cebine götürdü. Bakışlarımı indirdiğimde elindeki telefonumu gördüm. Cebime bırakıyordu. “Benden telefon bekleyeceksin. Aradığımda da açacaksın ve söylediğim yere geleceksin.” Öktem’in sesini duyunca başımı çevirmek istedim. Abim omzumu sarsarak engelledi. “Bana bak. Beni dinle. Buna gerek de kalmayabilir. Vedat, imzayı almadan seni teslim etmez. Bu sürede bir şey bulup senin gitmeni önleyeceğim.” Etrafına bakınıp tekrardan bana döndü. “Duydun mu beni? Anladın mı?” Öktem buradaydı. Aklımda, kalbimde aşağıdaydı. Başımı zar zor salladım. “Güzel. Aşağıya iniyoruz.” Kolumu bıraktığında kalbimdeki sıkışıkla adımlarımı atmaya başladım. Kapıdan çıkıp merdivenlere yöneldim. Bir yandan ayaklarım geri giderken bir yandan koşmak istiyordum. Öktem’in burada olmasının ağırlığı zihnimdeydi. Başka bir gün olsa ya da bunları yaşamıyor olsaydım onu göreceğim diye hafiflediğimi hissederdim. Ama bugünüm öyle değildi. Gelmemiş olmasını istiyordum. Burada olmamalıydı. Giriş katına geldiğimizde aklıma dün söylenen bir ayrıntı geldi. Durakladım. “Erken değil mi?” diye sordum abime dönerek. “Yerimi daha söylemeyeceğini demiştin.” Vedat Keskin, Öktem ile konuştuğunda abim yerimi söylemelerinin zamanı olduğunu belirtmişti. Ne dediyse tersi çıkıyordu. Abim sıkıntıyla soludu. Durumdan hoşnut olmadığı anlaşılıyordu. “Bilmiyorum, Doğanay.” Yine kolumdan tuttu. “Hadi şu işi halledelim.” Kolumdan tutarak kapıya onun beraber ilerledim. Kapıyı açmadan önce dışarıdaki sesleri net duymaya başlamıştım. Yutkundum. Abim kapıyı açtı. Yüzümde rüzgarın esintisini hissettim ama gözlerim kapının ilerisine, karşıya gitti. Verandanın aşağısında Vedat Keskin ve adamları vardı. Benim gözlerimse o insanların ilerisindeki Öktem’deydi. Simsiyahtı. Siyah takımıylaydı. Üstünde siyah dizlerine kadar gelen paltosu vardı ama asıl önemli olan simasındaki ve bakışlarındaki siyahlıktı. Abim ilerlememizi sağlarken o da beni gördü. Mavi gözleri gözlerime tutundu. Sanki her ses susmuş ve geriye yalnızca kalbimin atışları kalmıştı. Bırakmak istemedim. Hep ona bakmak istedim. Gitmesi gerektiğini anlamasını istedim. Yapmamasını istedim. Ama gözlerinde kararlılık vardı. Bir şey daha vardı. Özür diler gibi bakıyordu. Başkası yüzüne baksa anlamazdı. Ben anlardım. Gözlerinde değişen ufacık titreşimden anlardım. “Başmisafirimde geldiğine göre asıl mevzuya geçelim derim, Kandemir.” Vedat Keskin’in sesini duyunca kalp atışlarım tüm seslerin altında kaldı. Öktem’in gözleri yanımdaki abime kaydı. Abimin elinin olduğu yere bakarken çene kasları daha da gerildi. “Doğanay, canını yaktılar mı?” Yüzüme bakıyordu. Başımı olumsuzca salladım. “Şüphen olmasın. Karına iyi bakıldı,” dedi Vedat Keskin. Öktem, Vedat Keskin’e hışımla baktı. “Kapa çeneni! Senin o yüzünü tanınmaz hale sokarım!” Vedat Keskin her zaman yaptığını yaptı ve güldüğünü duydum. Etrafıma bakındım. Öktem adamların arasında tek kalmıştı. Neden tek geldi, diye düşündüm. Gelmişti ama neden tekti? Yalnız başına gelmemeliydi. O kadar adamın içinde tehlikeye açık, savunmasızdı. Öktem’e yeniden baktığımda gözüm koluna, daha doğrusu eline ilişti. Elini yumruk yapıyordu ama bu elinin titrediğini saklamak için yaptığı bir kamuflajdı. “Bir şeyi merak ediyorum, Kandemir,” dedi Vedat Keskin. “Yerimi nasıl buldun? Yanlış anlama. Ben de sana bugün ulaşacaktım ama benden birazcık erken davrandın.” Burayı Öktem mi bulmuştu? Vedat Keskin de erkenden yerimi söyleyecek olsa da Öktem yerimi bulmuştu. O an Vedat Keskin’in erkenden harekete geçmesinin nedenini gece ki konuşmamdan dolayı olup olmadığını merak etmiştim. “Bunu babana sor!” dedi Öktem. “Ah, benim ihtiyar. Tabi ya,” dedi Vedat Keskin. “Onun yarım bıraktığını tamamlamaya çalışıyorum. Adamın yaptığına bakın. İyiliği tutmuş ama keşke önceden de iyiliği tutsaymış. Geç kaldı bizimki.” Yakınındaki adamına işaret verdi. Adamı verandaya çıkıp verandanın tahtasına yaslı olan siyah evrak çantasını alırken Vedat Keskin konuşmaya devam etti. “Gerçekten, sinirlendim şimdi. İşime burnunu sokmamalıydı ama benimkine bir burun sokuluyorsa bende burnumu sokarım.” “Saçmalamayı kes!” dedi Öktem. “Ne istiyorsan hızlı ol!” “Oraya biraz sonra geleceğiz,” dedi Vedat Keskin. Adamı yanına çantayla gelmiş, açması için kaldırmıştı. “Sana bende iyilik yapacağım Kandemir. Babamdan geriye kalamam.” Vedat Keskin’in cümlelerinin nereye gittiğini anlayamıyordum. Öktem de benimle aynı fikirdeydi. “Buraya karımı almaya geldim. Boş laflarını dinlemeye değil!” “Boş mu? İddia ederim boş değil,” dedi Vedat Keskin. Arkasından, “Geçmişe dönelim mi?” diye sordu. “Babamın sebep olduğu kazana.” Ne? Vedat Keskin’in son söylediğini doğru duyup duymadığını anlayamadım ama duyduğumu Öktem de duymuştu. “Ne diyorsun lan sen?” diye bağırdı. Aniden öne doğru atıldı. Atılmasıyla Vedat Keskin’in adamları silahlarını çıkartıp Öktem’e doğrulttu. “Öktem!” dedim uyarırcasına. İlerlemeye çalıştığımda abim izin vermedi. Bedenimi geri tuttu. “Burada kalıyorsun,” dediğini duydum. Öktem, Vedat Keskin’e varmadan durakladı. Ona çevrilmiş silahlara bakmadı. Gözleri bana değdi. Korkum yüzümdeydi. Saklayamıyordum. Ödüm kopuyordu. “Bu benim suçum değil. Benlik bir durum değil. Ben sadece bildiğimi söylüyorum.” Vedat Keskin’in sesini duyunca Öktem ona baktı. “Kazanın nasıl olduğunu biliyorum, Kandemir. Ama senin işte bilmediklerin var. Mesela babam, babana oğlunun üstünden ders vermek istediğini bilmiyorsun. Araba frenleri her zaman bozulur değil mi? Kendiliğinden de olabilir, bir müdahale ile de. Bizim hikayemizde ise müdahale söz konusu. Araban bakımdayken, arabanın frenleriyle oynandı. Derdin senin yararlanmandı. Beklediği gibi olmadığını ise haberinizi alınca anladı.” Duyduklarımla ağzımı elimle kapattım. İnternet sitesinde gördüğüm haber gözümün önüne gelmişti. Tırın altında kalan araba iki kişiye mezar olmuştu. Kardeşine ve babasına. Annesi. Annesi ve o ailesini kaybetmişti. Aman Allah’ım! Öktem’in omuzları aldığı nefeslerle inip kalkarken duyduklarıyla yine saldıracağından korktum. Bu gerçek o kadar ağırdı ki… Nasıl hissettiğini bilmiyordum. Gözlerimin dolmasını da engelleyememiştim. “Şimdi de gelmiş, sana iyilik yapıyor öyle mi?” diye devam etti Vedat Keskin. “Bana göre bu iş öyle olmaz. Bir işe başladıysa o işi tamamlamalı ama o ne yaptı? Yarım bıraktı. Burada da ben devreye girdim. Benim ihtiyar geçmişte ne istiyorsa, onu tamamlayacağım. Hiçbir iş yarım kalmamalı.” Adamına doğru döndü. Çantaya uzandı. Bende Öktem’e baktım. Donup kalmış gibiydi. Tek hareketlik yumruk yaptığı elinin titremesiydi. Görüş açıma çantayı tutan adam girdi. Çanta kapanmış, üstünde kağıtlar vardı. Öktem’e götürüyordu. “İmzala, karını al ve bu işi tamamen kapatalım.” Adam Öktem’in yanına gittiğinde ona baktı. Bakışlarını kaldırdığında sanki söylenenleri duymamış gibi “Önce karım!” dedi Vedat Keskin’e. “Karımı yanımda istiyorum!” Abim, Öktem’in dediğiyle kolumdaki eli sıklaştı. “İmzalamazsan ikinizde buradan çıkamazsınız,” dedi Vedat Keskin. “Buraya karımı almaya geldim!” dedi Öktem ve Vedat Keskin’in karar vermesine yetti. “Ben yine de hatırlatayım dedim,” dedi Öktem’e. Bize doğru baktı. Abime, “ Kızı bırak!” dedi. Abim hiçbir şey demedi. Demesine de gerek yoktu. Kolumdaki elinden ne dediğini anlıyordum. Yavaşça kolumu bıraktı. “Doğanay,” dedi Öktem. Titremeyen elini bana doğru uzattı. Gözlerimin içine bakıyordu. “Yanıma gel.” Abimin bir şey yapmasından çekinerek ilerlemeye başladım. Belki de dediği gibi şu an Öktem ile gitmeme izin verecekti. Beni aradığında onunla gitmemi isteyecekti. Adımları atarken aklımdan bu düşünceler geçiyordu. Verandadan indim. Vedat Keskin’in yanından geçerek bana elini uzatan Öktem’e ilerledim. Elini tuttuğumda elimi kavradı. Beni yanına çekti. “Sıra imzada,” dedi Vedat Keskin. Herkesin gözü üstümüzdeydi. Namlularda öyle. Silahlara bakmamaya çabaladım. Yalnızca Öktem’e bakıyordum. “İmzalayacağım,” dedi adamın uzattığı kalemi alırken. “Ama sen de silahlarını indirmelerini söyleyeceksin. Kimse karıma silah doğrultamaz!” Bir an ses gelmedi. “Ona da pekala diyelim bakalım,” dedi Vedat Keskin. “İndirin silahları.” Etrafıma kaçamakça baktım. Adamları dediklerini yapmıştı. Öktem’e geri baktım. Elinde tuttuğu kalemi kağıdın üstüne getirmişti. Başımı yapma dercesine salladım. “İmzalama,” diye mırıldandım. Sesini duydu. Bana baktı. “Sorun yok,” dedi kaygımı almak istercesine. Vardı. Yalnızca kendisi bilmiyordu. “Önemli olan sensin.” Yanağıma düşen ıslaklığı hissettim. Çantayı tutan adama dönmeden önce gözleri yanağımda oyalandı. Kalemi kağıdın sonuna getirip hareket ettirirken kendime nefretim katlandı. İlk kağıdı imzalayıp adam, kağıdı kaldırıp alttakini ortaya çıkardı. Öktem, onda da aynısını yapacakken “Polis,” diyen bir ses duyuldu. Ortalıkta birden hareketlilik oluştu. Her yerden polis diyen sesler duyulmaya başladı. Öktem beni kendisine doğru çekti. Ne olduğunu anlayamamıştım. Kimse ne olduğunu anlayamamıştı. Bahçeye giren polislerin uyarıları her yerdeydi. Ellerin kaldırılmasını istiyorlardı. Sirende çalıyordu. Etrafıma baktığımda adamların ellerini kaldırdıklarını gördüm. Teslim mi oluyorlardı? Gözlerim Vedat Keskin’e gitti. Sinirliydi ama o da ellerini kaldırmıştı. Polise silah çekemeyeceğini biliyordu. Ama eksik vardı. “Korkma,” dedi Öktem bana. Abim. Abim yerinde yoktu. Nerede? Nereye gitmişti? Vakit geçmedi sesiyle ortaya çıktı. “Kandemir!” Abimin bağırışıyla etrafıma baktım. Öktem beni arkasına doğru çekti. Abimi o an gördüm. Bahçedeki masanın yanına yakındı ve silahını çekmiş, bulunduğum tarafa çevirmişti. Hayır, bulunduğum tarafa değildi. Öktem’e çevirmişti. Ben Öktem’in arkasındaydım ve saniye geçmedi ki her şey yerle bir oldu. Kulaklarım o sesi duyarken bedenim irkildi. Ağaç dalları titreşti. Kuşlar uçuştu, göz bebeklerim titreşti. Öktem’in bedeni geriye gelir gibi olurken yeniden o ses duyuldu. Sonra yine duyuldu. Bağırış çağırışlar her yerdeydi. Öktem’in bedeni yalpalamaya başlarken zihnim durdu. Onu tutmaya çalıştım ama gücüm yetmedi. Onunla beraber yere düştüm. Bacaklarım yeri sıyırırken Öktem kollarıma yığıldı. Dudaklarım çığlık atarcasına açılırken o an o şeyi gördüm. Kırmızılığı o an gördüm. Sevdiğim adam kollarımdaydı. Sesim kulaklarımı yırtarken ellerime kan bulaşmıştı. ***
Oy ve yorumlarınızı bekliyorum. Fazla yorum olursa sevinirim.
İnstagram: cigdemin_hikayeleri
Twitter: okuyan94
Tiktok: __okuyan94__
Whatsap kanalımız var, bana yazarsanız link atabilirim.
NASİPSE YENİ BÖLÜMDE GÖRÜŞMEK ÜZERE.
|
0% |