Yeni Üyelik
2.
Bölüm

ALTMIŞ ÜÇ

@__okuyan94__

 

 

WATTPADDE YAYINLANAN BÖLÜMLERİN DEVAMI

 

Herkese merhaba.

 

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum.

 

Bu zamanda desteğe çok ihtiyacım var.

 

62. Bölümün sonunda Doğanay, Bade'nin lavobada telefon konuşmasına şahitlik etmişti.

 

A L T M I Ş

 

Ü Ç

 

Bekledim.

O kadının Vedat Keskin ile konuşmasının bitmesini, yerimden hareket etmeden bekledim. Beklerken beynimdeki kanın zihnime sıçradığını hissettim. Öfkemi içimde tuttum ama cümlelerini, sesini duymaya devam ederken bu beni o kadar zorladı ki… Her geçen saniye de sakin durmam zorlaştı.

Yine de hareket etmedim, bekledim. Konuşmasını bitirip benim orada bizzat görmesi için bekledim.

“Sana inanmıyorum,” dedi o saniyelerde Bade. Sesini kısık tutmaya çalışıyordu. “Ben dediğini yaparak Nehir ablanın numarasını sana verdim ama sen beni kandırdın. Dediğin hiçbir şey olmadı.”

İşte oradaydı. Günlerdir aklımdaki sorunun cevabı cümlesindeydi.

Nehir Hanım’ın telefon numarasına kayıtlar böyle gitmişti. O kayıtlar Nehir Hanım’ın telefonunda gördüğüm andan beri Öktem ve benim bilmediği sorunun cevabı buydu.

Cevap Bade’ydi.

“Şu an olmaz,” dedi Bade. “Seninle konuşmak istemiyorum.”

Konuşmak istemiyordu. Çünkü nerede olduğunun farkındaydı. Çünkü Öktem’in restoranında, Öktem’in düşmanıyla konuşuyordu ama Vedat Keskin konuşmayı sonlandırma düşüncesinde değildi ki sesini duymaya devam ediyordu.

“Sana ihtiyacım yok. Sana bir kere inandım. Bu kadar yetti.”

Aralarındaki anlaşmanın detaylarını Bade tarafından tahmin edebiliyordum. Nehir Hanım’a gönderilen kayıtların nasıl gittiği artık belliydi. Kayıtlara bir şekilde Vedat Keskin ulaşmış, Bade aracılığıyla da Nehir Hanım’a yollanmıştı.

Ne içindi?

Bir basit cevap daha.

İçinde bulunduğum kayıtlar ortaya çıkınca ortalıkta kaos oluşacak, çıkan gerçeklerle Öktem ile aramız açılacaktı. Kayıtlardan haberi olduğunda zihninden geçen düşüncelerin neler olduğu oldukça açıktı. O da herkes gibi düşünmüştü. Evliliğimize inanmamıştı. Sonra da umutlanmıştı. Bu planı yaparken boşanacağımızı bile düşünmüştü. Bana kalırsa asıl amacı da zaten buydu. Ama tahmin edemediği olmuştu.

“Kendi bildiğimi okuyacağım,” dedi Bade ben düşünürken. “Sana inanmıyorum artık.”

Zihnimde cümlesi yankılandı.

Kendi bildiğini okumak…

“Kendi bildiğimi okuyacağım.”

Bu hala umudunun olduğunun göstergesiydi. Pes etmiyordu. Benimde sinirlerim yükseliyordu.

Neyse ki son cümlesinden sonra sesi gelmemeye başladı. Telefonu kapattığını düşündüm. Öyle de olmuştu. Kabinin açıldığını duyarken bedenimi dikleştirdim. Aynaya arkam dönüktü ama surat ifadem dışarıdan bakıldığından olumlu hiçbir şeyi çağrıştırmadığını biliyordum.

Topuklu sesi kabinlerinin kısa koridorundan geldi. Lavaboların olduğu yere geldiğindeyse telefonunu çantasına koyuyordu. O haldeyken, beni görmedi. Bende kendimi belli edecek hiçbir şey yapmadım. Kendisinin beni görmesini istiyordum ama gözlerim üstündeydi.

Telefonunu çantasına koyup bakışlarını kaldırdığındaysa beni görmüş oldu. Ansızın durakladı. İfadesine şaşkınlık bulaştı. Orada olmamı beklemiyordu. Birkaç dakika önce ne yaptığını hatırlamışçasına şaşkınlığının yerine endişe alır gibi oldu. Halimi süzdü. Konuştuklarını duyup duymadığımı anlamaya çalıştı.

“Sen…” dedi. Devam edemedi çünkü nasıl devam edeceğini bilmiyordu.

“Daha kısık sesle konuşmalıydın,” dedim direkt uzatmadan.

İçeriye şu ana kadar kimse girmemişti. İkimizden başkasının olmaması benim yararımaydı. Girmesini de istemiyordum. Herhangi birinin içeriye girmesini fırsat olarak kullanmamalıydı. Buna izin vermeyecektim.

“Ne demek istiyorsun?” diye sordu anlamamış gibi yaparak. Ama yüzünden hatasını anladığı anlaşılıyordu. Endişesini de o anlık maskelemişti ve geç kalmıştı. Maskelemeden önce gördüklerimle ilgileniyordum.

“Gerçekten mi?” diye sordum bende. “Beni kandırmaya mı çalışacaksın?”

“Öyle bir şey yaptığımı da nereden çıkardın?” Çantasını omzuna astı. “Kimseyi kandırmıyorum.”

Lavabolara yürümeye başladı. Ne yaptığı belliydi. Hiçbir şey yapmamış gibi davranacaktı. Buna izin vereceğimi sanıyorsa, hayatının en büyük hatasını yapıyordu. Hayatım boyunca sakinliğimi korumaya çalışan biri olsam da bugün burada öyle bir şey olmayacaktı. Sessiz kalmayacaktım.

İleriye çıkıp yana adımlayarak önüne geçtim. Yavaşça gülümsedim. “Hata yaptın.”

Hareketimle afalladı. “Ne yapıyorsun?”

Söylemini görmezden geldim. “Hem kocamın restoranına gelerek hata yaptın,” dedim gözlerimi kırpmadan gözünün içine bakarken. “Hem de kocamın işyerinde Vedat Keskin ile konuşarak hata yaptın. Kimsenin duymayacağını düşünerek kabine girdin ama öyle olmadı. Duydum.”

“Bahsettiğin ne, anlamıyorum,” dedi hemen.

Anlaşılan hala bilmiyormuş gibi, biraz önce telefon görüşmesi yapmamış gibi davranacaktı. Yapabilirdi. Sorun değildi.

“Öyle mi? Ama ben ne yaptığını anlıyorum.” Dik dik yüzüne bakıyordum. “Kamera kayıtlarının istediğin gibi bir işe yaramamasına oldukça sinirlenmişsindir. Sana bir şey söyleyeyim mi? Bu hamleyi yapman sana yaramadı ama bize yaradı. İyi ki de yollanmasına yardım etmişsin. Her şeyin açığa çıkmasını sağladın. Benim de rahatlamamı sağladın. Kimsenin öğrenmesinden çekinmeyeceğim artık.”

İlk abimle gerçekler ortaya çıkmak istemişti. Yaptığım savunma abimin dediklerinin üstünü örtmüştü. Eğer Bade’nin bu planı olmasaydı, hala sakladıklarımın ağırlığı benimle olacaktı.

Kendi planı kendisine yaramamıştı ama gerçekler ilk öğrenildiği zaman zorluk çıksa da sonuç bizim için olumlu olmuştu. Gerçekler açığa çıkmadan önce öğrenilmesinden korkuyordum. Tetikteydim. Huzursuzdum. Çünkü öğrenildiği zaman getirisinin ne olacağını bilmiyordum. Açığa çıktıktan sonra da bu hisler benimleydi. Bu sefer korkunun yanında belirsizlik de vardı. Ama en sonunda her şey düzlüğe çıktığında tüm hissettiğim olumsuzluklar ruhumdan sökülmüştü. Artık saklayacağım hiçbir şeyim yoktu. Öğrenilmesinden korkulacak bir durumum yoktu.

Rahattım. Huzurluydum.

Bir şeyleri saklamanın getirdiği tetikte olma hissi benimle değildi.

Ve bu da istemeden de olsa Bade’nin sayesindeydi.

Söylediklerim Bade’nin yüz ifadesinin bir kez daha değiştirdi. Yaptığının nasıl bir durumu doğurduğunun farkına varıyordu. Planladığının olmadığını bizzat yaşıyordu. Bunu benden duyması ise başkaydı. Yaptığının şu an bir çeşit hata olduğunu anlıyordu.

Bana cevap vermedi. Zaten karşılık vermesini de beklemiyordum. İnkar cümlelerini dinleyecek halim yoktu. “Şimdi,” dedim sessizce bir o kadar da bozulmuş bir halde karşımda dururken. “Vedat Keskin ile başka nasıl bir iletişimin varsa Öktem’e atlatacaksın. Sana bu şansı vereceğim.”

Verecektim.

Öktem ile aynı yerde solumalarını istemiyordum fakat yaptığının itiraf etmesi için buna katlanabilirdim. Bana da anlatmasını isteyebilirdim. Anlatıp Öktem’e her şeyi söyleyebilirdim ama Bade’nin ne kadar ayrıntıyı bana anlatacağını bilemiyordum. Benden kaçırdıkları olabilirdi. Öktem’den ise kaçıramazdı. Kaçırsa dahi Öktem anlardı. Böyle bir yeteneği vardı. Başka sebep ise Öktem’in bilmek istedikleri ayrıntılar için Bade ile görüşmek isteme ihtimaliydi. Önceden araya adamlarından birini koymuş olsa da bu sefer durum farklıydı. Benimde buna izin vermeyeceğim aşikardı.

Gözlerimin önünde konuşacak, anlatacaktı. Önceden yaptığı gibi baş başa konuşma gibi bir durum da olmayacaktı. Bu kez buna kendim izin vermeyecektim.

Dediklerimden hoşlanmadı. Zar zor bakışlarını kaçırırken huzursuzca soludu. “Tamam. Pekala, anlatacağım,” dedi birden.

Şaşırmadım.

Akıllı biriyse inkar etmesinin bir yararı olmayacağını şu an itibariyle bilmesi gerekiyordu. Yine de inkar edebilir, kaçabilirdi. Bunu tercih etmemişti ama tercih etmemesi temkinli yaklaşmayacağım anlamına gelmiyordu.

“Doğru karar,” dedim kenara çekilirken. “Elini yıkamak istiyorsan şimdi yıka. Bir dakikan var.”

Tepki vermedi. Ağır adımlarla lavaboya doğru ilerledi. Dediğim gibi elini yıkadı ama yıkarken aynadan bana bakış atmayı ihmal etmedi. Onu izlediğimden dik bakışlarımla karşılaşmıştı. Durumdan hiç hoşnut değildi. Yaptığını eline yüzüne bulaştırmıştı. Kimsenin öğrenmesini beklemiyordu.

Elini yıkadı. Kuruladı. Kullandığı peçeteyi çöp kutusuna attı. “Bak,” dedi bana doğru döndüğünde. Anlaşılan sessiz kaldığı dakikada düşündükleri vardı. “Yaptığım yanlıştı. Vedat’a uymamalıydım ama uydum bir kere.”

Cümlesini yaptım ama sebeplerim vardı gibi söylemişti. O sebeplerin ne olduğunu açıkça belliydi.

“Hiçbir zaman karşılığı olmayan duyguların için evliliğimi bozmak, bitirmek istedin.” O an açıkça kurduğum cümlemle kendisinden haberimin olduğunu anladı. “Yaptığını yanlış olarak nitelendirerek mağduru oynamana gerek yok. Yaptıklarını bilerek yaptın.”

Tabi ki de bilerek yapmıştı. Pişman da değildi. Olmasını da zaten beklemiyordum. Söylediklerimle yaptığının sonucundan pişman olabilirdi ama yaparken pişman değildi. Yalnızca sonuç kendisine sürpriz olmuştu.

“Evliliğinizin gerçek olmadığını biliyordum. Görüntülerde…”

Sözünü hızla kestim. “Hiçbir şey bildiğin yok!”

Demek ki kaydı o da izlemişti ve izlemiş olması, kayıttaki halimi görmüş olması canımı sıkmıştı. Diğerlerine anlattıklarımı ben anlatmazdım. Kendisi arkadaşı Ebru’dan duyardı. Belki de çoktan duymuştu. “Bilmediklerini sana anlatacakta değilim.” Geriye doğru çıktım. Kapıyı işaret ederken, “Ama sen Vedat Keskin ile ne haltlar karıştırıyorsan anlatacaksın,” dedim.

Anlatacaktı. Hem de her şeyi anlatacaktı. Anlatmadan geldiği gibi rahatça çıkmasına izin vermeyecektim. Onunla işim bitince de tamamen Öktem’in hayatından çıkacaktı. Buraya gelme cesaretini nasıl bulduysa o cesareti ondan alacaktım.

Hareket etmeden önce gözlerini hoşnutsuz bir yüz ifadeyle devirdi. Ardından da çıkış kapısına ilerledi. Yanımdan geçerken bana bakmadı. Yakalanmasından, ona davranış şeklimden, konuşma stilime kadar nefret ettiğini yoğun bir şekilde hissettim.

Koridora çıktığında arkasından çıktım. Yönünü geldiği yöne çevirdi. Hareket etmeden konuştum. “O taraftan değil.”

Öktem’in nerede olduğundan haberim yoktu. En son toplantı yaparken görmüştüm. Toplantısı bitmiş miydi yoksa devam mı ediyordu, muammaydı.

Bade, sorgularcasına bana baktı. “Neden?”

“Çünkü ben öyle istiyorum.”

Çünkü sana güvenmiyorum.

Ayrıca kaçıp gitme riskini almak istemiyordum.

Öktem restoran alanında değilse, beni atlatıp gitme ihtimali vardı. Öyle bir hamle yaptığında ne yapacağımı bilemezdim. İnsanların içinde olay çıkmasını da istemiyordum.

Söylediğim kendisini hareket ettirmedi. “Yukarıya çıkacaksın,” demek zorunda kaldım. “Çalışma odasına.”

“Anladım. Kaçmamdan çekiniyorsun.”

“Peki, kaçıp gitmen yaptığını yok eder mi?” diye karşılık verdim. “Etmez.” Soğuk bir o kadarda kelimelerimi üstüne bastırarak konuşuyordum. Tüm bu konuşma boyunca ses tonum böyleydi. Yüzüne yaptığını vurmamdan da gerçekten hoşlanmıyordu. Hisleri umurumda değildi. Umurumda olan söylediklerimi yapacak konuma gelmesiydi.

Bade, hareket etmedi. “Bu arada,” dedi. “Sen beni zorladın diye dediklerini yapmıyorum. Öktem’e olanları anlatmak için seninle geliyorum.”

“Eminim öyledir,” dedim umursamazca.

Bakışlarını kaçırdı. Yönünü değiştirdi. Bir kez daha yanımdan geçti.

Koridorda bu kadınla yürümek kendimi hiç iyi hissettirmiyordu. Ayakkabısının çıkardığı ses zihnime çekiçle vuruyordu. Yukarıya çıkarken Vedat Keskin’e söyledikleri zihnimde dönüp durması ise başka bir dertti.

Vedat Keskin’e ismiyle hitap etmişti. Bu da gösteriyordu ki, o adamla oldukça samimiydi. Ne kadar samimi olursa olsun, artık vaatlerine inanmadığını da söylemişti.

“Kendi bildiğimi okuyacağım.”

Böyle de demişti.

Başka planı mı var, diye düşündüm. Ne yapabilirdi ki? Elindeki kozu kullanmıştı. Onu da o adam sayesinde elde etmişti. Hiçbir şey yapamazdı. Şükür ki konuştuklarını da duymuştum.

Yukarıdaki koridora geldiğimizde Bade’ye karşı nefretim iki katına çıkmıştı. Öktem’in odasına girmesini bile istemiyordum. Aşağıya inerken telefonumu da yanıma almamıştım. Almış olsaydım, direkt Öktem’i arar, nerede olduğunu öğrenirdim.

Kapıya yaklaştığımızda Bade’nin önüne geçtim. Odadan çıkarken kapattığım kapıyı açacakken koridorda tanıdık sesini duydum.

“Doğanay?”

Koridorun diğer ucunda Öktem’i görünce rahatladım ama benimle beraber Bade de Öktem’in sesini duydu. Onunda bakışları o tarafa kayınca rahatlamam da kısa sürdü. Anlaşılan toplantı bitmişti. Bize doğru geliyordu.

“Bende yukarıda olmanı umuyordum,” dedim yanımıza yaklaşırken. “Tam zamanında geldin.”

O da odadan dışarıya olmamamı ummuyordu. Aynı zamanda da Bade’yi yanımda görmesine şaşırmıştı. Yanıma gelmeden yüzüme bakarken neler olduğunu çözmeye çalışıyordu.

Aklının karışması doğaldı. Hak veriyordum. Kendisinden hiç haz etmediğim Bade yanımdaydı. Bade’nin restoranda görmeyi belki bir nebze anlayabilirdi ama yanımda Bade ile beraber odasının önünde dikildiğimi anlayamazdı.

“Güzelim,” dedi yanıma geldiğinde. “Neler oluyor?”

Bade’yi gözlerimle işaret ettim. “Sana anlatacakları var,” dedim buz gibi bir sesle.

Bu kez Bade’ye baktı. “Senin ne işin var burada?” diye sordu. Sesi anında değişime uğramıştı. Bana kullandığı sıcaklık yerine düz bir tondaydı. Bu o an o kadar hoşuma gitmişti ki… Tarifi yoktu. “Seninle böyle anlaşmamıştık.”

Gelmemesi gerektiğinden bahsediyordu. İletişime geçmek istediğinde araya koyduğu adamıyla iletişime geçmesi gerektiğinden bahsediyordu. Neden restoranında olduğunu sorguluyordu. Bade’yi restorana girdiğinde benimde aklımdan aklından geçenler geçmişti.

Eğer duyduklarımı duymamış olsaydım, neden burada olduğunu sorgulamaya devam edeceğimde gerçekti. Ama artık bu önemsizdi.

“Biliyorum,” dedi Bade. Yüzü Öktem’in tavrına karşı daha da kötü hissettiyse belli olmuyordu. “Ama…”

Öktem sözünü kesti. “Kuralı çiğnedin. Sorun varsa Adem ile iletişime geçecektin,” dedi yeniden hatırlatma yaparak. Kendisini işyerinde görmek istemediğini birde böyle dillendirerek belirtmişti. Normalde Bade’nin geliş sebebinin genel nedenini ben de bilmiyordum. Öktem için geldiği bariz belliydi ama neyi bahane ederek söyleyecekleri muammaydı. Fakat bu da önemsizdi. Önemli olan benim duyduklarım ve onun bu konu hakkında anlatacaklarıydı.

Ve benim bildiklerimi, Öktem’in bilmemesi Bade’yi yollatmasına neden olabilirdi.

“Sana anlatacakları var,” dedim bir kez daha. Öktem bakışlarını bana çevirdi. Gözlerinde soru işareti vardı. Bade hakkında tavrımı çok net şekilde biliyordu ve şu an gelmiş Bade’nin yerine ben konuşuyordum. Tepkimi anlamaması doğaldı. Büyük ihtimalle de yardım istediğinde sineye çektiysem söyleyeceklerinin o konu hakkında olduğunu sanıyordu. “İçeriye geçelim de anlatsın.”

Kapının önünde duruyorduk ve Bade’nin doğru düzgün olanları anlatması gerekiyordu. Durmaya devam edersek oluşan negatif enerji koridorda sıkışıp kalacaktı. Kapıyı açtım. Bade’ye “Geç,” dedim. Ortamın gerginliğinden hemen kurtulmak istercesine Bade dediğimi yaptı. Odaya ilk giren oldu.

Öktem’in bakışlarını üstümde hissederken yakınlığını da fark ettim. İçeriye girerek koltuğa oturan Bade’den gözlerimi çektim.

Ona baktığımda, “Bu da ne şimdi?” diye sordu kısık bir sesle.

Anladığım gibiydi. Hareketlerimi adlandıramıyordu. Öktem’in ifadesine başka soru işaretleri yerleşmişti. Merakı bendim.

Ben de sesimi kısık tuttum. “Birazdan anlayacaksın.” Ardından karşılık vermesine izin vermeyerek odaya girdim ve Bade’ye baktım. Dakikalar önce oturduğum koltuğa oturmamış, karşısındaki koltuktaydı.

Düşüncelerimde Öktem’in odasında olmasından hoşlanmamıştım. Bizzat odasında olmasından hiç ama hiç hoşlanmamıştım. Buraya ait değildi. Öktem’in olduğu hiçbir yere ait değildi.

Acaba daha önce kaç kere bu odaya gelmişti?

Gözlerimi Bade’den çekmeden önceden oturduğum koltuğa doğru ilerledim ama onun gibi oturmadım. Yanında durdum. Bade’nin bakışları cam tarafındaydı. Belki de bir kuş olup camdan dışarıya çıkmayı düşüyordu.

Kapının kapandığının sesini duydum. Öktem de masasının olduğu tarafa gitmeyi tercih etmemişti. Yanıma gelmiş, ayaktaydı.

“Zamanım kısıtlı. Ne anlatacaksan başla. ”

Bade, Öktem’in sesini duyunca bakışlarını camdan çekerek beyaz ojeli tırnaklarına baktı. İçimden bir ses nedense sessiz kalacağını diyordu. Buna izin vereceğimi sanıyorsa yanılıyordu.

Araya girdim. “Arkandan çevirdiği işi anlatacak.”

Öktem, “Ne demek bu?” diye sordu.

Bade söylediğimle bakışlarını kaldırıp bana baktı. Ardından yanımda dikilen Öktem’e çevirdi.

Kısıldığı kapan daralıyordu. Yüzünden anlaşılıyordu. Bade’den hala ses çıkmıyordu. Yalnızca öyle ağzı bantlanmış gibi duruyordu. Bakışları bendeydi. Planlarını bozduğum için benden ekstra nefret ediyor olmalıydı. Hisleri benim için önemsizdi. Ben de onun hakkında iyi duygular hissetmiyordum.

“Arkasından nasıl iş çevirdiğini anlatmak için buradasın,” dedim lavaboda duyduklarını hatırlatarak. Halbuki hatırlamasına ihtiyacı yoktu. Çok iyi biliyordu.

“Ne yaptın?” diye sordu Öktem Bade’ye. Sesindeki katılığın arttığını hissetmiş olmalıydı. Ben hissetmiştim.

Bade cevap vermedi. Bakışlarını kaçırdı.

“Madem cevap vermiyorsun,” dedim gözlerim üstündeyken. “Benden dinle. Buraya gelerek sana ne anlatacağını bilmiyorum ama onun tuvalette telefon konuşmasına şahit oldum.” Öktem’e gözlerimi çevirdim. Kaşları çatılmış, Bade’ye bakıyordu. Ona baktığımı hissetmişçesine gözlerini bulunduğum tarafa çevirdi. “Vedat Keskin ile konuşuyordu,” dedim devam ederek. “Oldukça da samimi bir görüşmeydi. Ayrıca annene kamera kayıtlarını yollamasında da yardımcı olmuş.”

Artık odanın ortasına bıraktığım bilgiyle koridordaki olumsuz elektriğin şimşekleri odanın içindeydi. Küçük bir detay olabilirdi ama o akşam için yaptığı küçük bir detay değildi.

Odanın içinde kısa bir sessizlik yaşanırken Öktem, Bade’ye baktı. Onunla beraber bakışlarımı Bade’ye çevirdim ve vakit geçmedi ki sesiyle de sessizlik parçalandı.

“Sen benimle dalga mı geçiyorsun?” diye sordu Bade’ye. Bakışlarındaki sertlik, sesine bulanmış, kaya gibi yapmıştı. Bağırmıyordu ama bağırsa şu an ki sesinden daha iyi olurdu.

Bade, irkilir gibi oldu.

“Öktem,” dedi Bade titreyen sesiyle. “Ben…”

“Bana yardım et, dedin! Benden Vedat konusunda yardım istedin!” diyerek Bade’nin sözünü jilet gibi kesti Öktem. Ben de duyduğumu bir anlığına anlayamadım. Bade, Vedat Keskin hakkında yardım mı istemişti? Bu da ne demekti öyle? Samimi olduklarını konuşmasından anlamıştım. Ama bu? Ne zamandan beri tanışıkları olabilirdi ki? Öktem, “Sana takıntılı olduğunu söyleyerek kapıma kadar geldin!” diye devam edince şaşkınlığım katlandı.

Böyle bir bilgiyi beklemiyordum. Beklemediğim gibi Öktem de söylememişti.

Vedat Keskin.

Bade’nin eski sevgilisi miydi?

Öyleydi. Duyduğuma göre kesinlikle öyleydi.

Öktem bana anlattığında o adamın kim olduğunu bilmiyordum. Bana isim verse de tam tanımazdım çünkü o zamanlar bilgilerim kısıtlıydı. Hatta yoktu. Ama şimdi öğrendiğim bu ayrıntı afallamama neden olmuştu. Diğer ayrıntıları hatırlamaya çalıştım. Almanya’da tanıştıklarını söylemişti. İlişkileri kısa sürmüştü. Bade, İstanbul’a geri döndüğünde eski sevgilisi de arkasından gelmiş, adresini bulmuştu. Peşini bırakmayarak, takıntılı olduğunu dillendirmişti. Ayrıca polise gittiğini, bir sonuç çıkmadığını söylemişti ve Bade bildiğim bu ayrıntıları bahane ederek Öktem’den yardım istemişti.

Görünen o ki başka bilmediğim ayrıntılarda mevcuttu.

Ve aşağıdaki telefon konuşmasında hiç de takıntılı eski sevgilisiyle konuşuyor gibi değildi.

“Bana ne söylemiştin?” dedi Öktem, Bade’ye. “Vedat’ın senin peşini bırakmama sebebinin ben olduğumu söylemiştin!”

O an ikinci şaşkınlığımı yaşadım.

“Öktem…” dedi Bade yeniden. Durakladı. Gözlerini durmadan kırpıyor, yüzü şekilden şekle giriyordu. Ben ise duyduklarımı anlamaya, sindirmeye çalışıyordum. Zihnimdeki yerine oturmayan koltuklar vardı.

“Yardım istemen yalandı,” dedi Öktem anlatılanları birleştirerek. “İkinizin bir planıydı. Ne istedi senden? Haberciliğini mi yapmanı istedi?”

“Kahretsin. Öyle bir şey yapmadım ben,” dedi birden Bade.

“Ne anlattın ona?” diye diretti Öktem.

“Hiçbir şey anlatmadım,” dedi Bade kendini savunarak. “Ne biliyorum ki ben? Hiçbir şey bilmiyorum.”

Konuşmalarını takip etmekte zorlanıyordum. Bade söylediklerinde inandırıcı duruyordu ama ben kendisine inanmıyordum. Vedat Keskin ile nasıl bir anlaşma yaptılarsa tek taraflı olamazdı. Ona yardım etmiş olmalıydı. Bir şekilde anlaşmış olmalılardı.

“Anlat!” dedi Öktem.

“Tamam,” dedi Bade diretmeden. “Tamam. Her şeyi anlatacağım.”

Bade, sıkıntıyla solurken bakışlarını kaçırdı. Dakikalar önce restoranda ilk gördüğüm zaman ki halinden eser kalmamıştı. O anladım. Benimle gelirken aklında bir çeşit planı vardı. Belli ki sıyrılmaya çalışacaktı ama hiçbir şey düşündüğü gibi olmuyordu.

Öktem’e ise bana bilmediğim ayrıntıları söylemediği için içerlemiştim. En azından başta anlamasa da Vedat Keskin ile ilgili bilgi verirken bugün öğrendiklerimi de söylemesi gerekirdi. Ya da söylemesini isterdim.

Tam gözlerimi Bade’nin perişan halinden çekip Öktem’e çevirecektim ki Bade’nin sesini duydum. “Vedat ile ilişkim yok,” dedi. “Hiç olmadı.” Eğdiği başını kaldırdığında dolmaya yaklaşan gözlerini fark etmiştim. “Evet, Almanya da bir ilişkim oldu. Kısa da sürdü ama o kişi Vedat değildi. Geri dönme sebebim de takıntılı eski sevgili olayı değildi. Gerçek sebep değildi.” Sustu. Gözlerini Öktem’den çekmeden ona bakmaya devam etti. O an anladığımla midem bulandı. Zihnim çınladı. Kaşlarımın çatıldığını hissettim.

Takıntılı bir sevgili geri gelmesinin sebebi değildi.

Geri gelmesinin gerçek sebebi gözlerinden okunuyordu.

Geri gelmesinin sebebi yakınımda dikilen adamdı.

Bade’nin duygularını bir kez istemeden dinlemiştim. Bir daha imalarına ya da bakışlarındaki anlamlara dahi maruz kalmak istemiyordum. Ama odadan çıkacak da değildim.

Burnumu sertçe çektim. Sesimi çıkarmadım.

Ama Öktem, “Gereksiz ayrıntıları kendine sakla,” dedi. “Vedat ile işbirliğine geç!”

“Sırayla anlatmaya çalışıyorum,” dedi Bade karşılığında. “Ancak kendimi böyle doğru anlatabilirim.”

Halbuki kendini anlatarak nereye varmaya çalıştığı ortadaydı. Yaptığını kendi açısından nedenlerini sıralayarak kendisini bir şekilde acındıracaktı. Çünkü insan duygularının esiri olduğunda mantık ortadan kalkardı ve o da kendisini kime savunursa savunsun bunu öne sunacaktı.

Vakit kaybetmedi. Cümlesinin arkasından “Söz veriyorum,” dedi hızlıca. “Anlattıklarımda sana yalan söylemeyeceğim. Sadece beni dinle. Yaptığımın yanlış olduğunu biliyorum. Bunun için gerçekten üzgünüm.”

İnanmıyordum. Üzgünlüğü olsa olsa istediklerinin olmamasından kaynaklanırdı. Ayrıca inanmamamın sebepleri vardı. Kendi ağzından çıkan kanıtım vardı.

Kendi bildiğimi okuyacağım.

Bu cümlesi kanıtımdı.

Cevap verilmesini beklemedi. Öktem de ben de konuşmasını engellemedik.

“Vedat beni aradı,” dedi Bade. “Numaramı nereden bulduğu hakkında en ufak fikrim yok ama beni aradı. Benimle konuşmak istediğini söyledi. Başta birinin beni işlettiğini düşündüm. Kendisini tanımıyordum çünkü. Ama sonra konunun sen olduğunu söyledi. Belki de gitmemeliydim ama hislerime mani olamadım. Kabul ettim. Konuşmaya gittim.”

Bade anlatırken hareket etmek istedim. Onun yerine kollarımı göğsümde birleştirdim. Olanları anlatmasını istemiştim. Rahatsız olacağımı da düşünmüştüm ama bu kadar daralacağımı hesaba katmamıştım.

Bakışlarını kaçırarak ellerine baktı. “Nereden öğrendi bilmiyorum ama sana karşı hislerimden haberi vardı. Bana bununla yaklaştı.” Soluklandım. Kendimi rahatlamaya çalıştım. Bade bakışlarını kaldırdı. Tekrardan dakikalardır baktığı adama sabitledi. “Telefonda elinde seninle ilgili bir takım görüntülerin olduğundan bahsetmişti. Ne olduğunu söylememişti ama yalnızca hoşuma gideceği hakkında ufak bir bilgi vermişti.”

Öktem’in küfür ettiğini duydum. Sesini kısık tutmuştu ama yan tarafımda olduğundan kulaklarım sesini işitmişti.

Bade’nin bahsettiği görüntüler bu restoranın bodrum katındaki kamera kayıtlarıydı. İzlediğini öğrenmiş olsam da cümlelerindeki kelimeler canımı sıkıyordu.

Bade’nin hoşuna gideceği görüntüler…

Eminim ki izlediğinde hoşuna da gitmişti.

Sonra da evliliğimizin herkese anlatıldığı gibi başlamadığını görünce kalbinin acısına merhem sürülmüş olmalıydı. Kulak misafiri olduğum aşk itirafında ne kadar umutsuzsa, Vedat Keskin’in gösterdiği sahnelerle umutları yeşermişti.

Bade, Öktem’in sesini duysa da konuşmaya devam etti. Ben yine hareket etmek istedim. “O kayıtları o gün görmedim. Bana izletmedi. İzletmem için şartını yerine getirmemi istedi. Şartı sana anlattığım hikayeydi. Sana Vedat ile ilişkim olduğunu ama ayrıldıktan sonra senin yüzünden peşimde olduğunu söyleyecektim. Hikayesinde senin yüzünden bana yaklaşmıştı, senin yüzünden de peşimi bırakmadığı vardı. Sözde başımdaki dertle bana yardım edeceğini söyledi. Öyle de oldu. Bana yardım etmeyi kabul ettin.”

Etmişti.

Ama Bade belirtmese de istediği gibi bir yardım alamamıştı. Onun istediği Öktem’e yakın olmaktı. Öktem ise araya sınırlar koymuştu.

Düşünür gibi durakladı. “Sanırım, beni mağdur göstererek senin vicdan yapmanı istiyordu.”

Bade son sözlerini söyleyince sustu.

Söylediklerini zihnimde bir tur atarak dolandı. Son söylediğinde kaldı. Haklı olabilirdi. Vedat Keskin’in aklının nasıl çalıştığını bilmiyordum. Tahmin edecek kadar da tanımıyordum. Ne gibi oyunlar oynayacağı hakkında yeteri kadar bilgim yoktu. Bildiklerim sınırlıydı.

Vicdan yapmanı istiyordu.

Gözdağı vermek için Öktem restoranını kurşunlatmıştı. Abimi Öktem’in çalışanı yapmıştı. Abime yardım ediyordu. Restorandaki kayıtlara ulaşmış, aynı zamanda Bade’yi kendi tarafına çekerek Öktem’in üstüne salmıştı.

Vicdan yapmanı istiyordu.

Öktem’in geçmişini biliyor olabilir miydi? Soru saçma gelmişti. Geçmişte babasının Öktem’in babasıyla uğraşması olmuştu. Biliyor olmalıydı.

Öktem’in sesini duyunca düşüncelerim dağıldı. “Başka?” diye sordu.

“Başka benden bir şey istemedi,” dedi Bade.

Yalandı. “Vedat Keskin’e Nehir Hanım’ın telefon numarasını sen verdin,” dedim araya girerek. “Bu senin eserin.”

Konuşmamla gözlerini bana çevirip, tekrardan Öktem’e baktı. “Doğru. Özür dilerim,” dedi pişmanlık barındıran sesiyle. “Birde annenin numarasını istedi. Ona uyma hatasını yaptım.”

Pişmanlığı hala bana inandırıcı gelmiyordu. Geleceğini de sanmıyordum. Hem nasıl inanabilirdim? Vedat Keskin’i telefonda çıkışırken dedikleri ortadaydı.

“Uyma hatasını yaptın. Şimdi de kendi bildiğini okuyacaksın,” dedim birden. Öktem’e karşı pişmanmış gibi yapıp aslında olduğu kişiyi saklamasına dayanamıyordum. Bade sesimle yüzüme baktı. “Kendi bildiğimi okuyacağım,” dedim gözlerinin içine bakarak. “Telefonda o adama böyle dedin. Ne yapacaksın? Söyle de bizde öğrenelim.”

Sesim buz gibi çıkmıştı. Öfke kırıntısı yoktu ama insanı donduracak kadar soğukluktaydı.

Hiçbir şey yapamazdı. Bir kez daha kendimi telkin ettim. Artık yapamazdı. Konuşmasının onun tarafındaki her kelimesi zihnimdeydi.

Sarf ettiklerimden hoşlanmadı ya da konuşmasındaki ayrıntıları belirtmeyeceğimi falan düşünmüştü. Yoksa bu kadar afallamazdı.

“Hiçbir şey…” dedi Bade huzursuzca. “Hiçbir şey. Vedat telefonu kapatsın diye başımdan savmaya çalışıyordum. Başka bir amacım yoktu.”

“Amacın vardı ama şimdi yok,” diye söylediğini düzelttim. “Çünkü artık yaptıklarını öğrendik. Biliyoruz.”

Dediklerimi es geçerek Öktem’e baktı. “Gerçekten,” dedi. “Hatamın farkına vardım Öktem ben. ”

İnanmıyordum. Öktem’in de inanmadığını düşünüyordum.

“Ebru ne kadarını biliyor?”

Öktem hiç aklıma gelmeyen bir ayrıtının sorusunu sormuştu. Bade de buna hazırlıksız yakalandı. Bende.

“Ona da yalan söyledim,” dedi direkt sorusuna Bade. “Almanya’daki ilişkimden biraz haberi vardı ama kim olduğunu bilmiyordu. Vedat’ın planı ortaya çıkınca o kişinin Vedat olduğunu söyledim. Onun da hiçbir şeyden haberi yok. Peşimde takıntılı birinin olduğunu biliyor.”

Umarım haberi yoktur, diye düşündüm. Haberi olup bu oyuna alet olduysa öğrenildiğinde Öktem’in Ebru’ya karşı davranışının nasıl olacağını kestiremiyordum. İyi olmayacağı kesindi.

“Öktem,” dedi Bade koltuktan ayağa kalkarken. Adım atmadı. Oturduğu koltuğun önünde durdu. “Yapmamam gereken şeyler yaptım. Güvenini boşa çıkardım. Bunun da bilincindeyim.” Direkt Öktem’in yüzüne bakıyordu. Bakışlarında bulunduğu durum dolayısıyla çaresizlik akıyordu. Ama yaptığı kocama yalvarmaktı. Kendisine inanması için çırpınmaktı. “Ben sadece…” Cümlelerini toparlayamadı. Bakışlarını kaçırdı. Başını hafifçe öne doğru eğerek alnını sıvazladı. “Ben sandım ki…” dedi toparlanmaya çalışırken. Durdu. Cümlesinin devamı gelmedi.

Ama benim kaşlarım çatıldı. Ne sandığını biliyordum.

“Hiçbir şey sanamazsın!” dedi Öktem sertçe. “Bu kadar yeter! Kendini tebrik et. İyi rol kesiyorsun.”

“Öktem…”

“Yeter!” dedi elini kaldırarak Öktem. “Seni dinledim. Şimdi sen beni iyi dinle. Ne Ebru’nun arkadaşı olman beni ilgilendiriyor ne de içimize ne kadar girdiğin. Şu andan itibaren tanıdığım hiç kimsenin yanına yaklaşmayacaksın!”

“Öktem, lütfen.”

“Duydun beni!”

“Ebru benim arkadaşım.”

Bade, planındaki isteğiyle kendisinin vurulacağını tahmin etmiyordu. Ben de tahmin etmiyordum ama kendi istediğim bu yöndeydi. Bu kadının hayatımızdan çıkıp gitmesini istiyordum. Öktem ise ailesinin hepsini katarak Bade’yi dışarıya atmak istiyordu.

“Benden izini kaybettirmemi istiyordun,” dedi keskin bir dille Öktem. “İstediğin oluyor. Ailemden uzak duracaksın! Bugünden itibaren herkesle iletişimi keseceksin! Ve ben etrafımda adını bile duymayacağım.”

Bade’nin yüzü berbat haldeydi. Son bir çırpınışla, “Özür dilerim,” dedi yeniden.

“Kabul edilmedi.” Öktem’in elini kaldırdığını kapıyı işaret ettiğini gördüm. “Şimdi çık dışarı!”

Bade, Öktem’in gösterdiği tepkiye bir şey diyemedi. Dudaklarını birbirine bastırarak bakışlarını kaçırdı. Anlamıştı. Ne derse desin Öktem’i ikna edemeyecekti. O da dediğini yaptı. Yönünü koltuğa çevirerek çantasını koyduğu yerden aldı. Kapıya doğru döndüğünde vazgeçerek, tekrardan Öktem’e baktı ve “Vedat’ı ne yapayım?” diye sordu.

“Her şeyi öğrendiğimi söyle. Hoşuna gider,” dedi Öktem de. Bade hiçbir şey demedi. Ama yıkılmıştı. Arkasını döndü, kapıya doğru ilerledi. “Çıkarken kapıyı da arkandan kapat!” dedi Öktem kapıya bakarak.

Bade durmadı. Geriye bakmadı. Giderken Öktem’in dediğini de yaptı. Kapıyı kapattı. Kapının kapanma sesi kısa bir süre odanın içinde asılı kaldı. Böylece hem odadan hem de hayatımızdan çıkmış oldu.

Konuşmadan önce suskun kaldım. Duyduklarımı sindirmeye çalışırken zihnimde birkaç soru vardı. Toparlamaya çalışıyordum. Bugün restoranda geldiğimde bunların olacağını düşünmediğim gibi Bade’yi burada göreceğimi düşünmemiştim. Bade’yi hayatımızda istemiyordum. Bu bir gerçekti. Onunla ilgili hiçbir şeyi duymak istemiyordum. Bu da diğer bir gerçekti.

İsteğim olmuş gibi de gözüküyordu.

Bade’nin Öktem’in dediğini yapacağını, onu tekrardan karşısına almak istemezdi. Zorlansa da bu riski göze alamazdı. Benim de her anlamda bugün rahatlamam gerekiyordu.

Rahatlamış mıydım peki?

Sorunun cevabı muammaydı. Bilmiyordum. Belki de olanlar tazeyken kendime tam anlamıyla gelememiştim.

“Sen dediklerini araştırmamış mıydın?” diye sordum Öktem’e.

“Araştırmıştım,” dedi. Bade’ye karşı gösterdiği tavır üstünden sıyrılmıştı. “Beni iyi kandırdı.”

Kandırılmıştı ve ben kandırıldığına inanamıyordum. Bu kadar ileri gideceğini o da tahmin etmemişti. İfadesinden anlayabiliyordum. Bade’nin Vedat Keskin ile Öktem’in arasındaki çekişmeden haberinin olup olmadığını merak ettim.

“Bunları neden yaptığını biliyorsun,” dedim. İkimizin de bildiğini açıkça söylemeyecektim. “Sence başka bir şey yapmaya cesaret edebilir mi?”

Edemez diye düşünüyordum ama insanın düşündükleri her zaman olmazdı.

Tedirginliğim yüzümden anlaşılıyor olmalı ki, Öktem ellerime uzandı. Elime dokuna kadar kaskatı kaldığımın farkına varmamıştım. “Artık hayatımızda olmayacağının garantisini sana verebilirim.”

Söylediğine inanıyordu.

Ben de ona inanıyordum.

“Bana niye söylemedin peki?” diye sordum.

Sorumu anlamadı. “Neyi?”

“Bade’nin bahsettiği adamın Vedat Keskin olduğunu bana söylemedin.”

“Söylememin bir yararı olacağını düşünmedim,” dedi cevap olarak. “Sana konusunu ilk bahsettiğimde o herifi de tanımıyordun.”

“Anlatsaydım tanırdım.” Sesim savunmaya geçer gibi çıktı. Hafifçe boğazımı temizledim. “Abimle olan işbirliğini dahi bana sonra söyledin.” Zorunda kaldığı zaman ağzından bilgi alıyordum ve bu can sıkıcı oluyordu. Ben de onun gibi olabiliyordum ama ben onun kadar bilgi sahibi değildim. “Söylemek durumunda kaldığın için söyledin. Abimle görüşmeye gittiğin akşam o adam karşıma çıkmasaydı belki de söylemeyecektin.”

“Belki de söylemezdim,” dedi o da söylediğime karşı çıkmadan. “Çünkü seni her şeyden uzak tutmak istediğimi biliyorsun.”

Biliyordum.

Ama o da uzak tutamayacağını biliyordu.

Her şeyin ortasında dikilen birini uzak tutamazdı.

“Sen söylemesen de eninde sonunda öğreniyorum. Bugün de olduğu gibi.”

“Bugün öğrendiklerin gerçek olmayan önemsiz bir bilgi,” dedi. Söylemediği bilgiyi kendince tanımlıyordu ama aynı fikirde değildik.

Ellerimi ellerinden çekerek tepki verdim. “Ne kayıtların kimin aracılığıyla gittiği önemsiz ne de sana yaklaşmak için oynadığı o oyun önemsiz. Bunların hiçbiri önemsiz değil.”

Kadının biri kocamın kendisini koruması amacıyla yanına yaklaşıyordu. Planlar yapıyordu. Üstüne üstlük sırf kendi çıkarı için ailesiyle arasını bozma işine giriyordu. Bunu da düşman tanımına girmiş bir adamla beraber yapıyordu.

Bunların neresi önemsizdi?

Benim için bugün olanlar önemsiz değildi. Olamazdı. Onun içinde olamazdı.

“Doğru,” dedi gözleri gözlerimdeyken. Ellerime tekrardan uzandı. “Bunlardan bazıları önemsiz değil.”

“Hayır,” dedim reddederek. “Bazıları falan değil. Hepsi önemli. Hiçbiri önemsiz değil.” Ne için önemsiz kelimesini kullandığının farkındaydım. Sözde Bade’nin Vedat ile ilişkisi için kullanmıştı ama o da önemliydi. Nasıl önemli olmazdı? Vedat denilen adam kendisiyle uğraşıyordu. Bade örneğinden de görüldüğü gibi ne yapacağı belli olmuyordu. Ruhum huzursuzlukla birleşmişken önemsiz görmesi hiç hoş değildi. “En önemlilerinden biride Vedat denilen adamın sana karşı böyle oyunlar oynaması. Düşünce yapısından hiç olmadım.”

Bade’yi bulması, öne sürme şekli, planladığı oyundaki ilişki sebebi zihnimi bulandırıyordu.

Belki de Bade haklıydı. O kadına hak vermek, doğruluğunu görmek istemiyordum ama olabilirdi.

Adamın amacı oyundan da olsa Bade’nin çırpınmasıyla Öktem’in vicdanına oynamak olabilirdi. Bade, Öktem’in hayatında belli bir yere sahip değildi. Yine de tanıdığıydı. Ebru’nun yakın arkadaşıydı. Başına bir iş gelmesini istemezdi. Zaten o yüzden de ona yardım etmeyi kabul etmişti.

Bade’nin duyguları yıllardır karşılıksızdı ama Vedat Keskin için bu önemli olmamıştı. Bir şekilde bir yerden vurmak istemişti. Bu yüzden planın içinde Bade olsa da planını önemsiz göremiyordum.

Ne yapacağı belli olmayan biriydi.

Öğrendiğim, gördüğüm hamlelerinden anlaşılıyordu.

Birde abim konusu vardı. Bu adamın yanındaydı.

“Tedirgin oldun,” dedi Öktem. Dokunuşu elimden bileğime geçti. “Görebiliyorum.”

Hislerimi ifademe yansıtmamakta bazen beceriksiz olabiliyordum. Olmuştum, elimde değildi.

Söylediğini görmezden geldim. “Karşılık verecek misin?”

Merak ettiğim diğer konuda buydu.

“Hayır,” dedi neyden bahsettiğimi anlayarak. “Öğrendiğimi öğrenmesiyle karşılığını alacak. Benim başka bir şey yapmama gerek kalmadı.”

Bade’ye dediğini hatırladım.

Her şeyi öğrendiğimi söyle. Hoşuna gider.”

Yine de emin olamadım. Bazı şeyler ortaya çıksa da her şey daha da karmaşık olmaya devam ediyor gibiydi.

“Sorun yok,“ dedi beni kendisine yavaşça çekerken. “Zihnini bu tür detaylarla doldurma.” Demesi kolaydı. Beni rahatlamak istiyordu ama zordu. Düşüncelerimle göğsüne sindim. Ruhuma anında ferahlık yayıldı. Kollarını etrafıma sararken kendimi güvende hissettim. Zihnimde ise kaos hakimdi.

Biraz kollarında durmamama izin verdim.

“Kayıtlar nasıl o adamın eline geçmiş olabilir?” diye mırıldandım geri çekilirken. Cevabını bilmediğim her soruyu netleştirmek istiyordum. İçimden bir ses Öktem bu sorumun cevabına çoktan ulaştığını söylüyordu. Yüzüne baktım. Ondan ayrılmadım ama o ifadede bildiğini anladım. “Öğrenmişsin.”

Annesinin kayıtları izlediğindeki görüntüsü hala zihnimdeydi ve her kamera kaydının konusu açıldığında canlanıyordu. Nehir Hanım’ın yüzündeki oğluna karşı hayal kırıklığı, Öktem’e atılan tokat hepsi aklımdaydı. Her hatırladığımda kalbim acıyor, sızlıyordu. O günün mutlu günümün olması gerekiyordu. Olmamıştı. Her şey çamura batmıştı. Kirlenmişti.

“İçeride açığım varmış.”

“Burada mı?”

“Abinden sonra bir daha bu hataya düşmem diye düşünüyordum. Bana da sürpriz oldu.”

Sesindeki sakinlik hissettiğim her şeye zıttı. Bade’nin yanındaki haline de zıttı. Önceden tanıdığım adama da zıttı.

“Niye bu kadar sakinsin?” diye sordum. Garip bulmuştum.

“Aslında oldukça kızgınım.”

“Öyle görünmüyorsun.”

“Sebebim var.” Dudaklarına hafifçe gülümse yayıldı. “Beni sen sakinleştiriyorsun.”

İfademi düz tutarken ellerim belimdeki ellerine gitti. “Söylemediklerin yüzünden ben de kızgınım. Sakinleşmedim de. Bu konu hakkında ne yapacaksın?”

“Kendimi nasıl affettireceğimi biliyorum,” dedi kendine güvenen bir sesle.

“Oldukça eminsin,” dedim geri durmayarak. “Ama şimdiden söyleyeyim. Bu o kadar kolay olmayacak. Bana oldukça şey söylemedin.”

Karşılık vermesi gecikmedi. “Ne kadar zor olursa olsun gönlünü alacağım.” Gözlerimin içine doğru gülümsedi. “Ve gönlünü aldığımda Çakır, bana hiç kızmamış gibi olacaksın.”

Ben de bundan eminimdim. Keskinlikle olurdum.

***

Öktem, Sedat abi ile konuşmuştu.

Tüm öğrenilenleri ona anlatmıştı ama Öktem’in anlatmasının asıl amacı başkaydı. Bade’nin Ebru hakkında doğru söyleyip söylemediğini anlamak istiyordu. Bunu da Sedat abi aracılığıyla yapacaktı. Ebru’yu restorana çağırmıştı.

Gelecekti.

Geleceğini söylemişti.

Telefonumun ekranına gözlerim ilişti. Sedat abinin kardeşini arayalı bir saat gibi bir süre olmuştu. Ebru’nun evi restorana yakındı. İstese daha erken saatte burada olabilirdi. Ya işi çıkmıştı ya da hala gelmemesinin başka bir nedeni vardı. Nedeni Bade dışında herhangi bir şey olmasını tercih ediyordum. Diğer yandan Ebru’nun ne diyeceğini merak ediyordum. Yalan söyleyip söylemeyeceğini merak ediyordum. Bade, Ebru’nun bilgisi olmadığını söylemişti ama ikisi yakın arkadaşlardı. Bade bilmediğini söyleyerek arkadaşını korumak istemiş olabilirdi. Ya da gerçekten de hiçbir şeyden haberi yoktu.

Öğrenmemiz için gelmesi lazımdı.

Ne zaman gelecekti?

“Neye bakıyorsun?”

Öktem’in sesini duyunca gözlerimi sabitlediğim telefon ekranından çektim. Camın önünde dikiliyordu. Elleri kumaş pantolonun cebinde, gözleri bendeydi. Odasında sadece ikimiz vardık. Sedat abi olanları dinleyip, Ebru’yu aradıktan sonra yanımızdan ayrılmıştı. Olanlardan, o da hiç hoşlanmamıştı. Bade onunda tanıdığıydı. Kardeşinin yakın arkadaşıydı. Belki de kendisiyle daha samimi ve daha iyi tanıyordu.

“Saate bakıyordum,” dedim. Yalan değildi. Saati bakmak için telefonu elime almıştım.

“Düşüncelere dalmıştın.”

“Biraz da düşünüyor olabilirim,” dedim itiraf ederek.

Masanın yanına doğru adımladı. Tüm dikkati üstümdeydi. Her zaman öyleydi. “Karımın zihninden neler geçtiğini bilmek isterim.”

İsterdi. Ben de onun zihninden neler geçtiğini merak ediyordum ama bana kalırsa yüzüme baktığında aklımdan neler geçtiğini tahmin edebiliyordu. Yine de düşüncemi dışarıya verdim. “Ebru’nun ne diyeceğini merak ediyorum. Ya Ebru’nun haberi varsa ve size yalan söylerse? Nasıl anlayacaksınız?”

Merak ettiğim bir soruydu bu.

“Birimizden biri anlar.” Birinden biri, ya kendisi ya da Sedat abiydi.

“Hepinizin küçüklüğü beraber geçti değil mi?”

“Geçti,” dedi başını ağırca sallayarak. “Üçümüz beraber büyüdük. Bu yüzden yalan söylerse anlarız.” Geçmiş yıllardaki hallerini merak etmeden duramadım. “Gözümüzün içine baka baka yalan söylerse de büyük bir hata yapmış olur.”

Bence de büyük bir hata olurdu. Bu noktada Ebru’nun doğru kararı vermesine bağlıydı. Haberi varsa arkadaşı Bade’yi tutmaması gerekiyordu.

Cevap veremeden kapı tıklatıldı. Öktem’in bakışları kapıya giderken ben de kapıya baktım. Ardından “Gel,” diyen Öktem’in sesini işittim.

Kapıyı açan Sedat abi oldu. Yalnız değildi. Yanında Ebru da vardı. Sarı saçlarını toplamış, atkuyruğu yapmıştı. Üstündeki siyah rengindeki kaban dizlerine kadar geliyordu. İçine aynı renkte boğazlı kazak giymişti. Altında da mavi kot pantolon vardı. Yüzünde hafif bir makyajla sade görünüyordu.

Sedat abiden önce içeriye Ebru girdi. “Ne oldu?” diye sordu hemen. “Kesin bir şey oldu.” Gözlerini bana değdirip Öktem’e çevirdi. “Yoksa hepiniz burada bir arada toplanmazsınız.”

Halini analiz etmeye çalışırken, Sedat abi kapıyı kapattı.

“Otur, ne olduğunu anlayacaksın,” dedi Öktem.

Ebru, arkasındaki abisine baktı. Sedat abi de Öktem gibi oturması için koltuğu işaret etti. Ebru’nun kafası karışmıştı ama denileni yaparak bir saat önce Bade’nin oturduğu koltuğa oturdu. Oturmadan üstündeki kabanını çıkarmış, koltuğun baş kısmına doğru koymuştu.

“Evet, neler oluyor?” diye sordu sırayla Öktem ve Sedat abiye bakarak. “Anlatacak mısınız?”

Kim konuşacak diye beklerken Sedat abi başlangıç yaptı.

“Bade’nin takıntılı sevgilisinin kim olduğundan haberin var mıydı senin?” diye sordu. Ebru abisinin konuşmasıyla baktı. Sedat abi de Öktem gibi ayaktaydı. Kardeşine daha yakındı.

“Bade mi? Konu o mu? Ona bir şey mi oldu?” Sesindeki endişeyi hissettim.

“Konu o ve iyi,” dedi Öktem. Dikildiği yerdeydi. Bugün olanlardan ve Öktem’in tavrından sonra hiç de iyi değildi. “Tanıyor musun?”

Ebru, duyduğuyla rahatlar gibi oldu. “Tanımıyorum. O kadar kim olduğunu sordum, beni hep cevapsız bıraktı. Ama sana kim olduğunu söylemiştir.” Öktem’i kast ediyordu. Bakışları abisine kaydı. “Sizden yardım isteyeceğini söylemişti bana.”

Sizden. Sözde kurgusunda yalnızca Öktem’den yardım istemeye gelmişti.

“Neden sana söylemedi?” diye sordu Sedat abi.

“Bilmiyorum,” dedi Ebru. “Baya ısrar ettim. Söylemedi.” Doğruyu mu söylüyordu? Yoksa Bade bu odadan çıkar çıkmaz Ebru’ya olan biteni anlatmıştı ve rol mü yapıyordu? Eğer öyleyse başarılıydı. Çünkü inandırıcıydı. “Anlamıyorum. Neler oluyor?” dedi yeniden Ebru. “Açıkça anlatır mısınız?”

“Bize biraz eski ilişkisinden bahsetsene,” dedi Sedat abi.

Abisinden açıklama duymak yerine duyduğu cümleyle ifadesindeki anlam karışıklığını büyüttü.

“Dediğim gibi pek bilgim yok,” dedi Ebru düşünmeden. “Adamla zaten Almanya’da kısacık ilişkisi olmuştu. Bana anlatmaya değer bile görmemişti. Sonra da geri dönmeye karar verdi.”

O an, “Neden geri döndü,” demek istedim çünkü arkadaşlarının düğünün konuşmalarına kulak misafiri olduğumda Bade, Ebru’ya “Orada da kalamazdım,” demişti. Çok net hatırlıyordum. O günün tüm konuşmasını kelimesi kelimesine hatırlıyordum.

“Neden geri döndü?” Kendi sesimi duydum. Konuşmayı düşünmemiştim ama düşüncem dışarıya çıkmıştı.

Ebru bana baktı.

“Ne oluyor?” diye sordu tekrardan cevap vermek yerine. Abisine bakışlarını döndürdü. “Sorguda mıyım?”

Karşılığını Öktem verdi. “Öylesin. Sorgudasın.”

Ebru’nun kaşları duyduğuyla çatıldı çatılacaktı. “Bu da ne demek?” diye çıkıştı Öktem’e.

“Bize bildiklerini anlatman lazım kardeşim,” dedi Sedat abi araya girerek uysal bir sesle. “Ne biliyorsan hepsini anlatmanı istiyoruz.”

“Bade, size anlatmadı mı abi? Niye benden de duymak istiyorsunuz?”

Gözlerimi devirmemek için kendimle savaştım ama sabit tuttum. Bakışlarımı çevirmeden Ebru’yu izlemeye devam ettim. Olanları anlamaya çalışıyordu. Ya da yalandan anlamaya çalışıyordu. Bilemiyordum.

“Kaçırdığımız ayrıntıları yakalamaya çalışıyoruz,” dedi Sedat abi. “Bade en yakın arkadaşın, Ebru. Olanı birde senden dinlemek istedik. Bade’nin iyi olmasını isteyeceğini düşünüyorum.”

Sedat abinin tavrından, duruşundan herhangi bir problem olduğu sezilmiyordu. Öktem için aynı şeyden bahsedemezdim. Duruşundan, ifadesinden akanlar vardı.

“Bu da laf mı? Tabi iyi olmasını istiyorum,” dedi Ebru. Ardından bana baktı. “Neden geri döndüğüne gelecek olursam da sebebini bence duymak istemezsin.” Ne demek istediğini anladım. Bade’nin bir saat önce söylediğini ima ediyordu. Sebebi belliydi. Öktem için geri dönmüştü. Ve haklıydı. Duymak istemiyordum. Ne düşünerek geldiğini bilmiyordum Öktem için yurtdışında kalamam demişti. Tepki vermedim. O da devam etmeyerek üstünü kapattı. “Diğer olaya gelirsem de bana söylemedi. Geldiğinde kısa bilgi verdi yalnızca. Haliyle kim olduğunu öğrenmek istedim. Ağzını bıçak açmadı. Normalde öyle biri değildir. Çoğu şeyini bilirim ama olayın psikolojisine verdim. Biraz üstüne gittikten sonra bırakmaya karar verdim.” Gözleri Öktem’i buldu. “Kimmiş bu adam?” diye sordu. “Söylediğinizi ona söylemem. Bildiğimi belli de etmem. Kimmiş?”

Ebru’nun sözünü kimse kesmemişti. Konuşması bitince de oda da kısa bir sessizlik yaşandı. Anlattıklarına, kiminle işbirliği yaptığını bilmediğine inanmışlar mıydı, sorusu aklımda belirdi. Bana tavrı inandırıcı geliyordu. Haberi yok gibiydi.

“Sana neden kim olduğunu söylemediğinin üstüne düşmeliydin,” dedi Öktem. İlk konuşan o olmuştu. Ebru’nun dikkati Öktem’e kaydı. Cevap verecek gibi oldu, Öktem izin vermeden konuştu. “Arslan Keskin’in oğlu,” dedi gözlerinin içine bakarak. “Vedat. Senden sakladığı güya takıntılı sevgilisi.”

Öktem’in sesi odanın içine inen balyoz gibi etki yaparken, en çok etkiyi Ebru almıştı. Afalladı. Sanki duyduğunu kavrayamadı. Beklemiyor gibiydi. Gerçek bir tepkiydi. Gerçek değilse de bir insan bu kadar iyi rol yapabilir miydi ki? “Şaka mı yapıyorsun?” diye kendini az buçuk toparlandığında. “O herif nasıl Bade’nin takıntılısı olur?”

Halinden Vedat Keskin’i tanıdığını, hatta gördüğünü anlamıştım. Babasından haberi vardı. Oğlunu da tanıyor olması olağan bir durum değildi.

“Söylediğim bir kelimeyi kaçırdın,” dedi Öktem düz bir sesle.

“Anlamadım?” Anlamamıştı da. O halde abisine baktı. “Doğru mu bu? Arslan’ın oğlu muymuş?”

“Sahiden haberin yoktu değil mi?” diye sordu Sedat abi.

“Aklınızı mı kaçırdınız siz?” dedi Ebru afallamış bir sesle. “Bilsem o ilişkinin başlamasına izin verir miydim?” O an hareketlerine biraz daha dikkatli baktım. Bakışları Öktem’e çevrildi. “Sana Arslan hakkında uyarılar yaptım, biliyorsun beni. Bade’nin o adamın oğluyla ilişkisi olduğunu söylemez miydim sanıyorsun?”

Buna ben de şahit olmuştum. Ebru, çiftlik evindeyken Öktem’i bu konuda uyarmıştı. Duymuştum. Ebru, Arslan Keskin hakkında söylediğinde haklıydı ve aslında oğlu babasından daha tehlikeliydi.

Öktem’in Ebru’ya cevap vermeden önce söylediklerini tarttığını anladım. Düşünüyordu. Rol yapıp yapmadığını anlamaya çalışıyordu. Tartması kısa sürdü. Zaten Ebru odaya girdiğinden beri dikkati üstündeydi. Ufacık bir fire verdiğinde yakalayacaktı. Şu ana kadar Ebru böyle bir şey yapmamıştı.

Öktem konuştuğundaysa “O çok sevdiğin arkadaşın bize güzel bir oyun oynamak istemiş,” dedi.

İnanmıştı.

Olanı diret söylediğine göre Ebru’ya inanmıştı.

“Ne?” dedi Ebru. Bir başka şok yaşıyordu.

“Arkadaşının Vedat ile ilişkisi yok,” dedi Öktem. “Anlattığı gibi başında büyük bir bela da yok. Şimdi anlamışsındır.”

Ebru duyduklarını sindirmeye çalıştı. Ne kadar başarılı oldu, muammaydı. “Bana şunu doğru dürüst anlatır mısın?” diye sordu. “Ne demek oyun oynamak istemiş?”

Anlam veremiyor gibiydi. Ama duyduklarının gerçeklik payı olduğuna da inanıyor gibiydi. Hali tam anlamıyla arada bir yerde kalmaktı.

Öktem ben dediğimi dedim dercesine Sedat abiye baktı ve “Sen anlat,” diyerek onun anlatmasını istedi.

Sedat abi de Öktem’in dediğini kabul etti. Olanları kız kardeşine anlatmaya başladığında Öktem koltuğuna oturdu. İlk işi bana baktı. Baktığı an hızlıca bana göz kırptı. Ebru’nun durumunda olmasam da ufak bir şaşkınlık yaşadım. Tepki versem mi ne yapsam bilemedim. Odadaki bulunanlar hareketini gördü mü, onu da anlayamadım. Ama dikkatleri bizim üstümüzde değildi. Ebru, abisinin anlattıklarını dinliyordu ve ben de ruhumla beraber gülümsemek istedim. Ama ne yapıyorsun, der gibi baktım. İsteğimi ise içimde bırakmadım. Gülümsedim. Sonra da hızlıca bakışlarımı kaçırıp diğerlerine baktım.

Ebru’nun hali aynıydı.

Abisi anlatırken arada soru soruyordu. En çok da dinliyordu. Yüzü de afallamaktan ve kızgınlık arasında gidip geliyordu.

Büyük ihtimalle gerçekten de haberi yoktu.

Bade, buradan gittikten sonra arkadaşını da aramamıştı.

Ama içimden bir ses Ebru restorandan çıktığı an Bade’yi arayacağını söylüyordu. Ve konuşmaları hiç de hoş olmayacaktı.

***

"Ne bir dakika geç ne bir dakika erken,” dedi Öktem. “Burada, her zaman ki yerde olacağım.”

“Biliyorum,” dedim tebessüm ederek. “Ben de seni son derse girerken ya arayacağım ya da mesaj atacağım.”

Kampüsümün biraz gerisinde duran ama çalışan arabanın içindeydik. Sabah saatleriydi ve Öktem beni okula getirmişti. Bu her zaman yaptığı bir şeydi ama ilk başlarda beni okula bırakması tuhaf geliyordu. Artık öyle değildi. Nasıl bu onun rutini olmuşsa benim de rutinim bu olmuştu. Otobüslerde sürünen biri olarak bu duruma oldukça da alışmıştım. Ama hala şaşırdığım bir durum söz konusuydu. O da beni almaya hiç geç kalmıyordu. Son derse girdiğimde kendisine ya mesaj atıyor ya da arıyordum. Öktem de söylediği gibi tam zamanında geliyordu.

“Bu kez mesaj atma güzelim,” dedi Öktem. “Ara beni.”

“Şimdi böyle söyleyince hep mesaj atıyormuşum gibi oldu.” Cevap vermeden önce duraklayınca gözlerim düşünür gibi kısıldı. “Gerçekten öyle mi yapıyorum?” diye sordum arkasından.

O konuşmadan cevabımı almıştım ve şaşırmıştım. Hiç farkında değildim.

“Çoğunlukla."

"Ah."

"Bir saniye de olsa sesini duysam fena olmazdı.”

Günlerimi hatırlamaya çalıştım ama Öktem bu konudan şikayetçiyse kendime hatırlatmama gerek yoktu. Büyük ihtimalle öyleydi. Aslında mesaj atmak daha kolay geliyordu çünkü bazen sınıfa hoca girdiği zamanlarda Öktem’i haberdar etmek aklıma geliyordu. Haliyle o anlarda mesaj atmak daha cazipti. Ama bunu sıklıkla yaptığımı bilmiyordum.

Elimdeki telefon titredi. Gözüm telefonumun ekranına gitti.

Mesaj gelmişti. Betül’dendi. Büyük ihtimalle okula gelmişti. Geldiğini bildiriyordu ama mesajı açmadım. Sonraya bıraktım.

“O zaman bundan sonra şöyle yapıyorum,” dedim bakışlarımı Öktem’e çevirirken. “Çoğunlukla seni arıyorum. Sonuçta seni sesimden mahrum edemem.”

Söylediğim hoşuna gitti. Yüzünden anladım. Etkileyici bir o kadar da emin bir bakışla bana bakarken, “Buna düzeltme yapmam lazım,” dedi. “Tek sesinden değil. Beni senden mahrum edemezsin.”

Gülmeden edemedim. Bu da benim hoşuma gitmişti.

Telefonum tekrardan titreyince derse gitmem gerektiğini hatırladım.

Emniyet kemerimi çözdüm. “Derse geç kalacağım.” Geç kalmaktan nefret ederdim. “Gitmem gerekiyor.”

“Pekala,” dedi Öktem ben çantamı koyduğum yerden alırken. “Ama gitmeden almam gerekeni biliyorsun.”

Biliyordum.

Arabadan çıkmadan yönümü ona doğru döndürdüm ve hızlıca yanağına buse bırakıp geri çekildim. “Sen söylemesen de aklımdaydı.”

“Ne demişler? Söylemekten zarar gelmez."

Gülümsemem büyürken kapıyı açtım. “Seni arayacağım,” dedim dışarı çıkarken. Kapıyı kapatmadan içeriye doğru baktım. “Aradığım an açsan iyi olur.”

“Anında açacağımı göreceksin.”

“Sen öyle diyorsan.” Eminim anında açardı. Şüphem yoktu. “Görüşürüz.”

Tam kapıyı kapatacakken beni durdurdu. “Bekle,” dedi. Gözlerimi kırpıştırırken ona baktım. “Ne oldu?”

Yakışıklılığı neredeyse başımı döndürecekti. Bu sabah spora kaçan gri bir tişört, üstüne siyah deri ceketini giymişti. Pantolon olarak da siyah kot pantolon tercih etmişti. Rahat bir tarzdaydı ama her zaman ki çok iyi görünüyordu.

“Seni seviyorum.”

Duyduğumla ruhuma ferahlık yayıldı. “Ben de seni seviyorum.” Hem gözleriyle hem de dudaklarıyla gülümsedi. O an elimdeki telefon yeniden hatırlayıcım olarak titredi. “Ama artık gitmem gerekiyor.”

Aslında aklımdan arabaya binip onunla gitmek geçiyordu.

“Biliyorum. Dersine geç kalmak istemiyorsun.” Beni nasıl da iyi tanıyordu. “Hadi git.”

“Aramamı bekle,” dedim son kez.

“Şu andan itibaren beklemeye başladım.”

Başlardı. O Öktem’di.

Başka bir şey demeden arabanın kapısını kapatarak kaldırıma çıktım. Kampüse girmeden birkaç kez arkama baktım. Her adımımda uzaklaşsam da beni izlediğinden emindim. En sonunda kampüs kapısından içeriye girdiğimde telefonuma bakmak aklıma geldi.

Arka arkaya gelen mesajların hiçbirine bakmamıştım.

Tahmin ettiğim gibi mesajların hepsi Betül’dendi ama her zaman olduğu gibi okula geldiğinin yerine bu kez gelmeyeceğini ve merak etmemem gerektiğini yazmıştı. Fakülte bahçesinde ilerlerken kısa bir mesaj yazdım. Merak etmemem gerektiğini yazmıştı ama neden gelmeyeceğini merak etmiştim. O sırada saate de bakmıştım. Dersin başlamasına on dakika kalmıştı.

Adımlarımı fakülte kapısına doğru hızlandıracakken ileride tanıdık bir yüz gördüm. İster istemez yavaşladım. Gördüğüm Betül’ün kuzeni Emre’ydi. Onu en son ne zaman gördüğümü bile hatırlayamıyordum ama Betül kuzenin hislerini bana söylediğinden beri pek karşılaşmak istemiyordum.

Benim gibi kapıya ilerliyordu. Kısa sürede kapıdan girip görüş açımdan çıkınca rahat bir nefes aldım.

Dersimin olduğu sınıf girişin bir üst katındaydı. Fakülte binasına girdiğim an vakit kaybetmeden merdivenlere yöneldim. Merdivenlere geldiğimdeyse birkaç dakika önce rahat bir nefes aldıysam Emre’yi bir kez daha görmemle ortadan kalktı. Yukarıya çıkan merdivenler iki aşamalı olduğundan diğer merdivene gelmeden önce aralarında geniş bir merdiven bulunuyordu. Emre de orada, pencerenin önünde biriyle konuşuyordu. Büyük ihtimalle konuştuğu kişi arkadaşıydı. Kendi dersi de yukarıdaki sınıflardan birinde olmalıydı. Benim için bu önemsiz bir detaydı. Önemli olan benim merdivenleri çıkmamdı.

Ama Emre resmen yolumu kesmişti.

Ne yapacaktım?

Yönü bulunduğum tarafa yan şeklindeydi ve beni hala görmemişti, görmemesi de gerekiyordu. Yukarı çıkarken ise kesin beni görecekti. Başka yukarıya çıkış da yoktu. Varsa da ben bilmiyordum. Aynı zamanda da yolumu uzatamazdım. Uzatırsam derse geç kalırdım.

Saate yeniden baktım. İnsanlar yanımdan geçip giderken vaktim daralıyordu.

Hoca, bir dakika geç kalındığında dönemin başında derse almayacağını üstüne basarak dillendirmişti. Derse geç kalmak istemiyordum.

Merdivenleri çıkmaya başladım. Yanımda benimle beraber yukarı çıkanlarda vardı. Şanslıysam aralarında olduğumdan beni görmezdi. Ben onun bulunduğu tarafa bakmayacaktım.

Rahat bir nefes aldım.

Korktuğum gibi bir durum başıma gelmemişti. Emre’nin beni yukarı çıkarken görüp görmediğinden emin değildim ama sorunsuz bir şekilde üst kata çıkmıştım. Dersliğe girip boş bir yer bulduğumda telefonuma baktım. Betül cevap yazmıştı. Bu sefer telefonun titrediğini dahi hissetmemiştim. Okula gelmemesinin sebebi canının istememesiydi.

Betül arada böyle yapardı. Tuhaf karşılamadım. Onun için bu normaldi. Bazen uykusuna yenik düşüp derse gelmediği zamanlarda olurdu.

Yine de hoca gelmeden hızlıca cevap yolladım. Emre ile az kalsın karşılaşacağımızı söylemedim. Sonuçta karşılaşmamıştım. Sorun da yaşamamıştım. Kuzeni ile benim yüzümden arası zaten bozuktu. Birde sabah sabah aklına takılmasını istemiyordum.

Dersin dakikaları da sorunsuz bir şekilde geçti. İkinci dersim yarım saat sonraydı. Bugün yalnızca üç dersim vardı ama son dersim arası ise daha uzundu. O arada tek başıma ne yapacağımsa muammaydı. Sınıftan pek kimseyle de samimi değildim. Betül yanımda olsaydı zamanı bir şekilde geçirirdim ama bugün yalnızdım.

İkinci derste sonlandığında öğlen olmuştu. Okulun mescidinde öğle namazımı kılıp bahçeye çıktığımda havada gri bulutlar vardı. Yağmur yağacak diye düşündüm. Halbuki aklımdaki plan bahçede zamanımı geçirmekti. Ama buna da gerek kalmamıştı. Kantine ilerlerken dersin iptal olduğunun bilgisini almıştım. Sınıfın telefonda grubu vardı. Oradan haber paylaşılmıştı. Dersin hocasının rahatsız olduğu yazıyordu.

Anlaşılan beni alması için Öktem’i erkenden arayacaktım.

Ama ben arama yapamadan telefonum titremeye başladı. Derse girdiğimde telefonun sesini kısıyor, titreşime alıyordum. Daha sesini açmamıştım. Öktem’i arayacağım düşüncesiyle de çantama atmamıştım.

Arayanın kim olduğuna baktım. Bakmamla huzursuz oldum. Kaşlarım çatıldı.

Arayan abimdi. Ya da abimin telefonundan arayan annemdi. Çünkü ekranda abimin kayıtlı numarası yanıyordu. Emin olamazdım. En son abimin ismi telefonumda yandığından beri bir daha aranmamıştım. Aynı zamanda annemin o gün attığı mesajlarda vardı.

Yutkundum.

Ne yapacağımı bilemedim.

Abimin telefonundan arayan yine annemse son sözümü ona söylemiştim. Bir daha benimle iletişime geçmemeliydi. Ne istiyordu benden? Konuşmak istiyorsa ben istemiyordum. Sesini duymak dahi zihnime işkence ediyordu.

Düşüncelerimin içinde sıkışıp kalmışken arama sonlandı. Kendimi bu anı daha önce yaşamışım gibi hissetmiştim. Yaşamıştım da. O gün arandığımda da okulda, bahçedeydim. Tek fark yanımda o zaman Betül vardı. Bu sefer yalnızdım.

Bir daha aranır mıyım diye düşünerek kampüsün çıkışına kadar geldiğimi fark ettim. Telefonum ikinci kez çalmamıştı ama tedirgin olmuştum. Sanki her an çalacakmış gibi hissediyordum.

Sorun yok, dedim kendi kendime.

Kampüsten çıkmadan Öktem’i aradım. Saatler önce söylediği gibi ilk çalışta açtı. “Güzelim.”

Şaşırmamıştım. Telefonu yanı başında olmalıydı.

“Hemen açtın.”

“Sana demiştim. Aramanı beklemeye başlamıştım,” dedi o da hatırladığımı söyleyerek. Öğrenci kimlik kartımı çıkış için okuttum. “Dersin ne zaman başlayacak?”

“Başlamayacak. Ders iptal oldu.”

“O zaman şimdi çıkıyorum.”

Onu görmesem de hareket ettiğini düşündüm.

“Biraz seni erken aradım ama işin yoktu değil mi?”

“Güzelim, ne zaman anlayacaksın? Sen benim için her şeyin önündesin.”

Doğrusu anlamıştım ama yine de kendimi zapt edemiyordum. Edemediğim gibi de Öktem’in de kendisini bir kez daha kanıtlama isteğine yol açıyordum. Diğer yandan da zihnim demin ki aramadaydı.

“Öylesine demiştim,” dedim konuyu kapatmak istercesine. “Sen işin olsa da gelirsin zaten. Biliyorum.” Yüzüme ufak bir damla damladı. Gözlerimi gökyüzüne çevirdim. Gri bulutlar koyulaşmış, havadaki rüzgar gelecek olan yağmurun habercisi konumundaydı. Kampüsten çıktığıma pişman oldum. Öktem gelene kadar nerede bekleyeceğimi düşünmemiştim. Geride dönebilirdim ama Emre’yi yine görme ihtimalim vardı. Geri dönmek yerine başka yerde Öktem’i beklesem daha iyiydi. “Bu arada ben kampüsten çıktım,” dedim arkasından.

“Doğanay, sakın bana otobüse bineceğim deme.”

Gözlerim okulun az ilerisindeki kafeye gitti. “Hayır,” dedim hemen yanlış anlamasını kaldırmak için. “Seni kampüsün karşısındaki kafede bekleyeceğim. Canım kahve istedi. Görmüştün değil mi o kafeyi? Kampüsün karşısında gibi ama biraz ilerisinde.”

“Tamamdır.” Rahatladığını sesinden algıladım. “Biliyorum. Oraya gelirim bende.”

“Bekliyorum,” dedim karşıya geçmek için hareket ederek. “Kısa süre sonra görüşürüz.”

“Telefonu mu kapatacaksın?”

“Gelene kadar konuşmak mı istiyorsun?” diye karşılık verdim.

“Sen istemiyor musun?”

Güldüm. Karşı kaldırıma geçmiştim. Kafeye doğru yürürken, “Olabilir ama kahvemi alıp oturduktan sonra seni arasam olur mu? Şimdi bir laf söylersin tepsiyi taşırken kahveyi dökerim.”

Ne olur olmazdı. Kafede herkes siparişini kendisi taşıyordu. Öktem de ansızın bir cümle kurardı. Olan bana olurdu. Kendime güvenemiyordum.

Dediğime güldüğünü duydum. Keyifli bir gülüştü. “Bir şey demem. Sessiz kalırım.”

“İhtimal ihtimaldir,” dedim geri adım atmayarak. “Ben seni arayacağım. Azıcık sabır edebilirsin.”

“Kararlısın yani?”

“Evet. Ben seni arayacağım birazdan.”

Araba kapısının açılma sesini hattın ucundan duydum. Arabaya binecekti. “Madem öyle beş dakika dayanabilirim ama daha fazlasını istememen koşuluyla.”

“Anlaştık. Aramamı bekle yine.”

“Beklemeye başladım,” dedi bugün ikinci kez.

Gülerek telefonu kapatırken kafeye neredeyse varmıştım. Dışarıdaki kimse yoktu. Havadan dolayı insanlar içeriye geçmiş olmalıydı. Bundan emin olamadım. İçeriyi göremeden biri kolumdan tutarak bedenimi geriye çevirdi. Ne olduğunu anlayamamıştım. O an ne hissedeceğimi bile şaşırmıştım. Ani bir şekilde geriye çekilmiştim, ani bir şekilde de abimin yüzünü görmüştüm.

“Abi?”

“Sürpriz kardeşim,” dedi kolumdan bırakmayarak, beni gerisin geri yürütmeye çalışarak. “Beni beklemiyordun değil mi?” Beklemiyordum. Nereden çıkmıştı birden?

Elim kelepçe gibi koluma takılı olan eline gitti. “Bırak beni. Ne yapıyorsun?”

Beni dinlemedi. Yürütmeye devam etti.

“Benimle geliyorsun!” dedi yüzüme bakmayarak. “Geleceksin. Bitti!”

“Ne?” Kolumu çekiştirmeye çalıştım ama benden fazlasıyla güçlüydü. “Seninle gelmiyorum. Bırak kolumu!” Söylediğimi duymazdan geldi. Beni zorla kafenin sokağından döndürdü. “Abi!” diye çekiştirdim kolumu. Kumaşların altındaki derim acıdı ama tuttuğu yeri bırakmadı. Onun yerine aniden durarak beni de durdurdu. Diğer kolumu da tuttu.

“Bak bana!” dedi öfkeyle ben tuttuğu yere bakarken. Bakışlarımı kaldırdığımda soğuk bakışlarıyla karşılaştım. Kaşları çatıktı. Öfkesi bakışlarındaydı. Sertçe solurken dudaklarını araladı. Hali ruhumu ürpertmişti. “İyi oynadın mı benimle?” diye sordu gözlerimin içine bakarak. “Oynamışsın belli! Öyle iyi oynamışsın ki benimle, o lanet düğününde dahi senin çaresiz olduğuna inanmışım!” Söylediği cümlesi zihnimde yankılandı, durdu. Abim konuşmaya devam etti. “Öğrendim kardeşim, biliyorum. Beni aylardır kandırdığını, arkamdan işler çevirdiğini geç oldu ama öğrendim. Ama artık işler değişti. Oyuna gerçeklerle dahil oldum. Şimdi sıra bende!”

 

 

-DEVAM EDECEK-

 

 

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum.

 

NASİPSE DİĞER BÖLÜMDEN GÖRÜŞMEK ÜZERE.

 

 

 

 

 

 

 

           

           

 

             

 

Loading...
0%