@_ay_nur_
|
Tanıtım ; Rhodon Ardon ( 25 Yaşında ) İnsan Dünyasından İthaf ; Perilere ve diğer hayali varlıklara inananlara... Ana Kızın ağzından Kafamı kaldırıp gökyüzüne baktım. Fırtına geliyordu. Şansıma lanet okuyup , elbisemin eteklerini toplayıp biraz daha hızlı koşmaya başladım. Bir süre sonra sürekli aynı yerde daire çizdiğimi fark ettim. Sürekli aynı ağaçlar ve taşlar vardı. Sürekli gördüğüm kuş yuvası da yanımda ki ağacın tepesindeydi işte. Oflayıp yavaş yürümeye başladım. Kaybolmuştum bu ormanda ve yolumu da bulamıyordum. O sırada bir taşa çarpıp düşmem ile ağzımdan kaçan çığlık büyün ormanda yankılandı. Yerde kendi sesimi dinlerken bir anda yüzüme koyulan bez ile kendimden geçtim. On saat sonra Hızla yattığım yerden doğruldum. Yumuşak yatağın içinde kıyafetlerim değişmiş bir şekilde yattığım yerden doğrulduğum gerçeğini anlamam için kapının gürültülü bir şekilde açılması yeterli olmuştu. Kapıyı açan şahısa baktığımda onun da beni incelediğini gördüm. Gözümü ondan ayırıp odayı incelediğimde büyük bir kitaplık , küçük bir dolap, kocaman bir ayna ve bir de yattığım yatak harici başka bir eşyanın olmadığı büyük bir oda da olduğumu fark ettim. Duvarlara dikkatli bir şekilde baktığımda resimler olduğunu fark ettim. Daha doğrusu hiç görmediğim insanların potrelerinin asılı düz duvarlardı. Tekrardan ona baktığımda "İncelemen bittiyse sana soru sormam lazım," derin bir nefes alıp "Sen bizim ormanımızı nasıl buldun ? Hadi bir şekilde buldun peki nasıl içeri girdin ? Biz perilerin özel büyüleri var ve bunları geçmek çok zordur." Dediğinde gözlerim fal taşı gibi açıldı. Bu zamana kadar perilerin geçek olduğunu düşünen , onlar hakkında bir sürü bilgi toplayan ve onlar hakkında kitaplar okumuş olan ben şu an perilerin içindeydim. Onların bütün büyülerini geçmiş dahası onların ormanına girmeyi başarmıştım. Acaba bende peri kanı falan mı vardı ? Ben düşüncelerimin için de boğulmaya yakın iken kapı da ki adamın öksürmesi ile kendime geldim. Başımı kaldırıp "Daha tanımadığım insanlara daha doğrusu perilere hayatımı anlatacağımı düşünüyorsan yanılıyorsun." Dedim ama bir yanım da anlatmamın daha iyi olacağını söylüyordu. Başını geriye atıp gür bir sesle gülünce irkildim. Ondan böyle bir ses ya da kahkaha beklemiyordum. Benim irkildiğimi görünce sustu ve "Peki öyleyse aç olmalısın. Hizmetçiler sana kıyafet getirecek sonrasında ise muhafızlar seni yemek salonuna getirecektir. Onlara uymanı rica ediyorum eğer uymazsan sana daha sert davranmak zorunda kalacağım. Sonuçta bizi bilen , ormanımıza giren ve büyülerimizi aşan birini salamayız. " Dedikten sonra son kez daha bana bakıp gitti. Onun arkasından da kucakları elbise dolu hizmetçiler geldi. Bana elbiseleri sundular ve eğilerek geri çekildiler. Elbiselere bakıp en sonunda üst kısmı bedenimi saran alt tarafı ise açılarak giden , ince askıları olan masmavi bir elbise seçmiştim. Yavaşça hizmetçilere baktım ama onlar bana değil yere bakıyorlardı. Bu yüzden rahatlıkla soyunup elbiseyi giydim. Elbise tam üstüme olmuştu. Benim elbiseyi giydiğimi gören hizmetçiler hemen başıma üşüştü ve bana makyaj yapmaya başladılar. Daha doğrusu yapmaya çalıştılar. Ama ben onları durdurup makyajın gerek olmadığını söylediğimde şaşırdılar ama başlarını sallayıp geldikleri gibi yok oldular. Onların gitmesi üzerine bir tane zırhın içinde bile olsa kaslı ve yapılı bir vücudu olduğu çok belli olan muhafız girdi ve kalın sesi ile "Kral sizi yemek salonuna bekliyor Leydi. İzin verinde sizi oraya götürüyüm." Dediğinde başımı salladım ve odadan çıkıp onu bekledim. O da gelip önüme düşünce bende onun peşinden gitmeye başladım. Beni kocaman kapıları olan bir salona getirdi. Salonun kapılarını benim için açınca bende teşekkür edip içeri girdim. O da arkamdan kapıyı kapattı. İçeriyi görünce gözlerim kendine inanamadı. Kocaman bir masa ve onun üstünde de çeşit çeşit yemek vardı. Masanın dışında gözüme çarpan diğer bir unsur ustalıkla yapıldığı belli olan heykeller idi. Ve bir de tavandan inen devasa lambayı da unutmamak gerekirdi. Ben odayı incelerken daha önce odama gelen adam yani az önce kral olduğunu öğrendiğim adam gür sesi ile "Salonu çok beğendin galiba." Deyip gülünce bende gülerek "İnsan dünyasında bu kadar şatavat sadece krallara hasdı. Biz yani halk sefillik içinde yaşarız. Ha bir de orta halli yaşayan halk var. Onların da durumu iyi olmasına rağmen onların bile bu kadar şatavatlı evleri ya da sarayları yok. " Deyip gülümseyip nereye oturacağımı bilemediğimden ona baktım. O ise bu anlattıklarıma derin bir iç çekmiş ve solunda ki en yakın sandalyeyi göstermişti. Yavaşça oraya doğru ilerleyip oturdum. Yemek yerken bana yemekleri anlattığı için -yabancı biri olsa dahi- bugüne kadar yediğim en keyifli yemek olmuştu. Yemeğin sonu geldiğinde bir şey unutmuş gibi gözlerini yumdu. Ona nolduğunu soran bakışlar ile baktığım da bana "Sana ismimi söylemedim ve sana ismini sormadım." Dediğinde bu muydu derdin der gibi baktım. O da omuzlarını silkti. Sonra bana meraklı bakışlar ile baktığında "Rhodon. Gül anlamına geliyor ama hiç kimse bu adı hak etmediğimi söyle..."Ben daha yeni tanıdığım adama neler diyordum? O ise bana kaşlarını çatmış bir şekilde bakınca "Pardon -bir iç çektim- ismim yüzünden yıllarca zorbalığa uğradım da o yüzden bir de ismimin bana hak etmediğimi söyleyen insanların niye öyle düşündüğünü açıklamak bana zor geliyor. " Sözümü bitirdiğimde anlayış ile başını salladı ve "Benim de adım Poseidon" deyip devam etti " Uyuma vakti. Seni buraya getiren muhafız seni tekrar aynı yere götürecek. Gece saray da asla dolanma. Tedbir amaçlı başka bir anlamı yok." Derken beni geçiştirdiğini anlamak çok basitti. Ona dik dik baksam da bana cevap vermedi ve ayağa kalktı. Bende aynısını yaptıktan sonra muhafızı çağırdı. Onun hemen gelmesi beni şaşırtmasına rağmen bir şey demedim. Muhafızın arkasından gittim. Odama girdim , yatağın üstünde duran geceliği giydim ve ışığı kapatıp yattım. Gece iki suları Çok kötü fırtına vardı. Uyuyamıyordum. Yatakta cenin pozisyonunda fırtınanın geçmesini bekliyordum. Yüksek sesten o kadar çok korkuyordum ki ölmeyi tercih ederdim. Ben orada tan on dakika kadar öyle durduktan sonra kapım yavaşça açıldı. Kimin geldiğini bilmediğimden uyuyor numarası yaptım hemen. Diğer dünyada doktorluğun yanı sıra tiyatro oyuncusuydum. Bu yüzden rolüm o kadar gerçek olmuştu ki gelen her kimse uyuyor numara kanmıştı. Kapıda ki kişi yavaşça yanıma geldi ve dizlerinin üstüne çöktü. Nefesini hissedebiliyordum. Sonra beni uyandırmamak adına fısıltı ile konuşmaya başladı ; " Sen çok güzel bir kızsın Rhodon. Ama sen bana yasaksın , imkansızsın. Yüzyıllar önce bir peri ile insanın evlenmesi ve bir ilişkilerinin olması yasaklanmıştı. Şimdi bir kral olarak bunu , bu yasağı delemem ki. Umarım sen beni sadece kurtarıcın ve arkadaşın olarak görüyorsundur mahperim. " Sonra yavaşça kalktı ve çıktı. Ben ise hemen gözlerimi açıp az önce yaşananları sindirmeye çalıştım. Bu arada şiddetli bir şimşek çakması üzerine bir anda çığlık attım ve cenin pozisyonuna geçtim. Kapım aniden açıldı ve kralı gördüm. Hemen odayı kontrol ederken "Özür dilerim. Kimseyi uyandırmak istememiştim ama yüksek sesten çok korkuyorum. Çığlık atmayı ben de istememiştim. Çok pardon." Doğrulurken söylediğim kelimelere kaşlarını çatmış bir şekilde bana döndü. Sonra yanıma gelip beni geri yatırdı. Işığı söndürdü ve "Hemen geliyorum." Deyip beni merak içinde bırakarak gitti. On dakika sonra geldiğinde elinde bir kulaklık , radyo ve ayıcık vardı. Açıklayıcı bir cümle için ona karanlıkta baktığım da "Bunlar benim kız kardeşimin. Senin uyuman için iyi olacaktır," deyip kulaklığı radyoya bağladı ve büyü ile bir kanala sabitledi . Sonra gelip kulaklığımı kulaklarıma taktı. Hafif bir keman müziği vardı. İlk dakikadan bayışmıştım. Son olarak da elime oyuncak ayıyı verip gitti. Oyuncak ayıya sarılıp müzik ile uyudum. Sabah Uyandığımda oyuncak ayı bir tarafta ben bir taraftaydım. Kulaklık ise neredeyse kulağımdan çıkacaktı. Bir iki dakika yatağın içinde yattıktan sonra doğruldum. Büyük ihtimalle iğrenç görünüyordum. Ama bunu zerre umursamıyordum. Esnerken bir anda hizmetçiler odaya girdi. Ağzımı hemen kapatırken grnç bir hizmetçi "Banyonuz hazır , sizi muhafız götürecek," dediği anda içeri bir muhafız girdi. Ayağa kalkıp muhafızı takip etmeye başladım. Beni bir odaya götürdü ve "Burası banyo hanfendi."Deyip beni banyonun kapısında yalnız bıraktı. Bende daha fazla beklemeden girdim ve kıyafetlerimi çıkarıp suyun altına girdim. Rahatlayarak suyun tadını çıkardım. Rahatlamıştım. O sırada banyonun kapısı aniden açılınca ağzımdan minnak bir ciyaklama çıktı. Ellerim ile kendimi saklamaya çalışarak giren kişiye baktım. Peri kralını görmeyi hiç beklemiyordum. Şaşırarak ve biraz da kızgın bir ses tonu ile "Dışarı," dediğimde gözleri kapalı bir şekilde "Senin soyunduğunu tahmin edememiştim , özür dilerim. Ama annemle babam aşağı da seni merak ediyorlar." Devam ederken arkasını dönmüştü ve devam etti "Arkamı döndüm bir an önce giyinir misin ?" Dediğinde pes ederek havluya uzandım ve kurulandım. Hemen bana gelen dünün kırmızı renkli halinde olan elbiseyi giydim. Saçımı açık bırakıp sadece ruj sürdüm. El aynasında kendimi kontrol ettikten sonra öksürdüm ve dışarı çıktım. O da peşimden gelerek yemek salonuna gittik. İçeri girdiğim de ailesi ile karşılaşmıştım. Çok yaşlı olmalarına rağmen -büyük ihtimalle- sihir ile çok genç görünüyorlardı. İçeri girdiğimde kralın babası ve annesi beni şüphe ile süzdüler. Ben ise onlara eğilerek selam vermiştim. Ben eğilip selam verdiğimde bir an yüzleri yumuşasa da hemen geri ciddi hallerine geri döndüler. Poseidon oturup başıyla karşısında ki sandalyeyi gösterdi. Bende gidip oraya oturdum. Tam oturmuş elbisemin eteklerini düzeltirken Poseidon'un babası "Demek bizim büyüleri aşmayı başaran insan kızı bu ha , ne kadar da aciz gözüküyor ve çirkin de üstelik. Giydiği peri işçi yapımı elbise bile çirkinliğini gizlemiyor. Çok yazık." Diyip sanki ben orda yokmuşum gibi yüzünü buruşturdu. Bu davranış karşısında şoka uğramıştım. Böyle bir şey hiç beklemiyordum. Ama bu sözleri duyup da susacağımı sanıyorsa çok yanılıyordu. Daha fazla sesiz kalmayıp "Beni kötülemeye devam edecek misiniz ? Böyle yapmaya devam ettikçe sadece benim nefretimi kazanıyorsunuz. Ve benim nefretimi kazanmak sizin lehinize bir kazancı olmaz. Aksine burayı yakmam için bir sebep olur ve siz periler hakkında çok bilgiye sahibim. Mesela sizin saraylarınız hiç bir büyü tutmuyor. Yakmak o kadar kolay ki . Aa bir bakmışsınız sarayınızdan sadece küller kalmış," sonra da bir gülümsemeyle ile baktım. Bu sözler ile şoka uğrama sırası Poseidon'un babasındaydı. O bana şok ile bakarken bende ona sinir ile bakıyordum. Poseidon konuşmasa daha böyle uzayı giecekti herhalde. Neyse ki o " Tamam yeter artık hadi yemek yiyelim," dedi de bu bakışma bitti. Önüme bakıp yemek yemeye başladım. Aslında insan dünyasının yemeklerine çok benziyordu. Bu yüzden yemek yemek benim için bir sorun olmuyordu. Zaten şu an daha önemli sorunlarım vardı. Poseidon'un babası ve annesi ne zamana kadar beni sevmeyeceklerdi ? Burayı yakmalı mıydım ? Bu olsa bile ateşi nerden bulacaktım ? Ya peri dünyasında bir insanın olduğu duyulsa n'olacaktı ? Ya ailem ? Beni merak etmişler miydi ? Arkadaşlarım ? Yeni hazırlanan ve benim de oynayacağım tiyatro oyunu n'olacaktı ? Şimdiden herkes beni aramaya başlamış mıydı ? Ne zaman buradan kurtulacaktım ? Bu gibi bir çok sorunum vardı ve hepsi beynim de dolanıyordu. "Rhodon ? Sen iyi misin ? Hiç iyi gözükmüyorsun. İyi değilsen saray hastanesine gidebilirsin." Bu söz karşısında ; "Hayır , iyiyim ben. Galiba gece iyi uyuyamadım. Ama sorun yok." Deyip bir gülümsediğim de bile kendimi gerçekten iyi hissetmiyordum. Umarım bir yerlere bayılıp kalmazdım. Sonunda kahvaltı sofrasından kalkmıştık. Poseidon bir yerlere zarar vermeden bahçede dolaşabileceğimi söylediğinde memnuniyetle gülümseyerek hemen dışarı koşmuştum. Bahçe çok güzeldi. Her yerde çiçekler, ağaçlar ve kuş yuvaları vardı. Kuşlar dışında böcekler ve arılarda vardı. Arılar çiçekten çiçeğe konuyor , kuşlar en güzel sesleri ile şarkı söylüyor ve böcekler ise yavaş yavaş yürüyorlar ya da yaprak yiyorlardı. Bir yerlerden de su sesi geliyordu. Bu görüntü bana anılarımı canlandırmıştı ; Papatyalar arasında koşuyordum. Kuşlar ötüyor , rüzgar da ona eşlik ediyordu. Ailem arkamdan gülüşerek geliyorlardı. Nadir zamanlardan biriydi. Biz pek ailecek vakit geçirmezdik. Sanki bize ailecek zaman geçirmek yasaktı. O zamanlar çocuk da olsam bir şeylerin ters gittiğini anlayabiliyorum. Her gece kavga sesleri... Her gece kırılan bardakların sesi , annemin yeter artık sus diyen sesi, merhamet isteyen sesi... Şimdi ise sanki onların hiçbiri olmamış gibi güle oynaya pikniğe gidiyorduk. Bunun neresi güzeldi ? Ama ben bunları bir kenara koyup eğlenmeye karar vermiştim. Bu yüzden de papatyaların arasında koşuyor , mutluluk ile aileme bakıyordum. Sonunda bir yere oturup piknik örtüsünü serdik. Yemeğimizi yerken bile gülüyor ve şakalaşıyorduk. O günün bir kabusla biteceğini nerden bilebilirdim ? Aklıma doluşan anılar hızla kaybolurken kendimi yerde oturmuş ağlarken buldum. Ve yanımda da papatya. Papatyayı görünce ağlamam şiddetlendi. Kendimi durduramıyordum. O gün benim kabusumdu. Ve o kabusda da papatya vardı. Papatyaya şiddetle baktım. O günü de anıyı aklımdan çıkarmak için oturduğum yerden bir anda kalktım. Ve yürümeye başladım. Mükemmel bir gün yaşamayacak mıydım? Bir kere olsun güzel bir gün yaşamak istiyordum. Bunları düşünürken önüme çıkan adama tosladım . Ben düşmemiştim ama adam düşmüştü ve haliyle elinde ne varsa düşmüştü. Hemen özür dileyip yere eğildim ve düşen sepete elmaları topladım. Adam da kalkmış sorun yok deyip bana yardım etmişti. En sonuncu elmayı da sepete koyduktan sonra yüzüme bakınca geriye doğru sendeledi ve ; " Sen şu insan kızsın. Büyülerimizi geçmeyi başaran ins-insa-insansın. " Deyip nefesini tutup geldiği yola doğru koşmaya başladı. Ne olduğunu anlamasam da üzülmüştüm. Keşke bana böyle davranmasaydı. Sonuçta ben bunu hak etmemiştim. Bir süre daha bahçe de kaldıktan sonra saraya döndüm. Tam kütüphaneye giderken taht odasından gelen sesler ile durdum. Kulağımı kapıya dayayıp dinlemeye başladım. Normalde asla dinlemem ama sanki bu sesler beni kendine çekiyordu. Bu çok gairpti ama kulağım kapıya dayalı bir şekilde gözlerimi kapattım ve dinlemeye başladım. İçerden ; "Çok eski zamanlarda Yaşlı Ujo ve ejderhaları yaşarmış. Bir de hikaye anlatıcıları varmış tabii. Bu hikaye anlatıcıları Yaşlı Ujo'dan gelen hikayeleri ejderhalara anlatırmış . Bu hikayelerin büyüsüne kapılan ejderhalar yavaşça gelir ve hikâye anlatıcısı ile aralarında bir bağ kurarmış. Bu bağ bir daha bozulamazmış. Artık ejderha ve hikâye anlatıcısı birbirine sonsuza kadar bağlı olurlarmış. Bu da hikaye anlatıcıları için ölümsüzlük demekmiş. Ve herkes hikaye anlatıcısı olamazmış. Bu öyle kutsal bir işmiş ki hikâye anlatıcıları özel bir törenle belirlenirmiş. Bu özel tören sonucu seçilen kişi kutsal mağaralarda iki ay kalır ve kutsal hikayleri öğrenirmiş. Bu hikaye anlatıcıları çok özel hafızalarla kutsanırmış. Yani Yaşlı Ujo onlara hediye olarak çok güçlü hafıza verirmiş. Bu bütün hikayelerin hafıza da kalmasına sebep olan başlıca sebeplerden olmasına rağmen bundan daha etkili bir sebebi de varmış ; Hikayelerin etkileri. Hikayeler öyle ki etkileyici hikayelermiş ki duyan onu hafızasından atamıyormuş . Böyle olunca bu hikayeler günümüze kadar sapasağlam korunmuş." İçerden bir iç çekişi geldi ve sonrasında sesler devam etti ; " Bu hikâyeler zamanla anlatılmaya devam etmiş ta ki o karanlık zamana kadar. Yani bizim dünyamızda ki o kötü savaşa kadar . O savaşla insan dünyası bizden ayrılmış kutsal hikayelerde böylelikle onlarla gitmiş. Ülkemizde kalan hikâye anlatıcıları da susturulmuş. Çünkü anlatılan hikâye insanları hatırlatırmış , bir de onların büyük ihanetini. " İçerden artık sadece iç çekişler değil ağlama sesleri geliyordu. Bense sadece öylece kalakalmıştım. Oradan kaçmam gerekiyordu. Devamını dinlememem gerekiyordu ama içerden sesler tekrar yükseldiğin de yerimde kalakaldım. İçerden bu sefer ; "Oğlum insan dünyası ile barışmak için onlara bizim dünyamızda kalan en önemli ejderhayı bulmamız lazım. Yani ilk ejderha Ezak." |
0% |