@_beyzanurcgrmn_
|
İyi okumalar dilerim. _______ Yiğit'in içimi ısıtan sözlerinden sonra konuşmamıştık. Sessiz kalmayı tercih etmiştim. Kendisi de konuşmam için zorlamamıştı. Karargaha gelince arabayı park ettim ve indik. Ömer ile Okan yeni gelmişti. "Siz bizden önce çıkmadınız mı?" diye sordum. "Ömer yolda mısır diye tutturunca durmak zorunda kaldık." dedi Okan. Gülümseyerek Ömer'e baktım. Elindeki mısır ile aşk yaşıyordu. "Bana yok mu?" dedim. "Başka yok. Ama ısırabilirsiniz." dedi Ömer. Mısır'ın ısırılmayan tarafını uzatmıştı. Yaklaşıp ısırdım. Asla hayır demem. "Tadı çok güzelmiş. Çıkışta bana hatırlat. Birkaç tane alalım." dedim. "Olur." dedi Ömer. "Canın istiyorsa gidip alayım." dedi Yiğit. "Yemezsem, sorun olmaz. Akşam almaya gideriz." dedim. "Tamam." dedi. Giriş kapısından ilk olarak ben girdim. Öykü, revirin penceresinden dışarıyı seyrediyordu. "Nasılsın, Öykü?" diye seslendim. Beni görünce gülümsedi. "İyiyim. Sen nasılsın, Umay?" dedi. "İyiyim. İşim bitince kahveleri alıp geliyorum." dedim. "Elektrikli cezvem var. Gel burada yaparız." dedi. Kıkırdadım. "Sendeyim o zaman." dedim. "Bekliyorum." dedi. "Kadınları anlamıyorum. Resmen ayak üstü, iki dakika da sözleştiler." dedi Ömer. "Kadınları anlamak için öncelikle sevmek gerekir." dedim. Okan yanıma gelmişti. "Ne zaman, tanıştınız?" diye sordu. "Operasyona gitmeden önce tanışmıştık. Neden sordun?" dedim. Gözlerini kaçırdı. "Hiç." deyip arka tarafa yürüdü. Okan'ın sırrını çözmem gerek. "Bozkurt Timi, hazırlandıktan sonra spor salonuna inin." dedi Yiğit. "Emredersiniz komutanım." dedik, hep bir ağızdan. Yiğit'i arkamda bırakıp hızlı adımlar atarak alay binasına girdim. Bir üst kata çıkıp odama doğru ilerledim. Kıyafetlerimi hızlıca değiştirdim. Askeri gömleğimi ve bordo beremi elime alıp spor salonuna indim. Ömer ve Okan ile beraber on kişi vardı. Elimdekileri köşeye bırakıp on birinci olarak en baştaki yerimi aldım. "Eğitimler nasıl geçiyor?" diye sordum. "Beş ölü, iki yaralı, genellikle." dedi Ömer. Güldüm. Yiğit'in giriş yapmasıyla esas duruşa geçtik. Elindeki su şişesini ve beresini, benim eşyalarımın yanına bıraktı. Karşımıza geçip tek tek göz kontağı kurdu. Bana gelince gülümsemişti. Başımı eğip gülümsedim. "Elli, tam tur." dedi Yiğit. "Marş marş!" Sağa döndüm ve koşmaya başladık. "Bu adamı bir doktora falan mı götürsek?" diye öneride bulundu Ömer. "Neden?" dedim, fısıldayarak. "İnmeden önce yanıma gelip kahve falıma bak dedi. Yavru Kurt falan görünür mü? diye sordu." dedi Ömer. "Ne alaka?" dedim. "Boş konuşuyor. Siz onu boşverin." dedi Okan. "Ömer'in söyleyeceklerini çok engelliyorsun. Bilmem gereken bir şey mi var?" dedim. "Bilmeniz gereken bir şey olsaydı, söylerdim." dedi Ömer. Başka bir şey konuşmadan sessiz sessiz koşmaya devam ettik. Yirmi beşinci turdaydık. İlk turdaymış gibi rahattık. "Zehir'i göremedim." dedim. "Yemek saatinde olmalı." dedi Okan. "Bugün veterinere götürülecekti." dedi Ömer. "Kontrol için mi?" dedim. "Evet. İki ayda bir götürülüyor." dedi Okan. "Anladım." dedim. "Sohbet koyu galiba. Çay falan ister misiniz?" dedi Yiğit. "Koşarken dökülür. Oturalım öyle." dedim, yanından geçerken. Askerler gülünce Yiğit, ters ters baktı ve sustular. Gülümsemeye devam edip önüme döndüm. Elli tur bitince, durduk. "Bence bitirecek, eğitimi." dedi Ömer. " Bence bitirmez. Ama ne düşündüğünü bilemiyorum." dedi Okan. "Bence de bitirmeyecek. Muhtemelen önce şınav mı, mekik mi yaptırsam diye düşünüyordur." dedim. "Şınav pozisyonu al!" dedi Yiğit. Okan ve Ömer'e havalı bakışlar atıp Şınav pozisyonu aldım. "Nerden bildiniz?" dedi Ömer. "Ben bilirim." dedim. "Bir, iki, üç... on dört, on beş." Yiğit başımızda dikilmişti. "Kaç oldu asker?!" dedi. "On altı." dedim ama diğerleriyle aynı fikirde değil gibiydik. "Sıfır!" On altı olmuştu. Yalan mı söyleyeyim? Kıkırdamalar çoğalırken, göz devirdim. "Suyun içinde şınav çekmekten, normal çekmekte zorlanıyorum." dedim. "Nasıl, komutanım?" dedi Okan. "Bordo bereli eğitimindeyken çamurlu derenin içinde şınav çekerdik. Alışkanlık olmuştu. Tatil günlerinde havuzun içine girer, orada şınav çekerdim." dedim. "Nasıl ölmediniz?" dedi Ömer. "Başlarda zorlanıyordum. Sonrasında alıştım. Hem nefesimi kontrol edebiliyordum hem de şınav çekiyordum." dedim. "Bilmediğimiz çok özelliğiniz var." dedi Okan. "Anlatınca da çok konuşuyorsun diyorsunuz. Ama birgün bahsederim." dedim. "Kim öyle bir şey dedi?" dedi Ömer. "İyi izle." dedim, fısıldayarak. "Çok konuşuyorsunuz. Ağzınız çalışacağına, kollarınız çalışsın." dedi Yiğit. Kıkırdadım. Ömer ve Okan, kaşları havalanmış bir biçimde bana bakıyorlardı. Ben Umay Yücesoy, şaşırtırım. "Beş dakika mola." dedi Yiğit. Herkes yerlere serildi. Ben de oturdum. Elindeki su şişesini bana uzattı. "Teşekkür ederim, komutanım." deyip aldım. "Tamamını bitirme." dedi. Birkaç damla bırakırım. Bir buçuk literelik suyun, bir litresini içip Yiğit'e uzattım. Kapağını açıp tüm suyu kafasına dikti. Su içmek için beni beklemiş. "Siz niye bize katılmıyorsunuz, komutanım?" dedim. "Yoksa torpilli misiniz?" Yiğit kaşlarını çatınca gülümseyip gözlerimi kaçırdım. Molamız bitince mekik pozisyonu aldık. On birinci kişi olarak bir eşimin olmayacağını düşünmüştüm. Ama Yiğit dizlerime baskı uygulayınca bir kez daha yalnız olmadığımı hissettim. "Size katılmayı düşündüm." dedi. "On beş mekik çekildikten sonra yer değiştirin." Başlamıştık. Her kalktığımda Yiğit'e yaklaşıyordum ve ateş basıyordu. Gözlerini kırpmadan bana bakıyordu. Dayanamayıp gözlerimi kapattım. Güldüğünü işitebiliyordum. Yiğit ile yer değiştirdik. Dizlerimi ayaklarına bastırıp dizlerine kollarımı yasladım. Kömür karası gözlerini, gözlerime dikip doğruldu. Sol kulağıma yaklaşıp fısıldadı. "Yalnız değilsin." Sesindeki tını farklıydı. İkinci turda bir daha nefesi tenime çarptı. Her doğrulduğunda yalnız olmadığımı söylüyordu. On üç tur boyunca öyle yaptı çünkü. On dördüncü turda gülümseyip doğruldu. Kulağımın dibinde nefes alıp vermişti. "Çok güzelsin." dedi. Dudaklarımı ıslatıp yutkundum. Gözlerimi kaçırmıştım. Son kez doğruldu. "Domates kraliçesi seçilirsin, bence sen." Beyaz tenli olmanın zararları. Ayağa kalktım. Bitmişti çünkü. Ömer'in elinde su şişesi vardı. Birkaç adımda yaklaşıp elinden çektim. Kapağını açıp başımdan aşağı döktüm. "Bugünlük bu kadar yeter. Dinlenebilirsiniz." dedi Yiğit. Arkama dönüp yüzüne baktım. Gülümsüyordu. "Komutanım, beraber basketbol oynayalım mı?" dedi askerlerden biri. "Olur." dedim. Yüzümdeki kızarıklığı atmam gerek. Öneriyi sunan asker Yiğit'e baktı. Bana sormamıştı. "Komutanınız kabul etti. Bir daha bana sormanıza gerek yok." dedi Yiğit. Utandırıyor falan ama her defasında kalbimin kapısını çalmayı başarıyor. Açsam mı artık? Üçerli iki grup oluşturduk. Askerlerden biri hakem olmuştu. Diğerleri de yorgun olduğundan izleyici olacaklardı. Ben, Ömer ve Ali; birinci grup. Yiğit, Okan ve Mehmet; ikinci gruptu. Rakip takımından uzaklaştık. "Bu oyunu kazanmalıyız. Anladınız mı beni?" dedim. "Anladık, komutanım." dediler. "Ömer sen hucümda ol. Ali sen ise savunmada kal. Ben her iki şekilde de size yardım edeceğim." dedim. "Emredersiniz komutanım." dediler. Gülümsedim. Yiğit ile beraber sahanın ortasına geçtik. "İyi şanslar, üsteğmenim." dedim. "Karşınızda ben varken, pek şansınız olmayacak ama yine de söylemek istedim." Gamzesi belirginlesmişti. "Şansa ihtiyacım yok. Çünkü şimdiye kadar ne istediysem olmuştur." dedi. "İlk olacak desenize." dedim. Güldü. Hakem topu havaya attı ve Yiğit yakaladı. Boyu uzun, sayılmaz. Yiğit, topu sektirerek ilerliyordu. Okan'a atacakken, Ömer havada yakaladı. Topu biraz ilerlettikten sonra Ali'ye atmıştı. Koşar adımlarla potaya yaklaştım. Ali topu bana attığı gibi yakalayıp potadan geçirdim. Basket! Yiğit'e bakıp göz kırptım. Seyirci olan askerlere döndüm. Alkış çaldılar. Birbirlerinin omuzlarına kollarını atıp yerlerinde zıplamaya başladılar. "Umay üsteğmen, oley." Tezahüratlarına kıkırdayıp yerime geçtim. Yiğit yanıma gelmişti. "1-0" dedim. "Ve yeni başlıyoruz." Oyun fazlasıyla eğlenceli geçiyordu. Seyirciler bir ara fazla coştuğundan Yiğit, kızmıştı. Skor 3-1'di. Biz öndeydik. Beni çok hafife almıştılar. Top Okan'daydı. Yiğit'i engellemek için önünde durmuştum. Nefesini yakın bir şekilde hissetmek, tenimi yaksa da dayanmaya çalışıyordum. Okan topu Mehmet'e attı. Diğer tarafa döneceğim sırada Yiğit ile çarpıştık. Ona bir şey olmazken ben yere düşmüştüm. Kaşlarımı çatıp başımı kaldırdım. "Taş mısın?" Evet. Gülmeye başladım. "İyi misin?" deyip elini uzattı. "İyiyim." Ve sen bekârsın. Elini tutup ayağa kalktım. Küçük bir mola istedi Yiğit. Kendi takım arkadaşlarımın yanına gidip Ali'nin elindeki suyu aldım. Bu gidişle kimse de su bırakmayacağım. Etrafıma bakarken Yiğit'in tişörtünü çıkarıp köşeye bıraktığını gördüm. Yutkunamayınca öksürmeye başladım. "Helâl, komutanım. Helâl." dedi Ömer, sırtıma hafifçe vurarak. "Tamam, iyiyim." dedim. Maç tekrar başladı. Ve başlar başlamaz, Yiğit basket atmıştı. Bana bakıp göz kırptı. Baklavaları var, sayılmaz. Dikkatimi dağıtıyor. Kuralsız mı, oynuyoruz? Oynayalım bakalım. Saç örgümü açıp yanlardan birer tutam alıp arkada sabitledim. Top Yiğit'teydi. Karşısına geçip saçlarımı savurdum. Gözleri saçlarıma takıldı. Gülümsedim. Bu defa gözleri gülümsememe takıldı. Durmuştu topu elinden alıp potaya gönderdim. Tam isabet. Normal şartlarda üç puanlık bir sayıydı ama bizim hanemize bir olarak yazılacaktı. Kazanmak için sadece bir sayıya ihtiyacımız vardı. "Bozkurt, ne yapıyorsun?" dedi Okan, sitemle. Gülerek uzaklaştım. Ömer ile el çarptık. Yiğit ile göz göze geldik. Başını omuzuna yatırmış bana bakıyordu. Sağ elimden dört parmağımı gösterip, sol elimle iki parmağımı gösterdim. Göz kırpıp dört parmağımın yanına beşincisi ekledim. Sol elimdeki parmakları yok edip üfledim. Gülümseyip duruşunu dikleştirdi. Oyun başladı. Ömer topu ilerlettiriyordu. Potaya yaklaştım. Basketbol topunu bana attı. Hızlıca topu potaya attım fakat top çembere çarpıp fena bir dönüş yaptı. Suratımın tam ortasına çarpmıştı. Acı içinde yerde kıvranıyorum diyemeyeceğim. Sadece burnun sızlıyordu ama ben yine de yerdeydim. Herkes başımda toplanmıştı. "Kazanma hırsına kapılırsan olacağı bu. Çek ellerini yüzünden." dedi Yiğit. Ellerimi yüzümden çektim. Avucumda kan vardı. "Ali! Tişörtümü getir." Yiğit'in gür sesi, spor salonunda yankılanmıştı. Cebimden selpak çıkarıp içinden bir tane aldım. Burnuma tutup doğruldum. Yiğit üzerini giyinmişti. "Hadi revire gidelim." dedi. "Gerek yok. İyiyim." dedim. "Ayağa kalkacak mısın? Yoksa kucağıma alayım mı?" dedi. Döverim ben bunu. Ayağa kalkıp karşısında dikildim. "Oyunun bitmesine az kaldı." dedim. "Başlattırma bana oyununa!" dedi, sesini yükselterek. Tek kaşım havalanırken, dudağımın kenarı yukarı doğru kıvrılmıştı. Yüzümdeki alaycı gülümsemeyi yok edip ters ters baktım. "Boşaltın burayı. Bu kadar oyun yeter." dedi Okan. Askerlerler birer birer eksilirken, ben Yiğit'e bakmaya devam ettim. Okan ve Ömer hariç, kimse kalmamıştı. "Bana sesini yükseltemezsin. Kim olursan, ol." dedim. "Sen de benim sözümü ikilitmezsen iyi olur." dedi. Peçeteyi tekrar burnuma bastırdım. "Kafanı kırarım, bir daha sesini yükseltirsen." dedim. Gülümsedi. "Olur. Ama revire mi gitsek, artık?" dedi. "Giderim ben." deyip ilerledim. Yiğit birkaç adım arkamdaydı. Revire girdim. Öykü bizi farkedince ayaklandı. "Umay, bu halin ne?" dedi. Sedyeye geçip oturdum. "Basketbol oynadık. Top yüzüme çarptı. Önemli bir şey değil." dedim. "Gereğinden fazla kanadı. Sen bir bak, Öykü." dedi Yiğit. Omuz silktim. "Keşke seni de çağırsaydım. Çok eğlenirdik." dedim. "Burnun kanıyor ve senin aklın oyunda." dedi Yiğit. "Öykü, şu üsteğmene, onunla konuşmadığımı belirtir misin?" dedim. Öykü gülümseyip burnuma pansuman yapmaya başladı. "Kahve içmeye gelecektim ama işlerim hâlâ bitmedi. Eğitim çok uzun sürdü." dedim. "Zamanımız çok, içeriz." dedi Öykü. "Üsteğmen neden hâlâ burada?" dedim. "Kendisine mi sorsan?" dedi Öykü. "Ben onunla konuşmuyorum. Kaybetmeyi kendine yediremedi galiba. Belki de pota ile anlaşıp pusu kurmuşlardır." dedim. Öykü'nün el hareketleri durmuştu. "Yuh, Umay! Daha ne kadar abartacaksın, merak ediyorum." dedi Yiğit. Öykü'ye bakıp sırıttım. Gülmeye başladı. Öykü pansumanı bitirip burun deliklerime pamuk tıktı. "Ben böyle nefes alamam ki." dedim. "Yarım saat kalsın, çıkarırsın." dedi Öykü. "Kötü bir şey var mı?" dedi Yiğit. "Doktor Hanım, yaşayacak mıyım?" dedim, alayla. Beni umursamadılar. "Çarpmanın etkisiyle kanama oluşmuş. Mühim bir şey yok." dedi Öykü. "Teşekkür ederiz." dedi Yiğit. Sedyeden indim. "Sağol." dedim Öykü'ye. "Görevim." deyip gülümsedi. "Çok mütevazi bir kadın." dedim. "Acaba kafasını da mı çarptı? Ona da mı baksan?" dedi Yiğit. Burun kıvırıp kapıya doğru ilerledim. "Kolay gelsin, Öykü." dedim, son kez Öykü'ye bakarak. Sonrasında Yiğit'i arkamda bırakıp yürüdüm. "Acıyor mu?" dedi Yiğit. "Hayır." dedim. Revirden çıkmıştık. Kısa bir sessizlik aramıza girmişti. Her zamanki gibi ben bozdum. "Hani benim görevim teröristleri yok etmek ya," dedim. Yiğit, gözlerini kısmış büyük bir merakla devamını bekliyordu. "Onlar neden bana teşekkür etmiyor? Sonuçta görevimi yapıyorum." Yiğit önüne döndü. Başını gökyüzüne çevirip bir şeyler mırıldandı. Bana dönüp gülümsedi. "Sen git, odanda dinlen." dedi. "Peki." dedim. 🐺 Oldum olası masa başı işlerinden nefret etmişimdir. Son operasyonun dosyaları fazlasıyla birikmişti. Saatler geçmişti. Bitirmiştim fakat ben de bitmiştim. Dosyaları dolaba kaldırıp aynanın karşısına geçtim. Üstümü başımı düzeltip odadan çıktım. Hava alırsam iyi gelecekti. Bahçeye indiğimde ilerdeki bankta Öykü'yü gördüm. "Selam." deyip yanına oturdum. "Selam, deli kız. Nasıl oldun?" dedi. Gülümsedim. "Dosyalar içinde kaybolduğumdan burnumun acısını unuttum," dedim. Güldü. "Sen ne yapıyorsun burada?" diye devam ettim. "Telefon görüşmeleri." dedi. Suratını asmıştı. "Sıkıntılı bir durum galiba." dedim. "Evden kovuldum, kovulacağım." dedi. Kaşlarım havalandı. "Nasıl?" dedim, şaşkınlığımı belli ederek. "Ev sahibim oğlunu evlendirecekmiş. Birkaç gün içinde evi boşaltmamı istedi. Birçok telefon görüşmesi yaptım ama henüz ev bulamadım. Sokakta kalacağım galiba." dedi, gülümseyerek. "Bende kal." dedim. "Yok ya. Rahatsızlık vermeyeyim sana." dedi. Gülümsedim. "Sen beni yanlış anladın. Geçici olarak değil, benimle beraber yaşa. Kocaman ev. Yalnızım. Gelenim gidenim de yok. Kullanmadığım için kapattığım bir oda vardı. Sana yaparız onu." dedim. "Hayır demeyeceğim çünkü ihtiyacım var." deyip kollarını boynuma sardı. Karşılık verdim. "Sen bir meleksin." Kıkırdadım. "Yemekler sana ait. Ona göre." dedim. Kahkaha attı. Öykü ile ev sahibinin dedikodusunu yapmıştık. Daha sonrasında bize ne deyip başka şeyler hakkında konuşmuştuk. Revirde işi çıkınca gitmişti. Bende alay binasına doğru ilerliyordum. Merdivenlerden yukarı çıkarken Yiğit'te aşağı iniyordu. "Nereye?" dedi. "Odama." dedim. "Yemek yedin mi?" diye sordu. "Dosyalar ile yakın temasa girince unutmuşum. Kaçırdım yemek saatini." dedim. "Kantine inelim. Ben de yapmadım." dedi. "Sen ısmarlayacaksan, bana uyar." dedim. Güldü. "Ismarlarım." dedi. Gülümseyip arkasına takıldım. Kantine girince askerler ayaklanmıştı. "Rahat çocuklar." dedi Yiğit. "Komutanım iyi misiniz?" dedi Ali. "İyiyim, sağol." dedim, gülümseyerek. Ali de gülümsemişti. En uçtaki masaya geçtik. Yiğit telefonunu masanın üzerine bırakıp bir şeyler almaya gitti. Geri geldiğinde sandalyeyi çekip oturdu. "Karışık tost istedim." dedi. "Kaç tane?" dedim. "Bir sana, bir bana." dedi. "Bir taneyle doyulur mu?" dedim. "Çavuş! Bizim tostları üç yap." diye seslendi. Gülümsedim. İşte şimdi kalbime girebilirsin. "Öykü ile ne konuştunuz?" dedi. "Neden?" dedim. "Önce üzgündü. Sonra birden sana sarıldı." dedi. "Sen bizi mi izliyordun?" dedim. "Hayır," dedi. "Seni izliyordum." Bu adam neden bu kadar açıksözlü? "Ev sahibi, onu evinden çıkaracakmış. Ev aramış ama bulamamış. Benimle beraber yaşa diye teklif sundum. Kabul etti." dedim. "Yine melek kanatlarını çıkardın yani." dedi gülümseyerek. "Yardıma ihtiyacı vardı. Ben de yardım ettim. Kim olsa aynısını yapardı." dedim. "Yapmazdı." dedi. Kendimi överdim ama önüme koyulan tostları mideme indirdikten sonra. Birinci tostumu bitirmiş, ikincisini ise yarılamıştım. Çayımı yudumlayıp Yiğit'e baktım. Hâlâ tostunu bitirmemişti. Garip garip bana bakıyordu. "Alış ama bana." dedim. "Ömer'den sonra bu kadar çok yiyen birini görmek beni biraz şoka uğrattı." dedi. Kıkırdadım. "İnsanlar yaşamak için yerler. Ben; yemek için yaşıyorum." dedim. Kahkaha attı. Çayımın son yudumunu içip peçete yardımıyla ağzımı sildim. Yiğit'in telefonu çalıyordu. Telefon ekranına baktım. 'Prensesim' yazıyordu. Arayanı görünce gülümsemişti. "Ben konuşup geliyorum." dedi. Ayağa kalktım. "Dinlenme odasına geçeceğim. Konuş, rahat rahat." dedim. Başını aşağı yukarı sallayıp beni onayladı. Yiğit, aramayı kabul edip telefonu kulağına yasladı. Karşı tarafın sesini duyabilmiştim. 'Aşkım.' demişti. Yiğit beni arkasında bırakıp kantinden çıkmıştı. Kaşlarımı çattım. Ömer, Yiğit için başı bağlı demişti. Durum öyleyse neden bana yakın davranıyordu? Dudaklarımı büzüp kantinden çıktım. Dinlenme odasına girdiğimde Okan ve Ömer ile karşılaştım. "Potanın Sultanı; Umay Yücesoy." dedi Ömer. Islık çalıp alkışlamaya başladı. Okan da ona eşlik etmişti. Gülümsemeden edemedim. "Sessiz olun. Biri duyacak." dedim. "Komutanım, iyi olmadığınız bir alan var mı?" dedi Ömer. Düşünür gibi yaptım. "Cık. Yok." dedim. Güldüler. Koltuğa oturup arkama yaslandım. "Bozkurt nerede?" dedi Okan. "Sevgilisiyle konuşuyor." dedim. "Sevgilisi mi?" dedi Ömer. Şaşkın bir ifadesi vardı. "Evet." dedim. "Sevgilisi yok ki." dedi Okan. "Karşı tarafın aşkım dediğini duydum. Bilemiyorum." dedim. Konuşmaya devam edecek hâlleri vardı. "Başkalarının özel hayatı beni ilgilendirmez. Konuşmayalım." Biraz sohbet etmiş yanlarından ayrılmıştım. Odama geçmek yerine bahçeye inmiştim. Etrafıma göz gezdirdim. Yiğit, gülerek konuşmaya devam ediyordu. Burun kıvırıp diğer tarafa baktım. Askerler birarada toplanmıştı. Birinin elinde bağlama vardı. Gülümseyerek yanlarına doğru ilerledim. Beni farkettiklerinde ayağa kalktılar. "Rahat olun." dedim. Banka geçip oturdum. Elinde bağlama olan askere baktım. "Çalabilir miyim?" dedim. "Tabii komutanım." deyip elime verdi. Askerler hâlâ ayaktaydı. "Otursanıza." Söylediğimi yapıp oturdular. Kıkırdadım. "Sıra gecesi gibi oldu. Keşke çiğköftemiz olsaydı." dedim. Güldüler. Söyleyelim bakalım bir şeyler. Şahit olsun yakın ırak Bu dört yana savrulan Türk Hem çalıyor, hem söylüyordum. Bitince başımı kaldırıp karşımdaki şaşkın bakışlara baktım. Gülümsedim. "Komutanım?" dedi onbaşı. "Efendim." dedim. "Sesiniz..." Cümlesini tamamlayamamıştı. "Çok güzel." dedi bir başkası. "Teşekkür ederim." dedim. "Harikasınız." Biliyorum. Ayağa kalktım. Bağlamayı sahibine verdim. "Komutanım arada yapalım." dedi onbaşı. Kahkaha attım. "Çiğköftesiz söylemem." dedim. Güldüler. Yönümü diğer tarafıma çevirdim. Birkaç asker oldukları yerde durmuş bana bakıyorlardı. Ve aralarında Yiğit'te vardı. Elleri cebinde gülümseyerek bana bakıyordu. Kaşlarımı çattım. Göz devirip yoluma devam ettim. Kalbimin kapısı sert bir şekilde kapanmıştır. 🐺 Mesaimiz bitince üniformamı çıkarıp kendi kıyafetlerimi giydim. Çantamı koluma takıp odamdan çıktım. Askerler başıyla selam verip ilerliyorlardı. Alay binasından çıkıp arabama doğru ilerledim. "Umay!" Yiğit'in sesiyle durup arkamı döndüm. "Emredin komutanım." dedim, mesafeli bir ses tonuyla. Adam sevgilin değil, Umay. Bu neyin tribi? "Galiba yanlış anlaşılma olmuş." dedi. "Ne konuda?" dedim. "Benim sevgilim-" Dinlemek zorunda değilim. Cümlesini yarıda kesmiştim. "Özel hayatınızı anlatmak zorunda değilsiniz." Gülümsedi. "Sevgilim yok benim. Arayan kişi yeğenimdi. Ablamın varlığından bahsetmiştim. Prenses'te yeğenim. Ablamın kızı. Bana her zaman o şekilde hitap eder." dedi. Tüh! Durumu bozma, Umay. "Açıklamana gerek yoktu." Resmiyet niye kalktı? "Vardı." dedi. Gülümsedi. Sakın gülümseme Umay. "Anladım." dedim. "Kıskandın mı?" dedi. "Ne kıskanması be?" dedim, burun kıvırarak. Gülmüştü. Beraber ilerlemeye devam ettik. "Sesin çok güzel." dedi. "Dinledin mi?" dedim. "Dinlememek mümkün mü?" dedi. "Teşekkür ederim." dedim. "Görevim." dedi. Güldüm. "Ne alakası var?" dedim. "Seni görünce iltifat edesim var." dedi. Tek kaşımı kaldırıp ters bir bakış attım. "Sen böyle konuşunca kafa atasım var." dedim. Kahkaha attı. Ben de güldüm. "Umay?!" Üçüncü kişinin sesi aramıza girince bakışlarımı çıkışa yönelttim. Gördüğüm kişi sebebiyle kaşlarım çatıldı. Ne işi vardı burada? __________ Hoşçakalın. |
0% |