Yeni Üyelik
11.
Bölüm

11.Bölüm

@_beyzanurcgrmn_

İyi okumalar dilerim.

__________

Çaresiz kaldığım zamanları hatırlatan her bir detaydan nefret ediyordum. Karşımdaki isimimi telafuz eden adam da başı çekiyordu. Bir kez daha seslendi.

"Ne işin var senin burada?" dedim. "Konuşmak istiyorum." dedi Ateş. "Sence gerek var mı?" dedim, duygusuz bir ses tonuyla. Bana doğru bir adım atmıştı ki Yiğit önüme geçince, durmak zorunda kalmıştı. "Kim bu?" dedi Yiğit. "Eski sevgilim. Çok eski." dedim.

"Hatamı telafi edeceğim. Çocuktuk o zaman ne yapacağımı bilememiştim." dedi. Kolumu Yiğit'in koluna yasladım. "Aklının başına gelmesi için fazla büyümedin mi?" dedim. "Umay, lütfen." dedi. "Akşam akşam beni uğraştırma." dedim. "Çok değişmişsin." dedi. Gözleri üzerimde geziniyordu. Yiğit, Ateş'in görüş alanını kapatacak şekilde önüme geçmişti. Başımı yandan sarkıtıp Ateş'e baktım. "Bence gitmelisin. Yoksa iyi şeyler olmayacak." dedim. Gözleri Yiğit'teydi. "Bu kim? Yeni koruman mı?" dedi Ateş. Sağ elimi uzatıp Yiğit'in elini tuttum. Parmaklarımız birbirine kenetlenmişti. "Sevgilim, kendini tanıtır mısın?" dedim. Yiğit bana bakıp gülümsedi.

"Üsteğmen Yiğit, sevgilime yaklaşanı dünya nüfusundan silmek ile tanınırım." Yiğit'e baktım. "Etkilendim." dedim. Güldü. Ateş bir adım gerilemişti. "Sadece konuşacağız. Sen böyle kaba adamları sevmezdin." dedi. Yiğit mi kaba? Hayatımda tanıdığım en kibar insan. "Yorgunum. Seninle uğraşamayacağım." dedim. Birkaç adımda yanıma yaklaşıp kolumu tuttu.

"Bırakman için üç saniyen var." dedi Yiğit. "Gidiyoruz Umay." dedi Ateş. "Süren bitti." deyip Ateş'in suratına yumruğunu geçirdi, Yiğit. Yumruğun şiddeti ile yere düşmüştü, Ateş. Yiğit, Ateş'in yakalarından kavrayıp kaldırdı. "Karargahın önündeyiz." dedim. Yiğit bana bakıp başını aşağı yukarı salladı. Ateş'in ensesine baskı uygulayıp arabasına kadar eşlik etti. Ateş'i arabaya bindirip bir şeyler söyledi. Ardından kapıyı sertçe kapatıp bana döndü.

"Gidelim, sevgilim." dedi. Gülümsedim. "Gidelim, güçlü ve zeki sevgilim." dedim. Anahtarı Yiğit'e verip yolcu koltuğuna yerleştim. Yiğit'te binince arabayı çalıştırdı. "Sorun yok değil mi?" dedi. "Hayır. Neden olsun ki?" dedim. "Bence de neden olsun ki?" dedi. Gülümsedim.

"Bir şey söyleyeceğim." Gözlerimi Yiğit'e çevirdim. Kısa bir es verip devam etti. "Sarhoştu. Bugün bende mi kalsan? Gece evine girmeye çalışır, haberim olmaz. Kendini koruyabileceğini biliyorum ama aklım kalmasın." Aslında olabilir. "Olur." dedim. "Önce alışveriş yapalım o zaman. Efsane bir masa hazırlayacağım sana." dedi. Yiğit işini biliyor. "Yemek konusu olunca kibarlık yapıp teklifini reddetmeyeceğim." dedim. Güldü.

Markete varınca Yiğit, arabayı park etti. "Neler alacağız?" dedim. "Her şey." dedi. "Her şey derken?" dedim. "Evimde hazır çorbadan ve makarnadan başka bir şey yok." dedi. Dudağım yukarı doğru kıvrıldı. "Ben hastayken yaptığın çorbada hazırdı, değil mi?" dedim. Gözlerini kaçırdı. Kahkaha attım. Omuzuna hafifçe vurdum. "Benim böreğime laf ediyordun birde." Alışveriş arabasını yerinden alıp yanıma geldi. "Çok beğendiğini söyleyince bozmak istemedim." dedi. "Beni niye bozdun?" dedim. "Utanınca kızarıyorsun, hoşuma gidiyor." dedi. İtiraf etmene gerek yoktu. "Keşke biraz sende utansan." deyip ilerledim.

Sebze meyve reyonundan bir şeyler alıp sepete koydu. Abur cuburların olduğu bölüme gitmiştik. Yiğit'in yanında yürüyordum. Browni kekin olduğu kutuyu alışveriş arabasına koyunca şaşkın bir şekilde baktım. "Sence de fazla değil mi?" dedim. "Bir şey olmaz." dedi. Bir şeyler daha koymuştu. İçeceklerin olduğu bölüme geçtik. "Ne çeşit meyve suyu seversin?" Dolaptaki içeceklere baktım. "Elma suyu." dedim. Üç adet elma suyu almıştı. "Akşama parti mi var?" Sorum karşısında gülümsemişti. "Beraber takılırız işte." dedi.

Dört çeşit peynir almıştı. "O niye?" dedim. "Bu sabah en çok peynir yediğine şahit oldum. Sabah beraber kahvaltı yaparız," dedi. Ağzım beş karış açılmıştı. "Evde kahvaltılık var ama peynir bitmişti." diye devam etti. "Çok ta abartmaya gerek yok." dedim. "Bir şey olmaz." dedi.

Şimdiden alışveriş arabası dolmuştu. "Böyle yapacağını bilseydim teklifini kabul etmezdim." dedim. Durdu. Yüzüme öyle bir baktı ki yanlış bir şey mi söyledim diye düşünmeden edemedim. "Bakma öyle." Aramızdaki, zaten olmayan, mesafeyi kapatmıştı. "Çok aldın, bozulur diye söylüyorum." Gülümseyip geri çekildi. "Bitiririz. Bir şey olmaz." dedi. "Çerez sever misin?" Seviyorum ama sana söyleyemem. "Hayır." dedim. "Biz yine de alalım. Belki canın ister." dedi. Yiğit, sen gerçek olamazsın.

🐺

"Sence de bu kadar şey fazla değil mi?" dedim. Üç alışveriş arabası dolusu malzeme almıştı. "Sık sık market alışverişine çıkamıyorum. Stok yapmış oldum." dedi. Elimdeki çikolata dolu poşeti bagaja yerleştirmeden önce havaya kaldırdım. "Çikolata yemezsek ölmeyiz." dedim. "Umay, uzattın ama. Aldık, bitti." dedi. Burun kıvırıp poşetleri bagaja koymaya devam ettim. "Biz bunları nasıl taşıyacağız?" dedim. "Asansöre yükleriz." dedi. "Asansör mü? O da ne? Bizde yokta." dedim. Güldü.

Alışveriş arabalarının içi boşalmıştı. Marketin içine kadar götürdük. Tam çıkacakken eli silahlı iki kişi markete girdiler. "Yat yere!" Markette fazla kimse yoktu. Olanlarda çığlık çığlığa koşuşturuyorlardı. "Bende az önce içimden geçiriyordum; bu aralar neden bir belâ bana musallat olmuyor diye. Bugünü bekliyormuş," dedim, Yiğit'e. "Ama aksiyon severim. Acıktırıyor." diye devam ettim. Gülümsedi. Kolumdan tutup beni arkasına çekti.

Maskeli adamlar, silahlarını bize doğrulttu. "Yat yere!" dedi bir kez daha. "Yerler kirli. Kıyafetimin kirlenmesini istemem. Misafirliğe gideceğim." dedim. Biri silahının namlusunu bizden ayırmazken diğeri kasaya doğru ilerlemişti. "Şu salak sana, kasadaki bana. Nasıl fikir?" dedim. "Sen rafların arkasına geç. Ben halledeceğim." dedi Yiğit. "Arkalar bana göre değil." dedim. Kasaya doğru yürüdüm. "Yerinde kal." dedi, bir numara. "Hazır siz hırsızlık yapıyorken ben de çikolata alacağım." dedim.

İki numaranın yanına gittim. "Hasılat iyi galiba." dedim, gülümseyerek. Yüzüme baktı. "Uzak dur." dedi. "Birazdan başının üstünde yıldızlar olacak." dedim. Gözlerini kıstı. Sağ yumruğumu yüzünün ortasına geçirdim. Yiğit'te benimle beraber hareket etmişti. İkisi de yerdeydi. "Böyle yere yatırılır."

🐺

Bir saat sonunda sonunda eve gelebilmiştik. Polis, ifade derken zaman geçmişti. "Nasıl vurdum ama?" dedim, havalı havalı. "Hayran kaldım." dedi Yiğit. Göz devirip arabadan indim. Bagaja yöneldik. "Rabbim güç kuvvet versin." deyip birkaç poşeti aldım. "Amin." dedi Yiğit.

Tüm poşetleri asansörün önüne koymuştuk, önce. Arabayı kilitleyip bu defa da asansörün içine taşıdık. Bize yer kalmayınca kat tuşuna bastım ve kapılar kapandı. "Koşalım." dedim. "Niye koşuyoruz?" dedi Yiğit. "Biz yukarı çıkmadan, asansör tekrar aşağı inerse. Keklerimi ve çikolatalarımı kaçırırlarsa, ne olur?" dedim. "Ne olur?" dedi. "Kaçıran kişiyi bulur, ağzını burnunu kırarım." dedim. "Yaparsın sen." dedi. "Yaparım ben." dedim.

Hızlıca yukarı çıktım. Yiğit'te arkamdan gelmişti. Asansör bir alt kattaydı. "Ne yavaş bu?" dedim. "Sen hızlısın, o yavaş değil." dedi. Omuz silktim.

Beraber tüm poşetleri eve taşıdık. Mutfakta adım atacak yer kalmamıştı. Kabanımı çıkarıp saçlarımı topladım. "Her şeyi yerleştirelim, öyle yemek yaparız." dedim. "Tamam." dedi.

Malzemeleri buzdolabına yerleştirirken, Yiğit sessizliği bozmuştu. "O niye gelmiş?" Başımı kaldırıp yüzüne baktım. "O kim?" dedim. "Ateş kişisi." dedi. "Bilmiyorum." deyip işime devam ettim. Yiğit'in soruları bitmemişti. "Niye ayrıldınız?" dedi. "Annem ve babam şehit olunca asker olmaya karar verdiğimi sana söylemiştim. Bu fikri Ateş ile de paylaştım. Ama karşı çıktı. Saçmaladı. Beni acımla yalnız bırakıp gitti. Öyle ayrıldık. Zaten normal bir ilişkimiz yoktu. Olur ya okullarda popüler kız ve popüler erkek çıkar, bizimde öyleydi. İki üç ay sürdü, sadece. Ergen kafası işte. Şu an ki aklım olsa, asla." dedim. "Anladım." dedi. "Anlamana sevindim. Başka sorun var mı?" dedim. Gülümsedi. "Şu anlık yok." dedi. Güldüm.

Kısa sürede her şeyi yerleştirmiştik. Bir tane çikolatanın paketini açıp ısırdım. "Ben duş alıp gelsem, sorun olur mu?" dedi. "Hayır." dedim. "Sonrasında istersen sen de duş alırsın." dedi. "Tamam." dedim. "Biri kapıyı çalarsa, açma. Beni bekle." dedi. Göz devirdim. "Yirmi altı yaşındayım, beş değil." dedim. "Olsun." dedi ve gitti. Kendi telefonumu ve Yiğit'in telefonunu alıp oturma odasına geçtim.

Telefonum ile uğraşak, on dakikayı devirmiştim. Yiğit'in telefonu çalmaya başladı. Göz ucuyla arayan kişiye baktım. Yeğeni arıyordu. Telefonu sessize alıp telefonuma gömüldüm. Telefon bir daha çalmaya başladı. Ve bir kez daha sessize aldım. Gözlerimi telefondan ayırdığım gibi yine çalmaya başladı. Ne inatçıymış? Saçımdaki tokayı çıkarıp saçlarımı düzelttim. Çünkü görüntülü arıyordu. Aramayı kabul ettim.

"Merhaba."

Çok kibarsın, Umay. Karşımda on altı, on yedi yaşlarında görünen bir kız vardı.

"Merhaba. Ben dayımı aramıştım, siz kimsiniz?"

Mantıklı bir soru.

"Ben Yiğit'in arkadaşıyım. Kendisi şu an müsait değil."

Hemde asker arkadaşıyım.

"Müsait değil, derken?"

Gözlerini kısmış, benden gelecek cevabı bekliyordu. Yiğit'in yeğeni olduğu çok belliydi.

"Duş alıyor."

Siyah gözleri, birden kocaman oldu. Söylememem gereken bir şeyi söyledim, değil mi? Çok yanlış anlaşılmaya müsait.

"Anne! Dayım eve kız atmış?"

Yok devenin nalı. Çüş!

"Yanlış anladın."

Telefonun diğer ucuna, Yiğit'in ablası olduğunu düşündüğüm, kadın geldi. Çok güzel bir kadındı. Gülümsedim.

"İnanmıyorum. Bu doğru. Tatlım, sen gerçek misin?"

Gülmemek için yanak içimi ısırdım.

"Evet. Ama kızınız yanlış anladı."

İkisi de gülümseyerek bana bakıyordu.

"Anneanneme haber vereceğim. Çok sevinecek."

Durum git gide karışıyor. Kapı sesi gelince başımı telefon ekranından kaldırdım. Yiğit oturma odasına girdi. Beyaz bir tişört ve siyah bir şort giymişti.

"Sıkılmadın değil mi? dedi Yiğit. Ayağa kalkıp yanına gittim. "Birazdan bizi evlendirecekler galiba." dedim, kıkırdayarak. Kaşları havalandı. Telefon ekranını Yiğit'e doğru tuttum.

"Abla?"

Yanındaki de yeğenin. Beni ateşe atan o.

"Niye sevgilini eve çağırıyorsun da bize haber vermiyorsun?"

Sevgili mi?

"Dayı, yengemi çok beğendim. Hemen evlenin."

Benim şu kızla görüşmem gereken konular var.

Yiğit bana baktı. Bir açıklama bekliyor gibiydi. "Israrla arayınca açtım. Yiğit, duşta deyince de... Buralara kadar geldik işte." dedim. Güldü. "Ablanın adı ne?" Yiğit telefona döndü. "Merve." dedi.

"Merve Hanım, siz yanlış anladınız."

Kadının yüzünde güller açmıştı.

"Çok ta kibar. Maşallah."

Kabul ediyorum kibarım ama konu kibarlığım olmasa gerek.

"Ben Yiğit'in asker arkadaşıyım. Üsteğmen Umay."

Telefon mu dondu? Yoksa onlar mı?

"Vay be! Biraz daha yaklaşın ekran görüntüsü alacağım. Paylaşırım."

Bu kız tam bir deli.

"Duru!"

Yiğit'in ikazı yerine ulaşmış gibiydi.

"Anneannemi bağlıyorum. Bekleyin."

Yiğit'e döndüm. "Bir şey demeyecek misin?" dedim. "Sorun yok. Annemle tanış." dedi. Tanışalım bakalım.

"Ayşe Sultan, dayım sevgili yapmış. Hemde Üsteğmen."

Kadının bir nefes almasına izin verseydin, keşke. Yiğit'e baktım. Keyfi yerinde gibiydi. Bana bakıp göz kırptı. O benim için sevgili numarası yaptı. Ben de yapayım bâri.

"Merhaba Ayşe Hanım. Umay ben."

Gülümseyerek cümlemi tamamlamıştım.

"Daha iyisini bulamadın mı?"

Ayşe Hanım'ın kurduğu cümleden sonra kaşlarım havalanmıştı.

"Anne! Ne diyorsun sen?"

Yiğit'te şaşırmış gibiydi.

"Umay kızımla konuşuyorum. Benim kara gözlümden başkasını bulamadın mı, kız?"

Yiğit'e bakıp kıkırdadım. Merve abla ve Duru da gülüyordu. Yiğit ise göz devirmişti.

"Fıstık gibi kız. Benim oğlanı çok aradın mı?"

Gülümsedim.

"Yiğit'in kalbi yeter."

Umay Hanım, neler diyorsunuz? Yiğit bana dönmüştü. Göz göze gelince gülümseyip telefona döndüm.

Ayakta kalmanın bir anlamı olmadığından koltuğa geçmiştik. Ayşe Hanım, birçok iltifat edip ardından dua okumuştu. Ne tepki vereceğimi bilmediğimden, gülümsemek ile yetiniyordum.

"Güzel kızım annenler, babanlar nasıl? İyiler mi?"

Yüzümdeki gülümseme anında solmuştu.

Sıradan bir soru can yakar mıydı? Yakarmış...

"Anne!"

Yiğit, uyarıcı bir ses tonuyla konuşmuştu. Gözlerine bakıp zorlukla gülümsedim. Önemli değil der gibi gözlerimi yumup açtım. Bir cevap beklediklerinden telefona döndüm.

"Şehit oldular... Her ikiside."

Annem ve babam hayatta olsaydı, Yiğit ile tanıştıklarında ne tepki verirlerdi acaba? Bunun cevabını hiçbir zaman öğrenemeyeceğim.

"Başın sağolsun."

"Vatan sağolsun. Lütfen kendinizi kötü hissetmeyin. Alışabileceğim bir şey olmadığından istemsizce yüzüm düşüyor. Kusura bakmayın."

Yiğit yine yalnız olmadığımı hissettirmek ister gibi elimi tutmuştu.

"Senin bir annen daha var. Sakın unutma."

Ayşe Hanım'ın gözleri dolmuştu.

"Teşekkür ederim. Tanıştığıma çok çok memnun oldum."

Vedalaşıp aramayı sonlandırmıştı, Yiğit. Telefonu bırakıp diğer elimi de tuttu. "Annem ile tanıştığına göre yakında seni istemeye geliriz." dedi. Güldüm. Ama Yiğit ciddiydi. "Sen ciddi misin?" dedim. Gülümsedi. "Sen ciddisin." Kahkaha attı. "Niye bu kadar korktun ya?" dedi. "Korkmadım. Hemen olmaz." dedim. "Birkaç ay sonra gelebiliriz o zaman." dedi. "Ben öyle demek istemedim." dedim. Burnumu, işaret ve orta parmağının arasına alıp çekti.

"Ailen neden bu kadar şaşırdı, sevgilin olmasına?" diye sordum. "Hiç sevgilim olmadı. Sevdiğim de olmamıştı." dedi. "İlkin olacak kişi çok şanslı desene." dedim. "Nasip." dedi.

Ayağa kalktım. "Ben de duşa gireyim. Yemek yeriz sonrasında." dedim. "Kıyafetlerin burada kalmıştı. Dolabımın içindeki üçün çekmecede. Arkada." dedi. "Altın mı benim kıyafetlerim? En derinlere saklamışsın." dedim. Gülümsedi. Başka bir diyalog kurmayıp odasına girdim. Aklıma dank eden konu ile geri çıktım. Yiğit ayaklanmıştı. "Ne oldu?" diye sordu.

"Senin ailen aradı ben açtım ya hani," dedim. Evet der gibi başını salladı. "Benimkiler arayınca sen açma. Senin ailen gibi güler yüzlü değiller. Kapıya dayanırlar." Yiğit'in duruşu değişmişti. "Canıma susamadım." dedi. Güldüm.

Yiğit'in tarif ettiği çekmeceyi açınca yine kapatmıştım. Benim iç çamaşırlarımın burada ne işi var? Rezil bir durum.

🐺

Kısa bir duşun ardından Yiğit'i oturma odasında bulamayıp mutfağa geçmiştim. Yemek hazırlıyordu. "Niye beni beklemedin?" dedim. "Sıhhatler olsun. Saçlarını kuruttun mu?" dedi. "Sağol. Kuruttum." dedim. "Hadi gel. Çok güzel soslu bir makarna yaptım. Başka hayallerim vardı ama geç oldu. Başka zaman inşallah." dedi. "Sorun değil. Ellerine sağlık." dedim. "Gel otur da afiyet olsun." dedi. Gülümsedim.

Makarnaya çatalımı batırıp ağzıma attım. Yiğit bana bakıyordu. "Nasıl olmuş?" dedi. Ağzımdakileri bitirmeden tekrar doldurdum. Aroması farklıydı. "Ne var bunun içinde?" dedim. "Özel tarifim." dedi. Göz devirdim. "Gıcıklık olsun diye yalan söylemeyeceğim. Tadı çok güzel." dedim. "Beğenmenize sevindim, Umay Hanım." dedi. "Sevinmenize sevindim, Yiğit Bey." dedim.

Sessiz bir şekilde yemeğimizi yedik. İkinci makarna tabağını bile yemiştim. "Bulaşıklar da benden." deyip ayaklandım. Yiğit salatayı bitirmeye çalışıyordu. "Tamam." dedi. "Yeğenin büyükmüş." dedim. "Gözümde hâlâ küçücük bir şey." dedi. Kalçamı tezgaha yaslayıp Yiğit'e baktım. "Yeğeninin olması nasıl bir duygu? Tatamayacağım bir duygu." dedim. "Farklı bir şey. Okan ile kardeş olduğunuza göre çocuğu olursa, yeğenin olmuş olur." dedi. Gülümsedim. "Doğru. Okan ne zaman evlenecek?" dedim. Gülmeye başladı.

Bulaşıkları makineye dizerken kapı çaldı. "Ben bakıyorum." dedi Yiğit. Mutfaktan çıkmıştı. Son bardağıda makineye koyup kapağını kapattım. Ellerimi yıkayıp mutfaktan çıktım. Kapı da Okan vardı. Olacak yeğenimin babası.

"Merhaba." dedim. "Merhaba, Umay." dedi, gülümseyerek. "Neden kapıdasınız?" dedim. "Pastaneden kurabiye ve pasta aldık. Çaya davet etmeye gelmiştim, Yiğit'i. Sen de burada olduğuna göre beraber gelsenize." dedi. Yiğit'e baktım. "Gidelim mi?" diye sordum. "Olur." dedi. "Bekliyoruz." dedi Okan ve gitti.

"Silahını yastığımın altına saklamıştım. Alacak mısın yanına?" dedi. "Kalsın." dedim. "Sende mi yastığının altına koyuyorsun?" diye devam ettim. "Evet." dedi. "Tek manyak olmadığıma sevindim." dedim. "Sevinmene sevindim." dedi. Kıkırdadım.

Evden çıkıp karşıya geçtik. Karşılıklı evlerde oturmak, eğlenceliymiş. Yiğit kapıyı tıklattıktan kısa süre sonra açıldı. "Hoşgeldiniz." dedi Ömer. "Hoşbulduk." dedim. Oturma odasına geçtik. "Ben çay koyup geliyorum." dedi Ömer. "Hazırladıktan sonra çağırmanız gerekmez miydi?" dedi Yiğit. "Bu kadar çabuk gelebileceğinizi bilemezdik." dedi Ömer. "Ben sana yardım edeyim." dedim, Ömer'e. "Yorulma, otur." dedi, Yiğit. "Yorulmam." dedim.

Mutfağa geçtiğimiz gibi Ömer, çaydanlıkları su ile doldurup ocağa koydu. "Hayırdır?" diye sordu Ömer. "Ne hayırdır?" dedim. "Yiğit'in evinde ne yapıyordunuz?" dedi. Ellerimi, arakada, bel boşluğumda bağlayıp Ömer'in üzerine doğru yürüdüm. "Asıl sana hayırdır? Ne zamandan beri üst altına hesap vermiş?" dedim. Gülümseyip ağzımın içine kurabiyeyi koydu. Kıkırdayıp geri çekildim. Ağzımın içindeki çiğnedim.

"Tadı çok güzel." dedim. "Afiyet olsun." dedi Ömer. "Bugün karargahtan çıktığımızda eski sevgilim ile karşılaştık," dedim. Ömer'in kaşları havalanmıştı. Aileden sayılırlar. Bilmeleri gerekir. "Sarhoştu. Benim evime gelme ihtimalinden dolayı, tedbir amaçlı Yiğit'e misafirliğe geldim." Başını aşağı yukarı sallayıp elindeki kurabiyeden bir parça ısırdı. Tam dedikodu yapılmalık. "Niye gelmiş, şerefsiz?" dedi. "Bir fikrim yok." dedim. "Bize emanetsin. Bir şey yapamaz." dedi. Burun kıvırdım. "Bana hiç kimse bir şey yapamaz. Yiğit'in aklı kalmasın diye teklifini kabul ettim." dedim. Sırıttı.

Hazırlıklarımızı bitirip oturma odasına geçtik. Yiğit'in yanına oturdum. "Niye geç geldin?" dedi. "Ömer ile sohbet ettik." dedim. "Onunla fazla konuşma, psikolojini bozar." dedi. "Benim bozma ihtimalim daha yüksek." dedim. Gülümsedi.

"Ben sormayı unuttum. Doktor Öykü ile ne zaman tanıştınız?" dedi Ömer. "Zehir'e bakmak için çıkmıştım. Birden göz göze geldik yanına gittim. Çok tatlı bir kadın." dedim. Yiğit ve Ömer, Okan'a bakarak sırıtıyorlardı. "Okan, bilmem gereken bir şey var galiba?" dedim. "Kartal, Doktor'a yanık." dedi, Ömer. Okan ayağını uzatıp Ömer'e vurmuştu. Gülümsedim. "Öykü bahsettiğinde anlamıştım." dedim. "Nasıl yani?" dedi Okan. "Biraz senden konuştuk." dedim. "Ne?!" dedi Okan. "Adamın aklı gidecek şimdi. Taksit taksit değil de bir seferde anlatır mısın?" dedi Ömer.

"Öykü ilk geldiğinde, askerlerin onu rahatsız ettiğinden bahsetti. Ama Okan sayesinde bir daha kimse onu rahatsız etmemiş. Çok iyi bir insan dedi ama kendisiyle konuşurken gözlerine bakamamanı anlayamamış." dedim. "Yanlış bir şey söylerim de kendimden uzaklaştırırım diye korkuyorum." dedi Okan. "Kendin ol. Kendin gibi davran. Kaderde varsa elbet olur. Böyle yaparakta kendinden uzaklaştırırsın yani." dedim. "Biraz Yiğit'ten örnek al." dedi Ömer. "Neden?" dedim. Ömer bir an da ağzının içini doldurmuştu. Fazla üstünde durmadım.

"Bu arada Öykü yanıma taşınacak." dedim. "Karşı apartmana mı?" dedi Okan. "Yok uzaya." dedi Ömer. "Ömer! Dilini keserim senin." dedi Yiğit. Ömer burnun kıvırıp arkasına yaslandı. "Eve ihtiyacı vardı. Benimle beraber yaşamasını söyledim. Kabul etti." dedim. "Yiğit ve Okan her zaman sizde, bundan sonra." dedi Ömer. "Mutluluk duyarım." dedim. "Katil olmama az kaldı." dedi Yiğit. "Ben de büyük bir zevkle yardım ederim." dedi Okan. Güldüm. "Yazık ya adama." dedim. Ömer gülümsedi.

Gün boyunca beraber olduğumuzdan konuşacak fazla bir şeyimiz kalmamıştı. Yiğit müsade istedikten sonra kalktık. "Teşekkür ederim, her şey için." dedim. "Yine bekleriz." dedi Okan. "İyi geceler." dedi Yiğit. "Hemen uyuyacak mısınız? Neden ki?" dedi Ömer. Kaşlarını kaldırıp kaldırıp indiriyordu. Bir yandan da sırıtıyordu. "Umay sen eve geç. Benim küçük bir işim var." dedi Yiğit. Anahtarı, telefonunu ve silahını bana verip eve girdi. Kapıyı kapattığı gibi Ömer'in sesi gelemeye başlamıştı.

"İmdat! Adam öldürüyorlar."

Kıkırdadım.

Anahtarı yuvasına yerleştirip kapıyı açtım. Eve girip kapıyı kapattım. Telefonu oturma odasına koyup Yiğit'in yatak odasına geçtim. Silahı yastığın altına koyup odadan çıktım.

Kapı çalıyordu. Hızlı adımlarla kapıya ulaşıp açtım. "Kaç ölü? Kaç yaralı?" dedim. "Dokuz canlı o. Bir şey olmaz ona." dedi. Eve girip kapıyı kapattı.

"Film izleyelim mi?" diye teklifte bulundu. "Bana uyar. Kekimizi ve meyve suyumuzu da alalım." dedim. "Tamam. Ben diz üstü bilgisayarımı alıp geliyorum." dedi. Yiğit odasına, ben de mutfağa geçtim. Bir şeyler hazırlayıp oturma odasına taşıdım.

Yiğit film ile ilgileniyordu. "Ne tür olsun?" dedi. "Korku olsun." dedim. Mutfağa son kez girip içeceklerimizi aldım. Oturma odasına geçip sehpanın üzerine bıraktım. Yiğit'in yanına oturdum. Bilgisayarı orta sehpanın üzerine bırakıp filmi başlattı. Arkasına yaslandı.

"Korkarsan bana sakın sarılma." dedim, alaylı bir şekilde.

"Korkarsan bana sarılabilirsin." dedi, gülümseyerek.

"Ben korkmam." dedim.

"Korkutursun." diye devam ettirdi.

Çerezin olduğu kaseyi elime alıp arkama yaslandım. Yiğit kolunu, koltuğun sırtına uzatmıştı. Biraz daha kaysam, kolları arasında olacaktım.

Elini uzatıp çerezden bir avuç aldı. "Sevmiyordum demiştin." dedi. "Sevmediğim yiyemeyeceğim anlamına gelmez." dedim. Doğrulup içeceğimi aldım. Birkaç yudum alıp geri bıraktım. Film başlamıştı.

"Umay?" dedi. "Hı?" diye bir mırıltı çıktı, dudaklarım arasından. "Arada gözlerini kırp. Senden korkuyorum." dedi. Güldüm. "Güldürme. Korku filmi izliyoruz." dedim.

Ekranda bir anda yüzü kanlı kadın çıkınca elimdeki leblebiyi ekrana fırlattım. "Aptal. Kameranın dibinde ne işin var senin, çirkin yaratık." dedim. "Hiç korkmuyormuşsun." dedi Yiğit, gülerek. "Korkmuyorum zaten." deyip Yiğit'e yaklaştım. Karanlıkta korku filmi izlememiz fikrini kim ortaya attı? Hangi kızıl kafalı, korkusuz korkak o?

"Korku filmlerinin sonu neden sürekli kötü biter?" dedim. "Bir fikrim yok." dedi. Yine aniden yaratık çıkınca çerez tabağında elime geleni atmıştım. Yiğit kahkaha atmıştı.

"Değiştiriyorum. Gözümün gördüğünden korkmam." dedim. Kolunu omuzuma attı. "Gözünün görmediğinden de Allah korur." dedi. Başımı kaldırıp gözlerine baktım. Filmden sızan aydınlık gamzelerine vurmuştu. Baş parmağımı kaldırıp gamzesine dokundum. "Çok yakışıyor sana." dedim. "Bir tek sen görebiliyorusun." dedi. Dudağımın kenarı yukarı doğru kıvrıldı.

Filmdeki, Allah'ın belâsı, kadın çığlık atınca irkilmiştim. Ekrana dönüp kaşlarımı çattım. Tükürüp birkaç çerez daha fırlattım.

Film bitene kadar etmediğim laf kalmadı. Evinden tut banyodaki musluğa kadar laf söyledim. Sonunda bitince Yiğit lambaları yaktı.

"Geç oldu. Uyuyalım artık." dedi. "Olur." dedim. "Sen benim odamda uyu. Ben burada uyurum." dedi. "Rahatını bozmayayım. Uyurum burada da." dedim. "Rahatım bozulmaz." dedi. "Peki. İyi uykular." dedim. "İyi uykular." dedi.

Yatak odasına girip yatağın içine girdim. Gözlerimi kapatınca karşıma samara çıktı. Ben böyle uyuyamıyacağım. Doğrulup yastığı ve örtüyü kucağıma aldım. Oturma odasına girdim. "Ben de burada uyusam olur mu? Samara ile karşılaşmak istemem." dedim. Gülümseyip ayağa kalktı. Diğer koltuğu yatak haline getirip elimdekileri aldı. "Ben yapardım." Göz kırptı.

Hazır olunca içine girip Yiğit'e doğru döndüm. O da bana dönmüştü. "Bir şey soracağım." dedim. "Dinliyorum." dedi. "Şu yaratıklar neden beyaz giyiniyor? Siyah daha korkutucu değil mi?" dedim. Güldü.

"Uyu Umay." dedi. "Gayet mantıklı bir soru." dedim. "Aksini söylemedim." dedi. "Son bir soru soracağım." dedim. "Sor bakalım." dedi. "Metalci olmak gibi bir hayalin var mıydı?" İlk birkaç saniye ses gelmedi. Ardından büyük bir kahkaha patlattı.

Aradan beş dakika, yirmi beş saniye geçmişti. Ve Yiğit hâlâ gülüyordu. Yiğit'e arkamı dönüp gözlerimi kapattım. "Umay..." Konuşamıyordu. "Küstüm ben sana." dedim. "Tutamadım kendimi." dedi. Omuz silktim. "İyi ki hayatıma girdin." Yumduğum gözlerimi açtım. Sesinde tatlı bir tını vardı. Gülümsedim.

"Uyu artık." dedim.

"Peki. İyi uykular metalci, Umay." dedi.

______________

Hoşçakalın.

Loading...
0%