@_beyzanurcgrmn_
|
İyi okumalar dilerim. "Yiğit! Yardım eder misin?" Günün ayması ile uyanmış, bir çift kömür karası göz ile karşılaşmıştım. Günüm, önceden böyle aymamıştı. İçimin festivalden farkı yokken dışım tek bir ifade içindeydi. Yiğit yataklarımızı topluyor ben ise kahvaltı hazırlıyordum. Ama bir şey eksikti. Boyum tabakları almaya yetmiyordu. Kısa da değilim oysaki. "Geldim." dedi Yiğit. Gülümsedim. Parmağımın ucuyla en üst raftaki tabakları gösterdim. "Onları alamadım." Gülecek gibi oldu ama hemen vazgeçti. Elini uzatıp tabakları aldı. "Teşekkür ederim." dedim. "Rica ederim Minik Umay." dedi. "Ben minik değilim. Bir seksen boyum var benim." dedim. "Benim için miniksin." dedi. "Boyun kaç?" diye sordum. "İki metre iki santim." dedi. Uzun görünüyordu ama bu kadar da beklemiyordum. "Yarın gel elektrik direği olarak işe başla." dediğimde kahkaha atmıştı. "O halde sen de üzerime konan minik kuşlardan olmalısın." dedi. "Üzgünüm direk bey, elektriğiniz beni çarpar." dedim. Gamzelerini belli eder gibi gülümsüyordu. "Bitti benim işim." dedi. "Benim de bitti." dedim. Tabakları masaya yerleştirip çaydalığı ocaktan aldım. Dolaptan limonlu maden suyu çıkarıp kahvaltı sofrasına oturdum. "Ellerine sağlık." dedi ekmeğini omlete bandırırken. "Afiyet olsun." dedim. Maden suyunu elimden düşmüştü ama kırılmamıştı. Yerden alıp çatal yardımıyla kapağını açtım. Keşke yapmasaydım. Şampanya gibi bir gösteri yaşatmıştı. Yiğit'in yüzüne baktım. Şok içinde bana bakıyordu. Maden suyu başımdan aşağı her yere sıçramıştı. Dudaklarımı yalayıp kıkırdadım. Yiğit ise gülmek ve gülmemek arasında gidip geliyordu. "Portakallı maden suyu oldu." dedi. "Ha ha ha. Gülmekten öldüm." dedim. Güldü. "Duş alsan iyi olacak." dedi. "Bencede." deyip kalktım. Saçlarımdan damlalar akıyordu. Yiğit benim için beyaz bir tişört çıkarıp mutfağa geri dönmüştü. Duş başlığını saçlarıma tutup iyice yıkamıştım. Birgün normal bir insan gibi yaşaydım şaşırırdım zaten. Temizlendikten sonra kurulanıp kıyafetlerimi giydim. Saç kurutma makinesininin fişini prize takıp başımı eğdim. Saçlarım aşağı doğru sarkmıştı. Makine ile yakın temasa girdiler. Hemde fazla yakın temas. Allah'ım yeter. Birazdan oturup ağlayacağım. Saç kurutma makinesi ile saçlarım birbirine girmişti ve bir türlü çözemiyordum. "Yiğit!" Neden tüm saçma şeyler benim başıma gelir ki? Neden? İmdat! İmdat kere imdat! Odanın kapısı açıldı. Başımı kaldırdım. Yiğit eliyle yüzünü kapatmış benimle göz teması kurmuyordu. "Yardım eder misin?" dedim, küçük bir çocuk gibi. Ellerini yüzünden çekti. Başka bir yöne bakıp nefes aldı. Yüzü kızarıyordu. Kaşlarımı çattım. Göz göze geldik. Ve dayanamayıp kahkaha atmaya başladı. "Nasıl başardın? Uğraşsan bu kadarını beceremezsin." Omuz silkip başımı eğdim. Çok kısa bir süre sonra yanıma yaklaşıp beni kurtarmıştı. Sandalyeyi yanıbaşıma çekip oturttu. Saçlarımı kuruttu. Aynadaki yansımamızdan onu izliyordum. Arada gülüyor ama gözlerini asla saçlarımdan ayırmıyordu. İyice kurttuktan sonra aynadaki yansımama baktı. "Bir şey yapmak istersen bana söyle olur mu? Sürekli bir yakın temas kurmana gerek yok." dedi, alay eder gibi. Ters ters baktım. Ayağa kalkıp odadan çıktım. Mutfağa girdiğim gibi telefonum varlığını belli etmişti. Arayan dedemdi. "Paşam." diyerek telefonu açtım. "Kızım, nerdesin sen?" dedi. Allah'ım ne olur, hayır. "İyiyim dede. Sen nerdesin?" dedim. Yiğit ile göz teması kuruyorduk. Rahmetliler bakışmayı severdi. "Kapıdayım." dedi. "Hangi kapı?" dedim. "Topkapı Umay." dedi. Sabah sabah espri de yaptığına göre çok iyi durumda. "Orada ne işin var dedeciğim?" dedim. "Umay! İyi misin kızım? Evinin önündeyim. Çaldım ama açan olmadı. Karargahta da değilsin." dedi. Bunun cevabını sana veremem. "Ekmek almaya çıktım. Anahtar yok mu sende?" dedim. "Var. Giriyorum ben çabuk gel. Oyalanma." dedi. Uçacağım. "Tamam dede. Hemen geliyorum." dedim. Telefonu kapattım. Yiğit üç ton renk atmış gibiydi. "Bir ekmeğini poşete atıp bana verebilir misin?" dedim. "Ekmek?" dedi, sorar gibi. "Evet. Ekmek. Sabah kahvaltıda yediğimiz. Bak masanın üstünde var." dedim, masadaki ekmeği göstererek. "Paşa mı gelmiş?" diye sordu. "Evet. Evimde. Ben hemen gitsem iyi olacak. Çantamı sen getirirsin. Şimdi ben götürürsem olmaz." dedim. "Kıyafetin ne olacak?" dedi. Üzerimdeki on beden büyük tişörte baktım. "O sorun olmaz. Dedem alışık bende büyük bedenler görmeye." dedim. "Tamam." dedi. "Karargahta görüşmek üzere." dedim. "Sorun çıkmaz değil mi?" dedi. "Korkmana gerek yok. Sorun çıkmayacak." dedim. Ekmeği aldığım gibi evden fırladım. Apartmanlar arası ışınlanma yaparak kendi evime adeta uçtum. Kapıyı çalmama bile gerek kalmadan dedem açmıştı. Gülümseyerek boynuna atladım. "Mavi gözlü kralım. Seni çok özledim." dedim. "Bende kızımı çok özledim." deyip başıma dudaklarını bastırdı. Ekmeği mutfağa koydum. Dedemin yanına, oturma odasına geçtim. Başımı göğüsüne yaslayıp kollarımı beline doladım. "Babam gibi korkuyorsun." dedim gülümseyerek. Saçlarımı okşadı. Sessiz kalmıştı. "Bazen onları çok özlüyorum. Eksiklikleri o kadar belli oluyor ki." Dedemin nefes alış verişi derinleşmişti. Yeşil gözlerimi, sulanan mavi gözlerine çevirdim. Elimi uzatıp gözlerinde bekleyen yaşları sildim. Yanağına sulu bir öpücük bıraktım. "Ağlama." Gülümsedi. "Benim küçük kızım, büyümüş." dedi. "Benim kocaman dedem de her zamanki gibi, çok yakışıklı." dedim. Havalı bakışlar attı. Kıkırdadım. "Hangi rüzgâr attı?" dedim. Ciddi bir ifadeye bürünmüştü. "Bu senin arkadaşın Ateş beni aradı." dedi. Kendi eliyle kendini ölüme gönderiyor. "Ne dedi?" dedim. "'Umay'ın yanında sırık bir maganda var. Benimle gelmesine izin vermedi.' dedi." Yiğit'ten böyle mi bahsetmiş? "Kim bu sırık?" Gülümsedim. "Bozkurt." dedim. "Ateş sarhoştu. Beni korumak için biraz kendini göstermiş olabilir." Başını aşağı yukarı salladı. "Ben hallettim onu. Senin aklın kalmasın." dedi dedem. Sormaya korkuyorum. Allah bilir neler yapmıştır dedem. "Hazırlan bakalım. Seni karargaha bırakacağım. Ankara'da işlerim var." Ayağa kalktım. "Hemen hazırlanırım." deyip odama gittim. Kısa sürede hazırlandım. Silahımı ve telefonumu da yanıma aldım. Dedem ile evden çıktık. Umarım dedemin arabası ile giderdik. Benim arabanın anahtarı Yiğit'in evindeydi. İşte bunu dedem öğrenirse iyi şeyler olmaz. Dedem apartmandan çıktığı gibi korumaları yanımıza yaklaşmıştı. Siyah, parlak bir Volvo vardı. Dedem de her gün araba değiştiriyor. Arkaya yerleştikten sonra arabayı çalıştırdılar. "Dede senin spor araban nerede?" dedim. "Garajda. Onu İzmir de kullanıyorum sadece." dedi. Dedem ve arabasına olan aşkı. 🐺 Karargaha vardığımızda dedem, Albay ile görüşmüş daha sonrasında ise Ankara'ya dönmüştü. Üniformamı giyip revire uğramıştım. Öykü ile kısa bir sohbetin ardından Zehir'e bakabilmek için bahçeye çıkmıştım ama kendisi eğitimdeydi. Alay binasına girip mekana doğru ilerledim. Kapı kolunu çevirip odaya girdim. "Selam." Yiğit gülümseyerek oturuşunu değiştirdi. Sadece o vardı. "Aleyküm selam." dedi. "Yalnız değilsin." Her gün söylemeyi kafasına takmıştı. Beklemediğim bir anda söylüyordu ve her söylediğinde karnıma kramplar giriyordu. Yanına oturdum. "Paşa neden gelmiş?" diye sordu. "Ateş için. Dedemi arayıp seni şikayet etmiş. Dedem de onu haşlayarak evine geri göndermiş." dedim. "İyi yapmış. Yoksa ben yapacaktım." dedi. Omuz silktim. Önemli bir konu değildi. Karşımdaki duvarda asılı tabloyu incelerken birden Yiğit çenemi kavrayıp yüzümü yüzüne çevirdi. Şaşkınlıkla bakıyordum. "Çillerini kapatmışsın. Neden böyle bir şey yaptın?" dedi. "Makyaj yapmak yasak mı?" dedim. "Çillerini örtmek yasak." dedi. Orta sehpanın üzerine elini uzatıp ıslak mendili aldı. Çillerimin olduğu bölgedeki fondöteni sildi. Kafasını geri çekip yüzüme baktı. Gülümsedi. "Böyle daha iyi." Bu adam kafayı yemiş. Kaşlarımı çatıp çenemi elinden kurtardım. "Küstün mü minik?" dedi. Sessiz kaldım. "Makyaj yaparak güzelliğini örtüyorsun." Bak yine aynı şey oldu. Karnımda karıncalanmalar başlamıştı. Bir insan bu kadar açık sözlü olmamalı. "Ozan senin için yaprak sarma getirmişti. Seni göremeyince bana verdi. Annesi yapmış. Çok sevdiğimden yarısını yedim." Masanın üzerindeki kabı alıp yanıma tekrar oturdu. Kapağını açınca yüzümde güller açmıştı. Birkaç yaprak sarma ile hemen yumuşamamalıydın. Uzun ve ince olan bir tanesi çıkarıp bana uzattı. Dudaklarımı yalayıp ağzımı açtım. Ama eli hareket etmiyordu. Bileğinden tutup kendime yaklaştırdım. Yaprak sarmanın yarısını ısırdım. Diğer yarısını da kendi ağzına atmıştı. Gözlerimi gözlerine çevirmiştim ama gözleri gözlerimde değildi. Bence artık birilerinin odaya girmesi lazım. Çok sakıncalı. Kapı açılınca iki tarafa ayrılmıştık. Ömer ve Okan odaya girmişti. Suçlu çocuklar gibi göründüğümüze eminim. "Bir şey mi oldu?" dedi Ömer. Ağzımdaki parçayı çiğneyip başımı iki yana salladım. Yiğit kabı bana vermişti. Sessiz bir şekilde hepsini yedim. Okan, Yiğit ile aramıza oturdu. Gülümseyerek ona baktım. "Bugün, Öykü'ye günaydın dedim. O da gülümseyerek karşılık verdi." dedi Okan. "Görende sanacak atomu parçalamış." dedi Ömer, alaylı bir şekilde. "Kendini geri çekmemen iyi olmuş. Sevgini göstermekten çekinme." dedim. "Senin sayende. Teşekkür ederim." dedi Okan. "Benim bir şey yaptığım yok. Bu odun arkadaşlarının seni cesaretlendirmesi gerekirken o işi ben üstlendim sadece." dedim. "Odun mu?" dedi Ömer. "Evet." dedim. "Bende mi?" dedi Yiğit. "Öküz ol sen." dedim. Kömür karası gözlerini gözlerime dikmişti. "Bende minik oluşunu kime benziyor diye düşünüp duruyordum." dedi Yiğit. "Bulabildin mi?" dedim. "Buldum. Cadılara benziyorsun. Bir süpürgen eksik." dedi. Ağzım açıkta kalmıştı. "Cadılar çirkin olur." dedim. Gülümsedi. "Sen bir istisnasın." dedi. "Şimdi arada kaynayıp gideceğim." dedi Okan, aramızdan kalkarken. "Ben Yiğit'i anlamadım. İltifat mı etti, yoksa hakaret mi?" dedi Ömer. "Bende anlamadım. En iyisi boşvermek." dedi Okan. Yiğit'e son bir bakış atıp önüme döndüm. Ellerimi ıslak mendil yardımıyla silerken odanın kapısı tıklatılmıştı. "Gir!" dedi Yiğit. Albay'ın postasıydı. Asker selamı verip Yiğit'e döndü. "Toplantı odasına bekleniyorsunuz." Operasyon için olmalıydı. "Geliyoruz aslanım." dedi Yiğit. Posta gidince ayaklandık. Aynanın karşısına geçip beremi düzelttim. "Kadın her yerde kadındır." dedi Ömer. "Hem güzelim hem döverim." deyip odadan çıktım. Toplantı odasına sırasıyla girip yerlerimize geçtik. Ömer ile yan yana oturmuştuk. "Sana da birini bulalım. Okan ile alay etmeyi bırakırsın." dedim. "Bunlar gibi olacaksam istemiyorum." dedi, Okan ve Yiğit'i işaret ederek. "Bunlar mı?" dedim. Tam o sırada Albay giriş yapmıştı. Ayağa kalkıp hazırola geçmiştik. "Rahat olun çocuklar." dedi Albay. Oturunca biz de oturduk. "Görev için nereye gideceğiz?" dedim. Albay bana kısa bir süre öylece baktı. "Bazı huyların Paşa'ya benziyor. Ve bu beni korkutuyor. Başımıza belâ mı aldık?" dedi. Gülümsedim. "Tâ kendisi." dedim. Albay yüzünü tavana çevirdi. Bende baktığı yere baktım. "Nereye bakıyorsunuz, komutanım?" dedim. "Sabır diliyorum kızım." dedi. Başımı anladığımı belli eder gibi salladım. "Rabbim duanızı kabul etsin." dedim. Sıkıntılı bir nefes alıp verdi. Diğerlerine tek tek baktım. Hayretler içinde beni izliyorlardı. "Biz konumuza dönelim." dedi Albay. "Sınır köylerinden birine suikast yapacaklarına dair istihbarat aldık. Aynı zamanda muhtarın kızının düğünü var. Gidip düğüne katılacaksınız. Eğlenceleri bitene kadar yanlarından ayrılmayacaksınız. Bir suikast girişiminde bulunurlarsa engeleyeceksiniz. Uzun lafın kısası; göreviniz sadece korumak." Albay, uzun uzun köy hakkında konuştu. Konuştuğu sürece benimle göz kontağı kurmamıştı. Acaba gerçekten de mi benden korkuyordu? Toplantı odasından çıktık. Hazırlanıp hemen çıkmamız gerekiyordu. Akşam düğün olacaktı. Ona yetişmemiz gerekiyordu. Ömer ve Okan birkaç adım ilerimizdeydi. Ben ve Yiğit ise yan yanaydık. "Minik çilli cadı, dikkat et tamam mı?" dedi Yiğit. Göz devirdim. "Şu takma isim nereye kadar uzayacak çok merak ediyorum." dedim. "Tek kelimeye indirebiliriz." dedi. "Neymiş o?" diye sordum. "Zamanı gelince söylerim." dedi ve adımlarını hızlandırdı. Çok fazla kafaya takmadım. Teçhizat odasına girince gözlerim ışıldadı. "Aman Allah'ım!" Yiğit bana döndü. "Ne oldu?" dedi şaşkın bir biçimde. "Bebeğim." dedim. Kaşları havalandı. Yanından geçip Sniper'ım ile bakışmaya başladım. Şarjöründe bir sıkıntı olduğu için dedem yaptırmıştı. Uzun zaman oldu görüşmeyeli. Parmaklarımı üzerinde gezdirip ellerim arasına aldım. Göğüsüme bastırıp sarıldım. "Çok özlemişim." Ömer yanıma geldi. "Her sahip olduğunuz eşya ile aşk mı yaşıyorsunuz? Arabanız ile de böyleydiniz?" dedi. "Onlar sadece eşya değil, benim çocuklarım." dedim. "Sniper'ınız çok güzel." dedi Okan. "Kızım güzeldir." dedim. Ömer ve Okan hazırlanmak için soyunma odalarına girmişti. Yiğit arkadan kulağıma doğru eğildi. "Sahibi çok daha güzel." Sniper'ı yerine geri koyup bana ait olan soyunma odasına kaçtım. Yiğit'i bir süre düşünmemem gerek. Siyah kamuflajı giyip çıktım. Çelik yeleğimi giyip ceplerini doldurdum. Sağ bacağıma beylik silahımı sol bacağıma kasaturamı yerleştirdim. Saçlarımı sıkı bir at kuyruğu yaptım. Dolabımdan siyah bandanayı çıkarıp başıma bağladım. Piyade silahımı omuzuma aldım. Bugünlük sniper ile işim yoktu. Boy anasınının karşısına geçip kendimi süzdüm. Eğilip postalımdan rimeli çıkardım. Kirpiklerimi kıvırırken gözüm timdekilerin yansımalarına takılmıştı. Bana bakıyorlardı. Gülümseyerek onlara döndüm. "Düğüne gidiyoruz sonuçta." deyince gülmeye başladılar. Tüm hazırlıklar bitince timdekilerden ayrılıp Öykü'nün yanına gittim. Ne olur ne olmaz diye helâllik almak gerek. Revirin kapısını tıklattım. "Doktor Hanım ben gidiyorum." dedim. Öykü deri koltuğundan ağır adımlarla kalkıp yanıma geldi. "Hakkını helâl et." Gözleri büyüdü. "Umay nasıl konuşuyorsun sen?" Gülümsedim. "Bak aklım kalır. Sen yine de et." dedim. Kollarını bedenime sardı. Benden biraz kısaydı. "Dikkat et lütfen. Biz daha evde beraber partiler yapacağız. Çabuk gel." dedi. "Börek sözünü aldım." dedim. "İstediğin zaman yapacağım." dedi. Yüzü asıldı. "Helâl olsun. Sırf aklın kalmasın diye söylüyorum. Sana bir şey olursa neşterimin tadına bakmak zorunda kalırsın." Gözlerimi kıstım. "Korkutucusun. Dikkat edeceğim kendime." Vedalaştıktan sonra bahçeye çıktım. Zehir havlayarak yanıma koşmuştu. Başını okşadım. "Çok çalışıyorsun ve bana zaman ayırmıyorsun. Kırılıyorum." dedim. Ayaklarımın dibinde durmuştu. "Hadi Umay." dedi Yiğit. "Geliyorum, komutanım." dedim. Bir adım atacaktım ki Zehir engel olmuştu. "Görev beni bekliyor. Dönünce oyun oynarız." Bacaklarım arasına dolandı. Başımı kaldırıp Yiğit'e baktım. Birkaç adımda yanımıza gelip Zehir'in başını okşadı. "Oğlum bizim gitmemiz gerekiyor." dedi. Zehir yüksek sesle havlamaya başladı. Önümde durmuştu. Gitmemi istemiyordu. "Volkan! Zehir'i götür." dedi Yiğit. "Emredersiniz komutanım." dedi Volkan. Zehir'in tasmasından tutup çekmeye çalışıyordu. Evet sadece çalışıyordu. Zehir olduğu yere çivilenmiş gibi hareket bile etmiyordu. Başka bir yöne adım atınca tekrar önüme geçiyordu. "Normalde böyle yapmazdı?" dedi Okan. "Zehir, geri döneceğim. İnsanların bana ihtiyacı var." dedim. Beni dinliyor, diğerleri konuşunca sesli bir şekilde havlıyordu. Yiğit, Zehir'i kucakladı. "Sen araça geç." dedi bana. Ejder'e doğru ilerlerken Zehir'in sesi kulakları sağır edecek şekilde yükselmişti. Biz yerlerimizi aldıktan kısa bir süre sonra Yiğit bindi. Zehir'i götürmüş olmalıydı. "Bir sorun yok değil mi?" dedim. "Kaçmaya çalışınca bağladık. Niye böyle yapıyor bilmiyorum." dedi Yiğit. "Umay komutanımı çok sevdiğindendir." dedi Ömer. Başka bir konu hakkında konuşmadık. Hava bugün bozuktu. Zehir'in hareketlerinden sonra içime tuhaf bir his yayıldı. Boynum kaşınınca elimi üniformamın içine ittim. Elime kolyemin zinciri gelmişti. Kaşlarımı çatıp zinciri çektim. Kopmuştu. Sekiz yıl, duş alırken bile, boynumdan çıkarmadığım; annemin emaneti olan kolyem kopmuştu. Nefes alışverişim hızlanmıştı. "Umay?" dedi Yiğit. Gözlerimi kolyemden ayırıp kömür karası gözlerine çevirdim. Gözlerimi gördüğü gibi kaşlarını çattı. "Niye ağlıyorsun?" Yerinden kalkıp karşımda çökmüştü. Elimdekini gösterdim. "Annemin..." diyebildim sadece. "Yaptırırız." dedi. Akmak için hazırlanan gözyaşlarımı inmeden yok etmişti. "Alabilir miyim?" Başımı aşağı yukarı salladım. Kolyeyi elimden alıp cebinden siyah bir bandana çıkardı. Kolyeyi içine koyup bandanayı göğüsünün üzerindeki cebine koydu. "Zehir yüzünden moraliniz bozuldu." dedi Okan. "Ben size Yiğit'in eski hallerini anlatayım da biraz keyfiniz yerine gelsin." dedi Ömer. Yiğit gülümsedi. "Her şey yolunda." dedi. Elini kalbinin üzerine koydu. "Emanet burada güvenli. Döner dönmez nefes bile almadan gidip yaptıracağım. Üzülme." Gözlerimi yumup açtım. "Yiğit altına işemiş." Ömer'e hayretle baktım. Gözlerim on kat büyümüştü. "Bebekken. Herkes bebekken altına yapar." diye devam etti. Göz devirip başımı iki yana salladım. "Bu bilgiyi bize verdiğin için sana minnettarız. Nasıl aydınlandım anlatamam." dedim. Yiğit öldürücü bakışlarını arkadaşına gönderiyordu. "Aklıma bir şey gelmedi ama ben ne yapayım? Ayşe teyze bir defasında anlatmıştı. Bozkurt'un birinci yaş günüymüş. Mumu elleriyle söndürmüş. Adamın psikopat olduğu daha ilk günden belliymiş." Yiğit'e bakıp gülümsedim. "Bizim oğlan lisedeymiş, komşularının kızı da üniversitede. Birgün iki kişi bu kıza laf atmış. Kocaman adamlar. Bozkurt da gidip ikisini de hastanelik etmiş. Ayşe teyze anlattı bunları. Tanıştınız mı? Beni çok sever." Ömer biraz daha konuşmaya devam ederse Ejder'den fırlatılacak gibiydi. "Tanıştık. Çok tatlı bir kadın." dedim. "Oha! Ne zaman?" dedi Ömer. "Dün akşam. Görüntülü konuştuk." dedim. "Yarın istemeye geliriz." dedi. "Beni Bozkurt'un sevgilisi olduğumu zannediyor." dedim. Ömer vücudunu bana döndürmüştü. "Nasıl?" diye sordu. "Duru yanlış anladı. Sonra bende bozmadım. Bir görsen çok mutluydular." dedim. Ömer sırıtıyordu. "Senden daha iyi ve güzel gelin mi bulacaklar?" At kuyruğumu arkaya savurdum. "Değil mi?" Ömer kahkaha attı. "Kabul ettin yani gelinleri olmayı." Omuzuna vurdum. "Beni gaza getirdin. Öyle demek istemedim." dedim. "Tabii tabii. Buldun bizim direk gibi oğlanı. Kaçırmak istemedin." Tek kaşımı kaldırdım. "Akrep! Fazla mı uzun senin dilin?" Gülümseyip önüne döndü. Omuz silkip bende önüme döndüm. Yiğit ve Okan gülümseyerek bize bakıyordu. Ömer'in amacı kafamı dağıtmak olmalıydı. Bunu başarmıştı. Hepsi bana fazlasıyla iyi geliyordu. "Sana en önemli olayı anlatmayı unuttum." dedi Ömer. Başımı çevirip devam etmesini bekledim. "Birkaç yıl olmuştur. Kafede çay falan içtik. Hesabı bekliyoruz. Garson kız kağıdın üzerine sıfır koymadan telefon numarasını yazmış. Yiğit'e vermek için." Yiğit'e kısa bir an bakıp tekrar Ömer'e döndüm. "Bizim zeki de bunu hesap sanmış." Ömer ve Okan kahkaha atıyordu. "Üç tane çay nasıl bu fiyat olur diye kıza çemkirdi." Kahkahalarına bende gülerek eşlik ediyordum. "Adam flört konularından bir gram anlamadığı için telefon numarası olduğu aklının ucundan bile geçmedi." Yiğit kaşlarını çatmıştı. "Akrep! Atarım seni araçtan. Sürünerek gelmek zorunda kalırsın." dedi Yiğit, tehditkâr bir ses tonuyla. Ömer ağzına hayali bir fermuar çekmişti ama hâlâ alttan alttan gülüyordu. "Gülme çilli." Elimle ağzımı kapattım. Ben bunu operasyondan sonra hatırlayıp tekrar gülerim. Köye ulaşınca araç durdu. Ömer ile arada gülüp Yiğit'i sinir ediyorduk. Bir ara az kalsın Ömer'i atacaktı. Zor tutmuştuk. Ejder'in kapısı açılınca sırasıyla indik. Köyü korumak için sadece biz yoktuk. Diğerleri dış tarafta biz daha çok görünen taraf olacaktık. Köylünün çoğu bizi görmek için toplanmıştı. Yiğit karşımızda duran adamlarla tokalaştı. Ve şu an da herkesin gözü benim üzerimdeydi. Gülümsedim. "Hoş gelmişsin komutan kızım." dedi muhtar. "Hoş bulduk." dedim. Ömer ve Okan iki tarafa ayrılınca ben de Yiğit'e takılmıştım. Herkes yanındakiyle fısır fısır konuşuyordu. "Asker Hanım, çok güzelsiniz." dedi küçük yaşlarda bir oğlan. Gülümseyip göz kırptım. "Buyrun siz böyle oturun." dedi muhtar amca. Yiğit, sandalyeyi çekip önce benim oturmamı bekledi. Benden sonra kendisi de oturmuştu. "Senin saçını, yüzünü, gözlerini kapatsa mıydık? Nazar edecekler." dedi. Sessiz bir şekilde güldüm. "Benden daha güzelleri vardır." Yiğit öyle bir yüzüme baktı ki benden daha güzeli olmadığına inandım. Kadınlar masamıza yemekler getiriyordu. "Zahmet etmeyin." demiştim ama beni dinleyen yoktu. Akşam vakitleriydi. Renkli ışıklandırmalar takılmıştı her bir yana. Kalabalıktı. Her yeri inceliyordum. "Beğenmediniz mi? Neden yemiyorsun güzel kızım. Şu direk oğlan senin yemene izin vermiyor mu yoksa?" dedi teyze. Direk oğlana bakıp sırıttım. "Yok efendim, ben etrafa göz gezdiriyordum. Birazdan yiyecektim." dedim. "Teyze de bana güzel kızım. Sırık oğlum sende ye bir şeyler. Ben misafirlere bakıp geleceğim." deyip gitti teyze. Yiğit'e baktım. "Sırık oğlan." Kaşlarını çatıp önündeki yemeği yemeye başladı. "Yaprak sarma var yine. Bugün Allah'ın sevgili kuluyum." dedim. Çatalımı batırıp ağzıma attım. Kulaklığıma basılı tuttum. "Ömer sana ekmek arası yapıyorum. Geçerken al." Etrafıma göz gezdirip somun ekmeği ortadan böldüm. Yarısının içini sarma ile doldurdum. Ömer yanıma geldi. Ekmeği alıp gitti. "Utanmasanız diğerlerinin tabaklarını da süpüreceksiniz." dedi Okan, kulaklığın diğer ucundan. Kıkırdadım. Biraz bir şeyler yemiştim. Daha çok etrafı inceliyordum. "İlk defa mı köy düğününe geliyorsun?" dedi Yiğit. "Köyü bırak ilk defa bir düğüne geliyorum." dedim. "Bir ara korkmadım değil, ilk gittiğim düğün kendi düğünüm olacak diye." Gülüyordu. "Saçların gerçek mi?" Başımı diğer tarafa çevirdim. Küçük bir kız çocuğu gülümseyerek beni izliyordu. "Evet gerçek." dedim. "Çok güzeller." dedi. Küçük ellerini ellerim arasına aldım. "Senin saçların daha güzeller." dedim. Bacaklarım üzerine oturtup kaküllerini düzelttim. "Yemek yedin mi sen?" diye sordum. Saçım ile uğraşıyordu. "Evet. Annem yedirdi." dedi. Kulağıma yaklaştı. "Bizi izleyen abi, senin sevgilin mi?" Sorduğu sorudan sonra kıkırdamıştı. Ve Yiğit onu duymuştu. "Cimcime seni." dedi Yiğit, ufaklığın burnuna hafif dokunarak. "Siz ne zaman evleneceksiniz?" Düşünür gibi yaptım. "Yaz ayında evleniriz." dedi Yiğit. "Siz işi pişirmişsiniz. Biz laf edince tehdit ediyorsunuz?" dedi Ömer. "Herhalde düğünden sonra haberimiz olacaktı." dedi Okan. Gülümsedim sadece. "Ben ablamın yanına gideceğim." dedi küçük kız. Yanağıma öpücük kondurup uzaklaştı. "Yazın evleneceğimizden benim neden haberim yok." dedim. "Ne zaman evlenmek istersiniz?" dedi Yiğit. "Yazın evlenilir. Ve lütfen yazın evlenin. Kışın hangi manyak evlenir ki? Zaten evlenmesin. Üşürüm ben." dedi Ömer. "Delisiniz." deyip güldüm. Birbirimize fazla uyum gösteriyorduk. Gelin ve damat gelmişti. Davul ve zurna ben burdayım der gibi çalıyordu. Arkama dönüp zurnayı çalan adama baktım. "Bizdeki de kulak." dedim. Başını bir kere sallayıp uzaklaşmıştı. "Dövseydin adamı." dedi Yiğit. Omuz silktim. "Takıyı kim takacak? Senin rütben büyük, sen tak. Sonuçta yaş olarakta, boy olarakta, rütbe olarakta sen büyüksün." dedim. "Öncelik senin Umay Hanım. Her konuda öncelik senin, yanında ben olduğum sürece." Kulaklığın diğer ucundan ıslık sesleri geliyordu. Şimdi benim bu durumda ne demem gerekiyor. Yiğit gülümsedi. "Bunlar iltifat değil, olması gereken." Gülümsemekle yetindim. Köylüler halaylar çekti, farklı oyunlar oynadılar. Yiğit ile beraber ayağa kalktık. Gelin ve damada doğru ilerliyorduk. "Tebrik ettikten sonra başka bir şey söylememe gerek var mı?" dedim. "Kaynanalarınızın dedikodusunu yapın." dedi Ömer. "Kafanı kırarım senin." dedim. "Hem Ayşe teyze çok iyi bir insan." Gülüşmeler çoğalmıştı. "Sen Ayşe teyzeyi benimsemişsin ama Yiğit'i kabullenemedin." dedi Ömer. "Akrep çok konuşuyorsun." dedim. Sustu. Elimi geline uzattım, daha sonra da damada. "Çok tebrik ederim." Gülümseyip teşekkür ettiler. Tam altını gelinliğe taktım. "Hiç gerek yoktu." dedi bizimle ilgilenen teyze. Muhtar bey amcanın eşi olmalı. "Adet yerini bulsun. Allah bir yastıkta kocatsın." dedi Yiğit. Masamıza geri döndük. "Neden öyle dedin?" dedim. "Evlenenlere böyle söylenir." dedi Yiğit. "Biri bana söylese utanırdım. Ayıp." dedim. "Sonuçta çocuk yapmayacaklar mı?" dedi Ömer. "Terbiyesiz." dedi Okan. "Ne ya? Yalan mı? Şimdi eve-" Ömer'in cümlesini Yiğit kesmişti. "Ağır ol Akrep!" Konuştuğumuz konuya bak. Ayıp ayıp. "Utanınca çillerin daha çok belirgin oluyor." dedi Yiğit. Benimle değil de daha çok kendisiyle konuşuyor gibiydi. "Utanmadım." Yalan. Çok utandım. Masaya oturur oturmaz teyze gelmişti. "Oturmaya mı geldin kız? Kalk iki göbek at." Zoraki bir şekilde gülümsedim. "Ben otursam daha iyi olacak." dedim. "Kalk çilli, iki göbek at." dedi Yiğit, kahkaha atarak. "Direk oğlum sen de gel oyna." dedi teyze. Bu defa ben güldüm. Teyze zorlamamıştı. Masada oturup onları izliyordum. "Bozkurt ve Asena; saat üç yönüne bakın." dedi Ömer. Söylediği yöne baktık. Elinde telefon vardı ve bizi çekmişti. "Çok güzel çıktınız." İnsan bir haber verir. "Telefon ekranın yap." dedim. "Yok size atacağım Bozkurt yapsın." dedi Ömer. "O telefonu sana yediririm. İnsan gibi nöbetini tut." dedi Yiğit. "Hep bir şiddet hep bir tehdit. Fotoğrafınızı Paşa'ya atayım da gör gününü." dedi Ömer. Gülerek Yiğit'e baktım. Rengi atmıştı. "Akrep, lütfen şaka olduğunu söyle yoksa birazdan kalpten gidecek." dedim. Ömer ve Okan gülmüştü. "Şu salağa inanmayın ya." dedi Okan. "Şu fotoğrafı bana at ve sonra da telefonundan sil." dedi Yiğit. "Atmıyorum." dedi Ömer. Yiğit ayağa kalktı. "Tamam ya atıyorum." 🐺 Düğün sona ermişti. Gelin ve damadı evlerine gönderdiler. Davetliler çoktan gitmişti. Tek tük insan vardı. Etrafı toparlıyorlardı. Yiğit telefon ile konuşabilmek için uzaklaşmıştı. Küçük kızı gördüm. Sandalyede oturmuş ısınmaya çalışıyordu. Gülümseyerek yanına gittim. "Üşüdün mü sen?" dedim. Başını aşağı yukarı salladı. Çelik yeleğimi çıkarıp masanın üzerine bıraktım. Üniformamın ceketini çıkarıp kızın üzerine örttüm. "Bu seni idare eder." Kırmızı burnunu hafifçe çektim. Gülümsemişti. Etrafta göz gezdirdim. Az ötede bir çocuk yere düşmüştü. Hızlı adımlarla yanına vardım. Yerden kaldırıp üzerini silkeledim. "Acıdı mı bir yerin?" dediğimde başını iki yana sallamıştı. Doğruldum. Yiğit'e baktım. Kaşlarımı çattım. Sırtında kırmızı ışık belirip kaybolmuştu. Tek gözlü dürbünü cebimden çıkarıp dağlara baktım. Burdalardı. Gelmişlerdi ve hedefleri Yiğit'ti. "Üsteğmenim." dedim sakin bir sesle. Cevap gelmemişti. "Bozkurt beni duyuyor musun?" Yine cevap gelmedi. "Kartal, siper alın. Buradalar." Yiğit'e doğru yürüdüm. Ömer köylüleri sessizce evlerine gönderiyordu. Eğer anladığımızı belli edersek kötü olabilirdi. "Yiğit lütfen beni duy." Bana dönüp bakmıyordu bile. Lazer ışığı tekrar göründü. Koşmaya başladım. "Komutanım yerinizde kalın!" dedi Okan. Dinlemedim. Daha hızlı koştum. "Asena dur!" dedi Ömer. "Yiğit! Yere yat." Bana döndü. Kaşları şaşkınlığı belli eder gibi havalanmıştı. Sırtımı Yiğit'in göğüsüne yasladığım gibi kulakları dolduracak bir ses çıktı. Önce bir sızı hissettim. Başımı eğip göğüsümün altındaki ıslaklığa baktım. Elimi bastırdığım gibi kırmızıya bulanmıştı. Vurulmuştum. "Umay!" ________ Hoşçakalın. |
0% |