Yeni Üyelik
13.
Bölüm

13.Bölüm

@_beyzanurcgrmn_

Keyifli okumalar.

________

Yiğit'ten

Ölüm kaçınılmazdır. Herkes birgün tadacaktır. Bizim öteki insanlardan farkımız ölümün bize daha yakın olmasıydı. Ama ölüm ona hiç yakışmaz. O ölmemeli.

"Komutanım?!"

Kucağımdaki minik bedeni hareketsizdi. Nefes aldığımı hissettiren gözleri kapalıydı. Ben nefes alamıyorum. "Umay..." Kandan nefret ettiğini söylemişti ama şu an kanlar içindeydi.

"Bozkurt!"

Ellerim onun kanıyla boyanmıştı. Neden gözlerini açmıyordu? O gözlerini açmazsa ben nasıl nefes alacağım? "Çilli..." Çillerini sayacaktım. O da utanacaktı. Daha belirgin olacaktı. Ben onları izleyecektim. Şu an solgun görünüyorlar. Dudakları morarmıştı.

"Yiğit! Kendine gel." dedi Okan.

Albay ile konuşmak için uzaklaşmıştım. Sesler karışmasın diye kulaklığı kapatmıştım. Bana seslenmiş. Duymamışım. Allah kahretsin.

"Umay, bu kadar uyuduğun yeter. Aç gözlerini." dedim ama bir cevap alamamıştım. Bir elim göğüsünün altına baskı uyguluyordu. Diğer elimi boynuna dolayıp başını göğüsüme yasladım. "Hadi kalk. İstediğini yap. Valla sesimi çıkarmayacağım. Ama uyan. Lütfen Umay." Sesim titriyordu. "Biri bir şey desin. Neden uyanmıyor?" dedim, sesimi yükselterek. "Kendini kaybetme." dedi Okan, başımı kaldırarak. Başımı iki yana salladım. Çenemi Umay'ın başına yasladım.

"Neden çıkardın yeleğini? Kendini düşünmeyi ne zaman öğreneceksin? Hadi uyan ve güzel gözlerinle bana bak. Benim sana söylemek istediğim çok şey var. Beni bırakma sakın olur mu?" Helikopterin sesi yaklaşıyordu. "Kurtulacaksın. Sakın vazgeçme. Ben yanındayım. Asla yalnız olmayacaksın. Sen de yalnız bırakma beni." Başının üzerine dudaklarımı bastırdım. "Neden yaptın bunu? Neden benim önüme atladın? Niye Umay, niye? Keşke yapmasaydın. Keşke ben vurulsaydım da sen böyle uyumasaydın." Nabzı azalıyordu. Sol gözümden akan yaşı umursamadım. "Kalk hadi. Kalbimi yaralamana hakkın yok. Kalk ve bana sarıl. Buna şu an çok ihtiyacım var. Gözlerini görmeye çok ihtiyacım var." Başını boyun girintime yasladım. Artık gözyaşlarım damla damla değil sağanak halinde akıyordu.

"Yaşayamam diyorum, duyuyor musun beni? Sen olmazsan ben yaşayamam."

🔫


Doğduğum günden bu yana ilk defa bu kadar canımın yandığını hissediyordum. Bu başka bir şeydi. Nabzım atıyordu ama kalbim durmuştu. O kurşun sanki Umay'ın kalbine değilde bana saplanmıştı. Canı çok acıyor olmalı. Onun tüm acısını ben çeksem, bana verseler olmaz mı? Çok kan kaybetti.

"Kalkacak değil mi?"

Kalksın.

"Ölmesin o."

Ölüm ona yakışmaz.

"Doktor bana bir cevap ver!"

Okan kolumdan tutup beni geriye doğru çekiştiriyordu. "Hastayı kontrol etmeden bir şey söyleyemem. Elimizden geleni yapacağız. Lütfen sakin olun ve ameliyathaneye girmeye çalışmayın. İşlerimizi zorlaştırıyorsunuz." dedi doktor. Umay'ın alnına dudaklarımı bastırıp geri çekildim. "Elinden geleni değil, daha fazlasını yap. Eğer ona bir şey olursa bu hastaneyi başınıza yıkarım." Sesim hastane koridorlarında yankılanmıştı.

"Kendine gel Yiğit." dedi Ömer, karşıma geçince. "Umay kendine gelmeden bende kendime gelmeyeceğim. Karışmayın bana." Ameliyathanenin kapısının önünde bekledim.

Bekledim...

Saatlerce bekledim, hiç hareket etmeden.

Üç saat geçmişti. Koskoca yüz seksen dakika. Gelen giden olmadı. Durumu hakkında bilgi veren olmadı. Çok mu kötü? Ben buna dayanamam.

"Torunum nerede?" Paşa'nın sesi ile arkama döndüm. Albay ve birkaç asker vardı yanında. "Cevap verin. Nerede benim kızım?" Kimseden ses çıkmadı. Başını çevirip bana baktı. Kaşlarını çatıp üzerime doğru geldi. "Ben kızımı sizi emanet ettim." deyip göğüsüme vurdu. "Niye sahip çıkmadınız ona? Bozkurt! Neden kızımı korumadın?" Dolan gözlerim yaşardı. Başım da duruşum da dikti ama ruhum yıkılmıştı.

Paşa, kısa bir süre gözlerime bakıp elini enseme attı. Beni kendine doğru çekip sarılmıştı. "Emanetinizi koruyamadım, komutanım. Özür dilerim. Çok özür dilerim."

Hava aydınlanmış yine kararmaya başlamıştı. Umay'dan bir haber yoktu hâlâ. Paşa'ya sakinleştirici yapıp uyutmuşlardı. Her geçen zaman dilimi kalbimden bir parça götürüyordu. Zamanla her şey geçer derler. Geçmez. Zaman insanı ölüme yaklaştırır. Bitirir. Yok eder. Umay'dan biraz daha haber gelmezse ben de yok olacaktım.

Öykü'ye doğru ilerledim. Okan'ın yanında ağlıyordu. "Neden bu kadar uzun süre sürdü?" diye sordum. Gözyaşlarını silip başını kaldırdı. "Göğüsünün altından vurulmuş. Kalbine çok yakın bir noktadan." dedi. "Yani?" dedim kaşlarımı çatarak. "O masadan kalkacak. O güçlü biri." dedi, ağlayarak. "Kalkacak zaten. Sadece bu kadar uzun sürmesini anlayamıyorum." deyip ameliyathanenin önündeki yerimi aldım.

Ömer yanıma gelip elini omuzuma atmıştı. "Ayakta dikilmenin bir anlamı yok. Otur ve biraz dinlen." dedi. "Gerek yok. Umay'ı bekleyeceğim." dedim. O sırada ameliyathanenin otomotik kapısı açıldı. Doktor bonesini ve maskesini çıkarıp avuç içinde top haline getirdi. Alnında boncuk terler birikmişti.

"Umay..." deyip yutkundum. "Umay Hanım bizi çok zorladı." dedi doktor. Cebinden çıkardığı kağıt havlu ile alnındaki terleri sildi. "Elimizden geleni yaptık. Hayati tehlikesi geçmiş değil. Yoğun bakımda durumunu takip edeceğiz." Doktora doğru bir adım attım. "İyi olacak değil mi?" dediğimde gözlerini kaçırmıştı. "İyi olduğunu duymaya o kadar muhtacım ki, kafayı yemek üzereyim." Ömer koluma girmişti. "Bakın Yiğit Bey kesin bir şey söyleyemem. Size söylediğim gibi elimizden geleni yaptık ve yapmaya devam edeceğiz. Sevgiliniz bizi çok zorladı ama dayanıyor. Savaşıyor. Onun yerinde bir başkası olsaydı, bu kadar dayanamazdı. Sizden istediğimiz sabırlı olmanız." Benim minik sevdiğim savaşıyor. Başaracak, biliyorum.

"Onu görebilir miyim?" dedim, çaresiz bir şekilde. "Sadece on dakika. Hemşire sizi yönlendirecek." deyip gitti. "Onu çok özlediğimizi söyle." dedi Ömer. "Tamam." dedim.

Kısa bir süre geçtikten sonra hemşire geldi. Hazırlanmam için beni çağırmıştı. Üzerime mavi önlük giydim. Bone ve maske taktım. Hemşirenin arkasına takılıp yoğun bakıma girdim. Kapıyı açtı. "Uzun sürmesin." deyip geri çekildi. Onu gördüm. Sedye üzerindeki minicik bedenini. Başımı hızlıca sallayıp girdim. Hemşire çıkıp kapıyı kapatmıştı. Bir süre uzaktan sadece izledim.

Ağır ağır adımlar atarak yaklaştım. Dizlerimin üzerinde çöküp sağ elini ellerim arasına aldım. "Doktor bizim sevgili olduğumuzu düşünmüş. Manyak adam. Ben olsam karı koca derdim. Birbirimize yakışıyoruz. Öyle diyorlar, Okan ve Ömer. Birbirimizi tamamlıyormuşuz. Güneş batarken kızıl ve siyah renkler boy gösteriyor. Bizim saç renklerimiz. Yeşil ve siyah da çok uyumlu. Bizim göz renklerimiz. Her şekilde uyumluyuz." Ne diyorum ben ya?

"Biraz saçmaladım, kusura bakma." Alnımı eline yasladım. "Saçlarını da kapatmışlar. Olmaz ki böyle. Yüzündeki maskeden dolayı çillerini de göremiyorum. Hemen kalkman gerek buradan. Canım hiçbir zaman böyle acımadı, Umay. Anlatmak istesem, konuşamam. O kadar farklı bir şey ki. Ben galiba sana aşık oldum. Galiba bile değil. Ben sana aşık oldum. Duyuyor musun beni, bilmiyorum ama sana aşık olduğumu bil çilli. Paşa bana sarıldı. Benim seni sevdiğimi anlamış olmalı. Sen uyandıktan sonra beni komalık edebilir." Maskemi indirip doğruldum. Umay'ın alnına uzun bir öpücük bıraktım. "Mis gibi kokuyorsun. Çabuk kalk olur mu? Özlerim seni. Benim sürem doldu. Gidiyorum. Yine geleceğim. Küçük bir işim var. Ömer, Okan ve Öykü'nün de selamı var. Seni özlemişler. Savaşmaktan vazgeçme. Seni bekleyeceğim."

Beyaz tenine, kapalı gözlerine ve bonenin içine sıkıştırılmış saçlarına son kez bakıp çıktım. Önlüğü, maskeyi ve boneyi çıkarıp kutuya attım. Telefonumu çıkarıp numarayı tuşladım.

"Akif?"

"Bozkurt'un selamını ilettim. Seni bekliyoruz."

"Birazdan orada olacağım."

Telefonu kapatıp Umay'ın dışardan göründüğü kısma doğru ilerledim. Ama yalnız değildik. Fatih Albay buradaydı. Umay'ın manevi babası. Kollarını arkasında birleştirmişti. Gözlerini kısmış beni inceliyordu.

"Kızımı öptüğün için o ağzını tost makinesi arasında ezeceğim." Esas duruşa geçtim. "Emredersiniz komutanım!" dedim. "Akrep?" dedi Fatih Albay. Ömer, Fatih Albay'ın yanıbaşına gelmişti. "Emredin komutanım!" dedi Ömer. Fatih Albay gözlerini camdan Umay'a değdirip tekrar bana döndü. O kısacık zamanda gözlerindeki şefkati görmek bile mümkün olmuştu. "Bu adam benim kızımı mı seviyor?" Umay'ın uyandığını görmeden ölmem umarım. "Evet komutanım." dedim. "Kızınızı seviyorum. Umay gözlerini açtıktan sonra bana istediğinizi yapabilirsiniz."

Fatih Albay, öyle mi der gibi bakıyordu. Ömer'e döndü. "Sabah kahvaltıda yürek yemiş galiba." dedi. "Yok komutanım kahvaltı yapmadık." dedi Ömer. Üzüntüden mi, korkudan mı bilmem ama kendinde olmadığı kesin. Fatih Albay Okan'a döndü. "Bu da beynini yemiş."

Gözlerini tekrar bana çevirdi. "Bir de ağladın mı sen?" dedi. Keşke içimdeki zehri ağlayarak atabilsem. Ömer'e baktı. "Kesin Paşa'yı da gözyaşlarıyla kandırmıştır. Paşa biraz yufka yürekli hemen inanıyor. Ama ben yemem. Söyle o Bozkurt'a; Asena'yı ben yetiştirdim. Benim kızım daha kötü olayları atlattı. Oradan da kalkacak. Ağlamasın." Gülümsedim. Beni teselli ediyordu galiba. Ama farklı bir yöntem ile. "Kalkacak." dedim. Fatih Albay tek kaşını kaldırıp bana baktı. "Akrep, şu karşımdaki adama söyle kızımdan uzak dursun." dedi. Ömer konuşacağı sırada ben öne atıldım. "Ben ciddiyim komutanım." Bir adım geri çekilip baştan aşağı bana baktı. "Ne diyor bu, Kartal?" dedi Fatih Albay. "Ciddi olduğunu söyledi, komutanım." dedi Okan. "Ağlayarak günlüğüne yazsın." deyip cama yaklaştı. "Ciddiymiş. Ben prenses kızımı direk ile sevgili olsun diye mi yetiştirdim?"

Neden direk? İki metre iki santim olmayı ben seçmedim.

"Akrep! Kızım bu konu hakkında benimle konuşmadı. O ne diyor?" Buradan sonrası karışacak. "Haberi yok kendisinin." dedi Ömer. "Kızım gözlerini açsın, halledeceğim ben." dedi Fatih Albay. "Ne şekilde komutanım?" dedim. "Seni falakaya yatıracağım."

🔫


Zırhlı otomobilden inip eski ve küçük fabrikaya doğru ilerledim. Kapısını büyük bir gürültüyle açtım. "Hoşgeldin devrem." dedi Akif. "Bunun yüzünün hali ne?" dedim, karşımdaki ite bakarak. "Senin için hazırladım. Makyajsız karşına çıkmasını istemedim." dedi Akif. "Sağol." deyip omuzuna dokundum. "Yengem nasıl?" dedi. "Yoğun bakımda. Ama kalkacak." dedim. "Rabbimden ümit kesilmez." dedi Akif. Başımı salladım.

Sandalyeyi ters çevirip şerefsizin karşısında oturdum. "Bırakın beni." dedi. Güldüm. "Bırakmak mı? Fazla hayal kuruyorsun." Elimi uzatıp sağ ve sol elini kendime doğru çektim. İkisini üst üste koyup masanın üstüne yerleştirdim. "Hangi parmağınla tetiğe bastın?" Ellerini çekmeye çalışıyordu. "Cevap vermeyecek misin? Peki." Kasaturayı kılıfından çıkarıp ellerine sapladım. Acı içinde bağırmaya başlamıştı.

"Ben selam göndermiştim sana. Aldın değil mi? Ve ne demek olduğunu da biliyor olman gerek."

Başını hızlı hızlı aşağı yukarı salladı.

"Bozkurt'un selamı; ölüm vaktin gelmiş demektir."

"Afferin. Asena gözlerini açana kadar sana ölümü tatırmayacağım. Her gün seni ölüme yaklaştıracağım ama öldürmeyeceğim. Bozkurt'un Asena'sının da kim olduğunu öğreteceğim."

Kasaturayı hareket ettirerek çıkardım. Sesi, fabrikanın boş duvarlarında yankılar yapmıştı. Ayağa kalkıp masadaki bez ile kasaturadaki kanı temizledim. "Devrem ben gidiyorum. Bugünlük bu kadar yeter." dedim. "Tamam. Ben bunu halledip uğrarım hastaneye." dedi Akif. "Allah'a emanetsin." deyip fabrikadan çıktım.

Zırhlıya binip hastaneye doğru sürdüm. Fabrika ile hastane arası biraz uzaktı. Sevdiğin bir insanın zarar görmesi çok farklı bir durum. Sanki dünya duruyor. Zaman geçmeyi bilmiyor. Ama acı öyle değil. O varlığını fazlasıyla belli ediyor. Acı geldi tam kalbimin ortasına oturdu ve kalkmak bilmiyor.

🔫


Bugün hastanede dördüncü günümüzdü. Bir değişiklik yoktu. Hâlâ aynıydı. Fatih Albay, Umay'ın yanından çıkmıştı. Cama yaklaşınca geri çekilmiştim. "Seni şikayet ettim." dedi Fatih Albay. Umay'dan bakışlarımı alıp Albay'a çevirdim. "Senin sürekli ağladığını ve o çirkin suratını görmek zorunda kaldığımı söyledim. Bir an önce kalkması gerekiyor." Camdan yansımama baktım. Umay beni beğeniyor. Çirkin değilim. Bana bakıp yüzünü buruşturdu. Şu an Umay orada yatmamış olsaydı, gülebilirdim. Ama şimdi gülmek bana acı verir sadece.

"Ne kadar ciddisin?" diye sordu. Bu bir tuzak soru mu acaba? "Umay isterse hemen nikaha otururum." dedim. "Her şeyin bir usulü var. Ne demek hemen nikah?" dedi Fatih Albay. "Ciddi olduğumu belirtmek için söyledim. Her şey usulüne uygun olacaktır zaten." dedim. "Ben kızımı hemen vermem. Hem kızım seni istemez. Yakışıklı bile değilsin." dedi. "İstemesin ama yeterki uyansın." dedim. Sessiz kaldı. İçi acıyordu, biliyorum. Kafasını dağıtmak için benimle uğraşıyordu.

Umay gibi duygularını örten biri. Zaten Asena'yı da Fatih Albay yetiştirmiş. İçine atmaya devam edecek olursa iyi olmayacaktı.

Umay'ın odasında bir hareketlilik olmuştu. Doktorlar girip girip çıkıyordu. Kapıya koştuk. "Ne oluyor?!" dedi Fatih Albay. Umay'ı odadan çıkarmışlardı. "Acil ameliyata almalıyız." dedi doktor. "Ne ameliyatından bahsediyorsun?" dedi Fatih Albay. "Lütfen işimizi zorlaştırmayın." dedi doktor. Hızlı bir şekilde ilerlediler. Fatih Albay'ın kollarından tutmuştum. "Savaşmayı bırakmayacak." dedim. "Benim kızım savaşmaya bayılır. Kalkacak biliyorum. Sen de bana yakın davranmayı bırak. Kızımı sana vermeyeceğim." dedi Fatih Albay. Kollarını çekti. Dokunsan yıkılırdı.

Okan yanıma geldi. "Sakin ol tamam mı?" dedi. Bir şey söyleyemedim. Ameliyathanenin olduğu kata çıktık. Duvara yaslanıp yere çöktüm. Ameliyathanenin kapısına öylece baktım. Çıkacaksın oradan. Çıkacaksın değil mi, Umay?

Telefonum çalınca cebimden çıkarıp baktım. Annem arıyordu. Aramayı kabul edip kulağıma dayadım.

"Oğlum neden hiç aramıyorsun?" dedi.

"Anne..." Dudaklarım arasından başka bir kelime çıkmadı.

"Yiğit ne oldu?" Öldüm anne. Kalbimi söküp aldılar.

"Umay vuruldu. Beni koruyabilmek için vuruldu." Boğazım düğümlenmişti.

"Geliyoruz, oğlum." Annem ağlıyordu. Görmediğini bile bile yine de başımı salladım. Telefonu kapatıp başımı kollarım arasına sıkıştırdım.

Koluma sarılı bandanasını burnuma yaklaştırdım. Portakal çiçeği kokusunu ilk defa duyuyordum. Sadece Umay'ıma özel. Çok güzeldi. Gözlerini görmeyeli uzun zaman oldu. Gözlerin benim oksijen ihtiyacımı gideriyor. Görmezsem nefes alamam. Gözlerini açmazsan ölürüm.

İki buçuk saat geçti. Olduğum yerde bir milim kıpırdamamıştım. Ömer, Fatih Albay'ın yanındaydı. Okan ise Öykü'nün. Paşa hâlâ uyutuluyordu. Koridordan adım sesleri geldi. "Yiğit?" Annemin sesi. Başımı kaldırdım. Annem, babam, ablam ve yeğenim gelmişti. Annem yanıma yaklaşıp kollarını boynuma doladı. "Anne... Canım çok acıyor." Başıma üst üste öpücük kondurdu. "Güzel gözlü kızım iyi olacak." dedi annem. Anneler yalan söylemez. Umay iyi olacaktı.

Ameliyathanenin kapısı açılınca hızlıca ayağa kalktım. Dengemi koruyamayıp tam düşecekken babam tutmuştu. Elini öpüp doktora doğru koştum. "Nasıl?" dedim. Gülümsedi. "Umay Hanım kazandı. Hayati tehlikesi tamamen kalktı. Uyanana kadar bir süre daha yoğun bakımda tutacağız. Sadece tedbir amaçlı." dedi doktor. Elimin tersiyle dolan gözlerimi sildim. "Sağolun." dedim. "Ne zaman uyanır?" dedi Fatih Albay. "Çok ağır iki ameliyat geçirdi. Hemen uyanmasını bekleyemeyiz. Ama iyi. Aklınız kalmasın." Doktor elini omuzuma attı. İki defa vurup gitti.

Anneme sarıldım sımsıkı. Fatih Albay, Ömer'e sarılmıştı. Ömer hâlâ korkuyordu. Sessizce güldüm.

Umay'ı yoğun bakıma getirdiler. Biz de dışardan onu izliyorduk. "Ahmet, Yiğit'in babasıyım." Babam, Fatih Albay'a elini uzatmıştı. "Albay Fatih, Umay'ın manevi babasıyım." Fatih Albay ile diğerleri de tanışmıştı. Duru yanıma gelip kollarını belime doladı. Kolumu omuzuna atıp kendime çektim. "Seni hiç böyle görmemiştim dayı. Çok korktum." dedi. "Geçti." dedim. "Umay yengem mükemmel bir kadın. Seni yalnız bırakmaz." dedi. "Bırakmadı."

Akşam vakti olunca annemleri eve göndermiştim, Ömer ile. Okan, Öykü'yü eve bırakmaya gitmişti. Fatih Albay, Paşa ile ilgileniyordu. Sadece ben vardım. Hemşire, Umay'ın odasına girip kontrolleri yaptı. Kapıda bekliyordum. Çıkınca tam karşısında durdum.

"Yanına girebilir miyim?" dedim. Hayır diyecek gibi bakınca ondan önce davrandım. "Çok uzun sürmez." Koridorun her iki tarafında göz gezdirdi. "Tamam ama lütfen uzun sürmesin." Gülümseyerek kabul ettim. "Beni takip edin."

Hazırlanıp odaya girdim. "Yine ben geldim." Köşede duran deri kaplı sandalyeyi çekip oturdum. Elini elimin üzerine koyup baş parmağımla okşadım. "Doktor ve hemşireler bana acıyor galiba. Senin yanına gelmeme izin veriyorlar. Sensiz dışarısı çok sıkıcı. Hayatımdaki renk gitmiş gibi hissediyorum. İyi olacakmışsın, doktor öyle söyledi. Ben biliyordum zaten. Sadece gözlerini açman kaldı. Hemen uyandırabilirlermiş ama canının çok fazla acıyabileceğini söylediler. O yüzden acele etme. Ben beklerim seni." Ellerim arasında parmağı hareket etti. Çok kısa bir süreydi. Yüzüne baktım. Gülümseyip tekrar eline baktım. "Buna çok ihtiyacım vardı. Teşekkür ederim." Dudaklarımı avuç içine bastırdım.

"Paşa yetmiyor gibi bir de Fatih Albay çıktı. Beni koruman gerekiyor. Seni bana vermeyecekmiş. Vermezse ben de kaçırırım. Duymasın beni öldürür. Her şey çok âni oldu, farkındayım ama bir daha seni kaybetme korkusuyla yaşamak istemiyorum. Tek bir saniyemin bile sensiz geçmesini istemiyorum. Hiçbir şeyden haberin yok. Bunu sana nasıl açıklayacağım, bilmiyorum. Halledeciğimizi umuyorum. Bi' şuradan çıkalım da." Karşı taraftan cam tıklatıldı. Başımı çevirince Fatih Albay'ı gördüm. Ters ters bakıyordu. Gülümseyip elimi çektim.

"Baban geldi. Ben kaçıyorum. Hem küçük bir işim var. Yine geleceğim. Savaşmayı bırakmadığın için teşekkür ederim, miniğim." Fatih Albay'a baktım. Çıkmamı bekliyordu. Ben öpecektim ama. Umay'ın yüzüne bakıp çıktım odadan.

"Kızım ellerini çamaşır suyu ile yıkayacağım." dedi. Gülümsedim. "Parmaklarını hareket ettirdi." dedim. Gözleri parladı. Gülümseyip Umay'a döndü. İçinden bir şeyler diyor olmalıydı.

"Sen git uyu biraz. Ben buradayım." dedi. "Umay uyanmadan uyumayacağım." dedim. "Beni boşuna etkilemeye çalışma. Öyle bir şey olmaz." dedi. Dudaklarım yukarı doğru kıvrıldı. "Ama bir işim var. Gitmem gerek. Çok uzun sürmez." dedim. "Ne işi?" dedi tek kaşını kaldırarak. "Mühim işler." dedim. "Tamam git. Bana niye söylüyorsun?" dedi. "Bir gelişme olursa haber verirsiniz değil mi?" dedim, çekinerek. "Bakarız." dedi umursamaz bir şekilde. Umay'a camın arkasından bakıp ilerledim.

"Bozkurt!"

Albay'ın sesi ile arkama döndüm.

"Emredin komutanım."

Bana bakmıyordu.

"Annen ve baban harika bir evlat yetiştirmiş. Sağol."

Gülümsedim. Bana dönüp gülümsedi.

"Sağolun komutanım."

🔫


Bugün Umay'ı beklediğimiz yedinci gün olmuştu. Durumu iyiydi ama sürekli uyutuyorlardı. Dün uyandırmayı denemişlerdi ama ilaçlardan olsa gerek uyanamamıştı. Dün gece onunla konuşabilmek için odasına girmiştim. Başımı elinin üzerine koyduğumda uyuyakalmışım. Fatih Albay, odaya kimsenin girmesine izin vermemiş. Kayınbabam beni seviyor.

Her gün yaptığım gibi fabrikaya gelmiştim. "Öldür artık beni." dedi, sızlayarak. Omuz silktim. Elimdeki kanları ıslak mendil yardımıyla temizleyip suratına attım. Telefonumun melodisi kulağıma ulaşınca heyecanlanmıştım. "Akrep arıyor." dedi Akif. Telefonu hızlıca elinden alıp aramayı kabul ettim.

"Ömer... Ne oldu?"

"Gözlerini açtı oğlum. Sen nerdesin?"

Gözlerimi sıkıp açtım. Allah'ım sana şükürler olsun.

"Yeşil yeşil mi bakıyor?" dedim.

"Yok, ameliyattan sonra gözlerinin rengi değişti. Heyecandan saçmalıyorsun. Kapat."

"O kadar mutluyum ki sana kızmayacağım."

Telefonu kapatıp cebime attım. Silahımı sağ bacağımdaki kılıftan çıkarıp şerefsizin alnına doğru nişan aldım. "Bize ayrılan sürenin sonuna geldik. Cehennemde bir VIP oda kazandınız. İyi yanmalar." Tetiği çekip çıkan dumanı üfledim.

"Havalı." dedi Akif, son harfi uzatarak. "Hadi çıkalım." dedim. "Tamam. Ben burayı temizlemeleri için birilerini çağıracağım." dedi. Telefonunu çıkarıp bir şeyler yaptı. Fabrikadan çıkıp arabaya bindik.

"Gözün aydın." dedi gülümseyerek. "Sağol." dedim. "Yengemizle tanışalım artık. Seni ağlatan birini merak ediyorum." dedi. "Bak Umay'ın yanında yenge falan deme." dedim. "Neden?" dedim. "Çünkü onu sevdiğimi henüz ona söylemedim." dediğim gibi gülmeye başlamıştı. "Tamam. Yengeciğime yenge demeyeceğim." dedi. "Bugün ne yaparsanız yapın beni sinirlendiremeyeceksiniz." dedim.

Sevdiğim kadın gözlerini açtı ya başka bir şey istemem.

_________

Hoşçakalın

Loading...
0%