@_beyzanurcgrmn_
|
İyi okumalar dilerim. Vurulmuştum. Tam da kalbimin birkaç santim altından. Kurşun zehir gibi bedenime yayılmıştı. Yiğit'in kollarına düştüğümü hatırlıyorum. İsmimi haykırdığını hatırlıyorum. Sonrası tamamen karanlık ve sessizlik. Ara sıra Yiğit'in, Fatih'imin ve dedemin sesini duyuyor gibi oluyordum ama ne söylediklerini anlayamıyordum. Gözlerimi beyaz bir tavana karşı açmıştım. Hafif bir sızı ile yüzüm buruşmuştu. Karşımda duran beyaz önlüklüler bir şeyler söylüyordu. Sesleri de görüntüleri de yavaş yavaş netleşmeye başlamıştı. "Umay Hanım, beni duyuyor musunuz?" Doktorun sorusuyla başımı aşağı yukarı salladım. "Parmağımı takip eder misiniz?" Parmağını takip ettim, gözlerimle. Hayati bulgularımı takip eden makine ile ilgilenirken karşımdan çekilmişti. Gözlerim odanın camına kaymıştı. Kalabalıktı. Gülümsedim. Dedem ile göz göze gelince, bitik hâlini buradan bile farkedince sol gözümden bir damla yaş akmıştı. "Neler olduğunu hatırlıyor musunuz?" diye sordu doktor. Camın arkasındakilere baktım. Dedem ve Fatih'im oradaydı. Öykü, Okan, Ömer ve Yiğit'in ailesi de vardı. Ama Yiğit yoktu. Bir şey mi olmuştu? "Yi...Yiğit?" Sesim çıkmıyordu. "O nerede?" Ailesi de burada olduğuna göre bir şey olmuştu. Yüzümdeki maskeyi çıkarmaya çalışınca engel oldular. "Yiğit?" dedim, bir kez daha. "Neler hatırlıyorsunuz?" diye sordu doktor. "Hafızam... yerinde. Yiğit'in nerede olduğunu söyler misiniz? Yoksa ben kalkıp gideyim mi?" dedim, zorlukla. "Herkes iyi Umay Hanım. Yiğit Bey buralarda olmalı." deyip camın öteki tarafına baktı. Başımı ovmaya başladım. Sızlıyordu. "Yeni ameliyattan çıkan biri konuşturulur mu? Başım ağrıdı." dedim. Gülümsedi. "Siz çok konuştunuz Umay Hanım." dedi. "Şu yatakta olmasaydım, gülmekten ölürdüm." dedim. "Nasıl hissediyorsunuz?" diye sordu. "Yorgun." dedim. "Kaç gün geçti, biliyor musunuz?" dedi. "Yoğun bakımda olan benim. Nerden bilebilirim?" Niye bu kadar sinirliyim? Yiğit'i getirin bana. "Bir hafta oldu. Yorgun hissetmeniz normal. Olabildiğince kendinizi yormayın." dedi. "Ben açım." dedim. Gülecek gibi oldu ama son anda düzeltti. Yüzümdeki maskeyi bu defa çıkarabilmiştim. "Birazdan sizi normal odaya alacağız." deyip çıktılar. Karşımdaki camın diğer tarafında beni izleyen sevdiklerime baktım. Ömer elleriyle kalp yapmıştı. Güldüm. Gülünce sızlıyordu. Yüzüm buruşmuştu. Okan, Ömer'in başına vurdu. Gülmemek için alt dudağımı ısırdım. Sol elimi kaldırdım. İşaret parmağımda Pulse Oksimetre cihazı vardı. Umursamayıp el salladım. Kısa bir süre sonra hasta bakıcılar ve hemşireler odaya girdi. "Yiğit nerede?" diye sordum, hemşireye. "Sevgilinizi aramalarını söyledim. Birazdan gelecektir." Sevgilim mi? Üzerimdeki, cihazların kablolarını söktüler. Ve odadan çıktık. Kimseyi göremiyordum. Asansöre geçtik. Aşağı inmiştik galiba. Tek kişilik bir odaya yerleştirdiler beni. Hemşire serumu değiştirdi. Bir şeyleri kontrol ettikten sonra geçmiş olsun dileklerini sunup gitmişti. Odanın kapısı tekrar açıldı. Hepsi sırasıyla girdi. Dedem beş saniye kadar yüzüme bakıp yanıma yaklaştı. Saçlarım arasına birkaç öpücük bırakmıştı. Elini tuttum. "İyiyim ben." dedim. "Tabii iyi olacaksın. Seni ben yetiştirdim." dedi Fatih'im. Gülümsedim. Diğer elimi de o tuttu. Alnımdan öptü. "Bizi çok korkuttun." dedi dedem. "Geçti dede. Bak yanındayım." dedim. "Zorlama kendini. Bi' iyileş konuşuruz." dedi Fatih Albay. Eğitim yaptıracaktı. Kesin. Dedem ve Fatih'im geri çekilince, Yiğit'in annesi, ablası, yeğeni ve babası olduğunu düşündüğüm adam bana yaklaştı. "Güzel gelinim." Hayır, olamaz. Ben öldü numarası mı yapsam? Dedem ve Fatih'im ile göz göze gelmemek için büyük uğraşlar veriyordum. Gülümseyerek Ayşe teyzeye baktım. Başımı okşadı. Uzun zaman olmuştu, saçlarıma bir anne eli değmeyeli. Gözlerimin dolmasına engel olamıyordum. "Niye zahmet ettiniz, buraya kadar?" dedim. "Anneannem, dayımı aradı. Dayım ağlıyordu. Biz de hemen geldik." dedi Duru. Yiğit, ağladı mı? "Geçmiş olsun kızım." dedi, Yiğit'in babası. "Sağolun." dedim. "Geçmiş olsun tatlım." dedi Merve abla. Elimin tersini okşuyordu. Kocaman bir ailem olmuştu. Gülümsedim. "Hadi biz çıkalım. Dinlensin." dedi, Yiğit'in babası. Dedem ve Fatih'im de arkalarından çıkmıştı. Odada sadece Öykü, Okan ve Ömer kalmıştı. Öykü yanıma oturdu. "Bu kadar kalabalığa alışık değilim." dedim. "Biz kocaman bir aileyiz." dedi Okan. "Evet." diyerek Okan'ı onaylamıştı Öykü. "Ayşe teyze gelinim mi, dedi? Yoksa ben mi yanlış duydum?" dedi Ömer. "Hasta insana bu mu sorulur?" dedi Okan. "Benim komutanım hasta değil. Çok güçlü bir kadın o." dedi Ömer. "Ağrın var mı?" dedi Öykü. "Başım ağrıyor. Bir de çok yorgunum. Uykum geliyor." dedim. "İlaçlardan dolayı uykunun gelmesi normal. Kapat gözlerini dinlen." dedi Öykü. "Yiğit nerede? İyi mi?" dedim. Göz kapaklarım ağırlaşıyordu. "İyi, merak etme sen. Birazdan gelecek." dedi Okan. "Ben çok acıktım. Kebap falan mı söylesek?" dedim. Gözlerim tamamen kapanmıştı. Gülüşmelerini duydum. Sonrasında bir şey söylediler mi, bilmiyorum. Çünkü uyku beni tamamen kendine çekmişti. 🐺
Gülümseyerek gözlerimi araladım. Yiğit, ellerime bakarak konuşuyordu. "Bi' uyutmadın ya. İki saattir konuşuyorsun." dedim. Önce dudakları yukarı doğru kıvrıldı. Daha sonra gözlerini gözlerime çevirdi. Göz çevresi kızarıktı. "İyisin." dedi. "İyiyim." dedim. Yutkunmuştu. Elimin yanında duran elini tuttum. Gözleri ellerimize kaydı. Yine gözlerime baktı. "Sen iyi değilsin." Yüzündeki gülümsemeyi yok etti. "Niye yaptın, Umay? Niye atladın önüme? Hiç düşünemedin mi sonrasını?" Sesi kısık fakat fazlasıyla sertti. "Ben sevdiklerim için bir şey yapınca düşünmem. Açıktaydın. Bunu göze alamazdım." dedim. "Bir daha sakın! Bunu sana Yiğit olarak değil, Bozkurt olarak söylüyorum. Canımı acıtırsan seni üzmek zorunda kalırım." Ne demek oluyor bu? Elimi elinden ayırdım. "Bordo beremden beni ayıracağını kastediyorsan ki umarım o değildir. Ben de sana acımam. Kafanı kuma gömerim." Dudağının kenarı kıvrıldı. "Tam bir psikopatsın." Biliyorum. "Ayşe teyze, dedem ve Fatih babamın yanında bana gelinim dedi." dedim. Dirseğini yatağa yaslayıp çenesini avucuna yerleştirdi. "Haberin yok mu? Biz evlendik. Sen uyurken nikahımız kıyıldı." dedi, sırıtarak. Gözlerim kocaman açılmıştı. "Neğğ?!" Gülmeye başladı. "Tabii. Babam seni istedi, Paşa da verdi." dedi. Elimle kolunu ittim. Başı, karnımın üzerine düşmüştü. "O koca kafanı çek." Başını kaldırdı. "Sarılabilir miyim, iznin olursa?" demişti. Sol kolumda damar yolu olduğundan sağ kolumu yana kaydırdım. Gülümsedi. Dikkatli bir şekilde kollarını boynuma sarmıştı. "Savaşmaktan vazgeçmediğin için sağol minik." Derin bir nefes aldı ama vermedi. Başımı tekrar yastıkla buluşturdu. "Bana minik demeyi bırak." Hafifçe burnuma dokundu. "Aramızda yirmi iki santim var. Miniksin." dedi. "Benim boyum gayet normal. Sen anormalsin." dedim. "Ben bir Çınar ağacı, sen de gölgemde dinlenen minik bir kedisin." deyince göz devirdim. "Narkoz verilen ben miyim, sen misin, anlayamadım." dedim. "Narkozun etkisindeyken yanında olmak isterdim. Kesin uyandığında ağzından çıkan ilk kelime benim adım olmuştur." Alaylı bir şekilde söylemişti ama doğruydu. Bir tepki vermeyince gözleri büyüdü. "Benim adımı mı söyledin?" Başımı aşağı yukarı salladım. "Hepsi oradaydı. Sen yoktun. Aileni de görünce bir şey oldu sandım. Çok abartmaya gerek yok." Gözleri vurulduğum noktaya kaymıştı. "Keşke bana bir şey olsaydı da sana olmasaydı." Elimi uzattım ama sadece çenesine kadar ulaşabilmişti. Ben de çenesine vurdum. "Çok konuşma." Kapı tıklatılınca ikimizde bakışlarımızı kapıya çevirdik. "Müsaitseniz girebilir miyiz?" dedi Ömer. Bir yanıt beklemeden odaya girmiş arkasından da tanımadığım bir adam daha girmişti. "Sorunuz saçma?" dedi Yiğit. Oturduğu deri koltukta arkasına yaslanmıştı. "Yarım saat önce kapıyı açtım. Yen-" Yiğit'in ayağa kalkmasıyla, arkadaşları olduğunu düşündüğüm, adamın sözü kesilmişti. "Akif! Elimde kalacaksın." dedi Yiğit. Akif gülümsemişti. Birkaç adımda yaklaşıp elini uzattı. "Üsteğmen Akif Karaaslan. Geçmiş olsun." Uzattığı eli gülümseyerek sıktım. "Teşekkür ederim. Memnun oldum." dedim. Kendimi tanıtmaya gerek yoktu. "Bende memnun oldum yenge." dedi Akif. Yiğit, elleriyle yüzünü gizlemişti. Ömer de gülüyordu. "Ben kendimi tutamadım kardeşim, kusura bakma." Akif, Yiğit'in sınırlarıyla oynuyordu. "Sen benim elime düşersin." dedi Yiğit. Bana bakıp gülümsedi. "Her grupta bir salak olur ama benim arkadaş grubumdaki herkes salak." Gülümsemem, kıkırtalara dönüştü. Ve hemen ardından acıya. "Yenge iyi misin?" dedi Akif. "Akif!" dedi Yiğit, uyarır gibi. "Alışkanlık olmuş yenge. Yenge dediğim için kusura bakmıyorsun değil mi, yenge? İyisin değil mi, yenge? Doktorun kimdi, yenge?" dedi Akif, inatlaşır gibi. "Akif, sus. Allah aşkına sus!" dedi Yiğit. İkisi arasında göz gezdirip yine güldüm. "Güldürmeyin, canım acıyor." dedim. Hepsi sustu. Ciddi suratlarına bakıp tekrar güldüm. "Senin de gülmeye niyetin var bahane arıyorsun." dedi Ömer. Kapı açıldı. Dedem ve Fatih'imdi. Yiğit, Ömer ve Akif geriye çekilmişlerdi. "Güzel torunum, nasıl?" diye sordu dedem. "İyiyim dede. Eve gidip dinlenin sizde." dedim. "Sen bizi düşünme." dedi dedem. "Çok korkuttum sizi. Ama iyiyim dede. Paşa'nın torununa bir şey olur mu? Ben daha kötü acılara dayandım. Ölüm ne ki?" dedim, gülümseyerek. "Kızımı vuran kimdi? Gördünüz mü?" diye sordu dedem. Yiğit ve Akif birbirlerine bakıp dedeme döndüler. "Cehennemde yanmak ile meşgul kendisi, komutanım." dedi Akif. Dedem onlara kısa bir bakış atıp tekrar bana döndü. "Ben birazdan tekrar geleceğim." deyip Akif ve Yiğit'in karşısında durdu. "Siz benimle dışarı gelin." Onlar çıkınca Ömer de arkalarından çıkmıştı. Ben ve Fath'im kalmıştık. Gülümseyerek yanıma oturdu. "Hastayken bile güzel olunmaz. Etrafında çok erkek var. Kıskanıyorum." dedi. "Ya baba ya." deyip güldüm. "Şu Bozkurt ne iş?" Artık gülümsemiyordu. "Nasıl yani?" dedim. "Çok ilgili seninle. Annesi de sana gelinim dedi. Bak ben seni vermem." Elimle yaramın üstüne baskı yapıyordum. Çünkü sızlıyordu. "Hepsi ilgili. Annesine gelince, geçenlerde görüntülü aradılar. Yiğit orada değildi. Şey yani Yiğit üsteğmen. Ben açtım. Beni sevgilisi sandılar. İnkar etsem de olmadı. İlk defa Bozkurt'un yanında bir kadın görmüşler. Bu yani." Yüzünü buruşturmuştu. "Her neyse. Ben seni kimseye vermem. Haberleri olsun." dedi. "Aramızda öyle bir şey yok. Korkmana gerek yok." dedim. "Bak birgün birine aşık olursan söyle, olur mu?" dedi. "Neden?" diye sordum, şaşkın bir biçimde. "Ağzını burnunu kıracağım. Ne hakla benim kızımın kalbini çalıyor?" deyince göz devirdim. Odanın kapısı açıldı. Dedem, arkasından da diğerleri girdi. Ek olarak Okan ve Öykü de gelmişti. Öykü elindeki bavul çantayı köşeye bırakıp yanıbaşıma geldi. "Ağrın sızın var mı?" diye sordu. "Evet. Hareket edince sızlıyor." dedim. "Uyanman için bazı ilaçları kesmişlerdi. Etkileri geçiyor olmalı. Yemek yemedin henüz değil mi?" dedi Öykü. "Hayır." dedim. "Doktor bi' baksın. Sonrasında bir şeyler yediririm sana." dedi. Gülümsedim. Elleri saçlarımda gezindi. "Şu saçlarını da yıkayalım. Güzel saçlarına bir şey olmasın." Öykü'nün elini sıkıca tuttum. "Teşekkür ederim." "Bizim gitmemiz gerekiyor." dedi dedem. "Seni de mi götürsek İzmir'e?" diye devam etti. "Ben başımın çaresine bakabilirim." dedim. "Yalnız kalmanı istemiyorum." dedi dedem. "Yalnız değil." dedi Yiğit. Dedem Yiğit'e bakmamıştı. "Ben yanındayım Süleyman Bey. Aklınız kalmasın." dedi Öykü. "Umay büyüdü ve artık yalnız değil. Kocaman bir ailesi var. İşimizi bitirir yine geliriz." dedi Fatih'im. Gülümsedim. Dedem sonunda ikna olmuş olacak ki vedalaşıp odadan ayrıldı. Fatih'im alnımdan öpüp Yiğit'e döndü. "Seni hâlâ sevmiyorum. Vermem." deyip çıktı. Kaşlarımı çattım. "Neyi vermem diyor?" dedim. "Önemli değil." dedi Yiğit. "Allah yardımcın olsun kardeşim. İşin zor." dedi Akif, Yiğit'in sırtını sıvazlayarak. "Birgün pis bir şekilde elime düşeceksin. Acımayacağım." dedi Yiğit. "Aynı durumda olamayacağız." dedi Akif. "Hasta kızın yanında konuştuklarınıza bakar mısınız? Allah aşkına bir susun." dedi Okan. "İlk defa susturulan kişi ben olmadım. Oha! Bugünü tarihe yazsınlar." dedi Ömer. Öykü ile birbirimize bakıp güldük. Suratım buruşunca susmak zorunda kaldım. "Gülünce neden sızlıyor ya? Çok saçma." dedim. Kapı tıklatıldı. Şu gelenlerde bir bitmedi. Doktor ve hemşireler odaya girmişti. Hemşirenin biri serumu çıkartırken diğeri de arkada bekliyordu. "Nasılsın Umay?" diye sordu doktor. "Hareket edemiyorum. Çünkü en ufak bir harekette sızlıyor. Ağrıyı geçirecek ilaç varsa verin ama uyku yapacaksa vermeyin." dedim. "Birazdan bir ağrı kesici veririz. Birkaç saat sonra yeni serumunuzu takarız." dedi. "Kalbimden çıkardığınız kurşunu da almak istiyorum." dedim. Gözleri hayretle büyümüştü. "Olur." demekle yetindi. Başıma gelip elinin tersiyle ateşimi kontrol etti. "Kendimdeyim. İlk defa vurulmadım. Hepsini saklıyorum." dedim. Benimle iletişimini kesip etrafına bakındı. "Gözünüz aydın Yiğit Bey. Sevgiliniz de sizin kadar psikopatmış." Bana mı psikopat dedi o? "Bana baksana sen!" Öykü eliyle ağzımı kapatmıştı. Kaşlarımı çatıp doktora baktım. "Bir saat sonra pansumanınızı değiştirmeye gelirim. Bir sorun olursa çağırın lütfen." dedi doktor. Geçmiş olsun dileklerini de sunup çıktı. Öykü elini kaldırmıştı. "Yiğit'in kanı damarlarında gezince normal." dedi Ömer. "İyi ki senin değil." dedi Okan. "Kırıcısın." dedi Ömer. "Hadi bu kadar ziyaret yeter. Umay'ın saçlarını yıkayacağım. Dışarıya marş marş." dedi Öykü. "Bir hafta boyunca yanımızda kala kala bize benzemiş." dedi Ömer, gülerek. Öykü'ye bakıp gülümsedim. "Ben de artık gideyim. Memlekete uğrayıp uzun bir göreve çıkacağım." dedi Akif. "Geldiğin için sağol." dedim. "Her zaman yengem." dedi, yengem kelimesini bastırarak. "Birgün kahve içmeye beklerim." dedim. "Tabii. Kız istemeye gelince artık." dedi Akif. "Kız istemeye mi?" dedim. Kaşlarım havalanmıştı. "Kızınızı." dedi. Kaşlarını çattı. "Seni diyecektim, pardon." diye düzeltti. Yiğit bir eliyle yüzünü kapatmıştı. Akif ile vedalaştıktan sonra çıktı. Okan ve Ömer de Akif'i uğurlamaya gitmişti. "Kusura bakma. Bu kadar salağın içinde nasıl akıllı kaldım, bilmiyorum. Bir daha odaya kimseyi almayacağım. Hep yanlış anlaşılma. Duyma onları. Olur mu?" dedi Yiğit. "Sorun yok." dedim. "Hadi saçlarını yıkayalım. Sonra yemeğini yedirip ilaçlarını içirelim." dedi Öykü. "Sen benim doktorum olsana. O az öncekini hiç sevmedim." dedim. "Adamdan kurşunu istediğin için korktu." dedi Yiğit. Omuz silktim. "Yiğit üsteğmenim, siz de yardım eder misiniz?" dedi Öykü. "Tabii." dedi Yiğit. Öykü, getirdiği çantayı banyoya götürmüştü. Yiğit, ayağıma terlikleri geçirip vücudunu üzerime doğru eğdi. "Omuzlarıma tutun." Söylediğini yaptım. Bacaklarımı yataktan sarkıtıp doğruldum. Ayağa kalkınca başım dönmüştü. Yiğit, kolunu belime sarmıştı. Boştaki eli de sağ elimi tutuyordu. Başımı göğüsüne yasladım. Yavaş adımlarla banyoya girdik. Öykü, nerden bulduğunu bilmediğim, kovayı su ile dolduruyordu. Sandalyenin üzerine oturdum. Yiğit, saçlarımı geriye doğru atmıştı. Bavul çantanın içinden havlu çıkarıp boynuma sardı. Başka bir havluyuda başımın altına koymuştu. Öykü arkama geçip saçlarıma su döktü. O sırada telefonu çaldı. "Sen telefonuna bak. Ben devam ederim." dedi Yiğit. "Hemen gelirim." deyip çıktı Öykü. Başımı geriye doğru yatırdığımdan Yiğit'i ters bir şekilde görüyordum. Eline şampuanı sıkıp saçlarımı yıkamaya başladı. Ve bunu gülümseyerek yapıyordu. "Neden gülümsüyorsun? Komik bir şey mi geldi aklına?" dedim. "Hı hı." demişti sadece. Bu şekilde konuşmak zor olduğundan daha fazla uzatmadım. Parmakları, saçlarımı narin bir şekilde okşuyordu. Gözlerimi kapattım. On dakika boyunca saçlarımı köpüklemişti. Suyu yavaş yavaş dökerek köpükten iyice arındırdı. Temiz bir havlu getirip saçlarıma sardı. Öykü yeni gelmişti. "Ya kusura bakma. Birkaç konuşma yapmam gerekti." dedi Öykü. "Sorun değil. Bitti zaten." dedi Yiğit. "Siz kapıda bekleyin. Vücudunu da temizleyelim. Rahatsız hissetmesin." dedi Öykü. Yiğit başını aşağı yukarı sallayıp banyodan çıktı. Öykü kapıyı kilitleyip yanıma geldi. Sırıtıyordu. "Ne oldu?" dedim. "Hiç." dedi. Ellerimden tutup beni ayağa kaldırdı. "Üzerindeki çıkaracağım. İstersen arkamı döneyim sen kendini temizle ama eğilemezsin." dedi. Gülümsedim. "Utanmıyorum senden." dedim. Ağlama perileri başıma üşüşmüşlerdi. Öykü elini yanağıma yasladı. "Ne oldu canım?" Islak olduğumu umursamadan Öykü'ye sarıldım. "Teşekkür ederim yanımda olduğun için. Hiçbir zaman kardeş duygusunu hissetmemiştim. İyi ki varsın." dedim. Dikkat ederek bana sarılmıştı. "Var olduğum sürece yanındayım. Sende bizi bırakmadığın için teşekkür ederim." dedi. Yanağıma öpücük bırakıp geri çekildi. "Ağlamak yok." deyip önce benim daha sonra kendi gözyaşlarını sildi. "Bak şimdi Yiğit üsteğmen sesimi duyacak. Kapıyı kırıp girer ve seni çıplak görür. Sonra evlenmek zorunda kalırsınız." Göz devirdim. "Çıplak değilim." dedim. Üzerimdeki ameliyat önlüğünü çıkardı. "Artık çıplaksın." Elimle üzerimi kapatınca gülmüştü. Nemli bir havlu ile vücudumu temizlemeye başladı. Göğüsümün altındaki sargı bezine bakmamaya çalışıyordu. Gözü kayınca gözleri doluyordu. "Kendimi bebek gibi hissettim." dedim. "Bundan böyle benim bebeğimsin." dedi. Öykü'nün gözlerine baktım. Bir kardeş, bir anne, bir arkadaş... Özlem duyduğum tüm duyguları bana hissettiriyordu. Burnumun ucuna hafifçe dokunup dikkatimin dağılmasına sebep oldu. Bavuldan bornozu çıkardı. "Evdeki tüm havlu takımını mı getirdin?" dedim. "Lazım olur diye doldurdum. Bu arada kaynanan sana çorba yapmıştı. Mis gibi kokuyor. İçince hemen iyileşirsin." dedi. "Kaynanan mı?" diye sordum. "Evet." deyip sırıttı. "Kadının dilinden düşmüyorsun. Gelinim böyle, gelinim şöyle. Siz Yiğit üsteğmenle ne zaman işi pişirdiniz?" Göz bebeklerim büyüdü. "Ne diyorsun Öykü?" Kısa bir süre yüzümü inceleyip bornozu giydirdi. "Ayşe teyze, gelinim diye hitap ediyor. Doktor ve hemşireler, sevgilin diyor. Üsteğmen Akif te, yenge diyor. Bu durumda suçlu ben mi oluyorum?" dedi. "Ayşe teyzenin olayı uzun hikaye. Bir ara anlatırım sana. Diğerlerini bilmiyorum ama. Yeni tanıştık. Öyle bir şey yok yani." dedim. Omuz silkti. Banyo kapısını aralayıp başını sarkıttı. "Sizi buradan da kısa süreliğine kovabilir miyim?" "Kibarca kovmak dedikleri bu olsa gerek. Çıkıyoruz yenge." dedi Ömer. Sırıtmaya başladım. Öykü yanıma gelip koluma girdi. "Hayırdır?" dedim. "Seninle karıştırdı galiba." dedi. "Tabii canım. Kesin öyledir." dedim. Banyodan çıktık. Öykü, iç çamaşırını giydiriyordu. "Benim utanmam gerekiyordu." dedim. "Kardeşler birbirinden utanmaz." dedi. Gülümsedim. Siyah bir tayt üstüne de bol bir tişört giymiştim. Etraftaki dağınıklığı toplayıp kapıyı açtı. Okan sinirliydi. Ömer ve Yiğit te gülecek gibi görünüyorlardı. Yiğit yanıbaşıma gelip yatağa uzanmama yardım etti. Öykü'nün tekrar telefonu çalmıştı. Arayan kişiye bakınca kaşlarını çattı. Aramayı kabul etti. "Bu ne saygısızlık? Size eşyalarımı yarın alacağımı söyledim. Neden sürekli arayıp duruyorsunuz?" dedi Öykü. Sesi yüksek çıkmıştı. "Atarsan at be!" Öykü telefonun içine girmek üzereydi. Okan, Öykü'nün yanına yaklaşıp elini uzattı. Öykü telefonu Okan'a vermişti. "Alo... Benim kim olduğum sizi ilgilendirmez. Karın ağrınız ne?... Gelip alacağını söylemiş. Birgün daha beklenmiyor musunuz?... Lan şerefsiz! Senin gelmişini, geçmişini, beynini, evini-" Öynü'nün eli Okan'ın dudakları üzerine kapanınca susmak zorunda kalmıştı. Ben, Okan'ın küfür etmesine şaşkındım ama Yiğit ve Ömer benden daha çok şaşkın bakıyorlardı. Öykü telefonu alıp kapattı. "Gidip alalım. Ne kadar eşyan varsa hepsini bugün hallederiz." dedi Okan, sanki az önce küfür etmemiş gibi gayet rahat bir şekilde. Öykü bana döndü. "Umay'ı yalnız bırakmak istemiyorum." dedi. "Ben yanında kalacağım." dedi Yiğit. "Sen evimize git. Güzelce de dinlen. Yiğit burada zaten." dedim. "Tamam ama bir şey olursa haber verin." dedi. Elindeki çorabı Yiğit'e uzattı. Yanıma gelip yanaklarımdan öptü. "Saçlarını kurutun." dedi. Çantasını alıp çıktı. Okan da bana gülümseyip çıktı. Ömer'e baktım. Hâlâ şoktaydı. Başını tavana çevirdi. "Aşk insanı ne kadar da çok değiştiriyormuş. Allah'ım ne olur, bu aşk bana da uğrasın." deyip bize döndü. "Yardıma ihtiyaçları olacaktır. Ben de gideyim. Geçmiş olsun en sevdiğim komutanım. Acil bir şey olursa haber verin." deyip koşarak odadan çıktı. "Okan'ı çok uzun zamandır tanırım. İlk defa küfür ettiğine şahit oldum." dedi Yiğit. "Kalbindekine laf edilince normaldir." dedim. Yiğit çoraplarımı giydirdi. Bavulun içinden saç kurutma makinesini çıkardı. "Oranın içinden kurt çıksa artık şaşırmayacağım. Bir bitmedi. Yemek bile çıktı." dedim. "Kurt çıkmasına gerek yok ben varım zaten." dedi. Başımdaki havluyu çıkardı. Fişi prize takıp saçlarımı kurutmaya başladı. "Yorgun görünüyorsun. Sende eve git. Ben başımın çaresine bakarım." dedim. "Dinlenirim yanında. Doktor yalnız kalmaman gerektiğini söyledi. Hem sen yalnız değilsin zaten. Başka şeyler hakkında konuş." dedi. "Ne anlatayım?" dedim. "Bilmem. Ama yeter ki konuş. Sakın susma. Ben seni her zaman dinlerim. Konuşmadığın zamanlarda yeterince acı hissettim." dedi. Kalbim hızlanınca birkaç santim aşağısındaki yara kendini belli etmekten çekinmemişti. Elimle bastırınca Yiğit elimi tutup geri çekti. "Dokunma." dedi. Saçlarımı kısa sürede kurutup saç fırçasıyla yanıma oturmuştu. "Saçlarını örmemi ister misin?" diye sordu, saçlarımı tararken. "Biliyor musun?" dedim. "Hı hı. Ablam, Duru küçükken öğretmişti." dedi. Gülümsedim. "Örebilirsin." dedim. "Kıvırcık saçlarının içinden kurtulabilirsek, öreceğim." dedi. Yiğit saçlarımı tarayıncaya kadar ter dökmüştü. Kolunun koptuğuna eminim. Saçlarımı güzelce örüp telefonunun ön kamerasını açtı. Saçlarıma bakıp gülümsedim. "Teşekkür ederim." dedim. "Rica ederim." dedi. Elinde orta boylarda, yuvarlak termos ve bir kaşıkla yatağın üzerine oturdu. "Ben kendim yiyebilirim." dedim. "Yorulma diye ben içireceğim." dedi. Termosun kapağını açınca yoğun bir ezogelin kokusu gelmişti. Gülmek istemiş ama acımdan gülememiş olmanın verdiği sıkıntıyla sadece sırıtıyordum. "Umay, konuyu benim çorbama getirmeyeceksin değil mi?" dedi. "Tam da onu düşünüyordum." dedim. "Yaptık bir hata. Bunu annem yaptı. Sırf içinde gelin kelimesi geçtiği için. Duru öyle söyledi. Soğumasın diye de termosa koymuş. Ben bu kadarını düşünmezdim." dedi. Kaşığı çorbaya daldırıp karıştırdı. Bir kaşık alıp üfledikten sonra dudaklarıma yaklaştırdı. Yiğit bana çorbayı içirmişti. Ben ise bir şeyler anlatmıştım. Sürekli sorular sorarak, susmama izin vermiyordu. İlaçları içip uzandım. Kapı iki defa tıklandıktan sonra açılmıştı. Doktor gelmişti. Yanında da elinde malzemeler olan hemşireler vardı. "Merhaba Umay." dedi. "Sağol." dedim. Ellerine eldiven geçirdi. Üzerimdeki örtüyü kaldırdı. Tişörtü yukarı doğru itti. "Biraz canın acıyabilir." dedi. "Sorun yok. Dayanırım." dedim. Sargı bezini çıkarınca dişlerimi sıkmıştım. Yiğit elimi tuttu. Elini sıkamam ki. "İlk on gün çok dikkat etmeniz gerekiyor." Doktor bir şeyler söylemeye devam ederken bir yandan da pansumanı yapıyordu. Gözlerimi sıkıca yummuş bitmesini bekliyordum. Pansuman bitince Yiğit tişörtümü indirip üzerimi örttü. Canım acıyordu. "Yarım saat sonra acını dindirecek bir serum takacaklar. Bu sende uyku yapacaktır." dedi doktor. Bir şey söylemedim. "Sağolun." dedi Yiğit. Odayı boşaltıklarında sağ tarafıma döndüm. Yiğit, deri koltuğu yaklaştırıp oturmuştu. "Zehir'i keşke dinleseydik." dedi. Operasyona giderken beni engellemek istemişti. "Hissetmiş." Bakışları dalgındı. "Geçmişi geri getiremeyiz." dedim. "Keşke geri getirebilsek." dedi. "Ama bak böyle yaparsan canım daha çok yanıyor." dedim. "Tamam sustum. Ama sen susma. Sen konuş." dedi. Konuşayım bari. "Öykü çok iyi. Sonra siz, sen.. Sanki yıllarca berabermişiz gibi geliyor." Gülümsedi. Gülümseyince gözlerim gamzesine kaydı. "Yıllarca beraber olacağız. Söz veriyorum. Bozkurt sözü." Bozkurt sözünü tutardı. "Duru, senin ağladığını söyledi." Kaşlarını çattı. "Benim değil, Ömer'in yeğeni olmalı." Kıkırdadım. "Ağladın yani? Öyle mi?" Dudaklarını ıslatıp gözlerini gözlerime çevirdi. "Dünyanın oksijen ihtiyacını ağaçlar karşılar ama benim oksijen ihtiyacımı senin gözlerin karşılıyor. Açmasaydın gözlerini, ben nefes alamazdım. Yani... Ağladım." Kıkırdadım. "Böyle konuşmaya devam edersen bana aşık olduğunu düşüneceğim." Yiğit gülümsemişti. Öyle bir gülümsedi ki kalbim hızla çarpmaya başladı. Gözlerimi başka yöne çevirip kalbimin sakinleşmesini bekledim. "Utanınca çillerin daha çok belirginleşiyor." dedi. "Utanmadım ki ben. Hem hava çok sıcak veya çok soğuk olunca da farklı tonlarda olabiliyor." dedim. "Öyle olsun." dedi, inanmayarak. "Öyle zaten." dedim. "Birazdan uyutacaklar beni. Sen de uyu artık." Koltuğa iyice yayılmıştı. "Uykum yok." Gözleri öyle demiyordu. Elini boynuna atıp künyeyi dışarı çıkarttı. Benimdi. Başından çıkarıp ayağa kalktı. Dikkatli bir şekilde başımdan geçirdi. Gülümsedim. Cebinden bir kutu çıkardı. "O ne?" dedim. Cevap vermek yerine kutunun kapağını açtı. Annemin kolyesiydi. Gülümsemem daha bi' genişlemişti. "Yaptırdım." dedi. Onuda taktı. Elim kolyenin üzerindeydi. "Teşekkür ederim." dedim. Göz kırptı. Yiğit'e bordo bereli eğitimi aldığım zamanları anlatarak zaman geçmişti. Hemşire gülümseyerek odaya girmişti. "Nasılsınız Umay Hanım?" dedi. "İyi olmayı umut ediyorum." dedim. Serumu askıya takıp ucunu damar yoluna geçirdi. "Bir saat sonra çıkarmaya gelirim. Başka takacağım. Geçmiş olsun." deyip gitti. Kapıyı açarken hemen kapının önünde üniformalı askerleri farkettim. "Kapıda neden asker var?" dedim. "İçeriye girenleri, ilaçları kontrol ediyorlar." dedi. "Vay be." dedim. Sağ elimi başımın altına koydum. "Birazdan uyuyacaksın. Biraz daha konuş." dedi Yiğit. "Dilimde tüy bitti." dedim. "Acıktım ben. Kimse neden bana kebap almıyor?" diye devam ettim, konuyla alakasız bir şekilde. "Tam olarak bi' iyileş. Ben seni götüreceğim." dedi. Gözlerim ağırlaşmaya başlamıştı. "Bu ilaçlarda ne çabuk etkisini gösteriyor. Ben daha sana üst düzey komutanlarla anılarımı anlatacaktım." dedim. "Henüz vakit var, anlatabilirsin." dedi. "Bordo bereli olduğumuzda, arkadaşlarla berelerimizi havaya attık. Benimki General'in ayağının dibine düşmüştü. Galiba göğüsüne değip düşmüş. Çok utanç vericiydi." dedim. Gülüşünü duydum. Gözlerim kapalıydı. "Yiğit?" Sersem gibiydim. "Efendim." Ses tonu çok güzeldi. "Beni sakın bırakma olur mu?" 🐺
Acaba gerçekten bana aşık mısın, yoksa önüne atladığım için mi bu kadar fazla yakın davranıyorsun? Gönül işlerinden o kadar çok uzağım ki bilmiyorum. Ne olduğunu anlayamıyorum. Kalbimin çarpıntısını da anlayamıyorum. Uzun zamandır kalbimi çevreleyen buz, erimeye başlamıştı. Aşkın ateşi ile... Kapının kolu hareket edince gözlerimi yumdum. "Uyuyorlar." dedi Öykü, sessiz bir şekilde. "Bunlar da alıştı birlikte uyumaya." dedi Ömer, tok sesiyle. Yiğit'in eli, elimi kavramıştı. "Allah belanı vermesin, sessiz ol." dedi Okan. "Niye geldiniz?" dedi Yiğit, ses tonu sertti ama sessizdi. "Umay'ı görmeye geldik." dedi Ömer. "Tamam gördünüz, gidin. Sana demiyorum Öykü." dedi Yiğit. Öykü'nün ellerini saçımda hissettim. "Nasıl?" diye sordu. "Dünden beri uyuyor. Acı hissetmesin diye bir süre böyle devam edecekmiş." dedi Yiğit. Olduğu durumdan memnun değil gibiydi. "İyi olacak. Sen de canını sıkma." dedi Öykü. Gözlerimi yavaşça araladım. Güzel numara yaparım. "Günaydın." dedi Yiğit, gülümseyerek. "Uyuyan güzel." diyerek yanıma gelmişti Ömer. Daha gerçekçi olsun diye esneme hareketi yaparken fazla kaçırmış olmalıyım ki canım acımıştı. Dudaklarım arasından minik bir inilti firar etti. "Umay?" dedi Yiğit. Nefes alış verişim hızlanmıştı. "Umay, bebeğim bana bak." dedi Öykü. Az önce bir şey yoktu. Birden ne oldu? "Bir şey batıyor gibi?" dedim. Kendimi fazlasıyla sıkıyordum. "Kasma kendini." dedi Yiğit. Kapı açıldı, kapandı. Biri gitmişti galiba. Acıdan dolayı gözlerim yaşarmıştı. "Geçecek." dedi Yiğit, gözyaşlarımı silerek. Yaraya bastırmak için elimi kaldırmışken, Yiğit elimi tuttu. "Elimi sık." Başımı iki yana salladım. Bacaklarımı kendime doğru çekmek istedim ama Ömer bacaklarımın kıpırdamasına izin vermedi. "Sıkma kendini Umay." dedi Öykü. Kapı sert bir şekilde açıldı. "Ne oldu?" dedi doktor. "Uyandığı gibi bir acı saplandı." dedi Öykü. Tişörtümü yukarı doğru sıyırıp yarayı kontrol etti. "Bir iki saat daha uyuması gerekirdi." dedi doktor. "Size söylediğim ilacı verdiniz mi?" Hemşireye söylüyor olmalıydı. "Dün iyiydi diye vermedik." dedi hemşire. "Buna sen mi karar veriyorsun?" diye sesini yükseltti doktor. "Bir an önce bir şey yapacak mısınız?" dedi Yiğit. Sesi normal bir ses desibelindeydi fakat çok sertti. "Ben ilaçları alıp geliyorum." Ömer bacaklarımı, Yiğit ellerimi tutmuştu. Bıraksalardı kendime zarar vereceğim kesindi. Öykü başımı okşayıp bir yandan sakinleşmem için bir şeyler söylüyordu. Yiğit iki bileğimide tek eline tutuştururken diğer eliyle çenemi aşağı çekiştiriyordu. "Sıkma dişlerini Umay." dedi. Söylemeyene kadar dişlerimi sıktığımın farkında değildim. Sanki kırık cam parçaları göğüsümün altına batıyordu. "Okan, tut!" Yiğit'in kalın ve tok sesi kulaklarımda çınlamıştı. Okan ellerimi sıkaca tutarken Yiğit elini dişlerim arasına yerleştirmişti. "Sıkıca tutun. İğne yapacağım." dedi doktor. Ne zaman gelmişti? Göğüsümün altındaki sargı bezini çekti. İnliyordum. Kanın bazik tadını alıyordum. Enjektörün ucunu hissettim. Üç tane kapı gibi adam beni tuttuğu için kıpırdayamıyordum. Bir enjektörü de koluma saplamıştı. Sıkıca yumduğum gözlerim gevşemişti. Gözlerimi açamadım. 🐺
"İnsan görünümlü kurt." dedi Ömer. Dudaklarımı büzdüm. "Artık kurt ta ısırmadı demezsin." dedi Okan. "Umay, Yiğit üsteğmenin kanına alıştı. Vampir Kurt olsun." dedi Öykü. "Boşver sen onları." dedi Yiğit. "Özür dilerim." dedim. Gülümsedi. "Sen iyi ol başka bir şey istemem ben." dedi Yiğit. Yiğit'in elini nasıl ısırdıysam, dikiş atmışlardı. Suçlu çocuklar gibi bakıyordum. Elini ellerim arasına alıp yanağıma yasladım. Gözlerimi kapattım. "Elini veren kolunu kaptırır. Bence geri çek. Öykü'nün de dediği gibi; kanın kokusunu almış insan görünümlü vampirli kurt olabilir." dedi Ömer. "Vampirler 0RH+ kanı çok severler." dedi Yiğit. "Oha! Benim kanım." dedi Ömer. Gözlerimi açıp Ömer'e baktım. "Beni yemezsin değil mi?" Dilimi dişlerime sürttüm. Herkes gülerken Ömer gözlerini irice açmıştı. "Bembeyazsın zaten. Korkutma beni." Gözlerimi tekrar yumdum. "Senin elinin ağzımın içinde ne işi var?" dedim. Elini daha çok kendime çekiyordum. "Elimi koymasaydım dişlerin kopacaktı." dedi Yiğit. Yüzümü astım. "Ama elin acıdı." dedim. "Acımadı. Üzme kendini. Hadi uyu biraz daha dinlen." dedi Yiğit. "Uyumak istemiyorum. Kabuslar görüyorum." dedim. Ve gözlerim kapalıydı. "Benimle beraber uyumak ister misin?" diye sordu Öykü. "Seni de ısırırım, olmaz." dedim. "Benimle?" dedi Yiğit, sorar gibi. İlk beş saniye sessiz kaldım. "Yok." dedim, en sonunda. "Düşündün Vampirli Kurt." dedi Ömer. Gözlerimi bir anda açıp Ömer'e baktım. Yüzündeki imalı ifade silindi. Okan'ın arkasına saklandı. "İyice Yiğit'e benzemeye başladı. Keşke başkasının kanını verseydik." Okan'ın arkasından fısıldıyordu. "Biz çıkalım. Sonra tekrar uğrarız. Ayşe teyze, çorba yapıp gönderdi. Onlarda akşam gelecekler." dedi Öykü. "Gelmenize gerek yok. Gidip dinlenin." dedim. "Bir şeye ihtiyacınız olursa arayın." dedi Okan. "Giderken Ömer'i cami avlusuna bırakın." dedim. Güldüler. Ömer önce somurttu ama sonra o da güldü. "Hemen iyi ol. Zehir seni bekliyor." dedi Ömer. Başımı aşağı yukarı salladım. Kapı kapandıktan sonra Yiğit ayaklandı. "Kay biraz." Gözlerimi kıstım. "Derken?" Elini ellerim arasından çekip arkama geçti. Bir elini dizlerimin arkasına, diğerini başımın altına koyup dikkatlice kaydırmıştı. "Yanında uyuyacağım. Bir haftadır koltuk köşelerinde belim çürüdü." Ayağındaki terlikleri çıkarıp yanıma uzandı. Koca cüssesi yatağa sığmamıştı. Ayakları, yatağın ayak ucunda bulunun demirin üzerindeydi. Vücudunun yarısıda dışardaydı. Kendime engel olamayıp güldüm. İlaçların etkisinde olduğumdan canım acımıyordu. "Bu yatak neden bu kadar küçük?" dedi. "Sen büyüksün." dedim. Kolunu başımın altından geçirdi. İtiraz etmeden başımı göğüsüne yasladım. "Pamuk prenses ve yedi cüceler kitabında birkaç yatağı birleştirip öyle uyumuştu. Sana da mı öyle yapsak?" Kıkırdayarak konuşuyordum. "Pamuk prenses ben mi oluyorum?" dedi. "Hı hı." dedim. "Cadı bana zehirli elmayı verince ben bayılacağım ya. Beni öperek uyandıracak prens te sensin o halde." dedi. Gözlerimi gözlerine çevirdim. "Konu senin boyundu." dedim. "Konular değişir. Beni öpüp uyandırmayacak mısın?" dedi. "Uyanıksın zaten." dedim. Gözlerini kapattı hızlıca. Kahkaha attım. Gülümsemişti. Başımı biraz uzatıp çıkan gamzesinin üzerine dudaklarımı bastırdım. Öpünce gözlerini açmıştı. "Bu kadar güzel bir prens ile daha önce karşılaşmamıştım." dedi. Gülüşümü durduramıyordum. "Bende daha önce sakallı bir prenses tanımamıştım." dedim. Ellerini sakalları arasında gezdirip güldü. "Prenses Yiğit Aral." dedim. "Prens Umay Yücesoy." dedi. Gülerek başımı omuzu ve göğüsü arasına yasladım. Utanmam, hatta çekinmem gerekiyordu. Ama ikisi de yoktu. Elim Yiğit'in karnının üstündeydi. Baklavalarını hissediyordum. "Sen şimdi kaslı prenses te görmemişsindir." Gülmekten yanaklarım acıyacaktı. "Ya Yiğit güldürme." Göğüsü inip kalkıyordu. "Tamam sustum. Uyu hadi." dedi. "Rüyamda seni prenses kıyafeti içinde göreceğim diye ödüm kopuyor." Sesli bir şekilde güldü. "Hayal edince gerçekten korkunç görünüyor. Kıyafetsiz gör beni." dedi. Gözlerim şaşkınlıkla büyüdü. "Şey... Üniformalı gör demek istemiştim." Alt dudağımı dişlerim arasına aldım. "En iyisi ben uyuyayım. Konu kötü yerlere gidiyor." dedim. "Bana da öyle geldi." dedi. "Teşekkür ederim varlığın için." "Teşekkür ederim gözlerini açtığın için." 🐺
Yiğit kamuflaj ceketini bana giydirmişti. "Tekerlekli sandalyeye gerek yok." dedim. "Kucağımda taşımamı mı isterdin?" dedi Yiğit. Sahte bir gülümseme sergileyip tekerlekli sandalyede oturdum. "Kaptan rotayı evime çevir." dedim. "Yiğit'in evine demek istedin galiba?" dedi. "Ne?" Yok artık. _________ Hoşçakalın. |
0% |