Yeni Üyelik
15.
Bölüm

15.Bölüm

@_beyzanurcgrmn_

Keyifli okumalar.


🇹🇷BOZKURTÇA BAKTIM SANA YAKTIN BENİ ASENA...🇹🇷

______

Omuzumun üzerinden Yiği'e baktım. Gülümseyip tekerlekli sandalyeyi itmeye devam etti. "Sen ciddi misin? Umarım şakadır. Çünkü bu kadar da olmaz." dedim. "Abarttın Umay." dedi. "İyileştim ben. Bunun farkında mısın?" dedim. Gülümsedi. "Mutluyum." dedi. Göz devirip arkama yaslandım.

"Dedem duyarsa seni vurur." dedim, rahat bir şekilde. "Ben zaten vurulmuşum." dedi. Bu adam neden beni anlamak istemiyordu? "Bu arada dedenin izni var. Öykü bu aralar biraz yoğun. Sana bakacak birinin olması gerekir. O şanslı kişi benim." Ne şans ama? "Ailen evde. Kalabalık olur." Bacak bacak üstüne attım. "Akşam eve dönecekler." Her şeye de bir cevabı varya.

Hastane çıkışında Ömer bizi bekliyordu. "Sonunda çıktın Vampirli Kurt." Cebinden sarımsak çıkarınca yüzümü buruşturdum. "Bak işte; ben size demiştim." Göz devirip ayağa kalktım. "Cebinde sarımsak taşımanı kim normal karşılayabilir ki?" Tekrar cebine koyup arka kapıyı açtı. "Vampirleri kendimden uzak tutmamın başka yolu yok." Bu akıl Ömer'e fazla. Arabaya bindim. Yiğit yanımda oturmuştu. Ömer sürücü koltuğuna geçti.

"Ben sizin şoförünüz müyüm? Niye ikiniz de arkaya geçtiniz?" Yiğit sıkıntılı bir nefes alıp verdi. "Arabayı çalıştırman için ve susman için on saniyen var. On birinci saniye de kendini hastanede bulursun." dedi Yiğit. Ömer arabayı çalıştırıp kısık sesli bir müzik açmıştı. Kıkırdadım.

"Kurtları kendinden uzak tutamıyorsun galiba." dedim. "Ona bir çare bulamıyorum. Ve birgün o kurtlar çoğalacak. O zaman ne yapacağım?" Kaşlarım havalandı. "Akrep!" Yiğit değil Bozkurt konuşuyordu.

Yolculuğumuzun geri kalanı sessiz geçmişti. Yiğit konuşmamızı yasaklamıştı. Arabadan inip Ömer'e döndüm. "Okan nerede?" Sırıtmaya başlamıştı. "Öykü ile beraber. Revire ilaç taşınacakmış galiba. Yardım ediyor." Gülümsedim. "Pek bir yardımsever, maşallah." dedim. İlerlemek için attığım adım ile Yiğit'in beni kucağına alması bir oldu.

"Ne yapıyorsun sen?" dedim, şaşkın bir şekilde.

"Pek bir yardımsever, maşallah." dedi Ömer.

Yiğit ile beraber Ömer'e ters bir bakış attık. Omuz silkip apartmana girdi. "İndirir misin beni?" dedim. "Yorulmanı istemem." dedi. Dudaklarımı aralayacağım sırada araya üçüncü kişinin sesi girmişti.

"Umay abla geçmiş olsun." Başımı çevirip Ozan'a baktım. "Beni indir Yiğit. Aksi taktirde istemediğim şeyler yapabilirim." dedim sahte bir gülümsemeyle. Beni yere indirince Ozan'a yaklaştım. "Teşekkür ederim canım." Ozan ile aynı boya gelebilmek için eğildim. "Neyin var? Yiğit abi çok korkmuştu. Vuruldun mu?" Bunu bir çocuğa nasıl izah edebilirim ki? "İyiyim artık. Bana bir şey olmaz ki." Elindeki çiçek buketini bana uzattı. "Bunu senin için aldım." Çiçeği alıp burnuma yaklaştırdım. Çok güzel kokuyorlardı. "Çok mutlu oldum. Çok teşekkür ederim." Yanağıma minik bir buse kondurup kaçtı.

Doğruldum. "Bir çocuk kadar olamadın. Bak ne güzel çiçek almış." dedim. "İstediğiniz çiçek olsun Umay Hanım." dedi. Eliyle apartman kapısını gösterdi. Gülümseyip ilerledim.

Evin olduğu kata çıktık. Merdivenlerden çıktığımız için biraz nefes nefese kalmıştım. Elim yaralı bölgenin üstündeydi. "Bir kere inatçılık yapmayıp beni dinleseydin böyle olmayacaktı." dedi Yiğit. "Ufak bir sızlamaydı. Önemli değil." dedim. Zile basılı tutup bir anda beni kucağına aldı. "Yok artık! Annen ve baban evde." Başını geriye doğru çekmişti. "Şu çiçeği ağzımın içinden çıkarır mısın? Yiyeceğim şimdi." dedi. Çiçeği daha çok yaklaştırdım. "Beni de ye." Gülmüştü. "Sözüm olsun." Kaşlarımı çattım. O sırada evin kapısı açıldı.

"Hoşgeldiniz." dedi Duru. Ama ben utanıyorum. Çiçekle yüzümü kapatmıştım. Koltuğa oturunca çiçeği yüzümden indirdim. Merve abla ve Ahmet amca karşımdaydı. Ayağa kalktım. "Kusura bakmayın. Benim yüzümden rahatınızdan oldunuz kaç gündür. Hakkınızı helâl edin." Yiğit üzerimdeki ceketi çıkarıp önümde eğildi. "Şu botlarını da çıkaralım." Bir adım sola kayıp eğildim. "Ben kendim çıkarırım." Botları çıkardım. Ömer elimden almıştı.

"Rahat ol kızım. Bir daha da öyle konuştuğunu duymayacağım." dedi Ahmet amca. Masum bir şekilde oturdum. "Nasılsın kuzum?" dedi Merve abla. "İyiyim ama Yiğit böyle davranınca kötü hissediyorum." dedim. "Üzgünüm Umay ama kötü hissetmeye devam edeceksin. Çünkü ben hiçbir zaman değişmeyeceğim." dedi Yiğit. "Sen böyle sözleri nerden buluyorsun?" dedi Ömer. "Bence çalışıyor." dedi Duru. "Bizim odun çiçek açmış." dedi Ahmet amca. Yiğit'e bakıp güldüm. "Sende mi baba?" dedi Yiğit. "Seninle gurur duyuyorum oğlum. Umay kızım ile bizi tanıştırdığın için de teşekkür ediyorum." Birazdan ağlayacağım.

"Güzel gelinim gelmiş, neden haber vermiyorsunuz?" dedi Ayşe teyze. Tekrar ayağa kalktım. Ayşe teyze bana sarılıp başımdan öpmüştü. Gülümsedim. "Nasılsın annem?" Gözlerim dolmuştu. "İyiyim. Sağolun." dedim. "Canın mı acıdı?" dedi Yiğit. Başımı iki yana sallayıp oturdum. Ellerimle oynuyordum.

"Bir sürü yemek yaptım sana. Birkaç gün katı yemek yiyemezmişsin. Dolaba kaldırdım. İstediğin zaman çıkarır pişirirsin." dedi Ayşe teyze. Yanıma oturmuştu. "Zahmet etmişsiniz, ellerinize sağlık." dedim.

Sol elimi elleri arasına aldı. "Anne ve babanı mı özledin?" Onları özlemediğim bir an bile olmuyor ki? Bir şey diyemedim. "Hayatta olduğum sürece sana annelik yapacağım. Öz annenin yerini tutamam ama sana annelik duygusunu hissettirmek için elimden geleni yaparım." Gözlerimi Ayşe teyzenin gözlerine çevirdim. Ne diyeceğimi bilemediğimden sarıldım. Duru, arkamdan bana sarılmıştı.

"Dışarı çıkalım. Güzel bir akşam yemeği yiyelim. Umay'ın ailemize girişini de kutlarız." dedi Ahmet amca. "Çok güzel bir haber dede." dedi Duru. Elimden tutup beni ayağa kaldırdı. "Hazırlanalım. Fotoğraf çekeriz." Yiğit aramıza girmişti. "Sen git hazırlan." Duru yüzünü asıp gitti. Ahmet amca, Ayşe teyze ve Merve abla da hazırlanmak için odalarına gitmişlerdi. "Hiç süslenemem. Zaten bir pantolon, bir kazak çıkarıp başka bir pantolon, bir kazak giyeceğim. Ne gerek var? Bir saat önce giyinmiştim zaten." dedi Ömer. "Ne yapıyorsan yap ama sus Ömer." dedi Yiğit. Elimden tuttu. Yatak odasına doğru ilerliyorduk.

Odaya girdik. Yiğit kapıyı kapattı. "İyi misin?" dedi. "İyiyim. Anneni de çaldım." dedim. Gülümsedi. "Benim annem senin de annen. Ve bir tek annemi çalmış değilsin." Konuşmama izin vermeden konuyu değiştirdi. "Birkaç parça kıyafetini buraya getirdim. Öykü hazırladı. Sen giyin. Ben kapıdayım." Başımı aşağı yukarı salladım.

Yiğit çıktıktan sonra köşedeki bavulu açtım. Şok içinde bavulun içindekileri inceliyordum. Neden kırmızı ve siyah, süper mini, gecelik takımları var ki? Elime düşersin sen Öykü.

Dizlerim hizasında olan uzun kollu bir elbise giymiştim. Bağladığım saçlarımı açıp elimle düzelttim. Kapı tıklatıldı. "Yenge girebilir miyim?" dedi Duru. "Girebilirsin." dedim. Gülümseyerek kapıya dönmüştüm. Beni görünce gülümsedi. "Her zamanki gibi çok güzelsin. Makyaj yapmak istersin diye geldim." dedi. "Teşekkür ederim. İyi düşünmüşsün. Yüzüme biraz renk gelsin." dedim. Duru gülmüştü. "Umay yenge, yüzün yeterince renkli farkında mısın? Gözlerin yeşil, kaşların ve kirpiklerin turunçgil." Doğru. Makyaj çantasını elime alıp karıştırdım. Kapı tekrar tıklatıldı. "Giyindin mi Umay?" dedi Yiğit. "Evet. Girebilirsin." dedim. Odaya girdi. Elbiseme baktı. Daha sonra elimdekine.

"Makyaj mı yapacaksın?" diye sordu. "Evet." dedim. "Çillerini kapatacak mısın? Onları örteceksen yapma." dedi. "Normalde insanlar; elbisenin boyuna falan laf eder. Benim dayım değişik galiba." dedi Duru. "Sus kız! Şu yüzünü getirdiğin hale bak. Bir evin tüm duvarlarını boyayacak kadar malzeme çıkar. Hemen gidip siliyorsun." dedi Yiğit. Gülmemek için alt dudağımı ısırdım. "Ama dayı?" dedi Duru, sitem ederek. "Sen zaten çok güzelsin. Kendini iyi hissetmek için makyaj yapmak istiyorsan yap ama güzelliğini örtme. Beş dakikan var hadi." Duru havalı bakışlar atıp odadan çıktı.

Rimel ile kirpiklerimi kıvırıp şeftali tonlarında bir ruj kullandım. Kollarımı iki yana açtım. "Nasılım?" Yiğit elini çenesine dayayıp işaret parmağını yanağına dokundurdu. Eleştirmen bir tavrı vardı.

"Şık giyinince güzelleşen değil de; her elbiseyi, giyince güzelleştiren bir kadınsın."

Aradan ne kadar süre geçmişti bilmiyorum ama kısa olmadığı kesindi. Burnuma hafifçe vurup gülümsedi. "Etkilendin mi?" diye sordu. "Ben olsam, ben de kendimden etkilenirdim." Gülerek başımı iki yana salladım. Üzerime başıma son kez bakıp yatağın üzerinden kabanımı aldım.

"Bu arada kıyafetlerine bir şey söyleme hakkım yok. İstediğini giymekte özgürsün fakat çillerini gizlemekte özgür değilsin."

Allah Allah der gibi bakınca göz kırptı. Kapıya doğru ilerleyecekken kolundan tutup kendime çevirdim. "Bir şey söyleyeceğim." dedim. "Bir itiraf mı?" dedi heyecanlı bir şekilde. "Ne itirafı ya?" Omuz silkince devam ettim. "Bizim bu sahte sevgililik oyunu ne kadar sürecek? Yakında beni isteyeceklermiş gibi geliyor." Güldüğü belli olmasın diye başını çevirmişti. "Oyuna gerek kalmayana kadar sürebilir. Bizi bekliyorlar, çıkalım." İlerliyordu. Oyuna gerek kalmayana kadar mı?

🐺


İki arabayla şık bir restorana gelmiştik. Okan da bize katılmıştı. Öykü'nün nöbeti olduğundan gelememişti. Baş köşede Ahmet amca oturmuştu. Sol tarafında; Ayşe teyze, Merve abla ve Duru vardı. Sağ tarafında da biz dördümüz. Yiğit ile Okan'ın ortasında oturuyordum. Yemeklerimizi sipariş etmiş gelmesini bekliyorduk.

"Süleyman Bey ve Fatih Bey çok iyi insanlar." dedi Ahmet amca. "İkisine de çok şey borçluyum. Bugüne kadar gelebildiysem, ikisi sayesinde." dedim. "Nasıl da kibar? Maşallah." dedi Ayşe teyze. Gülümsedim. "Yiğit'ten dolayı biliyoruz, mesleğinizin zorluklarını. Senin için daha çok zor olmalı." dedi Ahmet amca. "Yok be Ahmet amca. Umay bizi üst üste koyar, tek elle taşır." dedi Ömer. Bu nasıl bir benzetme? "Teröristin birini diri-" Ömer'in lafını, bacağına vurduğum ayağım kesmişti. Acıyla yüzü buruşunca bana baktı. "Ayağın nasıl buraya kadar geldi ya?" Göz devirip Ahmet amcaya döndüm.

"Her işin zorlukları vardır. Çok yoruldum. Kaç defa ölüm tehlikesi atlattım ama hiçbir zaman pes etmedim. Erkek veya kadın olarak değil de insan olarak bakıyorum. Sonuç olarak; cinsiyet meselesi değil, memleket meselesi."

Hepsinin yüzünde tek bir duygu vardı; gurur. Gülümsedim. "Yiğit'in şu ana kadar bir ilişkisi olmadı. Mürvetini görmeyi çok istiyoruz. Birgün karşıma alıp sordum. Düşünüyor musun, diye. 'Ben Vatanıma aşığım. Kalbim başka birini kabul eder mi, bilmiyorum.' demişti. Sen hastanedeyken bir kez daha sordum. 'Vatanına aşık bir kadına, aşık olmak çok güzel.' dedi." Yiğit'e baktım. Önündeki çatal ile oynuyordu. "Sen, Yiğit için çok özelsin." Ayşe teyzeye bakıp gülümsedim. Biraz daha konuşmaya devam ederlerse Yiğit'in gerçekten bana aşık olduğunu düşüneceğim. "Bir ailenin ve Hatay'da da evinin olduğunu unutma." dedi Ahmet amca. "Çok teşekkür ederim. Unutmam." dedim.

Siparişlerimiz gelmişti. Önüme konulan çorba ile Yiğit'e bakıp gülümsedim. "Alay etmek için istedin değil mi?" dedi. "Alakası bile yok." deyip bir kaşık yudumladım. "Ama senin ellerinle yaptığın daha güzeldi. Sonuna kadar savunacağım." Gülümseyince gamzeleri ortaya çıkmıştı. "İçine sevgimi kattım." dedi. Kahkaha attım. Masadakiler bize bakınca ciddi yüz ifademi büründüm. "Çok pardon."

Sadece çorba içerek nasıl doyulur ki? "İlaçlarını getirdin mi?" dedi Yiğit. "Aldım yanıma." dedim. "Izmir'de de görev yaptın mı?" dedi Ahmet amca, Yiğit ile konuşmamızı bölerek.

"Hayır. İzmir de doğup büyüdüm. Okul ve eğitim için Ankara'ya gittim. Acemi birlik için Konya'daydım. Bir yıl Bingöl'de görev yaptım. Şark görevi. Şimdi de buradayım." Ayşe teyze, Ahmet amcanın kolunu çekiştirmişti. "Kızımı rahat bırak artık." Ahmet amca kolunu kurtarıp bana gülümsedi. "Başarılı bir asker bulmuşum. Konuşurum tabii. Ömer'in asker muhabbetleri artık sarmıyor." Sessizce güldüm. "Aşk olsun Ahmet amca." dedi Ömer. "Gerçekler acıdır evlat." Ahmet amca tekrar bana döndü. "Bizim oğlan çok ceza alırdı, önceden. Senin de var mı öyle şeyler?" Benim aldığım cezalar boyumu geçer. "Yok ya. Sen uslu birisin. Sen kim? Ceza kim?" Tabii canım. Ben kim? Ceza kim? Yapışık ikizler diye adımız çıksa daha iyi.

"Çok uslu. Komutanlarının asla sözünden çıkmaz." dedi Yiğit, kinayeli bir şekilde. Ömer kahkaha atmıştı. "Elimde kalacaksın bu gidişle." Susup içeceğini yudumladı.

"Sıkıldım bu askeri muhabbetlerden. Nasıl tanıştınız anlatsanıza? İlk kim sevdiğini söyledi?" dedi Duru. Buyrun cenaze namazına! Yiğit'e baktım. "Sen anlatmak ister misin?" Gülümsedi. "Anlatayım." dedi. Sesini düzeltti.

"İlk görüşte aşk bizimkisi. Umay, ayağı taşa takılınca yere düşmüştü. Ben de öyle etrafta göz gezdirirken şans eseri onu gördüm. Yardım etmek için yanına gittim. Siyah ve yeşil birbirine karışınca..." Gözleri gözlerimdeydi. Gülümseyip devam etti. "Gözlerim gözlerine mühürlendi. Ne olduysa orada oldu? O gün kalbim ilk defa farklı attı. Biraz zaman sonra Umay'ın da duygularına emin olunca gidip söyledim." Vay be!

"Ay çok romantik." dedi Duru. "Ne kadar süredir sevgilisiniz?" diye sordu Merve abla. "Birkaç ay oldu." dedik, Yiğit ile aynı anda. "Neden bize söylemedin?" dedi Ayşe teyze. "Operasyonlar art arda gelince fırsatım olmadı. Yoksa el öpmeye gelecektik." dedi Yiğit. "At yalanı-" Ömer fısıldayarak kurduğu cümleye devam etmemişti.

"Ben lavaboya gideceğim." dedi Duru. Çantamdan çıkardığım ilaçları yutup suyumu yudumladım. Restoran da romantik bir müzik duyuldu. Duru sırıtarak masaya gelmişti. "Hadi dans edin." Herkesin gözü ben ve Yiğit'teydi. Yiğit ayağa kalktı. Üzerini düzeltip sağ elini uzattı. "Eşlik etmek ister misin?" Gülümseyerek elini tutup ayağa kalktım.

Herkes yemeğine odaklanmışken bizim piste geçmemizle odak noktası biz olmuştuk. Bir elimi omuzuna koydum. Yiğit, boştaki elini belime koymuştu.

"Bana öyle bakma, anlayacaklar."

Elimi tutan elini çekip saçımı düzeltti. Elini tekrar tutmak yerine omuzuna koydum. "Çok uzunsun." Dudaklarım arasından çıkan iki kelimeye gülmüştü. "Sen de çok miniksin." Minik miyim, diye anket yapmama çok az kaldı. "Tanışma hikayemizi anlatırken çok etkilendim. Bir an gerçekten sevgili olduğumuzu düşünmedim değil." Tek kaşı havalandı. "Öyle tanışmadık mı? Hatta bana bekâr olup olmadığımı bile sordun. Bak ben onu anlatmayı unuttum." Kaşlarımı çattım. Geri çekilmek isterken kollarını daha sıkı sardı. Başım, Yiğit'in gösündeydi. "Sinir ediyorsun beni. Hem ben şakasına söylemiştim. Gülelim diye." Kıkırdamalarını duyuyordum.

Gözlerimi kapattım. "Yoruldun mu? Oturalım istersen." dedi. "Yok. Dans etmeyi seviyorum. Babam ile çok dans ederdik. Asla yorulmazdım." Burnunu, saçlarım arasında hissettim. "Seninle her zaman dans etmek için yanında olacağım, Portakal Çiçeği. Yalnız değilsin." Gözlerimi gözlerine çevirdim. Sol gözümden akan bir damla yaşı baş parmağıyla sildi.

"Bizim karşılaşmamız bir şans veya tesadüf değil, kader..." Yanağımdaki elini tuttum. "İyi ki varsın."

"Bir de öpüşün tam olsun. Valla çok iyi ortam." Ömer'in sesiyle ayrılmıştık. "Ne oldu?" dedi Yiğit, bıkkın bir şekilde. "Şarkı bitti. Siz hâlâ buradasınız. Rezil olduk." dedi Ömer. Şarkı ne zaman bitmişti? Etrafımda göz gezdirdim. Kaşlarımı çatarak Yiğit'e baktım.

"Galiba izleniyoruz." dedim. "Zaten izleniyorsunuz. Bunu anlamak için etrafına bakmana gerek yoktu." dedi Ömer. "Bi' sus artık, Ömer." dedi, dedim. Yiğit ile aynı anda konuşmaya alıştık galiba.

Yiğit kolunu omuzuma attı. "Siz arabaya geçin." dedi. "Bozkurt, Asena'sız olmaz. Üzgünüm." dedim. "Akrep'siz hiç olmaz." dedi Ömer. "Kartal olmasa timin zeka seviyesi yerlerde olur. Beni unutmayın." dedi Okan. Güldüm. "Sansa ihtiyacınız yok ama iyi şanslar beyler."

Bela geliyorum demez, benim olduğum yere gelir.

Arkama dönüp garson görünümlü şüpheliye baktım. "Bakar mısınız?" Sağına soluna bakıp merdivenlere doğru koştu. "Burası sizde." deyip arkasından koştum. Elbisemin gizlediği, bacağımdaki kılıftan silahımı çıkardım. Restoranı çığlıklar doldurmuştu. "Konuşup anlaşabiliriz."

Üst kattaki müşteriler masalarının altlarına saklanmışlardı. Boydan boya cam ile kaplı bir kattı. Kaçacak bir yeri yoktu. "Bizim seninle işimiz yok. Bozkurt'u alıp gideceğiz." dedi. Kahkaha attım. "Yalnız o biraz sıkar. Asena, Bozkurt'unu bırakmaz." Kaşları havalanmıştı. "Biz Bozkurt'u bırakıp seni alalım. Başkanın daha çok hoşuna gider." Alaylı gülüşüne gülümseyerek karşılık vermiştim. "Alabiliyorsan al."

Aramızdaki zaten az olan mesafeyi daha aza indirmişti. Ne yapacak diye bekliyordum. Sert bir şekilde iki eliyle ittirmişti. Yüzümü buruşturmama sebep olan sert vuruşu değil, yaralı bölgeye dokunuşuydu. "Çok oyalandım." deyip karnına sert bir şekilde vurdum. Sırtı cama değildi ve cam paramparça oldu. Detay vermek gerekirse ikinci kattan düşmüştü. Birkaç adım atıp aşağı baktım. Aşağıdan bana bakan, bir gece vakti bile kendini belli eden, bir çift kömür karası gözler vardı. "Biraz fazla kaçırdım galiba." Bir tepki vermemişti. "Orada havalar nasıl?"

🐺


İki tane efsanevi asker beni yetiştirirse olacağı bu. Yiğit, Ömer ve Okan'ın yakaladığı adamları askeri araca götürürlerken; benim yakaladığımı ambulansa taşıyorlardı.

Bir kadın her yerde farkını belli etmelidir.

Yiğit'in ailesi artık eskisi gibi bana bakmıyordu. Belki de gelin olarak almaktan vazgeçmişlerdir. Silahımın namlusuyla başımı kaşıyıp tekrar kılıfına koydum. Yiğit, askerler ile ilgilenirken beni Okan'a emanet etmişti. Çünkü en son Ömer'i gülme krizine girdiği için dövmüştüm.

Hayır, anlamıyorum. İlk defa mı, ikinci kattan terörist fırlatan biri gördüler?

Yiğit'in askerle işi bitince yanımıza geldi. "Sizi havaalanına bırakayım." dedi ailesine. Daha sonra Okan'a döndü. "Eve geçin, geliyorum. Sana emanet ikisi de." Bana baktı. Dil çıkarıp omuz silktim. Gözlerini gökyüzüne çevirip bir şeyler mırıldandı. Aynı zamanda gülüyordu.

Ahmet amcaya elimi uzattım. Gülerek elimden çekip sarıldı. "Psikopat gelinim. Bizim oğlandan daha deliymişsin." Sayılır. Ahmet amcadan ayrıldıktan sonra Ayşe teyze, Merve abla ve Duru ile de vedalaşmıştım. Önceden beni gelin olarak istiyorlardı. Şimdi ise daha çok istiyorlar.

Yiğit ve ailesi gidince biz de benim arabama bindik. Ömer arkada, Okan sürücü koltuğunda ben ise yanında oturmuştum. "Bir şey lazım mı, eve geçerken alalım." dedi Okan. "Hastaneye gidelim." dedim.

"Vuruldun mu?" dedi Ömer, adeta öne uçarak. "Yok. Yaralı bölgeye baskı yaptığım elimi kaldırdım. "Galiba dikişler hasar görmüş." dedim. Okan ani bir manevrayla direksiyonu çevirdi. İçim dışıma çıkacak. "Yiğit'e haber ver." dedi Okan, Ömer'e. "Saçmalamayın. Az önce ayrıldık. Adamı bi' rahat bırakın. Önemli bir şey değil zaten. Yiğit eve varmadan biz evde oluruz. Aramızda bir sır olarak kalacak. Komutanınız olarak emrediyorum." Sona doğru sesim sertleşmişti.

Acil kapısının önünde arabayı park etmişti, Okan. Bagajdan yedek kıyafetlerimi alıp Okan ve Ömer'in arkasına takıldım. "Doktor! Biri baksın buraya!" Okan'ın ürkütücü sesi hastaneyi inletmişti. "Sakin mi olsak?" Ömer ters ters yüzüme baktı. "Çok konuşuyorsun. Biraz sus." Siz böyleyseniz Yiğit'i düşünemiyorum. İyi ki burada değil.

"Umay Hanım?" Gıcık Doktor? Hastanede kaldığım süre boyunca benimle ilgilenen ve sinir hastası eden doktordu.

"Bugün sizi taburcu etmiştik." dedi. "Çok özledim de yine bir geleyim dedim." Gülmüştü. "Neyiniz var?" dedi. "Kanamam var. Çok değil." dedim. Eliyle sedyeyi gösterdi. "Ben üzerimi değiştireyim öyle bakın." dedim. İlerdeki lavaboya girip kısa bir sürede üzerimi değiştirdim.

Doktorun, başında dikildiği sedyeye geçip uzandım. Üzerimdeki kazağı sıyırıp sargı benzini çıkardı. "Nasıl oldu bu?" En nefret ettiğim soru. Nasıl olduğunu öğrenince ne olacak? Sakinim. "Küçük bir münakaşa sonucunda bu haldeyim." dedim. "Size bir ay boyunca göreve gitmemeniz gerektiğini belirtmiştim." dedi. Bir yandan da yarayı temizliyordu. "Gitmedim zaten. Yemeğe gitmiştik. Mıknatıs gibiyim ama ben bela çekiyorum. O sırada oldu." Okan ve Ömer'e bakmıştı. "Yiğit Bey nerelerde?" Tövbe estağfurullah, tövbe. "Önemli bir işi var. Ay siz çok konuşturuyorsunuz." Başımı geriye atıp gözlerimi yumdum.

Doktor işinin bittiğini söyleyince doğruldum. Okan'ın elindeki kabanı giydim. "Teşekkür ederim." dedim. "Rica ederim. Lütfen dikkat edin." Biz dikkat etmeyiz, dikkat çekeriz. Neyse bunu sesli dile getirmeyeceğim. "Önemli bir şey yok değil mi?" dedi Ömer. "Endişelenmenizi gerektirecek bir durum yok. Darbenin etkisiyle ufak bir zedelenme olmuş. İyi bakıldığı sürece kısa sürede geçecektir." Ay çok resmi konuşuyor. Bayılacağım.

Doktora son olduğunu umarak teşekkür edip hastaneden ayrıldık. Bu defa sürücü koltuğunda ben oturmuştum. Gaza basıyordum. Yiğit'ten önce evde olmalıydık. "Bir kez daha söylüyorum; aramızda kalacak. Bir de Yiğit ile uğraşamam. Siz de duydunuz, önemli bir şey yok." Ömer yine başını iki koltuk arasına sıkıştırmıştı. "Yiğit eğer öğrenirse bizi öldürür. Ben ölmek için çok gencim." Okan da Ömer'i destekler nitelikte başını sallamıştı. "Ben sabah hallederim. Şimdi birden söylemek iyi olmaz." dedim.

Arabayı park edip indik. "Yukarı çıkabilecek misin?" dedi Okan. "İyiyim ben." dedim. Okan bana inanmadığı için iki adımda yanıma yaklaşıp kucağına aldı. "Ayaklarım var benim." dedim. "Bugün kendini çok zorladın. Normalde ayakta bile durmaman gerek." dedi Ömer. "Çok üstüme düşüyorsunuz, yapmayın." dedim. Bir cevap vermediler.

Ömer, Yiğit'in evinin kapısını açtı. Ayağımdaki botları çıkarmıştı. Artık itiraz etmiyordum. Yorlmuştum. Bitkin bir haldeydim ama onlara laf yetiştirmek daha yorucuydu. Ve beni dinlemiyorlardı.

Okan beni koltuğa oturttu. Ömer, ne ara getirdiğini görmediğim, yastığı ve örtüyü bana yaklaştırmıştı. Yastığı koltuğa koydu. Omuzlarımdan tutup beni yatırdı. Örtüyü üzerime örttü. Örtüyü kaldırdı. Üzerimdeki kabanı çıkarıp tekrar örttü. Kahkaha attım. "Sütümü vermeyi unuttunuz." dedim. Kapı çalmıştı. "Yiğit versin onu da artık." dedi Okan. Ömer kapıyı açmaya gitti.

Yiğit elinde kocaman bir gül buketiyle girmişti. "Bana mı aldın?" dedi Ömer. "Bi' git işine Ömer." Yiğit ile göz göze geldik. "Niye yattın?" Gülümseyip doğruldum. "Ömer ile Okan zorla yatırdı." Ayaklarımın dibinde oturup gül buketini bana uzattı. "Teşekkür ederim. Çok naziksin." Gülümsedi. "Kaç tane var orada?" dedi Okan.

"Amcaya gül almak istediğimi söyledim. Alacağın kişi değerli mi, dedi. Değerli, dedim. Otuz üç tane verdi." dedi Yiğit.

"Anlamını biliyor musun?" dedi Ömer.

"Anlamı mı var?" dedi Yiğit.

"Seni çok seviyorum gibi bir anlamı var." dedi Ömer.

Yiğit ile birbirimize bakıp anında önümüze döndük. Ömer bir bana bir Yiğit'e bakıp sırıtıyordu. Yiğit'in telefonu çaldı. Pantolonun cebinden telefonu çıkardı. Ekrana bakıp bana döndü. "Senin doktorun arıyor." deyip aramayı kabul etti. İmdat!

"İyi akşamlar. İyiyim, teşekkür ederim. Siz nasılsınız?"

İyi mi akşamlar? Birazdan kötü olacak.

"Öyle mi?"

Yiğit kaşlarını çatarak bize bakıyordu.

"Dikkat ederim. Haber verdiğiniz için teşekkür ederim. İyi akşamlar tekrardan."

Yiğit telefonu kapattı. Çenesini sıvazladı. Gözleri üzerimizde gezinip benim gözlerimde durdu.

"Neden hastaneye gittiğinizden benim haberim yok?"

Yaktım seni doktor!

__________

Hoşçakalın❣

Loading...
0%