Yeni Üyelik
16.
Bölüm

16.Bölüm

@_beyzanurcgrmn_

Selamlarrr

İyi okumalar dilerim.

_______

Her şeye aklım çalışırken Yiğit karşısında dilim çözülmüyordu. Bayılma numarası mı yapsam? Yok, öyle daha çok endişelenir. Ayağa kalkmak istesem de kalkamıyorum. Yiğit, Ömer ve Okan'a baktı. Bu her zamanki kızgın bakışları değildi. Kükreyecek gibiydi.

"Onların bir suçu yok. Ben emrettim. Öyle bakmayı kes."

Ayağa kalkıp odanın içinde volta atmaya başladı. "Sana da güvenemeyecek miyim?" dedi Yiğit, Okan'a. "Güven ile alakalı bir durum değil. Ailen yanındaydı ve onları daha fazla telaşlandırmak istemedim." Yiğit benimle göz teması kurmuyordu. "Nasıl oldu?" diye sormuştu. "Aramızda küçük bir arbede yaşandı. Büyültecek bir şey değil. Dikişlerin bir kısmı hasar görmüş. Birkaç gün dinlenirsem geçermiş." Derin bir nefes alıp verdi. "Seni yalnız bırakmamam gerektiğini her defasında daha iyi anlıyorum. Ve bu sondu." Başımı ağır hareketlerle Yiğit'e çevirdim. Öyle mi, der gibi bakıyordum. "Biz eve gidelim bence. Büyük olay çıkacak." dedi Ömer, fısıldayarak.

Yiğit bana baktı. Yüzümdeki ifadeyi görünce gülümsedi. "Ya kadın bir bakışıyla adamı alt etti. Acaba bize de mi öğretse?" Ömer'e bakıp güldüm. Üzerimdeki örtüyü kenara itip ayağa kalktım.

"Ben eve gidiyorum." Yiğit'in kaşları havalandı. "Ama doktor yalnız kalmaman gerektiğini söyledi." Kaşlarımı çatıp Yiğit'e baktım. "Başlattırma bana doktoruna. O doktor ile bir sonraki görüşmemiz çok kanlı geçecek." İlerleyeceğim sırada Yiğit kolumdan tuttu. "Bir şey de söylemedim, neden gidiyorsun?" dedi. Dudağımın kenarı yukarı doğru kıvrıldı. "Diyemezsin zaten." Ömer'in gülüşüyle ikimiz de ona dönmüştük. "Saygılar." Susmuştu.

"Bu gece burada kal. Sabah gidersin." dedi Okan. "Karı koca arasına girilmez Okan." dedi Ömer. Bunun dili çok uzamış. Saçımın minik bir tutamını kulağımın arkasına sıkıştırıp Yiğit ile göz göze gelebilmek için başımı kaldırdım. Yakında boynum tutulacak.

"Beni düşünmeyi bırakıp artık kendin ile mi ilgilensen? Kilo kaybettiğin gözle bile farkediliyor. Ben, şimdiye kadar nasıl başımın çaresine baktıysam bundan sonra da bakarım. Seni anlamak istiyorum ama anlayamıyorum. Kafanın içinden geçenleri ya direkt olarak yüzüme söyle ya da bana yakın davranmayı bırak."

🐺


"Uyuyor Üsteğmenim... Dikkat ederim, sizin aklınız kalmasın... Unutmam... İyi günler."

Gözlerimi aralayıp kulağımın dibinde telefon ile konuşan Öykü'ye baktım. "Konuşacak başka oda mı yok? Bir tek burada mı şebeke çekiyor?" Öykü gülerek başıma öpücük kondurdu. "Sana da günaydın güler yüzlü bebek." Laf mı attı bana? Gözlerimi kısıp ters ters baktım. "Sabah sabah kime hesap veriyordun sen?" diye sordum. "Seninkine." dedi. Kaşlarımı çattım. "Benimki mi?" Gülümseyip başını aşağı yukarı salladı. "Yiğit Üsteğmen. İlaçlarını tam saatinde alman gerektiğini söyledi. Ben de seni uyandırmaya gelmiştim." Ben bu adama yakamı bırak dedikçe araya aracı sokuyordu.

Yatağın üzerinde doğrulup oturdum. "Ne zaman geldin?" dedim. "Gece geldim." dedi. Normalde küçücük bir sese uyanırdım. Şu ilaçlar beni mahvediyor. "Yiğit mi seni uyandırdı?" Başını iki yana salladı. "Sana kahvaltı hazırlamak için kalkmıştım. İki gün izinliyim. Bol bol uyurum." Dudaklarımı büzüp Öykü'nün kolları arasına girdim. "Sen bana kahvaltı mı hazırladın? dedim, çıtı pıtı bir sesle. Öykü kahkaha atmıştı. "Asker kadını soktuğun hallere bak." Geri çekilmiştim. "Ay ben çok sevdim." dedi Öykü. Kıkırdayıp tekrar sarıldım.

Sanki yıllardır berabermişiz gibiydi. Bana hiç hissetmediğim kardeşlik duygusunu tattırmıştı. Bazen küçük bir bebek gibi davransam da Öykü bozuntuya vermiyordu. Evime taşındığından beri beraber ilk günümüz olacaktı.

Aç karınla içmem gereken ilaçları içmiştim. Öykü pansumanı değiştirmişti. Şu an beraber kahvaltı yapıyorduk. "Timdekilerin böyle olduğunu bilmiyordum." dedi Öykü. "Nasıl biliyordun, nasıllarmış?" dedim. "Dışardan çok sert görünüyorlar ama bildiğin deliler." dedi. Gülmüştüm. "Meslekten dolayı sert göründüğümüz doğrudur." dedim. "Bebeğim sen hiç sert görünmüyorsun." dedi. Burun kıvırıp çayımı yudumladım.

"Eve alışabildin değil mi?" dedim. "Alışmak ne kelime? Sanki yıllardır bu evdeymişim gibi hissediyorum." dedi. Gülümsedim. Çayının son yudumunu içip yeni doldurdu. "Yalnız şu kira, elektrik, su ve doğalgaz paylaşımını yapalım." Peynirden büyük bir parça ağzıma attım. "Neyi paylaşacağız ki? Ben de ödemiyorum." Öykü'nün kaşları havalanmıştı. "Kaçak mı yaşıyorsun?" Gülmek isteyince peynir parçası boğazımda kalmıştı. Çayımı yudumlayınca kendime geldim. "Dedem ödüyor." Anladığını belli eden mimikler sergileyip arkasına yaslandı. "Bedava mı yaşayacağım ben böyle?" Kötü bir şey mi? "Kardeşler arasında paranın lafı mı olur? Bu konuyu bir daha açmayalım."

Öykü, çayı su gibiymiş gibi içiyordu. Çaylarımızı tazeleyip ekmeğine reçel sürdü. Kendi ağzına götürmeyip bana uzattı. Düşünmeden ağzımı açtım. "Okan bana; senin Yiğit'in evinde kalacağını söylemişti. İkna edemedi mi seni?" Ağzımdakileri çiğneyip çayımdan birkaç yudum aldım. "Öyleydi. Biz ailesiyle yemeğe gittik. Küçük bir olay yaşandı. Dikişler hasar gördü. Yiğit'e söylemeden hastaneye gittik. Biraz ona bozuldu. Çok üstümde duruyor. Bu ona zarar verir bir zamandan sonra. Resti çekip eve geldim. Ama hâlâ ulaşabiliyor." Öykü sırıtıyordu. Umursamadım.

Masanın üzerindeki telefonum titreyince ekrandaki mesaj bildirimine baktım. Tim grubundandı. Bildirime tıklayıp mesaj kutusuna girdim.

Akrep: Misafir kabul ediyor musunuz? (Yazan: Ben. Yazdıran: Okan ve Yiğit.)

Mesaja bakıp bakıp gülüyordum. "Kim?" diye sordu Öykü. "Ömer." dedim. "Misafir kabul ediyor musunuz, diye sormuş." Öykü de gülmüştü. "Benim için sorun yok, gelebilirler." Yeni bildirimler gelmişti.

Kartal: Hayvansın.

Yakışıklı Üsteğmenimm: Aptal herif.

"Hadi gelin bekliyoruz. Kavga etmeden gelin."


Telefonu masaya bıraktım. "Bir saate gelirler. Ne yapacağız? Evde bir şey var mı?" dedim. "Bir pasta ve börek yaparız. Yeterli bence." dedi. "Ben yapmayı bilmiyorum." dedim. "Ben sana öğretirim." dedi. Öpücük attım.

İlaçlarımı içmiştim. Masayı toplamak için harekete geçecekken kapı çalmıştı. Aradan sadece beş dakika, taş çatlasın altı dakika geçmişti. Kapıyı açtım. Yiğit, Okan ve Ömer'di. "Ne yapıyorsunuz? Kapının önünde mi bekliyordunuz?" dedim. Ömer kahkaha attı. "Işınlanmayı buldular. Ben de arada gittim." Bence de öyle. Öykü kapıya yaklaştı. "Oha!" Gözlerini apartman içinde gezdirdi. "Kamp falan mı kurdunuz, kapının önünde?" Biz kesinlikle arkadaşız. Bir adım geriye çıktım. "Hadi geçin içeriye." İlk olarak Ömer girmişti. Okan da arkasından girmişti. "Kahvaltı yaptınız mı?" diye sordu Öykü. "Yaptık yenge sağol." dedi Ömer. Öykü de Okan da olduğu yerde kalmıştı. Ömer kocaman gözlerle bize döndü. "Şey... Alışkanlık olmuş. Kusura bakma Öykü." Gülmemek için alt dudağımı ısırdım. "Ben masayı toplayayım." deyip gitti Öykü. Okan Ömer'in kafasına sertçe vurmuştu. Bu gidişle adamın kafasında hücre kalmayacak.

Hâlâ kapıda bekleyen Yiğit'e döndüm. "Geçsene." dedim. Eve girdi. Kapıyı kapattım. Üzerindeki ceketi çıkarıp portmantoya astı. "İyi misin?" diye sordu. "İyiyim." dedim. "Güzel, sevindim." deyip ilerledi.

Mutfağa girdim. "Böyle pijamalarla da pek olmadı gibi." dedi Öykü. Kıkırdadım. "Yabancı değiller. Sen istersen değiştir gel. Ben burayı hallederim." dedim. "İki dakika da hazırlanırım." deyip gitti.

Boş tabakları ve bardakları makineye yerleştiriyordum. "Yardım lazım mı?" Başımı kaldırıp Yiğit'e baktım. "Hallediyorum ben." Beni dinlemeyip masadaki fazlalıkları buzdolabına koydu. "Biraz erken geldik galiba." dedi. "Yok ya tam zamanında." deyip güldüm. Bana bakıp gülümsedi.

Mutfağı hallettikten sonra odama girip üzerimi değiştirdim. Bizimkilerin yanına geçip Öykü'nün yanına oturdum. "Ben dedim; şimdi gitmeyelim, belki müsait değillerdir ama beni dinlemediler." dedi Ömer. "Sorun yok Teğmenim." dedi Öykü. "Şu resmiyeti kaldıralım. Bana kaynım, Okan'a; Okan'cığım, Yiğit'e ise; enişte diyebilirsin." Ömer neden bu kadar arsız? Okan, bir Kartal kadar hırçın bir bakışla Ömer'e bakıyordu. "Gece uyuyamadı, ondan saçmalıyor. İsimlerimizle hitap etmen yeterli." dedi Yiğit. Öykü gülümseyip başı ile onaylamıştı.

"Biz bir şeyler yapacaktık." dedi Öykü, fısıldayarak. Ayağa kalktım. "Siz keyfinize bakın. Bizim mutfakta küçük olacağını umut ettiğim bir işimiz var." Öykü bana kınarcasına bakıyordu. "Yardım edelim biz de." dedi Yiğit. "Zahmet etmeyin." dedi Öykü. "Ne zahmeti, el altında dolaşırız." dedi Okan. "Allah'ım ağlayacağım." dedi Ömer, sahte bir yüz ifadesiyle. "Siz gidin, biz geliyoruz." dedi Yiğit.

Öykü ile beraber mutfağa gittik. "Ömer hep böyle mi?" dedi Öykü. "Tanıdığımdan beri böyle." dedim. Pasta ve börek için gerekli malzemeleri çıkarmıştık. Ömer mutfağa girdi. Suratı asıktı. Sandalyeyi çekip oturdu. Yiğit ve Okan da arkasından gelmişti. Yiğit elini dolabın en üstüne koymuş tezgaha yaslanmıştı. Bu adam neden bu kadar uzun? "Ne yapıyoruz?" dedi Yiğit, tatlı bir tınıyla.

"Yardım etmekte ısrarcı mısınız?" dedi Öykü. "Evet." dediler aynı anda. "Siz bilirsiniz." Öykü, börek yapımını ben ve Yiğit'e vermişti. Keki de Okan ile beraber yapacaktı.

Böreğin iç harcını çabucak hazırlamıştım. "Ben malzemeleri koyacağım, sen karıştır." dedi Öykü, Okan'a. Okan gülümseyerek başını aşağı yukarı salladı. Okan çekmeceden yemek kaşığı almış Öykü'yü bekliyordu. Öykü kaşığı görünce gülmeye başladı. "O büyük, çay kaşığı alsaydın." dedi alay ederek. Okan bunu anlamamıştı ve çay kaşığı almak için çekmeceye yönelmişti. Öykü daha büyük bir kahkaha attı. Okan gülümseyerek sevdiği kadının gülüşünü seyrediyordu. Ömer'e ve Yiğit'e baktım. Yüz ifadeleri sıcacıktı. Okan'ı mutlu görmek onları da mutlu etmiş olmalıydı.

"Üst rafta mikser var. Verir misin?" dedim. Yiğit dolabın kapağını açınca başıma çarpmıştı. Dudaklarımı büzüp bir adım geriledim. "Senin kadar uzun değilim ben. İnsan bir haber verir." Kabul ediyorum suç benimdi ama başkalarını suçlamak hoşuma gidiyordu. Yiğit başımı tutup göğüsüne yasladı. Dolabın çarptığı kısma dudaklarını bastırdı. "Özür dilerim. Acıdı mı?" Kalbim tekliyordu. Geri çekildim. "Hayır."

Sakin ol. Sakin ol. Sakin ol. Sakin ol. Sakin ol.

Yiğit mikseri Okan'a uzatmıştı. İkimiz de aynı anda yufkaya elimizi uzatıp çekince ortadan ikiye ayrılmıştı. Birbirimize bakıp tekrar yufkaya döndük. Gülmemek için yanak içimi ısırdım. Tepsiye yerleştirip üzerine hazırladığım içi döktüm. "Umay, tepsiyi yağladınız mı? Ve ayrıyetten yufkanın üzerine yaptığım sosu döktün mü?" İkisi de hayır.

Döktüğüm iç harcı tekrar topladım. Yine aynı anda yufkayı çekince bir kez daha parçalanmıştı. "Güzelim yufkayı paramparça ettiniz." dedi Öykü. "Bunları mutfağa almayacaktın." dedi Ömer. Haklı.

"Üstten karıştırma, dağılır her yere. Alta gir." dedi Öykü. Göz ucuyla onlara baktım. "Dur, ben sana göstereyim." Öykü Okan'ın elinin üzerine kendi elini koymuştu. Okan, mikseri dibe yaklaştırıp çalıştırınca tüm harç üzerlerine sıçramıştı.

Suç Öykü'nün. Ne diye çocuğunun elini tutuyor ki?

"Yiğit ne yapıyorsun?" dedi Öykü. Yiğit'e baktım. Yufkayı sosa batırıyordu. Tamam bende bilmiyorum ama bu kadar da değil.

"Şimdi sıçtınız." dedi Ömer.

Öykü alnındaki harçı elinin tersiyle temizleyip derin bir nefes alıp verdi. "Siz çıkın. Elimden bir kaza çıkmadan mutfağı terk edin. Ben her şeyi yapacağım." Öykü birazdan bizi evden atacaktı. "Kadın haklı beyler, dağılın." dedi Ömer.

Okan üzerini temizlemek için banyoya girmişti. Biz de oturma odasındaydık. "Beceriksizler." dedi Ömer, Okan'ın odaya girmesiyle. "Kes be sesini!" dedi Okan. "Sen çok biliyorsun değil mi?" dedim. "Tabii." dedi Ömer. Ayağa kalktı. "Görün ve biraz örnek alın." Mutfağa doğru gitmişti. Aradan sadece üç dakika geçmişti.

"Ömer!"

🐺


"Neden yemiyorsunuz? Yesenize."

Biraz daha gülmemek için kendimi sıkmaya devam edersem patlayacaktım. Ömer en son hava atarak girdiği mutfaktan koşarak çıkmıştı. Kek harcını yapacağım deyip Öykü'nün elinden çekmişti ve kap elinden düşüp halıyı berbat emişti.

Öykü kek ve böreği çok güzel bir şekilde yapmıştı ve getirmişti. Yiğit, Okan ve Ömer; Öykü'den korktuğu için tabağa elini sürmemiş Öykü'nün ikazından sonra ise adeta saldırmıştı. Okan birazdan boğulacaktı. Bana da çorba getirmişti. Bende akıllı bir kız olarak şikayet etmeden yiyordum.

"Nasıl olmuş?" diye sordu.

"Ellerine sağlık, çok güzel." dedi Yiğit.

"Horoko olmoş. Olorono soğlok." Okan'ın ne dediğini anlamamıştım.

"Harikulade Öykü Hanım." dedi Ömer.

Koskoca Bozkurt Timi'nin düştüğü hâle bak. Öykü kıkırdamıştı. Yiğit ile Ömer, Okan'a bakıp kahkaha attı. Deli bir ailem olmuştu. İyi ki olmuştu.

🐺


Bir Ay Sonra

Sonunda iznim bitmişti. Aslında yarın bitecekti ama ben artık gerçek anlamda evde oturmaktan sıkılmıştım. Yüzümdeki maskeyi çıkarıp bol suyla yıkadım. Bakım önemli. Üzerime siyah v yaka bluz ve siyah pantolon giydim. Saçlarımı düzleştirip belime dökülmesine izin verdim. Silahımı belimdeki kılıfa koyup şişme montumu giydim. Çanta pek sık kullanmadığım için tüm eşyalarım ceplerimdeydi. Telefonumu ve araba anahtarımı alıp evden çıktım.

Belaya bulaşmadan karargaha varmıştım. Arabamı Yiğit'in arabasının yanına park edip indim. Nöbetçi asker benim için kapıyı açmıştı. Saçlarımı montumun içinden çıkardım. "Hoşgeldiniz komutanım." Omuzuna iki defa vurdum. "Sağol." Karşıdan bana doğru hızla koşan Zehir'i farkedince gülümseyip çömeldim. Volkan, tasmasının ipini zor tutuyordu. "Bırak." dedim. Volkan bırakınca Zehir adeta üzerime atladı. Dengemi koruyamayıp düştüm. Gülüyordum. Zehir ise yüzümü yalıyordu. O kadar maske yaptım ya.

"Komutanım iyi misiniz?" Birkaç asker başımda toplanmıştı. Zehir kimseyi yanıma yaklaştırmıyordu.

"Zehir!"

Yiğit'in sert sesi karargah sınırları içinde yankılanırken Zehir benden uzaklaşmıştı. Üzgün sesler çıkarıyordu. Askerlerden birinin uzattığı eli tutup kalktım. Askerler Yiğit'in yaklaşmasıyla işlerine dönmüştü. "Bir şey oldu mu? İyi misin?" dedi. "İyiyim. Çok özlemiş." dedim. Gülümseyerek Zehir'e bakıyordum. "Yarın bekliyorduk seni." Eli saçlarım arasında geziniyordu. Soran gözlerle baktım. "Tozlar var." Saçlarımı savurup Zehir'in yanına geçtim. "Evde sıkıldım." Zehir başını bacaklarıma sürtüyordu.

Yiğit'e baktığımda, kaşları çatık bir şekilde Zehir'i izlediğini farkettim. Gözleri gözlerime tırmandı. Gülümsedi. "Saçların... Yakışmış." Dudaklarım kıvrıldı. Zehir havlayınca ona döndüm. Kendisiyle ilgilenmemi istiyordu. "Biraz işim var geleceğim." Oturmuştu. Beni dinliyordu. "Albay'ın yanına gideceğim. Bir görüneyim." dedim, Yiğit'e. "Tamam."

Zehir ile Yiğit'i baş başa bırakıp ilerledim. Yiğit'in sesini duyabiliyordum. "Bu gidişle anlaşamayacağız biz. Çek patilerini Portakal Çiçeği'nin üzerinden." Gülümseyerek yoluma devam ettim.

Albay'ın kapısını tıklattım. Gir komutuyla kapıyı açıp girdim. Albay soran gözlerle bakıyordu. Tam karşısında durup tekmil verdim; "Üsteğmen Umay Yücesoy, İzmir." Başını iki yana salladı. "Bir gün daha bekleyemedin mi?" Yirmi dokuz gün beklediğime şükür etmeliler bence. "Dağı taşı özledim komutanım. Siz de beni özlemiş olmalısınız." Sevgili Albay, söylediklerimin aksi gibiymiş bakıyordu. "Psikopatsın." Hazır ola geçtim. "Sağol!" Psikopat kelimesini ismimden daha çok duyuyordum.

"Gidip bir iki saat dinlen. Toplantı da seni de görmek isterim." Kaşlarım havalanmıştı. "Ne toplantısı?" Hem de gelir gelmez. "Aslında yarın sen gelince detaylı bir şekilde konuşacaktık ama hazır gelmişken bitirelim bugün. Detayları toplantı odasında bildireceğim. Şimdi çıkabilirsin." Albay beni kovuyor muydu?

Albay'ın odasından çıkıp kendi odama indim. Özlemini çektiğim üniformamı giyip bordo beremi başıma geçirdim. Postallarımın bağcıklarını sıkıca bağlayıp silahımı bacağımdaki kılıfa koydum. Aynadaki yansımama göz kırpıp çıktım.

Merdivenlerden aşağı inecekken rütbeli bir komutan ile karşılaşmıştım. Başımla selam verip geçmesini bekledim. Gülümseyerek selam verip gitmişti. Karargahta ilk defa görüyordum. Albay'ın bahsettiği toplantı ile alakalı olmalı. Hızlı adımlarla dışarı çıktım. Öykü'nün yanına gitmeyi planlıyordum ama askerlerin içtimada olduğunu farkedince oraya doğru ilerledim.

Yiğit'in yanında durup onun gibi ellerimi arkada bağladım. Göz ucuyla bana bakıp gülümsedi. "Ben yapabilir miyim, komutanım?" dedim. "Sen dinlen. Ben biraz ter döktüreceğim." dedi. "Dinlenmekten sıkıldım. Sizden daha iyi iş çıkaracağıma eminim." deyip gözlerimi gözlerine diktim.

"Bakma öyle yeşil yeşil." dedi.

Göz devirmiştim.

"Gözlerim yeşil, kırmızı mı bakayım?" dedim.

Gülmüştü.

Bir adım geri çekilip eliyle kendi yerini gösterdi. "Görelim bakalım hünerlerinizi üsteğmenim." dedi. "Sizi yanıltmayacağım üsteğmenim." deyip askerlerin karşısına geçtim. "Sadece tişört ve pantolonla kalın. Fazlalıkları çıkarmanız için sadece iki dakikanız var." Kolumdaki saate baktım. "Bir dakika elli sekiz saniyeniz kaldı. Marş marş!" Arkamı dönüp Yiğit'in oturduğu banka yürüdüm. Üzerimdeki askeri ceketi ve gömleği çıkarıp yanına bıraktım. Saçlarımı zaten örmüştüm. "Hava soğuk." dedi Yiğit. "Asena'lar üşümez." Askerlerin yanına geri döndüm. Titriyorlardı.

"Birazdan ısınacaksınız beyler."

Ellerimi arkamda bağlayıp çevreme baktım. Kaç tur koşabileceklerini hesaplayıp tekrar onlara döndüm. "Kırk tur ile başlayalım." Askerlerin suratları buruşurken kaşlarımı çattım.

"Eğitimde ter dökmeyen savaşta kan döker!"

Hepsinin başı dikleşmişti. "Sağa dön!" Toplu çıkan postal sesi çok hoşuma gidiyordu. "Koşar adım marş marş!"

Islık ve alkış sesleri gelince omuzumun üzerinden arkama baktım. Ömer ıslık çalıyordu. Okan ise alkışlıyordu. "Siz de istiyorsunuz galiba." Geldikleri yolu iki saniye de geri dönmüşlerdi. Kahkaha atmamak için elimle ağzımı kapattım. "Açıkçası çok etkilendim." dedi Yiğit. Gülümsedim. "Ben askerlere katılayım. İzninizle." dedim. "İzin sizin üsteğmenim." dedi kibar bir şekilde.

En arkadaki grubun birkaç adım arkasında koşmaya başladım. Ortamı biraz neşelendirelim.

"Bir kar yağar ince ince"

Kimseden ilk birkaç saniye ses gelmedi. Birbirlerine bakıp önlerine döndüler. Ve tekrarlamaya başladılar.

"Bir kar yağar ince ince"

"Komandonun hali nice"
"Komandonun hali nice"

"Bir operasyon var bu gece"
"Bir operasyon var bu gece"

"Hey paraşütcü komando"
"Hey paraşütçü komando"

"Vur vur dağcı komando"
"Vur vur dağcı komando"

"Aferin Takım!"
"Sağol!"

"Aferin Takım!
"Sağol!"

"Aferin Takım!"
"Sağol! Sağol! Sağol!"

🐺


Seslerimiz tüm karargahı sarmıştı. Bir buçuk saatlik eğitimi bitirip bu kadar süredir sadece bizi izleyen Yiğit'in yanına gittim. "Yedek üniforman varsa üzerini değiştir. Hastalanırsın." dedi Yiğit. "Aslında iki tur koşum bırakacaktım ama fazla kaptırdım kendimi marşa." dedim. Oturduğu banktan kalkıp kulağıma doğru eğildi. "O sesini bana sakla, Portakal Çiçeği." Kaşlarım havalandı. "Üzerini değiştirip mekana geç. Sana bir şey getireceğim." deyip gitti.

(Yukarıyı fesat anlayanı dövüyormuşum.)

Yiğit'in gidişini izleyip kafamı hızlıca iki yana salladım. Bu adamı anlamak istemiyorum. Odama çıkıp üzerimi değiştirdim. Bordo beremi elime alıp mekana ilerledim.

Odaya girip koltuğa attım kendimi. Biraz yorulmuştum. Uzun süredir dinlenip üzerine birden yüklenince sorun olmuştu. "Çay ya da kahve getireyim mi, komutanım?" dedi Ömer. Başımı iki yana salladım. Gözlerimi yumdum. Kapı açıldı. Kapandı. Koltuğun diğer tarafında ağırlık olmuştu. Gözlerimi açtım. Yiğit'in eli havada kalmıştı. Elini geri çekip başına sürttü. Yüzüme düşen saç tutamını arkaya attım.

"Bana ne getirdin?" Elindeki kupa bardağını gösterdi. "Bu ne?" Bana uzatmıştı. "Annem birkaç bitki gönderdi. Sana yapıp mutlaka içirmem gerektiğini belirtti. İyi gelirmiş." Canım Ayşe teyzem. Burnuma yaklaştırıp kokusunu çektim. Çekmez olsaydım keşke. Yüzüm buruşmuştu. "Hadi iç." Ya ölürsem? Dudaklarıma yaklaştırıp bir yudum aldım.

Yüzüm iyice buruşmuş yanında da midem bulanmaya başlamıştı. "Bu ne ya?" Bardağı Yiğit'in eline verip ayağa kalktım. Galiba kusacaktım.

Lavaboda işimi bitirip elimi yüzümü yıkamıştım. Kapıyı açıp çıktım. "İyi misin?" dedi Yiğit. "Galiba iyiyim. Anneni kırmak istemem ama lütfen bana öyle şeyler içirme." Gülümsemişti. Beraber mekana girdik.

"Şüpheli maddeyi imha ettik, komutanım. Güvenli." dedi Ömer, odayı kastederek.

Gülerek koltuğa oturdum. İki dakika sonra kapı çaldı. Albay'ın postası odaya girip başıyla selam verdi. "Albay sizi toplantı odasına bekliyor." dedi Yiğit'e bakarak. Yiğit ayağa kalkıp üzerini düzeltti. Ve odadan çıktı.

"Albay bir toplantıdan bana da bahsetmişti. Yüksek ihtimalle bir operasyon var." dedim. "Severiz." dedi Ömer. "Siz çıkabilecek misiniz?" dedi Okan. "Uzun zaman oldu operasyon yüzü görmeyeli. Bu defa beni alıkoyamazlar umarım." dedim. "Öykü'yü ziyarete gidecektim. Nasip olmadı." Ömer gülmüştü. Yine bir şey olmuş olmalı. "Ne oldu?" Okan kaşlarını çatıp Ömer'e bakıyordu.

"Revire yeni ilaçlar geldi. Okan da bilirsin çok yardımsever. Kolilerden birine ikisi de aynı anda yaklaşınca kolları birbirine değdi. Bizim Kartal da yine titreşime girdi. Kolinin içindekiler düştü." Okan'a üzülüyordum.

"Öykü duygularının farkında. Neden ona daha açık olmuyorsun?" dedim. "Ya beni redderse? O yükle yaşayamam. Şu an en azından yanına gidip konuşabiliyorum." dedi. "Güzel seviyorsun." dedim, gülümseyerek. "Çok seviyorum." dedi. "İçim baydı. Bu ne aşk halleri?" dedi Ömer. Yüzünün aldığı şekil komikti. Kapı çalınca o yöne baktık. Albay'ın postası gelmişti. Yazık çocuğa, iki bir de aşağı indirip çıkartıyorlar.

"Toplantı odasına bekleniyorsunuz."

"Geliyoruz."

Üçümüz de aynı anda ayağa kalıp üstümüzü başımızı düzelttik. Beremi takınca odadan çıktık. Toplantı odasının olduğu kata çıktık. Kapıyı tıklatıp girdim. Okan ve Ömer arkamdan girmişti. Bugün gördüğüm rütbeli asker vardı. Yiğit ile karşılıklı oturmuşlardı. Kendisinin yüz ifadesi yumaşıktı fakat Yiğit'in kaşları çatıktı. Yerlerimize geçip oturduk.

"Tanıştırayım sizi; Yüzbaşı Emre. Yürüteceğimiz operasyonda bize eşlik edecek." Emre başıyla bizi selamlarken bizde aynı şekil selam vermiştik.

"Nasıl bir operasyon?" diye sordum. "Gizli bir operasyon." Gizli operasyonları severdim. "Tam olarak görevlerimiz neler?" Umarım Albay birazdan ağzımı bantlamazdı.

"Görevin." dedi Emre. Kaşlarım havalanmıştı. Soran gözlerle Albay'a baktım. "Seni içlerine sızdıracağız." Bundan neden en son benim haberim oluyordu?

_________

Hoşçalın.

Loading...
0%