Yeni Üyelik
17.
Bölüm

17.Bölüm

@_beyzanurcgrmn_

İyi okumalar dilerim.

Yorum yapmayı ve beğenmeyi unutmayalım.

_____

İlk gizli görevim değildi ama ortamdaki havadan dolayı çekinmiyor değildim. Albay sözü Emre'ye bıraktı. "Amerika'da bulunan bir türk var. Onların emniyeti tarafından korunuyor. Evinde bizim işimize yarayacak çok önemli bilgileri barındırıyor." Ben de o eve girip alacağım.

"Can'ın takıldığı bir bar var. İlk oraya gideceksin. Can'ın dikkatini çekmek için bir şey yapmana gerek bile yok." Ben bu Emre'yi döverim. "Evine girip bilgileri alman gerekiyor. Ondan sonrasıyla başka bir ekip ilgilenecek. Türkiye'de olmadığımız için bir hayli dikkat etmen gerekecek. Görev ile ilgili tüm detaylar dosyada yazıyor."

Dosyayı önüme çektim. Benim fotoğrafım vardı. Bürüneceğim kişinin tüm özellikleri yazıyordu. Diana Wizard. Bekâr. Amerika'da doğmuş. Zengin bir iş insanı. Resmen beş sayfa benimle ilgiliydi. Akşam bakarım. "Yarın yola çıkacağız. İsteyen çalışabilir. İsteyen evine gidebilir. İyice dinlenin." Emre bana baktı. "Kahve ısmarlamak isterim." Gülümsedim. "Çalışacağım, komutanım." Başını aşağı yukarı sallayıp toplantı odasından çıktı.

"Can'ı etkileyebilmem için ne yapmam gerek?" dedim. Yiğit'e bakıyordum. Kaşlarını çattı. "Bunu bana mı soruyorsun?" dedi. "Evet. Sonuçta sen de bir erkeksin." dedim. Gözlerini yumdu. Derin bir nefes alıp verdi. "Güzel kadınsın. Hemen etkilenir zaten." dedi Okan. "Peki." dedim. Yiğit dosya ile ilgilenmeye başlamıştı.

"Yüzbaşıyı hiç sevmedim." dedi Ömer, fısıldayarak. "Ben de sevmedim." dedim, aynı ses tonunda. Yiğit ile Okan ayağa kalktı. "Eve mi gideceksiniz?" Bir cevap vermelerine müsaade etmeden ben devam ettim. "Biraz bekleyin beraber gidelim. Yüzbaşı ile karşılaşmak istemiyorum." Yiğit, Okan'a baktı. Okan oturdu. "Kantine gidip geleceğim." Yiğit seri adımlarla toplantı odasından çıktı.

Miami'de olacaktık. Güzel bir şehir. "Umarım aksiyonu bol olur. Aksi halde sıkılırım." dedim. "Türkleri görürlerse diplomatik bir sorun çıkabilir." dedi Okan. "Orasını siz dert etmeyin." dedim. "Her şeyi dert ediyoruz. Acaba gitmesen mi sen?" dedi Ömer. "İlk ajanlığım değil. Aklınız kalmasın." dedim. Kapı açıldı. Yiğit gelmişti. Karşıma oturup önüme Browni kek bıraktı. Gülümsedim. "Teşekkür ederim." Göz kırptı.

🐺


Üniformamı çıkarıp kendi kıyafetlerimi giydim. Odamdan çıktığımda karşıdan gelen Emre'yi farkettim. "Çıkıyor musun?" diye sordu. "Evet, komutanım." dedim. Ellerini cebine koydu. "Daha önce burada olduğunu bilmiyordum." Bilseydin ne değişecekti? "Yeni geldim sayılır." Merdivenlerden aşağı iniyorduk. "Geldiğin gibi de adını duyurdun." Gülümsedim. Alay binasından çıktık.

"Asena!" Yiğit, arabamın yanında beni bekliyordu. "Geliyorum." Veda etmek için Emre'ye döndüm. "Bozkurt ile aranda bir şey mi var?" Gözlerim Yiğit'e değdi. Sinirli bir şekilde bize bakıyordu. "Bozkurt ve Asena ilişkisi." Ne anlamak isterse? "İyi günler komutanım." Başımla selam verip ilerledim.

Yiğit'in yanına vardığımda bana yaklaşıp eliyle saçlarımı düzeltti. "Ne diyor?" Gözlerimi, Yiğit'in gözlerine dikmiştim. "Önemli değil. Gidelim mi?" Başını aşağı yukarı salladı. "Ben kullanayım mı?" Arabanın anahtarını Yiğit'e verdim. Arabaya bindik ve Yiğit arabayı çalıştırdı.

"Heyecanlı mısın?" dedi Yiğit. "Hayır. Kendimi göstermeyi sevmiyorum." dedim. "İstemiyorsan, Albay'a bildirelim." dedi. "Benim keyfime kalmış bir durum değil. Gideceğim. O bilgileri alıp döneceğim. Sıkıntı yok." dedim. "Ben her zaman yanında olacağım. Yalnız değilsin, Portakal Çiçeği." dedi. Gülümsedim.

Aradan çok kısa bir süre geçmişti. "Aslında böyle aksiyonlu falan olsaydı iyi olurdu." Yiğit göz ucuyla bana baktı. Bakışları iyi değildi. Omuz silktim. "Emre Yüzbaşı, ben ve senin aranda bir şey olup olmadığını sordu." Torpidodan çikolata çıkarıp Yiğit'e döndüm. "Sen ne dedin?" Paketi açıp bir parça ısırdım. "Dedim ki; evliyiz, dört tane de çocuğumuz var." Yiğit gülümsemişti. "Bozkurt ve Asena ilişkisi dedim. Artık ne anlamak isterse?" Çikolatayı Yiğit'e uzattım. "Isıracak mısın?" Ağzını açıp çikolatanın hepsini aldı. Elimde boş paketle, kocaman gözlerle Yiğit'e bakıyordum.

"Neden yedin?" Torpidoyu açıp başka var mı diye kontrol ettim ama yoktu? "Sen verdin." Kaşlarımı çattım. "Başka yok mu?" Ters ters bakmaya devam ediyordum. "Neden onları da mı yiyeceksin?" Yüzüme bakıp güldü. "Çok tatlı görünüyorsun." Hiç komik değil.

İleride arabayı sağa çekti. "Niye durdun?" Kemerini çözüp kapıyı açtı. "Hemen geliyorum. Bir yere ayrılma." Göz devirdim. "Nereye gideceğim yolun ortasındayız?" Arabadan inip ters istikamete doğru ilerledi. Arkama yaslanıp etrafıma baktım. Gözlerimi kısıp karşıma baktım. Duvara yansıyan gölgeler vardı. Kapıyı açıp gözlerimi yumdum. Daha iyi ses duymak için nefesimi tutup gözlerimi neden yumuyorum bilmiyorum. Ağlama sesi geliyordu. Arabadan inip ilerledim. Yaklaştıkça sesler de netleşiyordu.

"Bir daha açık saçık fotoğraflarını sosyal medyada görürsem eğer öldürürüm seni."

Omuzumu duvara yaslayıp kollarımı birbirine bağladım. "Hadi ya! Öldürsene." Omuzunun üzerinden bana baktı. Yerde ağlayarak oturan kıza baktım. Gülümseyerek göz kırpıp çatık kaşlarla ayakta duran varlığa döndüm. "Akşam akşam beni uğraştırma. Yürü evine ablacığım." Yaslandığım yerden doğrulup kollarımı esnettim. "Gitmezsem ne olur?" Ellerimi cebime koyup birkaç adım attım. "Başına belâ alırsın. Güzelliğine yazık olur." Gülümsedim. "Biliyor musun, mıknatıs gibi belâyı üzerime çekiyorum. Hiç şaşmaz bu olay." Kaşlarını çatıp tamamen bana döndü. "Ne istiyorsun?!" Kadınların rahat yaşayacağı bir dünya.

"Özür dileyeceksin. Bir daha görüşmeyeceksin." Güldü. "O kim ki?" Başımı esnettim. "Beş saniyen var." Tırnaklarıma bakıp elimle saçlarımı düzelttim. "Süren bitti. Söylemek istediğin bir şey var mı?" Yumruklarını sıkmıştı. "Yürü-" Yüzünün ortasına yediği yumrukla yere düşmüştü. Telefonumu çıkarıp polisi aradım. Konumu bildirdikten sonra telefonu kapattım.

"Memura hakaret ettiğin için ceza alacaksındır. Bu kızın bir kilometre ötesinde seni görürsem eğer seni öldürürüm. Pislikleri yok etmek gibi bir görevim var. Zorlanmam. Bu sana ilk ve son uyarım. Uymazsan, seni kefenine uydururum."

Polis sirenleri yaklaştı. Kolumu kızın omuzuna attım. "Sakın korkma. Bir sorun çıkarsa eğer beni ara." Cebimden telefon numaramın olduğu kartı çıkarıp verdim. Polisler arabadan indi. Teslim edip gönderdim. Kendi arabama doğru ilerlerken durdum. Kömür karası gözleriyle beni izleyen bir adet Bozkurt vardı. Gülümsedim. Ama aynı tepkiyi alamadım.

"Sadece beş dakika yanından ayrıldım ya. Beş." Masum masum yanına yaklaştım. "Ama yardım etmese miydim?" Çenesini sıvazladı. "Bana haber verseydin, beraber yardım ederdik." O anda aklıma gelmedi. "Bir dahaki sefere." Bir süre bana bakıp gülmeye başladı. "Süpürgesi eksik cadısın." Tek kaşım havalandı. "Dua et komutanımsın." Öyle mi der gibi bakıyordu. Omuz silkip arabaya bindim. Yiğit de sürücü koltuğa yerleşti. "Nereye gittin sen?" Kemerini takıp bana döndü. "Torpidoyu aç." Söylediğini yapıp açtım. Çeşit çeşit çikolatalar ile doluydu. Gülümseyerek Yiğit'e baktım. Gülümseyip önüne döndü.

"Sen hiç korkmaz mısın?" Çikolatalar arasında seçim yapmak çok zor. "Bir tek Allah'tan korkarım." Karam alıp paketini açtım. Gözlerimi kapatıp kokusunu çektim. Bayılacağım. "Çekebileceğim tüm acıları çektim. Vurulunca bir acı hissetmiyorum." Çikolatadan bir parça ısırdım. "Doğum günümü kutlamak için annem ve babamı beklerken ölüm haberleri geldi. Acısı hâlâ taze. Kaç arkadaşım gözümün önünde vuruldu. Şehit oldu. Acısı hâlâ taze. Hâlâ dimdik ayaktaysam, bunun sebebi kanımın son damlasına kadar bu ülkeyi korumak. Kimse anne ve babasız kalmasın diye; kardeş, arkadaş, çocuk acısı çekmesin diye birinin kendini feda etmesi gerekiyor. Rahat yaşayabilsinler diye hep birileri kendini feda ediyor. Ama en acısı da ne biliyor musun? Kıymetlerini bilen tek tük insan var. Ne çektiklerimizden kimsenin ufacık bir haberi bile yok ama oturduğu yerden para kazanıyorlar demesini biliyorlar. Duygusuz demesini biliyorlar. Biz de insanız. Ne zaman anlayacaklar?"

Elimdeki çikolatayı bıraktım. Yiğit bir şey söyleyememişti. Kemerimi çözüp yan bir şekilde oturdum. "Sizin yanınızda mutluyum ben. Hepiniz ayrı ayrı duygular tattırıyorsunuz. Bazı şeyleri bilmiyorum ben. On altı yaşıma kadar nereye gidersem gideyim etrafımda korumalar vardı. On altıdan sonra da zaten tek bir amacım vardı. Annem ve babam sürekli sınıra yardıma giderdi. Dedem göreve gidince yalnız kalırdım. Kardeşim olmadı benim. Ama Öykü'nün bana sarılışı, bana yardım edişi falan kalbimdeki bir yarayı kapattı. Arkadaşlarım vardı ama dostum yoktu. Kimseye içimi açıpta bir şey anlatamadım. Özel okulda okudum. Hepsi baba parası yiyen çocuklardı. Ama Ömer ve Okan bana başka bir duyguyu tattırdı. Hem bana abi hemde bir dost gibi yaklaşıyorlar. Sanki ben yeni doğdum da her şeyi bana siz öğretiyorsunuz. Eğer bazı şeyleri göremiyorsam bana kızma olur mu? Emin değilimdir belki ya da anlayamıyorumdur. Ama yakında onları da anlayacağım. Sadece zamana ihtiyacım var." Umarım mesajımı almıştır.

Yiğit elini uzatıp elimi tuttu. "Ben sana asla kızmam. Bir ailen var senin. Ben varım. Kimse yanında olmasa bile ben senin yanında olurum. Ben seni anlarım." Gülümsedim. "İyi ki varsın." Gülümsedi. Yaklaşıp gamzeli yanağından öptüm. "Teşekkür ederim. Aklına gelebilecek her şey için. En çokta varlığın için."

🐺


Duş aldıktan sonra havluyu başıma sarıp odamdan çıktım. "Doktor Hanım, neredesiniz?" Oysaki biliyordum. "Mutfaktayım, Asker Hanım." Gülümseyerek mutfağa girdim. Öykü'nün yanağına öpücük kondurdum. Salata yapıyordu. Ocağın başına geçip tencerelerin kapaklarını açıp bakıyordum.

"Yarın göreve gideceğim. Birkaç gün yokum." Etrafta kaşık bulamayıp kepçeyi elime aldım. "Operasyon için seni mi bekliyorlarmış? Gider gitmez hiç oldu mu?" Kepçeyi çorbaya daldırıp ağzıma yaklaştırdım. Üfleyip içtim. "Yapacak bir şey yok." Çorbanın tadı çok güzeldi. "Dikkat et olur mu?" Konuşmak yerine çorbayı yudumluyordum. Başımı aşağı yukarı salladım.

"Umay o küçük. Sen direkt tencereyi kafana dik." Kıkırdadım. Kepçe sallanınca biraz dökülmüştü.

Yemeğimizi beraber hazırlayıp masaya oturduk. "Ağrın, sızın var mı?" Başımı iki yana salladım. "Kendini çok zorlama olur mu? Üzerinden çok zaman geçmiş olabilir ama çok zor iki ameliyat geçirdin. Çok iyi bakman gerekiyor kendine." Başımı aşağı yukarı salladım. "Umay! Burada ciddi bir şey konuşuyoruz. Neden konuşmuyorsun?" Ağzımdakileri yutup su içtim. "Yemek yiyorum çünkü. Yemek daha önemli bu arada." Öykü, ters ters bakıyordu.

"Endişelenme, dikkat edeceğim. Önceki operasyonda da tamamen aklım Yiğit'i kurtarabilmekteydi. Ondan dolayı dikkatsiz davrandım. Kalbim birini daha kaybetmeye dayanamaz." Öykü yerinden kalkıp arkadan bana sarıldı. "Seni çok seviyorum. Bir kardeşin olduğunu asla unutma." Gülümseyip ağzıma ekmek attım. Öykü kahkaha attı. Başıma dudaklarını bastırıp yerine geçti.

Yemeğimizi yedikten sonra etrafı toparlayıp kahve yaptık. Oturma odasındaki koltukların üzeri dosyalarla doluydu. Öykü de televizyon izliyordu. "Okan nasıl biri?" Ağır ağır başımı kaldırıp Öykü'ye soran gözlerle baktım. Gözleri televizyondaydı ama aklı değildi. "Sen daha iyi tanıyorsundur." Dudaklarım yukarı doğru kıvrıldı. "Hayırdır?" Gözlerini gözlerime çevirdi. "Öylesine sordum. Cevap vermek istemiyorsan, sorun yok." Elimdeki dosyayı bıraktım.

"Şimdi Okan bana ve sana karşı aynı değil. Bir abi gibi davranıyor. Sevgisi göstermelik değil, içten. Bir kadına nasıl davranılması gerektiğini iyi biliyor. Kibar bir adam. Kartal'ı sorarsan eğer; sert, güçlü ve gözükara biri." Başını aşağı yukarı salladı. Yine dalmıştı. "En önemlisi kalbi çok güzel." Çünkü orada sen varsın.

Bir şey söylemesini beklemedim. Utandırmak istemezdim. Zaten aşk konuları pek bana göre değildi. Öykü televizyona döndü, ben ise dosyalara döndüm.

Masanın üzerinde duran telefonum titremeye başladı. Ayağa kalkıp telefonu aldım. Kayıtlı olmayan bir numaraydı. Aramayı kabul ettim.

"Merhaba Umay." Arayana Emre'ydi.

"Merhaba komutanım." Akşam akşam yine ne istiyorsun acaba?

"Sana bir dosya getirdim. Apartmanın önünde bekliyorum seni." Göz devirdim.

"Ne gerek vardı komutanım? Zahmet etmişsiniz." Başımı iki yana salladım.

"Operasyon için önemli olabilir."

"Peki komutanım. Aşağı iniyorum." Asla seni yukarıya davet etmeyeceğim.

Telefonu kapatıp Öykü'ye döndüm. "Ne oldu?" dedi. "Yüzbaşı bana dosya getirmiş." dedim. "Allah Allah. Ne kadar iyi bir Yüzbaşı." dedi kinayeli bir şekilde. "On dakika içinde yukarı çıkmaya çalışacağım. On birinci dakika olup hâlâ gelmediysem beni ara." Öykü gülmüştü. "Pencereden bakacağım." Başımı aşağı yukarı salladım. Odama girip beyaz sweeti üzerime geçirdim. Şort giymiştim ama çabuk geleceğim için sorun olmayacaktı.

Telefonumu alıp evden çıktım. Merdivenleri yavaş yavaş inip apartmandan çıktım. Emre beni görünce gülümsedi. Başımla selam verdim. Dosyayı almak için elimi uzattım. Elindeki dosyayı uzattı ama vermedi. "Hava çok güzel. Bir yerlerde bir şeyler içelim mi?" Ne münasebet? "Arkadaşım evde. Yalnız kalmasını istemem." Dosyayı kendime doğru çektim. "İyi akşamlar." Döneceğim sırada kolumdan tuttu. "Yiğit'in haberi olmaz. Sadece birer kahve içip geri geliriz." Kaşlarımı çattım. Koluma sertçe çekip geri çekildim. Konuşmak için dudaklarımı aralayacağım vakit yukarıdan Emre'nin üzerine su dökülmüştü.

Ağzım bir karış açılmıştı. Su biraz benim üzerime de sıcramıştı ama Emre'nin hali içler açısıydı. Başımı kaldırıp evlere baktım ama kimse yoktu. "Komutanım iyi misiniz?" Kaşlarını çatmış evlerin balkonlarına bakıyordu. "Eve gideyim ben. Yarın görüşürüz." El salladım. "İyi akşamlar."

"Umay on dakika doldu." Öykü pencereden bağırıyordu. Aynı zamanda gülüyordu. "Geliyorum." Emre, arabasına binip uzaklaşmıştı. Arkamı dönüp ilerleyeceğim vakit adımı işitmemle durdum. "Umay?" Yiğit koşarak yanıma gelmişti. "Islandın mı?" Kaşlarım havalandı. "Nerden biliyorsun?" Ellerini cebine atıp bakışlarını kaçırdı. Kahkaha attım. "İnanmıyorum! Sen yaptın." Gülerek omuzundan ittim.

"Temizlik yaptım. Suyu dökerken yanlışlıkla oldu. Bilerek yapmadım." Gülüyordum. Yiğit gülümseyerek bana bakıyordu. "Benim önemli bir telefon görüşmem var. Biraz dışarıda oyalanın." dedi Öykü. Bir şey söylememi beklemeden pencereyi kapatmıştı. Bu kız benim elime elbet düşerdi.

Yiğit ile hiçbir şey demeden yolun nereye varacağını bilmeden ilerliyorduk. Ellerimi cebime atmıştım. Omuzlarımda hissettiğim Yiğit'in montu ile soran gözlerle baktım. "Sen üşüme." Ellerini eşofman altının ceplerine koydu. "Bacaklarım üşüyor sadece. Dayanabilirim. Gerek yoktu." Gözlerini kısıp bana baktı. Eşofmanımı bende sana vermek isterdim ama-" Yanıma yaklaşıp fısıldadı. "Mahallenin ortasında don ile gezmek hiç iyi görünmezdi." Kahkaha attım. "İstemedim zaten." Hayali komikti. Yiğit önüme geçti. Montu bana giydirip fermuarını çeneme kadar çekti. Küçük bir şey değildim ama montun içinde minicik kalmıştım.

"Minik Çilli Süpürgesi Eksik Cadı." Kıkırdadım. Gerçekten bu lakaplar nereye kadar uzayacaktı? Ellerimi cebime koydum. Telefon ve anahtar vardı. "Öykü de kovdu beni." Hâin. "Olur öyle şeyler. Ablam evlenmeden önce eniştem ile konuşurdu. Bende onları gizliden dinlerdim. Daha sonra ablamla alay ederdim. O da beni evden kovardı." Yiğit'e bakıp güldüm. "Neden öyle bir şey yaptın?" Omuz silkti. "Küçük çocuktum. Hatırlayınca ablamı arayıp özür diliyorum. Eve dönünce arayayım bir daha." Omuzumla omuzuna vurdum. "Delisin." dedim. "Eyvallah." dedi.

Basket sahasına yaklaşmıştık. Ayaklarımız bizi oraya doğru sürüklüyordu. Açık olan kapıdan girdik. Basket topu da yoktu ki oynayalım. "Görev için pratik yapalım." dedim. "Nasıl?" dedi. "Sen Can ol." Kaşlarını çattı. "Tamam kötü bir durum ama pratik yapacağız." Mimiklerinden kabul ettiğini anlamıştım ama hâlâ hoş karşılıyor değildi.

"Ben seni etkilemeye çalışacağım." Gülümsedi. "Beni mi?" Birkaç adımda yaklaştım. Ayakkabılarımızın uçları birbirine değiyordu. "Çok mu zor?" Yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Gerek yok." Kaşlarımı çattım. "Anlamadım?" Geri çekildi. "Dikkat çekiyorsun ya hani. Can çabuk etkilenir." Derin bir nefes alıp verdi. "Olsun. Biz yine de pratik yapacağız."

Birkaç adım uzağa gittim. Olayı anlatmak için Yiğit'e döndüm. Bana bakıp sırıtıyordu. Yanıma gelip elini cebime attı. Telefonu alıp yerine geçti. Ne yapacağını büyük bir sabırla beklerken telefonu kaldırdı. Ve flaşlar patladı. Takmayıp poz verdim. Tekrar yanıma geldi. Kendini biraz eğip yüzümle yüzünü aynı hizaya getirdi. Telefonun ön kamerasını açtı. Dil çıkardım. Çekti. Telefonu elinden aldım. Bana baktı. Çektim. Telefonu kapatıp cebime koydum. Yiğit'in kolundan tutup az öteye götürdüm. Kendi yerime geçtim.

"Şimdi sen bana doğru geleceksin. Ben de sana doğru geleceğim. Ben önüme bakmayacağım. Ve çarpışacağız." Başını aşağı yukarı salladı. Başımı iki yana esnetip kollarımı gerdim. "Umay, dövmeye mi geliyorsun?" Kıkırdadım. "Hadi başlayalım."

Saçlarımı savurup omuzumun üzerinden arkama bakarak ilerledim. Yiğit ile çarpıştığımız sırada düşecekken belimi kavramıştı. Kaşlarını çattı. "O şerefsiz de mi senin belinden tutacak? Öldürürüm onu. Bu olmaz. Baştan alalım." Homurdana homurdana yerime geçtim. Saçlarımı savurup arkama bakarak ilerledim.

Önüme döndüğümde Yiğit'in kaldırdığı kaslı koluna çarpmıştım. "Adama çarpmadan gittin." Elimi alnıma koydum. "Kaslarının içinde kaya falan var galiba. Kafam yarıldı." Kaşlarını çattı. Elini yanaklarıma yaslayıp başıma dudaklarını bastırdı. Hemen ardından başımı göğüsüne bastırıp kollarıyla sardı. "Özür dilerim. Çok acıdı mı?" Gözlerimi Yiğit'in, kömür karası gözlerine çevirdim. "Acımadı." Gülümsedi. Yiğit sen bana ne yapıyorsun?

Kolları arasından çıktım. "Bir daha deneyelim." dedim. "Tamam. Arkanda birini arıyormuş gibi bakma. Cem seni görüp diğer tarafa kayabilir. Etrafına bakarak yürü. Bir sağına, bir soluna... En son da arkana bakacakken Cem'in omuzuna hafifçe çarparsın. Çantanın fermuarını çekme. Düşerken yere düşsün ve birkaç eşyan yere saçılsın. O arada konuşmaya fırsatın da olur." Mantıklı. "Çok zekisin. Her gün birileriyle çarpışıyor musun?" Gülümsedi.

"Ayağı takılıp düşen insanlara yardım ediyorum. Onlar da bana bekâr olup olmadığımı soruyor." Dudaklarımı büzüp arkamı döndüm. Beni neden utandırıyor?

"Küstün mü bana Portakal Çiçeği?" Omuz silktim. Sahanın diğer ucunda çalı süpürgesi vardı. Hızlı adımlarla ilerleyip süpürgeyi aldım. "Süpürgen de olduğuna göre eksiksiz bir cadısın." Gülüyordu. "Yiğit ya!" Hafifçe bacağına vurdum. "Hadi süpürgene binelim de bizi uçur." Tek kaşımı kaldırdım. "Asena uçmaz." Bir adım bana doğru attı. "Ne yapar?" İt avlar.

"Niye sustun Umay?" dedi alay eder gibi.

"Umay'ın sustuğu yerde Asena kükremeye başlar. Dikkatli ol." dedim.

Yüzüne kısa bir şok dalgası uğradıktan sonra gülümsedi. "Etkilendim." Gülerek başımı iki yana salladım.

🐺


Diana Wizard

Artık Diana olma vaktiydi. Türkiye'deki son hazırlıkları da yaptıktan sonra Miami'ye geçmiştik. Yol boyunca Ömer ile karnımızı doyurmuştuk. Yemek önemli. Rujumu tazeleyip arabadan indim.

Otomatik kapıdan geçip saçlarımı savurdum. Çantamda bir şey arıyormuş gibi ilerliyordum. Can karşımdaydı. Telefonu ile konuşuyordu. Belli etmeden gülümseyip hızlı adımlar attım. Can'ın omuzuna çarpınca elimdeki çanta düştü ve içinden makyaj malzemelerim düştü. "Özür dilerim." Aksanım bir Amerikalı kadar iyiydi. Eşyalarımı çantama koyuyordum. "Asıl ben özür dilerim. Sizin gibi güzel bir kadını göremediğim için üzgünüm." Gülümseyerek Can'a baktım. Yüzümü inceliyordu. Biliyorum, güzelim. Ayağa kalktım. "İyi günler." deyip ilerledim. İlk aşama için yeter de artar.

Asansörün tuşuna basıp bekledim. "Can şu an bizimkini izliyor... Çalışanlardan birini çağırdı. Muhtemelen bizimkini soruyordur." Ömer rapor veriyordu. "Büyük bir partiye katılacak. Hazırlanıp oraya geç, Asena." dedi Yiğit.

Asansörün kapıları açınca içine girip döndüm. Can hâlâ bana bakıyordu. Gülümsedim. Göz kırptı. Gözün çıksın. Asansörün kapıları kapandı. Görev bitene kadar otelde kalacaktım. Aslında kalmama bile gerek kalmayacaktı. Sadece kıyafetlerimi değiştirebilmem için kullanacaktım.

Kart ile kilidi açıp odaya girdim. Bavulu yatağın üzerine bırakıp açtım. Miami sıcaktı. Kırmızı saten askılı mini bir elbise giydim. Saçlarımı düzleştirip geceye yakışır bir makyaj yaptım. Siyah uzun postal çizmeleri ayağıma geçirip deri ceketimi elime aldım. Farklı bir hava katalım. Minik kulaklığı kulağıma yerleştirdim. "Ben hazırım." Çantamı alıp odadan çıktım. Asansöre varıncaya kadar küçük takılarımı taktım.

"Bence bu görev en fazla iki gün sürecek." dedi Ömer. "Bu gece bitecek." dedim. "İddialıyız." dedi Okan. Gülümsedim. Asansörden inip hemen sağımda duran aynadan üstüme başıma baktım. "Güzelsin evet ama bu kadar kolay değil birini etkilemek." Dudağımın kenarı yukarı doğru kıvrıldı. Otelden çıkıp etrafıma baktım.

"Hassiktir!"

Yiğit'in ağzından çıkan küfür ile onların bulunduğu araca baktım. "Daha dikkatli olsana." dedi Okan. "Ne oldu?" dedim, kimseye çaktırmadan. "Üzerine çay döktü." dedi Okan. "Umay! Çabuk odana geri dön ve üzerini değiştir. Sen bizi katil mi etmek istiyorsun?" Ömer'in söylediklerine göz devirip önümde duran taksiye bindim.

Barın önüne gelince ücreti ödeyip indim. Ceketi omuzlarıma yerleştirip havalı adımlarla bara girdim. Serçe parmağımdan başlayıp baş parmağıma kadar protez tırnaklarımı üfledim.

"Eğlence başlasın."

"Katliam başlasın."

Ömer'in sesi kulaklıktan değilde hemen arkamdan gelince kaşlarımı çatıp arkama döndüm. "İzninizle efendim." Üzerinde garson kıyafeti vardı. Ne zaman hazırlanmıştı? Yanımdan geçip insanların içine karıştı. Gözlerim diğer ikisini aradı. Tam karşıma bakınca içki servisi yapan barmenleri tanımıştım. Başımı iki yana sallayıp yürüdüm. Bar taburesinde oturdum.

"Ne alırsınız?" dedi Yiğit. İki metre barmen mi olur? "Ne önerirsiniz?" dedim. "Elma suyu." deyip önüme viski bardağında elma suyu koydu. "Sizin için özel olarak Şırnak'tan getirildi." Gülümsedim. Birkaç kız gelmişti. "Bakar mısınız?" dedi, doğal olmayan ama kesinlikle doğal olduğunu söyleyen, sarışın kız. "Buyrun, ne istersiniz?" dedi Yiğit. "Seni isteyebiliyor muyuz?" Arkadaşları gülmeye başlamıştı. Ters ters kızlara baktım. Çakma sarışın bana baktı. Gözlerini kaçırdı. Arkadaşlarını alıp gitti. Sevimli bir şekilde Yiğit'e baktım.

"Merhaba, oturabilir miyim?"

Can'ın sesiyle gülümseyerek döndüm. "Sormanız hata." Gülerek tabureye oturdu. "Ben, Can." deyip elini uzattı. "Diana." deyip elini sıktım. Elimin tersine dudaklarını bastırdı. "Çok güzel bir adınız var. Anlamı ne acaba?" Elma suyundan bir yudum alıp bardağı masaya bıraktım. O sırada Yiğit'in çatık kaşlarıyla karşılaşmıştım. "Kadın avcı demek." Anladığını belli eder gibi başını salladı.

"Daha önce sizi buralarda göremedim." Çünkü burada değildim. "Paris'te bir iş gezisindeydim. İşim gereği sürekli geziyorum." İt avlamak için. "Otelimde konaklamanız bir tesadüf olmasa gerek." Yüzüme acı bir ifade takındım. "Oteliniz çok güzel fakat kendimi rahat hissetmiyorum. Çalışanların bakışları falan çok ürkütücü. Ev bakacağım." Kaşlarını çattı. "Ben yarın hepsiyle ilgileneceğim." Gülümsedim. Eli, bar tezgahı üzerinde olan elimi buldu. "Benim evim yeterince büyük. Sizi ağırlamaktan keyif duyarım." Dudaklarımı aralayacağım sırada tezgahın üzerine sertçe bir bardak konuldu. "Buyrunuz, içkiniz!" Yiğit iyi değildi.

"Başımda kırsaydın." dedi Can, türkçe konuşarak. Emin ol yapmak istediği o. Üzerimdeki ceketi çıkardım. "Teklifim hakkında ne düşünüyorsun?" Bizimle değilsin diyorum. "Hayır demek mümkün mü?" Gülümseyerek ayağa kalktı. "Gidelim o zaman." Ama senin sarhoş olman gerekiyordu. "Ne acelemiz var?" Bir adım bana doğru attı. "Yeni içkimizi denemek ister misiniz?" Yiğit elinde koca bardağı yanlışlıkla olmuş gibi bilerek Can'ın üzerine boşalttı. Can geri sıçrayıp ters ters Yiğit'e baktı. "Adam on katım. Bir şey de diyemiyorum ki." Yine türkçe konuşmuştu. Bu arada Can, zeki adamsın. "Biraz dikkat eder misiniz?" dedim Yiğit'e. Can'a döndüm. "İyi misin?" Sahte bir şekilde gülümsedi. "Lavaboya gidip geliyorum." Can gittikten sonra Yiğit'e baktım. Sırıtıyordu.

"Beni niye garson yaptınız lan?! Birazdan şu masalara götürdüğüm alevli meyvelerin, alevlerini birilerin malum yerlerine yerleştireceğim. Az kaldı. Zaten şu kadınlar da bana yiyecek gibi bakıyor. Kendimi çok kirli hissediyorum." Ömer'in sona doğru sesi ağlamaklı çıkmıştı.

Can tekrar aramıza dönmüştü. "Çıkalım mı, canım?" Çıkalım bakalım. "Ama önce otele uğrayalım. Almam gereken önemli birkaç parça kıyafetim var." Bir şerefsiz nasıl gülmsüyor, diye sorsalardı onlara Can'ı gösterirdim. "Tabii." Ceketimi ve çantamı elime aldım.

Kapının önünde lüks bir araba bizi bekliyordu. Can kapımı açtı. Teşekkür edip bindim. Ceketi bacaklarımın üzerine koydum. Can sürücü koltuğuna geçip arabayı çalıştırdı. "Arkanda olacağız, Umay. Asla yalnız değilsin." dedi Yiğit. Ömer'in kahkaha sesi geldi. "Öyle olmayacak. Sakın adamı öldürme. Bize lazım." Gülmemek için alt dudağımı ısırdım.

Yolculuk boyunca Can bir şeyler sormuştu. Ben ise aklını alacak cevaplar vermiştim. Artık sadece benimle değil, param ile de ilgileniyordu.

Otele geldik. Hızlıca yukarı çıkıp siyah sırt çantamı aldım. Geri kalanını alırlardı. Aynı hızla aşağı inip Can'ın arabasına tekrar bindim. Yol boyunca bana iltifat etti. Parama da etmiş olabilir. Bilemiyorum.

Can'ın saray yavrusuna gelmiştik. "Evdeki çalışanlara bugün izin verdim." dedi. "Çok iyi." dedim. Beraber eve girdik. Evin planını ezbere biliyordum. Kasası alt kattaydı. "Ne içersin?" dedi Can. "Ne içmemi istersin?" dedim. Gülmüştü. "Hafif bir şeyler içelim. Ne de olsa gece uzun." dedi Can. Kulağım Yiğit ve Ömer'in küfürleriyle Okan'ın da bedduasıyla dolmuştu.

Koltukta oturup Can'ın gelmesini bekledim. İki kadeh bardak ve bir şişe getirmişti. Yanıma oturup kadehleri doldurdu. Elime verdi. Birbirine tokuşturduk. Başını arkaya çevirip manzaraya baktı. "Evim nasıl?" Elmas görünümlü yüzüğümün taşını yukarı doğru itip Can görmeden bardağına boşalttım. "Çok güzel. Manzara bir harika." Gülümsedi. Kadehini başına dikip ayağa kalktı. Saatime baktım. Beş saniye falan sürer. Ceketi çıkarıp tekrar oturdu.

"Diana-" Gerisi gelmemişti. Üzerime doğru gelen koca başını geriye atıp ayağa kalktım. Uyandığında bir şey hatırlamayacaktı. "Ben başlıyorum." Sırt çantayı elime alıp aşağı indim. Üzerimdeki elbiseyi çıkarıp siyah tayt, siyah sporcu yarım atleti üzerime geçirdim. Siyah kapişonlu hırkamı giyip fermuarını çektim. Önümdeki kapıyı açıp girdim. Kapaklı dolabı açıp cam kutuyla göz göze geldik. Biraz aksiyon olsun değil mi? Yumruğumu sertçe kutuya değdirince alarm çalmaya başladı. Gülümsedim.

'Kasaya Can'dan başkası dokunursa alarm çalmaya başlar. Alarm çalınca polisler devreye giriyor. Polislerin eve gelme süresi en fazla on dakika.'

Kasanın şifresini girip içindeki her şeyi çantama doldurdum. Etrafı biraz kurcalayıp birkaç dosyayı daha çantama koydum. Çantamı sırtıma takıp yukarı çıktım. Evin kapısını açınca bahçe kapısından giren polisleri görünce kapıyı tekrar kapattım.

"Neredesiniz siz?" Merdivenlerden yukarı çıkıyordum. Saçımı at kuyruğu yapıp kapişonu başıma geçirdim. "Sokağın başında." dedi Ömer. "Plana sadık kalın. Polis eve geldi. Ben kaçacağım. Sakın yerlerinizden çıkmayın." Yatak odasına girip balkonundan aşağı, bahçeye, atladım. "Buraya gel Umay!" dedi Yiğit. "Bana çok terssiniz." deyip sakin adımlarla ilerliyordum.

"Ellerini kaldır ve teslim ol!" Omuzumun üzerinden arkama baktım. "Sıkıyorsa yakala!" Takla atıp diğer tarafa geçtim. Garaja baktım. Motosiklet vardı. Koşarak garaja girip kaskı elime aldım. Anahtar takılıydı. Kaskı takıp motora atladım. Gaza basıp garajdan çıktım. Polislerin sesi geliyordu. Türkiye'nin yeterince altını üstüne getirdikten sonra biraz da Amerika ile uğraşalım.

"Lütfen, şu an tüm emniyeti peşine takan motorlu kişi olmadığını söyle." Gülümsedim. "Üzgünüm Ömer. Ama o benim." Motorun ön tekerleklerini kaldırıp daha çok hızlandım. "Umay, kendine zarar vereceksin. Düzgün sür şunu." dedi Yiğit. "Ya sesiniz çok kötü geliyor. Biraz sakin olun. Ben eğleniyorum." dedim. "Seni beşinci sokakta bekliyor olacağız." dedi Okan. "Hayır. Plana sadık kalın. Ben bir yolunu bulacağım. Bana güvenin." dedim.

"Eğer burnun bile kanarsa benden çok pis çekeceğin var." dedi Ömer. "Sana güveniyoruz. Lütfen dikkat et." dedi Okan. "Güveniyorum sana." dedi Yiğit. Gülümsedim. "Birazdan yapacağım şey için üzgünüm. Sakin olun." deyip gaza daha çok yüklendim.

Önümde bulunan rampadan geçip resmen havada uçmuştum. Ellerimi havaya kaldırıp kalp işareti yaptım. Diğer şerite geçip ters istikamete sürdüm. Bu onları bir süre idare ederdi.

Bizimkilerden ses gelmiyordu. "Ne oldu? Yoksa siz yakalandınız mı?" dedim. "Allah'ım sen konuyu biliyorsun. Neden? Bana da yazık değil mi?" Yiğit dua ediyordu. "Manyak! Sen kanatların var mı zannediyorsun? Aklımı kaybedeceğim." Kahkaha attım. "Şu an hiç gülünecek bir zaman değil." dedi Okan. Sustum.

Polisler tekrardan peşime takılmıştı fakat öncekine nazaran daha fazla mesafe vardı. Şimdi olayı bitirme zamanı. "Beni dinleyin. Kulaklığı çıkaracağım... Konuşmayın beni dinleyin." Motor çalışırken üzerinden atlayıp indim. Kendisi bir sonraki binanın önünde bulunan ağaca çarpıp durmuştu. "Sadece bana güvenin. O bilgileri sağ salim Türkiye'ye götüreceğiz." Apartmana girip merdivenlerden yukarı çıktım. "Umay yanına geleceğim. Yanacaksak beraber yanacağız." Başımı iki yana salladım. "Yanan biz değil ülkemiz olacak. Bakın ben sizden farklı eğitimler aldım. Yapabilirim. Bana güvenin. En fazla yarım saat. Beni Brickell Bulvarı'nın başında bekleyin." Yüksek bir ses geldi. Kaskı kafamdan çıkarıp aşağı attım. "Sana bir şey olursa taş üstünde taş bırakmam. On beş dakikan var asker!" Gülümsedim. "Sizi seviyorum."

Kulaklığı çıkarıp çantanın ön gözüne koydum. Üzerimdeki hırkayı çıkardım. Taytı yukarı doğru sıyırdım. Çantamdan uzun yırtmaçlı siyah şık bir elbise çıkarıp giydim. Aynı zamanda merdivenleri çıkmaya devam ediyordum. Ayağımdaki çizmeleri çıkarıp siyah topuklu ayakkabıları giydim. Saçlarımı açıp elimle düzelttim. Kırmızı ruju güzelce sürüp yüzüme ve saçıma sprey sıktım. Parfümü üzerime boca edip her şeyi çantaya koydum. Çantayı arka bahçeye fırlatıp beşinci katta asansöre bindim.

Asansör birinci katta durdu. Kapılar iki yana açılınca polisler silahlarını bana doğrulttu. Çığlık atınca silahlarını indirmişlerdi. Başım dönüyormuş gibi yapınca bir polis beni tutmuştu. "Kadını aşağı götürün. Siz ikiniz yangın merdiveninden çıkın. Siz diğerleriniz merdivenlere yönelin." İşte bu!

Polis, kolunu belime sarmıştı. Düşmemek için ona tutunmuş. Korkmuş gibi yapıyordum. "Ben- ben silahtan çok korkarım." Çarpılacaksın Umay. "Sizinle bir ilgisi yok." Asla. Tüm emniyeti peşine takan asla ben değilim. "Çok korkuyorum." Zamanında Hollywood'dan teklif gelmişti de ben kabul etmemiştim.

Polis memuru beni polis arabasına bindirip su verdi. Telsizinden ses gelince koşarak apartmana girdi. Suyu yere döküp havalı bir şekilde oradan ayrıldım. Arka bahçeden sırt çantasını alıp arkamda bir yangın yeri bırakmamış gibi ilerledim.

Şarkı mırıldanarak ilerleyip bizimkilerin olduğu araça ilerledim. Kapıyı dört defa tıklattım. Kapı açıldı. Yiğit, Ömer ve Okan önce üstüme başıma sonra da gözlerime baktılar.

"Hazır Miami'deyken gezip bir şeyler mi yesek? Aksiyon beni acıktırdı."

_______

Hoşçakalın.

Loading...
0%