@_beyzanurcgrmn_
|
İyi okumalar. Her ne kadar Miami de gezmek istediğimi söylesem de kabul etmemişlerdi. Şu an uçaktaydık ve Türkiye'ye dönüyorduk. Yiğit ile yan yana oturmuştuk. Okan ve Ömer de karşımızdaydı. Yiğit pencereden dışarıyı seyrediyordu. Okan elindeki dergiyi okuyordu. Ömer ise uzun süredir yaptığını, yani beni izliyordu. "Bana bakmayı keser misin?" dedim. "İnsan olduğunu düşünmediğimden bir açık arıyorum." Okan'a döndü. "Teknoloji epeyi gelişmiş. Baksana insan görünümlü, hatta inandırıcı olsun diye çok yemek yiyen robot yapmışlar." Okan, Ömer'i umursamamıştı. Okan'dan yüz bulamayınca muhatabı olarak Yiğit'i seçmişti. "Robot olmayabilir. Bambaşka bir boyut. Arkasında resmen tüm emniyet var ama kendileri kalp yapıyor. Hemde uçarak. Kurtlar uçuyor da ben mi bilmiyorum?" Gülerek başımı arkama yasladım. Gözlerimi yumdum. "Aramızda kalsın ama ben korkmaya başladım. Hareketlerinize dikkat etseniz iyi olacak." Fısıldayarak konuşmuştu. "Canının hiç mi önemi yok?" Konuşan Yiğit'ti. Muhatabı da ben olmalıydım. Gözlerimi açtım. "Vatanım benim için ilk sırada." Ne olursa olsun değişmeyecekti. Sıkıntılı bir şekilde nefes verdi. Yiğit ciddi olduğunda ürkütücü oluyordu. "Yaptıklarından bir başkasının haberi olmayacak ama cezasız da kalmayacaksın." Tek kaşımı kaldırıp bana bakmayan Yiğit'e baktım. "Ben ceza alacak bir şey yaptığımı düşünmüyorum." Bana döndü. Kömür karası gözleri, yeşil gözlerimle bir araya gelmişti. "Ben senin komutanınım ve ceza alacak bir harekette bulunduğu düşünüyorum. Hatta düşünmeyi bırak ceza alacak bir şey yaptın. Aklın başına gelene kadar da böyle devam edecek." O zaman epeyi işimiz var. "Keyfiniz bilir komutanım." Kemerimi çözüp ayağa kalktım. "Umarım birkaç dakika sonra yanıma gelip, ben aslında öyle demek istemedim. Özür dilerim, gibi cümleler kurarsında yumruğumu yüzünün ortasında bulursun." Başka bir koltuğa oturup kulaklığımı taktım. Ben kendimden eminim ve başkasının söyledikleri pek umrumda değil. 🐺
"Evet?" dedim soğuk bir ifadeyle. Browni keki gülümseyerek bana gösteriyordu. Kek ve gamzesi yan yanaydı. Gamzesi daha çok dikkatimi çekiyordu. Her neyse konumuz bu değil. "Tabi siz ne de olsa sonradan browni kek ile kandıracağınızı düşünerek kendinizden küçük rütbeli birilerine ceza vermeyi biliyorsunuz ama, yemezler." Yiğit'in ağzı açıkta kalmıştı. Sırıtarak çenesini yukarıya doğru ittim. "Beynim yandı." dedi Ömer. "Beynin var mıydı senin?" dedi Okan. Onlara gülerek bakıp Yiğit'e döndüm. Hâlâ şok içindeydi. Omuz silkip elindeki keki aldım. "Kendini bir kek ile affettiremezsin." Paketi açıp kocaman bir parçasını ısırdım. "Objektif olarak konuya bakmanı istiyorum. Düşün arabada oturuyorsun karşında psikopatın biri motorla uçuyor. Bu fantastik bir film değil. Capcanlı karşında. Ne yaparsın?" Son parçayı da ağzıma atıp meyve suyunun pipetini taktım. Elmalıydı. "Gurur duyardım. Bence tebrik edilesi bir hareket." Ömer gülmeye başladı. "Oraya gelirsem kafanı pervaneye bağlarım, beraber dönersiniz." Ömer susmuştu. "Hayatımda senin kadar psikopatına rastlayamadım." Olabilir. Normal şeyler. "O kadar size kalp yaptım. Öküzsün. İnsan bi' teşekkür eder." Yiğit başını iki yana salladı. Gülüyordu. Galiba delirdi. "Umay. Umay. Umay..." Kulaklığın birini Yiğit'in kulağına takıp diğerini kendi kulağıma taktım. Müziği başlatıp arkama yaslandım. "Motor kullanmayı ne zaman öğrendin? Profosyonel kullanıyorsun." Müziğin sesini biraz kıstım. "Motor ehliyeti hangi yaşta alınırsa bende o zaman aldım. Babamın hediyesiydi. Her gün karargahın bahçesinde kullanırdım. Babam ve annem şehit olduktan birkaç ay sonra kaza yaptım. Motor paramparça oldu." Elimi tuttu. Her babam ve annemden bahsedince elimi tutuyordu. Yalnız olmadığı hissettirmek istiyor olmalıydı. Gülümsedim. "Ben çocukken bebeklerle oynamazdım. Bisiklete biniyordum. Basketbol oynuyordum. Atım var benim. Askeri araçlara binerdim. Ben psikopat olmayayım da kim olsun?" Yiğit gülmüştü. "Ben de çocukken her gün birinin penceresini kırardım. Bir hafta ev cezası verirlerdi ama ben yine kaçardım." Bana diyene bak. "Siz de çok akıllı değilmişsiniz Yiğit Bey." Duruşunu değiştirmişti. "Çocukluk işte." Bir ara Ayşe teyze ile konuşmam gerekecek. "Sürekli dalıyorsun." dedi. Gülümsedim. "Anneme çektim galiba. Annem de sürekli bir yere bakınca dalıp giderdi. Sonra da babam annemi öper tüm dikkatini dağıtırdı. Bende annem gibi aynı şeyleri düşünüp dalıyorum galiba." dedim. "Yoksa seni öperek daldığın yerden çıkaracak birini mi arıyorsun?" dedi. Göz devirdim. Başımı diğer tarafa çevirdim. Yanağımda hissettiğim dudaklarla kalbim duracak gibi oldu. "Yalnız değilsin Portakal Çiçeği." Göğüs kafesim inip kalktı. Neden başkalarının yaptığını Yiğit yapınca aynı şeyi hissetmiyordum? 🐺
Bizi karşılamak için bekliyorlardı. Emre de oradaydı. Yiğit elindeki çantayı bana uzattı. "Bunları sen aldın, sen teslim et. Senin hakkın." Gülümseyerek çantayı aldım. "O şeref hepimize ait." Albay'ın karşısında durup asker selamı verdim. "Üsteğmen Umay Yücesoy, İzmir. Görev başarıyla tamamlanmıştır." Albay gururlandığını belli eden birkaç cümle kurmuştu. "Aferin asker!" "Sağol!" "Evinizde dinlenin akşam beraber yemeğe gideceğiz." Muhtemelen o yemekte Emre de olacaktı. Yiğit ile birbirimize bakıp Albay'a döndük. "İtiraz istemiyorum. Herkes gelecek." Arkasını dönüp gitmişti. "Tebrik ederim Umay." dedi Emre, elini uzatarak. Elini sıkıp gülümsedim. "Sağolun komutanım." Elimi geri çektim. "Akşam seni almaya gelirim, istersen. Beraber geçeriz." Şu an arkamdaki beyleri görmezden mi geliyordu? "Biz beraber geleceğiz. Sağolun Yüzbaşım." dedi Yiğit. Emre, Yiğit'e bakmamıştı. Birazdan ortalık alev alacak. Yüksek sesli bir havlamayla hepimiz aynı anda sol tarafa baktık. Zehir hızlı hareketlerle yanımıza değil de saldırmaya geliyor gibiydi. Babasının oğlu. Birkaç adım öne çıkıp kollarımı iki yana açtım. Zehir hızını azaltmış bir şekilde gelip bana sarıldı. Başını okşadım. "Zehir sen Umay'a aşık mı oldun?" dedi Ömer. Zehir başını bana sürtüyordu. "O senin annen, annen." Ömer ne zaman mantıklı konuşacaktı? Emre yanıma gelip çöktü. Zehir, Emre'yi farkedince sert bir şekilde havlamaya başladı. "Sakin ol." dedi Emre. "Komutanım giderseniz iyi olacak. En son böyle havladığında karşı tarafa hastanelik olmuştu." dedi Ömer. Emre kaşlarını çattı. Ters ters Yiğit'e baktı. Omuzumun üzerinden Yiğit'e baktım. Sırıtıyordu. "Akşam görüşürüz." dedi Emre. "Görüşürüz komutanım." dedi Ömer, el sallayarak. Emre bana demişti ama neyse. Zehir, Volkan'ın elinden topunu alıp ayaklarımın ucuna bıraktı. "Oynayalım bakalım." Üzerimdeki ceketi çıkarıp Ömer'in eline verdim. Topu elime aldım. "Hazır mısın?" Zehir havlamıştı. Topu hızlıca fırlatınca epeyi uzağa gitmişti. Zehir çok hızlı koşuyordu. "Bir kurt tarafından yetiştirildi." Kaşlarım havalanmıştı. "Eğitim için ormanda geziyordum. Ağacın tepesine çıkmış ama inememiş. Ağaca tırmanıp aldım. Aşağı indiğimde karşımda iki büyük kurt vardı. Zehir kucağımdan atlayıp onlara koştu. Beni onlardan korudu. Minicik bir şeydi o zamanlar. Sonraki gün peşime takıldı. O zamandan beri benimle." Vay be. "Kurtları neden getirmedin?" Yiğit gülmüştü. "O kadar şey anlattım ama aklına takılan bu mu oldu?" Gülümsedim. "Evet. Bir kurt beslemeyi her zaman çok istedim." Zehir'in ayağımın ucuna koyduğu topu tekrar fırlattım. "Kurt mu alsak? Ne dersin?" Ömer başını ikimizin arasına getirdi. "Bence siz evlenin, yavru kurtlarınız olsun. Bozkurt, Asena ve yavru kurtlar. Mükemmel bir aile tablosu." Yiğit ile aynı anda Ömer'in başını geriye doğru itmiştik. Okan da kafasına yapıştırmıştı. Bak işte bu mükemmel bir tim tablosu olabilir. Zehir yanımıza geldi. "Kurtlar tarafından yetiştirilen, Bozkurt tarafından büyütülen bir köpek, vay be!" Ömer'e göz ucuyla bakıp Zehir'e döndüm. "Atıl kurt!" Gülerek kurduğum cümleye Ömer yüzünü buruşturmuştu. "Yiğit ya Ömer gülmüyor." dedim. Yiğit ters ters Ömer'e baktı. "Gülsene lan!" Ömer sahte olduğu apaçık belli bir şekilde gülünce kahkaha attım. Karargahta işimizi bitirip benim arabaya geçmiştik. "Öykü evde galiba. Revirde yoktu." dedi Okan. "Evet." dedim. Öykü'yü arayıp geldiğim haberini vermiştim. "Anladım." dedi. Özlemiş olmalı. "Sen de gel bizim eve. Bir şey almak için geldiğini söyleriz. Sana boş bir doya veririm eve dönersin." dedim. "Ayıp olmaz mı?" dedi Okan. "Gidip seni seviyorum demediğin için böyle idare edeceğiz." dedim. "Söylemek mi gerekir?" dedi Ömer. "Tabii. Önemli bir detay." dedim. "Buradan yetkililere duyurulur." dedi Ömer. Dikiz aynasından Ömer'e baktım. Göz ucuyla Okan'ı işaret etti. Arabayı park edip indim. Okan yanıma gelmişti. Gülümsüyordu. Aşk denilen şey gerçekten insanı deli ediyordu. "Seni almaya gelirim." dedi Yiğit. "Tamam." dedim. Yiğit ve Ömer kendi apartmanlarına girdiler. Ben ve Okan da bizim apartmana girdik. Asansör bizim olduğumuz kattaydı. Asansöre girdik. Okan aynadaki yansımasına bakıyordu. "Bana dön." dedim. Söylediğimi yapmıştı. Elimle saçlarını düzelttim. Gülümsedi. "İyi görünüyor muyum?" Elimi Okan'ın kalbinin üzerine koydum. "Burası çok iyi görünüyor." Öykü'yü her gördüğünde heyecanlanıyordu. Umarım bayılmazdı. Asansör evimin olduğu katta durunca indik. Anahtarım vardı ama kapıyı Öykü'nün açmasını istediğimden zili çaldım. Kısa bir süre sonra kapı açıldı. Öykü gülümseyerek bize baktı. "Hoşgeldiniz." Kollarımı açıp Öykü'nün gelmesini bekledim. Sıkıca sarıldık. "Evine hoşgeldin askercim." dedi. "Hoşbuldum doktorcum." dedim. Zaman geçtikçe birbirimize daha çok benziyorduk. "İyisin değil mi?" Başımı aşağı yukarı sallayıp geri çekildim. Öykü Okan'a baktı. "Geçsene." Okan nefes alıp verdi. "Rahatsızlık vermeyeyim. Dosya alıp çıkacaktım." dedi Okan. "Ne rahatsızlığı, estağfurullah." Öykü bu kadar kibar mıydı? "Kek ve çay yapmıştım. Beraber yeriz." Okan gülümsedi. Muhtemelen mutfak maceramızı hatırlamış olmalı. "Hem ne o gelir gelmez dosya işleri? Biraz nefes alın. Sizde insansınız." Parti kur oy verelim Öykü başkan. Ben niye kapıda dikiliyorum? "Hadi Okan gir. Yoksa Öykü beni de eve almayacak." Öykü yeni akıl etmiş gibi mahçup bir şekilde geri çekildi. Okan önce benim geçmemi bekledi. Centilmen adam. Öykü mutfaktan kek ve çay getirmişti. Okan'ın önüne koyup yanına oturdu. Ben tekli koltuğa oturmuştum. "Ben böyle direkt çay getirdim ama açsanız yemek hazırlayayım." Ben hep açım. "Akşam Albay ile yemeğe gidecekmişiz." dedim. Okan çayından bir yudum aldı. "Sen de gelsene." Okan beyden beklenmedik hareketler. "Çok isterdim ama nöbetim var. Başka zaman biz bize gideriz." Öykü hanım kibarlığıyla bizi şaşırtmaya devam ediyor. Ömer ile takıla takıla ona benzedim ya. Tövbe tövbe. "Ben duş alacağım. Siz takılın." Bir cevap vermelerine müsade etmeden odama girdim. Perdeyi çekip pencereyi açtım. Karşı apartmanın pencere kuşu ile göz göze geldik. Bu adamı her gördüğümde nedensizce gülümsüyordum. "Okan hâlâ gelmedi." dedi. Sesini duyabiliyordum. "Çay içiyor Öykü ile." dedim, sessiz bir şekilde. Yiğit gülümsedi. "Bir yerini yakar o şimdi. Yalnız bırakmasaydın." Güldüm. "Gayet iyi." Kollarını pencere pervazına yaslayıp öne doğru eğildi. Biraz daha vücudunu dışarı doğru sarkıtsa benim pencereme gelebilirdi. O boy var çünkü. "Ne yapıyorsun?" Ayrılalı birkaç dakika olmuştu. "Duş alacağım." Başını aşağı yukarı salladı. "Ben de birazdan alacağım." Sebepsizce gülesim var. Bende Yiğit gibi pencereye yaslandım. "Dedikoducu teyzeler gibi olduk." Gülmüştü. "Yiğit abi ne yapıyorsunuz?" Ozan aşağıdan sesleniyordu. Beni farkedince Yiğit'e bakıp güldü. "Naber Ozan?" Yiğit ters ters Ozan'a bakıyordu. "İyiyim Umay abla, sağol." Yiğit hâlâ ürkütücü bir şekilde bakıyordu. "Oğlum senin okulun yok mu?" dedi Yiğit. "Bana, her görüştüğümüzde, okulu unutturmadığın için sağol Yiğit abi. Bu arada bugün cumartesi. Okul yok." Yiğit'e bakıp gülümsedim. "Buradan aşağı atlarım. Getirme beni oraya." Atlardı. "Tamam ya, gidiyorum. İyi akşamlar Umay abla." Gülümseyerek el salladım. Yiğit derin bir nefes aldı. Gülümseyerek bana baktı. "Hadi artık geç içeri üşüme." Böyle iyiydi aslında. "Peki. Görüşürüz sonra." Göz kırptı. "Görüşürüz." Pencereyi kapattım. Yiğit hâlâ aynı yerindeydi. Perdeyi çektim. Yiğit hâlâ gitmemişti. Yatağımın üzerine oturup bir süre Yığit'i izledim. Pencereyi kapatıp gitti. Ayağa kalkıp banyoya girdim. Üzerimdekileri çıkarıp ılık bir duş aldım. Bornozumu üzerime alıp çıktım. Yatağın üzerinde yüz üstü uzanmıştım. "Müsait misin kuzum?" dedi Öykü. "Evet. İzin istemen hata." dedim. Öykü odaya girip yanımda sırt üstü uzandı. "Okan gitti mi?" Başını aşağı yukarı salladı. "Ömer aradı. Neden geç kaldığını sordu. Okan'ın kek yediğini duyunca galiba tam evden çıkacaktı ki Okan 'sen gelme ben sana getireceğim' dedi ve gitti. Ömer doymuyor mu?" Kıkırdadım. "Doymuyor. Ben onun kulağını çekerim." Öykü yüzünü bana çevirdi. "Senin neyin var?" Elim kalbimi buldu. "Bilmiyorum." Gülümsedi. Elini elimin üzerine koydu. "Sıkma kendini. Zamanı gelince ne olduğunu bilirsin." Umarım. 🐺
"Benim çok güzel bir elbisem var. Sana biraz kısa gelecektir ama bence denemelisin." Odamdan çıkıp kısa bir süre sonra elinde kırmızı bir elbiseyle geri döndü. "Öykü bence abartılı olur." Elbiseyi yatağın üzerine bıraktı. "Ben hazırlanmaya gidiyorum. Geldiğimde şu elbiseyi giymiş ol." Öykü benimle takıla takıla emir vermeye de başlamıştı. Üzerimdekileri çıkarıp elbiseyi giydim. Zincirini çekip aynadaki yansımama baktım. Dizimin on parmak üzerinde bitiyordu. "Ya çok güzel oldu." Öykü ne ara geldi? "Ben üşürüm." Yalan. "Abartma Umay. O kadar da soğuk değil." Yapacak bir şey yok. Saçlarımı tarayıp açık bıraktım. Makyaj yapıp ayağa kalktım. Öykü siyah topuklu ayakkabıları yere bıraktı. "Öykü ben askerim ya. Çok abartılı oldu sanki. Zaten masadaki tek kadın ben olacağım. İyice tüm gözlerin üzerimde olmasını istemiyorum." Omuz silkti. "Yiğit, kimsenin sana bakmasına izin vermez." Ters ters Öykü'ye baktım. "Ne alakası var ya?" Sinsi bir şekilde gülmeye başladı. Topuklu ayakkabıları giyip silahımı çantamın içine koydum. "Fıstık gibisin." Güldüm. Zil sesi evin içinde yankılanınca Öykü açmaya gitti. Beyaz peluş kabanı elime alıp odadan çıktım. "Umay, Yiğit geldi. Ben de çıkıyorum." dedi Öykü. "Benim arabayı al." dedim. Oturma odasına geçtim. Öykü yanağıma öpücük bıraktı. "Size iyi eğlenceler." Ne eğlence ama? Yiğit'e döndüm. Gözlerime bakıyordu. Spor bir takım giyinmişti. Fazla şık olmuştu. "Şey..." Çenesini sıktı. Soran gözlerle bakıyordum. Gözleri elbise üzerinde kısa bir süre dolanıp tekrar gözlerime tırmandı. "Hadi gidelim." Gidelim bakalım. Apartmandan çıkıp Yiğit'in arabasına bindik. Kemerimi takıp önüme döndüm. Yiğit elleri direksiyonda bir süre bekleyip anahtarı çevirdi. "Okan ve Ömer gitti mi?" Başını aşağı yukarı salladı. Kendi tarafında bulunan camı sonuna kadar açtı. Yiğit iyi değildi. "Kıyafetim hakkında yorum yapmadın. Normalde bir şeyler söylerdin." Bana bakıp tekrar önüne döndü. "Hava biraz soğuk sanki. Hasta olmazsın umarım." Gülümsedim. "Olmam." Kornaya sertçe bastı. Başını dışarı sarkıttı. "Önüne bak önüne!" Yiğit asla iyi değildi. Restorana geldiğimizde arabadan indim. Yiğit yanıma gelince beraber kapıdan girdik. Restoranın orta kısmına uzun bir masa kurmuşlardı. Galiba bi' biz eksiktik bir de Albaylar. "İyi akşamlar." dedi Yiğit. Bizi gören askerler ayağa kalkmıştı. Emre bana doğru gelip elini uzattı. Elini tutunca elimin tersine dudaklarına bastırdı. "Bu ne güzellik Umay Hanım?" Gülümseyerek elimi geri çektim. "Sağolun komutanım." Okan'ın yanındaki sandalyeyi benden önce Yiğit çekmişti. Üzerimdeki kabanı çıkarıp oturdum. Yiğit öteki tarafıma oturmuştu. "Komutanım çok şıksınız. Yemekten sonra bir yere mi davetlisiniz?" Ne alakası var? "Sanane lan!" dedi Ömer. Kıkırdadım. Diğer timin gözleri üzerimdeydi. Üzerimde kırmızı elbise ile de dikkate alınacak gibi değildi ama neyse. "Bir şey mi diyeceksiniz?" Afalayıp önlerine döndüler. Ömer, Okan ve Yiğit ters ters karşılarında oturan askerlere bakıyorlardı. Ben gelmeyeceğimi söylemiştim. Olay olursa suçlusu ben değilim. Bizim Albayımız ve diğer timin Albayı teşrif edince ayağa kalkmıştık. "Milleti ürküteceksiniz." Onlar oturduktan sonra biz de oturduk. "Tebrik ederim Umay." Aziz Albay'a gülümsedim. "Bir sorun çıkmadı değil mi?" Motor ile trafiği birbirine kattım. Tüm emniyeti peşimde koşturdum. Uçtum. Polis memurlarını kandırdım. "Hayır komutanım, bir sorun çıkmadı." Yiğit eliyle ağzını örtmüştü. Gülüşünü gizliyor olmalıydı. "Asena'nın olduğu yerde sorun çıkması mümkün mü komutanım? Kendisi noksansız biri." Allah Allah. Bu bana direkt asılıyor. Ben bunu döverim. "Maşallah. Paşa'nın torunu olduğu belli ediyorsun." O kadar sert değilim ama olsun. "İlk söylediğim kelime bile Paşa olmuş komutanım. Körle yatan şaşı kalkar." Gülmüşlerdi. "Sen Paşa'nın torunu musun?" dedi Emre. "Biricik torunu. Ona göre ayağınızı denk alın." Albay'cığım gözlerimi yaşartıyorsunuz. Garsona siparişlerimizi vermiştik. Herkes kendi arasında sohbete dalmıştı. "Sen salata ile doyabilecek misin?" diye sordu Yiğit. "Yok." Yalan söylemek iyi bir şey değil. "Ama yabancıların yanında fazla bir şey yiyemiyorum. Sonra nazar ederler. Sadece aile içinde rahat bir şekilde yiyebiliyorum." Yiğit'in gamzeleri ortaya çıkmıştı. "Gamzeli Öküz." Yiğit'in kaşları havalandı. Ben sesli mi söyledim? Kahkaha attı. Herkes bize döndü. "Pardon komutanım." Manyak Yiğit. Okan ve Ömer'in sohbetine katılmak için onlara dönmüştüm. Karşı masada oturan bir teyze, gözlüklerini burnunun ucuna getirmiş beni dikizliyordu. Gülümsedim ama aynı tepkiyi alamamıştım. "Bir sorun mu var?" Dikizlenmekten nefret ederim. "Ne işin var senin o kadar adamın içinde?" Albay'a baktım. Kaşlarını kaldırıp indirdi. Üzgünüm. "İş toplantısı yapıyoruz." Ömer konuşmuştu. "Neymiş bu iş?" Ne bu merak ya? "İnşaat. Ben mühendisim. Baş köşede oturanlar da ınşaat şefi. Toplantı yapıyoruz teyzeciğim. Başka bir sorunuz yoksa biz işimize bakalım. Ve mümkünse bana bakmayı da bırakın." Bir şeyler mırıldanıp bana bakmayı kesti. "Demek inşaat şefi?" dedi Albay. Otuz iki diş gülümsedim. "Asker deseydim daha mı iyi olurdu?" Yine güldüler. "Deli bu kız." Haklı olabilirsin Aziz Albay'cığım. "Asena'yı bizim time alalım, komutanım." dedi Emre. "Asena'yı Bozkurt'undan ayıramazsınız." dedi Yiğit. "Yani Bozkurt Timinden." diye devam etti, hızlıca. Albay gözlerini bana dikmişti. Ben ne dedim ya? Ortamdaki kasvet yemeklerin gelmesiyle dağılmıştı. "Ayşe teyzenin sarmalarından kaldı mı?" dedim Yiğit'e, sessizce. "Ben yedim." Pişman olmuş gibiydi. "Çok mu seviyorsun?" Başını aşağı yukarı salladı. "En sevdiğim yemek." Olsun. Yine de bana ayırabilirdin. Salataya çatalımı batırdım. Salata ile doyulur mu? Yemek faslı bitmiş tatlı da sipariş etmiştik. Aç karınla tatlı yenmez. "Umay iyi misin?" dedi Okan. "Açım." dedim. Güldü. "Yanındaki salak yüzünden Öykü ile de oturamadınız ama nasıl geçti?" Ömer başını öne doğru eğdi. "Bi' camdan atmadığı kaldı. Şiddet görüyorum diye polise şikayet edeceğim." Okan göz devirmişti. "Boşver sen onu." Suyundan bir yudum aldı. "Öykü'nün yanında çok huzurlu hissediyorum." Gülümsedim. "Biz seni huzursuz mu ediyoruz?" Üstüne kuma getirilen kadınlar gibiydi, Ömer. "Albay falan burada demem seni döverim." Kıkırdayarak onları izliyordum. "Askerlerinle ilişkin farklı. Seni komutanı olarak görmüyorlar." dedi Emre. "Bizim kız kardeşimiz çünkü." dedi Okan. "Beraber yatıp kalkıyoruz. Yediğimiz içtiğimiz aynı. Omuz omuza veriyoruz. Böyle bir ilişkide aile olmak en iyisi." dedi Yiğit. "Benim çocuklarım farklıdır." dedi Albay. Elini Aziz Albay'ın omuzuna koydu. "Bize müsade. Tatlınızı yedikten sonra kalkarsınız. Mağlum şantiye şefi olmak zor." Başımı eğip güldüm. Önüme konulan sufleye bir süre bakıp kaşığımı daldırdım. "Can'ın evinin çok sıkı korunduğunu duymuştuk. Nasıl alabildiniz bilgileri, komutanım?" Masanın sonunda oturan askerin sorusuyla hepsi bana dönmüştü. "Yarım saat falan sürdü." Sufleyi elime alıp arkama yaslandım. "Hayran kaldım size komutanım." Yiğit başını tabağından kaldırıp askere baktı. "Yani tim olarak hepinize." Nasıl R yapılır diye soran olursa, Yiğit'in gözlerine bakması gerektiğini söylersiniz. Romantik bir müzik çalmaya başladı. Ortam loş bir ışıkla aydınlatılmıştı. Cam kenarında bulunan bir masaya üzerinde maytap bulunan bir pasta götürülüyordu. Doğum günü sürpriziydi. Aydınlatma eski haline döndü. "Sever misin sürprizleri?" dedi Emre. "Severim ama dikkat çekici bir ortamda değil." dedim. "Kız çok sevindi." dedi adını bilmediğim asker. "Bizim öyle düşünmemizi istediği için öyle davrandı." Hepsinin kaşları havalanmıştı. "Dikkat çekmek için yaptı. Belki de pastayı da kendisi ayarlamıştır. Yanında duranlar sadece birer figüran." Son kaşığı da ağzıma atıp boş tabağı masaya bıraktım. Biraz gözlerini korkutalım. "Biriyle buluşacaksın. Ama bize ayıp olmasın diye de kalkamıyorsun. Benim için sorun yok. Çıkabilirsin. Bekletme kızı." Başımı kaldırıp gülümseyerek esmer askere baktım. Şok olmuştu. "Tehlikeli bir zekân var." Ah Emre, ah. "Düşmanım olmak isteyene tehlikeli." Yoksa zararsız minik bir kızım. "Benim hakkımda ne düşünüyorsun?" Şerefsiz bir adam olduğunu. "Sizin hakkınızda düşünce sahibi olmak için bakmadım ama çok sert ve zorlamayı seven biri olduğunuzu söyleyebilirim. Askerleriniz sizden fazlasıyla çekiniyor." Yiğit'in gülüşünü duydum. Emre askerlerine baktı. Hepsi kaskatı kesilmişti. "İşiniz varsa gidebilirsiniz. Kalkacağız zaten." Gözüme girmek için yapıyor. Aynı anda kalkıp hızlıca gittiler. "Komutanım masanın altında silahınız mı var?" Ömer'in gülerek kurduğu cümleye Emre sinirlenmişti. Ayağa kalktı. "Kahve içelim mi, baş başa?" Yiğit masanın altındaki elini yumruk haline getirmişti. İçimden bir ses elini tutmamı istedi, ben de tuttum. "Yorgunum komutanım. Eve gidip uyuyacağım." Emre başını aşağı yukarı sallayıp gitti. "Sıradaki kim?" dedi Ömer, kahkaha atarak. Ben de gülmüştüm. Elimi Yiğit'in elinden çekip Okan'ın suyunu yudumladım. "Biz böyle dört kişi çok güzeliz." dedi Ömer. Muhtemelen dördümüz de camdan yansımamıza bakıyorduk. Aynı anda nefes alıp aynı anda verdik. Güldüm. "Şu an ne düşünüyorsunuz?" Bunu merak ediyordum. "Eve gidip uyumayı." Ömer'den farklı bir cevap beklemezdim zaten. "Öykü'yü." Okan öyle bir ah çekmişti ki biz bile hissettik. Yiğit'e baktım. Gözleri bendeydi. "Sen?" Gözlerini gözlerime mühürledi. "Yeşilin en çok siyaha yakıştığını." Bu çok ani oldu. Kalbim niye hızlandı? Kendine gel. "Hadi kalkalım." Okan ile beraber bende kalktım. Ömer sırıtıyordu. Yanaklarını içe gömüp ilerledi. Okan'a baktım. O da gülümsüyordu. Yiğit, kabanımı omuzlarıma bıraktı. Saçlarımı kabanın altından çıkardı. Birazdan öleceğim. Hızlıca Ömer'in arkasına takıldım. Okan'ın arabasına doğru ilerliyordu. "Bir şey demeden gidecek misin?" Ömer bana dönüp koşarak karşıma geçti. Kollarını belime dolayıp sarıldı. "İyi geceler, ailemizin yeni üyesi ama en özel üyesi." Gülümseyerek Ömer'e karşılık verdim. "İyi geceler, ailemizin olmazsa olmaz üyesi." Gülmüştü. "Neyin sarılması bu?" Okan ve Yiğit gelmişti. "İltifat etme sarılması." Ömer bana bakıp göz kırptı. "Yarın karargahta görüşürüz. İyi geceler." Okan kulağıma eğildi. "Duygularından kaçma." Her iki yanağımdan öpüp geri çekildi. Ömer ve Okan ile yıllarca yaşamış gibi hissediyordum. Aynı evde büyümüş gibiydik. Yanımda oluşları bile beni fazlasıyla mutlu ediyordu. "İyi geceler." Elimi kaldırıp salladım. "Sanki dünyanın öbür uçlarına gidiyoruz. Bu ne vedalaşma?" dedi Yiğit. "Abiler ve kız kardeşlerinin arasında. Sen anlamazsın." dedi Ömer. "Beni dışlıyor musunuz?" Biraz öyle oldu galiba. "Evet." Ömer dil çıkarıp arabaya bindi. Yiğit ile arabaya geçtik. Emniyet kemerimi taktım. Yiğit sürücü koltuğuna geçip arabayı çalıştırdı. "Herkes hakkında bir şeyler söyledin. Benim için de söylemeyecek misin?" Gözlerimi Yiğit'e çevirdim. "Bazen sessizlik daha çok şey anlatır. Tabii anlayabilene." Gülümsedi. "Gözler, dudaklardan daha iyi ifade eder duygularını." Bana baktı. "Boş zamanlarında şairlik mi yapıyorsun?" Göz devirdim. "Odunsun Yiğit." Güldü. Kırmızı ışıkta durdu. Camı aşağı indirdim, temiz hava alabilmek için ama gelen bebek sesi ile kaşlarımı çattım. "Sen de duyuyor musun?" Kendi camını açıp başını çıkarttı. "Bebek sesi var." Görünen bir şey yoktu. Yiğit arabayı sağa çekti. Kapıyı açıp indim. Karşımda bulunan çöp konteynerine ilerledim. Ve ilerledikçe ses yaklaşıyordu. Kapağı açınca minik ve çıplak bir bedenle karşılaştım. "Yiğit!" Koşarak yanıma geldi. Kabanımı çıkarıp Yiğit'in eline tutuşturdum. "Kollarını aç." Bebeği dikkatlice kucağıma alıp Yiğit'in kucağına bıraktım. Kabanı etrafına dolayıp tekrar kucağıma aldım. "Çabuk hastaneye gidelim." Koşar adımlarla arabaya yürüdük. Yiğit kapımı açtı. Koltuğa oturunca kapaımı kapatıp diğer tarafa geçti. Arabaya bindiği gibi klimayı açmıştı. Bebeğin yüzünü açtım. Ağlamıyordu ama titriyordu. "Ölürüm ben sana." Yanağına dokundum. Kabanın üzerinden vücudunu okşuyordum. Kısa sürede hastaneye vardık. Yiğit inip benim kapımı açtı. Arabadan inince acile doğru koştu. "Buraya bakın!" Bebeği hemşirenin kucağına verip doktora durumu anlattık. Bekleme salonunda oturmuş bir haber bekliyorduk. Yiğit üzerindeki çıkarıp omuzuma bıraktı. Yüzüne bakıp gülümsedim. "Polisler araştırır ama biz de araştıralım. Onu oraya atan her kimse yaşamayı haketmiyor." Elini omuzuma koyup sıvazladı. "Sen merak etme. Ben halledeceğim." Güveniyorum. Doktorun yanımıza gelmesiyle ayağa kalktık. "İyi bir haber vereceğinizi umuyorum." Doktor gülümsedi. "Bir saat önce dünyaya gelmiş. Belki biraz daha orada kalsaydı can verebilirdi. Ama bebeğimiz size rastladığı için çok şanslı. Durumu iyi. Tedbir amaçlı kuvöze aldık." Rahat bir nefes verdim. "Görebilir miyiz?" Doktor gülümseyerek yolu gösterdi. Yiğit ile beraber yoğun bakıma girdik. Üzerimize önlük, bone, maske ve galoş aldık. Kuvözün başında durmuş bebeğe bakıyorduk. Yiğit biraz eğilmişti. "Çok güzel." Hayran hayran bebeğe bakıyordu. "Bize rastaladığın için şanslıymışsın. Ama bence biz daha şanslıyız." Uyuyordu. Yorulmuş olmalı. "Bu hayat şimdiden yormaya başladı değil mi?" Sanki ellerine dokunuyormuşum gibi parmaklarımı cama yapıştırdım. "Sen çok güçlü bir kız olacaksın. Ve ben her zaman yanında olacağım." Yiğit elini elimin üzerine koydu. "Ben de her zaman yanınızda olacağım." Bebeği rahatsız etmemek için yanından ayrılmıştık. O sırada polisler gelmişti ve ifade vermiştik. Başka bir işimiz kalmayınca hastaneden ayrıldık. "Yarın yine geliriz değil mi? Ben dedem ile görüşüp İzmir'e aldıracağım. Dedemin gözetimi altında daha güvenli olur." dedim. "Geliriz. Sıkma canını. İyi o." Derin bir nefes alıp verdim. "İyi ve daha iyi olacak." Geriye kalan yolculuğumuzu dedem ile konuşarak geçirmiştim. İlgileneceğini söyledi. Arabadan indim. "İyi geceler." dedim. "Tatlı rüyalar." dedi. Apartmanların ortasında ayrılıp evlerimize dağıldık. Uykum yoktu. Ne yapsam ki? Eve girip banyoya yöneldim. Kısa bir duş alıp rahat kıyafetler giydim. Odamın ışığını kapatıp perdeyi hafif aralayıp karşımda duran pencereye baktım. Oradaydı. Gülümsedim. Pencereyi kapatıp perdeyi çekti. İki dakika sonra ışıkları söndü. Yatağına geçmiş olmalı. Mutfağa girdim. Sandalyeyi çekip oturdum. "Yiğit'e teşekkür amaçlı yaprak sarma yapayım. Zaten uykum da yok." İnternetten malzemelerine ve yapılışına baktım. Sebzeleri doğrayarak sabaha kadar sürmesine izin vermeyip robotla yapmıştım. İçini hazırlayıp masaya oturdum. Videoda nasıl sarıldığına baktım. Zor görünmüyor. Üzüm yaprağının sapını koparıp içine bolca doldurdum. Köşelerini içe doğru atıp sardım. Gülümseyerek elime aldım. İşaret parmağımla sarmayı yan yana getirdim. Yüzümü astım. İşaret parmağımın yanına orta parmağımı da ekleyip sarma ile eşit olmasına baktım. Gülümsedim. "Tek parmak kalınlığında olacak diye bir kural yok. İki parmak olsun. Hem insan daha çok doyabilir." Tencerenin içine son yaprak sarmayı da koyup ayağa kalktım. Sarma sarmak operasyonda çatışmaktan daha zor. Belim koptu. Tencereyi ocağın üzerine koyup su ekledim. Ellerimi birbirine vurdum. "Çok becerikliyim. Maşallah." Etrafı toparladım. Yaprak sarmalar pişene kadar evi biraz temizlemiştim. Tuttuğum dakika dolunca ocağın altını kapatıp odama girdim. Sabah halledeceğiz artık. 🐺
Bir süre apartmanın önünde taksi bekledim. Beklemeyi sevmem. Mutsuz bir şekilde taksiye binip adresi verdim. Taksiden inip gülümseyerek karargaha girdim. Arabam yoktu. Öykü yeni çıkmış olmalıydı. Alay binasına girdim. Mekanda olacaklarını düşünerek oraya doğru ilerledim. Heyecanlıydım. Kapıyı açıp girdim. Yiğit vardı sadece. "Günaydın." Sabah sabah bu ne enerji Umay? "Günaydın." Saklama kapını çıkarıp Yiğit'e uzattım. "Ben yaptım." Gülümseyerek aldı. "Bana mı yaptın?" Küçük çocuklar gibi başımı aşağı yukarı salladım. Kapı açıldı. Okan ve Ömer gelmişti. "Günaydın beyler." Ömer yanağımdan makas aldı. "Günaydın." Kibar Okan'cığım. "Sarmayı kim getirdi?" Ömer elini uzatacakken Yiğit sert bir şekilde vurmuştu. "Ben üniformamı giyip geliyorum." Mekandan çıkıp odama doğru yürüdüm. Üniformamı üzerime giyip postallarımı ayağıma geçirdim. Bağcıklarını sıkıp ayağa kalktım. Aynadaki yansımama bakıp bordo beremi taktım. Silahımın üzerinde parmaklarımı gezdirip bacağımdaki kılıfa koydum. Telefonumu cebime atıp koşar adımlarla mekana geri döndüm. Okan ve Ömer tekli koltuklarda oturmuşlardı. Yiğit eliyle yaprak sarmayı yiyordu. "Siz neden yemiyorsunuz?" Ömer burun kemerini sıktı. "Yiğit bizimle paylaşmıyor." Okan da Ömer'i desteklemek için kafasını sallamıştı. "Aşk olsun. Kardeşler arasında olur mu? Yiyebilirsiniz tabii." Kabı onlara uzattı. "Aslında ben tıka basa doluyum." Dudaklarımı büzdüm. "Beğenmedin mi?" Okan bir tane alıp Ömer'in ağzına tıktı. "Ellerine sağlık." Gülümsedim. Yiğit yavaş yavaş yiyordu. "Nasıl olmuş?" Ağzı doluydu. Yuttuktan sonra gülümsedi. "Bayıldım. Harika olmuş. Ellerine sağlık." Gülümsemem genişlemişti. "İstersen hep yaparım." Ömer kahkaha attı. Soran gözlerle ona baktım. Başını telefondan kaldırdı. "Komik bir yazı var da ona güldüm." Tekrar Yiğit'e döndüm. "Zahmet etme. Eminim ki çok yorulmuşsundur. Hiç gerek yok." Düşünceli Öküz. Kapı tıklatıldı. "Gir!" Albay'ın postası gelmişti. "Albay sizi odasına çağırıyor." Odasına çağırıyorsa önemli bir konu olmalıydı. Hayrolsun. _________ Hoşçakalın. |
0% |