@_beyzanurcgrmn_
|
Keyifli okumalar dilerim. _____________ Albay'ın odasına sırasıyla girmiştik. Birkaç üst rütbeli komutan da vardı. Anlaşılan durum ciddi. Hepimiz aynı anda selam verip dizildik. Bizim Albay, masasından kalkıp Yiğit'in karşısına geçti. Durum benlik değilse sorun yok demektir. "Bozkurt!" Albay'ın keskin sesi yankılanmışlatı. "Emredin komutanım!" Bozkurt bildiğimiz gibi. "Artık üsteğmen değilsin." Albay, Yiğit'in rütbelerini sökmüştü. Kaşlarım havalanmıştı. Karşıma bakmam gerekirken Albay'a bakıyordum. Rütbeleri masanın üzerine bırakıp ellerini Yiğit'in omuzlarına koydu. "Bozkurt'a yüzbaşı rütbesi daha çok yakışacak." Üç yıldızın olduğu yeni rütbeleri takınca dudaklarım iki yana kıvrıldı. Önüme döndüm. "Sağolun komutanım!" Komutanların Yiğit'i tebrik etmeleri ve bizimle de alay etmeleri bitince odadan çıkmıştık. Ters bir durum sanıp korktuysak ne olmuş yani? Ne var bunda? Neresi komik? "Hayırlı olsun kardeşim." Okan Yiğit'e sarıldı. "Ya sen büyüdün de yüzbaşı mı oldun?" Yiğit, Ömer'e önce ters ters baktı hemen sonrasında gülmüştü. Ayak ucumda yükselip Yiğit'in omuzundaki hayali tozları temizledim. "Tebrik ederim, yüzbaşım." Gülümsedi. Okan ve Ömer önde biz arkalarında ilerliyorduk. "Hazır işimiz yokken ben bebeği görmeye gidebilir miyim, yüzbaşım?" dedim. "Ne bebeği?" dedi Okan. "Ne ara yaptınız lan?!" Ömer'in dudakları arasından çıkan kelimelerden sonra Yiğit ile olduğumuz yere mıhlanmıştık. "Sen kapıda beni bekle Umay. Hemen geliyorum." Ömer bana bakıp kaşlarını kaldırıp indiriyordu. Dudaklarım iki yana kıvrıldı. "Bekliyorum dışarıda." deyip yanlarından uzaklaştım. Bahçeye inip yüzümü kapıya döndüm. Yaklaşık altı dakika sonra Ömer arka taraftan çıkmıştı. Kaşlarım havalandı. "Nerden çıktın sen?" Bordo beresini düzeltip gülümsedi. "Ya kendin atlarsın ya da ben seni fırlatırım dedi. Ben de kendim atladım." Kendime engel olamayıp kahkaha attım. "İyi misin? Bir şeyin yok değil mi?" Başını iki yana salladı. "Ben iyiyim ama senin bunu gülerek sorman hiç iyi değil." Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Pardon." Omuz silkip komutanlık binasına girdi. Kısa bir süre sonra Yiğit gelmişti. "Beraber gidelim." Yüzümde hâlâ Ömer sayesinde oluşan gülümseme vardı. "Olur." Gülümsemişti. "Niye gülümsüyorsun?" Çıkışa doğru ilerliyorduk. "Ömer'e." Göz devirmişti. "Manyak adamda ne buluyorsunuz anlamıyorum?" Kızlara sormak lazım? "Bana sorarsan eğer; dürüst, komik, yakışıklı ve tatlı biri. Komik oluşu da bilerek yaptığı bir şey değil. Doğuştan galiba. Kendisini çok severim." Omuz silkmişti. Yiğit'in arabasına bindik. Emniyet kemerimi takıp dikiz aynasından saçlarımı düzelttim. "Rütbenin yükseleceğini biliyor muydun? Çünkü şaşırmadın." Arabayı çalıştırmıştı. "Bu aralar bekliyordum." Darısı başıma. Çalan telefonum ile cebimden çıkarıp arayan kişiye bakmıştım. Öykü arıyordu. Aramayı kabul edip kulağıma yaklaştırdım. "Senin uyuman gerekiyordu? Bir şey mi oldu?" "Ocağın üzerindeki tencerede birkaç adet yaprak sarma var. Nerden çıktı bu?" Kabın içine girmemişti. "Ben yaptım." Gülümseyerek söylemiştim. "Umarım kimseye yedirmemişsindir." Suratım asılmıştı. "Neden?" "Hangi nedeninden bahsedeceğimi bilemedim. Şekerli. Yarısı çiğ, diğer yarısı yanmış. Nasıl başardın çok merak ediyorum. Çünkü yapmak istesen yapamazsın." Göz ucuyla Yiğit'e baktım. Yola bakıyordu. "Ama Yiğit hepsini yedi." Öykü kahkaha attı önce. "Adamı hastaneye götür. Midesini falan yıkasınlar." Dudaklarımı büzdüm. "Kırıcısın." "Kuzum her güzelin bir kusuru vardır. Üzme kendini. Ama Yiğit'i hastaneye götür. Ciddiyim." Öykü'den bir daha yemek yapmama uyarılarını alıp telefonu kapatmıştım. Yiğit'e baktım. "Neden söylemedin?" Kısa bir süre bana bakıp tekrar yola döndü. "Neyi söylemedim?" Elimi uzatıp bileğindeki nabzı kontrol ettim. Normal atıyordu. "Yaprak sarmanın kötü olduğunu. Şekerliymiş. Bir de çiğ. Ama aynı zamanda yanmış." O nasıl oluyor ya? "Sonuçta benim için uğraşıp yapmışsın." Yiğit'in bu kadar iyi olması etik değil. "Zehirlenebilirdin. Belki de zehirlenmişsindir. Öykü, seni hastaneye götürmem gerektiğini söyledi." Gülmüştü. "Sıkıntı yok. Benim için farklı bir deneyim oldu. Hiç şekerli yaprak sarma yememiştim." Hafifçe koluna vurup önüme döndüm. En iyisini ben bir daha mutfağa girmeyeyim. Hastaneye vardığımızda arabadan indim. Bordo beremi takmamıştım. O biraz dikkat çekebilirdi. Yiğit ile beraber hastane içine giriş yapmıştık. Biz normal bir şekilde yürüyorduk fakat etraftakilerin bakışları havalı yürüğümüzü söyler gibiydi. Bebeğin doktorunun odasını sorup oraya doğru ilerlemiştik. Yiğit kapıyı tıklattı. Kapıyı açıp önce benim geçmemi bekledi. "Merhaba." Doktor ayağa kalkmıştı. Önce benimle sonra da Yiğit ile tokalaştı. "Bebeğimiz nasıl?" diye sordu Yiğit. "Açık bir şekilde konuşmak gerekirse hayata tutunacağını beklemezdim. Allah'tan ümit kesilmez ama. Çok güçlü bir bebek. Normal doğan bir bebekle sağlığı aynı. İyi bakıldığı sürece daha iyi olacaktır." Güzel bir haber. "Birazdan almaya gelecekler. Görmeye gidebilir miyiz?" Doktor gülümsedi. "Tabii." Bir üst kata çıkıp yoğun bakımı bölümüne girdik. Üzerime koruma amaçlı kıyafetleri giyip içeriye girdim. Yiğit arkamdan geliyordu. "İlk defa bir bebeğe yardımım dokunmuyor ama hiçbirinde bu kadar yakın hissetmemiştim." Yiğit elimi tuttu. "Çünkü o artık bizim bebeğimiz." Gülümsedim. Galiba öyle. Kuvözün ön kısmında bulun küçük pencerelerden elimi uzatıp minik eli tuttum. "Merhaba, küçük savaşçı." Şu an beni anlamıyor olabilirdi ama gözleri bendeydi. "Sen çok güzel bir bebeksin." Yiğit bir elini omuzuma koyup diğer elini kuvöze sokmaya çalışıyordu. "Güzelliğini annesinden almış." Kaşlarım havalandı. "Sen işte." Başımı iki yana sallayıp güldüm. "O koca elini de çek oradan. Kıracaksın şimdi." Omuzlarını kaldırıp indirdi. "Ben de elini tutmak istiyorum." Bebek olan Yiğit olmalıydı. Elimi çektim. Yüzündeki maskeye rağmen gülümsemesi ve sevinci belli oluyordu. Serçe parmağını tutmuştu. "Minicik bu Umay. Senden de minik." İtiraf etmeliyim ki Yiğit'i izlemek çok keyifliydi. "Yanımdaki kadın çok güçlü. Kalbi çok güzel. Umarım ona benzersin. Ve bende her zaman sizin yanınızda olup yalnız olmadığınızı söyleyeceğim." Gözümden bir damla yaş aktı. Biraz eğilip yüzüne baktım. Yiğit'e bakıyordu. Yiğit gibi duygularımı dışa vuramasam da beni anlayacağını düşünüyordum. "Doğar doğmaz savaşmak zorunda kaldın. Ama yalnız değilsin. Seninle beraber biz de savaşacağız. O koca adam her zaman çınar ağacı gibi yanımızda duracak. Bizi her şeyden koruyacak." 🐺
"Gerçekten sana benziyor." Başını telefondan kaldırıp bana baktı. "Çenesi de benzerse yandık." Ters ters Yiğit'e baktım. Gülümsedi. Gülümseyince gözüm sol yanağındaki çukura kaydı. Önüme döndüm. Derin nefes alıp verdim. "Kahvaltı yaptın mı sen?" Başımı iki yana salladım. "Seninle beraber sarmaları yemeyi düşünmüştüm." Elini karnına koydu. "Yedim ben." Şimdiye kadar zehirlenme belirtisi olmadığına göre sorun yoktu. "Bir de bir tanesi üç sarma görevini görüyordu. Doyurucu." Dudaklarımı büzdüm. "Niye alay ediyorsun ya? Bilmiyordum." Yüzüme düşen saç tutamını kulağımın arkasına itti. Gülümsedi. Başını omuzuna yatırdı. Birazdan kalpten gideceğim. "Ben kantine gidip bir şeyler alayım." Tam gidecekken kolumdan tuttu. "Benim odama gidelim." İyi bir fikir olmayabilir. "Neden? Ne yapacağız?" Kibar bir şekilde kolumu tutup ilerliyordu. "Bir şeyler yiyeceğiz. Başka ne yapabiliriz?" Yorumsuz. Yiğit, kendi odasına kadar bana eşlik etmişti. "Sen otur. Ben hemen geleceğim." Başımı aşağı yukarı salladım. Çıktıktan sonra Yiğit'in koltuğuna oturdum. Odanın içinde göz gezdirip aklıma gelen fikir ile telefonumu cebimden çıkarmıştım. Oturduğumuz mahallenin başında işini layıkıyla yapan bir pastacı vardı. Güzel gelişmeleri kutlamalıyız. Gereken her şeyi mesaj yoluyla gönderip, sipariş vermiştim. Telefonu masanın üzerine bırakıp arkama yaslandım. Kısa bir aradan sonra Yiğit elinde iki tost ve içeceklerle odaya girdi. Koltuğunda oturduğumu görünce gülümsemişti. Kalkmaya niyetim yoktu. Kaldıracak biri de değildi. Aldıklarını masanın üzerine bıraktı. Diğeri tarafa geçince Yiğit'e baktım. "Sen yemeyecek misin?" Dolaptan birkaç dosya çıkarıp oturdu. "Ben yedim sana afiyet olsun." Peki der gibi başımı sallayıp karnımı doyurmaya başladım. "Bilgisayara geçirilecek bir şey varsa, ben halledebilirim." Tostumdan büyük bir parça ısırdım. "Sen önündekileri bitir." Omuz silktim. Elimi öne doğru uzatınca avucuma bir dosya bıraktı. Dosyayı açıp göz gezdirdim. Ardından bilgisayara geçirmeye başladım. Aynı zamanda yemeye devam ediyordum. "Üçüncü bir iş olsa yine yaparsın." Gülümseyerek Yiğit'e baktım. "Yaparım." Karnımı doyurmuş aynı zamanda Yiğit ile beraber dosyaları bitirmiştik. "Bahçeye çıkacağım. Gelecek misin?" Ayağa kalkıp üstümü başımı düzelttim. "Sen çık. Ben sana yetişirim." Başımla onaylayıp çıktım. Dışarıya adım attığım gibi rüzgar sert bir şekilde yüzüme çarpmıştı. Ellerimi cebime atıp ilerledim. Zehir beni görünce koşmaya başladı. Bana aşık. Gülümseyerek gelmesini bekledim. Bacaklarım etrafında dolanıp tam karşımda durdu. Başını okşadım. "Zehir, aşık olduğunu nasıl anlarsın?" Başını kaldırdı. Havladı. "Anlamadım. Daha açıklayıcı söyle." Daha uzun havladı. "Ben mi aşığım? Yok canım ne alakası var?" Başımı iki yana sallayıp kendime güldüm. "Delirdim galiba." Zehir yüksek sesli havlayınca omuzumun üzerinden arkama baktım. Yiğit geliyordu. "Aynı şeyi mi düşünüyoruz?" Başını bana sürtmüştü. Gülümseyerek başına öpücük kondurdum. "Yalnız bırakınca neden hep sizi birarada buluyorum?" Doğrulup ellerimi cebime attım. "Kıskanıyorsan itiraf et." Zehir'e gözleriyle bir şeyler söylüyordu galiba. Çünkü Zehir yanımızdan ayrılmıştı. "Ne alakası var? Niye kıskanayım ki?" Dudağımın kenarı yukarı doğru kıvrıldı. Komik görünüyordu. "Zehir'i neden gönderdin o zaman?" Yakasını düzeltti. "Ağzımı açıpta bir şey mi dedim? Canı sıkılıp gitmiştir." Gülüşüm artıyordu. "Yiğit bir şey söylememiş olabilir ama Bozkurt'un bir bakışı yeter, konuşmasına gerek bile yok." Gülümsedi. "Çözmüşsün beni." Ellerimi cebimden çıkarıp beremi düzelttim. Konuşurken bir şey yapamadan duramıyorum. "Zeki kadınım çünkü." Kahkaha attı. Kaşlarımı çatıp omuzundan ittim. Hâlâ gülüyordu. Arkama dönüp ilerdeki bankta oturan Ömer ve Okan'ın yanına doğru ilerledim. Okan ve Ömer'in ortasında oturup kollarımı göğüs hizasında bağladım. "Eğer o şahıs geldiğinde kalkarsanız döverim sizi." Yiğit geldi ve Ömer'in omuzundan ittirdi. "Emir büyük yerden geldi." Yiğit'e ters ters bakıp önüme döndüm. "Burada komutanınız ayakta ama siz oturuyor musunuz?" Tek kaşımı kaldırıp baktım. "Sen de askerinle-" Sustum. Ne diyecektim? Sen de askerinle flörtleşiyor musun, mu? "Sen de askerlerinle alay ediyorsun. İyi bir şey mi bu?" Çok güzel lafı döndürdüm. Aferin bana. Ömer'i zorla kaldırıp kendisi oturdu. Ayağa kalkıp Okan'ın diğer tarafına geçtim. Başımı Okan'ın omuzuna koydum. "Can güvenliğim açısından, kalkabilir miyim?" Başımı kaldırıp ters ters baktım. "Hani biz kardeştik. Kız kardeşini, öküzlerden korumalısın." Okan tam kalkacaktı ama vazgeçmiş olmalı ki geri oturmuştu. Ömer, Yiğit'e bakıp gülüyordu. "Aşk olsun Umay. Alt tarafı bir güldüm ya. Bi' kafama sıkmadığın kaldı." Haklı. "Peki, affettim seni." Ben ve anında değişen kararlarım. "Askerlerden ne duydum biliyor musunuz?" Ömer ellerini cebine atmış gözlerini üzerimizde gezdiriyordu. "Şu en sondaki kocaman ağacın gövdesine kim, sevdiğiyle kendi adını yazarsa; mutlaka evleniyormuş." Okan ayağa kalktı. "Benim küçük bir işim var." Hepimiz aynı anda kahkaha attık. Kaşlarını çatıp bize baktı ve geri oturdu. "Gel beraber gidelim." dedim. "Neden, senin sevgilin mi var?" dedi Ömer. "Evet. Asena'nın Bozkurt'u var." Olayı algılamam biraz uzun sürmüştü. "Kurt... Kurt demek istedim ben." Ömer ayakta gülmeye ara verip yere oturmuştu ve daha çok gülmeye başlamıştı. "Allah söyletti." dedi Okan. Rezillik vol sonsuz. Yiğit başını eğmiş gülümsüyordu. "Benim odamda işim var." Ayağa kalkıp hızlıca yanlarından ayrıldım. Bi' uçurumdan atlayıp geleceğim. Arkamda hissettiğim adımları duymazdan gelip ilerlemeye devam ettim. Odamın kapısını açtım. Tam kapatacakken sesini duymuştum. "Umay?" "Hı?" Hı ne ya? Odaya girip kapıyı kapattı. Bana doğru adım attı. Bir adım geriye çekildim. Üzerime gelmeye devam etti. Geri gitmeye devam ettim. Ben bu olayı çok saçma bulurdum. Neden başıma geldi ki? Sırtım, duvara çarpınca durmak zorunda kaldım. Bir kolunu başımın yanına yasladı. Başımı kaldırmış gözlerine bakıyordum. "Kızarınca çok güzel oluyorsun." Dudaklarımı ıslattım. Gözleri dudaklarıma kaydı. Yutkunmuştu. Gözlerini gözlerime değdirdi. Gülümsedi. "İstersen yazarız isimlerimizi ağacın gövdesine. Asena'nın Bozkurt'u ve Bozkurt'un Asena'sı diye." Biri bana hareket etmem gerektiğini hatta nefes almamı, biraz daha nefes almamaya devam edersem öleceğimi, söyleyebilir mi? Yüzünü yüzüme eğip burnumun ucuna dudaklarını bastırdı. "Ben senin adını sol yanıma yazdım. Kabul edersen soyadımın yanına da yazarız." Başka bir şey söylemeden çıkıp gitmişti. Şey... Beni buradan biri alabilir mi? Çünkü çivilendim de. 🐺
Kapıyı çaldım. Öykü kısa sürede açmıştı. "Bir bardak su getirir misin?" Çocuğun elindeki pastayı aldım. Öykü gelince suyu alıp pastayı vermiştim. "Al iç." Suyu son damlasına kadar içmişti. "İyi misin?" Başını aşağı yukarı salladı. "Sende ne diye hayalet gibi arkamdan sessizce geliyorsun? Seslensene." Ağzındakileri yuttu. "Poğaça vardı ağzımda abla. Hem nerden bileyim silahı alnıma dayayacağını." Beni tanıyanın bilmesi gerekir. Cüzdanımdan fazla para çıkarıp verdim. "Dikkatli git. Bir daha da yapma böyle şeyler." Ellerini cebine attı. "Abla bozuk para yok üstümde. Bu sende kalsın. Bir dahaki sefere kapatırsın defteri." Omuzuna hafifçe iki defa vurdum. "Cebine at sen onu. Gidip bir yerde düzgün bir şeyler ye. Ayakta yemek mi yenilir?" Gülümsedi. "Sağol abla. Allah sevdiğine kavuştursun." Dudaklarım iki yana kıvrıldı. "Amin." Eve doğru döndüm. Öykü sırıtıyordu. "Amin?" dedi sorar gibi. Eve girdim. Sessiz kaldım. "Ya Allah aşkına ne oldu bugün? Az önceki çocuk neden bahsetti? Bu pasta ne? Sen niye deli gibi sırıtıyorsun?" Üzerimdeki kabanı çıkardım. "İstediğimiz sorudan başlayabiliyor muyuz?" Hafifçe başıma vurdu. Pastayı mutfak masasına bırakıp elimden tuttu. Oturma odasına geçtik. "Dinliyorum Umay." "Yiğit, yüzbaşı oldu. Onu kutlamak için pasta sipariş verdim. Haberi yok ama. Hani biz dün bir bebek bulduk ya. Sana biraz anlatmıştım. Bugün onu ziyarete gittik. Diğer bebeklere hissettiğim sevgiden daha fazlasını hissediyorum o bebeğe karşı. Yiğit benimle beraber gelmişti. Bizim bebeğimiz olsun dedi. Annesi ben, babası da Yiğit. Biraz bebekle ilgilendikten sonra İzmir'e dedemin yanına gönderdim. Üçümüzün olduğu bir fotoğrafı, telefonuna duvar kağıdı yaptı. Sonra onun odasına gittik, kahvaltı yaptım. Karargahta bir ağaç varmış. Üzerine kim sevdiği ve kendi adını yazarsa evleniyorlarmış. Böyle şeylere hiç inanmam ama şakasına hadi yazalım dedim. Sevgilimin olup olmadığını sorunca da Bozkurt ismini verdim. Ama gerçekten onu demek istememiştim." Öykü sırıtarak beni dinliyordu. "Ben odaya kaçtım. Yiğit arkamdan geldi. Odaya girdi. Üstüme doğru yürüdü. Sonra da beni öptü." Öykü çığlık atarak ayağa kalkınca neye uğradığımı şaşırmıştım. "Nasıl öptü?" Öpmenin nasılı mı var? "Burnumun ucundan öptü." Alkış çalmayı bırakıp yüzüme baktı. "Ciddi misin?" Başımla onaylamıştım. Göz devirip oturdu. "Ben de ne sanmıştım ya? Hayal kırıklığına uğradım şu an." Terbiyesiz. "İznim olmadan öpmez." Omuzumdan itti. "İzin verseydin o zaman." Ağzım bir karış açılmıştı. Birden gülüp beni kolları arasına aldı. "Sonunda belli etti." Kolları arasından çıkıp gözlerine baktım. Elini yanağıma yasladı. "Sen de anlamıştın, biliyorum. Ama inanmak istemiyordun değil mi?" Derin bir nefes alıp verdim. "Salak değilim. Tabii anladım ama Yiğit'in hislerinin bu kadar büyük olduğunu bilmiyordum. Genelde erkekler beğendiğini ya da hoşlandığını belli ediyor. Başlarda Yiğit'i de öyle sanmıştım ama değilmiş. Yiğit çok farklı." Başını göğüs kafesime yasladı. "Burası da çok farklı şeyler söylüyor." Gülerek Öykü'nün başına çenemi yasladım. "O, kalbimdeki derin yaraları yara bandı ile kapatmayı seçmedi diğerleri gibi. Acelesi yoktu, yavaş yavaş tedavi sürecini gerçekleştirdi. Kapattı yaralarımı. Belki de bu yüzden her şeyiyle bana farklı ve özel geldi." Öykü gözlerini gözlerime çevirdi. "Sen aşık olmuşsun." Sessiz kaldım. Kısa bir süre birbirimize sarılı vaziyette kaldık. "Kutlama yapacaksak, hazırlanalım. Geç olmasın daha fazla." Telefonumu çıkardım. "Ömer'e haber vereyim." "Ömer, nerdesin?"
"Biz en son sevgililerimizin ismini yazacaktık. Yerimiz belli. Asıl sen nerdesin, kaçak?" "Sen ne biçim konuşuyorsun komutanınla? Uçarım sana."
"Evdeyim. Okan da evde. Yiğit de evde. Televizyon izliyorum." "Aferin! Adam ol!"
"Yiğit, yüzbaşı olduğu için kutlama yapmak istedim de. Siz orada geçin ama çaktırmayın bir şey. Ve yanlış anlamayın. Sadece yüzbaşı olduğu için minik bir kutlama."
"Tamam Ömer, abartma."
"YENGE Mİ?!"
"Abimin eşi ile mesajlaşıyordum. Yanlışlıkla oldu." Deli. Telefonu kapatıp yatağın üzerine bıraktım. Aydınlatmaları açmamıştım. Pencereye yaklaşıp karşıya baktım. Pencere kuşu oradaydı. Telefonu elindeydi. Beni bekliyordu. Daha fazla bekletmeyelim. Telefonun feneri ile dolabımdan kıyafetlerimi alıp banyoya girdim. On dakikalık duşun ardından kurulanıp üzerime şort ve göbeği açık kazak giydim. Ne de olsa birazdan yanacaktım? Saçlarımı tarayıp tepede dağınık bir topuz yaptım. Dudaklarıma nemlendirici sürüp ayağa kalktım. Akşam makyaj yapmayı sevmiyorum. Yüzümün dinlenmesi gerekiyor. Silahımı şortumun arkasına koyup telefonumu da arka cebime yerleştirdim. Siyah pandufları elime alınca odamdan çıktım. "Bebeğim onları nereye götüreceksin?" Elimde sallayıp gülümsedim. "Yiğit'in terlikleri çok büyük. Ayaklarım içinde kayboluyor." Gülmüştü. Pastayı alıp evden çıktık. Apartmanlar arası ışınlanıp asansörden indik. "Mumları burada yakalım." dedi Öykü. "Mum mu yakacağız?" Başını aşağı yukarı salladı. Pastayı paketinden çıkardı. "Ay çok güzel olmuş." Evet çok güzel olmuştu ama fazlası vardı. Ben sadece bir askeri figür isterken onlar iki tane yapmıştı. Ve biri kadın biri erkekti. Çok yanlış anlaşılmaya müsait. Mumları yakıp telefonunu bana doğru tuttu. "Ne yapıyorsun?" Göz devirmişti. "İleride çocuklarınıza göstereceğiniz bir videonuz olsun. Kapıyı çal." Ben ters ters Öykü'ye bakarken kendisi zile basmıştı. "Kapıya bakın!" Yiğit'in sesisiydi. "Bacağım ağrıyor benim." dedi Okan. "Benim kafam koptu. Onu arıyorum." dedi Ömer. Öykü ile gülmeye başladık. "Elimde kalacaksın Ömer!" Adım sesleri yaklaşıyordu. Ve kapı açıldı. Gülümseyerek Yiğit'e bakıyordum. O ise şaşkın gözlerle bir bana bir pastaya bakıyordu. "İyi ki doğdun Yi-ğit." dedi Ömer. "Doğum günün değildi pardon. İyi ki Yüzbaşı oldun Yi-ğit." Pastaya parmağını batırıp Yiğit'in burnuna sürdü. Kan çıkmadan söndürse mumları keşke. "Mumları söndür hadi." dedi Öykü. Yiğit, Ömer konusunu rafa kaldırıp bana döndü. Gözlerimin içine gülümseyerek bakıp söndürdü. Ömer ıslık çaldı. "Gelini öpebilirsiniz." Göz devirmekle yetinmiştim. Öykü pastayı elimden aldı. "Ben eve girebilir miyim? Sizin bakışmalarınız uzun sürecek gibi." Yiğit gülümseyerek geri çekildi. Ömer ve Okan Öykü'yü takip ederek yanımızdan ayrılmışlardı. "Ne gerek vardı, pastaya? Sen yeterdin." "Neden beni mi yemeyi düşünüyordun?" Bu defa dişlerini göstererek gülümsüyordu. Başımı iki yana sallayıp eve girdim. "Ah siz kadınlar..." dedi. Omuzumun üzerinden Yiğit'e baktım. "Mükemmel varlıklar, aynı zamanda yeryüzündeki meleklersiniz." Gülümseyerek ayakkabımı çıkarıp, Öykü'nün yere fırlattığı, panduflarımı giydim. Yiğit'e döndüm. Burnunun ucundaki pasta kremasını hâlâ temizlememişti. Parmağımla kremayı alıp elimin tersiyle sildim. Elini kalbine götürdü. "Keşke sesini duyurabilme şansım olsaydı." Ne diyeceğimi bilmediğimden gülümsedim sadece. "Öykü yengem pasta yememe izin vermiyor. Gelsenize artık." Ömer'in aramıza ve hatta benim koluma girmesiyle oturma odasına geçmiştik. Yiğit ile beraber ikili kanepede oturmuştuk. Pastanın üzerinde bulanan kartı eline aldı Yiğit. Öykü, Ömer'in büyük ısrarlarından dolayı pastayı kesiyordu. "Yakışıklı Yüzbaşımmm." Kağıdın üzerinde yazan yazıyı okuyordu. "Hem de üç m'li." Gülümsedim. "Rütbe atlayınca öyle oldu." Yanağında oluşan çukuru görmeyi seviyordum. "Nasıl buldun?" diye sordu Ömer. "Neyi?" Yiğit'in anlamamış oluşuna şaşırıp gözlerimi, zaten bende olan, gözlerine çevirdim. "Kurbanlık koyunu." Ömer alay ediyordu. "Çok güzel." Gözlerini benden ayırmıyordu. Ortamda gülüşmeler çoğalırken başımı eğip gülümsedim. "Sürprizi soruyor." dedi Okan. Yiğit kendine gelmiş olmalı ki mantıklı bir cevap vermişti. "Beklemiyordum. Güzel bir anı olarak kalacak benim için. Teşekkür ederim." Kibar çocuk. "Rica ederiz. Lafı bile olmaz." Ömer hakkında bir yorumda bulunmak istemiyorum. Daha çok Ömer, Okan ve Öykü arasında geçen tatlı sohbet eşliğinde pastamızı yiyorduk. Yiğit ile çok sesimiz çıkmıyordu. Öykü ayaklanıp mutfağa doğru gitti. Kısa sürede geri gelmişti. "Kusura bakmayın ya benim acil bir işim çıktı." Elimdeki tabağı masanın üzerine bırakıp ayağa kalktım. "Sorun yok değil mi?" Başını iki yana salladı. "Seni bırakayım." Öykü, Okan'a baktı. Okan ayağa kalktı. "Sen otur. Ben bırakırım. Dışarda küçük bir işim vardı zaten." Öykü'ye döndüm. Gözlerini yumup açmıştı. Onları yalnız bırakmak adına itiraz etmedim. Ömer de ayağa kalktı. "Ben de eve gidip annemi arayayım. Cevap vermeyince korkutuyor beni." Gülmüştüm. Yolcu ettikten sonra oturma odasına geçip yerlerimize oturduk. "Toplayalım." Doğrulacakken Yiğit bileğimden tutup geri oturtmuştu. "Hallederiz sonra." Bileğimdeki eli avucuma kaydı. Elimin tersini okşadı. İmdat! "Umay?" "Efendim?" "Ben seni seviyorum." ____________________ 🐺🤞💞 |
0% |