Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1.Bölüm

@_beyzanurcgrmn_

Yeni başlangıçlar yapalım. Ve bunu da hep beraber yapalım.

________

Sevdiklerinizin değerini iyi bilin. Çünkü toprak aldığını geri vermiyor..

"Anne?" dedim, kollarımı anneme daha çok sararak. Saçlarım arasına minik bir öpücük bırakıp, "Efendim bebeğim." dedi. "Sence birgün ben de, sen ve babamın arasında olan büyük aşktan yaşayabilir miyim?" dedim. "Sanmıyorum, yaşayamazsın." dedi annem. Kaşlarımı çatıp, annemin gözlerine baktım. Gülmeye başladı. Beni tekrar kolları arasına aldı. "Çünkü sen çok daha büyük bir aşk yaşayacaksın. Ben hislerimde yanılmam, biliyorsun." dedi annem. Sırıttım. "Acaba, nasıl biri olacak?" dedim. "Çok yakışıklıdır. Senin gibi deli olmalı. Sonuçta deli deliyi çeker." dedi annem. Güldüm.

"Yarın gitmek zorunda mısınız?" dedim, dudaklarımı büzerek. Anında ciddiyete bürünmüştüm. "Anneciğim onların da bize ihtiyacı var. Ama böyle yaparsan aklım sen de kalır. Çok üzülürüm." dedi annem. "Benim kızım, asker torunu." dedi babam, yanımıza oturarak. "Babacığım üzülmemle, asker torunu olmamın ne alakası var?" dedim. Anneme dönüp, "doktor kızı demesi gerekiyorken, asker torunu diyor. Babamı bazen anlayamıyorum." diye devam ettim.

Annem güldü. Babam beni kendine çekip kollarıyla sımsıkı sardı. "Baba!" dedim. Bir cevap alamadım. Başımdan öpmeye başladı. "Küçük cadıma bak sen. Lafta atarmış." dedi babam. "Biraz daha sıkmaya devam edersen, küçük cadın kalmayabilir." dedim. Kahkaha attılar. Babam daha çok sıkmaya başladı.

"Benim dişi kurtum nerede?" dedi dedem. Bir elimi, babamın kolları arasından kurtarıp kaldırdım. "Dede buradayım. Kurtar beni!" dedim. Dedem beni babamdan kurtarıp, karşıdaki koltuğa oturdu. Ben de dedemin kucağında oturup, kollarımı boynuna sardım. "Paşam benim." deyip, yanağına kocaman bir öpücük bıraktım. Babam kolunu annemin omuzuna atıp, sarıldı. Bir kaşımı kaldırıp ters ters baktım. "Dedem burada. Ayıp ayıp." dedim. Güldüler.

🐺

Annem ve babam doktor. Gönüllü olarak sınıra gidecekler. Bu ilk gidişleri değil ama son olacak. Birlikte güzel bir yemek yedikten sonra bahçede oturup sohbet ediyorduk. Beraber geçirdiğimiz son gece olduğunu bilseydim, her saniyesini dolu dolu geçirirdim. Neyin? Ne zaman, geleceğini? Kimse bilemez. Dedem, babamın babası, Albay olur kendileri. Efsanevi askerlerden biridir. Paşa olarak bilinir. Herkesin korkulu rüyası Paşa; bizim sığınağımız, benim tutunduğum en güvenli daldı.

Dedemin kucağından kalkıp yanına oturdum. "Bir hafta sonra doğum günüm." dedim. "Hatırlamamak mümkün mü?" dedi dedem. "Geçen sene, doğum gününden bir gün sonra, 'doğum günüme üç yüz altmış üç gün, on üç saat, yirmi iki dakika kaldı. Bana ne alacaksınız?' diye söylemiştin. Her gün de hatırlattığın için kızım, unutmuyoruz." dedi babam. Kıkırdadım. Vardır öyle huylarım.

"Ee bana ne getireceksiniz? Yetişirsiniz değil mi?" dedim. "Sınıra gidecekler, Paris'e değil." dedi dedem. Suratımı astım.

"Senin hediyeni aldık." dedi babam. Gözlerim heyecanla kocaman olmuştu. Koşa koşa babamın kucağına atladım. "Turan! Biz bu konuyu konuşmuştuk." dedi annem, babama. "Neyi? Neyi?" dedim, heyecanla. "Baba sen de bir şey söylesene." dedi annem, dedeme. "Motoru aldığından beri başımızı ağrıttı zaten. Sıra araba da mı?" dedi dedem. Babama bakınca gülümsedi.

"Geçen çok beğendiğin bir araba vardı." dedi babam. "Kırmızı olan?" dedim, sorar gibi. "Evet ben onu bebeğime aldım." dedi babam. Boynuna sarıldım. "Ehliyet için yaşın küçük. Hemen heveslenme." dedi annem. "Melek kızım haklı. Bir de seni karakollardan toplamayalım." dedi dedem. Güldüm. "Üç yüz yetmiş iki gün sonra on sekizinci yaşıma basıyorum. Az kaldı. O zamana kadar, biraz daha öğrenirim. Dedemin karargahındaki Yüzbaşı varya, yakışıklı olan. O bana öğretmişti biraz." dedim. Annem araba kullanmama, babam ve dedem ise Yüzbaşıya yakışıklı dememe sinirlenmişti.

Yakışıklı birine yakışıklı demeyelim mi?

"Siz şimdiden böyleyseniz, ben evlenince ne yapacaksınız?" dedim. "Senin dilin çok uzamış." dedi babam. "Anne, babam beni tehdit ediyor." dedim, sırıtarak. "Evleneceğini kim söyledi?" dedi dedem. Göz devirdim. "Pardon dede. Turşumu kuracağını unutmuşum." dedim. Güldüler. Ama ben gülmedim. Çünkü dedem yapardı.

🐺

Bir iki saat boyunca sohbet etmiştik. Dedem uyumak için odasına gitmişti. Ben, annem ve babamın ortasında oturmuş ellerini tutmuştum. Sessizlik olmuştu. Konuşsam ağlayacak gibiydim. İçime kurt düşmüştü.

Annem bana sarılınca, babam ikimizi birden sarmıştı. Sonsuza kadar bu şekilde kalabilirdim. "Bugün sizinle uyuyabilir miyim?" dedim. Kabul ettiler. Odama girip, kıyafetlerimi değiştirdim. Hemen sonra koşa koşa annemlerin odasına gittim. Babamın kolları arasına girip, annemin elini tuttum.

"Doğduğum günü anlatır mısınız?" dedim. "Her yıl anlattığımız gibi bul yıl da anlatalım." dedi annem. Kıkırdadım. Aksiyon dolu hayatım ben daha doğmadan başlamıştı.

"O gün dedenin çok önemli bir operasyonu olduğu için bizi karargahta misafir edeceklerdi, güvenliğimiz için. Yedi aylık hamileydim. Haziran ayı. Hava en az otuz beş, otuz altı derece. Sekiz haziran, gece yarısı saat on iki yağmur yağmaya başladı. Sekiz haziran'ın ikinci bereketiydi. Çok güzel yağıyordu. Mutlu bir haber vermek istercesine. Dedenin odasında, pencereden yağmuru izliyordum. Kokusunu içime çekiyordum. Tam bir saat sonra sancılarım başladı. Doğuma iki ay vardı. Basit bir sancı diye düşündüm ama pantolonumdan sızan sıvı her şeyi açıklıyordu." dedi annem ve babam devam etti.

"Meleğimin çığlıkları tüm karargâhı sarmıştı. Herkes odaya toplandı. Elim ayağıma dolaşmıştı. Ambulans çağırıp hastaneye gitsek, ya önümüzü keseceklerdi ya da annem yarı yolda doğum yapacaktı. Hastane çok uzaktaydı. Fatih Üsteğmen vardı. Onun eşi ebeymiş. Lojmana gidip eşini getirdi. Yağmur da o sırada şiddetini arttırmıştı. 03:45. Sekiz haziranın ilk bereketi gece saat 03.45'te Üsteğmen üniforması içinde kollarım arasındaydı. Hiçbir hazırlığımız olmadığı için Fatih Üsteğmen üniformasını vermişti. Çok güzeldin. Portakal gibiydin. Ve gülümsüyordun. Doğar doğmaz bebekler ağlar, sen gülümsüyordun.

Temiz bir çarşaf getirdiler. Seni üniformanın içinden çıkardığımız gibi ağlamaya başladın. Çarşafa sardık, daha çok ağladın. Derdin üniformaymış. Seni tekrar üniformaya sardık, sustun. Fatih Üsteğmen bordo beresini senin başına taktı. 'Ufaklığı bordo bereli yapalım.' dedi. O zamandan belliydi cadı, nazlı bir şey olacağın."

Gülümsedim. "Asker olsam ya işte ama siz doktor diye tutturuyorsunuz." dedim. "Anneciğim deden için yeterince endişeleniyoruz zaten. Gözümüzün önünde olursun." dedi annem. "Sen küçük cadısın. Ne zaman büyüyüpte asker olacaksın?" dedi babam. "On yedi yaşına giriyorum. Lütfen artık 'Hâlâ bizim minik bebeğimizsin.' gibi cümleler kurmayın." dedim. Güldüler. "Sen hep benim minik bebeğimsin. Hiç büyümeyeceksin." dedi babam. "Sizi çok seviyorum." deyip, ikisine birden sarıldım.

🐺

Artık gitme zamanı gelmişti. Boğazım düğümleniyordu sürekli. Kapının önünde annem ve babamı bekliyordum. Bir dokunsa ağlayacaktım. Dedem yanıma gelip, kolunu omuzuma attı. "Seni böyle görmesinler, üzülürler. Topla kendini küçük cadı." dedi. "Tamam." dedim. Aşağı inip bavulları arabaya koydular.

Annem dedeme sarılıp karşıma geçti. Gözlerim dolmuştu. "Gitmeyin, korkuyorum." dedim. "Koskoca Paşa var yanında. Korkma Portakal Çiçeğim. " dedi babam. Anneme sıkıca sarılıp, ağladım. Kokusunu doya doya içime çektim.

Keşke sevdiğimiz insanların da kokularını saklayabilseydik.

Babama da sımsıkı sarıldım. "Portakal sana emanet. Birbirinize iyi bakın." dedim. "Portakal Çiçeği de kendine çok iyi bakacak. Tamam mı?" dedi babam. "Tamam." dedim.

Ben anneme çok çok benziyordum. Ondan dolayı babama göre; annem Portakal, ben ise Portakal Çiçeğiydim.

Annem ve babamın yüzü düşünce kendime çeki düzen verdim. "Yüzünüzü asmayın. Yarın dedem beni karargaha götürecek. Oradaki yakışıklı askerleri görünce mutlu olacağım." dedim. Annem gülmeye başladı. Babam ve dedem de ters ters bakıyorlardı. Sırıttım.

Cebimden dördümüzün de olduğu bir fotoğrafı çıkarıp anneme verdim. "Özleyince bakarsınız. Sizi bekliyorum. Çabuk gelin." dedim. Annem alnımdan öptü. Boynundaki kolyeyi çıkarıp bana doğru uzattı. "Annem sen onu hiç boynundan çıkarmadın ki. Kabul edemem. Her zaman sana şans getirdi." dedim. "Sen her şeyden özelsin. Bundan sonra sana şans getirecek. Beni senin yanında hissettirecek tek şey bu. Özlersin diye." dedi annem.

Boynuma taktım. Hiçbir zaman çıkarmamak üzere.

Annem ve babama son kez sarılıp, son kez öptüm. Arabaya bindiler. İçi su dolu şişeyi dedeme verdim, arkalarından dökmesi için. Birkaç adım attım, arabanın arkasından. El sallarken birden sırılsıklam oldum.

"Dede ne yaptın!?" dedim. Gülümsedi. "Birden karşıma geçtim. Zaten hava sıcak, serinlemiş olursun." dedi. Kahkaha attı. Araba çoktan gözden kaybolmuştu. Dudaklarımı büzüp eve girdim. Kıyafetlerimi değiştirip dedemin yanına döndüm.

Dedemin dizlerine başımı koyup, uzandım. "Dede bu senenin sonunda emekli olmaya kararlı mısın?" dedim. "Allah'ın izniyle evet." dedi. "Ben asker olsaydım, mareşalliğe kadar giderdim." dedim. "Çünkü sen psikopat bir dişi kurtsun. " dedi dedem. Havalı havalı bakışlar attım.

"Dede şu yakışıklı askerleri bugün mü görmeye gitsek?" dedim. Köşedeki yastıkla kafama hafifçe vurdu. Kaçacağım sırada yere düştüm. "Kırarım senin bacaklarını." dedi dedem. Yerde, hâlâ uzanıyorken, kahkaha attım.

🐺

Annem ve babamın gidişinin üzerinden dört gün geçmişti. Karargah bahçesinde, eğitim gören askerleri izliyordum. Dedem ile odasındayken bir asker çok acil olarak çağırmış, bir saatten fazla olmasına rağmen çıkmamıştı. Stresliydim dün geceden beri; nedenini bilmeksizin.

Birden bir hareketlenme oldu. Doktor ve askerler komutanlık binasına doğru koşmaya başladı. Beş dakika sonra ambulans girdi. Oturduğum yerden kalkıp komutanlık binasına doğru ilerledim. Oradan geçen bir askeri durdurdum. "Ne oldu?" diye sordum. Yüzüme bile bakmadı. Hemen ardından sedye üzerinde dedemi çıkardılar. "Dede!" dedim, yüksek sesle. Yanına koştum. Gözleri kızarmıştı.

"Ne oldu sana?" dedim. "Yok bir şey. Bugün ilaçlarımı almayı unuttum sadece." dedi dedem. "Yalan söylüyorsun. İlaçlarını gördüm." dedim. Gözlerini sıkı sıkı yumdu. Sağlık ekipleri ambulansa doğru ilerledi.

Yüzbaşının yanına gittim. "Ne oldu? Neden kimse bana bir cevap vermiyor?" dedim. Bakışlarını kaçırdı. Alnımı sıvazladım. Başıma büyük bir ağrı girmişti. Komutanlık binasından dedemin postası, Yüzbaşının yanına geldi. Tekmil verip, "Komutanım, Süleyman Paşanın oğlu ve gelininin naaşı yarın sabah burada olacakmış." dedi. Kaşlarımı çattım.

"Ne naaşı? Neyden bahsediyorsun sen!?" dedim, bağırarak. "Kızım-" Yüzbaşının cümlesini yarıda kestim. "Annem ve babam... Doğru mu?" diyebildim sadece. Bir şey söylemedi. "Ya biriniz konuşsun. Kafayı yiyeceğim." dedim. "Dün gece pusu kurmuşlar. İkisi de şehit oldu." dedi Yüzbaşı. "Yalan söylüyorsun!" dedim.

Gözlerimden akan yaşların ardı ardını kesmiyordu. Yere çöktüm. "Yalan söylüyorsun." dedim, bir kez daha. Kimse ağzını da açıp bir kelime demiyordu. Kulaklarımı kapattım. Etraftaki sessizlik hem kalbimi hem de kulaklarımı acıtmıştı.

Yüzbaşı elini omuzuma attı. "Sen asker torunusun. Dayanırsın." dedi. Ayağa kalktım. Ambulans karargahtan çıkıyordu. Koşmaya başladım. "Dede!" Yutkundum. "Annem ve babamı istiyorum!" dedim, yüksek çıkmasını çabaladığım sesimle. Yetişemeyeceğimi düşünüp, durdum. Midem bulanıyordu ve her yer bulanıktı. Sonrası karanlık.

"Arabayı hazırlayın!"

🐺

Buğulu gözlerle karşımdaki Türk Bayrağına sarılmış iki tabuta bakıyordum. Birinde annem diğerinde babam yatıyordu. Dedemin yanında, ayakta durmuştum. Çok kalabalıktı. Herkes bana acıyor gibi bakıyordu.

Omuzuma bir el dokundu. Başımı çevirip baktım. Binbaşıydı. Doğduğumda beni üniformasına saran Fatih Üsteğmen. Başımı okşadı. "Sen ki doğumda iki saat kırk beş dayanan, vazgeçmeyen dişi kurtsun. Bunu da atlatırsın. Bedelini ödeyecekler. Sen hiç merak etme." dedi.

Dedemin yere düşen bordo beresini alıp üstündeki tozları temizledim. "Ödeyecekler, ödeteceğim." dedim. Bordo bereyi başıma taktım. Binbaşı gülümsüyordu. "Dede." dedim. "Efendim kızım." dedi dedem.

"Ben asker olacağım!"

Ömür dediğin; mezar taşındaki iki tarih arasıdır. Ben bugün yeniden doğdum.

🐺

Bazen doğar doğmaz anlar insan ne olacağını? Neler olacağını?

"Bir!"

Bazen ise sonradan, kendin şekil verirsin hayatına.

"İki!"

Benimki tam olarak doğar doğmaz belli olmuştu.

"Üç!"

Başıma bordo bere takılmasıyla her şey başlamıştı.

"Kaç oldu asker!?"

"Sıfır."

Hayatım bundan sonra da bordo bere takacağım için daha çok güzelleşecekti. "Umay!" Hızlıca ayağa kalkıp esas duruşa geçtim. "Emredin komutanım." dedim. "Buraya gel." dedi. Koşa koşa yanına gittim. Elindeki plastik kelepçeyi kollarımı arkada tutup bağladı. Saçımdaki tokayı çıkarıp, örgümü bozdu. Kıvırcık saçlarım. Belime kadar dökülmüştü.

"Dizlerinin üzerinde çök!" Çamurlu bir derenin ucunda yere çöktüm. Nefes alıp verdim ve çamurlu suyun içine başım girdi. Beş dakika sonra saçlarımdan sertçe çekilerek suyun içinden çıkarıldım. Nefes nefese kalmıştım.

"Sen bordo bereli olamazsın." dedi Yarbay. Yine kafamı suya soktu. On dakika bekletmişti ve hâlâ bekletiyordu. "Sen asker olamazsın!" dedi. "Olacağım." dedim ama suyun altında olduğumdan sesim boğuk çıkmıştı. "Sesin gelmiyor. Bir şey mi dedin?" dedi. Saçlarımdan, bir öncekinden daha sert bir şekilde, çekip çıkardı. Başım arkaya düşmüştü. Canımı acıtıyordu.

"Kadından bordo bereli mi olur?" deyip kahkaha attı. Bunların hepsini vazgeçmem için söylediğini, psikolojik baskı yaptığını biliyordum ama saçlarımın acısından daha çok acıtıyordu canımı. "Olur!" dedim. "Olur." Ayağa kalkıp, başımı daha çok geriye çekti.

"Bu acıyı asla unutma. Bunu unutursan kadın olduğunu da unutursun." deyip, bıraktı. Ellerimi çözdü ve diğerlerinin yanına gittim.

"Eğitim bitmiştir. Kıyafetlerinizi değiştirebilirsiniz. Yirmi dakika sonra burada bekliyorum. Bana görünmeden gitmeyin." Kaşlarımı çattım. Eğitime başlayalı dört saat olmuştu. Bu kadar erken biteceğini düşünmemiştim. Yarın uzun bir kampa başlayacaktık. Bir günlük iznimiz vardı.

Banyoya girdim. Duş alıp saçım ve yüzümdeki çamurlardan kurtuldum. Banyodan çıktıktan sonra şortumu ve tişörtümü giyip topuklu ayakkabılarımı ayağıma geçirdim. Saçlarımı gelişi güzel toplayıp, bahçeye indim. Aynı anda gelmiştik. Yan yana dizildik.

Yarbay karşımıza geçti. Kaşlarını çattı. "Süslenmişsiniz falan, hayırdır! Nereye?" dedi. Bu işin içinde bir terslik olduğunu anlamalıydım.

"Prensler ve prensesimiz! Eğitim kıyafetlerinizi giyip, karşımda olmanız için iki dakikanız var." dedi, yutkundum. Kolundaki saate bakıp, "bir dakika elli sekiz saniyeniz kaldı." "Emredersiniz komutanım." deyip, koşa koşa odalarımıza geri döndük.

Nasıl hazırlandığını anlat deseler, anlatamam galiba. Kolumdaki saate baktım. On saniyem kalmıştı. Postalı ayağıma geçirip aşağıya indim.

Yarbay'ın gözleri ayaklarımdaydı. Gülmeye başladı. Neye güldüğünü anlamak için ayaklarıma baktım. Sağ ayağımda postal, sol ayağımda siyah topuklu ayakkabım vardı. Ağlamak istiyorum. Yarbay omuzumdan hafif itti. "Senden bordo bereli olmaz!" dedi.
Dişlerimi sıktım. "Olur!" dedim, yüksek çıkan sesimle.

Yere oturdum. Topuklu ayakkabımı çıkarıp karşıma koydum. "Evet ben kadınım."

Postalı çıkarıp topuklu ayakkabımın yanına koydum. "Evet ben Türk Askeriyim."

İkisini daha çok yaklaştırıp, ayağa kalktım. "Ve ben bordo bereli olacağım!" diye devam ettim. Kimseye aldırmadan çıplak ayaklarımla koşmaya başladım.

Ben Umay YÜCESOY. Ve bordo bereli olmak için gerekirse canımı vereceğim.

Yarbay bana bakıp, gülümsüyordu. Gözlerinde gurur vardı. Fatih Yarbay, doğar doğmaz başıma bordo bereyi takan. Sekiz kişiydik. Yedi erkek ve ben. Çok yüksek bir puanla akademiden birinci olarak mezun olmuştum ama benim gözüm en yükseğindeydi. Bordo bereli olmaktaydı.

Fatih Yarbay çok yardımcı olmuştu bu güne gelebilmem için. Diğerlerine verdiği eğitimin iki katını görüyordum. İşkence de diyebilirdik aslında.

O kadar çok hırs yapmıştım ki, normal koşacağımız elli turdu, ben yetmiş tur koşmuş olabilirdim.

Yere oturdum. Ayaklarım şişmişti, kanamıştı, çamur olmuştu. "Naber?" dedi Fatih Yarbay. "Ben küsüm size komutanım. Çok üstüme geliyorsunuz." dedim. Kendini eğip alnımdan öptü. "Gurur duyuyorum seninle." dedi, gülümsedim. "Hadi kalk. Bu ne tembellik?" diye devam etti. Göz devirdim. Ayağa kalkıp dereye girdim. Ayaklarımın, temiz olmayan suda, temiz olduğunu düşünerek, çıktım.

Şaplata şaplata atış poligonuna geçtim. "İkişerli gruplara ayrılın. " dedi Yarbay. Kadir ile eş olduk. Yarbay'ın emri ile hedefin önüne geçip başının üstüne elmayı koydu. Benden de o elmayı vurmam istendi. Güven atışı yapacaktık. Derin bir nefes alıp verdim.

"Kıpırdama sakın." dedim. Dans eder gibi hareket etti. Güldüm. Durdu. Nişan alıp elmanın tam ortasından vurdum. İkiye bölünmüştü.

"Yaşıyorum." dedi Kadir, kıkırdadım. Keskin nişancılık alanında uzmandım. Beni zorlamamıştı. Bunu başardığım gibi diğer şeyleri de başaracaktım.

🐺

Derenin içinde şınav çekiyorduk. "Bu dereyi kim buraya yaptı ya? Yarbay'ın canı sıkılıyor. Bizi içine atıyor." dedi Tekin. Sessizce güldük. "Hepimizin maşallahı var. Kazanmak için her şey yani. Ama eğer olamazsak bilin ki bu gevşekliğimizden." dedi Kadir. Haklı.

Yorulmuştuk ama ona rağmen susmuyorduk. Fatih Yarbay derenin içine kocaman bir taş attı. Üstümüze sıçramıştı. "Acıktınız mı?" dedi Yarbay. Hepimizden onaylar gibi mırıltılar çıkmıştı. Kollarımda git gide güçsüzleşiyordu.

"Yemekhanede size mükemmel bir sofra hazırlattım. Kebaplar, sarmalar, börekler, pastalar... Hayal ettiğiniz ne varsa masada var." dedi. Dudaklarımı yalayıp, yutkundum. "Yoruldunuz zaten bırakın. Yemek yedikten sonra devam edersiniz." diye devam etti. Herkes birbirine baktı.

"Arkadaşlar şaşırtmaçlı olabilir." dedim.

"Katılıyorum. Yarbay gözünün üstünden kaşın var dese inanmam. O derece." dedi Kadir.

Güldüm. Gülünce kolum kaydı ve başım suya girdi. Anında çıktım. "Az kalsın boğulacaktım." dedim. Güldüler.

"Hadi ama bırakın artık. İki saatten fazla oldu, şınav çekiyorsunuz. Hem bordo bereli olup ne yapacaksınız? Boşverin." dedi Yarbay. "Acıktınız mı?" diye devam etti.

Hepimiz aynı anda "Hayır." dedik. "İyi siz bilirsiniz. Ben yemek yemeye gidiyorum. Mekik'ten devam edin." deyip, gitti. Ama gülümsüyordu. Bize inanıyordu. Yapacaktık.

🐺

Şu an nehir'in üstündeki köprünün üzerindeydik. Ellerimizi ve ayaklarımızı bağlıyorlardı. "Komutanım suyun içinde ellerimizi çözebilir miyiz?" dedi Kadir. "Saçma sapan konuşma. Karaya ilk çıkan kazanır." dedi Fatih Yarbay. "Kazanmak kelimesini kullanmayın komutanım. Umay hırslanıyor." dedi İsmail. Gülümsedim.

"This is kurtlar sofrası." dedi Kadir, Tekin'i aşağı atarak. "Senin ingilizce öğretmenin kim ya? Bu ne be?" dedim. Yüzümü buruşturdum.

Zıplaya zıplaya Kadir'in arkasına geçtim. "This is the wolves' table!" deyip, omuz attım. Nehir'e düştü o da. İsmail arkama geçti. "This is Turkey. Ve burası kurtlar sofrası." deyip beni itti. Sevinç çığlıkları atarak suya daldım.

"Umay!"

🐺

"Geldim dede." dedim. Havluyu alıp yüzümü kuruladım. Aynadaki yansımama göz kırpıp banyodan çıktım. "Her şeyini aldın mı?" dedi dedim. "Aldım dede. Onuncu soruşun. " dedim. "Gitmesen mi sen?" dedi dedem. Gözleri dolmuştu. Akmaya yeltenen göz yaşlarını silip, her iki yanağından da öptüm.

"Yapma böyle lütfen." dedim. "Her attığın adımdan haberim olacak. Tamam mı?" dedi dedem. Esas duruşa geçip asker selamı verdim. "Emredersiniz komutanım!"

Sımsıkı sarıldık. Başımdan öptü birkaç kez. "Varınca ara mutlaka." dedi dedem. "Baş üstüne." dedim. Bavullarımı aşağıya indirdim. Arabaya koyduktan sonra dedeme döndüm. Elinde su dolu sürahi vardı.

"Dedeciğim, onu arabanın arkasından döküyoruz. " dedim ama cümlem biter bitmez, başımdan aşağı dökülmüştü. Dedem gülmeye başladı. Islak saçlarımı arkaya atıp dedeme ters ters baktım. Kollarını açtı. Gülümseyip, sarıldım. Islak saçlarımı iyice dedeme sürttüm. Gülüyordu. Alnımdan öptü. "Dikkat et. Belâ çekmeden." dedi. Sırıttım. "Olur." dedim. Vedalaşıp arabama bindim.

Gitmem gereken bir yer vardı.

🐺

Elimdeki papatyalarla uzaktan onlara baktım. Annem ve babama. Yavaş yavaş yürüyerek, yanlarına yaklaştım.

"Ben geldim. Sizi çok özledim." dedim. Mezar taşlarından öptüm. Papatyaları annemin mezarının üzerine özenli bir şekilde yerleştirdim. Gözlerim bulanıklaşıyordu sürekli. Elimin tersiyle gözyaşlarımı silip, gülümsedim. "Sizi ihmal ettim. Çok özür dilerim. Ama siz buradasınız. " deyip, kalbime dokundum.

Babamın toprağını okşadım. "Baba, ben büyüdüm artık." dedim. Anneme döndüm. "Anne! Ben bordo bereli oldum."

Ağlamaya başladım. "Görmenizi, yanımda olmanızı çok isterdim." Derin bir nefes alıp verdim. "Ağlamak istemezdim. Özür dilerim. Ama bir dahaki gelişimde, çok mutlu olacağım karşınızda. Söz veriyorum." dedim. Ayağa kalkıp asker selamı verdim.

"Üsteğmen Umay Yücesoy!"

Mezar taşlarını bir kez daha öptüm. "Sizi çok seviyorum, Melek Yücesoy ve Turan Yücesoy." Boynumdaki melek kolyesini öptüm. "Hoşçakalın." Mezarlıktan çıkıp arabama bindim.

Bu, Umay'ın Asena'ya dönüş hikayesi.

"Hadi bakalım aksiyon başlasın."

 

Bölüm sonu..

Loading...
0%