@_beyzanurcgrmn_
|
Selamlar...❣❣ Keyifli okumalar dilerim. ______ Ellerim ceplerimde, olduğum yerde dikilmiş karşıma bakıyordum. Kızlardan biri Yiğit'e sarılırken diğeri elini uzatmış selamlaşmıştı. Ayak üstü kısa bir konuşmadan sonra arabaya binip uzaklaşmışlardı. Başımı sağa ve sola eğdim. Derin bir nefes alıp verdim. Ellerimi cebimden çıkarıp revire girdim. Bir şey yok. Olmaması lazım. Umarım... Öykü'yü revirde yalnız bulmak bazen imkansız oluyordu. Şu an öyle bir andı. Başını dosyalardan kaldırıp bana baktı. "Hoş geldin kuzum." Tekrar dosyalara bakıp anında gözlerini yüzüme dikti. Kaşlarını çatmıştı. "Yüzün neden asık?" Sedyenin üzerine geçip uzandım. Gözlerimi yummuştum. "Yok öyle bir şey." Ayak seslerini duyuyordum. "Dinliyorum seni Umay Yücesoy." Sıkıntılı bir nefes verip sağıma döndüm. "Yiğit'in yanında iki kız gördüm." Kaşları havalandı ama kısa sürmüştü. "Annesi, bacısı, yeğeni olmadığına göre... Tanıyamadım. Kim acaba?" Dudakları yukarı doğru kıvrıldı. Şu an hiç iyi bakmıyordu. "Ne var Öykü?" Hafifçe burnuma dokundu. "Kıskanmışız sanki biraz." Göz devirip doğruldum. "Kıskanmadım. Sadece kim olduklarını merak ediyorum." Üniformamın yaka kısmını düzeltti. "Sen onu benim külahıma anlat Umay. Burnunun ucuna kadar kızarmışsın." Sedyeden inip çatık kaşlarla Öykü'ye baktım. "Seninle konuşulmaya da gelinmiyor ya. Burada yalnız kal da kafayı ye, düşünmekten." Kapıdan çıkarken kahkahasını duymuştum. Zehir'in kulübesine ilerledim. Kapısı kilitliydi. Beni farkedince yaklaştı. Sırtımı demirlere yaslayıp oturdum. Yüzümü gökyüzüne çevirmiştim. "Sen tanıyor musun onları?" Göz ucuyla Zehir'e baktım. Sessizce bana bakıyordu. "Hayır, ona güveniyorum. Vatanına sadık kalan biri sevdiği kadına da sadık kalır. Ama karnıma kramplar giriyor, Zehir. Bunca yıl tatmadığım duyguları bir anda yaşamak garip geliyor." Zehir tatlı bir tınıyla havlamıştı. Gülümsedim. Ne kadar zaman geçmişti bilmiyorum ama kısa değildi. "Nereye gittiler acaba?" Kollarımı birbirine sardım. "Hayır Zehir kıskanmadım. Saçmalama." Göz ucuyla Zehir'e baktığımda uyuduğunu görmüştüm. "Burada önemli bir konu hakkında konuşuyoruz. Uyuyarak çok ayıp ettin. Gidiyorum ben. Bu arada kıskanmadım." Ayağa kalkıp üzerimi silkeledim. Arkama dönünce başımı hafifçe yukarı kaldırdım. "Kıskanmadığına ben bile inandım." Yiğit karşımda gamzesini göstere göstere sırıtıyordu. "Ne zamandır buradasın? Ve niye buradasın?" O kızlar kim? Birkaç adımda yanıma yaklaştı. Elini yanağıma dokundurdu. Sıcacıktı. "Buz gibi olmuşsun. İçeriye geçelim. Sorularına cevap vereceğim." Omuz silkip yürümeye başladım. Mekana girmiştik. Koltuğa oturunca Yiğit elektrikli ısıtıcıyı açıp karşıma bıraktı. Yanıma oturdu. Göz ucuyla yüzüne baktım. Hâlâ sırıtıyordu. "Kızlardan biri teyzemin kızı, diğeri de onun arkadaşı. Burada bir işleri varmış. Onları eve götürdüm. Silahlarım yatak odamda olduğu için kapıyı kilitleyip geri döndüm. Canın sıkılmıştır senin." Arkama yaslanıp bacak bacak üstüne attım. "Anlatmana gerek yoktu. Merak etmiyordum." Yalan. Gülümsedi hafifçe. Biraz eğilip başını omuzuma koydu. "Ben artık yuvamda olduğuma göre uyuyabilirim." Yutkundum. Derin bir nefes aldı. Geri vermedi. "Benim işlerim var. Bitirmem gereken dosyalar var. Koğuşları kontrol edeceğim." Sesim oldukça kısık çıkmıştı. Başını kaldırdı. Isıtıcı, yüzünün sağ tarafını aydınlatıyordu. "Komutanınım ben senin. İzin veriyorum. Kal burada." Kıpırdayınca doğrulmuştu. "Sabaha yetişmesi gereken dosyalar var. En azından onları bitirmem gerek yüzbaşım." Başını aşağı yukarı salladı. "Buraya taşıyalım. Beraber bitiririz." Fena fikir değil. Masamın üzerindeki dosyaları ve dizüstü bilgisayarı alıp mekana geri dönmüştük. Yiğit sivil geziyordu ortalıkta. Üzerine giydiği siyah boğazlı kazak vücudunu sarmıştı. Kasları olduğu gibi belli ediyordu ve bu çok sakıncalı. Masanın üzerine eşyalarımı bıraktım. Yiğit yanıma sandalyeyi çekip ısıtıcıyı da arkamıza yerleştirmişti. Aydınlatmaları neden açmadığımızı bilmiyordum. Bilgisayarı açıp dosyaları geçirmeye başladım. Göz ucuyla yanımdaki adama baktım. Kolunu masanın üzerine uzatıp başını üzerine koymuştu. Bana bakıyordu. Uykusu geldiği o kadar çok belliydi ki. "Bu dünyada en güzel ikinci şey, seni izlemek. Birincisi zaten sensin." Dudaklarım iki yana kıvrıldı. Önüme dönüp işime devam ettim. Bir süre sonra duvardaki gölgerimize takıldı gözüm. Elini kaldırmış saçlarıma dokunmak istiyor gibiydi. "Dokunabilir miyim, Portakal Çiçeği?" Bilgisayarı kapatıp biraz öteye ittim. Ben de Yiğit gibi başımı kolumun üzerine koydum. Eli hâlâ havadaydı. Hâlâ benden bir cevap bekliyordu. Elini tutup saçlarımın üzerine bıraktım. Gülümsemişti. Yüzüme gelen saç tellerini arkaya doğru itekledi. Eli yumuşak değildi ama dokunuşları yumuşacıktı. Bir süre o saçlarıma ben ise geceden bile karanlık gözlerine baktım. "Sana da oluyor mu?" Birazdan uyuyacaktı. "Seninle beraberken karnıma kramplar giriyor. Kalbim çok hızlı atıyor. Ama bu asla beni rahatsız etmiyor. Aksine daha çok huzurlu hissediyorum." Avucunu yanağıma yasladı. "Umay-" Baş parmağı yanağımı okşadı. "Ben senin yanında bulduğum huzuru hiçbir yerde bulamıyorum." Bu son sözleri olmuştu. Uyumuştu. Bir süre kıpırdamadım. Öylece yüzünü inceledim. Biliyor musun, Yiğit? Duygularımız karşılıklı. Ben yıllardır kaybettiğim huzura tekrar kavuştum. Yüzümdeki koca elini kaldırıp doğrulmuştum. Kaşlarını çatınca elini tuttum. Eski haline döndü. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırıp bilgisayarı önüme çektim. Tek elle, olduğu kadar, işimi bitirmiştim. Biraz uzun sürmüş olabilir. Bilgisayarı kapatıp diğer dosyaları önüme çektim. Yiğit hâlâ uyuyordu ve elimi bırakmamıştı. Dosyaları okuduktan sonra imzaladım. Yorucu ama huzurlu bir çalışma olmuştu. Kolumdaki saate baktım. Akrep gece üçü gösteriyordu. Yiğit üzerinde gözlerimi gezdirdim. Böyle masada uyumaya devam ederse sabah onun için iyi olmayacaktı. "Yiğit?" Omuzuna hafifçe dokununca gözlerini açmıştı. "Koltukta uyu. Belin tutulacak." Başını aşağı yukarı salladı. "Sen nerede uyuyacaksın?" İkili koltuğa baktım. Sığardım ben oraya. "Diğerinde uyurum." Ensesini kaşıdı. Dudağının kenarı hafifçe kıvrılmıştı. "İstersen yanımda da uyuyabilirsin." Tek kaşımı kaldırdım. "Yanlış anlama. Seni düşündüğümden. Üşüme diye." Başımı iki yana salladım. "İyi geceler Bozkurt." Uyumak için seçtiğim koltuğa geçip uzandım. Yiğit kendi montunu üzerime örtüp diğer koltuğa geçti. "İyi geceler Asena." 🐺 Kafamın içinde telefon çalıyordu. Tek gözümü açıp etrafıma baktım. Yiğit yoktu. Ve çalan telefon Yiğit'e aitti. Doğrulup diğer koltuğa geçtim. Uzanıp telefonun ekranına baktım. Tanımadığım bir kız ismi. Açalım. "Efendim?" "Ben Yiğit'i aramıştım." "Doğru aramışsın." "Yiğit nerede?" "Müsait değil. Bir mesajın varsa kendisine iletirim." "Bizi burada bırakıp sana mı geldi?" "Öyle mi olmuş?" "Kimsin ya sen? Telefonu Yiğit'e ver!" Konuşacağım sırada kapı açıldı. Yiğit elinde çaylar ve tostlarla gelmişti. Beni görünce gülümsedi. Ben de gülümsedim. "Uyandın mı sonunda?" Maalesef. "Günaydın öpücüğü yok mu?" Yiğit'in kaşları havalandı. Elindekileri masanın üzerine bırakıp koltuğun ucunda oturdu. "Ya Yiğit, dur yapma." Yiğit halime şaşkın şaşkın bakıyordu. Kapı açıldı. Telefonda kapanmıştı. Ömer ve Okan ile bakışıyordum. Ömer gözlerinin yarısını kapatmıştı. Okan da Ömer'in kolundan tutmuştu. Boku yedik. Telefonu kulağımdan indirip koltuğa bıraktım. Sahte bir gülümseme sunup doğruldum. "Ne yapıyordunuz siz burada?" Gelecek, bu zamanı mı buldunuz? Yiğit telefonunu eline almıştı. "Bir şey yapmıyorduk." Okan, Ömer'in kafasına vurdu. Gözüm Yiğit'e takıldı. Çaktırmadan gülüyordu. Kendi kendimi yakmakta üstüme tanımıyorum. "Sesin geldi. Okan girmemem gerektiğini söyledi ama ben girdim." İyi halt ettin. "Beraber mi uyudunuz siz?" Ömer'i döveceğim. "Hayır. Ben diğer koltukta uyudum." Yiğit arkasına yaslanıp sırıtmaya devam ederken ben renkten renge girdiğime eminim. "Niye buradasın o zaman?" Ömer niye bu kadar çok soru soruyordu? "Telefon çaldı. Onu almaya geldim." Birkaç adım sağa birkaç adım sola atmaya başladı. "Kim aramış?" Bir şey derdim ama neyse. "Buse diye bir kız." Ömer karşımda durup tek kaşı havada bana baktı. "Ne dedin ona?" Ömer şansını zorluyordu. "Yiğit'i sordu. Burada olmadığını daha sonra aramısı gerektiğini söyledim." Yalancı çoban diye adım çıkacak. Dudakları yukarı doğru kıvrıldı. Başını iki yana tatlı tatlı salladı. "Sen çok fenasın." Tüh! Bu kadar çabuk anlamaları iyi olmadı. Birden ayağa kalktım. "Sen komutanınla nasıl konuşuyorsun, asker?!" Esas duruşa geçen Ömer'e üstten üstten bakıp diğer ikisine baktım. Okan hafifçe gülümseyerek baş selamı verdi. "Ben Öykü'ye bakayım." Kapıyı açıp çıktı. Öykü burada değildi ve o da bunu biliyordu ama kaçtı. Yiğit'e döndüm. Gözlerimiz bir araya gelince göz kırptı. Evet. Komutan olan oydu. Tekrar Ömer'e dönecekken çoktan arka tarafıma geçip odayı terk etmişti. Yiğit ayağa kalktı. Başımı diğer tarafa çevirdiğim gibi yanağımda dudaklarını hissettim. Yumuşak ama uzundu. Geri çekilince gözlerine baktım. "Günaydın kıskanç cadı." Kıskanmadığımı söyleyerek daha fazla yerin dibine giremeyeceğim. Sessiz kalınca kahkaha attı. "Az önce bülbül gibi şakıyordun ya. Ne oldu?" Ellerimle saçımı düzelttim. "Kurt gibi sessizliğe bürünmeye karar verdim." Burnumun ucuna vurup oturdu. "Otur bir şeyler ye." Şu an kendimi çok rezil hissediyorum. Yüzümü yıkamam lazım. "Lavaboya gideceğim." Lavaboya girip ihtiyaçlarımı karşıladım. Lavabodan çıktıktan sonra odama uğramış saçlarımı tarayıp hafif bir makyaj yapmıştım. Askerler makyaj yapamaz diye bir şey yok sonuçta. Ben Yiğit'e gidecekken Yiğit bana gelmişti. Elindeki tostu elime tutuşturdu. "Albay toplanmamızı istemiş. Bunu bitir hemen. Aç kalma." Toplantı odasına ininceye kadar tostun yarısını bitirmiştim. Ömer ve Okan ile karşılaştık. Yiğit, Ömer'in elindeki meyve suyu kutusunu alıp bana vermişti. Ömer'e gülümseyip meyve suyuyu yudumladım. Ömer de benim tostumdan bir parça ısırmıştı. Konuşmadan da anlaşabilmek ayrı bir şey. Yerlerimize oturduk. Son lokmayı mideme gönderip çöpleri attım. Tam o sırada albay girdi. Eliyle sandalyeleri gösterip oturmamızı istedi. Albay oturunca biz de ardından oturduk. "Nasılsınız diye sormayacağım iyisinizdir siz." Albay'ına bak askerlerini al. "Sağolun komutanım." Konuşan bendim. Albay göz ucuyla bana bakıp önüne döndü. "Direkt konuya gireceğim. Sınırdaki karakollardan birine baskın yapılacağı istihbaratını aldık. Oraya gidin. Temizleyin. Ve geri dönün." Kısa ve öz. "Emredersiniz komutanım." Teçhizat odasına inip hazırlanmaya başladık. Planı yolculuk sırasında da yapardık. Öykü'ye operasyona gideceğimi belirten bir mesaj yollamıştım. Dolabın karşısında durmuş çelik yeleğimin ceplerini doldururken Ömer rahat durmuyordu. "Ya Yiğit, dur yapma." deyip sahte bir gülüş sergiledi. Omuzumun üzerinden arkama baktım. Ömer zaten bana baktığı için gözlerimiz anında buluşmuştu. Dolabın içine girip kapısını örttü. Kahkaha atıyordu ve bu gerçekti. Okan'a baktığım gibi önüne döndü. O da gülüyordu. Yiğit'e bakmak istemiyorum. "Çok kötüsünüz. Elbet elime düşersin Ömer." Ömer hâlâ kahkaha atıyordu. Kaşlarımı çatıp ona baktım. O kadar çok gülüyordu ki dolaptan dışarıya düşmüştü. "Salaksın Ömer." Bareti kafama geçirdim. Sniper'ı omuzuma aldığımda diğerleri de hazırdı. Ömer'in sırıtan suratını görmezden geldim. "Bu işi kısa sürede bitirip geri döneceğiz. Dikkat edin." "Emredersiniz komutanım!" Operasyon başlasın. ___________ Hoşçakalın. |
0% |